Yeni Üyelik
41.
Bölüm

38. BÖLÜM - CAMBAZ'IN HAZİN SONU

@shorosharpen

 

This is the end
Hold your breath and count to ten
Feel the Earth move and then
Hear my heart burst again
For this is the end
I've drowned and dreamt this moment
So overdue, I owe them
Swept away, I'm stolen

 

Let the sky fall
When it crumbles
We will stand tall
Face it all together

 

Skyfall - Adele


- Karmen, diyerek adımı narince seslendi.

- Neden vedalaşır gibisin?

-Belki de gerçekten, veda ettiğim için öyledir.

❤️⛓️🖤


28 Temmuz, Saat 05.35

Tan yeri ağırmak üzereydi. Yaz mevsiminin geceleri ne kadar sıcak olursa sabaha karşı hava öyle serin oluyordu. O esinti açık pencerelerden içeri sinsice süzülüp savunmasız insanları dürterdi. Tüm İstanbul mayhoş bir uyku içindeyken iki farklı adam iki farklı yerde bu grubun dışında kalıyordu.

Üç katlı eski bir binanın ortanca katında açık penceresinin pervazından kendini dışarı sarkıtmış bir adam duruyordu. İçine temiz oksijeni çekip duruyor, başını olur olmadık sallıyordu.

Belli ki içinde ki o tuhaf sıkıntıyı gidermeye yetmemişti bu çünkü öfkeyle içeriye geri geçti. Şimdi ise ufak pansiyonunda tıpkı yerinde saymayla denk gelecek kadar az sayıda adım ile turlama yapıyordu.

Ellerini yumruk yapıp geri açtı ve yatağına eğilip buruşmuş kağıdı aldı. Kağıdı açıp zaten çok kez okuyup ezberlediği yazıyı bir kez daha okudu.

İşveren - Karmen Ivy As Cindy
Çalışan - Ceyhun Dinç

Ceyhun Dinç, Karmen Ivy As Cindy'nin artık şoförü olmadığını kendi rızası ile kabul etmiştir.

Mazeret : Kovulma

Ve ikisinin adının altında duran imzası.

Ceyhun tıpkı az önce ki gibi kağıdı öfkeyle avuçları içinde ezip yatağa fırlattı. Karmen'i bu kadar yorgun görmese şu vakitte gidip kapısına dayanmak geçiyordu aklından. Fakat uyuyor olma ihtimalini ön planda tuttu her seferinde. O gideli neredeyse üç saat olmak üzereydi.

Fakat giderken Ceyhun'un üzerinde bıraktığı etki tıpkı ilk an gibi tazecik yaralayıcı idi. Lakin bir yerde bile Ceyhun içten içe Karmen'e hak vermişti. Kovulduğu için ne kadar üzülüp dertlense bile bunun haklı sebeplerden doğduğunu biliyordu.

O hiç bir zaman karanlığı tam anlamıyla kabullenen biri olmamıştı. Ne silahı severdi ne böyle belayı. Hepsine kendi gözünde masum ve çaresiz kalmış kadın için katlanıyordu.

Ama odanın içinde böyle durmadan volta atmasının tek sorunu kovulması değildi. Hatta bu görünürde ki sebepti yalnızca. Çünkü Ceyhun'u asıl bu hale getiren Karmen'in kendisine anlattığı o makus geçmişiydi.

Duydukları yeniden aklına geldiğinde ayakta durmayıp yatağına oturdu. Karmen gittiğinden beri ağlamamak için kendini kovulmanın kızgınlığına verip duruyor ancak aklına öğrendiği geçmişten bir anı gelince o zaman yaşlar içine boğuluyordu.

Şimdi yine öyle olmuştu. Ceyhun elleriyle dizlerini sıktı, gözlerini açıp kapayıp durdu. Bu gecenin böyle lanetli olacağı aklına gelmezdi. Onun için en kötüsü 25 temmuz gecesi olmuşken 28 temmuz sabahı rolü çalmıştı.

Ayağa kalkıp buzdolabından soğuk bir şişe çıkartıp kafasına dikti. Gözü kapıda suyu içerken birden boğulacak gibi olup öğürdü.

Çünkü aklına "belki de gerçekten veda ettiğim için öyledir" cümlesi gelmişti. Aslında kafasından hiç çıkmadı demek daha doğru olurdu.

Ceyhun küfürler ederek başını ellerinin arasına aldı. O bu kadar acıya bir gece içinde katlanacak kadar güçlü bir adam değildi. Hele ki o son cümlenin doğru olma ihtimali korkunç bir duman gibi kendisini zehirliyordu.

-Bu böyle olmaz, hayır. Böyle olmaz, bir terslik var. Hatta birden fazla terslik.

Derin bir nefes verip düşünmeye çalıştı. Bir sorun varsa yardım isteyebileceği tek bir kişi gelmişti aklına. Hızla yatağın başında ki ufak komodinin üzerinde duran telefonu alıp bir numara tuşladı ve kulağına koydu.

Telefon çalıyordu... Fazla uzun sürmeden açıldı.

"Alo Emir, ben Ceyhun" dedi tedirgin bir sesle.

"Evet bende kayıtlısın Ceyhun, efendim? Ne oldu?"

Onun da sesi zorla stabil tutuluyor gibi çıkmıştı. Çünkü Ceyhun ilk defa Emir'i aramıştı. Ve ikisi de biliyordu ki mesele Karmen olmadığı sürece kimse bunu yapmazdı.

"Uyandırdım mı seni?"

"Hayır, hayır uyumuyordum zaten."

"Yine de bu saatte rahatsız ettiğim için kusura kalma. Önemli olmasa aramam."

"Konuya geç!" Diye emretti birden Emir. Fakat sesinde sadece ne olduğunu bir an önce bilmek isteyen korku geziyordu.

"Karmen saatler önce yanıma geldi." Dediğinde Emir hızla yanıt verdi.

"Bende tam seni arayacaktım aslında. Karmen sana da mı geldi?

"Geldi" dedi parçaları tonlamayla.

"O zaman sen de fark etmişsindir. Bir tuhaflık vardı değil mi? Ceyhun sen onun duygularını benden daha iyi biliyorsun, bir tuhaflık vardı değil mi? Ben yanılmıyorumdur umarım ya da umuyorum ki sadece bana öyle davranmıştır."

Ceyhun acı bir şekilde hafifçe güldü. Telefonun bir ucunda ki Emir Aybeyaz'ın ondan farkı yoktu.

"Emir" şu cümleyi kabullenip bir başkasına söylemek bile zoruna gidiyordu. "Karmen beni işten kovdu."

Cümlesini bitirdiği anda Emir'den yıldırım hızıyla bir cevap geldi. "Mümkün değil. Hem de hiç. "

"Elime bir fesihname verdi. Banka hesabıma para attı ve beni direkt olarak kovacak sözler etti. Yani Emir, beni kovdu."

"Senin adına üzüldüm Ceyhun ama bundan başka mesele yoksa kapatmam-" henüz cümleyi bitirmesine izin vermeden Ceyhun söze girdi.

"Lan dur, tek sorun bu değil. Seni dertleşmek için mi arayacağım ben?" Neredeyse öfkeli bir iç çekişten başka cevap yoktu. "Dediğin gibi kadın değişikti"

"Evet" dedi telaşlı bir heyecanla.

"Benimle konuştu, işten kovdu ancak... Lan işte şey gibiydi" dili söylemeye varmıyordu. Onun yerine ise Emir devam ettirdi.

"Veda eder gibi."

"Tam olarak öyle. Ne yapacağımı bilemiyorum."

"Bir şeyler planlıyor," dedi.

"Onun yanına gideceğim"

"Hayır şimdi gidersen yaptığı veya yapmak üzere olduğu şeyi gizler"

"Lan oğlum! Ne yapıyor lan niye bu kadın" Ceyhun pek öfkelenen biri değildi ancak şuan gözlerinden ateş fışkırıyordu.

"Ben ne olduğunu az çok tahmin ediyorum. Bana evinin konumunu at seni almaya geleceğim. "

"Tamam." Deyip telefonu kapattı ve hemen konumu attı. Emir gelene kadar yatağına oturup beklemeye başladı.

Ancak zihnine hakim olan tek şey Karmen'in geçmişiydi. Gözleri doldu yine, silmekle uğraşmadı bu sefer.

-Ah be kadın, ah be yavrum, diye mırıldandı.

Sadece yarım saat sonra kapısı yumruklandı. Ceyhun yerinden fırlayıp kapıyı açtı. Karşısında en az onun kadar yorgun bir adam duruyordu.

Emir'in gözü önce arkaya takıldı. Yatağın üzerinde ki laleye, paralara ve kağıda. Sonra dikkatini toplayıp Ceyhun'u gözleriyle dışarı davet etti.

-Hadi çıkalım, acele etmek gerek.

Ceyhun evden çıkmış, kapının önünde dikilen Emir'le beraber koşar adım merdivenleri indi. Emir'in siyah spor arabası kapısının hemen önündeydi.

Emir şoför tarafına geçecek iken aniden duraksadı.

-Oğlum neyi bekliyorsun? Haydi binsene gidelim.

Emir çenesini sıkarken elinde ki anahtarı birden Ceyhun'un üzerine fırlattı. O ise anahtarı yakaladı şaşkınlıkla.

-Sen sür, daha hızlı gideriz, deyip hemen yan koltuk tarafına geçti.

Arabasını kimseye hele ki Ceyhun'a vermeyen Emir'in ikinci kez anahtarını Ceyhun'a verişi olmuştu bu. Ve ikisinin nedeni ise Karmen'in başının belada olmasıydı.

Ceyhun başını bir kez sallayıp hemen şoför koltuğuna geçti ve hızlı bir kalkışla yolun tozunu dağıta dağıta arabayı sürmeye başladı.

-Nereye gidiyoruz?

-Austin Seller'ın evine, deyip ona bir konum uzattı.

Niyesini hiç sormadan gaza yüklendi ve şoförlüğün hakkını veren bir sürüş ile yarım saat içinde konuma yetişti.

Yol boyu ikisi hiç konuşmamıştı. Güneş artık doğmuş, yer yüzünü aydınlatmaya başlamıştı. Üzerine henüz güneş gelmeyen hedefleri olan lacivert evin önünde arabayı park edip indiler.

-Burası mı, dedi Ceyhun evi masum bir hayranlıkla süzerken.

-Evet, gel peşimden.

Emir Ceyhun'dan bir adım önce kapıya yetişip hızla çalmaya başladı.

- SELLER! KAPIYI AÇ! HEMEN!

Bir türlü açılmasa bile Emir kapıyı kıracak kadar hızla vurmaya devam etti.

-Aç diyorum lan kapıyı! Aç!

Kapının açılmasından daha tuhaf bir şey oldu. Yan tarafta duran ufak kutu birden parlayıp açıldı ve içinden yapay bir kadın sesi geldi.

-Dedektif Seller uyuyor. Acil bir durum ise lütfen sesli bir şekilde söyleyiniz.

Ceyhun, "bu ne lan?" diyerek teknolojiden bi haber tepki verdi.

-Durum acil. Dedektif Seller ile konuşmam lazım, dedi Emir o kutuya doğru.

-Kimlik doğrulaması için adınızı söyleyin lütfen.

-Emir Aybeyaz.

Kutu bir kez yanıp söndü ve ardından, "ses teyit olumlu. Hoş geldin Emir Aybeyaz, onaylı kişi" dediğinde kapının kilidi kendi kendine açıldı.

Emir hızla geniş evin içine dalıp, belinden silahı çıkarttı ve evin içinde üç kez tavana doğru kurşun sıktı.

-AUSTİN SELLER, BURAYA GEL!

Dedikten hemen sonra gayet sakinmiş gibi koltuğa oturup beklemeye başladı. Ceyhun ayakta dikilmeye devam etti.

Sadece saniyeler sonra uykusundan yeni kalkmış olduğu belli olan adam eline silah bile almamış halde lacivert pijamalarıyla merdivenlerden aşağı indi.

Ayak seslerini duyunca iki adam da ona döndü hemen. Seller Emir'i görünce haklılık ile tebessüm etti.

-Böyle bir girişi senden başkası yapmazdı zaten. Ne oluyor bu saatte?

Emir ayağa kalkıp evini bastığı adamla mecburen el sıkıştı. Seller Ceyhun'a yönelince de hemen telefonunu cebinden çıkarttı.

- Acilen çözmen gereken bir şifre var.

-Aybeyaz, bugün söz çözerim. Ama şuan yorgunum, üstelik bu kafayla da işine yarayacağımı sanmıyorum.

Ceyhun Seller'a hayal kırıklığı içinde baktı. Bu cevabı vermesi Emir'i daha fazla delirtebilirdi bile.

Ancak hiç beklediği gibi olmadı.

-Seller lütfen... lütfen bana yardım et.-dedi yalvarır halde- Yalvarıyorum sana dedektif, eski dostun için bunu yap.

Seller bile Emir'i birden bu halde bulacağını tahmin edemedi. Ve bu acıklı yakarışın ardından ise onu reddetmeyi aklından bile geçirmedi.

-Sorun ne, dediğinde Emir telefonu onun önüne uzattı.

Ekranda Karmen'e gelen mektupta yazan şifrenin çekilmiş fotoğrafı vardı.

- Bu şifreyi çözebilir misin dedektif?

Seller telefonu elinden alıp daha yakın incelemeye başladı.

- Çok zor bir şifre. Yüzden fazla olasılık var. Bunu anında çözebilmek için ya bir deha ya da uçmuş kafayı bulmuş biri olmak lazım.

-Çözebilir misin sen? Bana onu söyle.

-Elbette çözerim ancak... Ancak zaman lazım.

Emir başını hızla salladı.
-O zaman çözmeye şimdiden başladı. Zamanı en aza indir dedektif lütfen. Birisi bunu çözdü sende çözebilirsin, sonuçta dedektif olan sensin.

Seller salonunda duran masaya oturdu ve televizyon ünitesinin çekmecesinden kalem ve bir sürü kağıt çıkarttı.

Kendi kendine çözmeye başlamışken soruları da sormaktan eksik kalmadı.

-Bunu kimin çözdüğünü sorabilir miyim?

Emir ve Ceyhun masadan sandalye çekip oturdular.

-Karmen'in çözmüş olduğunu sanıyorum, dediğinde hem Ceyhun hem Seller ona baktı.

-Peki adam bu şifre ney yani? Neyin nesi? Ne açıklıyor?

-Emin değilim Ceyhun ama tahminimce-

-Yer ve zaman belirten bir şifre, diye devam etti Dedektif Seller.

Bunu duyan Emir merakla sordu.
-Çözebildin mi?

-Sadece ne olduğunu anladım Aybeyaz, şifreyi çözmeye çalışacağım şimdi, dedi ümitsiz bir vaka gibi.

Yaklaşık beş dakika kadar sonra Dedektif yine sordu.

-Karmen'in eline nereden geçti bu?

Emir hiç mırın kırın etmeden soruları uslu bir şekilde yanıtlıyordu. Ve bu olağanüstü derecede şaşırtıcıydı.

-Harvey'in ölümünden bir hafta sonra Karmen'e tanımadığı bir teyze sokak ortasında vermiş.

Seller başını salladı. Ve kalemle hızlı hızlı yazılar yazmaya devam etti.

- İgima Dizable ile ilgili mi sence bu mektup?

-İnan bana hiç bir fikrim yok, dese bile içinden bilinmeyen numara geçmişti.

Seller sıkıntılı bir nefes verdi. Normal şartlar altında daha hızlı çözebilecek olan bu mektubu şimdi kafası çalışmayı bırakmış gibi bir türlü anlamdıramıyordu.

Aradan yarım saat geçti, kaydedilen tek ilerleme bir tarafın tarih ve bir tarafın konum gösterdiğiydi. Şimdi ise dedektif tıpkı Karmen gibi tek tek bütün olasılıkları denemeye başlamıştı.

-Bu mektup şeyden olabilir mi, diye mırıldandı Ceyhun.

Seller bir horoz gibi başını dikledi ve sordu.
-Kimden?

Emir Ceyhun'un gözünün içine bakıyordu adeta ancak ikisi de hissediyordu ki ortalıkta Karmen'in tehlikede olması her şeyden daha önemliydi. O yüzden bazı sırların açığa çıkmasında sorun yoktu.

-Bu kadına bir tane şerefsiz mesaj atıp duruyordu. Bilinmeyen, diyordu kendisi ona.

Seller kalemi bir anlığına bırakıp gözlerini kıstı.

-Ne masajları atıp duruyordu?

Ceyhun'un pek bilgisi olmadığı için sustu.

-Talimat gibi, yöneldirme mesajları, dedi Emir.

Seller'ın gözleri yuvasında sağa sola gidip geldi. Emir ile keskin bir bakışma içine girdiler.

-Yoksa... dedi Austin.

Ancak Emir hızla başını salladı ve Seller'ın aklından geçen fikri anlamış da noktalandırmak ister gibi sert bir şekilde "Hayır." Dedi.

Ceyhun ikisine tuhaf bir simâ ile bakarken Seller uzatmadı.

-Dizable Karmen'le bir oyun oynuyor olabilir mi?

-Dediğim gibi Seller bilmiyorum. Lütfen soru sormak yerine çözmeye odaklan.

-İkisini de aynı anda yapabiliyorum Aybeyaz sağ ol.

Ve masada yeniden sessizlik hakimiyet kurdu. Yaklaşık bir saat sonra dedektif Seller, BGQF yazan yerin tarih gösterdiğini çözmüştü.

-Nihayet, diye bağırdı.

Emir ve Ceyhun aynı anda derin düşüncelerden çıkmıştı.

-ÇÖZDÜN MÜ, dedi Emir.

-Sadece ilk mesajı. Ama bu da önemli bir şey tabii.

-Neymiş mesaj Seller? Söyle artık.

-Bir tarih. -iki adam da bir kaşını çatıp devamını istedi- Mektuptaki BGQF'nin anlamı 28.07 yani yirmi sekiz temmuz.

Ceyhun afallayarak,
-Bu, bu bugünün tarihi, dedi.

Seller baş salladı.

-Her ne olacaksa, nerede olacaksa bugün olacak.

Emir'in içi içine sığmıyor gibi masaya dayanarak sandalyesinden kalktı.

-Devam et, devam et çözmeye, dedi can çekişir gibi ve aksak adımlarla masadan uzaklaştı.

Sağ eliyle kalbinin olduğu yeri sıkıp sıkıp bırakıyordu. İçine doğan kötü düşüncelerin yolunu kesmek istese bile beceremiyordu.

"Hiç bir şey olmayacak. Hayır, sakin ol tetikçi. Sakin ol, ona bir şey olmayacak." Dedi kendi kendine içinden.

Dilini dişleyerek ufak acılarla bedenini uyarıp masaya geri döndü. Ceyhun ise ikisinden uzak, başını yumruk yaptığı eline dayamış bir şekilde dalıp gitmişti. Düşündüğü şey hala aynıydı. Geçmiş...

Seller şifrenin devamını çözmeye çalışırken Emir'e çekinerek bir soru sordu.

-İki gün önce Karmen'in Peperonni'ye gelip tüm suçlarını itiraf ettiğini biliyorsun değil mi?

-Biliyorum.

-Ucuz kurtuldu, yani eksi kodesine girmekten. Hatta ben heyetin daha ağır kararlar vereceğini bile düşündüm. -bir an sustu ve devam etti- infaz gibi.

Emir kaşlarını çatıp ona ters ters baktı.

-Böyle bir şeyin olmasına izin verir miyim sanıyorsun?

Dedektif başını iki yana salladı.

-Aslında, ben de izin vermezdim. -dediğinde Emir inanmayarak yüzünü ekşitti- Öyle bakma biliyorsun Emir, Harvey benim de dostumdu. Karısı konusunda bu kadar ileri gitmelerine izin vermezdim. Ama zaten heyet benden iyi karar verip onu özgür bıraktı.

-Karmen öyle olduğunu sanmıyor. Özgürlük isteseydi oraya gitmezdi, dedi Emir.

-Eksi kodesine girmesinden çok daha iyi. Ama evet, bu kararı duyunca adeta çıldırdı. Çok ağır bir psikolojinin içinde o şuan. Çok ağır...

-Aslında yanlış düşünüyorsun Seller.

-Nasıl yani? Durumu iyi mi sence?

-Hayır, ondan bahsetmiyorum. Karmen sadece Harvey'in karısı değil. Karmen kendi başına bir birey ve iyi bir muameleyi de işte bu yüzden hak ediyor. Harvey'in karısı olduğu için değil.

Austin bir kısmına hak verip bir kısmına itiraz etti.

-Rastgele bir kadının Peperonni'ye bunları yaptığını düşün Aybeyaz, o zaman aynı şeyleri söyler miydin?

Emir yutkunup biraz düşündü. Duygusal yönü hariç azıcık mantıklı baktığında durumun gerçekliğini kabullendi.

-Söylemezdim, dedi acıyla.

Sonra ikisi sustu ve Seller DBİS , İDSD yazan şifreyi çözümlemeye devam etti.

Yaklaşık bir saat sonra Emir oturduğu koltuktan kalkıp, pencerenin önünde durup dışarıyı seyreden Ceyhun'un yanına gitti. Seller ise o sırada hala masadaydı.

Emir tükürüğün yutup elini pencereye dayadı. Ceyhun hiç istifini bozmadı. Emir orada durduğunu belli etmek için boğazını hafifçe temizleyip aksırdı. Ancak Ceyhun onu yine umursamadı.

Yüzünün ne halde olduğunu görmese kendisini görmezden geldiğini sanacaktı. Ancak öyle değildi ve Emir ikisi arası her zaman soğuk ve uzak olmasına rağmen,

-Neden bu haldesin, diye sordu.

Ceyhun omuz silkerek "öyle" dedi.

Emir elini pervazden çekip ceplerine soktu.

- Kovulma meselesine bu kadar takılma Ceyhun. Karmen'i biraz tanıyorsam sensiz yapamayacağını bilirim. Seni işe en geç bir hafta içinde geri alır.

Ve kendi içinden hayıflandı. "Bensiz ise bir ömür durur."

-Sorun o değil, dedi dalgınlıkla Ceyhun.

-O zaman ne?

-Boş koy adam.

Emir daha fazla irdelemeden Seller'ın yanına gitti. Adamın sarışın saçları güneşin huzmeleri altında parlıyordu. Mavi gözlerine yorgunluk çökmüştü. Yeni çıkarttığı kalem parmakları arasında terlemişti bile.
-Nasıl gidiyor?

-Git başımdan tetikçi kritik bir yerdeyim, dedi dişlerinin arasından sinirle.

Emir böyle aksi bir cevap beklemiyordu hiç. Adamın konsantresini bozmadan uzaklaştı ve az önce kalktığı koltuğa kendini geri attı.

Bir saat sonra masadan nihayet sevince benzer nida yükseldi. Emir ve Ceyhun adeta ayakta uyuyor halde iken birden kendilerine gelip masaya koştular.

Seller masada ki diğer tüm kağıtları koluyla yere doğru itip geriye tek bir tane bıraktı.

-Aferim sana dedektif, dedi Emir heyecanla ve elini ona uzattı.

Dedektif Emir'in eline beşlik çaktıktan hemen sonra kağıdı önlerine koydu.

- Son olarak üç farklı konum buldum. Kesin bir karar vermek risk almak olur çünkü Karmen nasıl düşünüp nereye gitmiş bilemem.

Emir baskın bir tavırla sordu.
-Ama üç konumdan birine gitmiştir illa ki değil mi?

-Evet, çıkan bu üç konumdan birine kesinlikle gitti. Çünkü başka bir ihtimal yok.

-Tamam olsun, söyle. Nerede bunlar?

Seller parmağını kağıda uzatıp tek tek hepsini tanıttı.

-İlk konum var. Biri bir restoran çevresinde. İkincisi otopark gösteriyor. Üçüncüsü ise... -derken dudaklarını büzdü- saçma sapan bir yer.

-Nasıl saçma Seller?

-Burası Sarıyer'in biraz dışında. Uçurumlar var, yüksek yamaçlar. Akarsu ve dere yatakları falan.

Üç adam gözlerini birbiri üzerinde gezdirdi.

-Sizce Karmen hangisine gitmiş olabilir?

Ceyhun dedektife bakıp çenesini kaşıdı.

-Restoran olduğunu düşünüyorum. Kadının şoförü olduğum zamanlar ne zaman ki biriyle buluşacak olsun tercihi hep restoran oluyordu.

-Mümkün, dedi adam.

-Ben ise otoparktan yana kullanıyorum oyumu. -dedi Emir- Gizli bir iş yapacak ise orası daha uygun.

Üçünün susup konuma baktığı zaman Emir, kağıdı alıp iki parçaya yırttı.

-İki gruba ayrılacağız.

Derken hem otoparkın hem uçurumun konumu olan parçayı cebine soktu. Elinde kalan diğer parçayı Ceyhun'a verirken,

-Siz restorana gidin, dedi.

Ceyhun kağıdı eline alıp başını salladı.

-İki farklı yerde onun gelmesini bekleyeceğiz. Geldiğinde de önceliğimiz beklemek olacak. Terslik olursa o zaman işe karışacağız.

-Ya terslik olmazsa, diye sordu Ceyhun.

-O zaman hiç oraya gitmemişiz gibi ortadan kaybolacağız.

-Bana uyar, -dedi Seller- ama izin verin beş dakika üzerimi değiştireyim, deyip pijamalarını işaret etti.

Emir başıyla onaylayıp gitmesi için kaşlarıyla merdiveni işaret etti. Seller hızla oraya giderken arkasından seslendi.

-Gelirken bana da bir silah ve dolu üç tane şarjör getir, dedi.

Seller sadece duydu ancak bir şey demeden merdivenleri tırmanıp çıktı. On dakika sonra ise tıpkı çıktığı gibi hızla üstü hazır halde indi aşağı.

Üzerine takım elbise yerine siyah bir pantolon ve soluk mavi bir tişört gitmişti. Belinde ki silah giysinin altından kabarmış bir şekilde duruyordu.

Emir Seller'ın elinde tuttuğu silah ve şarjörleri alıp üzerine yerleştirdi.

-Hadi çıkalım artık, dedi Seller ikisine kapıyı gösterirken.

Üç adam Seller'ın lacivert villasından çıkıp arabalara geçti ve kontakları çalıştırdılar. Seller'ın lacivert arabasının şoförü Ceyhundu.

Evden çıktıkları vakit, saatler 11.28'i gösteriyordu.

⛓️⛓️⛓️

28 temmuz, saat 07.20

Günler boyu ilk defa beş saat kesintisiz uyuduğum uykumdan çığlık atmadan, alarm kurmadan, kabus görmeden kendi rızamla uyanmıştım.

Gözlerimi açıp tavana diktim. Bir süre orayı duygusuzca izledikten sonra yatağımdan kalkıp pencereme doğru yürüdüm.

Kendimi açık pencereden dışarı çıkartıp ciğerlerime temiz hava çektim. Ne kadar huzurlu bir sabahtı böyle. Yüreğimden ağır bir yük kalkmış gibi hissetmemin yanı sıra artık o yüreğe yük girmiyecekmiş gibi hoş ümitlerle doluyordu ruhum.

Biraz pencere de oyalandıktan sonra odaya geri geçtim. Pencereye yaslanıp odamı baştan aşağı süzdüm. Gözüme içinden Harvey'in kasasını almak için parçaladıkları duvarda ki o yarık takıldı. Odamın tüm hoş görünüşünü çirkinlikle bozuyordu. Derin bir nefes verip, odaya hakim olan dağınıklığı toplamaya başladım.

İçimde inanılmaz derecede evimi temizleyip düzenleme isteği doğmuştu. Fazla vakit harcayamayacak olsam bile işin bir ucundan tutup temizliğe başladım.

Önce yatak odam, ardından misafir odası. Zaten oda olarak sadece bu iki yeri kullanmıştım hep. Üst katta düzeltebileceğim bir yer kalmayınca aşağı indim. Burası daha fazla dağınık olsa bile gözüme zor gelmemişti.

Hatta bu yorgunluğun tatlı bir aroması vardı üzerimde bıraktığı. Bunca yıldır ama en çok son iki aydır vahşete şahit olan salonumu temizlemeye başladım. Koltukları simetri olacak şekilde düzeltiyor, etrafta ki kağıtları ıvır zıvırları kaldırıp yerlerine yerleştiriyordum.

Yoksa özlemiş miydim ev hanımı olup tek derdimin ev temizlemek olduğu günleri? Hafifçe güldüm, belki de özlediğim şey o zaman bunu yapan Karmen'in huzuruydu.

Salon biter bitmez hızla mutfağa geçtim. Elimin yettiği her yeri siliyor, süpürüyordum. Uzun dakikalar sonra burnuma evimden gelen temizlik kokusu yetiştiğinde her şeyin bittiğine emin oldum. Bir tarafım buruktu, sanki on senedir içinde yaşadığım, büyüdüğüm, her şeyini yaşadığım bu evimle daha fazla vakit geçirmek istiyordum.

Evim tekrar yaşanılabilir hale gelmişti... Ancak içinde kimse yaşamayacaktı...

Bir saatten az süren temizliğin hemen ardından üst kata çıkıp banyoya geçtim. Üzerimde günlerin birikmiş kiri vardı. Arınmam ve yeniden temiz olmam gerekiyordu. Bu sabah yaşamak istediğim şeyler bana benim de insan olduğunu hatırlarsın istiyordum.

Yirmi dakika... Yirmi dakika sonra üzerimi giyinip aşağı indim. Kahvaltı yapacaktım, nihayetinde günün en önemli öğünüydü o. Tabii onsuz olmazdı.

Dolabı açtığımda yemeye uygun pek bir şey bulamadım. İki yumurta kırıp, biraz zeytin koydum masaya. Ve yemeye başladım. Aldığım her lokma boğazıma diziliyor gibi oluyor ama ardından yumuşacık geçip gidiyordu.

Durup biraz düşünsem ağlayacak gibi bir halim vardı. Ama bir yandan gülüyor ve huzurun tadını çıkartıyordum. Yemeğim bittiğinde yıkayıp yerlerine koydum.

Yapacak hiç bir şey kalmamıştı ve işte insanlığım burada son buluyordu. Şimdi özüme dönecektim. Karanlık taraf beni çağırıyordu.

Üst kata çıkıp odama geçtim. Teçhizatlanmak için yatağımı kaldırıp altında yatan servete bir göz attım. Birden fazla silah, kesici ve yaralayıcı alet, uzun tüfekler, el bombaları derken başımı iki yana sallayıp sadece bir adet şarjör aldım.

Fazlasını istemiyordum çünkü bugün öldürmek istediğim tek bir kişi vardı. BİLİNMEYEN. Yatağımı tam geriye kapattımda ise aşağıdan bir ses geldi.

Ding Dong!

Hızlı bir şekilde silahımda sadece yeminli kurşun olan şarjörünü çıkartıp belime koydum ve diğer şarjörü yerleştirdim.

Kapım ikinci bir kez daha çalmadı. Aşağı inip delikten gözetlediğimde boş bahçem ve kapı önümü gördüm sadece.

Silahı kapıya doğru tutarak kolu yavaşça aşağı indirdim ve hızla geri çektim.

Boşluk... Dışarıya çıkıp bahçeye bakmak istediğimde ayağım sert bir şeye takılıp beni sarstı. Başımı aşağı eğdiğim anda kapımın önüne bırakılmış siyah bir kutu gördüm.

Dejavu... Tıpkı kapımıza gelen ve Harvey'in habercisi olan siyah gözlük kutusunu benim bulmamı hatırlattı bu an bana.

Bahçeye biraz göz atsam bile kimseyi görmedim. Yerde ki kutuya uzunca tepeden bakıp durdum.

İgima Dizable onun hakkında öğrendiğim ufak sırrın farkına varmış ve beni bir an önce ortadan kaldırmak mı istemişti?

Aksi takdirde benimle oyun oynamak ve direkt öldürmek yerine süründürmek istediğini dile getirmişti.

Kabul etmek gerekirse, biraz olsun için ürpermişti. Ve biraz olsun, hoşuma gitmişti.

Kutuyu kucaklamak istediğim de verdiğim güç yetmedi. Ben kocaman siyah kutu içinde ufak beyaz bir gözlük beklerken kutu öyle ağırdı ki taşımak güç bela olmuştu.

İçeriye geçirdiğim gibi kapıyı kapattım ve salina geçip kutuyu orta sehpanın üzerine bıraktım.

İçinden çıkabilme ihtimali yüksek olan ağır şeyler aklıma gelince kanım çekildi. İgima Dizable'nin ilk hamlesi sevdiğim birini öldürüp kutuya koymak olabilir miydi? O adam kansız ve caninin tekiydi. Biliyordum, bildiğim için etrafımda ki herkesi kendimden uzaklaştırmıştım.

- Bu kutudan ne çıkarsa çıksın yemin ederim ki İgima Dizable'ye on misliyle ödeteceğim, dedim kendi kendime yüksek sesle.

Ve kutunun kapağını birden kaldırdım.

Hayat sürprizlerle doludur Karmen, sürprizler seni şaşırtır.

Tıpkı siyah bir kutunun içinde beyaz bir gözlük çıkmasını beklerken bomba çıkması gibi.

Bir süre boyunca neye baktığımı anlayamadım bile. Siyah geniş kutunun içinde üst üste dizilmiş kahverengi karton renkli dinamitler duruyordu. Gözlerimi açıp açıp kapattım. Ağzım hala açık kalmıştı.

-Bomba be! Bunlar resmen bomba! Patlayıcı dinamit.

Elimi çekinerek kutuya daldırdım ve dört tane ince uzun dinamitin birbirine bağlanması sonucu oluşan tek bombaya inceledim. Kutuda böyle tam olarak 7 adet bomba duruyordu.

O mektupta dikkat etmediğim bir detay mı kaçırmıştım? Hayır, sanmıyorum. Bombayı kutuya geri koyacağım zaman ortada beyaz renkli bir kart gördüm ve hemen çekip aldım.

Kartın ön yüzünde " X" işareti vardı. Arka yüzünde ise tanıdık bir yazı. "Ben, Senim."

İşte o zaman anladım ki bu sadece benim ve bilinmeyenin arasında olacak bir buluşma değildi. Bu toplu bir katliama davetti.

Bilinmeyenin İgima'dan nefret eden ama onun kuklası olan biri olduğunu anlamıştım zaten. Ancak bu kadarını ben bile beklemiyordum.

Nereye gidiyordum ben? Nerenin adresini çözdüm? Bu bombaları ne yapacaktım? Bu bombaları kullandığım da neye dönüşecektim?

Üst kata çıkıp misafir odasının dolabında duran siyah bezden valizimi alıp aşağı indim. Onları tek tek dikkatli bir şekilde valize yerleştirip kumandasını da en üste koydum.

Valizi kapının önüne kadar taşıyıp salona geri döndüm ve dün geceden beri orada bekleyen Beyaz Laleyi de alıp son kez basmak üzere evin çıkış yolunu yürüdüm.

Durduğum yerden evime biraz acıklı ve melodram bir bakışla baktım.

Gözlerimin önüne binlerce anı gelip geçti. Harvey ile evlenip buraya ilk kez gelişim, burada ilk kez yemek yapışım, çocuğumu düşürüşüm, Harvey'i kaybedişim, onunla ilk sevişmemiz, onunla ilk kavgamız, onunla son ayrılığımız, yandaşların buraya ilk kez gelişi, Emir'le burada yaptığımız dövüşler, birlikte yas sigaraları içişimiz, ilk kez silah sıkışım, burada insan dövüşüm ve beni dövmeleri, oturup saatlerce ağlayışım, Ceyhun'un beni salıncakta sallayışı, Emir'in saçlarımı örüşü, hep beraber pizza yememiz, benim aklımı yitirişim, benim kendime gelişim... Güçlenişim, aklımı yeniden kullanmam...

Evim, güzel evim. Seneler boyu bana yuva olan evim, duvarları her şeye şahit olan evim. Mezara koymadan önce ölüyü yıkayan bir gassal gibi ben de seni terk etmeden önce temizledim.

Bir daha bu eve adım atar mıyım bilmiyorum. Bir daha bu duvarlar içinde güzel anılarım olur mu bilmiyorum. Bir daha bana yuva olur musun bilmiyorum. Seni terk ediyorum, ama korkma ruhumu da gençliğimi de her şeyimi burada bırakıyorum. Güzel anılarım sen de saklı, Harvey sen de saklı...

Özür dilerim lakin yolcu yolunda gerek. Kaderin kalemini kıramam. Yazıyı bozamam.

Evimin kapısını açıp dışarıya çıktım ve son kez sıkı sıkı kapattım. Elimde kalan son beyaz laleyi ise bir kere öptükten sonra kapının önüne bıraktım.

-Özür dilerim, seni önce Harvey terk etti. Şimdi ben. Bize ait olan her şeyle beraber burada yalnız kalacaksın, çürüyeceksin ve belki seneler sonra yıkılacaksın. Özür dilerim evim ve içinde olan tüm anılarım.

Çantayı alıp arkamı döndüm. Harvey'in bana hediye aldığı arabam duruyordu kapının önünde. Biraz cesaretim olsaydı, ön koltuğa binip kendim sürüp gidebilirdim. Fakat öyle bir korku kök salmıştı ki içimde Harvey sayesinde, ön tarafa oturmam mümkün değildi.

Arabaya da arkamı dönüp bahçemden adım adım uzaklaştım ve yola çıktım. Telefonumu açıp bir taksi çağırdım. Arkamı dönüp son bir kez bile bakamıyordum evime.

Kısa bir bekleyişin ardından sarı araba önümde durdu. Arka kapıyı açıp önce çantamı ve sonra kendimi içeri attıktan sonra kapıyı kapattım.

Ve gittim. Gittim. Gittim. Geri dönmemek üzere.

Evden çıkış saati, 09.47

⛓️⛓️⛓️

Yaşamak için çok geç, ölmek için çok erken.

Elimde siyah valiz ile birlikte taksiden inip geldiğim yere baktım. Tenha, sessiz ve ıssız. Birileri henüz gelmemiş. Durduğum yerde bir orman sayılmayacak kadar az ama normale göre çok ağaç vardı. Ağaçların içinde geçince beni karşılayan geniş sahada ot ve topraktan başka bir şey yoktu.

Sağ tarafımızda olduğum yerden daha yüksek ve daha ileriye uzanan bir yamaç vardı. O yamacın altında ise masmavi hırçın deniz dalgalanıyordu. Olduğum yer ise oraya göre daha az korkutucuydu.

Adım ata ata buranın sonuna yetiştim. Hemen Karşıda da buraya benzer bir çıkıntı duruyordu. Arada ise iki tarafı birbirine bağlayan kalitesiz ve kullanımı yasak bir asma köprü.

Olduğum yerden aşağı eğdim başımı, az ötede ki denize doğru açılan bir nehir yatağı geçiyordu. Suların arasında ise kocaman kayalar sabitlenmişti.

Etraf kontrolüm bitince arkamı dönüp geldiğim yere doğru yürüdüm. Bu bombalarla hala ne yapacağım muamma iken durduğum ağacın yanında bir hareketlenme oldu.

Silahımı çıkartıp ağaca sakin adımlarla ilerledim. Ses çıkartmadan yetiştiğim gibi silahı nişan alır gibi ağacın gövdesinin arkasına doğrulttum.

Fakat sesin sahibi hafif esen rüzgarla kendi kendine yere düşen ufak kürekti. Başımı iki yana salladım, boş verip gidecekken içime şüphe düştü.

Kimsenin olmadığı bu yerde, kürek ne yapıyordu ki? Geri dönüp küreği elime aldım ve inceledim. Basit kahverengi saplı bir kürekten başkası değildi.

Fakat, fakat bir şey vardı. Bir elimde ki küreğe bir de o geniş alana baktım. Anlamak zor olmadı, ne yapmam gerektiğini biliyordum.

Kürekle beraber valizi açtım ve içinden bir tane bombayı dikkatle çıkarttım. Bunu toprağın biraz altına gömmem gerekiyordu. Peki nereye?

Hayır, bilinmeyen gibi zeki ve her şeyi düşünen biri eminim ki bomba gömme işlemini keyfime bırakmamıştı.

Bir ayrıntı... Bir detay. Başım öne eğik toprağa didik didik bakıyordum. Yamaç kenarı ve orman tarafın tam ortası yerde durup etrafıma göz gezdirdiğimde beni zafere taşıyacak o detayı fark ettim. Toprak aşınmıştı.

Koşar adım yetişip yere oturdum ve daha yakından inceledim. Çimleri ezilmiş olsa bile belirli bir şekilde işaret bırakmak içindi bu.

Ve bu işaret tabii ki kartın ön yüzünde olan " X" işaretiydi. Demek bombaları her "X" kazınan yere gömmem lazım.

Hız kaybetmeden kürekle işaretli yere bomba sığacak ve dikkat çekmeyecek kadar ufak delik kazdım. Bombayı yerine yerleştirip üzerini kum ve çim ile kamufle ettim.

Birincisi bitmişti. Şimdi sıra diğer "X'in olduğu yeri bulmaktaydı. Geniş alanda gezine gezine bir diğer x işaretini buldum. Siyah çantadan ikinci bombayı çıkartıp gömdüm.

Aynı işlemi beş kez daha tekrarladıktan sonra arkamda iz bırakmayarak eşyalarımı topladım ve ormanlık alana geri geçtim.

Şimdi bana verilmiş görev neydi? Beklemek mi? Elimde tüm bombaları patlatmaya yetkisi olan bir kumanda ile durup öylece beklemek mi? Sanırım öyle.

Ağacın dibine doğru yaslanıp oturdum. Dizlerimi kendime doğru çekip boş araziye bakarak dalıp gittim.

Acaba Ceyhun ne yapıyordu? Uyuyor mu yoksa hala ona anlattığım geçmişimin içinden çıkamıyor muydu?

Peki ya Emir? O uyanık bir adam, tek temennim peşimden gelmeyi akıl edememiş olması.

Gökyüzüne çevirdim odağımı, orası gözüme o kadar özgür geliyordu ki kıskanıyordum. Bekleyiş içindeyken elim ihtiyaç gibi kolyeme uzandı. Ucunu tutup gözlerime yetişecek kadar kaldırdım.

Bana ait olan en güzel şeyim, kolyem. Beni rahatlatan, beni ben gibi hisettiren, korktuğumda koruyucum olan kolyem. İnce dudaklarımı üzerine hafifçe değdirip yerine geri koydum.

Ve nihayet şu delirtici sessizlik ağır bir tekerlek sesiyle bozuldu. Yerimden kalkıp bir ağacın arkasına beni kimsenin görmeyeceği şekilde saklandım. Görüş alanıma uzun nakliyat tırı girmişti.

Tır bir yön üzerinde hareket ettikten sonra resmen benim az önce bomba gömdüğüm yerin tam üzerinde durmuştu. Duran tırda hiç hareketlilik yoktu. Kimse inmemişti. Arka tarafın içinde acaba ne vardı?

Derken tıpkı duran gibi bir başka tır daha patika yolu üzerinden geldi geniş araziye. Bu tırın durağı ise benim ikinci bombayı koyduğum yer olmuştu.

Demek her şey çok önceden belliydi. Hatta bundan 45 gün öncesine kadar bile. Çünkü o mektup bana Harvey'in öldüğü hafta verilmişti.

Ve ardı kesilmeden üçünü arkası siyah tır katıldı aralarına. Ona ayrılan yer yine bombanın üzeri olmuştu.

Toplam üç koca tır. Dahası gelecek mi muamma. Bir elimde kumanda hazır bekliyorum çünkü ne zaman patlatmam gerek hiç bir fikrim yok.

Benim buraya tek geliş amacım Bilinmeyeni bulup ona yeminli kurşun sıkmak ve yeminimi sonlandırmaktı.

Fakat onun benim için başka planları vardı.

Daha fazla tır gelmedi fakat onun yerine bomba koyduğum yere denk park edilen siyah jeep gelmişti. Camlar ekstra siyah kaplı içeride kimse var mı yok mu gözükmüyor bile.

Gelen tek araba bu değildi. Hemen arkasından aynı model siyah araba daha gelip işaretlenen yerde durdu. Ve hemen arkasından bir tane daha.

Yerimde iyice menzilenmiştim. Ne yapacaklarını görme isteğim içimde fena kabarmıştı.

Herkes neden hala inmiyor diye düşünürken bir tane bombanın üstünün boş olduğunu gördüm. Orası da dolacaktı elbet.

Hemde şimdi gelen siyah renkli ama diğerlerinden daha farklı görünen klasik eski model bir arabayla.

Gözlerim bu araba çeşidini bir yerden ısırıyordu. Tıpkı alev modifiyeli araç bizi kovaladığı zaman onu kovalayan kahverengi klasik araba gibiydi.

Ben zaten onun bilinmeyen olduğunu düşündüğüm için şimdi anladım ki bu gelen klasik, simsiyah, arkası hafif basık ve önü uzun "chevelle" markalı araç ona aitti.

Tüm arabalar tüm bombaların üzerinde durduğu anda başka birinin gelmeyeceğini anladım.

Bir elimde kumanda varken sağ belimde duran silahı çıkartıp diğer elime aldım. Bilinmeyen arabasından çıktığı an onu göreyim veya görmeyeyim kafasına sıkacaktım.

Iskalama şansım yok, çünkü gözlerim ondan başka hedef görmüyor.

Hareketlenme başlamıştı. İlk olarak üç tırın içinde ki adamlar araçlarının içinden çıkıp indiler. Her bir tırın ön tarafından üç arka taraftan ise beş adam inmişti. Önden inenlerin eli boş olsa bile arkadan inen adamların elinde m16 vardı.

Koca bir kalabalık siyah arabaların önünde dizildi.

Ve karşı hareket ise şimdi sol taraftan gelmişti. Siyah jeeplerin kapısı otomatik olarak açıldı ve her birinin içinden beşer adam indi. Hepsi ortak fabrika çıkışı gibi baştan aşağı simsiyah takım elbise giymiş ve üzerilerine silah doldurmuşlardı.

Kalbim siyah klasik arabaya baktıkça yerinden çıkacak gibi atıyordu. O arabanın içinde hem bilinmeyen hem Harvey'in katili hem İgima'nın kuklası duruyordu.

Şoför kapısı açıldığı an ayağa fırladım. Nefeslerim hızla artıyordu. Hadi... Hadi çık artık arabadan.

Derken siyah takım elbiseli adamlar klasik arabanın etrafını sardı. Hem de neredeyse hepsi, orada öyle bir insan kalabalığı yapmışlardı ki arabadan çıktı mı çıkmadı mı göremiyordum.

Kalabalık arasında boyu öyle uzun adamlar vardı ki aralarında saklamaya çalıştıkları kişiye ait tek bir detay bile yoktu.

O topluluk ufak adımlarla arayı bir santim boşluk bırakmadan tırdan inen insanların önüne yürümeye başladılar.

Ve boşa çıkan klasik arabanın şoför kapısı artık kapalıydı. Yani bilinmeyeni çıkartmışlardı.

-Orospu çocukları, sizi orospu çocukları.

Tırın içinden inen bir adam insan kalabalığına iyice yaklaştı. Hatta kalabalık iki yana açılıp onu araya aldılar ve tekrar kenetlendiler.

Bu nasıl bir iş amınakoyayım?

Bir süre boyunca kimse hareket etmedi. Ve sonra yabancı insan o kalabalıktan çıkıp adamlarına bir kaç el hareketi yaptı. Adamlar ellerinden silahı bırakmadan koşar adımlarla tırlara yetiştiler ve arkasını açıp içine geçtiler.

Bilinmeyeni koruyan gruptan en dış cephede ki insanlar ise tırların yanına gittiler. Kimseye gözükmeden yan tarafta ki ağacın arkasına geçtim hemen. Böylece tırların arkasını görebiliyordum.

Gözlerimi kısıp net baktığımda şaşkınlıkla kaldım. Şu koca tırın arkasında kahverengi kaplamaya sarılmış ufak paketler vardı. Onların uyuşturucu olduğunu tahmin ediyordum.

Diğer tırın arkasından ise içinde ne olduğunu bilmediğim fıçılar gözüktü.

Bu İgima'nın canlı olarak şahit olduğum ilk alışverişiydi. Mallar o kadar fazlaydı ki tırdan indirilip siyah jeeplere taşınamazdı. Sanıyorum ki tırları direkt olarak devredeceklerdi.

Peki ne zaman? Benim ne zaman harekete geçmem gerekiyordu? Hepsi arabaya geri bindiğinde mi? Öyleyse bombaları patlattığım an bilinmeyen de ölecekti.

Ölecekti ama onu bizzat ben öldürmek istiyordum. Yine de elime fırsat geçmişken bunu zevkim için kaybetmek istemedim.

Siyah adamlar tırların arkasında ki malları kontrol ederlerken tırcı adamlardan birisi yeniden insan birliğinin içine girdi.

⛓️⛓️⛓️

1 saat sonra...

Otoparkın girişinde hazırda bekleyen Emir'in telefonu çalmaya başladı. Adam alnından akan teri elinin tersiyle silip telefonu açtı.

"Emir, beni dinle. Karmen saatlerdir gelmiyor. Sana gelseydi bize söylerdin değil mi?"

Emir zorla yutkundu. "Bana da gelmedi Karmen" dedi. Telefonu tutan eli titremişti.

"Lanet olsun... Lanet olsun. Çünkü Karmen 3. Konumda... Gitmediğimiz son konumda" dedi öfkeyle ve telefonu kapatıp arabasına koştu tetikçi.

Ceyhun, Emir, Austin ansızın beklemedikleri bir katilama şahit olacaklardı. Ve gözleri acıyla yanacaktı.

⛓️⛓️⛓️

İzlemeye devam ettiğim süre içinde insan çemberine geçen tırcı adam sayısı artmaya başladı. Bir karışıklık doğuyordu. Bir anlaşmazlık mı olmuştu?

Evet, çünkü tırın arkasında malları koruyan silahlı adamlar ve İgima'nın armaları arasından kavga başladı.

Büyük bir kargaşayı başlatan ilk adım havaya doğru bir silah sıkılmasıyla başladı. Öyle ki silah sıkılır sıkılmaz iki grup arasında silahlı bir çatışma başladı. Bilinmeyen'i koruyan insan grubundan beş kişi arabaların arkasına saklanıp karşı ateş açmıştı.

O grup ise hızlı adımlarla oradan uzaklaşmaya çalışıyor ancak aynı anda silah sıkıyordu.

Birbirleriyle fiziksel temasa geçtikleri sırada takım elbiseli bir adamın silahının namlusu ormana yani benim olduğum tarafa geldi. Bilinmeyen'e o kadar odaklanmıştım ki bunu son saniye fark ettim ve silah birden patladı.

Henüz tepki vermeye fırsatım olmadan üzerime sertçe kapanan bir ağırlık hissettim. Ve bu sırada adım beni burada ki herkese ifşa edecek kadar yüksek sesle bağırılmıştı.

Başımı beni yere yatırıp üzerine kapanan kişiye çevirdiğimde karşımda Emir'in dehşet içinde ki yüzünü gördüm.

-Karmen! İyi misin? Bir şey oldu mu?

Gözlerine acıyla baktım Emir'in.

-Sen ne yaptın öyle? Diye sordum fısıldayarak.

Ne olduğuna anlam veremediği sırada gözlerim sol elime kaydı. Üç parmağım Emir'in üzerine kapanmasının etkisiyle bomba kumandasında ki kırmızı düğmeye basmıştı.

Ve saniyeler sonra yerleri titreten, kulak zarlarımızı yırtan art arda patlamalar yaşandı. Çığlıklar atılıyor, can çekişme sesleri göğü ortadan ikiye yarıyor, yanan beden kokusu burnumuza geliyordu.

Emir bir kez daha üzerime kapandığı sırada tüm öfkem be gücümle ona sert bir tane tekme atıp üzerimden savurdum. Emir'in geriye düşmesiyle beraber arkada ki ağacın arkasında saklanmış olan Ceyhun ve Austin ile göz göze geldim.

Beni fark edip üzerime koşacaklarını anladığım anda yerimden hızla kalkıp patlamaya doğru koşmaya başladım.

Bütün arabalar paramparça olmuş dört bir hana savrulmuşken ayağıma ölü bedenler takılıyordu. Tırlar ve arkasında gelen o mallar yanıyordu. Hayatta kalanlar oradan oraya koşuşturur iken ben elimde silahımla tek bir yöne doğru koşuyordum.

Arkamdan adımın binlerce defa boğazını yırtacak kadar şiddetle tekrar edildiğini duysam bile gözüm kararmış halde koşmaya devam ediyordum.

-KATİL! KAÇMA BENDEN! KATİL! SENİ BEN ÖLDÜRECEĞİM. SENİ BEN ÖLDÜRECEĞİM! KAÇMA!

Diye bağırmaya başladım.

Bilinmeyen'i iki kişi kolundan zorla tutmuş patlamadan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Başına bir çuval geçirdikleri için yüzünü görmedim ama anladığım bir şey vardı.

Başı kapalı olsa bile artık kimse onun etrafını sarmadığı için bedeni gözüküyordu. O bir erkekti. Bir adamdı. Üzerinde simsiyah bir takım elbise giymiş olan birisi.

Koşmaya devam ettiğim sırada yanında geçtiğimiz jeep birden patladı ve ben kontrolsüzce yamacın kıyısına doğru savruldum. Bedenime batan bir kaç parça şey hissetsem bile yılmadan, nefret bürümüş gözümü açıp ayağa kalktım. Bilinmeyen ve iki adam köprüye yetişmek üzere iken silahımı birine ateşledim. Bilinmeyeni tutan ve benim önümü kapatan adam sırtına yediği kurşunla bilinmeyeni bırakıp köprüden aşağı düştü.

Diğeri bilinmeyenin başında ki çuvalı tüm gücüyle tutmaya çalışsa bile bir eli serbest kalan adam ona sert bir yumruk geçirip yere düşürdü.

Adam bedenini bana döndüğü sırada hiç beklemeden silahımı havaya doğru saniyeler içinde beş kez sıkıp sırayı yeminli kurşuna getirdim.

Bilinmeyen veya katil, başında ki çuvalı tutup çıkartacağı sırada aniden yere düşen adam bilinmeyenin kolunu tutup ona engel oldu ve dengesini bozdu..

Kim olduğunu öğrenmeye fırsatım yoktu. Elime şuan geçen tek fırsatta silahı derhal adamın kalbine doğru tuttum.

TAK. 

Ve büyük bir silah patlaması yaşandı.

Ne yazık... Çok yazık... Ben daha tetiğe basamamıştım bile.

Bir silah patlamıştı ama benden değil bir başkasından. Ve hissediyorum ki benden de olmayacaktı o.

Bedenimi sıcacık bir karıncalanma hissi kapladı. Herkes duraksadı. Kimse ne kaçıyor ne kovalanıyor ne başka silah sıkıyorlardı.

Adımı sayıklayan bir kaç çığlık duyar gibi oldum ama bana ne olduğunu anlayamıyordum. Başımı soluma, silah sesinin geldiği yere çevirdim. Kim olduğunu bile bilmediğim siyah İgima gözlüklü bir adam hafifçe gülerek bana bakıyordu. Elinde ki silahı isi bitmiş gibi lakayt şekilde tutuyordu.

İşini kimde bitirmişti?

Derken gözlerim yanmaya başladı. Bedenimin tüm dengesi benden kayıp gitmişti. Sanırım... sanırım... Gözlerimi sıcacık bir şekilde yanan alt tarafıma çevirdim. Baldırım parçalanmış halde oluk oluk kanıyordu. Ben, ben ömrümde ilk kez vurulmuştum.

Tüm bu hisler saniyeler içinde gerçekleşti. Vurulmam, sesizlik ve anlamam. Gözlerim etrafı süzdü acıklı bir melodramla. Ama her şey bulanıktı. Ne baktığım suratı seçiyordum ne birini. Öyle ki bilinmeyen kafasında ki çuvalı çıkartmış bana doğru koşuyor olsa bile benim gözlerim onu sadece karaltı olarak gördü. Kim olduğunu yine görmemiştim... Yine anlamamıştım.

Gözlerim öne doğru döndü kendi kendine. Bana doğru koşan adamların gözlerine bakmaya daha fazla fırsatım olmadı. Zar zor kurduğum dengem hepten terk etmişti beni.

Vurulan ayağımla beraber kenarında durduğum uçurumda ki sağlam ayağımda kaydı. Kurtulmaya çalışmaya fırsatım olmadan iki ayağım boşluğa kaydı. Ve kanatlanmış bir kuş misali süzülmeye başladım.

Sırt üstü süzülüyordum. Gökyüzünü izleyerek bedenim havada akıp gidiyordu.

Ben uçurumdan aşağı düşerken bana uzanmaya çalışan bir sürü el gördüm. Bir sürü hem de. Fakat birini bile tutamadım. Ama en kötüsü tutmak için elimi uzatmamış olmamdı.

Yolun sonuna geldiğim son anda uçsuz bucaksız gökyüzüne baktım. Özgürlük beni orada bekliyordu. Beni de içine alacaktı. Harvey'in yanına, ama intikamını alamamış bir halde. İgima'yı ancak yaralamış ama öldürememiş halde.

Ceyhun bana demişti bir gece... Karmen sen uçurumun kenarında koşuyorsun, diye. Sorun olmaz demiştim, fakat o devam etti. "Bir gün sen o uçurumdan düşersen ve biz seni tutamazsak?"

Tebessüm ettim..

Ondan geriye doğru saymıştım düşerken son saniyeye yetiştiğim zaman yirmi yedi yıllık hayatımda ki tüm düşüncelerim, tüm yeminlerim, tüm benliğim, tüm çocukluğum ve tüm hayatım yitirildi.

Boşlukta kayıp gittim ve tüm bilincim, hayat kadar sert bir kayaya çakılmam ile son buldu.

38. BÖLÜMÜN SONU


BÖLÜM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ? Hepsini buraya yazınız.

Duygusalım, çok hemde. Ne diyeceğimi inanın bilmiyorum. Hatalarım varsa affola.

Sizleri seviyorum.

Shoro Sharpen

BİR SONRA Kİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE

 

 

Loading...
0%