Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. BÖLÜM - T.G.I.F

@shorosharpen

 


A ölüm B ölüm faydası yok bu şıkların
Beni defalarca öldürsende ölememem gibi

 

Taladro - Deniz Kızı

 

❤⛓🖤


-EMİR!

-Ne oldu? Kim silah Sıktı? KARMEN! İyi misin?

Emir, içeriye nefes nefese dalmış elinde ki silahı etrafa siper ediyordu. Yüzünün her bir parçasından endişe ve korku akıyordu.

Bir anlık sessizlik ile sanırım kafasına dank eden bir şeyler oldu ve yüzünü bana döndü.

Ben elimdeki silahı hala ona doğrultmuşken, o kendi silahını dizinin üstünde ki cebine koydu.

-Silahı sen mi sıktın, diye sordu çenesini sıkarken.

-Beni sen mi takip ediyordun, diye sordum aynı onun gibi öfkeyle.

Emir gözlerini devirip salona yürümeye başladı. Ben de silahımı belime sokup kapıyı kapattım. Ve hemen peşinden gittim.

Kendisi çoktan benim düzelttiğim koltuğa ayak ayak üstüne atmış ve geriye yaslanıp kollarını yarım bir şekilde yanına koymuştu.

-Evimin etrafında beni gözletlerken aklından ne geçiyordu?

Tek kaşını kaldırıp,
-Seni gözetlemiyordum. Sadece kolaçan ediyordum, dedi.

-Beni ne kadar korkuttuğunu bilseydin yapmazdın.

Emir elini havaya kaldırıp işaret parmağıyla beni işaret etti.

-Sen bir başkasını mı bekliyordun?

Cevap vermeden susup yüzümü buruşturdum. Sessizliğimden hiş hoşlanmamış olsa gerek, içinde ki patlamaya hazır öfkesini saçmaya başladı.

-Cenazeden sonra nereye kayboldun? -Tam yüzüme bakıyordu- Üç gün boyunca seni arayıp durdum. Üç gün boyunca mesajlar attım. Şehrin her sokağına baktım. Her deliğe, ne yurtdışına çıkmışsın ne de şehir içindesin.

Susup nefes aldı ve başını iki yana salladı. Gözleri cayır cayır yansada, gizleyemiyordu bir şeyi.

Benim için meraklanıp, korktuğunu gizleyemiyordu.

-Neredeydin Karmen? Niye habersiz gittin? Niye gittin?

Bu sefer sesi öyle durgun çıkmıştı ki ne diyeceğimi şaşırdım.

Gitme sebebimin acısını Emir'den çıkartmamalıydım.

-Her gece evine gelirsin diye bekliyordum. Ama artık nasıl oluyorsa, gelmedin. Bu siktiğimin evine niye gelmedin Karmen?

-Kalacak başka bir yer buldum. ASES adında.

Emir kafasını ufak bir şekilde sallayıp gözlerini sıktı. Anlaşılan orayı bilmiyordu.

-Bana neler olduğunu anlat.

-Anlatırım ama önce oturmam için şu koltuğu düzelt.

Emir ayağa kalkıp gözlerime baka baka koltuğa gitti. Boyları Harvey ile neredeyse aynıydı. Ama Emir ona göre biraz daha yapılı duruyordu. Siyah bir tişört ve siyah pantolon giymişti.

Göz altları en az benim kadar mora bürünmüştü.

Koltuğu tek eliyle düzeltip,

-Artık oturabilirsiniz Hanımefendi, dedi.

-Teşekkür ederim beyfendi, diyerek koltuğa oturdum.

İkimiz de yerimize oturduktan sonra, kendimi günler sonra ilk kez yalnız ve çaresiz hissetmemiştim.

Emir, bana sert davranıp hesap sorsa da bunu benim için yapan birilerinin varlığını bilmek beni kısa bir anlığına yuvamda gibi hissettirmişti.

Birden Ayağa kalkıp iki kolumuda açarak Emir'in üstüne çullandım. Altımda balık gibi kıvranmaya başlayınca da, kıkırdadım.

-Kar-Karmen çekilsene. Ne yapıyorsun? Saçmala Karmen, of.

Sarılmam bitince ondan uzaklaştım ve kızarmış olan yüzüne bakıp sırıttım.

-Bunu niye yaptın?

-Çünkü yanımda olduğun için. Sorunlarımı anlatıp çare bulabileceğim birinin olması beni sevindirdi.

-Ben sana çare olmaya gelmedim.

-O zaman niye burdasın ve başıma gelenleri soruyorsun?

Emir oflayıp eliyle kaşlarını ovuşturdu.

-Karmen tekrar soruyorum Üç gündür ne yapıyordun? Ve yanına neden hiçbir şeyini almamıştın?

Dedi ve pantolonun sol dizinin üstünde ki cepten kimliğimi, pasaportumu ve cüzdanımı çıkartıp ayaklarımın dibine attı.

Onlara sadece göz ucuyla bakıp,
-İhtiyacım yoktu, dedim dişlerimin arasından.

-Yani paraya ve kimliğe mi?

-Peki, sonradan ihtiyacım olmuş olabilir. Ama inan bana kocamın cenazesini uzaktan izlerken, aklımda sadece tek bir ihtiyaç dolanıyordu. O yüzden sadece silahımı aldım.

-Silahın?
Dedi bir kaşını havaya kaldırıp.

-Evet, silahım. Önceden Harvey'indi. Ama artık benim.

-Peki bu silahla ne yapmayı planlıyordun?

-İgima'dan İntikam almayı.

Diye cümlemi bitirdiğimde Önce sessizce bana baktı ve ardından evi inletecek derecede kahkaha atmaya başladı.

-İstediğin kadar gülebilirsin Emir. Ama kendini bir anlığına benim yerime koyarsan belki bir ihtimal anlayabilirsin neler yaşadığımı.
Neyse bunun pek mümkün olduğunu zannetmiyorum.

Deyip duygusallığı bırakıp olanları anlatmaya başladım.

- Cenazeden sonra, ağlayarak ve kafamda planlar kurmaya çalışarak yürüye yürüye otabana kadar yetiştim. Tabii hava da kararmaya başladığı için kalacak bir yer bulmam gerekti.

Önce lüks otellere gidip şansımı denesem de kimliğim veya param olmadığı için kapıdan içeriye bile almadılar.

-Sonra, dedi temkinli bir şekilde.

-Ben de kıytı köşede duran, eski püskü olduğu belli olan bir motele gittim.

-ASES dediğin yer mi?

-Evet, daha önce duymuş muydun?

-Hayır, belki de dikkat etmemişimdir bilmiyorum, dedi yüzünü buruşturup.

-Üç günümü orada geçiridim. Zaten rezalet bir yerdi. Sular kahverengi akıyordu. Kaldığım oda ise pisliğe batmıştı. Gireni çıkanı belli olmayan bir yer.

-Aferim sana Karmen, en dikkatli olman gereken zamanlarda kendini gizlediğin yer harikaymış.

Dışıma yüksek sesle nefes bıraktım.

-Ne yapabilirdim Emir? Artık gece olmuştu. Eve nasıl gelebilirdim. Ayrıca gelmek bile istemiyordum.

-Neyse, detaylarla ilgilenmiyorum. Bu kadar mı? 3. Gün evini özledin, ihtiyaç duydun ve geldin bitti mi hikayen?

Gözlerimi gözlerinden kaçırıp yerde ki kağıtlara çevirdim. Aklımda, ona orada yaşadığım o mini aksiyonu anlatıp anlatmamayı tartıyordum. Özellikle yüzüğümü orada unuttuğumun detayını.

Emir ise, rahatsız olmuş gibi yerinde kıpırdandındı.
-Bana anlatmadığın başka şeyler mi var?

Yine gözlerine uzun uzun bakıp durdum. Biraz asi davranmak zarar getirmezdi herhalde.

-Başka bir şey daha var. Hem de en önemli nokta. Ama detaylarla uğraşmadığına göre bunu da merak etmezsin bence.

Dilini çıkartıp dudaklarının üstünde gezdirip içeriye aldı.
-Laf cambazlığı mı yapacaksın?

-Sence bunu ister miyim? Eğer gerçekten bana çare olmaya gelmediysen sana niye anlatayım?

Emir kafasını sallayıp ayağa kalktı. Ben hala yerimde oturmuş ne yapacağını izliyordum. Bir an çıkacak sandım ama olanları öğrenene kadar bunu yapmayacağını sebepsizce biliyordum.

Mutfağa geçti. Mutafağımızın çok geniş bir girişi vardı. Yani neredeyse salonumuzla birleşikti.

Boş buzdolabını açıp geri kapadı. Sağa gidecekken ayağına yere atılmış şişe takılınca düşecek gibi oldu ve bana gözlerinin ucuyla baktı. Tutunduğu masaya da baktığında ortalığa saçılmış yemek paketlerini görünce,

-Burayı sen mi bu hale getirdin, diye sordu.

Ben de ayağa kalkıp yanına yavaş yavaş adımlarla ulaştım.

-Benden başka getirecek biri mi vardı?

-Yok -deyip sandalyeye oturdu. Ardından sordu- yemek yiyebilir miyim? Açım.

-Yiyebilirsin tabii Emir, bunu sormana gerek yok, deyip yanında ki sandalyeye oturdum.

O da benim bıraktığım paketlerde ki artıkları açıp yemek yemeye başladı. İkimizde sessizdik. Şimdilik.

-Harvey ile olan ayrılığınızı kolay atlatmışsın, dedi ağzında ki lokmayı yutup.

-Ne saçmalıyorsun sen be!

Diye çıkışıp sol elimi masaya vurdum. O da son derece soğukkanlılık ile sol elimi işaret edip,

-Ben bir şey saçmalamıyorum. Yüzüğü çıkartmış olan kişi sensin.

-Çıkartmadım tamam mı kaybettim!

Diye bağırdığımda elindekileri bırakıp beni süzmeye başladı. Ben de söylememem gereken o tehlikeli ayrıntıyı gereksizlerden bile önce dile getirmiştim.

-Demek yüzüğünü kaybettin. Peki nerede?

Diye sordu sakin duran ama altında fırtınalar saklayan ses tonuyla. Elimle saçlarımı arkaya atıp yüzümü ovaladım. Ve derin bir nefes alıp,

-ASES'te olduğunu sanıyorum.

Emir elindekileri bırakıp,
-Doydum. Yemek için teşekkürler. Haydi gel şu salona da senin kaybolmuş yüzüğünü iyice konuşalım, dedi.

Kafamı salladım. Aynı anda sandalyeden inip salona gittik. Eski yerlerimize oturduktan sonra,

-Sana gerçekten olanları anlatmak istiyorum Emir. Ama bana yardım etmeyeceğini söylüyorsun.

-Sana yardım etmeyeceğim Karmen çünkü buna gerek kalmayacak. Eğer sen bir şey yapmazsan, yardıma da ihtiyacın olmaz. Ben seni koruyacağım tamam mı? Sadece bunu yapacağım.

Gözlerimi kısıp dediklerini idrak etmeye çalıştım. Ama beni koruyacağını söylemesinden daha önemli olan şey, hiçbir şey yapmayacak olmasıydı.

-Yani Harvey'in intikamını almayacak mısın?

-Her ay ekibimizden birileri ölüyor. Şimdi ye kadar intikam peşinde koşsaydık amacımızdan sapmış olurduk.

-Ben Peperonni ekibinden değilim Emir. Ben kocamın intikamını öyle ya da böyle alacağım. Bana yardımcı olmayacaksan da yolumda durma.

- Peki nasıl yapacaksın bunu? Hangi bilgilerle, kiminle? Tek başına mı? Bizim yıllardır en ufak kaçağını arayıpta bulamadığımız İgima'yı sen nasıl indireceksin?

Ellerimi saçlarımın arasına geçirip sıkmaya başladım. Ve sonra etrafa tükürük saçarak,

-Bir şey biliyorum. Ve bunun arkasından gideceğim. Ne olursa olsun, diye bağırdım.

-Ne biliyorsun, diye sordu aynı sakinlikle. Bağırıp çıldırmamı umursamıyordu.

Ama ben de artık uzatmayacaktım. Neler yaşadığımı bilmesinin önemi yoktu. Bana ne yardım edecekti ne de engel olabilirdi.

-Dün ASES'ten çıkarken Merdivenden yere düştüm. So-

-Bir yerin yaralandı mı, diye sordu lafımı bölerek.

-Sadece dizim biraz kanadı.

-Hala ağırıyor mu?

- Hayır ağırmıyor, Emir. İyileştim.

"İyi" diye mırıldandı ve yerine geri yaslanıp beni dinlemeye devam etti.

-Sonra içeriye üç tane adam girdi. Baştan aşağı siyah giyinmişlerdi. Kafamı tam kaldırıp bakmadım. Zaten onlarda beni umursamadan üstüme basıp geçtiler.

-Şerefsizler, diye hırıldadı dişlerinin arasından.

-Ben de kalkıp onlara bağıracaktım fakat-

-Fakat?

-Fakat gördüm ki İgima markalı gözlük takmışlar. Ben de susup geçiştirdim. Onlar da yollarına devam etti.

-Bu kadar mı? Bu önemsiz bir olay. Şehrin her yerinde insanlar siyah giyinir ve İgima gözlük takarlar.

-Öyle olsa bile ben ne olur olmaz diye peşlerinden onları takip ettim. -diye cümlemi bitirdigimde, ağzını açmak üzereyken- Sakin ol, herhangi bir sorun çıkmadı. Biliyorum çıkabilirdi, biliyorum lütfen sakin olup beni azarlama.

Neyse, onlarda şansıma benim kaldığım oda ya geçtiler.
Kapıları biraz aralıktı bende onları dinlemeye çalıştım. Bir adam, diğerine "o beş gün önceydi efendim" deyip güldü.

Sonunda Emir'in ilgisini çekmişti hikayem. Arkaya yaslanmışken, diklenip bana doğru eğildi. Ve ellerini dizlerinin üstünde kavuşturmuştu.

-Efendim diye mi sesleniyordu?

-Evet. Ben öyle duydum.

-5 gün öncesi derken, herhangi bir olaydan bahsediyor da olabilirler.

-Ama, sonrasında o efendi denilen adam, birine kapıyı kapaması için kızdı. Ve bu kadar.

-Başka bir şey duymadın mı?

-Şey, pek hatırlamıyordum. Adam, yaşlandığından bahsediyordu ama merdivenlerde gördüğümde hiç te yaşlı birine benzemiyordu.

Emir eliyle burnunu sıvazlarken,
-5 gün önce, diye lafa girip sustu.

-5 gün önce Harvey öldürülmüştü, diye devam ettirdim ben de.

Emir susup kendi içinde düşünmeye başladı. Sonra birden gözlerini açıp ayaklandı.

-Sen yüzüğünü o odada mı düşürdün?

-E-evet, diye kekeledim.

-İçinde isminiz yazıyordu değil mi?

-Evet, ama bulmamışta olabilirler. Ya da bulsalar bile sen kendin onlarında, üye olmayabileceğini söyledin.

-Ama ya üyelerse?

-İyi de bu şehirde en az 5 tane daha Harvey veya Karmen vardır. Değil mi? Vardır, değil mi Emir?

Emir ortalıkta hızlı adımlar atarken,

-Umarım öyledir Karmen. Ama değilse, ismin artık o kadar masum sayılmaz duyulunca, dedi.

-Sayılmasın! -diyerek ayağa kalktım- Umrumda değil. Beni bilsinler. Kim olduğumu da, korkmuyorum.

-Aptal! Aptalsınız! Sen ve Kocan her zaman aptalsınız.

-Senden daha cesur kararlar aldığımız için mi korkak? Ölmekten korktuğun için mi en yakın dostunun intikamını benimle beraber kovalamıyorsun?

-Ölmekten korktuğum için öyle mi -deyip acı bir gülüş attı- Ben kendi ölümüm için değil senin ölümün için korkuyorum aptal.

Ben duyduğum cümleye o dile getirdiği itirafa afallamıştık bir an.

-NEDEN, diye sesimi yükselttim.

-Çünkü kocana bir söz verdim! Seni koruyacağıma dair söz verdim. O gece, verdiği aptal kararlar hayatının sonunu getireceğini anladığı o gece bana, o ölürse seni korumam için yemin ettirdi.

Sözünü bitirdikten sonra zemine dizleri üstüne oturup başını öne eğdi.

Duyduklarım karşısında dona kalmıştım. Harvey, öleceğini biliyordu... Ve benim hayatımın sorumluluğunu başka birine vermişti. Hem de yemin ettirerek.

Ben de Emirin önüne dizlerimin üstünde oturdum.

-Beni korumak zorunda değilsin. Sana yemin ediyorum ki istemiyorum.

Başını yavaşça yukarıya kaldırdı. Gözleri damarlanmıştı. Hayal kırıklığıyla bakıyordu bana.

-Çok bencilsin tıpkı kocan gibi.

-Ona hakaret etmeyi bırak!

-Hak ediyor. Aylar boyu onu uyarmama rağmen İgima Ekibi ile çok uğraştı. Onu uyardım. Hayatında ki her şeyi kaybedeceğini söyledim.
Ama umursamadı. Gözü kör olmuştu. Ailesini onların öldürdüğünü öğrendiğinden beri senin gibi aptal bir intikam oyununun peşine düştü.

-Harvey'in ailesini İgima mı öldürdü?

Emir başını onaylarcasına salladı. Benim bundan haberim bile yoktu. Eğer bilseydim, bilseydim yine bir şey yapamazdım...

Kocam, ailesinin katillerinin peşinden koşarken ben, ben öylece biri olarak yaşıyordum. Ona destek olabilirdim. Onu, ölmemesi için ikna edebilirdim.

-Vazgeçmeyeceğim. Çünkü ben istesemde içimde ki intikam alevi sönmüyor Emir. Ve ben onu bastırmadığım sürece beni yakmaya devam edecek.

Başını yerden kaldırmadan ayağa kalktı.

-Sana acıyorum Karmen. Çok acıyorum.

-Adres istiyorum Emir. En ufak bir adres veya bilgi. İsim, şirket, peşine düşebileceğim bir yem.

Başını hala sallamaya devam ederken, gülmeye başladı.

-Kocan Harvey, uğrunda can vereceğin kadar değerli bir adam değil.

-Nasıl böyle bir şeyi söylersin?

Dedim nefes nefese ayağa kalkıp. Ama o beni umursamıyordu.

-O ölmeyi hak etti, diye fısıldadı sessizce.

Sonra keskin bakışlarını bana denk getirdi. Bu gözlerin ne anlama geldiğini biliyordum. İhanet edilmişti kendisine. Ve o da yara almıştı. Tıpkı benim gibi.

Ve ikimiz aynı kişi tarafından yarı yolda bırakılmıştık. Harvey.

Emir yutkunup bu sefer daha şiddetli bir şekilde bağırdı.

-O layığını buldu, anladın mı? Harvey - Ölümü -Hak Etti!

Şiddetli bir ses ve yankısı. Ardından sessizlik.

Öfkeme yenik düşüp ona tokat atmıştım. Ama Harvey hakkında bunu dememeliydi. Ben de ona tokat atmamalıydım. İkimiz de bu gece birbirimizin zaten kırık olan kalbini daha da kırmıştık.

Emir başını sola yatırmıştı. Ben elim havada dudaklarımı titretiyordum.

-Ö- özür. E-em- ben.

Gözlerimden yaşlar süzülürken, Emir bana bakmadan konuştu.

-T.G.I.F klüp. 17. Cadde 2. Sokak.

Ve sonra ardına bakmadan, hızlı adımlarla evden çıkıp gitti. Kapıyıda kırarcasına çarpmıştı.

Elimde bir adres, belimde tek kurşunlu bir silah. Ve yalnız başına kalan kendim ile ben, intikam alevine bir damla su atmak için yola çıkacaktım.

♧ ♧ ♧

Emir'in gidişinin ardından uzun bir yorgunluk uykusu çekmiştim. Uyandığım da saat neredeyse on sekize geliyordu. Yani bir klübe gitmek için en ideal saatler yaklaşıyordu.

Üst katta ki misafir odasında uyumuştum yine. Odama girecek cesareti toplamadım henüz. Odadan çıkmadan aynaya baktım.

Üzerimdekiler klüp için fazla sadeydi. Yani tam da istediğim gibi. Açık kahverengi, düz saçlarımı bir kaç model denedikten sonra, ensemin hemen üstünde bitecek şekilde siyah bir tokayla at kuyruğu olarak topladım.

Gözlerimin morluğu uykumdan sonra biraz geçmişti. Burada işim bittiğinde inmeden elimi belime götürüp silahımı kontrol ettim.

Yerindeydi.

Aşağı indiğimde önce, salona geçip dün oturduğum koltuğun önünde yere atılmış olan eşyamı aldım. Kimliğim sağlamdı. Pasaportumda ufak yırtıklar mevcuttu. Şuan pasaportluk bir işim olmadığından onu geri yere attım.

Kimliğimi arka cebime koyup, cüzdanımı açtım. Vay canına, burada ki para kesinlikle benim koyduğum miktardan daha fazlasıydı.

Cüzdanımdan da bir kaç kağıt çıkartıp kimliğimle aynı cebime soktuktan sonra kahvaltı için mutfağa geldim.

Dolabım boşalmıştı. Masanın üzerindekilerden bir kaçı leş gibi kokuyordu. Ama şu, cevizli ekmek sanırım sadece biraz bayatlamıştı.

Sandalyeyi geriye çekip oturduğumda arkama batan sert bir şey hissedip acıyla bağırdım.

Kalkıp baktığımda sandalyemde resmen dolu bir silah jarjörü ve benim telefonum duruyordu.

Evet, bu kesinlikle Emir'in işiydi. Fakat ne ara bunları buraya bırakmıştı ki?

Jarjörü masaya bırakıp, elimde telefonum ile sandalyeme oturdum.

Telefonumu açtığımda "lütfen kurtarma parolasını giriniz" uyarısıyla karşılaştım. Anlaşılan birileri tarafından şifrem bir çok kez denenmişti.

Harveyle tanıştığımız yaşları girip -ki bunlar 15 ve 17- telefonumu açtım. Ve nerdeyse yüz tane arama, yüzlerce mesaj ve bildirim ekranıma doluştu.

Ben ne ara bu kadar merak edilen birisi olmuştum?

Cevapsız aramalara girdiğimde, üst üste üç gün Emir'den gelen 50 tane aramayı es geçip, bilinmeyen numaraları inceledim. Ve nedense hiç birine geri dönmek istemedim. Mesajlarda yine bankalardan, ve numaraları kayıtlı olmayan insanlardan mesaj gelmişti.

Aşağıya kaydırdıkça okuduğum o mesajla transa girmiştim.

Hemen oraya tıkladım. Sadece "ASESTEN ÇIK" yazılıydı.
Birisi benim ASESte olduğumu biliyordu. Üstelik onda numaram da vardı.

Mesajım gönderim tarihine ve saatine baktım. Benim ASESte kaldığım 2. Günün gecesinde atılmıştı.

Emir'e bunu söylemeli miydim? Hayır, bana yardım etmezdi. Ama en önemlisi, bana bu kişi neden oradan çıkmam için emir vermişti?

Elim titrese de, numarayı ara yapıp kulağıma götürdüm.
"Bu numara kullanılmamaktadır." Otomatik mesajı konuşmuştu.

Üzerine fazla düşmeyecektim.
Çünkü ona ulaşabileceğim bir ihtimal yoktu. Şimdilik elimde ki tek bilgi olan T.G.I.F klübe gidecektim.

Ekmeğimi bitirdikten sonra silahı çıkarttım. Dolu şarjörün 6 tane kurşunu vardı. Ben de onu yavaş yavaş boşaltarak 5 tanesini, içinde bir tane kurşun bulunan kendi şarjörüme koydum.

O tek kurşunu hiçbir zaman çıkartmayacaktım. O silahla ve o kurşunla, tek bir kişiyi hedef almıştım.

Ve tek kurşunum üstüne ant içerim ki, o kurşun sadece, düşman bedenine saplanacağı zaman yerinden çıkacaktı.

Diğer şarjörde ki 6. Kurşunu arka cebime koyduktan sonra işimi bitirmiştim. Telefonuma ihtiyaç duymadığımdan, onu masanın üzerinde bıraktım.

Zaten başım belaya girdiğin de kimi arayacaktım? Emiri mi? Polisi mi? Harveyi mi? Hah, bu yolda benimle ilerlemesi için kimseyi zorlayamazdım.

Evden çıkar çıkmaz ilk işim olarak mahallenin üst kısmına doğru yürümeye başladım. Yanımdan geçen her insan kafasını çevirip bana bakıyordu.

Başımı sağa çevirsem karşı kaldırımdakiler bakıyordu. Sola çevirsem yine gözlerin altındaydım. Başımı öne eğip hızlı hızlı yürümeye başladım ama insanlar bana bakmak için çevremde toplanmaya başlamıştılar.

Kafamı bir sağa bir sola çevirirken sert bir şeye çarpmanın etkisiyle kendime gelmiştim. Etrafıma baktım. Kimse bana göz ucuyla bile bakınmıyordu.

Ama çarptığım kişi kendini bana döndüğünde, içimden gerçek bir "shit" anında olduğumu gördüm.

-Sen, seni yeniden gördüğüme şaşırdım Red.

Karşımda duran adam, Cenaze günü Cindy pizzada karşılaştığım Ceyhun denilen adamdı. Ve beni hala Red olarak tanıyordu. Ağzımı açmayıp adama bakıyordum. Ukala bir gülüş takınmıştı çehresine.

-İngiltereden yeni gelmiştin öyle değil mi? Ah benim hatam. Sanırım Türkçe bilmiyorsun.

-Ha -hayır ben biliyorum .
Diye biraz zor çıkarma numarası yaptığım Türkçe ile cevapladım onu.

-İşine alışabildin mi? Zordur bilirim. Tabii daha önce yaptığımdan değil yanlış anlama.

İş dediği şey Paketçilikti herhalde. Ben peperonninin sözde yeni paketçisiydim. Artık her ne demekse bu.
Cevap vermeden sadece başımla onayladım onu.

-Sanırım seni teslimat üzerindeyken yakaladım. Meşgul ediyorsam hemen seni rahat bırakabilirim. Ben de paketimin gecikmesini istemezdim.

Paket, alıcı, teslimat hepsi kafamı karıştırıyordu. Ona da neyden bahsettiğini soramazdım. Yeniden başımı salladığımda,

-Peki sevgili Red, sen işine dön. Umarım onlara Harvey'i aratmıyorsundur.

Harvey'in adını duyduğumda gergince yutkundum.
-Benden memnun olduklarını söylüyorlar, dedim.

-O zaman senin için sevindim. İstersen şu durağa kadar yürüyelim. Tabii gideceğin yer yakınsa-

-Sorun değil, taksiye binmem gerekiyor, diyerek lafını kestim.

Sonra beraber yürümeye başladık.
-Buralarda mı oturuyorsun?

Çevreme bakınıp,

-Kişisel bilgilerimi saklamayı tercih ederim, dedim.

-Hakkındır. Patavatsızlığım için özür dilerim.

Sonra ikimizde sessizce yola devam ederken, aklıma tehlikeli de olsa ona sahteden soru sormak geldi.

-Henüz peperonni de yeni olduğum için fazla bilgiye sahip değilim. Sizin kim olduğunuzu sorabilir miyim?

-Elbette, eğer eskiden olsaydın beni çok yakından tanırdın. Fakat peperonniyle işlerimi keseli aylar oluyor. Ben genel alıcıyım.

Başımı salladım. Fakat genel alıcı ne demek bilmiyordum.

-Genel alıcı olmanızın özel bir sebebi var mı?

Diye uyduruk bir soru sordum. Eğer bu alıcı işlerinde genel alıcıdan başka seçeneklerse varsa sorum havada kalmazdı.

-Her ağacın meyvesi yenmeli bana göre. Ayrıca kimseye de düşman olmamalıyız. Hele ki böyle bir zamanda. Benim için Peperonni, İgima, IA farketmez. Hangisi paramın karşılığını iyi veriyorsa ona yatırım yaparım.

-Barışçıl ayrıca çok karaktersiz bir duruş, dedim ona.

İgima ile iş birliği yaptığı için sinirlenmiştim. Adam ise gülmeye başladı.

-Nazik ve açık yorumun için teşekkür ederim. Beni gerçekten güldürdün. Ama hepsinin kendi aralarında düşman olması, benim taraf tutacağım anlamına gelmez.

Başımı salladım. Sonunda taksi durağına yetişmiştik. Adam bana elini uzatıp,

-Seninle sohbet etmek keyifliydi Red. Daha sonra, karaktersizliğim hakkında uzunca yorumlarınızı duymak isterim, dedi.

Ben de hemen elini sıkıp ona gülümsedim.
- Ayrıca barışçıl dediğimi de unutmuşmussunuz.

İkimizde gülümsedik ve ellerimizi serbest bıraktık. Ceyhun bey, elini havaya kaldırıp bir taksi çevirdi.
Yanımıza yanaşan taksinin kapısını açıp beni içeriye davet etti. Ben bindikten sonra ise kapıyı kapatırken, durdu ve iç cebinden bir kart çıkartıp bana uzattı.

-Bana ulaşmak istersen diye.

Dedikten sonra, onu gözlerimle onayladım ve kapımı kapattı.
Taksici bana dikiz aynasından bakıp "adres neresi?" Diye sordu.

Ben de dudağımın kenarıyla gülümseyip,
- 17. Cadde 2.sokak, dedim.

-Ve bir T.G.I.F klüp yolcusu daha, diye mırıldanıp gaza bastı şoför.

Evet, bir T.G.I.F yolcusu daha.

♧ ♧ ♧

Taksi sonunda, şehrin hiç bilmediğim taraflarında durmuştu. Ona parası ödeyip arabadan indim. Etrafıma bakındığımda kalabalık beni şaşırttı. Demek şehrin kuytu köşelerine çekilmek yerine, ortalıkta rahatça dolanabiliyorlardı.

Uzun direklere asılı tabelalara baktım. Şu sol ara sokağa girmem gerekiyordu. Hava da neredeyse tam anlamıyla kararmak üzereydi.

Ara sokağa sapıp yürümeye başladım. Sokak lambaları, ışıklarını buraya pek yansıtamıyordu. Bu yüzden insaların yüzleri çok net seçilmiyordu.

Sokak aralarını genellikle, sarhoş tipler, kahkahalarla geçip giden arkadaş grupları doldurmuştu. Ben de başımı çok kaldırmadan göz ucuyla ara sokaklarda klübü arıyordum.

Tam o sırada sağ tarafımdan geçen bir çift gördüm. Kadın, gösterişli ve şık elbise giymişti. Adam ise siyah bir takım elbise. Bir ihtimal T.G.I.F 'e gidiyor olabilirlerdi.

Ben de peşlerine takıldım. Aramızda ki mesafeyi uzak tutarak geçtikleri ara sokakları izledim. Son bir köşeyi de döndükten sonra, ara sokakların eskiliğine inat, karşımda yepyeni bir yapı gördüm.

Gerçi buna yapı denmezdi. Sadece bir kattan oluşuyordu. Mor, mavi, kırmızı neon renklerle parlıyordu. Kapısının üstünde de, yine neon harflerle T.G.I.F yazılmıştı.

Tekrar köşeme çekilip, başımı çıkarttıp. Adam, kapıya iki kere tıklattı ve beklemeye başladı. Bir süre sonra kapı açıldı ve hala içeriye geçmemişlerdi. Kapıdan uzanan dedektör tutan bir el gördüm. Adamın ve kadını baştan aşağı taradıktan sonra içeriye girmelerine izin verdiler.

İnanılmaz, bir klübe silahla geçmeyi beklemiyordum gerçekten değil mi? Bunu en aptal biri bile bilebilirdi. Ama ben bilmiyordum, çünkü hiç tecrübe etmemiştim.

Silahımı çıkartamazdım. Ben onsuz kendimi güvende hissetmiyordum. Tek dayanak noktam belimde varlığını hissettiğim o soğuk metaldi.

Yerimden çıkıp, sanki geziyormuş gibi klübün önüne gelip incelemeye başladım. Ön tarafta hiç pencere ya da boşluk yoktu. Biraz daha yürüdükten sonra yapının arka kısmına yetiştim. Evet, bir arka kapısı mevcuttu. Ama tabii ki, demir tellerle çevriliydi o ufak alan.

Başım hala önde, demir telleri dolaşmaya başladım. Bir kapısı mevcuttu ama zincirlenmişti. Şuan için girebileceğim hiçbir yer yoktu.

Ya silahımı bir yere saklayacak öyle girecektim ya da bir başka tehlikeli yol için denemeler yapacak, canımı tehlikeye atacak ve öyle girecektim.

Zaten silahımı bıraktığım andan itibaren kendimi tehlikede hissedeceğimi bildiğim için, hakkımı ikinci seçenekten yana kullandım. Binanın arkasına bakan ara sokağa geçip saklandım. Bir hareketlilik için bekleyecektim.

Aradan yarım saat kadar geçti fakat hiçbir hareketlilik yoktu. Ne çıkan ne de geçen birileri görünmüyordu. Sadece beklemekle yetiniyordum.

Yanımdan iki tane adam geçerlerken, birinin omzu bana çarptı. Ama sırf olay çıkmasın diye ben sanki hiç yaşanmamış gibi davrandım.
İkisinden birisi dibime kadar sokulup,

-Özür dilerim güzellik, isteyerek oldu, dedi.

-Gidin başımdan, diye sert sesle konuştum. Ve orayı gözetlemeye devam ettim.

Adam yine dibime sokulup, elini çeneme götürdü ve kendime çevirdi. Göz göze geldiğimizde, yüzümü buruşturup elimi hemen belime attım. Adam bana ve elime bir süre baktıktan sonra sırıttı ve elini çenemden çekti.

Bu türden adamlar, silahların nereden çıkacağını iyi bilirdi.

Ben arkasından bakarken, o ikisi ise yollarına devam etti. Çitin yanından geçip gittiklerinde, bir mucize olması için artık dua etmeye başlamıştım.

Çünkü sabaha kadar burada dikilirsem başıma bu tiplerden daha tiksindiricileri bulaşacaktı.

Yaklaşık beş dakika sonra ilk kez arka kapının aralandığını gördüm. Gece saatleri yaklaşıyordu. Kapı ardına kadar aralanmadan, içinden en az beş tane kalıplı adam çıktı.

Ben yerime daha da tünemiştim. Adamlar o küçük alanı yürüyüp tellere yetişti. Biri öne atılıp kilidi açtı. Ve hepsi oradan çıkıp telin önüne dizildi. Bir fırsat bulmam lazımdı. Belki oraya geçebilmem için tek şansım buydu. Ama beş tane kocaman adam tellerin önünde öylece dikilmişken bunu nasıl başaracaktım?

Uygun anı yakalamak için biraz daha beklemeye başladim. Hiçbiri kendi arasında konuşmuyor sadece dümdüz karşıya bakıyorlardı. İgima ekbinin piyonları, eğitimli bir köpek gibiydi tıpkı.

Zaten hepsi de bu karanlıkta siyah gözlüklerini takmayı unutmamıştı.

Biraz süre geçtikten sonra karşı taraftan siyah bir doblo seyir alanıma girdi. Arabayı tam onların önüne sürdükten sonra, tel kapının önünde park etti.

Sürücüsü arabadan indi ve o bir kadındı.

Siyah saçları, kafasına taktığı beyaz garip şapkanın altından dışarı taşmıştı. İki adam, kadının yanına yaklaşıp dedektörüyle onu taradı. Diğer iki adam ise, bir başka dedektör ile arabayı kontrol etti.

Ararabayı kontrol eden adamlar yerlerine geri dikildikten sonra kadın ve onun yanındakiler doblonun arkasına geçti. Kadın elinde ki anahtarla kapıyı açtığında, aklıma yoksa İgima'yı suç üstünde mi yakalayacağım fikri düştü.

O arabadan her şey çıkabilirdi. Kaçak silahlar, maddeler, çalıntı paralar, belki, belki ölü beden...

Elimle gözlerimi ovuşturup gözlerimi iyice kıstım ve kadın doblonun kapılarını ardında kadar açtı.

Arabanın içi resmen pasta doluydu. Evet, bildiğimiz yaş pastalar vardı orada. Birisi yaklaşıp eliyle birini avuçlayıp ağzına götürdü. Onun ardından hemen diğer dört kişi de arabaya çullanıp aynısını yaptı.

Bir köpekte olsan veya bir robot kimse mideye söz geçiremiyordu demek ki.

Diğer adamlar yarım dakika sonra arabanın etrafından ayrıldılar. Ve kadın kendini içeriye eğip, çok kıymetliymiş gibi bir çeşit pasta kutusunu çıkarttı.

Biri kutuyu ucundan açıp içine baktı ve kafa salladı.

O pastanın içinde kesinlikle bir şeyler gizlenmişti. Ben tam oraya odaklanmışken, onların olduğu ön caddeden resmen silah patlaması sesi duyuldu.

Sesi aniden duymamın şokuyla çığlık atmıştım.
Neyse ki hiçbiri beni duymamıştı. Adamlar etrafına bakıp bir yerlerinden çabucak silah çıkarttılar. Ve 2. Ateşlenme sesi daha duyuldu. Hemen ardından 3. Gelmişti.

Adamlar oraya koşmaya başladı. Yoksa benim fırsatım burada mıydı? Kapılar açık ve nöbetçi yok. Derin bir nefes aldıktan sonra, elimi belime atıp silahımı çıkarttım ve dört nala arabaya koşmaya başladım.

Korkuyordum hem de fazlasıyla. Kafamda plan kuramıyordum, her şey oldukça spontane gelişiyordu. Her an biri beni yakalayabilirdi. Ve eminim ki bu adamlar bana acımasızca silah sıkabilirdi.

Arabaya yetiştiğim gibi, bana sırtı dönük olan kadının ensesine silahın tersiyle geçirdim.

Kadın ayaklarımın üstüne bayıldığında korkuyla ona eğildim.
Yoksa masum birini mi öldürmüştüm? Nereye vurduğumu bile bilmiyordum.

Elimle atan bir damar aradım ve nihayet elimin altında bir şeyler kıpırdıyordu.

Hemen kafasında ki şapkayı alıp kendi kafama geçirdim. Üzerinde ise beyaz bir önlük vardı.
Kadını zayıf kollarımla biraz doğrultup ceketini çekiştirmeye başladım. Tam çıkartırken koltukaltı ortadan ikiye ayrılmıştı resmen.

Ama hemen üzerime geçirip, kadını arabanın altına ittirdim ve orada birinin olduğu belli olsun diyede, vücudunun bir kısmını dışarda bıraktım.

Biri arabayı sürmeye kalkışırsa kadın ezilebilirdi. Ben masumları öldürecek kadar gaddar biri değildim. O kutuyu aldığım gibi, koşar adım tel kapıdan ve ardından demir kapıdan içeri girdim.

Kendimi içeriye attığım bu yer depoya benziyordu. Kapıyı arkamdan kapayıp içeriye hemen göz attım. Görünürde kimse yoktu. Etraf raflarla doluydu. Üstelik ışık çok sönük yanıyordu.

Hızlı adımlarla, kulağıma yavaştan ilişen sesi takip etmeye başladım. Müzik sesiydi bu. İlerledikçe, bir tane daha kapı çıktı karşıma, elimle kolu aşağıya indirdim. Lütfen kilitli olmasın...

Gözlerim öyle bir kamaşmıştı ki ışıktan bir an kör olacağımı sandım. İki adım ileriye atıldım ve bu bir metrelik ileriye uzanan terastan aşağıya baktım. Burası resmen insan kaynıyordu. Ve aşağısı, dışarıda ki tek katın, şüphesiz 4 katı genişlikteydi.

Elimde ki pasta kutusuna, belimde ki silaha ve aşağıya baktım. Ben tek başıma, tehlikeli yolları izleyerek, bir kaçak olarak buraya girmeyi başarmıştım.

Yüzüme saçma bir gülümseme yerleşti. Kendimle gurur duyuyordum. İnsanları silahla bayılttığım için değil, karanlık tarafın, karanlık olduğunu ve buna uyum sağlamam gerektiğini kabullendiğim için.

Her neyse ilkokul münasebeti gibi aferimleri hemen geçtikcen sonra yeniden korku dört bir yanımı sardı.

Etrafımdan insalar geçip duruyor ve bana bakıyordu. Doğru elinde pasta olan bu pastacı kılıklı kız burada ne halt yiyordu?

Müzik sesi, kulak zarlarımı patlatacak kadar şiddetliydi. Yolumu bilmeden o terasta yürümeye devam ettim. Art arda kapılar dizilmişti.
Birinin önünden geçerken, kapı açıldı ve ben içeriye çabucak göz attım.

Bir yatak görebilmiştim. Bu kapıların ardında özel suit odalar olmalıydı. Peki ben bu pastayı kime vermeliydim?

Biraz daha hızlandıktan sonra, kapısı açık ve ışığı kapalı bir oda gördüm.

Kendimi hemen içeriye atıp kapıyı kapadım. Kapının yanında duran düğmeden ışığı açıp yere çöktüm.

Kutuyu zemine koyup hemen açmaya başladım. Bir şeyler bulacağıma emindim.
Kutuyu açmayı bitirdim ve karşıma, sadece Karamelli pasta çıkmıştı.

Hayır, pastanın içine saklanmış olmalı.
Yanılıyor olamam.

Etrafa bakındım ve gişede asılı olan ayakkabı çekeceğiyle pastayı karıştırmaya başladım. Her bir dilimini, lime lime edene kadar inceledim. Fakat en ufak bir çip, eşya, tuhaf bir alet yoktu. Bu pasta boştu. Ve ben bu tehlikeden elim boş ayrılmak üzereydim.

Pastayı köşeye itip, şapkamı çıkartacam derken, shit!
Güvenlik kameraları?

Beni görür veya tanırlarsa ertesi gün kapımın önünde beyaz gözlük bulurdum. Şapkayı yerine geri taktım ve saçlarımı önüme düşürdüm.

Pastayı olduğu kadar tekrar kutulayıp elime aldım ve kapıyı yavaşça açıp dışarıya baktım. Önümden geçen insan kalabağına ayak atıp onların arkasına gizlene gizlene, önce pastayı köşeye attım. Ardından hemen ceketimi soydum.
Onlar hızlandıkça ben de hızlanmıştım ve son olarak şapkamı çıkartıp bir yere fırlattım.

O kalabalıktan hala ayrılmadan, onlarla merdivenlerden aşağıda ki dev insan havuzuna indim. Neyse ki, şimdi biraz güvendeydim.

Benim gibi giyinen kadın sayısı hiç yoktu. Herkes göz alıcı bir şekilde şıktı.

Fakat saçları sarı ve uzun düz olan kişiler çoktu. Benim ki açık kahverengiydi ama şapka takıp at kuyruğu yaptığımdan bu fark edilmezdi.

At kuyruğu da aklıma gelince, hemen tokamı söküp attım.
Dans eden insalar arasında yürümeye çalışıyordum.

Neyse ki önlük te giymiştim az önce, ne giydiğim de kamufile olmuştu. Şapka da yüzümün yarısını kapatıyor deseķ, sanırım kameralara çıkmamın onlara pek bir getirsi olmayacaktı.

Etrafıma bakıp çıkış aramaya çalıştım. Buradan bir an önce kurtulmalıydım. Üstelik elimde kayda değer tek bir bilgi bile yoktu.

Emir beni bir hiçliğin ortasına göndermişti resmen.

Buradan nasıl bir ipucu yakalayacaktım ki? İnsanlarından mı? Her klüpte bu tipler vardır. Ve bu klüp sahibini ilgilendirmez.
Peki ya satılan içeceklerden mi? Onlarda her klüpte vardır. Yani eminim öyledir.

Ne yapacaktım ben? Suit odaları tek tek dinlemem mi gerekiyordu? En az 100 tane var.
Tüm insaların ceplerini mi kontrol edeceğim? İmkansız.

Kalabalığın içinde gide gide, garson masasına yetişmiştim. Çevresinde oturup sohbet eden insanlar vardı. Masanın arkasında ki garson genç yanıma yetişip,

-Ne vereyim, diye sordu bağırarak.

Ben de kafamı hayır anlamında sallayıp başımı çevirdim. Bu klüpte hiçbir şey yoktu. Ve boşuna durmam da anlamsızdı.

Yerimden kalkıp giriş kapısına yükselen merdivenlere baktım. Herhalde çıkarken de dedektörden geçirmiyorlardır.

Kalabalığa yeniden dalıp, ona buna çarpa çarpa hedefime ulaşmaya çalışıyordum.

Elbette bunun mümkün olması için, dünyanın tersine dönmesi gerekiyor.

Birinin sağ koluma dokunduğunu hissettiğimde diğer adımımı daha hızlı attım. Ama aynı kolumdan daha sert bir şekilde tutulduğumda, başımı sinirle çevirdim.

-Bırak kolumu.

-Ama sen böyle güzelken nasıl bırakabilirim?

Dedi saçlarını avuc avuç jöleyle yukarıya diklemiş ve sakalını keserken de belli ki yanağını da kesmiş olan adam.

Fakat inkar etmemek lazım. Yüzünde ki bu uyumsuzluk onu çekici gösteriyordu.

Kolumu güçlükle ondan çekmeye çalıştım. Aynı anda adım da atıyordum.

-Kaçmasana, ne nazlı bir hatun çıktın?

Adam iyice üstüme çıktığında refleks olarak, ayağımı kasıklarına geçirdim. Anında iki büklüm olduğunda, ben de insanları oraya buraya savurup aralarında koşmaya başladım. Adam ise ayaklanmış beni arkamdan takip ediyordu.

Nihayet merdivenlere yetiştiğim gibi tırmanmaya başladım.

Çıkış kapısı, ben koştuğum sırada açıldı ve içeriye giren iki müşteriye çarpmama neden olmuştu. Orada ki karışıklık beni biraz yavaşlattı, arkama baktığımda beni kovalayan adamın gözünün dönmüş olduğunu fark ettim.

Elim belime gitti, fakat silahımı burada çıkartmak kendi intiharımın bileti sayılırdı.

Kapıdan amansızca çıkıp koşmaya başladım. Neresi olduğunu bilmediğim ara sokaklara dalınca, kendimi bir labirentin içinde kaybolmuş fare gibi hissettim.
Ve arkamda benden bir parça koparmak isteyen vahşi kedi.

Koşmaktan böbreklerime kramp girmişti. Hissettiğim korku ise vücudumu titretiyordu. Hala arkamda mı diye baktığım o sırada sağ şakağıma okkalı bir tokat yeyip duvara çarptım.

-Kaçan her zaman kovalanır, bunu bilmiyor musun aptal kadın?

Hala duvara yaslanmışken üzerime gelmeye başladığında, hissettiğim tüm korkuyu sanki zihnim ile tek kolumda topluyordum.

İki kolunu açıp üzerime denk geldiği anda sağ kolumla kulağına gelişine ama sert bir yumruk attım.
Adam küfür edip geriye doğru sendeledi.

Ama bu onu yıldırmışa hiç benzemiyordu. Duvardan destek alıp ayaklandım ve yeniden koşmaya çalıştım. Ama başıma öyle kötü bir acı saplanmıştı ki kendimi kıpırdatamıyordum bile.

O sırada adamın iğrenç nefes sesini yeniden ensemde hissetmem ile dirseğimi karnına geçirmeye yeltendim.

Ama adam dirseğimi tuttuğu gibi ters çevirdi ve omzuma yumruk attı. Bu dengemi sarmış ve yere düşmeme neden olmuştu. Ağzımdan acı bir ses çıktı.

Adam ayaklarının dibinde uzanan belime bir tekme daha atıp yana savurdu. Fazla zayıf ve dayanaksızdım.

Bir iki tekme ve ufak yumruklarla kolayca alt edilebilirdim. Ama kurtuluş yolum vardı. Beni yalnız bırakmayan o şeye elimi tam atmışken, karşımda ki adam saniyeler ile aynı hareketi tekrarladı.

Ve şimdi ikimizde birbirimize silah çekmiştik.

-Eminim ki o silahı kullanmayı bile bilmiyorsundur.

-Test etmek ister misin? -Silahı göğüs kafesinden kafasına doğru götürdüm- Mesela beynini patlattığımda, bizzat öğrenmiş olursun bilip bilmediğimi.

Adam burnundan soluyordu. Bana öldürücü bakışlar atarken ben, ayağa kalkmaya çalışıyordum.

İkimiz birbirimize hala silah doğrultmuşken sol elimi duvara uzattıp kendimi kaldırmaya çalıştım.

Elimin boşluğa gelmesiyle, dengemi kaybetmem adam için kaçınılmaz bir fırsattı. Silahını atıp doğruca üstüme geldi.

-Seni öldürmeden önce öğrenmem gerek başka şeyler var. Mesela tadının ne kadar güzel olduğu.

Başını başımım yanına soktuğunda yerimde çırpınıyordum. Silah elimden çoktan düşmüştü. Ayaklarım hiçbir yerine yetişmiyordu. Kafamla kafasına vuruyordum ama o gülüyordu buna.

Gözlerimi sıkıca kapatıp bunların bir rüya olduğuna inanmaya çalıştığım anda, adam birden üzerimden kalktı.

Sanırım gerçekten rüyaydı.

Gözlerimi açtığımda ise Emir, diz çökmüş olan adamın ensesinden tutmuş bana delicesine bakıyordu.

Ardından adamın kafasına öyle bir vurdu ki, kanlar içinde yere düşmesine sebep oldu.

Nefes nefese kalmış halde, gözleri hala üzerimdeyken dedi ki,

-Şu lanet olası sözü tutmam lazım, öyle değil mi?

4. BÖLÜM SONU

 

Ulan ne aksiyondu beeeee.

 

EMİR AYBEYAZ'IN GİRİŞİ HAKKINDA NE DÜŞÜNüYORSUNUZZZ???

 

Buraya kadar okuyan herkeseee teşekkür ederim.

 

Sizlerden bol bol yorum ve ☆ VOTE☆ istiyorum..

 

Haydi bakalım bir sonra ki bölümde görüşmek üzere ❤⛓🖤

 

 

Loading...
0%