@shorosharpen
|
Aklın ilk göz ağrısında, Hatırlıyor mu seni hâlâ Dikiş tutmayan, Bu büyük yara Bazı geceler, Kanıyor hâlâ Anason kokarken sofralar, Yaşlandırıyor seni aynalar Her geçen yıl birer birer, Masadan eksiliyor dostlar
Anason - Zakkum
Yabancıyım gözlerine Bir yalancıya mı aşık bu kalp, çökerim dizlerime? Hata yapmak her defada güvenip hislerine Zor geliyor basmamak izlerine
Bir parçam kopuyor içimden Dinmiyor, acısı bitmiyor Silinmiyor anısı
Bir Parçam Kopuyor İçimden - Taladro
Bir iyi bir kötü günler hep üstümden geçerek Kaçır keçileri batır gemileri Ve artık harbiden soğudum gel hevesim geri Neler gerekliydi biraz gülümsemek için?
Başkasını suçlamayı bende istiyorum fakat Kendimle Yüzleşmek İçin Para Vermiş Gibiyim İşte böyle yalanlardı anca söylediklerim Zaten üzülmek hepimizin baba mesleğiydi
Son nefesim bu son defa yalan dünya gül bana Yak diyorsun yak ne varsa her şey son defa
Dünya Gül Bana - No.1
Bu akşam son kez normal bir insan gibi yaşamak istiyordum.
Ama herkesle son bir kerelik bile olsa güzel bir vedayı hak ediyordum.
Çünkü yarın ölürsem mezara, eğer yaşarsam bu şehirden veya bu ülkeden uzaklara gidecektim.
Ama önce ilk durağım bir çiçekçi olacaktı.
Beyaz Laleler almak için.
❤️⛓️🖤
Sahici bir veda bu sefer hem de hakiki. Bunca zaman uyuşmadı hiç aklımın ve kalbimin fikri. Fakat bu sefer hemfikir hepsi. Hep derdim, bir son olacak. Hep çağırırdım, ölüm gelecek. Hep bilirdim, son sözler edilecek. Bilirdim de geleceğini bilmezdim. Ölümü beklerdim de kavuşmayı heves etmezdim. Bir veda eşliğinde var olan hayatımdan kopmaya mecbur kalmışlığım... Tebessüm ederken gözlerimden akan tek damla yaşın acı ve tuzlu tadı... Bir dost edinecektim ben be hayat, aldın hepsini benden hain lafıyla. Yine de o hainlerle vedalaşacak kadar yalnızım ya, acımasızsın. Sahip olduğum bir hayat vardı, gülüşüm kadar kısa sürdü ömürü. Ve bir yeminim vardı, bozulmaya yüz tuttu. Geriye bir intikamım kaldı, zaten her şey onunla başlamıştı. Yine de bu gece yani yirmi yedi temmuz gecesi her şeyi arkamda bırakıyorum. Kinimi, nefretimi, hislerimi, her şeyi. Ben bile düzgün bir vedayı hak ediyorum. Bunu da ancak seneler boyu tatmayarak verdiği hissi unuttuğum o özgürlüğü kullanarak yapacağım. Her şeyin bir sonu vardır. Tıpkı Harvey'in ölümüyle sıfırdan başlayan ve iki ay süren bu hayatım gibi. Her şey bir intikam uğruna başladı, bir intikam uğruna tükenecek. Harvey dahil hayatıma giren herkes ya ölerek ya giderek ya veda ederek çıkıyordu hayatımdan. Herkes benden bir şekilde gitmeyi beceriyordu. Benden gitmeyen ve benim ondan gittiğim tek bir şey vardı. Bana tüm bu yalanlar arasında doğru olarak gözüken tek şey. Bana geri kalan tek şey vardı. O da ölümdü. Yoksa... Yoksa iki şey mi kalmıştı? ⛓️⛓️⛓️ -Bana on iki adet Beyaz Lale verir misiniz? Şu buruk bir hevesle söylenen bir kaç kelimeler olmuştu ilk cümlem. Söz verdiğim gibi kendime, beyaz lale almaya gelmiştim. Geniş kahverengi masanın arkasında oturan yaşını doldurmuş kadın, başını ileri geri sallayıp yerinden kalktı. Benden uzaklaşıp arka tarafa geçerken titrek sesiyle mırıldandı. -Buket olarak mı vereyim? Zamanında Ceyhun ona da sorulan bu soruya evet demişken ben, -Hayır, ayrı ayrı on iki adet, diye yanıtladım. O ve benim aramda ağız dolusu farklar vardı. O bir buket istemişti, binlerce bile olsa o laleler tek bir kişiye verilecekti. Onun özür dilemek istediği kişi mevcudu bir olduğu gibi yaptığı hata da öyleydi. Fakat ben, ayrı ayrı istemiştim. On iki farklı kişiye verip on iki farklı hatamın olmayan telafisini yapmak, ya öteki dünyaya ya uzak topraklara göçmeden önce ki acıyla ciyaklayan vicdanımı susturmak için. İyi ki vardı Ceyhun, iyi ki bana özür dilemenin en sessiz ama en etkili şeklini öğretmişti. Onu en son, oyunun bittiği gün görmenin hasreti içime çöküyordu gittikçe. Özlemini çektiğim insan sadece oydu çünkü. Diğerlerini kalbim istese aklım hain yerine koyuyordu. Fakat istisna olan Ceyhun hem kalbimde hem aklımda suçsuz olarak kalmayı başaran tek kişiydi. -Ne kadar ağır bir hatanın içine düştünüz? Duyduğum o zor çıkan ses ile beraber dalgın bakışlarımı yan yana dizilmiş saksılardan çekip kadına çevirdim. Derisi sarkmış kolları arasında üst üste özenle yığılmış çiçekler ile bana bakıyordu. Gözlerinde pek bir anlam bulamayıp sorusunu yanıtsız bıraktım. -Tam olarak on iki tane. Sorusunu ikinci kez soracak kadar meraklı değildi. Laleleri almam için bana uzatırken kolunu, yeniden kendince söz aldı. -İnsanlar çoğu zaman çiçek almaya geldiğinde güzelliklerine bakarak seçim yaparlar. Bir vakit şöyle felaket bir olaya denk geldim. Laleleri aldığımda masanın arkasına uzanıp karton bir poşet çıkartıp bana yaklaştı. -Bir adam dükkanıma gelmişti. Yerinde duramıyor adeta kıpır kıpır dolanıyordu. Şu rafları -derken gözleriyle hafifçe işaret etti- didik didik inceledi. En sonunda gözünü birini kestirmiş olsa gerek benden kendinden emin bir şekilde bir çiçeği gösterip onu istedi. İşine hiç karışmadan gösterdiği çiçeklere gittim. Bir dizi beyaz lale göz alıcı bir şekilde dikkat çekiyordu kendine. Paketletip adama verdikten sonra adam "bana şans dileyin. Bugün evleniyorum" dedi ve koşar adım dükkandan çıktı. Laleler kartonda yerini bulduklarında kadın başını sallarken eğik sırtıyla masanın arkasına geçip oturdu. Ayakta uzun süre durmak artık ona tak etmişti anlaşılan. -Borcum ne kadar, diye sordum anlattığı hikayeye tepkisiz kalarak. Ödemeye geçtiğimiz sırada kadın kendi keyfine göre yeniden devam etti. -O dükkandan çıkınca arkasından bakakaldım. Halbuki teklif alan kadın çiçeğin anlamını biliyorsa pek üzülmüştür eminim. Sohbetini noktaladığında ayıp olmasın diye haklı olduğunu belirten kaş göz işareti yapmaktan fazlası gelmedi elime. -Peki siz ne anlama gelir bilir misiniz? Bilirdim, belki bir çok anlama gelirdi ama ben bir tanesini iyi bilirdim. Fakat kurumuş dudaklarım hafifçe açılıp yine sessiz kaldı. Zihnen yeni biriyle sohbet etmeye müsait değildim. Kafam sadece iki üç kişiyle konuşmaya programlanmıştı şimdi. - Aşkı. -dedi bastırarak- Tutkuyu. Saflığı. Zarifliği. Masumiyeti yansıtır. Bunca sene çiçeklerle iç içe oluşumdan çıkardığım bir kaç sonuç var. Laleler bana tüm bunları yansıtırken amacının özür dileyecek kadar saf olduğunu söyledi. Kadın ne benim vereceğim cevapları umursuyordu ne de fikirlerimi. O adeta kendi kendine konuşuyor gibi bir havadaydı. -İki bin kağıt ver, dedi argo bir tavırla bunamış kadın. Kartımı hazır tuttuğum cebimden hemen çıkartıp ödemeyi yaptıktan sonra arkamı dönüp gidecekken omzuma sertçe dokunan bir el hissetmem ile duraksadım. Başımı hafife sola çevirince kadının tam arkamda beklediğini gördüm. Beni kolumdan tutup kendine doğru çekti. Ve sonra elinde tuttuğunu yeni fark ettiğim tek bir Beyaz Laleyi bana göstere göstere poşetimin içine koydu. -Bu da benden olsun. Bir başkasından özür dileyip kalp kazanmaya çalışırken kendini de unutma. İnsanlar genelde hep başkasına çiçek alır. Kendinilerini unuturlar. -Teşekkürler. Sesim kısık çıkarken kadın hiç umursamadan kıymetli koltuğuna yol almıştı bile. Ben de daha fazla oyalanmadan oradan çıktım. Kapının önünde beni bekleyen taksiye bindiğim anda verdiğim adres ilk olarak mezar olmuştu. Özür dilemem gereken bir kaç ölü beden vardı. Sesimi duymayacaklarına emin olduğum, ben özür dilesem bile etki etmeyeceğine, göz yaşı döksem, hayır mezarlarına tonlarca su döksem yine de kuru bedenleri bir nebze yaşlanmayacağı gerçekliğini kabullenmem gerekiyordu. Taksi uzun yolları metre metre devirirken, ben beni duymayacak olan insanlara hangi kelimeleri özenle seçip söylemem gerektiğini düşünüyordum. Bir özür ve bir Lale ile halledilebilecek bir durum ise bu benim içim neden bu kadar doluydu? Aradan neredeyse yarım saat geçti. Havanın hala aydınlık olması işime yarayan bir durumdu. Çünkü gideceğim noktalar o kadar fazlaydı ki umuyorum ki gece bitmeden önce sona ererlerdi. Şoförün taksiyi park etmesiyle beraber ona beni beklemesini tavsiye ederek arabadan indim. Bir kaç adım sonra girişten girip ağaçlar arasına gömülü olan mezar taşlarını hızla geçerek hepsinin aynı adada gömülü olan yere yetiştim. Bugün olduğum yer, dün durduğum yer ile aynıydı. Az ötede hala taze toprak birikintilerin oluşturduğu mezarlara bakakaldım. Ancak dün burada durup onları uzaktan izlerken bugün gitmem için hiç bir engel yoktu. Veya var mıydı? Onların mezarına gidecek kadar yüzsüz bir insan mıydım? Canlı olsalardı beni buyur ederler miydi? Yoğun bir kasvetin etkisinde adım atmaya başladım. İlk durağım, ilk gömülen gencecik kadının mezarı olmuştu. Yetiştiğim gibi diz çöktüm toprağa. Başımı beyaz mermere kaldırdığımda üstüne yazan yazı boğazıma bir kılıç misali saplandı. "Cansu Akrep, Ölüm tarihi 25.07.2023" Benden bile küçük yaşta... Fark etmediğim anda yanaklarım ıslanmaya başladı. Çantadan bir beyaz lale çıkartıp ayaklarının olduğu tarafın üzerine bıraktım. -Cansu... Özür dilerim. Özür dilerim. Sen orada ben burada olduğum için. Benden önce nasıl bir hayata sahiptin bilemiyorum. Ancak öyle iyi kalpliydin ki ne yaşanırsa yaşansın mutlu olmayı beceriyordun. Seninle geçirdiğimiz bir kaç günde yaşamayı sevdiğini gördüm. Nöbete kaldığım günler ettiğimiz ufak tefek sohbetler, beni mutlu ediyordu. Sen ise hayallerinden gözlerinin içi parıldarken bahsediyordun. Seni kaçırdım ve üstelik iyi davranıyordum diye benimle dalga geçip gülüyor sonra özgürlüğüme kavuştuğum anda şunları yapacağım diyordun. Gülüyordun ama ikimiz de biliyorduk ki için kan ağlıyordu. Çünkü ben seni hayatından alıkoymuştum. Maytap ve Skarla bile arkadaş olmuştun. Onlarla öyle kalmak için benden izin bile almıştın ama Cansu, siz arkadaş kaldınız da Maytap bir başına şimdi. Ciğerlerim parçalara ayrılıyor gibi bir his ile boğuşurken ağlama arasında nefes almaya çalışıyordum. Biraz sustum, kendimi durdurmak zor iş haline gelmişti. Bir kelime ile başlıyordum cümleye nokta koymayı bir türlü beceremiyor binlerce kelime ediyordum. -Senden beni affetmeni isteyemem, hakkını helal etmeni hele. Asla. Ben de yanına geldiğimde benden okkalı bir hesap sor olur mu? Beni kaçırmak zorunda mıydın, diye sor. İntikam alacağım diye niye bu kadar insanı mezara koydun, diye sor. Bir beden hatırına binlerce bedene neden kıydın, diye sor. Bu sefer zoraki durdum. Şiddetle ağlıyordum. Ben ne yapmıştım böyle? Ben nasıl bir pisliğin içine batmışımda tepede kalmak için herkesi dibime çekip üstlerine basıyordum? -Cansu, ölmemeliydin sen ya. Hayır... Gözlerimin önüne o an geldi. Kamera karşında son kez yaşarken ağlayan kız ve kafasına tutulmuş bir silah. Aklımdan çıkmıyordu ki hiç, o silahın tetiğine basılışı, kurşunun çıkmasını ve en olmayacak yere acımasızca saplanması... Hıçkırıklarla ağlıyordum. Ben bu ağır vebalin altından nasıl kalkacaktım? -Özür dilerim Cansu, mezar başında durup konuşmaya bile hakkım yok. Poşetimi alıp ayağa kalktım. -Bu beni son görüşün, kendine orada iyi bak olur mu? Hep gülümse ama beni görünce suratını as. Mezara son bir kez baktıktan sonra oradan yavaş yavaş uzaklaştım. Bir mezardan gidiyorum derken varmak istediğim yerin yine mezar olduğunu hatırlayınca ruhuma ağırlık bindi. Çarpık adımlarım, halsiz bedenimi yan yana olan iki toprak birikintisine ulaştırdı. İkisinin ortasına geçip dizlerimin üzerine çöktüm. Poşetten sessizlik için iki dal Lale çıkartıp mezarlarının ortasına koydum. "Yakup Gedik, Nezaket Gedik Ölüm tarihi: 25.07.2023" -Sizden özür dilerim. Şu tersliğe bak iki can alıyorum telafi etmek için de iki kelime ediyorum. Sürekli kendimi kötülüyorum, heralde öyle sanıyorum ki affedilir bir yanım oluyor. Ama yine de özür dilerim, sizin canla başla mücadele ederek kazandığınız hayatı ben saniyeler içinde bitirdim. İgima bile yapmamıştı bunu size. Gözlerimi elimin tersiyle sildim. Kendimi içten devirmekti bu yaptığımın adı. Daha fazla duramadım. Çünkü yok yere giden bu iki can karşısında nefes almak bile günah gibiydi. Kalktım, mezar kumların bile üzerimde taşımaya layık olmadığıma karar verip silkelenerek oradan uzaklaştım. Üzerimde evime gidiyor gibi huzurlu bir hissiyat dolanıyordu. Sanki birisi tüm sevgisiyle beni bekliyordu bir köşede. Tüm babayiğitliği ve fedakarlığı ile. Ruhumun derinliklerinde hissettiğim bu şeyle gözlerim sıcacık kesildi. Patika yolu bitirdiğimde üzerinde bir sürü taze ekilmiş çiçek dolu olan mezara geldim. "Dilaver Öztan, ölüm: 25.07.2023" Ve mezar taşının sol köşesine bir bıçakla kazandığı çok belli olan ufak harflere bir yazı daha "skar". Yavaş yavaş diz çöktüm, hiç konuşmadan paketimi açtım ve içinden bir lale çıkartıp toprağının üzerine koydum. Garip bir şekilde ağlamam kesilmişti. Toprağa dokunduğum ilk andan beri vücudumu hoş bir sıcaklık sarmalamıştı. Yaşarken bol bereketli olan merhametinden, çocuk kalpliliği oluşundan ölüyken bile faydalanıyordum. -Özür... -kelimenin devamı gelmemişti- Özür, ben... Parmak uçlarımı batırır gibi gözlerimi ovuşturdum. "Toparlan Karmen, bir kaç kelime edecek ve sonra gideceksin." -Skar, Dilaver... Benim için canını feda etmenin karşılığını sana nasıl verebilirim diye düşünüp duruyorum. Ama aklım hiçlik gibi. Sonra ölmeden önce bana ettiğin son sözleri anımsıyorum. "Sakın vazgeçme Karmen, yolundan sakın vazgeçme. Çünkü sen yapmazsan kimse yapmaz." Bu sözler üzerime kanla damgalanmış bir yemin oldu. Ne demek istediğini anlıyorum. Karanlık dünyayı aydınlatmamı ümit ediyorsun sende. Fakat... Mezarına gelipte benim için canını veren adama sözümü tutamayacak oluşumundan bahsetmek istemedim daha fazla. -Umuyorum ki bunca yıllık yas dolu hayatında hem kendi ailenle hem yandaşlarla geçirdiğin vakit aklına güzel olarak kazınmıştır. Ayrıca o gün için özür dilerim, seni öyle zorlamam gerekirdi. Çünkü sen can yeleğini Hollanda'ya canını da bana verecek kadar büyük bir fedakarlığı içinde taşıyordun. Bunu görmeyip önüne geçmeye çalışmıştım. Topraktan destek alarak yavaş yavaş ayağa kalkmaya başladım. - Bir hatam vardı, tek bir hatam. Ama o tek hata canınıza mal oldu. Tamamen ayağa kalktığımda ise son sözlerimi ettim. -Beni affetmek zorunda değilsin, ama sen yine de affet olur mu? Çünkü benim kalbim çok kırılgan. Başımı bir kere salladıktan sonra en zor durağa doğru yürümeye başladım. Hepsinden biraz daha uzakta ve farklı yerdeydi o. Her adımımda ayağıma bir çivi batıyordu. Aldığım her nefes buram buram özlem kokarken içimi yakıyordu. Bir yere yetiştim. Gelmeyi tercih etmediğim, orada olduğunu kabullenemediğim, ben konuşurken onun susmasını kendime yediremediğim bir yer. Bir mezar, kocamın mezarı. "Harvey Ivy As Cindy Doğum: 16.08.1993 , Ölüm: 05.06.2023" Mezar taşında yazan ismine bir süre bakakaldım. Ardından yavaş yavaş çöktüm, dizlerim yere değdiğinde ellerimi başının gömülü olduğu kısmın üzerine koyup kafamı toprağa yatırdım. Harveyle yatağa geçtiğimizde, ona tıpkı böyle sarılırdım. Büzüşmüş hale getirdiğim bedenim onun beni sarmak için açtığı kollarının arasına tam oturuyordu. Rahat bir uyku çekmek için kendimi tam anlamıyla güvende hissettiğim zaman tam olarak o andı. Şimdi ise toprağına sarılıyordum. Ne o bana karşılık veriyordu ne ben kendimi güvende hissediyordum. Parmaklarımı toprağın içine batırıyor ve yüzümü iyice yapıştırıyordum. Tenime batan bir kaç şey olduğunu hissetsem bile kendimi geri çekmedim. Çünkü Harvey ile sarılmayı özlemiştim. Sadece kendimin duyabileceği bir sesle ağır ağır konuştum. -Sana sarıldığımı hissediyor musun sevgilim? Hayır mı? Ben de hissedemiyorum. Buraya girdiğinden beri bedenim buz kesti adeta. En sıcak sobaya sarılsamda hiç ısınamayacak gibi hissediyorum. Hangimizin hali daha beter bir türlü kestiremiyorum Harvey. Gittin diye senin mi? Kaldım diye benim mi? Sustum ve kollarımı daha derin itekledim aşağıya. Toprakla bir bütün olmaya bu kadar meraklı olma Karmen, diye geçti içimden birden. Fakat ben zihnimin tersine düşünüyordum. Toprakla bir bütün olursam rahatlayacağıma emindim. -Elli iki gün oldu. Gidişin, bugün tam elli iki gün oldu Harvey. Kulağa ilk duyduğunda kısa bir süreymiş gibi geliyor. Ama bana soracak olursan sevgili kocam, benim için her bir günün her bir dakikası eziyetti. Güldüğüm anlar olduğunda bile acı çekiyordum içten içe. Çünkü o gülüşlerin solacağını düşünüyordum. Öyle de oldu. Derin bir nefes çektim içime. Topraktan kalkan bir kaç parça burnuna geçip ufak bir rahatsızlık vermişti. -Harvey, yanına bunca zaman sadece bir kez geldim biliyorsun değil mi? Özür dilerim, kendimce bazı sebeplerim var. Çünkü sana hem özlemimden hem öfkemden aklımı yitirecek gibi oluyorum. Doğru duydun, öfke. Benden sana karşı hemde. Çok şaşırtıcı değil mi? Değişiyorum kocam, inkâr edemem. Ama öfkemin sebebini nasıl açıklayacağım bilemiyorum. Senden sonra karanlık dünyanın içine düşmem konusunda seni hiç suçlayamam. Çünkü sen intikam almamı istemezdin. Sensiz kalan ben için planın sanırım ölene kadar evde kalıp Cindy Pizza'dan gelen paraları harcayıp hayatımı sürdürmem olurdu. Hafifçe güldüm. Elli iki gün önce ki Karmen buna olur gözüyle bakarken şimdi ki ben ise kendimi bu hayatın içine koyamıyordum bile. -Belki de öfkem buradan doğuyor Harvey. Düşünürken biraz derine inince, mükemmel süren 9 senelik evlilik ve iki senelik sevgililik ile toplam 11 senelik birlikteliğimizde ki kusurları görmeye başlıyorum. Ama o kusurlar sabah ettiğimiz kahvaltı akşam yaptığımız seks değildi Harvey. Bir kusur vardı o da bendim. Mutluydum, huzurluydum, sevgi doluydum. Ama tek bir eksiklik vardı. Ve o eksiklik senden sonra bana gelince ben onu hiç bir mutluluğa değişmez oldum. Özgürlük. Beni şimdi görebilsen Özgürlüğüme ne kadar düşkün bir kadın olduğumu anlayınca tanıyamaz olursun. "Özgürlük" diye geçirdim içimden ve gözlerimi topraktan gökyüzüne doğru kaldırdım. Geniş mavilik orada tüm görkemiyle duruken bana göz kırptı. -Sana sormak istediğim birden fazla soru var Harvey, tıpkı eski günlerde ki gibi. Ama cevap veremeyecek oluşun hepsini yok ediyor. Yine de sormak istiyorum. Mesela ilk sorum şu olurdu herhalde. Tüm bu karanlıkla bunca sene nasıl mücadele ettin ? Kendini kandırma Karmen, ilk sorun asla bu olmazdı. -Hayır, aslında ilk sorum başka olurdu. Aptal kafam, kes sesini. Düşünme, bu soruyu düşünmeye bile hakkın yok. Sus. Dudaklarımı birbirine zorla bastırdım. Çünkü kapıya kadar dayanmıştı o berbat soru. Başımı her gece yastığa koyduğumda kafamı kurcalayan sorulardan bir tanesi. -Susmam, kendimi tutsak etmek olur. O yüzden soruyorum kocam. Beni gerçekten sevdin mi? Sevginden bir nebze şüphe duymam bile benim mankafalığım ama ne hale geldiğimi bilsen bana kızmazsın. Özgürlüğümü şimdi düşmanlarım elimden almaya çalışıyor Harvey. Bir zamanlar ise sen almıştın. İğrenç bir çıkarım biliyorum, iğrenç ötesi hatta. Gözüm resmen kör olmuş durumda. Belki de özgürlük benim için bir zehirdi. Sen de bu yüzden vermedin. Bu soruyu sormaktan dolayı yaşadığım vicdan acısı ile dudaklarımı toprağa hafifçe kondurdum. Özür öpücüğü niyetine. -İkinci sorum ise belki şu olurdu. Beni neden hayatın dışında tuttun? Ben istedim değil mi? Doğru, belki öyledir. Sana 11 sene önce rastgele tanıştığımız o yağmurlu gecede söylediğim tek bir cümle yüzünden mi bu hale geldik? "Beni saklayabilir misin?" Fakat Harvey, korkmuş olduğu her halden belli olan bu kızın söylediği bir cümle yüzünden bir ömrü tüketmek hak mı? Mezarda benim canım için kurşunun önüne atlayan kocam hakkında böyle konuşmak ihanet gibi geliyordu. İşte bu yüzden gelmiyordum hiç mezara. Çünkü kendimi kaybedeceğim kabak gibi ortadaydı. -Neyse Harvey, soru sormak yerine biraz sohbet edelim. Sana hayatımdan bahsetmek istiyorum. Yeni Karmen'den. Ben silah tutmayı da adam öldürmeyi de biliyorum artık sevgilim. Ben, dışarıya tek başıma çıkabiliyorum. İstediğim yere gidip kendi işimi kendim halledebiliyorum. Kendime bir kaç dost edindim. Bu güzel şeylerin yanında bir de kötüler var. Kendimi yavaş yavaş yattığım topraktan uzaklaştırdım. Tıpkı o yaşadığı zamanlar olduğu gibi. Ne zaman ciddi bir mesele konuşacak olsam illa ki karşısında dik durmak isterdim. -Harvey, gözün gibi baktığın karın eriyip gidiyor. Kendime nasıl sahip çıkacağım bilmiyorum. Ölümünden bu yana gerçekten zor günler geçirdim. Bitecek sandığım yerde yol daha da uzadı. Her şey ilk başta toz pembe bir oyun gibi geliyordu. Kimseyle tanışmamıştım ama herkese meydan okuyordum. Daha önce hiç silah tutmamıştım ama öldürmekten söz ediyordum. Ta ki hepsi gerçekleşene kadar. Her şey yani çöküşüm, Emir'i kurtarmak için canını aldığım bir masum adamla başladı. Hiç unutmadığım bir manzara. Ve sonrasında bir oyuna girdim. Girerken yanında onlarca kişiyi sürükledim oyuna, kontrol ederim sanmıştım. O beni tüketmeden ben onu bitireceğim demiştim, havada asılı kaldı. Karanlık insanlarla tanıştım. Hepsi birbirinden vahşiydi. İgima Dizable ile tanıştım, hepsinden kat be kat kana susamıştı. Evet bir yerde hepsinin üstesinden ayna misali onlar kadar yırtıcı olarak gelmeyi başardım. Fakat yırtıcı olmam beni yine de çöküşe getirdi, kurtaramadı. Mezarının toprağını okşarken tane tane akan yaşlar ile devam ettim. -Harvey sen intikam alınmayı hak eden bir insansın. Kanın yerde kalmayacak kadar değerli. Bu yüzden intikamını almak için her şeyi yaptım. Hem de her şeyi. Ama haddimi öyle çok aştım ki intikam uğruna bir çok hayata son verdim. Aynı intikam da yarın bana bu muameleyi çekecek. Sınırlı süre içinde kısa tutmaya çalıştığım sohbetin sonuna neredeyse yaklaşmak üzereyim. Harvey'e önce şikayet etmiştim sonra olanlardan bahsetmiştim. Geriye ise muhtaç olduğum o merhametini almak kalmıştı. O yüzden kendimi toprağa saldım ve gelişimden bu yana içimde biriktirdiğim göz yaşlarımı birden bırakıp duygumun en yoğun patlamasını yaşadım. -Harvey beni niye bıraktın? Benden niye gittin? Ben bitiyorum... eksiliyorum... toz oluyorum. Hayat namına bir şey kalmadı elimde. Sevgilim... Sevgilim, eğer beni yine mahkum etmeyeceksen duvarlar arasına, geri dön diye yalvarsam olur mu sana? Doğru düzgün ağıt bile yakmıyordum. Korkaklık içime sinmişti. Geri gelmeyeceğini bilsem bile avazım çıktığı kadar geri dön diye bağıramıyordum. Çünkü özgürlük bana Harvey'in gidişiyle hediye edilmişti. Ya gelişiyle elimden geri alınır korkusu bile hayalen beni susturuyordu. -İsterdin değil mi? Buraya gelip sana sadece aşk ve özlem dolu sözler sarf etmemi? Fakat beceremiyorum. Kendimi bu sefer son kez ayırdım Harvey'in mezarından. Ve tamemen ayağa kalktım. Üzerimden bir sürü toprak parçası kendiliğinden yere düştü. -Mezarına tekrar gelir miyim bilemiyorum. Benim için durumlar muamma. Fakat gelmek için çabalayacağım.. Korkma sevgilim diğer gelişimde sana bugün ki gibi hadsiz sorular sormayacağım. Mezarını öpeceğim, sen zaten seni özlediğimi anlayacaksın. Seni seviyorum diyeceğim sen duygularımı anlayacaksın. Ama şimdi veda etmem gerekiyor. Yerde duran poşete uzanıp aldım. İçinden ona ait olan Beyaz Laleyi alıp mezarında gözyaşlarımın ıslattığı orta yere bıraktım. -Yanına gelmem için iki farklı seçenek var. Ya ölüm ya kalım. Hayatın benim için hangisini seçtiğini o zaman öğrenirsin. Şimdilik görüşmek üzere. Seni seviyorum Harvey Ivy As Cindy. Son sözlerim üzerine bir şey demeden mezara sırtımı çevirdim ve başımı önüme alıp çıkışa doğru yürümeye başladım. Geldiğim yön yerine ana caddeye bağlanan daha kısa bir yol tercih ettim. Mezarlıktan çıktığımda ileride ki taksiyi hala bekler durumda görünce biraz rahatladım. Hızla arabaya yetişip bindim. Hiç konuşma olmadan adama gideceğim adresi verdim ve o da beklemeksizin yola çıktı. Şimdi ise evlerine ateş düşürdüğüm ailenin yanına gidiyordum. Skar'ın ölümünden sonra hiç yüz yüze gelmemiştik. Bir kerelik bile olsa Kızıl Kehribar ile oturup yüzleşmek isterdim. Bana karşı artık nasıl hisler besliyor, ailesini bana emanet ettiğinden pişman mı, suçlu ben miyim bilmek isterdim. Maytap'ın ne durumda olduğunu tahmin etmek zor değildi. Dün gördüğüm o halinden sonra bitmiş bir adam olduğunu kabullendim. Hayata dair kurduğu hayaller yanmıştı. Geriye kalan iki aile üyesini sevindirecek gücünün kaldığını bile sanmıyorum. Tanıdık mahalleye yetiştiğimizde kafamı pencereden dışarı sarkıtıp etrafı izledim. Evlerin arasında kalan çocukları top oynarken gördüğümde aklıma Ceyhun'la burada kaldığımız günler geldi. Şimdi hepsi elimle uzansam asla yetişebileceğim bir yerde değildi. Taksici artık tamamen ara sokaklara geçtiğinde başımı içeriye geri soktum. Araba durduğunda ise dışarı baktım. Onların evi önünde durduğum evin hemen arkasındaydı. -Beni kısa bir süre daha beklemen lazım, dedim inerken. İndiğimde kimseye görünmeden, ağacın, çöp konteynerin arkasına saklanarak eve doğru sık tempolu adımlarla yetiştim. Hangi köşeye baksam oradan bir anım ortaya fırlayacak gibiydi. Hatta şu ufak evin önü bile, Peperonni'den kaçıp geldiğim ilk gece, Ceyhun'la sarılışımız. Fazla durmadan poşetin içinden üç tane lale çıkartıp kapının önüne bıraktım. Gitmeye hazırlandığını anda kapılarına iki kere vurup hızla oradan uzaklaştım. Saklandığım duvarın arkasından göz ucumu oraya diktim. İlk anlar ortalığa sessizlik hakim iken bir dakika sonra kapı ağır ağır açıldı. Çıkan Hollanda olmuştu. Saçları darmadağın bir şekilde öne düşerken, omuzları çökmüştü. Etrafına bakındı Ancak kimseyi bulamayınca içeriye geri geçecek iken gözü yere çarptı. Parmak uçlarım tuhaf bir heyecanla karıncalanmıştı. Aylin Laleleri gördüğü an duraksadı ve birden üstlerine eğildi. Laleleri aldıktan hemen sonra daha net keskin bakışlarla etrafını beni arar gibi süzdü. Yorgun gözlerinde ufak bir heves ışığı görmüştüm. Yoksa beni gerçekten görmek istiyor muydu? Öyle ki başını benim tarafıma çevirdiğinde hemen kendimi geriye aldım. Bir kaç saniye sonra geri bakmak istediğimde ise Aylin artık dışarıda değildi ve evlerinin kapısı da kapanmıştı. Laleleri aldığına emin olduğum için biraz buruk bir rahatlıkla taksiye geri bindim ve diğer adresimi adama söyledim. Güneş batmak üzere iken hedefim az önce buraya gelirken özel olarak randevulaştığım Harvey'in kullandığı banka olacaktı. Ay sonu çoktan gelmişti bile, benim patronu olduğum bir adam ve ona ödemem gereken maaşı vardı. ⛓️⛓️⛓️ Az önce çıktığım bankanın önünde başka bir taksiyi beklemeye koyuldum. Elimde iki poşet vardı bu sefer. Fakat Lale poşeti daha büyük olduğu için diğer torbayı onun içine özenle koydum. Güneş batmış olmasına rağmen hava bir nebze olsun aydınlıktı. Ama yine de sokak lambaları çoktan yanmıştı. Bekleyişimin ardından taksinin gelip önümde durmasıyla ona bindim. Ona, beni yaka paça dışarı attıkları Peperonni'nin adresini verdim ve yola çıktık. Bana ceza olarak özgürlüğü vermelerinin ardından oraya ancak öfkemi kusmak için giderim sanıyordum. Fakat şuan içimde kimseye karşı bir hırs veya nefret yoktu. Aklımda dolaşan tek bir kelime vardı o da veda idi. Kimseye nefret güdecek kadar çok vaktim olduğunu sanmıyordum. Adamın boğuk bir sesle yetiştik demesi üzerine inmeden önce ona işimin kısa süreceğini ve beni beklemesini söyledim. Taksiden iner inmez, dağınık saçlarımı yüzümü kapatacak şekilde önüme düşürdüm ve başımı aşağı inerek yürümeye başladım. Peperonni çevresinde onlardan biri tarafından görülme ihtimalim oldukça yüksekti. Fakat benim tek bir amacım vardı, zaten kısa süreceğine emindim bile. Peperonni'nin binası önüne doğru tıpkı diğer insanlar gibi alalede yürümeye başladım. Saç arasından ise bina önüne park edilmiş araçlar içinde Hazar'ın motorunu aramaya başladım. Etrafta başka motorlar olsa bile onun motoru hepsine göre çok daha siyah, daha iri yarı bir şeydi. Yani gördüğüm ilk anda tanıyacağıma emindim. Dakikalar boyu süren gözetlemem başarıyla sona erdi. Çünkü onun motoru tam olarak gözlerimin önünde duruyordu. Yanına yetiştiğim gibi poşeti açtım, içinden laleyi aldım ve motorunun üzerine bir ucunu sıkıştırarak koydum. Onu alırken görmeme gerek yoktu, çünkü Laleyi bulduğunda benim buradan yel gibi geçip gittiğimi anlayacaktı. ⛓️⛓️⛓️ Uzaktan izlediğim kafede ki insanlar sürekli olarak girip çıkıyordu. Döşemesi boydan boya cam olduğu için içeriyi rahatça görebiliyordum. Rengin'in ışıltısı karanlık olan her yere saçılmak için parıldıyordu sanki. Onu böyle uzaktan izlemek bile bana hoş bir huzur verirken, içim bununla yetinmiyordu. Taksi beni buraya az önce bırakmış ve gitmişti. Dakikalar boyu ayakta beklediğim için yorgun ayaklarım titremeye başlamıştı. Bir hayli bitkin düşen bedenime gece boyunca bu işkenceyi yapacaktım ben hâlbuki. Caddelerden sokaklara sürünecek, hiç bilmediğim evlere gidecek, yolları talan edecektim. Kalan son bir kaç enerji parçalarını tüketmek için daha iyi bir yol düşünülemezdi. Yaslandığım direkten doğrulup bana destek olsun diye tek elimle de tutundum. İçeride bir grup arkadaş harici kimse kalmamıştı. İşinin ortasında beni görmeyle ne kadar mutluluk duyar bilemiyorum ancak yine de yanina gitmek istiyordum. İçeride kalan son grupta gülerek vedalar eşliğinde oradan çıktığı anda koşar adım kapıya doğru yürümeye başladım. Henüz kapattıkları kapıya yetiştiğim gibi içeriye daldım ve arkamdan kapattığımda üzerinde ki "açık" yazan tabelayı ters çevirip kapalı haline getirdim. Önüme döndüğümde bana hayretler içinde bakan kadın, ağzını aralamış ve gözleri bir hayalet görmüş gibi irileşmişti. Ben de çaresizce olduğum yerde donakaldım. Gözleri benim kim olduğumu tanımaya çalışır gibi üzerimde gezinirken, fark ettiği her detayda surat ifadesi teker teker kırılıyordu. Gözleri titreyen bacaklarıma baktı bir süre, kaşlarını çatar gibi oldu fakat beceremedi. Aydınlık yüzüne, buraya gelmem ve beni görmesiyle beraber bir gölge düşmüştü. Çulsuz bedenimi incelemesi biterken gözleri gözlerimi buldu. Dudakları bir şey demeye yakın titriyor ama ağzından kelimeler çıkmıyordu. Sadece ona doğru bir adım atmaya yetti gücüm. Biraz daha böyle dikilmeye halim kalmadı derken canının yandığını ne denli gösteren bir hıçkırık koptu boğazından. Adımı bir kerecik söylemesiyle beraber hıçkırık derin bir ağlamaya dönüşürken üzerime doğru kollarını iki yana açmış bir şekilde koştu. Kolları bedenime adeta kenetlenirken bir yandan ağlıyor bir yandan anlamsız mırıltılarla söyleniyordu. Bana sarılması ile beraber ona karşılık vermem hiç uzun sürmedi. Ve hatta ağlamam bile... Başını omuzuma dayamış bir şekilde ağlarken ben de salıverdim kendimi. Elimde ki beyaz lale poşeti yere düşmüştü. Günlerdir kendimle boğuşan bedenim bir başka insana hasret kalmıştı. Birinin bana sarılıp benim için ağlamasını özler olmuştum. Lakin yine de sağlam basamıyordum yere. O yüzden ağırlığım kendi kontrolümden çıkmış bana sarılan Rengin'e geçmişti. Dengesizliğimi fark eden kadın zayıf kollarıyla beni güçlükle ayakta tutmaya çalışıyordu. Başını omzumdan çekip yüzünü yüzüme denk getirdi. -İyi misin? Ka- Karmen iyi misin? Başımı yavaşça evet anlamında sallamaya çalışsam bile bunu yarıda kesip sağ sol yaparken "değilim" diye fısıldadım. -Evet, evet belli oluyor, dedi nefes nefese kalmış bir şekilde. Benden uzaklaşıp kollarımdan tuttu. Başıyla bir masayı gösterince itiraz etmeden onunla beraber oraya doğru yürümeye başladım. Benim için çektiği sandalyeye otururken ilk işi hemen karşıma geçip oturmak oldu. Artık ses çıkmasa bile gözlerinden yaşlar akmaya devam ediyordu. Ben ise elimin tersiyle sildim yaşlarımı. Çünkü ağlamaya bile mecalim kalmamıştı. Rengin onu ilk kez gördüğüm bir ruh hali içindeydi. Az önceye kadar neşeli bir kadın iken şimdi iki büklüm oturuyordu. Sarımsı omzuna yetişen lüle saçlarını arkaya atıp yutkunarak dikleşti. Masanın üzerinde duran sol elimi iki eliyle sıkıca tuttu. Gözlerini üzerimden bir an bile çekmiyor belki günlerin hasretini kıymetli bir dost misali gideriyordu. -Karmen... Özür dilerim, özür dilerim ağlamak istemedim. Seni de ağlatmak istemedim. "Hayır" kelimesini art arda söyleyerek kendisini suçlu hissetmesinin önüne geçmeye çalıştım. Çünkü beni ağlatması patlamak üzere olan içime yaptığı iyi niyetli bir müdahaleydi. -Ben, nereden başlayacağım bilmiyorum. Karmen, iyi ki geldin. İyi ki... Daha cümlesini bitirmeden yeniden ağlamaya başlamıştı. Sağ elimi, masanın üzerinde kavuşmuş olan ellerimizin üstüne götürdüm. Ve nihayet ağzımdan adam akıllı ilk kelimem çıkmıştı. -Rengin... Rengin bir elini çekip gözlerini ovuşturmaya başladı. Bir yandan da kendini dizginlemeye çalışıyordu. -Seni ne zaman göreceğim diye ben... Günlerdir... Karmen sen... Sen çok kötü... Kötü bir haldesin. Karmen olanlar... Ölenler... Ve cümlelerini tamamlayamadan bir kez daha ağlamaya başladı. Bu eksik kelimelerinden bile onun yirmi beş temmuz günü neler olduğunu bildiğini anladım. O lanetli kara günün üzerinden henüz iki gün geçmiş olması acımı tazecik tutuyordu. Gözlerimi yavaşça kapattım, gözümün önünde tıpkı saatler önce evimde olduğu gibi ölenlerin halüsinasyonları belirdi. Hayır, buraya yara deşmeye gelmemiştim. Kendime bir kereliğine bile olsa iltimas geçecek ve güzle bir şeyle ödüllendirecektim. Hem ilk kez hem son kez olarak. Ateş gibi yanan gözlerimi çabucak açıp Rengin'i teselli edecek bir kaç şey söylemeye giriştim. -Lütfen ağlama, lütfen Rengin. Buraya -zorla yutkundum- kederlenmeye gelmedim. Rengin bir daha kendini zorla susturarak bana ıslak gözlerle baktı. -En son ne zaman uyudun Karmen? Sesi hayli acımayla çıkmıştı. - Olmayan şeyleri görecek kadar çok oldu. Dudaklarını birbirine bastırıp kendini sıktı. Ben ise Rengin'in kafesinin bana verdiği güvenli bölge huzuru ile gittikçe gevşiyordum. Bir dost olarak karşımda duruyordu kendisi, bana zarar gelmeyeceğine inandığım bir yerde oturuyordum. İşte bu ikisi şimdilik rahatlamam için yeterliydi bile. İnce parmak uçlarıyla şakaklarını ovdu. Belli ki öğrendiği ağır gerçekler karşısında hassas kalbi zorlanmıştı. Çünkü her şeye pozitif bakan kadın şimdi çaresiz ve korkak bir haldeydi. -Aç mısın? Açsın değil mi? Bir deri bir kemik kalmışsın neredeyse. Yemek getireyim ben. Deyip kalkacağı sırada hemen koluna uzanıp yerine geri oturtturdum. -Aç değilim, az önce pizza yemiştim. -Doymuş gözükmüyorsun. -Tüm kutuyu yemeye fırsatım olmadı. Olmamıştı çünkü ben mektuptaki şifreyi çözmeyi başarmış ve oraya gitmeye karar vermiştim. Kocamın katilinin hem kim olduğunu hem nerede olduğunu biliyor olmam bana yakında bitmek üzere olan oyunun çanlarını çalıyordu. -O zaman su getireyim, deyip gitmeye ciddi manada yeltendi. Bu sefer onu tutmayıp gitmesine izin verdim. Elinde iki bardak su ile geri döndü ve karşıma koyup oturdu. Suyu koyulduğu gibi hırçın bir şekilde aldım ve hunharca içtim. Bir bardak su gercekten iyi gelmişti. Kendime biraz gelince ona olumlu bakışlarla başımı salladım. Rengin hemen gülümseyiverdi. - Hiç gelmeyeceksin sandım, diye ümitsiz bir ses tonuyla lafa daldı. -Ama işte buradayım, geldim. -İyi ki geldin, iyi ki hemde. Ama Karmen, sen hiç iyi gözükmüyorsun. Hiç hem de. Elimle yüzümü hafifçe okşarken "biliyorum" dedim. Temkinli bir surat ifadesine bürünüp, -Bunun sebebi iki gün önce olanlar mı, diye sordu. Başımı salladım, acıyla iç geçirdi. -İki gün önce olanları nasıl öğrendin? -Emir anlattı, dediğinde yüreğim sıkışır gibi oldu. -Yirmi beş temmuz gecesi geç saatlerde evimdeydim. Birden kapı kırılmak istenir gibi çalmaya başladı. Kapıyı açtığım anda Emir yere devrildi. Kesinlikle sarhoş değildi sadece ağlıyordu. Bütün gece onu kendine getirmekle uğraştım. Bana olanları anlatıyor bir yandan kafayı yiyordu. Öfke krizleri geçiriyor, bir kaç damla göz yaşı döküyordu. Canı çok yanmıştı Karmen, senin ismini kaç defa sayıkladı sayamadım bile. -Sonradan iyi oldu mu, diyebildim sadece. -Uzun uğraşlar sonrası ancak. Olanları anlattı bana, Karmen... -sesi titremişti- Skar, ölmüş. Başımı öne eğdim. -Buraya gelmişti o. Elektrikçi gibi giyinmiş işte şu koridor boşluğunda müzik eşliğinde yürümüştü. Hatırlıyorum, iyi bir adamdı. -Öyleydi. O bildiği şeyleri anlatırken ben basit cevaplar veriyordum ancak. Çünkü kafama takılan başka bir şey vardı. Emir o gece Rengin'e gitmişken bana gelmemişti. Emir Aybeyaz gelmedi... Ama neden gelmedi? Gelip kapımı çalsaydı bir kez açmaz beklerdim. O yine çalardı ben yine beklerdim, ama üçüncü çalışında açardım. Önce çocukça bir gurur yapardım fakat ardından çaresi bir kiz çocuğu gibi sarılırdım ona. Dizlerinde ağlardım. Bana sen mi ihanet ettin diye sorardım, o da belki yalan söylerdi. Ama inanırdım yalanına, kanmayı tercih ederdim. Fakat gelmemişti. Ne bana yalan söylemeyi tercih etmişti ne kapımı çalmayı. Ne Emir gelmişti Ne Ceyhun. Ama Ceyhun'um gelemezdi. Onun yüreği yetmezdi bu acıya katlanmaya. Benim yüreğim de onu öyle görmeye. Güçlü olduğuna inandığım Emir vardı. Emir Aybeyaz, bana kendisinin öyle biri olduğuna inandırmıştı. Onu iki kere ölüme terk ettiğim zaman bile beni teselli eden adam, ben kendimi ölüme terk ettiğimde aynı dirayeti göstermemişti. Onun yerine ben tıpkı bir aptal gibi kocamın katili olan adamla dertleşmiştim. Kocamın katili olan adam yıktığı yuvama kadar gelmiş, yetmezmiş gibi arkamda oturmuş ve bana üzgün olduğunu dile getiren mesajlar atmıştı. Bu iğrenç zıtlık karnımın kasılmasına yol açmıştı. Benim bu hale gelmemin baş sebebi o değil miydi zaten? Ama bilmiyordum ki, bilinmeyenin kim olduğunu bilmiyorken ben ona da güven çiçeği açmıştım. Çünkü zora düştüğümde bir yerden çıkan ve bana yardım eden o olmuştu. Çünkü ben ağlarken bana ağlama diyen o olmuştu. Ben sırtımı boşluğa bıraktığımda o boşluğu dolduran kişi o olmuştu. Fakat hepsinin bir aldatmaca olduğunu anlamam geç olmuştu. Eğer ki katil olduğunu bilseydim, o kepenkleri açar gözlerine baka baka silahımı çıkartır, onun kalbine tutar ve tetiğe basıp yeminli kurşunun çıkmasını izlerdim. O yeminli kurşun onun kalbine saplandığında ben intikamımı almış olurdum. İşte o zaman her şey biterdi. O ölürken ben yaşardım. Buz kesmiş olan elime birden sıcacık bir ten değdiğinde kendime geldim. Rengin gözümün içine baka baka sürdürüyordu konuşmasını. -Karmen verdiğin kayıplar için çok üzgünüm. Ama şunu bilmelisin ki yalnız değilsin. Ben varım, elimden bir şey gelemez ama varım işte. -Bu konuşmaların bana birini hatırlattı, dedim birden. Çünkü aynı cümleleri daha önce çok sevdiğim bir adamdan da işitmiştim. Ceyhundan... -Kimi? -Önemi yok. Rengin, yanımda olduğun için teşekkür ederim. -Ama içten değilsin, dedi isyankâr bir sesle. - Gayet içtenim. -Hayır Karmen beni geçiştiriyorsun. Olanları duyguların eşliğinde anlatmaktan kaçıyorsun. -Evet, çünkü Buraya bunları konuşmak için gelmedim. Buraya sadece iki kız gibi sohbet etmeye geldim. -Sohbet ediyoruz zaten. Sesi öyle naif çıkıyordu ki isteklerini reddederken vicdana azabı çekiyordum. -Öyle değil, bu konulardan değil. Hem sen zaten bunları konuşmayı sevmezsin ki, sen bu olaylardan hep uzak kalırsın. O yüzden senin yanına geldiğimde kendimi rahat hissederim. Çünkü Rengin bu karanlık dünya işlerinin dışında olarak tanıştığım tek kişi sensin. Lütfen hep öyle kal. -Karmen, benim derdim sen ve Emir. İkinizde benim arkadaşımsınız ve ikinizde aynı yerden yara alıyorsunuz. İstesemde istemesem de zaten uzağım ama size destek olmam gerektiğini hissediyorum çoğu zaman. -Emir'i bilemem Rengin ama sen benim için aydınlık dünyada sahip olduğum tek arkadaşımsın. Daha doğrusu tüm hayatım boyunca sahip olduğum tek kız arakdaş. Yorgunum argın halimle bile gayet ikna edici şu laflarımdan sonra Rengin o meseleyi bir daha açmayacağına kendince söz verdim -Öyleyse biraz kız sohbeti edelim. Nihayet hasret kaldığım o güle yüzünü gösterdi bana. -Harika olur, dedim bende gülümseyerek. -Normal bir hayata sahip olan iki kız gibi hemde. Derin bir nefes alıp verdim. İki kız birbiriyle ne sohbet eder hiç bir fikrim yoktu. Çünkü yirmi yedi senelik ömrümde hayatıma bir kere bile biz kız arkadaş olarak girmemişti hiç. İstemsizce bu durumdan utandım ve karşısında ona küçük düşmemek için ise aklıma tek bir şey geldi. -Bana kendinden bahseder misin? Bunca zamandır tanışıyoruz ama soyadını bile bilmiyorum. -Hakkımda öğrenilecek çok şey yok çünkü. İsmim Rengin soy ismim Şahut. -Rengin Şahut, diye tekrarladım onu. Sevecen gülüşüyle "Ta kendisiyim" diye karşılık verdi. -Bu duruma nasıl geldin Rengin? Nasıl böyle özgürsün? Kendine ait iş yerin var. Kendi paranı kendin kazanmak nasıl bir duygu? Evden istediğin saatte çıkıp geçmek nasıl bir his? Ve bu saçma sapan soruları art arda sorarken kendime hakim olamadım. Şimdi karşısında aptaldan farkım yoktu. -Karmen, niye bunları hiç tatmamışsın gibi soruyorsun. -Beni sonra konuşalım. Ben seni merak ediyorum Rengin Şahut. -Pekala. -genişçe tebessüm etti- 26 yaşındayım. Bu kafeyi 24 yaşımda iken babamın desteğiyle açtım. Okul yıllarımda çok çalışkan bir öğrenci olduğum söylenemezdi. Gözlerimi inanmıyor gibi ima ettiğim anda surat astı. -Yapma Karmen ya, çocukken o kadar toz pembe biri değildim. Ben de her çocuk gibi yaramazdım. İki kelimeyi birbirine bağdaştıramadım. Kaşlarımı düz bir şekile getirip sordum. -Çocukken yaramazlık yapmak ne demek oluyor? O da en az benim kadar şaşırmıştı. -Yani, şey gibi... Ellerim kirliyken yemek yemek, akşam vakti dışarı çıkıp oyun oynamak. Diğer çocuklarla kavga etmek, okulu asmak, ders çalışmamak. Anlattığı şeyler beni gittikçe şaşırtıyordu. -Bunları çocukken mi yapıyordun? Kimse sana kızmıyor muydu? -Evet ufak tefekken yapardım ve hayır kimse kızmıyordu. Aksine tam tersi olunca kızarlar ve aktif bir çocuk olmamız için azarlardı. Boğazından anlayan mırıltılar dökülürken başımı salladım. -Peki okula gitmek nasıldı? Dersler sıkıcı geçer miydi? Arkadaşların oldu mu hiç? Öğretmenler bahsedildiği kadar sert miydi? Lafa tam girecekken birden sustu. Daha önce bu soruları kimseye soramamış sorsam dahil cevap almamıştım. Ama şimdi öyle hevesliydim ki Rengin'i dinlemek için. -Karmen sen... Sen hiç okula gitmedin mi? -Hayır. -Hiç mi? -Hiç gitmedim. -Okuma yazmayı nasıl öğrendin? -Ben ufakken annem öğretmişti. -Ya sonrası? -Sonrası yok. Okula hiç gitmedim Rengin. Hayatımın hiç bir aşamasında. Neden, diye soracak iken onu birden durdurdum. -Tamam öncesine yorum yapamam ama bence kocandan sonraki hayatından bahsedebilirsin Karmen, dedi o da. -Kocam Harveyden sonrası da aynı. O da beni okula göndermeyecek kadar çok korkaktı. -Nasıl yani? Ha dışarı çıkıyorsun ha okula gidiyorsun ne fark var? Mütevazi bir şekilde güldüm. -Dışarı çıktığımı kim söyledi? Gözlerini en geniş sınıra kadar açıverdi. Konu bana denk gelmeden hemen başka soruyu sordum -Peki genç bir kız olarak evden habersiz çıkmak nasıl hissetiriyordu? -Büyüdükçe çocuksu heyecanım sakin bir kıza dönüşmeye başladı. O yüzden dışarı habersiz olarak çok çıkmazdım ama çıktığımda ise özgür hissederdim. Sanırım. Sadece başımı sallayıp iç geçirmekle yetindim. Ben hayatımın bir anında bile bu özgürlüğe sahip olamamış ve hep başkalarına mahkum kalmıştım. -Kanaman geldiğinde peki? Nasıl hissettin? Korkunçtu değil mi? -Karmen sen- -Lütfen sorularıma sadece cevap ver. Ben bu soruları soracak kimseye sahip olmamıştım. O ise başını iki yana sallayınca anlam veremedim. -Neden korkunç olsun ki? Böyle bir şeyi yaşım geldiğinde yaşayacağımı biliyordum. Annem de beni çok eğittiği için kanama geldiğinde üstesinden geldim. -Ben, -derken alık bir şekilde gülümsedim- Ben ölüyorum sanmıştım. -Ne? Karmen başına geleceğini bilmiyor muydun? -Hayır, bilmiyordum. Bir sabah uyandım ve her yer kırmızıya bulanmıştı. Kan, alışık olduğum bir manzaraydı fakat benden geldiğini fark ettiğimde... Ağlamıştım, hıçkıra hıçkıra. Ölüyorum diye ... Sonra... -Sonra ne oldu? Gözlerimi usulca kapayıp huzuru dinledim. Sonrası aklıma gelmek üzere iken ise onları hızla açıp kafamı hızla salladım. Başka konu üzerine odaklanmam lazımdı. -Karmen, ben çok üzüldüm. Annen neredeydi? -Umuyorum ki cenette. Şok olduğunu belli eden keskin bir iç çekti. Bu tepkisinden utanıp başını masaya eğdigi zaman gülmüştüm. -Kendi paranı kazanmak nasıl duygu? -Bence en güzel şey bu biliyor musun Karmen? Özgürlük tam olarak bu, kimseye muhtaç değilim kimsenin alın teri benim için akmıyor. Kendim için çalışıyor kendim için kazanıyorum. Para kazanmak -dedi bastırarak- harika bir şey. Dilimi ağzımın içinde yuvarlıyor ve bir yandan düşünüyordum. Bunun da tadını merak ediyordum, özgürlüğün her tonu benim olmalıydı. Çok geç... -Peki iş hayatın nasıl ilerledi? -İki sene maliye okumuştum. Benim için boşuna geçen vakitti sadece. Sonra babam ne yapmak istediğimi sordu. Bir kararım yoktu ama pasta yerken insanların mutlu olduğunu gördüm. Pastacı olmak isterdim. Sonra onun için özel kursalara yazıldım babam da o sırada bu dükkanın alım satım işlemleri ile ilgilendi. Nihayetinde kafe sahibi oldum. Ve bir pastanem var. -Umarım hep öyle olur. Peki annen ve baban? -İkisi de hayatta. Başka bir semtte yaşıyorlar. Beni görmeye de ayda bir falan gelirler. İşlerimi çok sormazlar çünkü iyi ilerlettiğimi bilirler. Ona gurur duyan bakışlar attım. -Seni kendime örnek olarak mı alsam ne? -Hayır, bu hataya sakın düşme. Kendini benimle kıyaslama Karmen. Her şey benim ayağımın altına serildi. Sen ise bunu kendi imkanlarınla sağlayacaksın. Senin başarının verdiği tat benimkinden çok daha lezzetli. Senin gücün benimkinden çok daha kuvvetli. Gözlerimi kırpmadan dikkatle onun yüzüne baktım. Bunca varlığa rağmen hiç şımarık bir insan olmaması takdir edilirdi. -Hakkımda merak ettiğin başka şeyler var mı? -Hayatında kimse var mı, diye sordum birden. -Hayır, yok. -Hiç oldu mu? -Lise yıllarında ki platonikler hariç üniversitede bir tane erkek arkadaşım olmuştu ama bir senelik birliktelik sonrası ayrıldık. Masada duran Rengin'in bardağına uzanıp içinde ki suyu kafama diktim. -Senin gibi bir kadından ayrılacak kadar aptal mıydı? -Hayır ondan ben ayrıldım. İçtiğim bir yudum su boğazıma takıldı. İki kere sertçe öksürükten sonra boğazım yanmıştı. -Karmen, iyi misin? -Ben iyiyim de sen... Ah, vay canına. Demek sen ayrıldın ha? Kalbini kırmadan mı? Ki bu pek mümkün durmuyor. - Karmen, ben yeri geldiğinde insanların kalbini kırabildigim için böyle güler yüzlüyüm. Çünkü bana haksızlık yapıldığında susarsam yalnız kaldığımda ağlarım. Böyle mutlu olmanın formülü sadece etrafa değil kendine de sevgi göstermenden geçiyor. -Benin sana verecek niye böyle güzel tavsiyelerim yok ya? -dedim gülerek.- Aptal mıyım ben Allah Allah. O da benimle beraberinde güldü. -Benim sıram bitti Karmen, artık ben de seni tanıyabilir miyim? -Geçmişim bahsetmek istemediğim bir konu. Özür dilerim Rengin. Sen bana her şeyini anlatırken benim şeffaf olmamam beni de gocunduruyor. Ancak... -Geçmiş derken neyden bashediyorsun bilmiyorum, diyerek sözümü kesti. -Ölen kocam Harvey'le tanışmadan öncesi ve sonrası. Öncesini sınırlarım ardında sürgün ettim. Elimde sadece sonrası var. -Ben sonrasını da bilmiyorum. -deyip omuz silkti- Sonrasını anlat. Harvey'le nasıl tanıştın? - Tarih, 12 Aralık 2012 yağmurlu bir gecede yetimhanenin önünde tanıştık. Oraya girmeme engel olmuştu, acelem vardı fazla düşünemiyor mantığımla hiç hareket etmiyordum. -Neden? -Nedenini anlatamam, Harvey'le tanıştığım andan bir dakika öncesini bile anlatamam. Sonra Harvey bana adını söyledi. Ona güvendim ve beni saklamasını istedim. O da bunu yapacağına dair söz verdi. -Kaç yaşındaydın Karmen? - 16 ama 17 olmama sadece 3 hafta kalmıştı. Doğum günüm 6 ocak. -Harvey'le bir sene boyunca sevgili olduk. Ben on sekiz yaşıma girdiğimde de ise evlendik. On yıldır evliyiz. Dışına yüksek sesle nefes verdi. -Ne kadar uzun bir süreymiş. Peki onunla mutlu muydun? -Evet, mutluydum. Sadece Harvey biraz fazla korumacıydı Rengin. Beni hayata bırakmadı. Her şeyi benim yerime o düşündü, o yaşadı. Sustum, daha fazlasını anlatamazdım. O da zaten sormadı. Gözlerimiz birbirimiz üzerinde dolanıp durdu. Ve Rengin bir yere bakarak duraksadı. -Kolyen...-diye mırıldandı- Kolyeni bir kerecik olsun çıkarttığını görmedim. -Evet onu uzun zamandır takıyorum ve gerçekten hiç çıkartmadım. Elimi boynuma götürüp kolyemi görünecek şekilde çıkarttım. Ve ucunu avucuma alıp Rengin'e gösterdim. Kolyem, bakır renkli iç ice geçmiş çizgilerin oluşturduğu yuvarlak görüntü. Boynuma sarılan siyah bir ip. -Bak, karamel şeklinde. -Karamel mi? -Evet karamel. Yalanan karamel şekerleri bilir misin? O şekerin üstünde aynı böyle bir şekil var. - Evet biliyor gibiyim inan hiç dikkat etmedim ama senin için çok derin bir anlama sahip sanki. Değil mi? Kolyemi geri yerine koyup başımı salladım. -Kolyem benim her şeyim. -Ne anlama geliyor? Yine sustum. -Karmen, anlıyorum. Bazı insanların geçmişleri hala geçmemiş olabilir. Ve bazılarınki ise bir kaç kelimeyle anlatıp bitecek değildir. -Öyle. -Ama bence Karmen, bana gönül rahatlığıyla anlatabileceğin bir şey var. -Nedir o ? -Hadi anlat Karmen, ondan bahset. Bana aşık olduğun adamı anlat. Eminim ki bunca zamandır kimseye oturup anlatamadın, onu kaybettiğinden beri kimse seni dinlemek istemedi. Veya sen cesaret edemedin. Ama şimdi anlatabilirsin. Kalbinden geçenleri, duygularını... Kız sohbeti yapıyoruz sonuçta. Bu eksik olamaz. Aşık olduğun adamı anlat bana. İstemeden dudak kaslarım yukarı doğru kıvrıldı. Hoş bir gülüş vardı üzerimde. Yüreğim adeta pır pır ediyordu. Daha rahat nefes almaya başladım, zihnim onu düşünüyordu. Aşık olduğum adamı. Konuşmak için boğazımı hafifçe bir gerginlik ile temizledim. - Aşık olduğum adam... Merhameti Okyanus kadar derindi. Karakteri dağ kadar sağlam. Kalbi pamuktan yumuşak, ruhu çocuk kadar ince. Çok sert bir görünüşü varmış gibi dururdu ama o çok komik biriydi. Beni her zaman güldürürdü, tabii biraz kendini beğenmişliği de vardı. Çok acı çekerdi, çok ağlardı bilirdim. Ama yanıma geldiğinde bana her zaman gülerdi. Bana annem olurdu babam olurdu. Dost olurdu sevgili olurdu. Eş olurdu. Beni bir gün bile görmeden yapamazdı. İki eli kanda, iki bacağı çukurda olsa bile sürüne sürüne gelirdi evimize. Beni görmeye, o gün ne kadar meşgul olursa olsun gelirdi. Yoğun işten nefes almasa benim yanımda soluklanırdı. Kalbim onu gördüğü her anda yerinden çıkacak gibi atardı. Kaç sene olursa olsun bu hiç değişmedi. Günler geçtikçe bıkarım sanardım ama gün geçtikçe daha fazla aşık oldum. O da beni seviyordu. O da bana aşıktı. Çok aşıktı. Hem de çok. Ona kendime güvendiğimden bile çok güveniyordum. Çok sey yaşadık onunla hikayemiz bitene kadar. Bana her zaman suçluluk duygusuyla bakardı. Ona, onu sevdiğimi söylesem bile kalbinin derinliklerinde ona batan acı buna engel oluyordu. Bana anneliği de babalığı da o yapmıştı. Kendince yöntemleri vardı. O zamanlar gençti. Aklına bunlar nasıl geliyordu anlamıyordum. Nasıl bu kadar anlayışlı... bu kadar zeki... Bir anne gibi saçlarımı taradı ya da bir baba gibi beni her gördüğünde... -Gitme vaktim geldi, dedim birden ve yerimden kalkıp yere düşmüş olan poşeti aldım. Rengin yaptığım her hareketi dikkatle izlerken poşetten bir lale çıkartıp masaya bıraktım. -Kendine iyi bak Rengin, deyip çıkışa doğru yürüdüm. Kapıdan tam çıkacağım sırada bana arkamdan seslendi. -Bana her şeyi anlattın Karmen ama aşık olduğun adamın adını söylemedin. Buruk bir tebessüm ettim. -Ama sen kim olduğunu zaten anladın. ⛓️⛓️⛓️ Daha önce hiç görmediğim bir yere yolculuk ediyordum taksinin arka koltuğunda. Etraf karanlık şehir hala suskun değil. Fakat ilerlediğimiz yollar ana caddelerden uzaktı. Taksiye verdiğim konuma ulaşmak için çevre yollarını kullanıyorduk daha fazla. Hatta camdan dışarı baktığımda karanlıklar arasında bir sürü ağaç bile görmüştüm. Ona gidiyordum, bunca zamandır ilk kez hemde. Emir Aybeyaz'ın evine. Tuhaf hissediyordum aynı zamanda bedenim karıncalanıyordu. Onunla konuşmam veya hesaplaşmadan durmam zor olacaktı. Hatta o bile bunu yapmamız için beni zora sokacaktı. Fakat ben oraya hesaplaşmaya gitmiyordum. Ben hain olma ihtimalinden önceki tanıdığım Emir ile vakit geçirmeye gidiyordum. Söylemem gereken son sözlerim vardı yoksa için rahat etmezdi. Taksi durduğu an arabadan hızla indim. Adam ise "bekleyeyim mi?" Diye sorunca. Başımla onu onayladım. -Bir saat kadar beklemen gerekecek. Adam başını sallayıp arabasıyla uzaklaşıp Emir'in bahçesi sayılan yerden çıkıp karşı caddeye gitti ve arabayı orada park etti. Arkamda ki yapıya döndüm. Demek milyonlar değen Emir'in villası burasıydı ha? Bizim evden daha cazibeli duruyordu. Dış cephesi tamamen siyah boyanmıştı. Evin bazı camları açıktı. İçeriden hiç ışık gelmiyordu. Arka tarafın açık olma ihtimali de vardı ancak ben orayı göremiyordum. Karanlığın içinde yürümeye başladım. Aldığım nefes sesleri ve ayağımın altında ezilen bir kaç sopa parçası bu tenha yerde yankılanıyordu. Siyah kapıya ulaştığımda biraz durup üstümü başımı düzelttim. Nefeslerimi dizginlemek adına bir kaç kere derin derin içime çekip üfledim. Sağ elimi yavaşça kaldırsam bile kapıya öyle sert vurdum ki Emir'in beni tehdit olarak algılamasına hiç bir engel yoktu artık. Kapının önünde beklemeye başladım. İçeriden hiç ses gelmiyordu. Kapıya bir adım daha yaklaşıp elimi yeniden kaldırdığım anda, önümde ki ahşap aniden geriye doğru çekildi ve gözlerimin önüne tam olarak yüzüme doğru tutulmuş bir silah serdi. Boğazımdan ciyaklamaya benzer bir ses çıktığında Emir silahını birden aşağı eğdi ve beni gördüğü an o silah parmaklarından kayıp düştü -KARMEN? -Emir. Sadece iki gün birbirini görmeyen gözlerimiz birbiri üzerinde hakimiyet kurarcasına bakışıyordu. Karşı karşıya gelişimiz ile aramızda bir soğuk bir sıcak elektrik gidip geldi. -Sen... Sen burada mısın gerçekten? Yoksa o da uykusuzluktan benim gibi hayaller gördüğünü mü sanıyordu? -Evet Emir. Buradayım. Gözlerini kısıp üzerimde gezdirdi. Yüzü kireç tutmuş gibi beyazladı. Nefesleri kesik kesik çıkıyordu. Islak saçları öne doğru düşmüştü. Onları çoğunlukla kısa kullanırdı aslında. Bu şaşkınlığın ardından Emir'i hiç uygun olmayan bir saatte rahatsız ettiğimi anladım. Çünkü üzeri beline sardığı havlu harici çıplak ve ıslaktı. -Karmen sen, sen... , -derken kendi lafını yarıda kesip çıplak bedenini elleri ve- ben, ben çıplağım, diye aklı beş karış havada devam etti. Hafifçe güldüm bu haline. Emirin beyaz kesmiş yüzü birden kızarmıştı. Şimdi ise eliyle bir yerlerini kapatmaya çalışıyordu. Ona doğru keskin bir adım atıp vücudunun üzerine başıboş dolanan elini sertçe tutup aşağı indirdim. -Sakin ol Emir, bu seni ilk kez çıplak görüşüm değil. Emir yutkundu ve alt dudağını ısırıp kapının önünden çekildi. İçeriye girdiğimde ise arkamdan kapıyı itti. -Karmen kapının öyle vurulduğunu duyunca duştan apar topar çıktım. O yüzden kusura bakma. Başımı hafif sola yatırıp tek kaşımı kaldırdım ve onu baştan aşağı süzerken, -Kendi evinde baskın yiyen sensin Emir, asıl sen kusura bakma, dedim. Olayın şokunu kısa bir süre içinde profesyonelce atlatan adam artık karşımda ne yapacağını bilemez halde durmuyordu. Hatta bana baktıkça aklına 25 temmuz gelmiş olsa gerek bakışları tam da yüzünün yorgunluğuna uygun olarak solmuştu. -Ben üstümü hızla giyip geleceğim, bekle beni tamam mı? -Bekliyorum buradayım. Arkasına baka baka hızla merdivenleri çıkıp gözden kayboldu. Evin içini kırık beyaz bir ışık aydınlatıyordu. Buranında dışarıdan farkı yoktu. Evin havasına hep siyah renk hakim olmuştu, kah duvarlar kah eşyalar. Salon olduğunu tahmin ettiğim yere doğru gittim. Beyaz koltuklardan birine oturmak isterken etrafın ne kadar çok fotoğrafla dolduğunu gördüm. Komodin üstünde, duvarda, orta sehpanın üzerinde ve bulabildiği her yere çerçevelerle fotoğraflar aşmıştı. Birini elime alıp baktım. Siyah kıvırcık saçlı bir kız ile kafa kafaya verip gülümsediği bir öz çekim. Emir burada şimdiye göre hem daha genç hem toy gözüküyordu. Elimi bir diğerine uzattım. Yine aynı kızla çekilmiş bir fotoğraf daha. Sahil kenarında el ele tutuşmuş haldeler. Ve bir tane daha fotoğraf. Harveyle omuz omuza verdikleri bir resimde. Gözümü duvara çevirdim. Kocaman çerçeve de Peperonni ekibiyle toplu bir resim. Gözlerim çerçevenin altına kaydı çabuk bir adımla masaya yetişip fotoğraflara baktım. İnanamıyorum, bu fotoğraflarda resmen yandaşlar vardı. Skar ve Maytap'ın benim evimde güreş yaptığı bir fotoğrafı görünce gözlerim yaşardı. Pikabının içinde ters ters bakan Hollanda vardı ve hemen arkasında motorun üzerinde Hazar aynı resim karesinde yer alıyordu. Elimi en arkaya uzatıp köşeye sıkışmış olan resmi aldım. Ve kendimce ufak bir kahkaha attım. Ceyhun kameraya karşı elinde bıçakla komik bir poz vererek bakıyordu. Emir'in evinde böyle bir şeyle karşılaşmayı asla beklemiyordum. Duygusuz katı kalpli bir adam olarak biliniyordu herkesçe. Ancak hatıralara ve insanlara değer veren biriymiş meğer. Fakat bunca resmin içinde ben yoktum. Emin olmak için tüm fotoğraflara tekrar göz attım. Hayır, gerçekten yoktum. Toplu çekilen fotoğrafların kıyısında köşesinde bile yer almıyordum. Halbuki beraber çekildiğimiz bir sürü fotoğrafımız bile vardı. Hafif bir uyarı öksürme sesini duyduğum anda çerçeveyi yerine hemen geri bıraktım. -Özür dilerim çok dikkat çekiyorlardı, bakmadan duramadım. Üzerine siyah tişört ve siyah eşofman giymişti. Yanıma yavaş yavaş yetişip baktığım fotoğrafa benimle beraber baktı. -Sorun yok istediğin kadar bak. -Bu Didem Deren mi? -Evet. -zorlama bir sesle- Ta kendisi. -Çok güzel bir kadınmış. -Öyleydi. Lafı uzatmadan koltuğun birine oturdum. Emir de benimle aynı koltuğa bana bakacak şekilde oturmuştu. -Karmen, nasılsın? Dudağımın kenarıyla hafifçe güldüm. Bunu sormak şimdi mi aklına geliyordu? -İdare ediyorum Emir ya sen? -Seninle aynı. Susup dudaklarımı dişledim. O da dilini ağzının içinde döndürüp duruyordu. -Günlerde görüşmediğimizi biliyorum ben de tam sana gelecektim. -Şimdi mi? Neden? -Hayır, yarın. Neden mi? Günlerdir düşündüğüm yeni planlarımız için. -Emir, plan falan yok, dediğimde onunla dalga geçiyor gibiymişim gibi sertçe baktı bana. -Bu ne demek oluyor şimdi? -Plan yok, iş yok, oyun yok. İntikam yok. -Karmen yapma. Anladim kayıplar verdik ancak kazandık. Kazandık Karmen artık İgima'ya 2. Dereceden yakın bir köstebeğimiz var. Sen bunun ne kadar iyi bir adım olduğunu anlamadın sanırım. Gözlerimi kısıp Emir'in yüzüne yüzüne baktım. Eğer iş konuşmaya devam ederse benim aklıma bana yapılan ihanet gelecekti ve o gelirse ben kendimi kaybedip doğru yanlış ayrıt etmeden belimde ki silahı kullanabilirdim. -Anladım, gayet iyi anladım. İntikam artık sadece benim mesela. Ve ben herkesi bu meseleden uzak tutuyorum. Dudağının kenarı tik olmuş gibi titreyip durdu. - Sadece senin meselen değil. Sadece senin için ölmedi insanlar, sadece Harvey için can vermediler. -İnsanları rahat bırakmam lazım artık anlıyor musun? Başını sertçe iki yana sallayıp itiraz etti. -Skar'ın ölümden önce söylediği şeyi hepimiz duyduk. Karmen sana devam etmeni söyledi. İntikamı almanı söyledi. Derin bir nefes alıp verdim. Yüzün gittikçe sevimsiz bir hal almak üzereydi. Dilerim ki bakışlarım kuşkulu olmasın. - İntikam artık size yok Emir. Varsa bana var, artık onu da ben istemiyorum. Emir'e söylediklerimin bir kısmı yalandı. Ben gerçek katilin kim olduğunu ve nerede olduğunu artık bildiğim için onu basit bir şekilde öldürüp üzerime düşen yemini yerine getirecektim. Ama bu bilgileri ona söylemeyi tercih etmiyordum şimdi. Bir eliyle baldırına sinirini boşaltmak ister gibi vurdu. - O zaman buraya niçin geldin ki? -Seninle konuşmak için, dedim dümdüz. -Ne türden bir konuşma? -Senden istediğim bir şey var. Kahverengi gözleri koyulaştı ve bakışları daha net bir hal aldı. -Ne yapmamı istiyorsun? -Bana yemin et. Eğer bana bir şey olursa; gidersem, kaçarsam ne olursa olsun Emir, benden sonra intikam peşine düşme. Benim yaptığım hatayı yapma. İtiraz etmeden sakin bir şekilde dinledi dediğimi ve sonra başını salladı. Ya gerçekten kabul etmişti ya da simdilik bir sus payıydı bu. Zaten intikam hiç ona göre bir şey olmamıştı. Bu yolda ne Harvey'i ne beni kendi isteğiyle desteklemişti. Hep bizi yalnız bırakmamak için durmuştu yanımızda. Fakat sevgilisi Didem Deren'in intikamını alırken kafası bu prensiplere göre çalışmıyordu anlaşılan. -Ama asıl yemin etmen gereken şey bu değil. -O zaman nedir? -Peperonni'ye geri dönmeni istiyorum. Duyduğu anda yerinden öfkeyle kalktı. Gözlerinden bir anda ateş fışkırıyor oldu. Ses tonu boğazından sert bir şekilde çıkıyordu. -Hayır, hayır! Bunu yapamam Karmen! Sakinliğimi korumaya devam ediyordum. -Ayaklarına mı kapanayım? Sana yalvarayım mı? Yalvarırım sana Peperonni'ye katıl. Lütfen geri dön. Lütfen. -O kadar ucuz değil! Benim gururum o kadar ucuz değil. Sana ne yaptıklarını biliyorum. Oraya gidip teslim olduğunu biliyorum. Aptalca bir haraketti. Ya sana bir şey yapsalardı? Ya bir şey olsaydı Karmen? -Oldu zaten. Cezamı en kötü şekilde aldım. -Özgür bıraktıkları için şanslısın, dediği anda tüm evi inletecek bir kahkaha attım. Beni özgür sanıyorlardı öyle mi? Ben karanlığa tutsak olmuştum. Zihnim beni içten içe çürütüyordu. -Eğer bana bir şey olursa- -Aptal aptal konuşma! -Eğer bana bir şey olursa Emir Aybeyaz, sokaklarda sürten kiralık katil olmak yerine peperonni'ye katılacaksın. Başını sadece iki yana sallıyordu. -Yemin et Emir, yemin et. Peperonni'ye tekrar katılacağına yemin et. -Hayır, hayır dedim. Cevabım açık ve net. Ne yemin edeceğim ne oraya geri döneceğim. -Gözlerime baka baka yalan söyleme! -diye bağırdım tüm sesimle- Yalan söyleme Emir! Orayı istiyorsun, her şeyden çok hemde. Gurur yapıyorsun, tıpkı bir aptal gibi. - Sus! Sus güzelim saçma sapan konuşma. Emir, birden karışma geçip diz çöktü ve ellerimden tuttu. -Bu konuyu kapatalım olur mu? Lanet olası sikik öfkemi kontrol edemiyorum. Sonra sana çatıyorum. Ellerimi ellerinden çekip başımı salladım. -Peki, ben dediğimi dedim. Gerisi sana kalmış. Kalbi yeniden huzurlu bir ritim içinde atarken kalkıp eski yerine oturdu. Belki aramızda ki buz dağlarını ufak balta darbeleriyle kırıp geçebilirdik. Belki Emir'e kendim hakkımda bir şey söylersem o da bana söylerdi. Kuruyan dudaklarımı dilmle üzerinden geçerek ıslattım. -Sana bir sır vermek istiyorum, benim hakkımda. Gözleri kaygıyla titrerken "ver" dedi. -Biliyor musun Emir, bizim Harvey'le bir bebeğimiz olacaktı.Hamileydim ben... Ama, ama onu iki haftalık iken düşürdüm. Bebeğimi bile hayata getirmeyi beceremedim. Yapamadım, Harvey'in karşısında çok utandım. Yüzüne bile bakamadım. Çocuk istemiyordu ama çok ağladı. İstemeyen biri ağlar mı? O üzüldüğünü bana belli etmek istemiyordu. Yüreğim hep yaralı, doğmamış çocuğumu özlüyorum. Evet, ben anne olmayı bile becerememiştim. Kendi çocuğumu en güvenli olması gereken yerde ölümüne sebep olmuştum. Gözlerimden yaşlar akarken bana şok olmuş gibi bakan Emir birden başını ellerinin arasına aldı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ona dokunmak istedim, ellerim havada asılı kaldı. -Niye böyle ağlıyorsun Emir, dedim yalvarır gibi. Öyle şiddetli ağlıyordu ki, nefes alması duracak sandım. Dakikalarca ağlayıp durdu. Ona müdahale etmedim, ağlamak bitince başını koltuktan kaldırdı ancak bana çevirmedi. -Sen de bana kendin hakkında sır ver, dedim çocukça bir tavırla. -Seninle konuşurken heyecanlanıyorum. -dedi dizlerime bakarken- Senin için endişeleniyorum. Senin için korkuyorum, senin için kıskanıyorum. -Yoksa bana aşık mı oldun Emir, dedim gülerek. Bakışlarını birden yüzüme çevirdi. -Saçmalama. Hayır, sen benim için farklısın Karmen. Biliyorsun değil mi? -Biliyorum Emir, öyle olduğumu görmemek imkansız. O yüzden bu bir sır değil. Bana bir sır ver, dedim bastırarak. Neyi anlatacağını bir türlü kestiremiyordu. Üstüme düşen görev ona yardımcı olmaktı bu konuda. -Bana onu anlat. -Kimi? -Didem'i. -Didem Deren, dedi İsmini söylerken bile nefesi titremişti. Bir süre kendini kendi içinde konuşmaya hazırladı. Ardından aramızda ki buz dağına bir balta da kendisi vurmaya başladı. -Ben ümitsiz bir vakaydım. Solgun suratlı, karamsar, atarlı giderli bir gençtim. Hayat bana tokadını erken attı. Daha gülümseyemeden yüzümden çaldı onu. Didem vardı, sana anlatmıştım. Peperonni'ye gittiğim ilk zaman beni karşılayan kendisi olmuştu. Ömrümde ilk defa bu kadar gülen yüzlü birini görünce afallamıştım. Bana özel davranmayan biriydi. Herkese sevecendi, herkesle konuşurdu. Ve içimden geçirdim bu kadın herkese bile böyleyse bana özel olursa nasıl olur ki. Daha görmediğim neyi gösterir, daha fazla nasıl güldürebilir? Onu arzulamaya başladığımı onu kıskandığımda anlamıştım. Çok güzel gülerdi. Ben onun gülüşüne bakıp gülerdim. Ama bir gün onun gülüşüne bakıp sinirlendiğimi fark ettim. Hatta kocan da bunun ana karakteriydi. Onunla sohbet edip gülüyorlardı. Aralarına katılmak istedim fakat yapmamıştım. -Sadece yerimde donakalıp o gülüşü başkasının görmesinin sinirini yaşıyordum. Buna ne ad verilir bilmiyordum. İlk defa böyle hissediyordum. Sonra yanlarına gidip Didem'e bağırdım. -Bağırdın mı? Salak mısın Emir? Bakışlarını mahçup bir şekilde kaçırdı. -Salaktım. Ben düşmanlarımla yüzleşirken bile böyle çaresiz kalmamıştım onun karşısında dururken. Sonra Harvey, beni karşısında oturtup kahkahalarla gülmeye başladı. Bir tur daha öfkelendim. Derdin ne, deyip ona yumruk atacağım sırada elimi tutup bana sırıtarak "Sen çok fena aşık olmuşsun Aybeyaz" dedi. Hiç unutmuyorum, kabullenmem uzun sürmedi. Ben sadece adlandırmaya korkuyordum. Sonra iş çıkışı bir kez daha salaklık yaptım. Didem'i avımı avlıyor gibi arkasından yaklaşıp ağzını kapatıp kuytu caddeye soktum. Kiz karşımda nefes nefese ve korkmuş duruyordu. Belki o an beni düşmanı olarak bile görmüş olabilir. Ellerimi üzerinden kaldırıp geriye çekildim. Karşımda öylece durup beni sorgular gibi bakmaya devam etti. Elim ayağım adeta tutmuyordu. Kendime soruyordum "sen ne yaptin Aybeyaz? Ne halt yedin?" Fakat rahmetli Didem aynı rahmetli Cansu gibi işinde iyi bir sekreterdi. Bana bir süre baktı. Ve ardından sordu. "Şimdi dedi, kim olarak karşımdasın?" Ben sevdiğim insanların karşında tetikçi Aybeyaz olmaktan nefret ederdim. Herkes beni böyle görürken bari değer verdiklerim Emir Aybeyaz olarak görmeliydi. Çaresiz bir çocuk gibi susuverdim. O ise çok cesur bir kadındı. Bana doğru adım attı. Ve aynı soruyu bir kere daha sordu. "Kim olarak karşımdasın?" Ve o an kafamda bir yemin verdim. Bu kadının karşısında hep ve sadece Emir Aybeyaz olacaktım. Ve bu kadına tüm sadakatimi sunacaktım. Kararlılıkla "Emir Aybeyaz"dedim. Ve gerisi kendisinden geldi. Beni dudaklarımdan öptüğü anda ona kalben mühürlendiğimi anladım. Onun öpüşlerine ondan daha tutkuyla karşılık verince ilk ve son kez aşık olduğumu anladım. Son cümlesiyle beraber gözlerimi devirdim. -Neden bir insan sadece bir kere mi aşık olur? O da benim bu soruma göz devirdi. -Evet Karmen. Bana göre insan sadece bir kere aşık olur. -Demek bir insan sadece bir kere aşık olur ha? Ben ise o zaman çoktan o hakkımı kullanmışım. İkimizde susup soluklandık. Emir duygularından birine bahsettiği gerçeğini kendince hazmetmeye çalışırken ben onun dediği şeyleri düşünüyordum. -Hiç azalmadı Karmen, o günden bugüne ona olan aşkım hiç azalmadı. Ölü birini sevmek delilik değil midir? Ama ben seviyorum. -Bu utanılacak bir durum değil. -Öyle mi? Seneler önce ölen bir insanı sevmek normal bir şey mi? Kalbim bir ceset için yanıyor. -Diyorum ya Emir, biz hep aynı yerden yara alıyoruz. -Ben duygularından bahsetmeyi beceren bir adam olamadım hiç. -Az önce, gayet iyiydin, dedim tebessüm ederek. -Hazır ikimizde uygun kıvama gelmişken bana bir sır daha vermek ister misin? Piç bir gülüş attı. -Sen Peperonni'ye niye katıldın? İrisleri hareket etmeyi bıraktı. Bana yasaklı soruyu sormuşum gibi kilitlendi. -Başka çarem yoktu. -Yirmi bir yaşındaydın. Daha yolun başındaydın. Okul okumadın mı? Veya bir mesleğin yok muydu? Uzaklara dalar gibi oldu. Çatık çehresi söndü, derin düşünceler içindeydi. -Sen Harvey'le tanışmadan önce ne yapıyordun? Kendini kurtarmak için onları üzerime çevirmişti. -Ne yani ben anlatmıyorsam sen de mi anlatmayacaksın? -Karmen, bazı sırlar gizli kaldığı sürece sen kendini güvende hissedersin. O yüzden bu meseleyi boşverelim. İşaret parmağıyla kafamı işaret etti. -Saçlarını örebilir miyim? -Emir kalbini kırmak istemem ama örmesen daha iyi olur sanki. Sonra düğümleri açmak için canla başla mücadele ediyorum. İçten bir şekilde gülmüştü dediğime. -Karmen, bunu zaten bana igrenç diyerek önceden söylemiştin. Ama artık onu diyemeceksin çünkü ben saç örmeyi öğrendim. - Öğrendin mi? -Evet, internetten izleyerek. Çok video izledim ama sonunda öğrendim.. -Öğrendiğini nasıl biliyorsun ki? -Rengin'in saçında denedim ve o da beğendigini söyledi. Sadece başımı sallayıp ikisinin sözüne güvendiğimi söylerek dizleri arasına geçip yere oturdum. Emir saçlarımın dağınıklığını ayıklarken kısık sesle bir kaç soru sordu. -Karmen hiç hayal kurdun mu? -Evet, ilkokul öğretmeni olmak. Benim en çok istediğim şey buydu. Sen? -Kurdurmadılar. Sustuk, saçlarımı örmeye devam etti. -Hatırlıyor musun sana bir kere " ben zeki değilim sen çok basitsin" demiştim. -Çünkü içimden geçen her şeyi anlıyordun, deyip bacağını tırnaklarımla çimdik attım. Yapmacık bir şekilde ah çekti. -Ama şimdi öyle değil. Karmen, aklından geçen tek bir kelimeyi bile anlamıyorum. -Ezik, dedim bir kez daha çimdik atarken. Yine sustuk, saçlarımı örmeye devam etti. Yapma Karmen, hain o olabilir, diyordu iç sesim. Hayır, Emir bu gece hain değildi. O eski Emir'imdi. Ben bu gece onunla vakit geçiriyordum hain bir pezevenkle değil. Saçlarımı örmesi bittiğinde başımı usulca sağ dizine yatırdım. O ise başımı okşuyordu. -Emir, bana o iki sorunun cevabını ver. Birincisi ilk kez saçımı örerken sana bir şey söylemem lazım dediğinde ne söyleyecektin? İkincisi Peperonni'ye gittiğinde Austin'e kağıtta ne yazıp verdin? Sustu. Başımı dizine bastırdım. Hasret kalacaktım bu dakikalara. -Lütfen Emir, lütfen cevap ver. -Veremem. -Lütfen... -Hayır. Başımı dizinden kaldırdım. -Git bana kapıyı aç Emir, gideceğim, dedim. İtiraz etmeden kalkınca bende koltuğun yanına bıraktığım poşetin içinden Beyaz Laleyi çıkarttım. Ve oturduğum koltuğa bırakıp peşinden hızla gittim. -Karmen. -Ne oldu Emir? -Vazgeç artık. Gerçekten vazgeç, bu gece vazgeç. -Harvey intikamı alınması gereken bir adam. Onun intikamı alınmalı ve bunu yapan da ben olmalıyım. Kapıdan tam çıkacakken geri döndüm. -Emir, niye bir şey söylemek istiyor da susuyor gibisin anlamıyorum. -Kendine iyi bak Emir Aybeyaz, dedim ve kapıyı arkamdan kendim çekerek çıktım. ⛓️⛓️⛓️ -Kağıt ve kaleminiz var mı? Taksici adam torpido gözünün açıp arkaya bir köşesine kalem asılmış not defteri uzattı. Defterin içinden bir sayfa kopartıp yazı yazmaya başladım. ⛓️⛓️⛓️ Üç katlı bir pansiyonun önündeydim. Yani bu odalardan biri Ceyhun'un eviydi. Az önce geldiğim ev ile şimdi baktığım ev gözümün önünde yan yana geldi. Arada dağlar kadar fark varken içinde yaşayan o iki insan arasında hiç fark yoktu. Geniş demir kapıyı açıp binaya girdim ve asansör olmadığından dolayı merdivenleri teker teker hızla çıktım. İkinci kata çıktığımda bunca kapı arasından 14 numara olanı aramaya başladım. Ve nihayetinde bulduğumda tam arkasına dikilip kapıya ayağımla tekmeler atmaya başladım. -Kimsin lan bu saatte? Ceyhun'un uykulu ve sinirli sesini duyduğum anda gülmemek için elimle ağzımı kapadım. Ve bir kez daha tekmeledim. -Lan siktirtme belanı gece gece kaybol buradan. Kapıya ısrarla vurmaya devam ettiğimde artık içeride ki Ceyhun söylenerek kapıyı açtı. -Kimsin diyorum lan sana? Kapıyı açıp karşısında beni gördüğünde kocaman sırıttım. -Patronun. Taşa döndü deyimi bu an için yazılmıştı. -Kadın sen burayı nerden buldun ya...diye sordu içi gider gibi. -Buldum işte, deyip omuz silktim. -İyi ki buldun, der demez beni tuttu ve kendine doğru çekip kolları arasına aldı. Beni öyle bir sarıp sarmalıyordu ki güçlü kolları arasında kıpırdayamadım. Kendini benden ayırmadan geriye doğru adım attı ve kapıyı ayağıyla iterek kapattı. -Dur oğlum bu kadar mı özledim beni? -Sus, deyip çenesini başımın üzerine koydu. Bana doymuş olsa gerek kollarını indirdi ve geriye bir adım atıp beni baştan aşağı süzdü. -Karmen sen... mahvolmuşsun. -Biliyorum. Ancak kendisinde benden aşağı kalır yanı yoktu. Gözlerimi tek odalı pansiyonda gezdirdim. Evinde bir yatak ve ufak bir televizyon hariç başka hiç bir şey yoktu. Duvar boyaları neredeyse küf tutmak üzere soyulmuş durumdaydılar. Bir iki adımda yatağına yetişip oturdum. O da karşıma geçti. - Niye bu kadar suskunsun? -Yorgunum. Geceyi Ceyhun'la kapatmak istemiştim ama gerçek manada halsizlikten dik bile duramıyordum. O yüzden işlerimi en hızlı en acı vermeden şekilde bitirecektim. Yanımda getirdiğim poşetin içinde kalan son iki laleden birini alıp Ceyhun'a uzattım. -Beyaz laleler özür dilerken verilirmiş, al. Ceyhun tatlı bir şaşkın surat ile gülümserken elimden Laleyi aldı. -Sen bana çiçek mi aldın? Üstelik lale. -Evet. -Teşekkür ederim ama sen özür dileyecek hiç bir şey yapmadın yavrum. Henüz, diye geçirdim içimden. -Seninle biraz konuşalım mı? Ceyhun hemen başıyla onayladı. -Önce o gece hakkında konuşalım. Yüzümü buruşturup istemediğimi söyledim. -Neden konuşmaktan kaçıyorsun? Yoksa yüzleşmekten mi korkuyorsun kadın? Yoksa kabullenmek istemediğin gerçekler mi var? Bir hainin olduğu meseleyi illa ki sohbetimize iteliyordu. Sinirlenip ayağa kalkıp arkamı döndüm. -O gece hakkında kimseyle tek bir kelime bile etmek istemiyorum. -Neden? -Çünkü o gece biriniz... Lafımı yutup önüme geri döndüm ancak Ceyhun kafasına silah tutmuştu. -Bak, bir kez daha silahı kendime tutuyorum. Bu sefer son kez. Bana sadece birazcık güvenmediğini söyle. Ben de hayatımı bitireyim. -Yapma! -Eğer sana ihanet eden kişinin ben olduğumu düşünüyorsan tam şuan da söyle, sıkacağım. -Yapma. Yapma Ceyhun ihanet etmediğine inandığım tek kişi sensin. Karanlık dünyada kimseye güvenme diyorlar. Sen aydınlıksın. Sana istediğim kadar çok güvenirim. Yanına yavaşça yaklaşıp silahını kavradım ve elinden çekip aldım. -Ben sana bu silahı tehlikeye karşı kullan diye verdim. Kendine tutup dur diye değil. Elimde ki silahı odanın bir duvarına doğru fırlatıp bıraktım. -Beni böyle korkutmaya hakkın yok, dedim yatağa geri otururken. -Ay sonu geldi Ceyhun, maaşını ödemem lazım. Poşetin bir içinde ki diğer bir poşetten ince bir çek kağıdı çıkartıp ona uzattım. -Al, bu maaşın. Çeki elimden alıp üzerinde ki rakamları okumaya çalıştı. - Burada çok para var, burada ne kadar? - Bir milyon lira. - Benim almam gereken maaş beş yüz bin lira Karmen, deyip çeki ortadan ikiye yırttı. -Çeki yırtıp atacağını biliyordum zaten. -deyip poşetin içinde ki diğer şeyi çıkarttım- Bu yüzden nakit getirdim. Bu paraları da yırtıp atarsan seni parçalarım. -Ne kadar var? -Bir milyon lira, dedim bastırarak. Paraları aldı ve çıkarttığım poşete geri soktu. -İstemez. Güldüm. - Bunu da yapacağını biliyordum Ceyhun. Seni dün tanımadım. O yüzden banka hesabına tam olarak bir buçuk milyon dolar yatırdım. Yani altmış milyon türk lirası. -Ney? Ney? Kaç milyon bilmem ne? Ne yaptın kızım sen öyle ya? -Yapmam gerekeni yaptım. -Benim hakkım beş yüz bin liraydı kadın. Sadaka verir gibi altmış milyon vermen değil. O kadar parayla ne yapılır onu bile bilmiyorum. -Bu gözle mi bakıyorsun gerçekten. Bak man kafa adam benim bir varlığım varsa o aynı zamanda senindir. Duydun mu? Sen bana hayatını feda ettin ben sana değil altmış milyon yüz milyon versem kaç yazar ha? -Yine de kabul edemem. -Bal gibi edeceksin. Hem de yemin bile edeceksin. Sakalını sıvazlayıp bana alay eder gibi baktı. -Yemin et, dedim sertçe. -Hayır. -Eğer gidersem benden sonra paraları harcayacağına yemin et Ceyhun. -Ne yemin ederim ne paraları harcarım kadın. Duydun mu beni? Kafan bastı mı dediğime? -Pekala öyleyse, dedim ve cebime soktuğum kâğıdı çıkarttım. Eline tutuşturduğum kağıda şüpheli gözlerle baktı. -Bu ne, diye sordu. Ancak ne olduğunu öğrenmek istemiyordu. -Fesihname, dedim. Gözlerini üzerimde gezdirdi. Konuşmasına izin vermeden devam ettim. -Kovuldun Ceyhun Dinç. Artık benim şoförüm değilsin. Kağıdı sıkarak buruşturup yatağa bıraktı. Gözlerini tiki varmış gibi art arda kapatıp açtı. Sancılı bir yutkunuşun ardından kelimeler tek tek döküldü. -Hayır, yapma, bunu bize yapma kadın. Hayır, hayır lan... Hayır, beni kovuyor musun gerçekten? Nutkum tutuldu. Boğazım düğümlendi. Tek kelime etsem devamını getiremeyecek kadar tıkanmıştım. Başımı bir kere salladım. Ayağa kalkıp avuçlarıyla şakaklarına bastırdı. Kendi kendine sayıklarken olduğu yerde dört dönüyordu. - Neden? Neden iyi mi değildim? Ha, daha iyi olurum, söz olurum kadın. Söz daha iyi sürerim arabanı. -Sen çok iyiydin Ceyhun. Ama biliyorsun ki, her şey sona erdi. Ben her an patlamaya hazır saatli bir bomba gibiyim artık. Yanımda vebalini taşıyacağım kimseyi tutmak istemiyorum. Öyleydim çünkü İgima Dizable beni tanıyordu. İşler ters giderse ben ne katili ne kendimi hayattan kopartamazsam Dizable bana yavaş yavaş üşüşmeye başlayacaktı. İlk hedefi de yanımda ki insanlar olur şüphesiz. -Benim vebalimi üstlenmek sana düşmez kadın. -Ceyhun... Parayı al, kendine bir iş kur. Kendine bir hayat kur. Sen öyle arabalarda harcanamayacak kadar değerlisin. -Ne parası diyorsun sen hala ya? -Ceyhun, biraz olsun hayata gerçekçi gözle bak. Ben kendimi hiçe sayıp sana yalvarmasaydım sen benim şoförüm olur muydun? Olmazdın. Ama bak kimi yerlerde ben gururumu kaldırmayı biliyorum. Sen de kaldır, böyle nereye kadar sürecek. Bu dünyada mutlu olmayı en çok sen hak ediyorsun. Ol o zaman, mutlu ol. O paraları al, bana veya kimseye çalışma kendi işini kur. Ceyhun derin bir nefes verdi ve karışma oturdu. -Lütfen son kez, şu kağıdı imzalamadan önce son kez patronunun sözünü dinle. Ceyhun çenesini öyle sıkmıştı ki dişleri yanağının altından belli oluyordu. Elimde ki kağıdı alıp imzaladı ve önüme bıraktı. Kağıdı alıp okurken gözümden bir damla yaş aktı. -Artık ne sen benim şoförümsün ne de ben senin patronunum. Sen sadece ama sadece dostumsun. O yüzden beni dinle. Sana bir şeyler anlatacağım. Kaşları yay gibi gerildi. Bu kovulma faslından sonra çekip gitmemi bekliyordu her halde ancak benim kararını verdiğim başka bir şey daha vardı. -Neyi anlatacaksın? -Geçmişimi. -Karmen... Şok üstüne şok alıyordu gecenin bir vaktinde uyku sersemliği bir anda yok olan adam. -Birinin bilmeye hakkı varsa o da sensin. -Nereden çıktı bu birden? -Birden değil, ben uzun zamandır bunu düşünüyordum. -Neden, neden ben. Neden Emir değil, kocan Harvey değil arkadaşın Rengin değil de ben? -Emir benim dostum değil Ceyhun, o her zaman Harvey'in dostu oldu. İlk başlarda bunu kabullenmekte zorlanıyordum. İş ortağı deyip duruyordu o ve zoruma gidiyordu. Ancak şimdi gerçekten öyle olduğunu kabullendim. Kocam Harvey'e anlatamazdım. Rengin'e ise şimdilik anlatmak istemedim. Ceyhun sorgulama işte. -Kadın bunu anlatmanın senin için ne kadar zor bir karar olduğunu anlıyorum. - Ceyhun- -Kadın yapma, ben doğru insan değilsem sonradan buna pişman olma. -Doğru insansın. Ben sana anlatmak istiyorum. -Yav, yav sen...bak, bu senin için çok önemli bir şey. Öyle önemli bir şeyi benimle harcayacak mısın? Ben bu kadarına değmem. -Sende önemlisin. Ve evet, emin ol değersin. Lütfen Ceyhun ya sana anlatır biraz rahatlarım ya kimseye anlatmam patlar giderim. Mahçup bakışları altında eziliyordu. -Tamam, anlat Karmen. Bana geçmişini anlat, dinliyorum. -Her şey on altı sene önce ben henüz on bir yaşındayken başladı. 3 saat sonra... Öğrendiği tüm gerçeklerle uzunca süren sohbetimiz sona erdi. Onun vücudu tir tir titremeye devam ederken yataktan kalktım. Akan göz yaşlarımı sildim. Artık gerçekten gitmeye hazırdım. -Etraf Karanlık. Seni ben götüreyim, diye bir teklif sundu bana. Ancak hali öyle perişan olmuştu ki geçmişimi öğrendikten sonra biliyordum ki tek bir adım daha atamazdı. Sara krizi geçiriyor gibi bakıyordu bana. Onu artık kendisiyle baş başa bırakıp biraz dinlenmesine izin vermem lazımdı. -Karanlık artık bizden biri. Elimi belime attım ama onu çıkartmadan, -Silahım yanımda. Başka hiç bir şeye ihtiyacım yok, dedim. Pansiyonun içinde iki adım atıp yetiştiğim kapıyı açtım. - Karmen, diyerek adımı narince seslendi. - Neden vedalaşır gibisin? -Belki de gerçekten, veda ettiğim için öyledir. 37. BÖLÜMÜN SONU
Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Buraya yazın. Herkese yeniden merhaba, ben geldim. Uzun bir aradan sonra tekrar kavuştuk. Sizleri ve Kan Kader'i gerçekten çok özlemişim. Kaldığımız yerden tam gaz devam edeceğiz. Benim için zihnen yorucu bir bölüm oldu. Hatalarım varsa affola. Okuyan herkese teşekkür ederim. Instagram: kankaderoffical2 Shoro Sharpen...
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere
|
0% |