49. Bölüm

46. BOLÜM- UMUT HÂLÂ VAR

sho.sha.
shorosharpen

 


Uyan, kalk, yolun var
Dağılmaz dumanlar
Üfleme, çek içine, yan
"Biraz daha yolun var"
Der o ses içimde, hatta kafamda
Durulmaz asla, hiç yorulmaz
Çırpınırken ben inatla, inatla

 

NKBİ - GÜNEŞ

 


Sen gittiğinden beri hayat bir sonbahar bahçesi
Kuru bir yaprak kadar bana hüzün kokuyor
Şimdi dökülen yapraklardan biri
avucumda duruyor

 

Her soluk çizgisi bana bizi anlatıyor
Şimdi ıssız sokaklarda kalbimde biri var
Giden dönmeyince geri beni dünya ne bağlar
Artık soğuk akşamlar bana gökten sensizlik yağar
Kalan olmayınca beni bu dünya ne bağlar

 

Milat- ıssız sokaklar

 

❤️⛓️🖤

Arka koltuğun kapısını açtım ve arabanın içine geçip oturdum. Tıpkı eski günler gibi.

Tıpkı ilk tanıştığımız gün gibi.

"Nereye?" diye sordu kabaca bir sesle.

Sesimi değiştirip "Sürmeye devam et," dedim.

Ayağını frenden çektiğinde harekete başlamıştık. Artık Ceyhun Dinç'le aynı arabanın içindeydim. Hem de o, arka koltukta az önce mezarına gittiği kadını taşıdığını bilmiyordu.

Sözünü tutmamıştı.

Ceyhun sözünü tutmayan taraf olmuştu. Ben ölürsem arkamda bıraktığım adamın yaşamasını istediğim hayat bu değildi. Parasıyla hayalinde ki en pahalı son model arabayı alması gerekiyordu. Geriye artacak olan miktar ona kendi işini kurması için bile yeterli gelirdi. İsterse yurtdışına çıkar kendine yepyeni bir hayat kurardı. Tüm bu entrikalardan, yalanlardan, pis işlerden uzakta. Tertemiz bir sayfa açmayı kim istemezdi ki?

Ceyhun istememişti, onu bulduğum çukurun içine geri -bu sefer daha derine- düşmüştü. Arabanın arkasında oturup hiç değişmeyen profesyonel şoförlüğünü izliyordum. Sessizdim, nefes alışımı bile fark etmesin diye yavaşlatmıştım. Yüzümde ki atkı ve gözlük beni hala tanınmayan birisi kılıyordu.

Neler değişmişti? Ceyhun'u mezarda gördüğüm haline fazla kafa yormaya fırsatım olmamıştı. Şimdi önümde otururken yüzünün bir kısmını inceliyordum. Gözleri çökmüştü, sabahın körü, belki de arabasına aldığı ilk müşteri benim. Yorgun olması mümkün bile değilken neden, neden bu adam perişan haldeydi? Neden üç ay boyunca toparlanmamıştı. Sanki beni daha dün mezara koymuş gibi ağır siyah bir yas vardı yüzünde.

Yüreğimin kaburgalarımın arasında sıkıştığını hissettim. Gözlerim özlem yaşları akıtmak için delice yanıyordu. Ellerim ona dokunmak istiyordu, kollarım bedenini sarmak istiyordu. Tam önümde, koltuğumdan santimlerce uzakta benden habersiz duruyordu Ceyhun. Bir eli direksiyonda bir eli vitesin üstünde.

Yol şehrin merkezine bağlanmadan önce ona kendimi göstermem gerekiyordu. Daha fazla dayanamıyordum zaten bu duruma.

Yutkunup sesimi inceltip titreterek farklı tona dönüştürünce, "İsmin... ismin ne adam?" diye sordum.

Ceyhun neredeyse boş yolda, ifadesiz bir suratla arabayı sürmeye devam ederken bana bakmadan "Sanane teyze," diyerek sert bir şekilde dişleri arasından konuştu.

"Belki sana iş koyacağım?" diye devam ettim. Tüm bu cümleleri Ceyhun'a ilk kez iş teklif edeceğim o günde kullanmıştım.

Ceyhun sıkıntılı bir nefes verdi. "Tövbe yarabbi tövbe, sabah sabah asabımı zorla bozuyorlar." Sağ elinin altında ki direksiyonu hızlı hamlelerle değiştirip duruyordu. "Bana bir adres ver artık."

Adres? Üzgünüm Ceyhun nereye gideceğimi şuan bilmiyorum ve aklımda ki tek adres seni, bana geri getirecek olan o cümlelerin kapısı.

"Sana iş teklif etmek istiyorum. Kabul etmeye ne dersin?"

Sağ elini vitesten çekip ensesini sıkmaya başladı. Dudakları arasından fısıltı gibi isyan kelimeleri sayıyordu.

"Yok istemem! Ben yerimden gayet memnunum."

Her cümlemden sonra kalbim kademe kademe aratarak atmaya devam ediyordu. Bu nefes donduran soğuk havaya rağmen alnım terlemişti.

"Ama," dedim bana ait olmayan heyecana karışık sesle. "Ama sana aylık beş yüz bin lira verecegim."

Araba hızla yavaşlayarak ani bir frenle birden durmuştu. Ceyhun'un dehşet bakışları bindiğimden beri ilk kez dikiz aynasından beni bulmuştu. Kımıldamıyordu. Siyah gözlüğümün ardında gizlenmiş görmediği gözlerim onun kahve gözlerine kilitlendi.

"İşi siktir et gitsin, istemiyorsan şoförüm olma," dedim son kez değişik sesimle. Ardından normal sesime dönerek devam ettim. "Ama canımdan bir parça ol, ruhumun temiz tarafı ol, kalbimin en mutlu yerinin sahibi ol. Dostum ol Ceyhun Dinç, benim uğruna canımı vereceğim biricik dostum ol."

Bana bakan gözleri bir milim bile oynamıyordu. Nefes almayı unutmuştu. Yas içinde ki grileşmiş yüzüne renk bile gelmedi. Göğsü yok denecek kadar az inip kalkıyordu. Ben ise ne yüzümü açtım ne de daha fazla konuştum. Duyduğu şeyi hazmetmesi için ona vakit tanıdım. Bir dakika sürdü... Yetmedi iki dakikaya kadar devam etti. Arabanın içinde ki gergin hava uçup gitmiyordu. Ceyhun, bakakalmıştı sadece.

Daha fazlasına mı ihtiyacı vardı anlamadım. Sesimi unutmuş muydu? Kim olduğumu hala anlamadı mı? Bıraksam akşama kadar öyle kalacak gibi putlaşmıştı.

Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kendimi göstermeliydim. Hatırlardı beni, tanırdı. Yoksa neye benzediğimi üç ayda unutmuş muydu? Titrek parmaklarım korka korka gözlüğüme gitti. Eğer bunları kaldırırsam ona bakan derin gözlerimden anlayacaktı kim olduğumu.

Gözlüğün çerçevesinden tutup indirmeye kalktığım anda birden, "ARABADAN ÇIK!" diye bağırdı. Olduğum yerde sıçramıştım. Kendisi beni beklemeden emniyet kemerinden kurtulup arabadan bir an önce indi. Arabanın sağ tarafına, asfalt yolun bittiği ve insanların orada durabildiği taşlı kısma geçti. Çünkü sol taraftan yani ana yoldan arabalar geçip gidiyordu.

Ben de gözlüğümü bırakıp hemen arabadan indim ve karşısında durdum. Aramızda iki metre kadar uzunlukta mesafe vardı. Orada ayakta öylece durmuş bana bakıyordu. Ben de aynısını onun için yapıyordum. Ama o beni tanımaktan ziyade, hala neye uğradığını anlamaya çalışıyor gibiydi. Benim gerçek olduğumdan emin bile değildi.

Bu bekleyişin sonu gelmeyecekti. Elimi bir kez daha gözlüğüme götürüp bu sefer bana engel olacak bir şey demesine izin vermeden çıkartıp taksinin açık penceresinden içeriye attım. Daha gözlerime bakmasına fırsat vermeden yüzümü örtmek için başıma doladığım şalı döndürerek dramatik bir şekilde açtım. Onu da gözlüğün yanına yolladım. Artık her şeyimle tamamen ortadaydım ve can alıcı son hamle olarak başımı yerden kaldırıp Ceyhun'a baktım.

Bacaklarından başlayan titreme birden adamın tüm vücudunu sardı. Şiddetle kendinden geçiyordu. Parmakları kendiliğinden açılıp kapanıyor dizleri ayakta durmak için güç arıyordu. Yüzü, o renksiz solgun yüzü... Acı içinde kıvranan yüzü... Bana baktığı her saniye renk değiştiriyordu. Gözleri, ah o gözleri hala bir hayalin içinde süzülüyor gibi ruhsuzdu.

"Hayır, hayır, hayır, bu mümkün değil, hayır," diyordu art arda. Dizlerinde ki güç daha fazla bu adamı taşımaya yetmeyerek kendini saldı. Ceyhun dizlerinin üstüne yere düştü. Kafası bir bana bakıyor, bir gökyüzüne çevriliyor, bir arabalara dönüyordu. "Allah'ım, Allah... Hayır... Hassiktir, hassiktir! Ulan..."

Sesini ilk kez bu kadar korkmuş ve çıldırmış duyuyordum. Ben de onunla birlikte korkmaya başladım. O yerde debelenirken ona bir şey olmasından korktum, aklını kaçırmasından korktum. Ayaklarım ileri doğru atıldı.

Ceyhun öfkenin içinde kaybolmuş gibi hiddetle bir kez daha bağırdı.

"Yaklaşma! Sen gerçek değilsin! Ben delirdim. En sonunda delirdim, belliydi, en sonunda delirdim. Belliydi. Sen gerçek değilsin. Değilsin."

Adım atmayı bırakmadım. Ona yaklaşmaya devam ettim. Dizlerinin dibine yetiştiğim zaman ise bana sefil başını kaldırıp baktı.

"Burada değilsin," dedi patlamak üzere olan gözleriyle bana yalvararak. "Sen gerçek değilsin."

Sol elimi kaldırıp narin bir şekilde sağ yanağına koydum. Dokunuşumu teninde hissettiği anda gözlerinden yaşlar boşandı.

"Gerçek değilsin..."

"Yokluğumda çektiğin acılar kadar gerçeğim."

Yanağını okşarken onu gibi diz çökerek karşında oturdum. Diğer elimle yaşlardan ıslanmış boş yanağını aldım avuç içime. Yüzü iki elimin arasındaydı.

"Bana bak Ceyhun, hala parlayan gözlerime bak ve ne kadar gerçek olduğumu anla."

Başını iki yana sallayıp, "hayır," diyerek mücadele ediyordu.

Ellerimle kafasını sabit tutup bana bakmaya zorladım onu. "Hadi bak Ceyhun'um, nolur bana bak. Tam karşısındayım. Ölmedim, hayattayım. Hala hayatındayım, hala senin başı beladan sıyrılmayan dostunum. Bana bak Ceyhun! Gözlerime bak!"

Hareket etmeyi kesip nihayet gözlerime bakmıştı. Aklı yavaş yavaş bu gerçeğe yatıyordu. "Karmen?" dedi kendine soru soruyor gibi. Başımı salladım. "Sen... Sen hayal olamazsın... Hayallerim bile bu kadar gerçek ve güzel değil. Sen...hayal olamayacak kadar gerçeksin ve güzelsin."

"Hayal değilim, kafayı yemedin Ceyhun. Hatta hiç olmadığın kadar kendindesin."

Ellerimi yanaklarından çekip onun ellerine götürdüm. Birini kaldırıp kendi kalbine diğerini ise benim kalbime koydum. "Bak kalplerimiz atıyor Ceyhun, delicesine atıyor. Ben buradayım diye bağırarak atıyor. İkimizde hayattayız. Yaşamın tam içindeyiz Ceyhun. Birlikte, yeniden, eskisi gibi. Yarım kalmadık, buradayım işte. Yarım kaldığını sandığın o hikâyeyi tamamlamaya geldim."

Gözyaşları yavaş yavaş dinerken konuşmak yerine bana susarak bakmaya devam etti. Dakikalarca baktı ve elleri kalplerimiz üzerindeki yerini korudu. Ona bakmak istesem bile gözlerim tedirginlikle etrafımızı gözetliyordu bir yandan. Çünkü başıma koyulmuş ödül, her yerde bu ödülü almak isteyen katiller, tetikçiler, suikastçiler dolaşırken tam şuan da ikimizin ölümüne sebep olabilirdi.

Gözlerimi etrafta beni izleyen kimse olmadığına azıcık emin olunca Ceyhun'a geri çevirdim. Ceyhun'un bakışları karmaşık duruyordu. Yaşadığımı kavradığı her saniye bir şeyler kafasını kurcalıyor gibiyidi.

"Karmen... Karmen Ivy As Cindy. Yavrum, yavrum benim buradasın. Bana bakıyorsun, sesin çıkıyor, gözlerinde renk var, kalbin elimin altında atıyor."

Afallamıştı. Aklına düşen her soru onu huzursuz ediyordu.

"Karmen... Hayattasın Karmen, bu imkansızdan beter, hayattasın...bu nasıl mümkün olabilir?"

"İmkansızlık, umutsuzluğun arkasına sığınmış basit bir kelime Ceyhun. Umut hâlâ var can parçam. Umut hâlâ var."

"Ben," deyip taksiye baktı. "Ben yeminimi tutamadım kadın, ben yapamadım. Özür dilerim, hayatıma devam edemedim. Seni utandırdım, yeminini çiğneyen bir şerefsiz oldum. Affet beni kadın, affet ne olursun."

Kafasını tutarak yüzünü kendime döndürdüm. "Affedilecek bir şey yapmadın, hiçbir şeyin suçlusu değilsin. Ama duymaya ihtiyacın varsa seni affediyorum Ceyhun, hem de en içten bir şekilde affediyorum."

Başını sallayıp o anda iki kolunu kocaman açarak beni kendine çekti ve tüm bedenimi göğsüne sığdırmaya çalışıyor gibi bastırdı. Kolları etrafımda yengeç kıskaçları misali sıkı sıkı dolanmıştı. Kafamın üzerine yumuşacık bir öpücük bıraktı. Bırakmak istemiyordu ama burada daha fazla duramazdık, tehlikeye girmem an meselesiydi.

Ellerimle kollarını yavaşça indirip bedenimi geriye çekip ona kocaman bir tebessüm hediye ettim. "Artık kalkmamız lazım, konuşacak çok şey var ama burada olmaz."

Ceyhun beni ellerimden tutarak kıvrak hareketlerle kaldırdı. "Nereye gitmek istersin söyle? Hemen gidelim. Her yere, istediğin her yere gidelim Karmen."

İstediğim her yere maalesef rahat bir şekilde gidemezdim. "Bize oturup konuşabileceğimiz gözlerden uzak bir yer bul Ceyhun. Şehir içine geçmesen daha iyi olur."

Adam öyle bir durumdaydı ki dediğim hiçbir şeyi sorgulamadan yapmaya hazırdı. Beni onaylayıp hızla arabaya binmeye giderken, "Ceyhun dur! Sana sürprizim var. Önce onu gör," dedim.

Durup bana olağanüstü biriymişim gibi gözlerle bakmaya devam eden adama gülerek taksinin ön kapısına doğru yanaşıp açtım. Ceyhun'un kaşları yay gibi gerildi. "Karmen sen..."

Gülümsemeye devam ederken arabanın ön koltuğuna binip kapıyı kapattım. Ceyhun bir çırpıda arabaya bindi ve hayretle baktı. "Sen...Ön koltuğa bindin, kadın sen..."

"Evet Ceyhun bindim, artık binebiliyorum. Ve hatta mezara kadar araba sürerek geldim."

Ceyhun'un gözleri gurur ve sevinçle parladı. Kalın eliyle başımı tutup kendine doğru eğdi ve anlımdan öptü. "Helal olsun sana lan! Helal olsun yavrum. Ama, işimi de elimden aldın artık."

Katılarak gülmüştüm. Ceyhun çoktan arabayı çalıştırıp gaza basmıştı. İkide bir kafasını bana çevirip duruyordu. "Önüne bak Ceyhun yoksa bu sefer gerçekten öteki tarafı boylayacağım."

"Saçma sapan konuşma," diye azarladı hemen beni. "Ah, özür dilerim kadın öyle sert konuşmak istemedim. Dilimi sikeyim."

Yine gülmüştüm. O ise bir dakika tekrar şoka giriyor diğer dakika da kendine geliyordu. Yirmi dakika boyunca yol aldıktan sonra arabayı yolun dışında kalan geniş derme çatma araziye geçirdi. Yüksekteydik, hatta bir yamaçın üstünde.

Ceyhun arabayı uygun bir yere park ettikten sonra etrafına baktı. "İşte burası gözlerden uzak bir yer kadın, emin ol."

Pencereden dışarıya baktığımda yamacın ötesinde ki geniş maviliklere baktım. Denizin üstüne yeni doğan güneşin ilk ışıkları vuruyordu. Fakat elim kapının koluna gitmedi. Ceyhun inmek üzere benden onay bekliyordu.

Bir yamacın üstündeydiz, kim bilir bu uçurum ne kadar yüksek? Gidip bakmaya cesaret edemeyeceğim kadar.

Uçurum... uçurumun dibindeyiz, sen uçurumun kenarında yürüyorsun Karmen, bir gün düşeceksin...Uçurum... Gözlerimin önü neden kararıyor? Güneş yüzüme mi vuruyor? Bakışlarımı kör mü etti? Bu patlama sesleri nereden geliyor? Uçurum... Kafamın içinden mi? Katil! Seni öldüreceğim, yüzünde ki çuvalı kaldır, sen bilinmeyensin. Katil, seni öldüreceğim... Uçurumun kenarında yürüyorsun Karmen, düşeceksin. Silahım elimde, parmağım tetikte ve katil karşımda, onu öldürmem gerekiyor. Pat! Vuruldum... Uçurum... Vuruldum ve düşüyorum... Ölmek üzereyim, düşüyorum.

Bir ses duyuyorum, uzaklardan gelen bir ses.

"Kadın! Kadın korkutma beni! Karmen, yavrum iyi misin? Yavrum benim bana bak, iyi misin ne oldu?"

Kolumdan tutulup sarsılmam tüm düşüncelerimden uzaklaştırdı beni.

"Ha? Ne oldu? Ceyhun sakin ol, ne oldu?"

Ceyhun korkmuş gözleri beni delip geçiyordu. "Donup kaldın kadın, gözlerini hızla kapatıp açıyordun. Kendinden geçmiş gibiydin." Elini uzatıp saçlarımı şefkatle okşadı. "Burası yüzünden değil mi? Olduğumuz yer yüzünden, kafamı sikeyim, delirdim mi ben?"

"Ceyhun ben iyiyim," dedim güçlükle. "Burası beni korkutmuyor, başıma talihsiz olay gelen her yerden korkacak olsaydım bu işin sonu gelmezdi."

"Başka bir yer istiyorsan hemen gidelim," deyip el frenine yöneldi. Elini tutup ona engel oldum. "Başka bir yere gitmek istemiyorum. Burası çok güzel," diyerek arabadan indim.

Serinlik bedenimde ki yaralar üzerinde yoğunlaştı. Arabanın ön tarafına geçip kaputun üzerine çıkıp oturdum. Bacaklarımı kendine doğru çekip kollarımla etrafını sardım. Ceyhun yanıbaşıma gelip taksiye yaslandı.

İkimiz uzaklarda ki büyük ihtişamlı sarı noktayla, asil mavi çarşafın birbirine harmoniyle karışıp gözlerimize sunduğu tapılası manzarayı izlemeye koyulduk.

Ceyhun'un manzaraya doyması kısa sürdü ve bedenini bana çevirdi. "İşte benim manzaram burada."

Bu tür cümlelerin kelimelerini bir araya getirmeyi bile bilmeyen adamın karşımda şairane halleri beni kıkırdatmıştı. "Sana kurban keseceğim bütün etleri de dağıtacağım, bak görürsün," derken kafasını ciddiyetle sallıyordu.

Bu lanet olası sözde dağ adamı beni ağlatmak üzereydi. Zaten onu zar zor susturmuşken bir de ben başlayacaktım. Boğazıma kadar gelen yumruyu es geçtim.

"Ceyhun seninle akşama kadar burada kalmak isterdim-"

"O zaman kalalım."

"İsterdim ama gitmem gereken birden fazla yer var."

Yüzü öyle düşmüştü ki kurumuş dudakları aşağı kıvrıldı.

"Ben artık hep buradayım Ceyhun, eskisi gibi. Bir yere gittiğim yok. Birlikte çokça vakit geçireceğiz, söz veriyorum."

"Buradasın, tam karşımdasın, canlısın, şükürler olsun. Şu sesi bir daha hiç duymayacağım sanıyordum, şu gözlere bir daha bakmayacağım. Ama buradasın. Ama... Ama sen nasıl buradasın Karmen? Nasıl?"

Ciğerlerimi tertemiz serin havayla doldurdum. "Nasıl..." dedim onu taklit ederek. "Nasıl... Anlatacak çok şey var. Birinden başlamam lazım, en başından o zaman Ceyhun. Her şeyi bilmeni istiyorum, hakkımda ki hiçbir şeyden eksik kalma."

Adam geniş pazulu kollarını göğsünde bağladı ve arabaya iyice yaslanıp bana döndü. "Anlat bana Karmen, ne istiyorsan onu anlat."

Düşüncelerim mecburen hatırlamaktan çekindiği o günlere dönecekti. Mecburen yaşadığım o kabustan beter acı dolu kederli günleri bir kaç kelimeye sığdırarak anlatacaktım. Bir kaç kelime sonra bitecekti, bir kaç kelime... O günlerin hakkını vermeye yetecek miydi? Ne kadar basit duruyordu, bir kaç kelime, bir kaç saat... Başkaları bunu duyup ben ise anlatıp geçecektim. Nitekim ruhum, bedenim, zihnim o anları döngü içinde yaşayıp duracaktı.

"Karmen, yine dalıp gittin."

Ve yine kendime bir uyarı sayesinde geri geldim. Kaçışım yoktu, bugün belki defalarca aynı hikâyeyi anlatıp duracaktım.

"Uçurumdan düştüğüm o günü hatırlıyor musun?"

"Hiç unutmadım, kadın yemin ederim ki seni ölüme terk etmedim. Aradım, her yerde aradım hemde. Nehir kıyılarına, akıntının kesiştiği taş kenarlarına, ormana... Elimden geleni yaptım ama bulamadım... Ölümünü kabullendim, herkes kabullendi, bir ay olmuştu bile cesedin yoktu. Ama sen de yoktun, sana boş bir mezar kazdık. Allah belamızı versin, öldüğüne artık emindik."

Hepiniz değil, diye geçirdim içimden. Birisi hariç herkes öldüğüme inanıp benden vazgeçti. Tek bir kişi hariç, Victor...

Yine de karşımda ki adama zerre kadar zalim olmayacaktım. "Ceyhun'um bu yüzden kimseyi suçlayamazsın. Aylarca yoktum, bir uçurumdan vurularak düştüm. Aslında hayatta kalmam bile bir mucizeydi."

Son cümlenin etkisi Ceyhun üzerinde ağırdı.

"Uçurumdan aşağı düşerken ki anı hatırlıyorum gözlerimi kapatmamla her şey bitti sanmıştım. Fakat o iki gözü geri açtığımda daha doğrusu uyandığımda tedavi görüyordum.

"Yavrum uyandığında bana ulaşmaya çalışsaydın, ah keşke ulaşsaydın hastaneye gelirdim, artık hangisinde isen. Ayrıca seni kim hastaneye götürdü?"

Ceyhun'un kafasında ki en kötü senaryolar işte bu saydıklarıydı. Hâlbuki gerçekler daha korkunç olmaktan utanmadılar.

"Ceyhuh bana bak," dedim ama o zaten göz temasını hiç kesmiyordu. "Sandığın gibi olmadı. Uyandım ancak bu uyku değildi. Ben..." boğazıma saplanan dikenlerden nasıl kurtulacağım? "Ben komaya girmiştim. 32 gün boyunca sürmüş. Daha uzun olabilirdi, mesela senelerce ama ben 32. günümde komadan uyandım. Üstelik hastane değil birisinin evinde olarak."

Uyandım dedim ancak intikam yüzünden uyandım diyemedim, bu kadar canavarca bir sebep için hayata tutunduğumu itiraf etmek benim için bile zordu.

Ceyhun çarpılır gibi oldu. Dudakları aralık kalmıştı. "Koma mı? Komaya mı girdin? Lan... Nasıl lan... Niye lan niye niye!"

"Bu tür soruları o zamanlar kendime çok sordum ama bir cevabı yok. Komadan uyandığımda çoktan bir ay geçmişti. Sana veya kimseye ulaşmadım, doğrusu aklıma bile gelmediniz. Hafıza kaybım olmadı ama bazı şeyleri hatırlamakta güçlü çektim."

"Seni kim buldu yavrum? Neden polise veya hastaneye gitmemiş? Neden evine almış? Hangi akla mantığa dayanarak?"

Acı bir tebessüm ettim, beni bulan adamı hatırladım. Vefa borcumun en fazla olduğu o mağrur bakışlı, nazik, yorgun adamı. Ali Duman. Emir, acaba Emir öldü mü? Ali, onu buldu mu?

"Karmen, yine, yine dalıp gittin. Bir anda susuyorsun ve bakışların kayboluyor."

Elimin tersiyle gözlerimin buğusunu sildim. "Düşünecek çok şey var Ceyhun, içinde boğulup duruyorum. Beni çok iyi kalpli bir adam buldu, cesetten farksız bedenim onun kasabasının kıyısına vurmuş. Beni, düştükten bir veya iki gün sonra bulduğunu söyledi. Önce ölmüş olduğunu sanmış ama nefesimi duyduğunda evine alarak hayatımı zora sokmamayı akıl etti. Elimde hiç bırakmadığım silahım varmış, onu komadeyken bile bırakmamışım. Ayrıca, kendisi de zaten eski polis. Evine doktor çağırıp tedavimi üstlendi. Gözlerimi açtığım ilk anı hatırlıyorum, kıpırdayamıyordum. Ağzımdan ses çıkmıyordu. Dilsizim sandım."

Bunları anlatmak kapanmayan yaralarımı deşiyiordu. Ceyhun bağladığı kollarını çözerek eliyle saçlarımı arabadayken yaptığı gibi okşadı.

"Ama şimdi capcanlısın kadın, eskisinden bile güçlü duruyorsun. O günleri düşünüp kendini üzme, hepsi mazinin tozlarına karşıtı."

"Doktora neyim olduğunu sormuştum. Söylemekten bile korktular, aklımı kaybedeceğim diye kaçmaya çalıştılar ancak ısrar ettim. Doktorun bana saydığı her detayı iyice hatırlıyorum, kafama kazıdım. Unutmamayı kendime yemin saydım. Ne zaman ki zorluğa düşecek olsam onları hatırlayıp kendime güç verecektim.

Ayaklarımda ki iki parmağımı kırıktı, bir kaçı çatlak. Say ayağımda kısmen yırtık aşil tendon varmış. Sol bacağıma saplanan kurşunu çıkartmışlar. Sağ bacağımda ise baldır kemiğim çatlakmış. Sayısız kas zedelenmeleri.

Omruga kırığı var demişti. Ayrıca kaburgalarımın kırıldığını ve bu kırığın akciğerimin bir kısmını yırttığını söyledi. Karaciğerimde benzer şekilde yırtılmış ancak dikilmişti. Ellerim ve kollarımda çatlak ve zedelenmeler mevcutmuş. Orta düzeyde kafa travması geçirdiğimi söyledi. Sıvılaşma olunca kafa içi basıncı düşürmek için ne gerekiyorsa yapmışlar. "

En zor kısma geçmeden önce nefes almak için durduğumda gözlerimi denizden çekip Ceyhun'a baktım. Yanımda ki adamın şimdiye kadar ağladığını fark etmemiştim. Çok sessizdi, boğuktu. Ağlama diyemezdim, zaten demek istemiyordum. Bir yerlerde benim için acıyıp ağlayan birisinin varlığını bilmek bana kendimi insan gibi hissetirdi.

Dün Victor'a bunları anlatmak istediğimde duymak istemeyerek kalkıp gitmişti. Onun kalbi söz konusu ben olduğumda katılaşıyordu. Benden nasıl nefret ettiğini iliklerime kadar hissediyordum. Bakışlarında, dudaklarında, yüzünde, bana temas etmek istemediğinde, mecburen dokunduğu zaman çekilen kanında... Her zerresinde oluk oluk akan nefret vardı bana karşı.

Devam etmen lazım Karmen, bak işte seni dinleyen birisi var. Bu acılarını onunla paylaş, dostun sana ağlıyor, dostun seni dinlemek için can atıyor.

"Tüm bunlarla birlikte beni en çok mahveden, aklımı oynatan son bir şey olmuştu. Vücudumun belden aşağısı felç kaldı. Bacaklarım kaskatı kesilmişti, parmaklarımı oynatamıyordum. Koşamaycaktım, bir daha asla yürüyemeyecektim. Bir kez daha tutsak kalmıştım, istediğim her yere gidebilme özgürlüğüm elimden alınmıştı."

Ceyhun yaslandığı yerden kalkıp karşıma tökezleyerek geçti ve beni kendine çekti. Sıkı sıkı sarılıyordu, ben kollarımı kaldıramadım. "Özür dilerim, sen bunları yaşarken yanında olamadığım için, seni yalnız bıraktığım için özür dilerim."

Ceyhun duygu seli yaşarken benim sakin kalmam şaşırtıcıydı. Üzerimden çekilip geriye kaydı ama eski yerine geçmedi.

"Devam et yavrum, içinde biriken ne varsa dök."

"Savaşmayı seçtim, bir kez daha." Sebebi olarak yine intikam için diyemedim. Kalbim zonklamaya başladı. Yoksa göğsümde ki ameliyat yarası mıydı?

"Haftalar boyu fizik tedavi gördüm. Kendi kendime ayağa kalkmaya çalıştım. Düştüm, kalktım, tekrar düştüm ama tekrar kalktım. Kalktım ve bir daha düşmedim."

Ceyhun'un yüzünde ki ifade gurur ve acıma arasında gidip geliyordu.

"Göğüslerimin altında geniş bir ameliyat yarası var. Onu her gün temizlemem lazım yoksa iltihap kapar. Bedenim yaralarla dolu ama merhem sürüyorum. Bacağımda ki kurşun yarası kapanmak üzere. Umarım izleri kalmaz. Aynada çıplak vücuduma baktığımda hoş olmayan bir görüntü buluyorum."

"Öyle konuşma, bu yaraları üzerinde gururla taşı Karmen."

Omuz silktim, şimdilik merhem sürmeye devam edecektim. Yaralarımı kabullenmeden önce onları götürmeyi denemek istiyordum.

"Çok güçlüymüşüm, doktor öyle dedi. Bir başka kişi de bana dedi ki, seni öldürmeyen şey güçlendiyor. Biliyorum, güçlüyüm. Artık eminim buna ve kabulleniyorum. Çünkü itiraz etmek mütevazilik değil kibirlilik olur."

Öne eğik başımı iki elinin arasına alıp kaldırdı. "Değişmişsin."

Korkmuştum. Kaşlarımı bunu ne için dediğini sezmek için anlamsızca kaldırdım. Ağzından çıkan tek kelimeyi bile kaçırmamak için ona iyice kulak kabarttım.

"Değişmek zorunda kaldım."

"Bana anlatacağını hikaye bitmiş gibi durmuyor kadın. İçini kemiren bir şeyler daha var. Söylediğin her kelimeyle birlikte o da dışarı çıkmak istiyor.

"Haklısın bitmedi. Evde kaldığım günlerden bir gün hatta bir hafta önce kapının önünde siyah bir kutu bulduk. İçinden adres yazılı Bilinmeyenden gelen bir kart çıktı."

"Bilinmeyen, o hala senin peşinde miymiş?"

Başımı salladım. "Adrese gittim ve o adreste bilinmeyeni buldum."

Ceyhun'un soğuktan kaynaklı olmayarak vücudu ürperdi. "O piçin kim olduğunu artık biliyor musun?"

Dudaklarımda istemsiz kurnazca bir tebessüm belirdi. "Evet biliyorum ve onun kim olduğunu sen de biliyorsun."

Kafası karışmıştı. "Bilmiyorum."

"Özür dilerim, o kişiyi tanıyorsun demek istedim."

"Hâlâ kim olduğuna dair hiç tahminim yok."

"Zaten tahmin edebilseydin aklımı okuduğunu iddia ederdim."

"Ama neden gülümsüyorsun Karmen? Neden yüzünde memnuniyet var? Bu bilinmeyen kim kadın?"

Onunla vedalaştığım gece geçmişimin hepsini anlatmıştım. Unutmayacak kadar hatıramı diri tutacak bir adamdı.

"Meğer en başından beri her şeyin arkasında parmağı olan, gölgeler arasında karanlığı yöneten kişi...bilinmeyen Victor."

"Victor," diye tekrarladı bu ismin ona nereden tanıdık geldiğini bulmaya çalışıyordu. "Lan!" diye bağırdı. İşte bulmuştu. "Lan bu Victor, senin Victor mu?"

Artık benim olmayan Victor.

"Evet benim Victor," dedim gülerek.

"Onun ne ilgisi var? Nereden çıktı birden?"

"Victor'un soyadını duymak ister misin Ceyhun? Çünkü tüm gizem orada saklı."

Duyacağı şeyden korktuğu açıktı. Sırtını kamburlaştırıp bana eğildi.

"Victor Ural... Dizable. Victor'un soyadı işte bu. Dizable."

"Hassiktir! Dizable mi? İgima Dizable'nin affedersin nesi oluyor?"

"Biricik oğlu." Dedim içten içe iğrenerek.

Ben bile bunu günler önce öğrenmiştim. Ceyhun hayretle iki büklüm olup havaya şaşırma nidaları attı. Ben durgun suyu izlemeye koyulmuşken - çünkü biraz daha şaşıracaktı- o sol, sağ, sol, sağ arasında gidip geliyordu. En sonunda orta noktada durarak dengesini buldu.

"Yaklaş yanıma daha bitmedi. Kendisi aynı zamanda Harvey'in katili."

"Kocanı, eski sevgilin mi öldürmüş?"

Ne trajik bir cümle.

"Evet ama öldürürken kocam olduğunu bilmiyordu. Harvey'i öldürmüş çünkü Harvey... Harvey, insan kaçakçısı."

Yüzü şaşırmaktan ziyade huysuz bir hâl aldı. Biraz duraksadıktan sonra, "Yuh! İnsan kaçakçısı mı? Bu piç için mi sen uğraştın bu kadar?" dedi.

Hâlbuki bu gerçeğin de az önce ki gibi ona kasırga gibi vurması gerekiyordu.

"Evet, öyleymiş. Ve bunu hem Emir, hem Kızıl Kehirbar, hem de Hollanda biliyormuş ve buna rağmen bana söylemediler. Kızıl Kehribar ve Hollanda'yı susmaları için Victor tehdit etmiş orası ayrı ama Emir... Emir için dostu Harvey her zaman benden önce geldi. Benim canımdan bile önce."

Kaypakça gülümsedim. "Ölmüş bir adam onun için yaşamak isteyen bir kadından bile daha değerli."

Ölmüş bir adam onun için yaşamak isteyen bir kadından bile daha değerli.

Az önce ki durgun yüzü Emir'in adını duyunca gerginlikle kasıldı. Sağ elini yumruk yaptığını fark etmiştim. Başını uçuruma çevirip sıktığı yumruğunu açıp kapattı ve yüzünü bana geri döndüğünde artık daha sakindi.

"Karmen."

"Efendim?"

"Victor'un hiç bilmediğin zalim babası İgima Dizable ise, bu durumda ailenin katili de o oluyor."

Kafamı ağır ağır sallarken yuzüme yapışmış saçları kulaklarımın arkasına soktum. Biraz sonra inatçı rüzgar onlarla tekrar dans etmek isteyecekti.

"İgima kancığının hayatımın bu kadar içinde olup bana bu kadar zarar vereceğini tahmin edemezdim. Bu gerçeği güçlükle zaptettim."

Dargın çehresi uçsuz bucaksız denize döndü.

"Peki Victor? Bana ondan bahset, hâlâ bana anlattığın geçmişte ki gibi birisi mi? İyi tarafta mı?"

Ne kadar değiştiğini ona hangi yetersiz kelimelerle anlatacaktım ki? Kalbimin acısı yüzüme vurunca suratım düşmüştü.

"Şuan birlikte -umuyorum ki kimsenin bilmediği-bir dağ evinde kalıyoruz. İgima Dizable ikimizin başına bounty koydu. Benim kafamı istiyor, Victor'un ise sadece bulunmasını. Victor, babasından hala nefret ediyor ve onu yenmek için çabalıyor. Tabii bu sefer gençliğinde ki gibi saf değil. Bambaşka bir adam olmuş, korkunç birisi, zalim ve gaddar. Karanlığın içinde mi boğulmuş yoksa karanlığın ta kendisine mi dönüşmüş bilmiyorum."

"Kadın," dedi kinayeli. Anlattıklarım merak ettiği ikinci sorunun cevaplarıydı. "Bana gerçekten ondan bahset."

Arabadan atlayıp bir metre ileriye yürüdüm. Ceyhun arkamda kalmıştı. "Ne anlatmamı istiyorsun bilmiyorum Ceyhun?"

"Biliyorsun ama kaçıyorsun."

"Sana aylar önce anlattığım geçmişimi gün yüzüne getirmenin anlamı yok. O zamanlarda yaşanan aşk tam da takvimin o çoktan koparılan sayfalarında kaldı."

Ceyhun'un varlığını sırtının hemen arkasında hissettim. Beni kolumdan tutarak kendisine çevirdi. Ve gözlerimin içine içine baktı. "Yoksa gerçekten aklımı mı okumaya çalışıyorsun," dedim sırıtarak.

"Özlemini çektiğim gözlerde ne kadar acı birikmiş ona bakıyorum. Bu gözlerde ki bakışlar nasıl keskinleşmiş ve kesmeye hazır halde ona bakıyorum. Ve elbette Victor, hiç bilmediğin ikinci ismi, dediğin gibi sanırım Ural olan adam hakkında ki yalanlarına bakıyorum."

"Benden nefret ediyor," dedim bir çırpıda. "İşte bu kadar."

"İnanmıyorum, sana köpek gibi aşıktı."

"Ben de ona köpek gibi aşıktım Ceyhun ama kaçıp bir başka adamla evlendim ve onu sevdim. Nasıl ki nefret aşka dönüşüyorsa aşkta nefrete dönebilir elbet."

"Ama Harvey'e aşık olmadın."

"İnanki bir önemi yok."

"Önemi var, daha önce hiç kimseye aşık olmamış olabilirim kadın ama sevgi, minnet ve aşk arasında ki farkı bilecek kadar aklım yerinde."

"Önemi yok," dedim bir kez daha ve yüzümü güneşe döndüm. "Kalbim buz kesmiş halde, Harvey'i sevmeyi çoktan bıraktığımı fark ettim. Victor daha gerçek yüzünü bile anlatmadan önce. Özgürlüğümü sevdikçe Harvey'e olan sevgim azaldı. Victor'un yazılı olduğu defter çoktan kapandı. O defteri yakıp kül ettim."

"Kalbin buz tutmuş değil Karmen, gözlerin alev alev yanıyor. Çünkü hâlâ orada taşıdığın bir şey var. Ne bir adam ne de bir insan. İntikamı seviyorsun değil mi Karmen? Onu her şeyden çok seviyorsun."

Beni çevirmek yerine bu sefer kendisi etrafımda hızlı bir tur atıp önüme geçti.

"Komaya girmişsin, çıkmışsın. Felç kalmışsın ayaklanmışsın. Kocan şerefsiz çıkmış, atlatmışsın. Bilinmeyen Victor çıkmış, hazmetmişsin. İgima başına ödül koymuş, meydan okuyup dışarıya çıkmışsın. Tüm bu gücü nereden buldun Karmen? Çünkü bir insandan olmadığı apaçık belli."

Onunda saçları alnının üstüne yapışmıştı. Sesi dumanlı çıkıyordu ve beni köşeye kıstırmıştı.

"Kalbinde artık sevgi taşımayan, intikam ateşiyle yanıp tutuşan ve ondan hayat bulan bir canavar olduğumu mu ima ediyorsun?"

Ceyhun parmaklarıyla nazik hareketle önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına geçirdi. Diğer eliyle elimi tuttu.

"Hayır, ima etmiyorum. Bir canavar olduğunu kabullenmeni istiyorum."

Elimi küstahça onun elinden çekip geriye doğru sendeledim. "Eskiden bana böyle demezdin Ceyhun!"

"Çünkü sen eskiden bu denli ağır savaşlara göğüs germemiştin. Ama sende eskiden benim dostluğumdan şüphe duymazdın."

"Bunu nereden çıkarttın?"

"Çünkü şimdi karşımda intikam sayesinde ayakta durduğunu söylemeyecek kadar çok çekiniyorsun benden. Canavar olduğunu bana göstermiyorsun çünkü sana farklı bir gözle bakacağımı sanıyorsun. Sana masum demeyeceğim diye korkuyorsun, sana diğer insanlar gibi acımasız olmamı bekliyorsun. Bir canavar oldun Karmen, artık benim sevdiğim dostum değilsin dememden korkuyorsun."

Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Üç ay boyunca Ceyhun insan tahlil etme işinde ilerlemişti herhalde. Beni açık bir kitap gibi okumuştu.

"Çünkü kim olsa saydıklarını yapar."

"Kim olsa?" deyip tek kaşını kaldırdı. Bana tekrar yaklaşıp kafasını üzerime dikti. "Sen her zaman benim gözümde dünyanın en masum insanı olarak kalacaksın Karmen. Bunu sen bile değiştiremezsin."

Haklıydı, gözlerinde ki bakış hiç değişmiyordu. Benden korkmuyor veya çekinmiyordu. Tiksinmiyordu. İşte bu hissi deli gibi özlemiştim.

Arabaya dönüp eski yerimi aldım. Bu sefer bacaklarımı uzatmıştım.

"Merhamet öldü," diye haykırdım Ceyhun'un korkusuz gözlerine bakarak. "Ben bedelini kanımla ödedim."

"Ölsün," diyerek yaklaştı. "Çünkü sen bedelini kanınla ödedin."

"Merak ettiğin şey Victor'la aramızda olanlar mıydı? Onun fiziksel bir düşmanı olmak isterdim. Nefretini, gaddarlığını sunduğu o herhangi düşmanlardan birisi. Yine de onun düşmanıyım ancak fiziksel hiç bir acı yok, tehdit yok. Ruhumu esir alıyor, parmakları arasında onu eziyor. Bana kurşun sıkmıyor ama sözleri bedenimi delip geçiyor."

Yorum yapmamıştı.

"Onu terk ettiğim günden beri beni sevmeye devam etmiş ve yıllarca aramış."

"Buna gerçekten şaşırdığını söyleme bana."

"Ve beni bulduğunda ise yıllardır uğruma çürüttüğü kalbinde ki tüm aşk en zehirli nefrete dönüşmüş. Birbirimizi tanımıyoruz artık, ben de ona karşı hoş duygular beslemiyorum. Çünkü tüm bu gerçekleri ben bir yalanın peşinden koşarken benden sakladı."

Başını bu iki aşığın yıllar sonra ki vahim karşılaşması ve yüzleşmesine acıyormuş gibi salladı.

"Bu saatten sonra aranızda bir şeyler olmasını ummuyorsun değil mi Karmen?"

"Hayır, aklımın ucundan bile geçmiyor. Tek istediğim ondan bir an önce kurtulmak" dedim. "Ceyhun ben Victor'u bu hale düşürmek istemezdim. Onu yıllar boyunca böyle yaralamak, mahvetmek istemezdim. Ama kaçmak zorundaydım."

"Biliyorum kadın," dedi en içten çıkan sıcacık kalın sesiyle. "Onlar bilmez ama ben biliyorum."

"Aşk, hiçbir zaman benim hayatımın merkezinde olmadı. Ailemin katilinin ahırının içinde seneler boyu hapis kaldım, henüz çocuktum. Bana bir hayvan gibi davrandılar, ölmeyi bekleyen bir çocuk oldum. Kafamın içinde ki tek ses kaçmak istiyordu, özgür kalmak istiyordu. O ahırdan ne pahasına olursa olsun kurtulmak istiyordum. Victor'un kan dökmesine gerek kalmadan, onu incitsem bile ölmesini istemedim. O gece hem onun için kaçtım hem kendim için. Ama en çok kendim için. Harvey'le evliliğim ahırın modern haliydi. Bu sefer gençliğimi iki katlı bir malikanenin dört duvarı arasında geçirdim. Nadiren dışarı çıkardık. Bu sefer özgürlük bile isteyemiyordum çünkü bulunmaktan korktum."

"Victor bu duruma anlayış göstermeyecek kadar aptalsa sikeyim onu da aşkını da."

"Bunu duyursa seni öldürür," dedim gülerek. İç bunaltıcı konuşmalara karşı sabrım tükenmişti.

"Hassiktir oradan, gelsin bakalım karşıma kim kimi yerse."

Kahkaha atmıştım. "Boyu senden uzun, en az bir doksan. Vücudu senin bir buçuk katın fazla geniş ve kaslı. Üstelik o silah kullanmaktan çekinmiyor."

"Kadın gülmeyi bırak ben ciddiyim. Sana kimse böyle davranamaz. Bu duruma izin vermem. Ona katlanmak zorunda değilsin. Eşyalarını toplayıp benim evime gel. Ben, bizim iş yerinde bekar yaşı geçmiş bir abi var onunla birlikte kalır idare ederim."

"Nazik teklifin için teşekkür ederim ancak senin evine geldiğim anda sabah olmadan kıh," deyip elimle boğazımı keser gibi yaptım. "İgima beni her yerde arıyor. Senin evinin önüne de bir adam diktiğine adım gibi eminim. Benim için endişelenme, başımın çaresine her zaman baktım. Şimdi de bakarım."

Sustuğumuz anda cebimden mesaj bildirimi gelmişti. Telefonu çıkartıp ekranı açtığımda V.U.D'den gelen bildirimle karşılaştım. Dilimle gergin dudaklarımın üstünden geçerken mesajı okudum.

"Kulaklarım çınlıyor. Hakkımda konuşmayı bırak."

Ceyhun meraklı gözlerle telefona bakarken mesajı ona gösterip, "Görüyor musun? O kafayı yemiş," demiştim. Mesaja tehlikede olduğumu düşünüp saçma hamleler yapmaya kalkmasın diye cevap vermem lazımdı. Ben de orta parmak emojisi yollayıp telefonu cebime geri soktum.

"Fotoğrafı var mı? Nasıl göründüğünü merak ettim." Demişti Ceyhun beni şaşkına çevirerek. "Koskoca İgima Dizable'nin oğlu neye benziyor?"

"Ceyhun? Sen hiç merak etmezdin böyle şeyleri. Sana ne olmuş?"

Sinirleri bozulmuştu, dudaklarını düz bir çizgi haline getirdi.

"Hem bende ne arasın onun fotoğrafı? Bok böceğine benziyor zaten."

"Günah, böyle deme."

Omuzlarımı umursamayarak kaldırıp indirdim. "Bazıları hak ediyor."

"Ayrıca onu ben uçurumdan düştüğüm zaman görmedin mi?"

"Etrafımda kim var kim yok dikkat bile etmedim kadın."

Arkasını dönmüş dalganan denize dalıp gitmişti. "Şimdi sen anlat Ceyhun Dinç. Yokluğumda ne işler çevirdin?"

"Ben mi?" diyerek çabucak bana döndü. "Benden ne bekliyorsun ki? Taksicilik yapıyorum, yatıyorum, kalkıyorum işte o kadar."

"Başka," diye sorduğumda anlında ter noktaları belirdi. "Eski çevremizle görüşüyor musun?"

Susup başını hafifçe eğdi. Gözleri yerinde fıldır fıldır dönüyordu. Yüzü morarmıştı. Bana bakmamak için özel bir çaba harcıyordu. Onun bu davranışları içime korku tohumları serpiyordu. Boğazımı düğümlendiğini ona belli etmeden sert bir tonda, "Neden sustun? Basit bir soru sordum."demiştim.

Ceyhun iki eliyle saçlarını yerinden sökmek ister gibi arkaya yatırdı. Davranışlarından bile şuan hararetli olup kendine kızdığını anlıyordum.

"Kadın bak... ben sana tek kelime bile olsun yalan söylemek istemiyorum. Kınadığım diğer kimselerden olmak istemiyorum. Bu ne kendi şerefime ait, ne de sana lâyık."

"Neden yalan söylemen gerekiyor ki?" Ceyhun ne saklıyordu? "Ceyhun bana bak!" dediğimde itaat etti. "Benden ne gizliyorsun?"

"Kadın bana güveniyor musun?" Sesi güçsüz çıkıyordu.

"Evet, elbette."

"Lütfen güvenmeye devam et ve soru sorma. Çünkü ne doğruyu söylecek cesaretim var ne yalan söyleyecek piçliğim."

"Peki," deyip sustum. Hayır susamıyordum, şimdi kafam şüphelerle doluydu. "Korkuyorum." Diye itiraf ettim. "Ceyhun sen karanlık olmadın değil mi?"

"Hayır," dedi adına leke sürülmesine izin verilmeyecek bir hızda.

"Hala temizsin değil mi Ceyhun? Kötü işlere bulaşmadın... Değil mi?"

"Hayır... Karmen, kendi özümden ne olursa olsun sapmam. Karanlıktan hâla nefret ediyorum ve bana verdiğin silah hala çekmecenin herhangi bir gözünde çürüyüp gidiyor. Hatta bana verdiğin kanlı paranın tek kuruşuna bile dokunmadım."

Yüzümü onaylamayan bir ifadeyle ekşittim. "O para senin hakkın, sen onu bizzat çalışarak kazandın. Eğer sözlerime biraz önem veriyorsan paraları harca. Lütfen harca."

Başını belli belirsiz salladı. Saatlerdir buradaydık. Gökyüzü yağmur bulutları ile kapandığı için tepemize yetişen güneş bize etki etmiyordu. Aynı konumda böyle savunmasız saldırıya açık bir alanda kalmam tehlikeli olsa bile buradan ayrılmak istemedim. Dalgalar aşağılarda bir yerlerde kayalara çarpıp duruyordu. Arabaların sıklığı artmıştı. Mideme saplanan açlık hissini susana kadar fark etmemiştim.

Victor kesinlikle kendisine leziz bir kahvaltı koymuş tadını çıkarıyordur. Onun aşçılık yetenekleri beni günler boyunca şaşırtmaya devam etmişti. İlk defa bir evin içindeydim ve yemekleri ben yapmak zorunda olmadan yatağımda yatıyordum.

Halinden şikayet etmesin diye bulaşıkları teklif ettiğimde beni reddetip içeriye yolluyordu. Odama gitmeden önce onu gizlice dinlediğimde genellikle kısık sesle müzik dinlerdi. Dinlediği şarkıların anlamlarına bakmaya kalktığımda sözler yüzüme tokat gibi yapışıyordu.

Victor değişmişti ama eskiden olduğu gibi duygusal tarafı hala içinde bir yerlerde kendini belli ediyordu. O duygusal tarafı bir zamanlar bana, yüzüme baktığında aklına gelen güzel nağmeleri şiirlere dökerek okurdu.

"Neyi düşünüyorsun?" diye sordu Ceyhun.

Gözlerimi dalgınlıktan kurtarıp aklıma gelen matraklıkla ona sinsi bir gülüş attım. "Seni düşünüyorum." Geniş bedenine doğru istekli adımlar attım. "Senin ne kadar yakışıklı olduğunu unuttum sanma."

Ceyhun benden geriye uzaklaşıp başını huzursuzca sağa yatırdı. "Başladı yine."

Benden yeterince uzaklaşmassına izin vermeden dibine sokuldum. Dudaklarımda ki gülüş kulaklarıma değecekti. "Hala bekarsın değil mi?"

"Yok! Evlendim."

Dudaklarımı onu istiyormuşum gibi erotik bir şekilde dişledim. "Olsun bana fark etmez. Sana fark eder mi?"

"Eder."

"Umurumda değil, bu kadar cazibeli olup kadınları kendine çekmeseydin o zaman."

Şakamdan iyice rahatsız olduğu anda kahkaha atmaya başladım. Kendisinin de bana eşlik etmesi uzun sürmedi.

Saate baktığımda rakamlar öğlen vaktini gösteriyordu. Uğrayacağım durak sayısı çoktu, yorucu ve riskli bir gün olacaktı. Ama Ceyhun'un yanında ayrılıp başka kimseye gitmek istemiyordum. Hasretim doymamıştı. Ama kış günleri kısaydı, hava çabuk kararıyordu.

"Artık gitmemiz lazım."

Ceyhun başını sallayıp arabaya doğru yürürken bana geri döndü.

"Sana yardım eden adam kim? Onunla buluşmak istiyorum. Seni hayatta tuttuğu için binlerce kez teşekkür edeceğim ve ne istiyorsa vereceğim. Ayaklarına bile kapanırım."

Ceyhun gibi kimseye eyvallahı olmayan adamın dedikleri içimi yumuşatmıştı.

"O adamın istediği şey ne parada, ne bir kadında, ne hediyelerde, ne de teşekkür iltifatlarında. İstediği tek bir şey vardı ve Victor ona çoktan gönlünden geçeni verdi."

"O zaman teşekkür etmem gereken kişi Victor adamı."

"Hah, teşekkür etmekten ziyade ona övgülerde bulun. Daha çok hoşuna gidecektir."

Ceyhun yine onun hakkında ki söylemlerime anlam veremeyerek kafa salladı. Victor anlaşılması güç ve endemik türde bulunan bir karakterdi.

"Hem bu adam saydıkların değilse ne istemiş olabilir ki?"

"Emir Aybeyaz'ın adresini," dedim çekinmeden. Ceyhun'un gözleri kısıldı ve idrak etmeye çalıştı. "Emir eskiden polişmiş, duydun mu? Bana hiç söylemedi. Her neyse, bu benden sakladığı en önemsiz şey. Emir'in o adamla trajik bir geçmişi olmuş, adam da intikam istiyor. Adresi istedi, Victor verdi. Orada durup düşünmem hataydı. Adresi veren kişi ben olmalıydım. Benden istediği tek şey sadece buydu." Uzaklarda, bulutlar arasında kalan ufuğa baktım. "Ama hatamı en iyi şekilde telafi edeceğim. Buna şüphen olmasın."

Ceyhun'a baktığımda bana kulak asmıyordu bile. Bir şeyleri çözmeye çalışır gibi, "Bu adamın adı ne ki? Kendisiyle ne olursa olsun tanışmak istiyorum, teşekkür etmezsem içinde kalır." diye sordu.

"Ah, adı Ali Duman. Çok iyi bir adam, çok mülayim, oturaklı, yakışıklı ve sessiz. Ama ben eskiden böyle sessiz olduğunu düşünmüyorum, sanırım Emir'in ona yaptığı şey yüzünden bu hâle geldi. Tabii buna yine de kesin diyemem sadece kendi tahminlerim gördüklerimle uyuşuyor. "

Ceyhun yine dediklerime dikkat etmiyordu çünkü dikkati ilk cümleden sonra dağılmıştı.

"Ceyhun," deyip gözleri önünde parmak şıklattım. "Soruların bittiyse arabaya binelim artık. Geç kalacağız."

Bu sefer gerçekten büyük kavuşmanın yaşandığı yamacı arkamızda bırakıp arabaya binmiştik. Ön koltuğa oturup, Ceyhun'un yanı başımda arabayı sürmesini izlemek benzersiz bir deneyimdi. Bu kadar uzun etkili süren travmamın tek bir kişinin sözleriyle bozulup beni terk etmesi, aklımı başıma getirmesi sanki rüyaydı.

Şehrin dışında ki yollar bitmeye yakın, kalabalık merkeze geçeceğimiz zaman arka koltuğa uzanıp gözlük ve şalımı aldım. Gözlüğümü erken takmıştım ama şal için henüz bekleyebilirdim. Arabanın benim tarafımda ki penceresi yarıya kadar inikti. İçeri hızlı soğuk hava dalgaları girip yüzüme çarpıyordu.

Trafik kalabalık hâle geldiğinde ilerlememiz zorlaştı.

"Şimdi seni nereye götürmemi istiyorsun?" diye sordu adam. Sol aynadan arkada ki arabaların gelişine bakarak kendine geçecek yol arıyordu.

"Rengin'in kafesine."

Arabadan isyankâr ve küfür niyetine kulak tırmalayan korna sesi yükseldi. Ceyhun kornaya öyle asabi şekilde basmıştı ki diğer arabalar da aynı şekilde karşılık verdi.

"Ne oldu?" Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Yol boştu rahatlıkla geçtin."

"Ona sinirlenmedim," dedi dudakları arasından. "Rengin'in kafesine gitme kadın. Ona güvenmiyorum, ortada bir hain olduğunu hepimiz biliyoruz. Biz en çok onun kafesinde takılarak planlarımızı konuşmuştuk. Bunları Erdem piçine satan birisi varsa bence o dur."

Ceyhun'un dedikleri karşısında hayrete düştüm. "Ceyhun bu saçma iftiraya neyi düşünerek ulaştın?" Hem sesim hem bakışlarım küçümseyiciydi.

Ceyhun dilini ağzının içinde yuvarlayıp duruyor, yanağına baskı yapıyordu. Onu gerçek anlamda ilk kez bu kadar sinirli ve hayal kırıklığı yaşamış olarak gördüm. "Sen sözümü dinle kadın, lütfen. Güvenerek bir kez daha hataya düşme."

"Ceyhun. Rengin onlardan biri değil, bizden biri bile değil. Kendi hâlinde. Ona güveniyorum, aklına düşen şüpheler her ne ise altında kesinlikle bir başka mantıklı nedeni vardır."

Başını itiraz ederek iki yana delice salladı. "Böyle saf olamazsın. Kanıtlar vardır, uğraşırsan ortaya çıkacaktır."

"Hepsi yalanlanabilir."

"Neden körü körüne güvenmeyi seçiyorsun?" diye sesini yükseltti birden. Ancak siniri bana değildi. "Kimseye güvenemezsin Karmen, yavrum bir kez daha olmaz. Ortalık ben hain değilim diyen yalancılarla dolu."

Elimi sakinleşmesi için direksiyon üzerinde ki elinin üzerine koydum ve sıktım. Sesim ikna edici bir tonda sakin çıkıyordu.

"Evet, suçları ortaya çıkana dek herkes aynı şeyi söyler. Sonra da merhamet için dilenirler."

Elimi çekip şalı bacaklarımın üstünden alarak kafamı ve yüzümü örtmeye başladım. Çünkü yaklaştığımızı biliyordum. Ceyhun bir yandan kızıyor ve reddediyordu ama taksinin rotası apaçık o kafeye doğruydu.

"Sen ve Rengin, benim körü körüne inanmak istediğim iki kişiniz. Ortak deyişimizle bir canavar olsam bile benim de kendimi yanında güvende hissettiğim insanlara ihtiyacım var."

Kanun tanımaz İgima Dizable'nin tek bir dostu bile yoktu, kendinden başka kimseye güvenmiyordu. Onu yenmek için onun seviyesine ulaşmam gerekiyordu. Ben yeterince vahşi bir canavar değildim.

Henüz.

Yarım saat boyunca yol aldık. En sonunda gözüm görmeye alışık olduğu sokakları tanıdı. Araba fren yaptığında örtülü olan yüzümü sağ tarafıma çevirdim. Rengin Kafe tabelasını görmek beni gülümsetti.

Etrafa bakınarak arabadan casusluk edasıyla indim. Kimseyi görmeyince mutlu olmadım çünkü birisi varsa göremeyeceğim kadar iyi saklanmayı başaran profesyonel bir katil olabilirdi.

Ceyhun benim penceremi otomatik olarak indirip arkamdan seslendi. "Ben burada bekleyeceğim."

Arabaya yaklaştım. "Taksine binip seninle karış karış her yeri gezemem. Komik derecede dikkat çeker. Sen bana karpuz bulup gel. Onu senden aldıktan sonra başka bir araçla yoluma devam edeceğim."

"Yavrum bu mevsimde karpuzu kim satsın?" Bakışımı yavru köpek gibi acındırdım. "Tamam...ben hemen bulup geliyorum."

⛓️⛓️⛓️

Taksi, karpuz keşfine çıkmak üzere istikametine doğru gitmeye başladı.

Ben ise Rengin Kafe'nin karşında tedbiri elden bırakmadan kısacık bir süre durmştum. Burası nasıl bıraktıysam öyle kalmıştı. Geniş camlardan içeriye baktığımda Rengin'i göremedim. Masaların bazılarında insanlar oturuyordu. Yüzümü örten şal ile yeterince tuhaf gözüktüğüm kaldırımdan geçen insanların ikide bir dönüp bana bakıp durması ile belliydi.

Çabucak kapıdan içeriye geçtim. Kafamın üstünde zil çalışmıştı. Ancak Rengin'in beni burada herkesin ortasında ve yüksek şeffaf camların ardında görmesini istemedim.

Kafenin içi sıcacıktı. Soğuğa alışmış derim sıcağı bulduğunda yumuşayıp rahatladı. Burnuma gelen pasta kokuları karnımın açlığını tetikledi. Masada ki bazı müşteriler kafasını kaldırıp bana bakmaya başlayınca hızla önümde ki geniş tezgahın arkasına girdim. Bakışlarını hala sırtımda hissediyordum.

Arkamda ki kapı açıktı. Bölmenin girişinde yalnızca personele özel, uyarısı asılmıştı. Bir de dostlarına... içeriye geçtim. Geniş depo gibi dağınık ve içinde malzemeler bulunduran oda da içeri doğru yürüdüm. Sol tarafımda yan yana iki tane buzdolabı vardı. Sağ tarafımdaki duvarda tavana kadar yükselen raflar asılıydı. Kapakları olmayan çiçek desenli yeşil rafların üstünde rengaren kap kacak, tabak çanak duruyordu. Hiçbir şeye dokunmamaya özen gösterdim. Burayı düzenlemek yorucu olmalıydı.

Uzun aralıkta bir haydut gibi ilerlemeye devam ettim. Odanın sonunda su ve içecek kolileri paketler içinde koyulmuştu. Duvar ve koliler arasında beyaz, demir ufak bir masa sıkıştırılmıştı. Masanın üstüne hesap defterleri, masa takvimi, kağıt ve bolca kalem saçılmıştı. Arkamda ki taze pasta ve çöreklerin kokusu buraya kadar beni takip etmişti. Üzümlü kek, fındıklı ve şekerli turta...

Victor...acaba şimdi ne tıkınıyordu?

Masaya arkamı dönecektim ki yüz üstü yatırılmış ve sırtı havaya kalkmış bir çerçeve gözüme çarptı. Çerçeveyi arkasındaki destekten tutup önüne çevirdim. Görmeyi hiç beklemediğim bir fotoğraf bana eski anılarla göz kırpıyordu. Rengin'in çektiği "yandaşlar" öz çekimi.

Bugünü az çok hatırlıyordum, Peperonni'ye gizliden gireceğimiz günün gecesiydi. Kapıdan tam çıkmak üzere gibi aceleci bir halimiz vardı. Gözlüğümü çıkartıp masaya bıraktım ve çerçeveyi yaklaştırdım.

Rengin'in kocaman gülüşünün arkasında gözleri kapalı çıkan gariban Ceyhun, çekingen ama aileye muhtaç bakışlar atan Hollanda, gülümseyerek en arkada bulanık ama bizden biri olduğunu belli eden Hazar, benim kameraya bakarken gülmem ve Emir'in bana bakarken gülmesi... Fakat beni parçalayan en fena şey kollarını birbirlerinin omuzlarına atmış olarak sırıtan Dilaver ve Maytap'a bakmak olmuştu. Gözlerim orada takılı kaldı, ikisinin çaresiz gülüşünde, Dilaver'in hala açık gözlerinde, gülen dudaklarında kaldı.

Bu lanet olası fotoğraf her zaman en ummadık anda karşıma çıkıyordu. Eski evimden ayrılmadan önce de görmüş ve baka baka iç geçirmiştim. Fakat uçuşup giden o zamana dair özlediğim tek şey hala içimde ki saf duyguların kırıntısıydı.

Orada ki Karmen'in hiçbir şeyden haberi yoktu, gülüyordu, hem üzgün hem mutluydu. Henüz kimse kendisi yüzünden ölmemişti, henüz intikamı için koştuğu adamın ne türden bir pislik olduğunu bilmiyordu, henüz karnında ki doğmamış çocuğun zehirlenerek düştüğünden bi haberdi. Orada ki güldüğü insanların kendisinden kocaman yalanlar sakladığını görmüyordu.

Ve çok merak ettiği o bilinmeyenin Victor olduğunu hatta Victor'un Dizable soyadından geldiğini bilse öğrenmek için böyle hevesli koşar mıydı?

Koşar mıydım? Bilemiyorum...koşardım, zaten şuan da yaptığım şey koşmaktı. Durmadan koşmaya devam ediyordum. Koşmak görevi üzerime mükellef kılınmıştı. Vazgeçmeyi bilmeyen ve hırsından çatlayacak bir at gibi koşuyordum.

"Buraya girmeniz yasak, lütfen çıkın."

Beklenilen onur konuğu gelmeye teşrif etmişti. Çerçeveyi masaya bulduğum gibi bırakarak arkamda duran Rengin'e döndüm. O çok güzel, bir içim su gibi kadındı. Altın kadar parlak saçları ve gözleri ışıl ışıldı. Altında turuncu pileli dizinin üstüne yetişen bir etek vardı. Göğüslerini belli eden beyaz bluz giymişti. Bir elini beline dayamış, gözleriyle bana çıkış yolunu işaret ediyordu.

Ceyhun burada bulunmamı istemediği için karpuzu hemen bularak gelir diye Rengin'le çok vakit geçiremeyecektim.

Gözlerime dikkatlice bakmadığı için ona hala bir yabancıydım. Kafamdakini çıkartıp arkamda ki masaya koydum. Rengin'in yuvarlak gözleri iri bir zeytin kadar büyüdü. Yüzü şaşkın bir civciv gibi tatlı bir şekle geçti. "Karmen..."diye fısıldadı. "Gözlerime inanamıyorum buradasın."

Uzakta durup ona tebessüm ettim. "Rengin, görüşmeyeli epey oldu."

Neşeli bir şekilde yüksek sesle çığlık atarak üzerime doğru atladı ve beni ince kollarıyla boynuma asıldı. Ben de ona sarılmış gülüyordum. Omzumu, boynumu, yanağımı her yerimi öpüyordu. Yumuşak dudaklarının verdiği tatlı hissin yanında artık tenimi yaşlar ıslatıyordu.

Sarılmayı bırakıp beni iki kolumdan tutarak varlığımı tepeden tırnağa inceledi. "Evet, işte sapasağlam ayaktasın." Sonra beni tekrar kolları arasına aldı.

Sarılma faslımız biraz uzun sürdü. Kadın moralimi bozmamaya özen göstererek ağlak olan göz yaşlarına hakim olmaya çalışıp durdu. Onu böyle hayatla barışık bulduğum için çok mutlu olmuştum. Bana sürekli beyaz dişleri ile kocaman gülümsüyor ve "şu kapıdan bir daha hiç geçmeyeceksin diye çok korkuyordum," diyordu. Yüzü aydınlıktı ama ağından çıkan sözler yürek burkuyordu.

Ona nasıl olduğunu sormuştum ve bana, "ben iyiyim görüyorsun zaten, boşver beni. Asıl sen nasılsın? Neler oldu, uzun zamandır ortalıkta yoktun. Öldüğünü sanacak kadar çok yeise kapıldık," dedi.

Ona Ceyhun'a verdiğim tesellileri saydım. Beni ölü sanmanlarında bir sorun olmadığını, bunun yaşanan olayların mutlak sonucu olduğunu kabul ettiğimi söylemiştim.

Rengin hâlâ kendini suçluyordu. Herkes gibi, fakat ben içten içe gerçek suçlu kim seçemiyordum.

"Aç mısın? Sormama bakma elbette açsın. Değilsen bile artık açsın. Fırından yeni çıkan kurabiyeleri yerken konuşmaya devam ederiz olur mu? Neler yaşadığını anlat bana Karmen, içini dökmeye ihtiyacın vardır."

O kadar heyecanlı ve hevesli hiç susmadan konuşuyordu ki hangi bir soruya yetişeceğimi şaşırdım. Ben daha konuşmaya fırsat alamadan kolumdan tutmuş kafenin içinde doğru çekmeye çalışmıştı. Ancak kabak gibi ortada olan suratımla camların arkasında oturamazdım.

"Rengin, buraya gelmem bile seni tehlikeye sürüklüyor. Peşimde alacaklı adamlar var, içeriye geçemeyiz. Bir şeyler yemek için de fırsatım olmayacak. Vaktimiz kısıtlı."

"Ah..." Yüzü düşmüştü. "Sorun değil, artık hep buradasın değil mi Karmen? Bir daha gitmek yok. Eğer öyleyse sürekli gelip dur buraya, lütfen. Sana ikram etmek istediğim bir sürü tatlar var. Gelirsin değil mi Karmen? Yanıma gelmekten çekiniyor musun yoksa?"

Cümlelerinin aralarına girmeye çalışsam bile nafile.

"Tehlikeli olman umurumda değil, seni kafemde görmek istiyorum. Yoksa, sen benim... Ben yemin ederim sana ihanet etmedim Karmen... Böyle mi düşünüyorsun? Neden susuyorsun? Yoksa benden nefret mi ediyorsun?"

"Rengin!" Gülmüştüm. "Nefes al, soluklan. Senden nefret etmiyorum ve sana çok güveniyorum. Sen benim en yakın kız arkadaşımsın. Hatta tek kız arkadaşım. Ancak kafene istesem de şu sıralar gelemem. Başımda ki bu tehlike öncekiler kadar hafif değil."

Dudakları büküldü. Şu masum surata kıymak en acımasız insanın bile yapacağı şey değildi. "Sen ne dersen o," deyip teslim olur gibi ellerini kaldırdı.

Yine de ayakta durmanın gereksiz olduğunu söyleyip kapıdan çıkarak kayboldu. Dakikalar sonra içeriye bir tane sandalye getirip koydu. Geri gitti ve geri geldiğinde getirdiği ikinci sandalyeye kendisi oturdu. Ben de onun karşısında oturmuştum.

Sığ alanda sıkış tıkış oturmak önemsizdi. Dizlerimiz birbirine değiyordu. Rengin ona en kötü şeyleri anlatsam bile bana eninde sonunda geri döndüğüm için gülerek bakmaya devam edecek gibi duruyordu.

"28 Temmuzdan beri yoksun," dedi. "Biz artık kasım ayındayız. Eğer ölmediysen bunca vakit neredeydin?"

Bugün nereye ve kime gidersen gideyim Ceyhun'dan başka kimseye başımdan neler geçtiğini detaylı olarak anlatmayacaktım. Komada kaldığımı, felç atlattığımı, ölmek üzere olup son soluklarımda intikamla ayakta kaldığımı bilmeyeceklerdi.

Şuan nerede kaldığımı, kimle birlikte olduğunu saklı tutacaktım. Yalnızca beni birisinin bulduğunu ve elimde silah olduğu için şüpheli görerek evinde tedavi ettiğini benim de öyle iyileştiğimi bileceklerdi. Kimseyle hususen iletişime girmeyip bu işe başkısını sokmadan bilinmeyenle uğraştığımı en sonunda onu bulduğumu ve problemi çözdüğümü anlatacaktım.

Bunlar yalan değil yalnızca üstü kapalı gerçeklerdi. Ceyhun'dan başka kimseye kalbimi açamazdım. Rengin de arkadaşımdı ancak o, çizginin her zaman dışındaydı. Gerçekleri anlatsam bile baş sallayıp halime üzülmekten başka bir şey yapamayacaktı. Şimdiye kadar acı ve kederden uzak büyüdüğü için beni anlayarak inandırıcı teselliler veremezdi.

Şahsen ben bitkindim, aynı kelimeleri kullanmak istemiyordum. O günleri betimleyen tasvirleri aklıma getirdikçe aynı acılar içinde kıvranıyordum.

Başka kimsenin karşına zaaflarımı ve zayıflıklarımı sunmayacaktım.

Tam da dediğim gibi Rengin'e gerçeklerden arındırılmış o hikâyeyi gönülsüzce anlattım. Yaralarımın nasıl olduğunu sordu, iyileşiyorlar dedim. Yaşadığım bu sürecin zor olduğunu kendi üzerime fazla gitmemem gerektiğini söyledi. Aynı uyarıyı peşimde ki binlerce düşmana da söylemesi gerekiyordu.

"Peki o kim çıktı?" Bilinmeyenin kim olduğu herkes için büyük bir merak unsuruydu.

"İgima Dizable'nin Victor adında bir oğlu varmış, bilinmeyen kendisi."

Victor ile çoktan tozlanmış geçmişimiz ait olduğu yerde kalacaktı.

"Anladım, sevindim... Yani tanıdık birisi çıkmadığı için. Çevrenden birisi."

Ufak bir kafa hareketiyle karşılık verdim. "Sen, ne yapıyorsun? Kimseyle görüşüyor musun?"

Rengin kaşlarını huzursuzca kaldırıp indirdi. "Emir'i mi sormak istiyorsun?"

"Eh, anladın işte."

"Bana sözde öldüğün gün gelip acı haberi verdi ve gitti. Onunla aylardır görüşmüyorum."

İkimiz aynı anda yutkunduk. Emir kaçıp gitme huyunu kalkanı gibi kullanıyordu.

"Ta ki dün geceye kadar," diye devam ettiğinde hala hayatta olduğunu anladım. "Birden kapıma geldi Karmen, ona o kadar sinirli ve kırgındım ki içeri almak istemedim. Ama durumu çok vahimdi. Yüzünün her köşesinden kanlar akıyordu. Fena dayak yemiş. Fazla konuşmadı, ben onu tedavi etmeye çalışırken koltukta yarı baygın halde oturuyordu. Gözlerinden yaşlar akıyordu Karmen, eminim. Yaralarından dolayı değil, onu ilk kez böyle gördüm. Emir'le Kavga edip küstüğünüz zamanı hatırlıyor musun?"

"Az çok," diye fısıldadım.

"İşte dün o hâlinden bile daha kötüydü. Sence neden? Soramadım, sabah uyandığımda gitmişti."

Omuz silktim. "Bilmiyorum açıkçası hiç önemli değil."

Rengin üzülmüştü. "Karmen, Emir'i dostsuz bırakma."

"Emir kendini dostsuz bıraktı Rengin, ben değil. Ayrıca ben onun hiçbir zaman dostu olmadım. Bilsen şaşarsın."

Ölmüş bir adam onun için yaşamak isteyen bir kadından bile daha değerli.

Cebim o sırada kesintisiz titremeye başladı.
"Ceyhun arıyor, sanırım geldi."

Rengin bir anda tatlı yüzünü tiksinçle doldurup gözlerini devirdi.

"İkiniz arasında kaçırdığım ne oldu?"

Rengin deneyimsiz yalancılığıyla tebessüm etti. "Hiç kafanı yorma. Önemsiz, anlatmaya bile değmez."

Başımı salladıktan sonra ayağa kalktık. Gizlenmek için aynı paçavraları tekrar kullanmayacaktım. Rengin bana bir şapka ve siyah maska getirmişti. Üzerimde kıyafetleri örten uzun siyah yağmurluk gibi ince kumaştan dikilmiş bir kap verdi. Onu da giyip önümü düğmelediğimde artık geldiğim kişiden farklı gözüküyordum.

Arka odadan çıkıp ön tarafa geçtik. Kafenin içinde ki müşterilerin bazıları kasanın önünde bekliyordu. Rengin onlara, "hemen geliyorum," dedikten sonra beni kapıya kadar geçirdi. Birbirimize kısa süreli veda kelimeleri söyleyip ayrılmıştık.

Caddenin önünde, içinde Ceyhun'un olduğu taksi duruyordu. Arabaya yaklaşıp açık pencereden ön koltuğa uzanıp karpuzun olduğu siyah kalın dokulu poşeti almaya çalıştığımda Ceyhun yerinde sıçradı ve elime vurdu.

"Bırak lan karpuzu!"

"Ceyhun aptallaşma. Benim, Karmen." Dedim dişlerimin arasından.

"Ah kadın, tanıyamadım seni. Farklı görünüyorsun."

"Zaten istediğimde bu şapşal." Karpuzu alırken "bulmuşsun," dedim.

Göğüslerini kabarttı. "Bulurum tabi, sen iste yeter ki."

"Teşekkür ederim," dedim. Ama gözleri başka yere bakıyordu. O bakışları takip edip arkamı döndüğümde camın önünde durup bizi izleyen Rengin'i buldum.

"Ceyhun, aranızda ne oldu?" Sesim ısrarcı çıkmıştı.

"Ne oldu," dedi öfkeyle. "Seni gördüğü için üzüldü mü? Beni şikayet mi etti? Kafanı kim bilir hangi yalanlarla doldurmuştur."

" Senin hakkında kadının ağzından tek bir kelime bile çıkmadı. O yüzden sende şu saçma dahiyane sözlerini bırak. Önüne bak Ceyhun, hatta git artık."

"Gelmiyor musun?"

"Dedim ya, hayır."

Ceyhun bir sorun olursa onu aramanı tembihleyip yanımdan ayrıldı. Hiç vakit kaybetmeden olduğum yere taksi çağırıp beklemeye başladım. Sarı araba önüme yanaştı. Ön koltuğa geçip oturdum. Saçlarına ak düşmüş amcanın bakışları soru soramayacak kadar tuhaftı.

Ona adresi verdim ve yola koyulduk.

⛓️⛓️⛓️

Yoldayken tek dileğim üçünü birden evde bulmaktı. Dörtten bir eksik. İçim huzursuzca kaynıyordu. Bu kadar zaman sonra beni gördüklerinde ne diyeceklerdi? Hiç biriyle Skar'ın ölümünden sonra yüz yüze gelmemiştim. Hollanda'nın beni suçlayacağı kesindi, o zaten hiç bir zaman bu tehlike oyuna isteyerek katılmamıştı. Uyum sağlamış olsa bile halinden şikayet edip duruyordu. Peki Maytap? Kardeşinin katline sebep olan kadının yüzüne bakması için erkekçe mücadele vermesi gerekiyordu.

Bunlar benim keşmekeş düşüncelerimdi, düşüncelerimin ahmakça bir yanılgı olmasını isterdim.

Kızıl Kehribar, bana emanet ettiğini söyleyip hizmetime verdiği yekpare ailesini ben ona eksik olarak iade etmiştim.

Taş kalpli bir kadındı, şimdiye kadar bu tür karanlık oyunları yüzlerce kez oynamıştı. Hemde onun zamanında İgima Dizable, Varis Gani, Isiah Ivy As Cindy gibi isimler meydanın hakimiydi.

Kızıl Kehribar şimdiye kadar gördüğüm en işgüzar, sinsi, kurnaz kadındı. Saklı bir kara kutu gibiydi. İçinde binlerce farklı kişinin sırlarını taşıyordu. Peperonni Bilgi Şirketi'nin yan versiyonuydu. Hiçbir zaman tek taraflı davranamaz, parmağını en tatlı bal hangi tepside sunuluyorsa onu batırırdı.

Ancak hiç ailesi saydığı bu yabancı insanlardan birini kaybetmiş miydi? Geçmişinde bir başka sağdan soldan toplama ailesi olmuş muydu bilemiyorum. Ancak Skar, Maytap, Hollanda ben onlarla tanışana dek diriydiler. Kızıl Kehribar, ben onunla tanışana dek ailesinden kimseyi kaybetmemişti. Onu onlarca yıllık tecrübesi içinde bu acı deneyimi yaşatan ilk kişiydim. Üstelik düşmanı olan tarafta bile değilken.

Peki o şimdi bana hangi gözle bakacaktı? Bir korkak olduğumu mu İddia edecekti? Beceriksiz, toy, çim gibi yeşil... bu tür ifadeleri kullanacaktı benim için, belki daha açık sözlü olurdu.

Eskiyi hatırladım, benden aç susuz gibi medet umduğu o zamanları. Ben yolumda emin adımlarla devam ettiğim sürece, ölen her bir masumun hesabını sormaya gücümün yeteceğini söylemişti. O yolda yürürken benim de masumların hayatına son vereceğim detayını ya söylemeyi unutmuştu ya da kasten onu dilinin altında saklamıştı.

Artık bana verecek adamı yoktu, değil mi? Meğer ben onun sandığı kadar kıçı sert, gözü kara bir kadın değildim. Ölmüştüm, onların gözünde bir ölüyüm.

Kehribar benim hakkımda ne düşünüyordu? Yolun yarısına yetişti, Skar'ın ölmesine sebep oldu, kimsenin intikamını da alamayarak geberip gitti. Daha önce bu kadar başarısız bir savaşçı görmüş müydü?

Bana güvendiği için kendinden bile utanmıştır. Şimdiye kadar her hamlesini zekice yapan Kızıl Kehirbar, Karmen isimli bir kadına güvenmekle hata yaptı ve kaybetti.

Karanlık Dünya'da ki prestiji sarsılmıştı.

Artık yaklaşıyorduk. Dün geceki sağanak yağmurdan sonra mahallenin yolları çamurdan dolayı engebeli olmuştu. Şoför çukurlara batmamak için direksiyonu sözde hesaplı hamlelerle sağa sola kırıyordu. Ancak beceriksizdi ve her seferinde batıyor, küfür savuruyor, geri çıkıyordu.

Arabadan indiğimde hava saatten dolayı değil bulutlardan dolayı gri duruyordu. Akşamlar erken gelirdi ama bu kadar değil. Güneş tamamen batıp gitmeden önce bir kaç saatim daha vardı. Adımlarımı gerilim içinde tek katlı gecekondu evine atıyordum. Yazın bu mahallede ses asla kesilmezdi. Sokaklar böyle boş, kimsesiz durmazdı. Çocukların topları havada uçuşur, arabaların camlarına çarpardı.

Karakış beraberindeki soğuğu, kasveti, yalnızlığı getirmişti.

Duvarlarının boyası tamamen sökülüp gitmiş soluk taş renginini alan evin önündeydim. Bahçe olmayacak kadar küçük toprak alanda kök salmış çürümüş ağaç gövdesinin içinde yavru kuşlar ötüyordu.

Kapıya yetişip parmak uçlarımla oylanamadan kapıya vurdum. Bedenimde ki stres azimle artıyordu. Kapıyı kimse açmayacak mıydı? Evde yoklar mıydı? Neredeydiler?

Evin içindeki yaklaştıkça yükselen adım sesleri bütün şüpheleri kafamdan uzaklaştırdı. Kapının diğer tarafında ki kişinin varlığını iliklerime kadar hissettim. Kapının kolu sertçe aşağı itilmişti. Açık kapıda mavi gözlü, asi bakışlı kız duruyordu. Aylin, bezginlikle aynı zamanda biraz tedirginlikle bana baktı. Saçları Hollanda örgülüydü. Gözüme hâlâ aşina olan keskin yüz hatları, ince dudakları, beyaz teni ve zayıf ince bedenli kız bana ters ters bakıyordu.

"Kim sen?" diye sordu net sesiyle.
Saniyeler içinde cevap vermezsem kapıyı suratıma kapatacağı aşikardı.

Kapının önünde olmaz, maskenin altında dudaklarım ince bir gülümseme tuttu. Çünkü saniyeler içinde zorla evine girmeye çalışmış ve başarmıştım. Adeta boğuşmuştuk. Kapıyı arkamdan kapattığım anda Aylin geriye adım atıp belinden silahını çıkarttı ve bana doğrulttu. Karpuz zarar görmesin diye onu hemen köşeye bırakmıştım. Onun gözünde korku yoktu. Tüm ev halkı anında bu kargaşa sesine Aylin'in yanına içeride ki odadan koşarak seferber olmuştu.

İnce, tıfıl, saçları dökülmüş ve tepeden kelleşmiş olan Maytap içe göçmüş gözleriyle beni süzüyordu. Eliyle belini yoklamış ancak silah bulamamıştı.

Kızıl Kehribar, kulaklarına kadar yetişen kısa diken gibi kırmızı saçlarını hiç taramamıştı. Hafif kilolu vücudu eğik duruyordu. Diğer ikisi kadar gergin ve korkak durmuyordu. Bana baktı, maskemin sakladığı gözlerimi görüyormuş gibi derin baktı. Kırmızı lensli gözlerinin etrafı mor halkalarla lekelenmişti.

"Ona sıkacağım," dedi Aylin Kehribar'ın onayını ister gibi. Benimle orta yolu bulmayacaktı. Sabit fikirli bir kızdı, her zaman.

"Hayır," dedi pürüzlü sesiyle Kehribar. Maytap iyice huysuzlanıyordu. "Onun kim olduğunu biliyor musun?"

Aylin sesindeki küçümsemeyle, "Hayır, zaten bilmediğim için sıkacağım," dedi.

Kehribar, silaha uzandı namlusunu Aylin'in koluyla birlikte aşağı eğdi. Kızın çenesini tutup kafasını bana çevirdi. "Ona iyi bak ve düşün, başka kim ölmek pahasına çöplük gibi evimize gelip bizi görmek ister ki? Karpuz bile almış, kışın tam ortasında."

Üçü hakaret sayılacak kadar yabancı gözlerle bana baktı. Kehribar düzgün cümleler kurmaya çalışıyordu ama yaptığı tek şey benim gerçekten burada olduğuma kendini inandırmaktı, Aylin'i veya Maytap'ı değil. Çünkü hasar görmüş kırmızı gözlerinde korku vardı.

Şapkalı ve maskemi çıkartıp ayakkabılığın üstüne bıraktım. Yüzümü görmüşlerdi artık, sırada beni girdiğim gibi geri kovmaları vardı.

Aylin ve Maytap bir bana bir birbirlerine kocaman açılmış gözlerle bakıp dururken Kehribar aylak adımlarla yanıma yaklaştı. Dudakları titriyordu, içtiği zıkkımın yokluğundan mı yoksa benden mi?

Derisi buruşmuş ellerini kaldırıp yüzümü kavradı, kafamı sağa sola yatırdı. Elleriyle gözlerimi, burnumu, kulaklarımı yoklayıp hala yerlerinde olduğuna emin oldu. Elleri kollarıma indi, parmaklarıma kadar kalite kontrol yapıyor gibi sıkıp bıraktı.

Benden uzaklaşıp bir de boyluca baktıktan sonra, "Biliyordum," dedi sesi sarhoş gibi çıkıyordu ama içmemiş olduğu belliydi. "Sürtük? Sürtüğüm benim sürtüğüm! Biliyordum... İyi biliyordum. Çünkü o adam kıyameti kopartmadı."

O adam derken Victor'u anmıştı.

Yüksek sesle hevesle tısladı. "İşte burada, geldi. Yaşıyor. Elbette yaşayacak, eğer ölmüş olsaydı o illet adam böyle suskun kalmazdı. Ortalığı yıkar geçerdi. Yaşadığını bildiği için bunları yapmadı..." Başını sallıyordu. Elleriyle üzerime uzanıp tekrar bedenimi yoklama gereği duydu. "Biliyordum... İçime doğuyordu. Hayır aklıma geliyordu, tahmin ediyordum."

Arkada bekleyen iki kişiye dönüp bağırdı. Hollanda ve Maytap benin varlığıma şaşırmayı bırakıp Kehribar'ın bu değişen ruh haline daha fazla gözlerini belertmişlerdi.

"Çünkü ben aptal bir kadın değilim! Hiç olmadım, zekiyim, evet öyleyim. Hâlâ öyleyim çünkü anlamıştım. Anlamıştım, ortaya çıkmasını bekliyordum."

Bana geri döndüğünde sarılacak gibi oldu ancak kolları havada durdu. Başını iki yana salladı. "Böyle pis pis olmaz, ben temizlenip geliyorum."

Adını seslensem bile beni başından savarak Aylin ve Maytap'a döndü. "İçeriye geçin! Maytap sobadakk ateşi gürlet. Daha fazla odun at. Aylin sen de hemen yemek koy. Her şeyi koy, bu kadın hem aç hem de üşümüş. Ben temizlenip geliyorum." İkisinin arasından geçip kendi odası olan yere geçerken son kez bağırdı. "Hadi! Yapın artık şu dediklerimi. Sürtük soğuktan donmuş ve açlıktan kırılıyor."

En sonunda sesi de kendisi gibi kaybolmuştu.

Aylin, Maytap ve ben bir üçgen gibi noktalarda durmuş neye uğradığımızı anlamamıştık. Şimdiye kadar şaşırtan taraf hep ben olmuştum ama Kehribar şaşırmak yerine beni şaşırttımıştı.

"Patron," dedi Maytap ılımlı bir sesle. Eve ilk geldiğimde gördüğüm solgun yüz yoktu. Tanrım... Yoksa benden nefret etmiyorlar mıydı? Gülüyordu, bana yaklaşıyor ve gülüyordu. Yetiştiğinde kollarını açıp sarıldı, içim ısınmıştı.

Maytap geri çekildiği anda bedenimin üstüne bir ağırlık daha çöktü. Bir an olsun beni öyle samimi sarmıştı ki kendi gururu körelmişti.

Bu çatının altında ki karşılama, mutluluğu kemiklerime kadar işledi.

İkisi üzerimden çekildiğinde Kehribar yıkanmayı bitirmeden önce saydıklarını ertelemeden yapmaları gerektiğini söyleyip harekete geçtiler.

Ev, son geldiğimden bu yana neredeyse aynı kalmayı başarmıştı. Duvarda ki rutubet izleri kokusuyla beraber artmıştı. Maytap beni kolumdan tutarak salon sayılan odaya geçirdi ve kapıyı arkamdan kapattı. Odadın içinde soba yanıyordu, o kadar sıcaktı ki hemen yanına gittim. Ellerimi kaldırıp sobanın üzerinde havada tutarken Maytap içeriye koşar gibi girdi. Ellerinde daha fazla odun vardı. "Oda zaten sıcak, bu kadarına gerek yok."

Bana aldırmadan sobanın kapağını açmış odunları közün üzerine bırakmıştı. Kapağın içinde ki açık delikten yukarı duman kokusu yükseliyordu. Maytap odadan hızla çıktı. Isınan ellerim kayganlaşana kadar terlemişti. Odanın içinde bir tane armut koltuk, ve iki tane yer minderi vardı. Karşıda ki pencerenin altında Ceyhun'un uyuduğu zamanı hatırladım. Bir asır önce gibiydi.

Bu odanın rutubet kokusu sıcaklık sayesinde yok kadar azdı. Aylin içeri girip yere bez serdi. Başını kaldırıp hüzünle bana baktı. "Kusura bakma, masada oturmak istesek bile sadece üç sandalye var. Dilaver abim artık olmadığı için Kehribar onun sandalyesini kırıp attı. Yatağını da öyle. Yemekte hep birlikte olmalıyız."

Aylin odadan çıkmıştı. Kehribar acımasız yöntemlerinden biri daha, evde ki herkesi Skar'ın hatırasından mahrum bırakıyor böylece onu daha az hatırlayıp daha az üzüleceklerini sanıyordu.

Az sonra Maytap ve Hollanda ellerinde tepsilerle geri geldiler. Tepsinin üzerinde ki tabaklarda haşlama yumurta ve patates, mevsimlik yeşillikler, simit, tereyağlı açma ve daha nicesi vardı. Tepsiyi yere yayılan bezin üzerinde koyduktan sonra ikisi bana neşeli bakışlarla yaklaşıp iki kolumdan tuttu. Sofraya doğru sürükleniyordum. "Sizi yağcılar," diye çığlık attım gülerek.

Beni yere yayılan sofranın başına oturttuktan sonra odadan geri çıktılar. Dizlerimi kendime çektim. Hollanda ve Maytap, daha doğrusu evlerinin içinde Aylin ve Sezer önüme serdikleri yer sofrasının üzerine gidip gelip bir başka yemek koyuyorlardı. Tüm bu yemek kokusu iştahımı iyice kabartmıştı.

Kehribar söylene söylene odaya girdi. Beni oturmuş gördüğünde, "bak," deyip kendini gösterdi. "Şimdi bende geri döndüm." İçine saplanıp kaldığı çukurdan çıkmış gibi kırışmış yüzü temiz ve parlak duruyordu.

Aylin, elinde çay ile gelip yere oturdu. Sofranın son dokunuşu olarak Maytap elinde ki geniş kocaman tabağı tepeleme karpuz doldurup getirdi ve tam ortada ki boşluğa koydu. O da Kehribar'la birlikte bize katılmıştı.

"Sahi patron, bu kışın ortasında karpuzu nereden buldun?"

"Ben bulmadım, Ceyhun buldu. Biraz uğraştı ama olsun."

Maytap teşekkür ederek kaçamak bakışlarını Hollanda'ya kaydırmıştı.

Ardından yemeğe başladık. Karnım gerçekten açıkmıştı, çatalımı neye batırdığımı bilmeden ağzıma götürüyordum. Şimdi Victor'un ne yediği hiç umurumda değildi, benim içinde bulunduğum ziyafetten daha lüksü onda yoktu.

Maytap, karpuzdan ısırık aldığında sırıttı. Aylin şaşkın gözlerle Kehribar'ın yemek yemesini izliyordu. Sobanın çıkardığı huzurlu sıcacık çatırtı seslerine dışarıda hafifçe çiseleyen yağmur katılmıştı.

"Evimize neşe getirdin," dedi Kehribar içtenlikle.

Maytap'ın yüzü gülüyordu, Hollanda ise dudaklarını düz tutmasına rağmen gözlerinin içiyle ona eşlik ediyordu.

"Evinize yas getiririm sanmıştım," dedim. "Sizden yine de affımı dilenmek istiyorum."

Skar adınaydı bu özrüm. Beni hayır, saçmalama diyerek geçiştirdiler. Sırada onların benden isteyecekleri affı vardı, ancak şimdilik sustum.

Simitimin hepsini bitirdikten sonra bir lokma daha yutamayacak hale geldiğimde yerimden çekildim. Benden hemen sonra yemekler ve arta kalanların hepsi mutfağa geri götürülmüştü. Hollanda ve Maytap'ın içeri girmesi kısa sürdü.

Üçü etrafımda çember yapacak şekilde oturuyor ve bana meraklı gözlerle bakıyorlardı.

"Bak," deyip cebinden birden kağıt bir para çıkardı Maytap. "Bu elli lirayı hatırlıyor musun?"

Heyecanla gülümsedim.

"Bu elli lira o elli lira! Elden ele dolaşan, cepten cebe giren. Hala harcamadın mı?"

"Hayır, harcamak aklıma gelmedi. Al sana vereyim bari karpuz parası."

Paraya uzanarak aldım ve gülerek cebime soktum "Şu sıralar meteliksizim zaten."

Harvey'in kanlı parasının kuruşuna bile dokunma düşüncesi midemi bulandırıyordu. Kendi alın terimle paramı kazanma imkanını bana hiç sunmamıştı. İşte şimdi beş parasız kalmıştım.

"Nasıl hayatta olduğumu ve bunca zamandır nerede olduğumu merak ediyorsunuz değil mi?"

Uslu çocuklar gibi kafa sallamışlardı. Onları reddetmedim ancak anlatılabilecek en kısa kesilmiş hikayeyi anlattım. Uçurumdan düştüm, yaralıydım, biri bana çok yardımcı oldu, sonra bilinmeyenle uğraşıp onu buldum, ve şimdi buradayım işte... Gibi basit cümleleri sıraladım.

İnanmaları için de kelimeler arasına içten duygularımı serpiştirmiştim. Ara sıra iç çekip uzaklara dalar gibi yaptığımda daha çok etkileniyorlardı.

Hikayem bittiğinde Kehribar başını ciddiyetle salladı. "Karmen yaşıyor." Sesi gururla dolup taşıyordu. "O zaman savaş hala devam ediyor. Karmen yaşıyor, umut bitmedi. Umut hâlâ var. Karmen varsa umut da vardır."

Bana hala güveniyordu ve onların kurtarıcısı olarak görüyordu. Karanlığın içinde sıkışan tüm masumların.

"Senin bir sözün vardı." demişti Kehribar.

"Sözüm mü? Ne sözü?"

"Varya yemin gibi olan o sözlerin, düşmanına söylüyorsun."

"Haaa," dedi Aylin ve Maytap aynı anda. "Kerhibar senin gözlerine bakmakla ile ilgili olan yeminine çok özeniyor. Keşke önce benim aklıma gelseydi diyor," dediklerinde beni güldürmüşlerdi.

"Bu akla gelinebilecek bir şey değil ki, düşmanlarından korunmak için kendi kendime sağladığım bir güvence. Ve yalnızca öldürmem gerekenlere söylüyorum."

"Tamam yine de söyle işte, duyalım da kendimize gelelim. Yalvarayım mı istiyorsun?"

Karamel rengi gözlerimi Kızıl Kehirbar'ın hevesle bakan kırmızı gözlerine sırıtarak diktim. "Gözlerime bak Kızıl Kehribar. İyice bak. Aklına kazı, ezberle. Çünkü göreceğin son şey bunlar olacak."

"Tüylerim diken diken oldu," dedi gülmeyle karışık.

Benden isteyecek başka ricaları kalmadığında sıra bana gelmişti.

"Bana yalanlar söylediğinizi biliyorum." diye konuşmaya girdiğimde suratları düştü. "Aylin ve Nihal. Hangi yalanlardan bahsettiğimi de siz biliyorsunuz."

Dut yemiş bülbüle döndüler.

Karşılarına geçip onları çocuk gibi azarlamaycak, yakalarına yapışıp hesap sormayacaktım. Zaten onlar üzerlerinde ki psikolojik baskıyı hissetmeye başlamışlardı.

"Bu yalanların bedelini çok ağır ödediğimi bilmenizi isterim, hele ki sen Kehribar. Bu yalanların beni süründürdüğü, hayatımı mahvettiğini bil istiyorum. Bana doğruyu söyleme seçeneğin her zaman vardı, ama söylemedin.

Beni kendinize kalkan olarak önünüze koydunuz, tüm yaraları ben aldım, tüm yalanlara inandım. Daha şimdiye kadar beni düşünerek hareket kimseyi bulamadım. Bencil olayım demiyorum, ama en azından bana söyleseydin, Harvey'in gerçek yüzünü söyleseydin.

Şimdi size hep yarım olarak güveneceğim, nefret ettiğim için değil... Böyle olması gerektiği için. Size bir yanım hep kırgın kalacak.

Şimdi için konuşmuyorum, şimdi ki Karmen artık ne duyarsa duysun umursamadan yoluna devam ediyor. Ben artık karanlığın en büyük parçasıyım. Buradan geri dönüşüm yok. O kişiye dönüştüm artık. Ama en başındayken, henüz masum kalma şansım varken o yalanları benden saklamasaydınız, o zaman ki Karmen...belki vazgeçerdi. Ya da belki vazgeçmezdi. Siz bana bu imkanı vermediniz.

Beni vazgeçmemek için zorladınız. Koşmaya zorladınız, yara almaya, öldürmeye zorladınız. Başka şansım yoktu ki, ben de size uymak zorunda kaldım.

Şuan konuşan Karmen'in bu konu hakkında pişmanlıkları kalmadı, üzüntüleri alışıldık. Ben sizden burada olduğum halin değil, zaman önce her şeye yalanlarla yeni başlayan o masum Karmen'in hesabını soruyorum. Ki hesabı görülse bile, artık fuzuli."

Bana biraz değer veriyorlarsa zaten bu sözlerim onları kötü hissettirecekti. Şimdilik hesap sormam bu kadardı, gerisi davranışlarıma yansıyacaktı ya da öylece uçup gidecekti.

Fakat Emir'e karşı bu kadar affedici olmayacaktım, hatta hiç. Çünkü onu tehdit eden kimse yoktu.

Kehribar ve Hollanda Victor tarafından sertçe tehdit edilmişti. Susmazlarsa bu sefer kendi canlarından olacaklardı. Zaten Hollanda kulak misafirliğine kurban gitmişti. Kehribar ise Victoe tarafından kıskıvrak yakalamıştı.

Peki ya Emir? Onun bahanesi neydi? Yoktu. Tamamen zevk ve çıkar uğruna beni ateşlere attı. Ona binlerce kez soru sormuştum, birinde bile doğruyu cevaplamaya yeltenmedi. Mezarda ki dostu Harvey, ona bu saatten sonra ihtiyaç duyacağı yardımı veremeycekti.

Kehribar bana bakmaya devam ederken, Aylin ve Sezer başlarını öne eğmişlerdi. "Başınızı öne eğip, karşımda hüzünlenmeyin." En azından bunu gizliden yapın. "Hani evinize neşe getirmiştim?"

"Getirdin zaten," diye devam etti Kehribar. "Hadi siz mutfağa geçin. Sürtüğümle biraz başbaşa vakit geçirmek istiyorum."

Az önce ki konuşma olmamış gibi sırıtmaya devam ediyordu. Aylin ve Maytap kalkmadan önce bana buruk bir gülüş gösterdiler. Ben onlara daha samimi gülerek, kapıdan çıkmalarını izledim."

İkisi çıkıp kapıyı artlarından kapattıkları anda Kehribar karşıma, Aylin'in yerine geçti.

"Gönülsüz durduklarına bakma, onları ikna etmem için bana bir gün ver. Sonra senin yanında devam ederler.

"İstemiyorum, onları rahat bırak Kehribar. Hatta onlara biraz değer ver. O kadar paran var, neden hâlâ daha iyi yaşam şartları altında yaşamıyorsun?"

Gözlerimle odayı taradım.

"O pis paraları kendim için kullanmıyorum. Bu eve de sokmuyorum. Hayatı ellerinden kayan çocuklara yolluyorum. Benim için kanlı işler yapacak adam tutuyorum. Muhbirlere ödeme yapıyorum. Kendi paralarını kendileri kazansınlar. Ben onların annesi değilim."

"Ama seni seviyorlar."

"Ben de onları seviyorum. Sevgi başka, yaşamak ve hayatta kalmak başka. Onların toy kalmasına izin vermiyorum yoksa başlarında kimse olmayınca adım atacak yön bile bulamazlar. Cepleri boş kalır. Ellerinde iş yeteneği bile olmaz. İşte en büyük örneği de zaten karşımda duruyor. O yüzden bırak sana yardım etsinler."

Sözleri bir tokat gibi yüzümü kızarttı.

"Kimseden yardım istemiyorum." Dişlerimi öyle çok birbirine bastırmıştım ki gıcırdamışlardı.

Sinsice güldü. "Çünkü zaten senin tarafında en iyisi var değil mi?"

Göz devirdim. O da aynı sinsilikle konuşmaya devam etti.

"İgima Dizable'nin oğlu Victor Dizable, babasının mirasını devam ettirmek istememesi bizim işimize geldi. İgima'nın bir çocuğu olduğunu ben bile bilmiyordum. Kendisi kadar beter birisini kendine düşman olarak yetiştirmeyi nasıl becermiş hayret. Hem haklısın sürtük, benim de koluma taktığım ortağım Victor olsa bende kimseyi istemezdim. Maytap ve Hollanda ne ki? Maytap'ın yaşı kırka yetişmek üzere ama ağzı Hollanda'dan fazla süt kokuyor. Eh, ama ikisi de karanlık işlerde ellerinden geleni yapsalar da küçük Dizable ile aynı kulvarda bile yarışamazlar."

Kurumuş dudakları gülümserken yanaklarının içinde kaybolup duruyordu.

"Çok fenasın Nihal." Konuyu çevirmek için ona, "Sevgili köstebeğim ne yapıyor? Sadakati devam ediyor mu?" diye sordum.

""Sen öldün diye rahat geziyor. Üzerinde ki yük kalkmış gibi T.G.İ.F'te huzurlu bir saltanatlık sürüyor. Benimle konuşmaya bile tenezzül etmiyor, randevu istiyor orospu. Boş meydanda at koşturuyor işte."

Bu sefer ikimiz karşılıklı gülümsemiştik. "Ah Kozan ah," dedim. "Tadını çıkarmaya devam etsin. Uzun sürmeyecek."

"Sıra ona geldiğinde randevu alıp yanına gideceğim ve vereceğim tek bir tavsiye olacak. Bükemediğin bileğin elini öpeceksin."

Sobadan artık ses gelmiyordu ama ısıtmaya devam ediyordu.

"Victor için yaptığın şey bu muydu? Onu gözünde büyütüyorsun. İgima'dan fazla acımasız, gaddar ve cani değil."

Belki çabalasa olurdu ama içinde ki iyi niyet onu bu çirkin duruma sokmuyordu. Victor düşmanlarına karşı davranışlarında babasına benziyordu ama İgima bir yerde durup insanları iyi veya kötü, kadın veya erkek, çocuk veya yaşlı diye ayırt etmeden zalimliğe devam ediyordu. İşte Victor'un durduğu sınır burasıydı.

"Ama sana sahip," dedi Kehribar. "Sen İgima'nın değil onun tarafındasın."

"Bu durumda bükemediğin ve öpmek zorunda kaldığın el benim elim mi oluyor?"

"En başından beri Karmen, bunu anlayamadın anlasan bile kabullenmedin. Kocanın ölümü bahaneydi, sen böyle birisine dönüşmek için yer arıyordun. Bu senin Öz'ün, bu senin belki de hiç bilmediğim o çocukluğundan gelen nefret ve öfkenin dönüşmüş hali."

"Bu sözlerin beni incitiyor."

"Ben doğruları söylerim, ne de olsa Kızıl Kehribar'ım."

"Yani benim İgima kadar beter bir insan olduğumu mu söylüyorsun?"

"Bu soruyu neden sorduğunu anlamadım. Egonu tatmin etmek için mi yoksa meraktan mı?"

İkisinden bir parçaydı aslında. "Meraktan, İgima'ya benzemek gurur duyulacak bir şey değil."

"Seni İgima Dizable'den ayıran tek bir fark var Karmen, o da durduğunuz taraf."

"Öyleyse neden şimdi peşimde kafamı isteyen binlerce katil dolaşıyor? Ben İgima'ya aynısını yapabilecek durumda bile değilim. Oğluyla saklanmakla meşgulüm."

Ellerini, şişkin göbeğinin etrafına birleştirdi.

"Kaybolduğun aylar boyunca gerçekten ne yaşadın Karmen? Çünkü anlattığın masala inanmadım. Seni son gördüğüm hal ile şimdiki halin arasında ki farkı tahmin bile edemezsin."

"Zor günler geçirdim."

"Ne kadar zor?"

"Bahsetmek istemeyceğim kadar zor, Kehribar."

"O zorluk her neyse seni değiştirmiş. Peki o zorluktan hangi güçle kalktın?"

Başımı etkilenmiş gibi sağa yatırdım. Saçlarım önüme düşmüştü. "Hangi soruyu soracağını gerçekten iyi biliyorsun Kızıl Kehirbar."

"Sen de ne zaman susman gerektiğini. Bu sorunun cevabını kimseye söyleme Karmen, o sorunun cevabında senin gerçek yüzün yatıyor. Potansiyelin ve ışığın hiç sönmemiş, gün gelecek ne demek istediğimi anlayacaksın."

"Victor'a geri dönelim, onu ne kadar tanıyorsun?"

"Ah, sadece bir kerecik onunla yüz yüze geldim. Çok yakışıklı bir adam, uzun boylu, esmer tenli, mavi gözlü, sesinde ki cazibe bu yaşıma rağmen beni bile kendisine çekti. Sesinde ki otorite ve incelik, İgima gibi birisinin oğlu olup ona karşı gelmek ve bu yaşına kadar bunlara yaşayabilmek herkesin harcı değildir. Ayrıca Seni kendi tarafına alacak kadar zeki, işbilen birisi. Hemde kendi kocanın katili olmasına rağmen."

Bu kadının hangi önemli noktalara parmak basacağını gösteren bir harita mı vardı yüzümde?

"Kocam Harvey piç birisi çıkmasaydı intikamını almış olurdum."

"Sanmıyorum, kocan Harvey'in piç olduğunu tam olarak ne zaman öğrendin Karmen? Victor'u gördüğün ilk anda mı yoksa ilerleyen vakitlerde mi? Eğer ilk andaysa Victor'u vurup öldürdün. Eğer ilerleyen vakit olduysa neden onu direkt öldürmek yerine dinlemeyi seçtin?"

"Ne diyeceğini merak ettim."

"Bu laflarla ancak diğerlerini kandırırsın sürtük beni değil. İkiniz arasında özel bir ilişki olduğunu görebiliyorum ama ne olduğunu anlayamıyorum.
Güçlü bir adam, bunca zaman boyunca senin arkanı gizliden kolladı. Ona bu yüzden mi aşık oldun?"

"Ona aşık değilim."diye sızlandım.

"Peki o sana ne için aşık oldu? Çok güzel bir kadınsın, yüzün masum duruyor, saçların şimdi çalı gibi duruyor olsa da özen gösterdiğinde parlayan apaçık bir kahvrengi. Karamel gibi," dedi bastırarak. Elini ceketimin altına hızla sokup geri çıkartmıştı. "Memelerin olgun, zayıf olsan bile kalçan da var, zaten akıllı bir kadınsın. Sana bu yüzden aşık olmuş olabilir."

Ceketimi göğüslerimi kapattım. "Övgülerin için sağ ol. Ama o da bana aşık değil buna emin olabilirsin."

"Doğru, şimdi aşık değil. Bunu o adamın deniz mavisi gözlerinde gördüm, adını duyduğunda bile nefretle titriyor. Senden telefonda bahsederken bile iğreniyordu. Ama bir zamanlar aşık olduğuna bahse bile girerim. Aman Tanrım sürtük! İgima Dizable'nin oğlunu nereden buldun da kendine aşık ettin?"

"Soru sormayı bırak artık cevap vermeyeceğim."

"Biraz daha düşünürsem bu soruların cevaplarına kendi kendime ulaşırım zaten ama sen sakın kimseye cevapları söyleme."

Ona yetiştirecek lafım kalmamıştı. Kehribar'la baş başa kalıp beni teker teker soyduğu bu sohbete devam etmek istemiyordum.

"Victor ile bir daha konuşmak isterim." Sesi bir düşün içindeymiş gibi alık çıkıyordu. Hepsi numaraydı. "Sert birisi olduğu kadar komikte. Dalga geçmekte üstüne yok. Böyle bir babaya sahip olup yaşadığı tüm her şeye rağmen ciddi ve kasıntı bir adam değil. Değişik bir tip, eğer genç bir kadın olsaydım, ah o zamanlar, bu kırmızı saçlı boyanın altında ki parlak sarışın saçlarım, kırmızı lenslerin altında buz mavisi gözlerim varken, Victor benden hoşlanır mıydı acaba..."

Kendimi iyice rahatsız olmuş hissettim.

"Sanmıyorum," diye kendine cevap verdi sinsi bir gülüşle. "Belki onu Aylin'e almalıyım, damadım olur. İgima ile de dünür oluruz ne dersin? Fena olmaz."

Attığım kahkaha ile odayı inletmiştim. "Kızıl Kehribar..."diye seslendim soluklarımın arasında.

"Efendim sürtük?"

"Seni ne kadar özlediğimi fark etmemişim."

"Bana olan sinirin geçti mi?"

"Hayır."

"Kindar birisi olma Kamen." Masumlukla bakmaya çalıştı. Üzerine hiç yakışmamıştı. "Sana yalan söylemek mecburiyetindeydim."

"Çok iyi bildiğime emin olduğum bir şey varsa, o da kimsenin seni hiçbir şeye kendi rızan olmadan mecbur bırakamayacak olması."

"Neyse beni affetmesende olur, kendim için bir gelecek istemiyorum."

"Yaşın elli."

"Yakında elli bir olacak ama yüz elli yaşındaymışım gibi hissediyorum."

"Hâlâ bir gelecek hayali kuracak kadar gençsin. Karşımda umutsuzca konuşursan benim de ümidimi kırmış olursun."

Hiç umursamayan bir tavırla kafasını salladı. Hava neredeyse kararmıştı. Gitmem gerektiğini söyleyip ayağa kalktım.

Kehribar bana her zaman ki o müthiş tavsiyesini verip uğurladı.

"Kimseye güvenme sürtük, bunu sana yüz kez söyledim ama sen de yüz kez güvenmeye devam ettin. Kimseye güvenme, özellikle Dizable'nin oğluna. Babasından nefret ediyor olabilir ama bu aynı kandan geldiklerini değiştirmez. Malzeme aynı ise hamur da aynıdır. Kan aynı kan ise, iki Dizable de aynı olur."

"Onu benim tanıdığım gibi tanımıyorsun."

"Aynı cümleyi tetikçi Aybeyaz için de kurmuştun bana. Hatta eskiye dönsek, Emir'e bile benden fazla güveniyordun. Şimdi ne oldu peki? En büyük yalancı o çıktı."

"Ama Victor öyle değil, onu tanıyorum. O babasından gerçekten nefret ediyor. Ve bana sizlerin aksine yalan söylemiyor."

"Senin tanıdığın Victor, tahminimce uzun yıllar öncesinde kalan adam. On yıl mı?" Cevap vermedim. "O zaman on yıl," diye devam etti. "On yıl bir insanı nasıl değiştirir aklın bile alamaz sürtük. Sen Victor Dizable'yi artık tanımıyorsun, bunu kafana sok. Babasından nefret ediyor olabilir, peki Karanlık Dünya'dan nefret ediyor mu? Bunu, ona hiç sordun mu?"

Cevapsız kalmam bile onun sorularına cevap olarak yeterli geliyordu.

"Şeytan, elinin altında bir melek yetiştirmez. Şeytan, şeytanı yaratır. Kötülük, kötülüğü doğurur. İgima Dizable'nin oğlu Victor Dizable, ondan hiç de farklı birisi değil. Güvenme sürtük, bir kez daha söylüyorum. Sakın ona güvenme. Ve sakın ona tekrar aşık-"

"Artık yeter!" deyip odadan hışımla çıktım. Kafam allak bullak olmuşken kapıya doğru gittiğimde Maytap ve Aylin mutfaktan çıkıp kapıya kadar geldiler. Yüzümü tekrar kamufle ettiğimde takrar görüşüz gibi veda laflarından sonra evden çıkıp geldiğim yoldan ters yöne yürümeye başladım.

Güneş batmıştı. Hava daha da soğumuştu. Neyse ki yağmur yağmıyordu. Karanlığı aydınlatan sokak lambalarının altından geçerken yüzüme sarı ışık huzmesi bir düşüyor bir saklanıyordu.

Yoldan geçen insanlara çarpıp çarpmamayı önemsemiyordum. Bana arkadan yaklaşan bir suikastçi var mı? Dönüp bakmayacaktım.

Kalbim sıkışıyordu, gözlerimin önü bulanıklaşmaya başladı. Sakin ol Karmen... Malzeme aynı ise hamur da aynıdır... Kendine gel Karmen...Victor, babasının oğlu...

Sen bana zehirsin Karmen, öldüren, çürüten, süründüren...Senden nefret ediyorum Karmen, on dört harften fazla nefret ediyorum... Ben karanlığın ta kendisiyim Karmen...

Kafamı, yanından yürüdüğüm her sokak direğine geçirmek istiyordum. Kim olduğunu hatırlata Karmen. Kendine nasıl söz verdiğini hatırla...

Karanlık Dünya bana artık işlemiyor. Gözlerim ışıklar yokken bile görüyor. Yönünü buldum ve yürüyorum. Son gelsin istemiyorum çünkü yorulmuyorum. O yüzden yalvaracaklar. Önünde diz çöküp yalvaracaklar.

Kalp atışlarım yavaşladı, kafam tehlike çanlarını susturdu. İçime soğuk havayı çekiyorum merhametsizce kaynayan ciğerlerimde ısıtıp geri üflüyordum.

Yaptığım işin tehlike boyutunu biliyordum, fakat bu bile benim arabaya binip Peperonni yolunu tutmama engel olmadı.

⛓️⛓️⛓️

Karanlık içinde, gece körlüğünü içime bir nefes gibi çekmiş, zifiri sisler arasında sır gibi gizlenmiştim. Bedenim ruhtan ibaretti. Gölgeler arasında hayaletler gibi özgürce dolaşıyordum.

Peperonni'ye geri dönen ve işten yeni çıkan hedefim karşımdan geçiyordu. Benden tamamen habersizdi. O bir ceylan gibi savunmasız ve ben bir kaplan gibi vahşiydim. Onu avlamak istiyordum. Dilim ağzımdan dışarı çıkıyor, o soğuk kanın tadını üzerinde hissetmek istiyordu. Canavarlar insan yerdi, ben bir canavardım, bana artık böyle diyorlardı. Buna dostum bile dahildi. Dişlerim sızladı, onu yemek istiyordum. Hayvanlar gibi. Isırıp, bana yalan söylediği dilini yerinden kopartacaktım.

Belimde ki soğuk metal, azgın bir adam gibi titriyor yerinden çıkıp parmaklarım arasına geçmek için adımı yalvarıyordu.

Onu tatmin etmek benin için hizmetti. Yerinden çıkartıp ince parmaklarım arasına aldım. Savunmasız yaralı Ceylan, seke seke önümde yürüyordu. Karanlığın içinden, sisleri yararak karabasan gibi çıktım. Önümde ki zavallının boynuna kaplan kadar çevik, vahşi, aç, hızlı bir şekilde saldırdım. Ben onun boynuna silah dayayana kadar varlığımı hissetmemişti bile.

Artık ellerim altında çırpınmadan duran, kaderini kabullenmiş, yem olup karnımı doyurmak için bekleyen ceylan duruyordu. Kaçamaz, kurtulamazdı.

Parmak uçlarımda yükselip kulağına yetiştim ve boğazımdan çıkan en derin sesimle fısıldadım. "Beni hatırladın mı?"

Adam elimin altında titredi. Başını karanlık geceye doğru kaldırdı. Siyah bulutların arasında tepemizde dikilmiş olup bizi seyreden dolunay ikimiz üzerine saf beyaz ışığını yolluyordu.

Silahımın namlusunu etine saplamak istercesine bastırdım.

"Seni hiç unutmadım," dedi ağır ağır.

Kolumla boynuna bastırdım, boğulacak gibi olduğunda ağzından boğuk bir inleme yükseldi.

"Ellerimin altında can vermek ister misin, tetikçi Aybeyaz?"

Ben onu hala boğmaya devam ederken sesi can çekişiyor gibi çıkıyordu. "Kaçınılmaz sonum."

"Şerefsiz, adi yalancı. Seni Harvey piçinin yanında ki boş mezarımın içine gömmek istiyorum."

"Öğrenmişsin," dedi kesik kesik.

Hayır, bildiğin her şey yalan diyerek itiraz bile etmemişti.

"Her yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Senin ki neden uzun sürsün?"

Bacaklarını sertçe çırpararak ellerim altından kurtulmak için çabaladı. Kolumun altında ki boynunda çıkan damarları hissediyordum. Ay ışığının altında parlayan yüzü morarıyordu.

"Sence ölmeyi hak ediyor musun?"

"Ses-sesin... Sesin bir... Yabancı gibi çıkıyor."

Kulağına bir kez daha eğilerek buz gibi sesle tısladım. "Ben zaten bir yabancıyım."

Kurtulmak için tekrar çırpındı. Ağzını aralayıp içine daha fazla nefes çekmeye çalışıyordu.

"İşimi bit-ir... Karmen...hemen."

"Neden istediğini yapayım?"

Konuşması için kolumu biraz gevşemiştim. "Beni öldürmek için sıraya girmiş bir çok kişi var. Sen bugün yapmasan yarın bir başkası yapacak."

"Demek ki bir çok insanın canını yakmışsın." Hem silahımı hem kolumu aynı anda ondan çekip sırtına bir tekme atarak kendimden uzaklaştırdım. "Yaşamana izin vereyim de seni öldürmek isteyen insanların seninle bir kukla gibi oynamasını izleyeyim."

Arkası bana dönük ve sırtı yere eğik bir şekilde öksürüyodu.

"Bana dön ve yüzüme bak. Sakın silahına davranma, sakın kaçmaya çalışma."

Emir öksürmeyi bırakıp sırtını dikleştirdi. Kapkara giyinmişti. Üzerinde dizine kadar yetişen siyah bir kaban vardı. Bedenini çevirip yüzünü bana döndü. Rengin'in dediği gibi beyaz teninin her zerresi taze yaralarla doluydu. Saçları ve sakalı dağınıktı. Gözlerine bakarken tereddüt etmedim. Ama onun koyu gözleri benim gözlerimle buluştuğunda kendine kaçacak delik aramak ister gibi titremişti.

Gözlerini kapatmak istediği anda, "sakın!" diye bağırdım. "Sakın gözlerini kapatayım deme Emir, bir korkak gibi kaçmaktan vazgeç artık."

"Karmen..." Adımı söylerken iç geçirdi. "Hayattasın."

"Ölmüş olmamı isterdin."

"Hayır."

"O zaman hala senin yalanlarına inanan aptal bir kadın olarak hayatta kalmamı isterdin."

"Evet."

Gözlerimin tam içine bakarak söylenen bir itiraf, bu sefer yalan yok.

"Patavatsız," dedim gözlerim öfkeyle seğirirken. "Varlığımdan hiç haberin yok muydu? Kafama milyon dolarlık ödül bile koyuldu."

Tek kaşını kaldırıp, "O ödül senin başına için miydi?"diye sordu.

Acıyla güldüm. Benden başka kim hak eder ki onu? Kimsenin değeri canımdan pahalı değildi.

"Özür dilerim." dedi aniden bana karşılık.

"Hangi hatan için?"

Susup başını öne eğdi. Kendinden emin olan dimdik duruşu çoktan eğilmişti. Kasları hala yerinde durmasına rağmen gözüme eskisi kadar koca vücutlu gelmiyordu. Tüm heybeti ve korkusuzluğu sönüp gitmişti.

Kendi hayatında kopan bir fırtına yaşamış, tüm yapraklarını dökmüş, dalları kırılmış sade bir ağaç gövdesi gibi ortada bir başına kalmıştı.

"Kafanı kaldır ve bana cevap ver. Hangi hatan için?"

"Az önce söylediğim kaba sözler için."

"Yani bana söylediğin yalanlardan pişman bile değil misin?"

Boğazında ki yumru çıkıp indi. Onun dışında hareketsiz duruyordu.

"Emir," derken sesim titremişti. Benim bildiğim Emir Aybeyaz, bana bu sorunun cevabını hemen verip af isterdi. Beni üzmekten kaçınırdı.

"Ben karşında mahvolurken hiç mi için acımadı? Ben karşında Harvey için ağlarken hiç mi diyemedin, dur ağlama, Harvey tek göz yaşına bile değmez, diyemedin mi? Sen de ağladın benimle, kimin için ağladın Emir?"

Öyle ifadesizdi ki suratı, tam ortasına yumruklar çakmak istedim.

"Harvey'le birlik olup iki kişi, bir kadının hayatıyla oynarken hiç mi için sızlamadı? Cevap ver Emir, böyle susamazsın."

"Vereceğim cevaplar hiç bir şeyi değiştirmeyecek."

"En azından çabala!" Diye bağırdım. Gözlerim yanıyordu. Boğazımdan aşağı keskin bir kılıç kayıyordu sanki. "Sana bu gözlere bakarak hiç yalan söyledin mi diye sordum, cevapsız kaldın. Niye? Niye Emir Aybeyaz? Niye bu kadar ağır ve büyük bir yalanı bana söyledin?"

Patlamış dudağının etrafı kabuk toplamıştı. Konuşurken dudakları birbirine değdiğinde canı yanıyor gibi gözü sıkışıyordu.

"Harvey...benim arkadaşımdı. Bu yüzden sustum, yalan söyledim, çünkü intikamı almayı bırakmanı istemedim. Bir çok yanlışı vardı. Yaptığı kötülükler vardı.

"İnsan kaçakçılğı," diye ilave ettim kelimelerinin arasına. Çünkü bunu söylemekten çekinip suçunun boyutunu hafife indirgiyirdu.

Kafasını salladı. "Evet, insan kaçakçısıydı. Ama ben onu her hatası ve yanlışıyla kabul ettim. O benim sahip olduğum tek arkadaşımdı. Harvey benim gözümde intikamı alınması gereken bir adamdı. Ben intikam alamayacak kadar güçsüzdüm ama sen... senin içinde yanan o intikam ateşi herkesin işine yaradı."

"Beni kullandın."

"Evet, kullandım. Harvey'in intikamı için. Ve sana yalan söyledim çünkü Harvey'in anısını temiz bırakmam gerekiyordu. Ölüp gittiğinde karısı ondan nefret etmemeliydi. Mezarına gidip ağlayan ve toprağını ıslatan birisi olmalıydı."

"Peki ben neydim? Harvey senin dostunsa ben senin için neydim Emir?"

"Benim için değerliydin Karmen. Hem de çok, çok fazla. Seninle Harvey'in boşluğunu doldurmaya çalıştım ama olmadı. Buna rağmen bu çürümüş kalbimde kıymetli bir yerin oldu."

Peki Harvey'le kimin boşluğunu kapatmaya çalıştın?

"Bu yüzden mi bana yalanlar söyledin?"

"İkinizden birinin iyiliğini seçmek zorundaydım."

"Ve sen de yaşayan masum bir kadın yerine, ölmüş olan kötü bir adamı seçtin."

Kararmış gözleriyle yorgun bir adamın ta kendisi olarak baktı. Mecali kalmamıştı, o kadar sakin konuşuyordu ki az sonra ölecekmiş gibi hayattan vazgeçmişti. Dokunsam, kâh ağlayacak kâh bağıracak kâh yere devrilip hayata gözlerini kapatacaktı.

"Ben seni ölüme terk ettiğim zaman, sana ihanet ettim diye kendime neler yaptım biliyor musun? Çeneme silah dayadım ve sıkmaya hazırdım. Sırf sana İgima Dizable gibi kötülerin başını çeken adamı öldürmek niyetiyle ihanet ettim diye. Sebebim bile mantıklıydı ama yine de kendimi suçladım. Fakat sen... o anda bile bana ihanet ediyormuşsun. Sırf seni yüz üstü bıraktım diye kendimi öldürmek istedim Emir. Sen diyemedin mi, dur Karmen sen bana değil asıl ben sana çoktandır ihanet ediyorum."

"Diyemedim," dedi halsizce.

O zaman sana yazıklar olsun, demek istedim. Onun yerine daha can yakıcı bir noktayı deşmek istedim.

"Hep böyle mi yaparsın Emir? Herkesin hayatını böyle kolayca siker misin? Seni seven insanlara böyle kolay ihanet eder misin? Bana ve Ali Duman'a yaptığın gibi."

Kararmış gözlerinde bir şimşek çaktı.

"Onu nereden tanıyorsun?" Sesi bu sefer daha dinç çıkmıştı.

"Polismişsin Emir, bunu bile bana söylemedin."

"Ben polis değilim," dedi acınası bir hâlde.

"Ama eskiden öyleymişsin. Tetikçilik, yarım kalan polislik hayallerinin zavallı bir çaresi mi?" Her cümlenin sonunda yüzü biraz daha nefretle ekşiyordu. "Peki benim gibi mahvettiğin Ali Duman? O senin hikayende nasıl bir yere sahip?"

"Onun adını ağzına alma," dedi koruyucu bir öfkeyle. Biraz durup düşündükten sonra başını kaldırıp bana suçlayan gözlerle ve sesle konuştu. "Adresimi sen verdin... Beni öldürmesi için ona adresimi sen verdin değil mi?"

"Keşke...keşke ben vermiş olsaydım. Ama ona adresini veren kişi bilinmeyen oldu."

Sinirlenmişti. Çenesini sıkıyor ve siyah deri eldivenli ellerini yumruk yapıyordu.

"Uçurumun başında duran adam değil mi?"

Ceyhun uçurumdan düştüğümde telaştan Victor'un varlığına bile dikkat etmemişken, Emir onun yüzünü ezberlemiş bilinmeyen olduğunu bile çözmüştü.

"Evet, o."

"O adam kim peki Karmen? Ne sikime benim adresimi vermeye kalkıyor?"

"Kendisi Harvey'in gerçek katili."

Yüzünde ki hayatsızlık birden silindi. Burnundan öfkeyle solumaya başladı.

"Harvey'in katilini buldun ama onu hâlâ yaşatıyor musun?"

"Sadece yaşatmakla kalmadım, aynı zamanda onun yanında taraf bile aldım."

"Bunu ne bana," dedi bastırarak. "Ne de Harvey'e yapabilirsin Karmen."

"Ama yapıyorum ve yapmaya devam edeceğim. Durdurabilecek misin?"

Dişleriyle dudaklarını parçalamak üzereydi. Cinnet geçirmiş gibi öfkeyle konuşuyordu. Her zaman ki Emir Aybeyaz, duygularına asla hakim olamaz.

"Kocanın katilinin yanında nasıl durursun Karmen sen? Bunu nasıl yaparsın lan? Aklım almıyor." Elleriyle kafasına vurdu. "AKLIM ALMIYOR!

"Sende binlerce masum insanı kaçırarak ölüme sürükleyen, onları satan, çocuklar ve kadınlar üzerinden para kazanan, insan kaçakçısının...Hatta...hatta benim çocuğumun katilinin yanında durmadın mı?"

Asıl psikopata bağlayıp böyle kafayı yiyen kişi ben olmalıydım. Asıl ben suçlamalıydım onları. Bunu yapmama izin vermeyecek kadar haklarımı elimden almışlardı. Beni hâlâ esir bir kadın olarak görüyorlardı.

Burada daha fazla kalıp Emir'in ağzından çıkan ok gibi sözleri kendime batırmasına izin vermek gibi bir niyetim yoktu. Emir Aybeyaz, son kez evinde bıraktığım adam değildi. Yalanları ortaya çıkınca ve ben Harvey'in intikamından vazgeçip onun işine yaramayınca beni paçavra gibi köşeye atabilmişti.

Kullanmıştı, beni herkes kullanmıştı.

"O adam için benden merhamet bekleme sakın Karmen, gördüğüm an kafasına sıkıp geçecegim. Ve senin yarım bıraktığın işi tamamlayacağım. Harvey'in intikamı alınmış olacak."

Tehdit ettiği adamın onun kaç gömlek üstü güçte olduğunu bile bilmiyordu.

Fakat en sert bedene sahip olan bir insan bile tek bir kurşunla yere serilebilir Karmen... Güç gerçekte nedir? En çok kimdedir? Kime itaat etmeyi sever? Güç, alınıp verilen bir şey midir yoksa herkes kendi gücünü kendi mi yaratır?

Alayla güldüm."Eğer becerebilirsen, yap tabii."

Arkamı dönüp karanlığın içine geri karışmadan önce, "Ali Duman sana ne yapacaksa, ben de sonuna kadar onun en büyük destekçisi olacağım, bunu böyle bil tetikçi Aybeyaz." demiştim.

⛓️⛓️⛓️

Mezarlık yolunun arka tarafında çakıl taşları ile dolu, ıslak, çamur patikanın üstünde karanlığın içinde bir başıma yürüyordum. Elimi belime yakın hizada ne olur olmaz diye tutmuştum. Yolumu karşı caddeden gelen sokak lambaları soluk bir ışıkla aydınlatıyordu. Hiç tanımadığım adamın, Marcus Marino'nun arabası hâlâ bıraktığım yerde duruyordu.

Arabayı çalıştırıp yola çıktım. Taktığım maske, şapka ya da giydiğim yağmurluk artık dayanılmaz bir fazlalık gibi üzerime yük oluyordu. Zaten tüm gününü diken üstünde geçirmiştim. Maskemi ve şapkamı çıkartıp yan koltuğa attım. O yüzden riskin dozunu biraz arttırmaktan çekinmedim.

Karanlık havada araba sürmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Harvey kendi başına yaşadığı büyük travmanın bedelini -Victor'un dediği gibi- üzerime bırakmasından bu yana elime anahtar sürmüyordum.

Ailesinin ölümünden önce bile bana evimizin etrafında turlamaktan ötesine gitmeme izin vermiyordu.

Yola çıkarsan hasımlarım seni takip eder... Evimiz en güvenli yer, evden uzaklaşırsan tehlikeye düşersin ve seni koruyamam...Hem kendi başına gitmene ne gerek var...Ben seni istediğin yere götürürüm... Laf, laf, laf...

"İşte şimdi evden çok uzaktayım Harvey, hemde yanımda bile değilsin. Peki şimdi Ne olacak? Ölecek miyim?"

Ölebilirdim, benimle birlikte bugün yüz yüze gelen herkes ölebilirdi. Gün hâlâ bitmiş değildi, belki eve giden tenha bir yolda arabamın önü kesilecekti. Tüm bunlara rağmen neden ölümü bile göze alarak kocaman bir risk almıştım ki?

Çünkü acınası bir hâle düşmüştüm. Victor Ural, o dağ evinin içinde beni öyle bir nefrete boğmuştu ki dışarıya kaçarak bir yerlerde beni hâlâ seven insanların varlığına tutunmak istedim.

O yüzden bugün kapıdan kapıya başı kesilen zavallı bir horoz gibi koşmuş, oradan oraya gidip durmuştum.

Beni görünce parlayan gözler bulmak istedim, bana seni seviyorum diyen bir ağız aradım. Bana, Victor'un hissettirdiği gibi dünyanın en kötü insanı olmadığımı anlatan bir masal duymak istedim.

Nitekim bu soruları gerçekten sorduğum zamanlar bile eskide kalmıştı. Hiçbir duruma alışmayan, kendini sürekli karanlığın dışında tutan, şu intikamı alayım da aradan çekileceğim kafasına giren kadın artık yoktu.

Harvey'in bahsettiği o tehlike ben olmuştum. Beni korumak istediği kötü adamlar şimdi benden az korkunç hâle gelmişlerdi.

Arabayı daha hızlı ve daha profesyonel sürmek için alışmam gerekiyordu. Yol boyunca sağ şeritten mümkün olduğunca az çıkmış ve sollama yapmıştım. Kafamın içinde ki sesler de bir türlü susmadığı için yola odaklanamıyordum. Araba sürmeye devam ettikçe iki işi aynı anda yürütmeyi öğrenecektim. Umarım...

Emir'le olan yüzleşmemizin en ufak bir anı aklıma gelse kan beynime sıçrıyordu.

Ormanlık yola girmiştim. Victor...akşam yemeğinde kim bilir ne yedi?

Art arda bir kaç virajı gectikten sonra engebeli arazi yolunda ilerlemeye devam ettim. Uzun karanlıkta simsiyah gözüken uzun ağaçların arasından geçip duruyordum. Farlarım artık tek ışık kaynağımdı. Bu yolun sonunda bizim evden başka ev yoktu.

Bizim ev mi? Kendime gülmüştüm. Victor'la eskiden hayalini kurduğumuz gibi aynı evin içindeydik. Birbirine deli gibi aşık olan bir çift gibi birlikte yemek yiyorduk, birlikte ateşin karşısında oturuyorduk. İmkansız duran hayallerimiz yıllar sonra gerçekleşmişti. Ancak detaylarda ufak bir değişiklik vardı. Birbirini seven eşler yerine birbirinden nefret etmekten ölüp biten iki yabancıya dönmüştük.

Hayat gerçekten tuhaftı ve benim düşüncelerim gerçekten hiç susmuyordu.

⛓️⛓️⛓️

Eve yetiştiğimde arabayı garaja geçirmeden kapı önünde park ettim.

Saat henüz akşam sekiz bile olmamıştı ama Victor uyumuş olabilirdi. Kapının kilidini yavaşça açıp içeriye geçtim. Neden gelmemişti? Ya ben anahtarı olan bir düşmansam? Kapıyı ayağımla kapatıp koridor boyunca yürümeye başladım. Salonun hem ışığı hem de kapısı kapalıydı. Tekrar üşümeye başladığım için şömine karşısına geçmek için can atıyordum.

Yürümeye devam ettim. Odama gitmek üzereydim ki mutfağın önünden geçerken göz ucumla son anda orada ki adamı gördüm. Mutfağa geri dönüp kapının önünde dikildim.

Victor masanın başında sükunetle oturuyordu. Masanın üzerine iki farklı tabak vardı, birisi benim hep oturduğum tarafta diğeri kendi önünde. Ancak kendi yemeğine hiç dokunmamıştı. Çatalı temizdi. Tabağı ise benimki kadar dolu.

İçeriye geçip geçmemek arasında kalmıştım. Victor bana bakmak için kafasını bile kaldırmamıştı. Dışarıda ki insanlar yüzümü görmek için can atıyordu. Beklemekten yorulmuş gibi elinde ki çatalı uyuşuk parmak hareketi ile çevirip duruyordu.

Masaya sessizce yaklaşıp sandalyeye oturdum. Karnım o kadar aç değildi ve Emir'le olan konuşmadan sonra iştahım tamamen kaçmıştı. Victor duruşunu bozmuyordu. Masada oturmam bile yeterli değil miydi? Elime çatalı alıp tabağın içinde ki kuşkonmaz ve havuçla pişmiş tavuk buduna batırdım.

Hala bekliyordu. Ufak bir parçayı ağzıma götürüp çiğnemeye başladığım anda o da kendini düzelterek yemek yemeye başladı. Sonrasında çatalla tavuğu didiklemekten başka bir şey yapmadım. Ağzıma tekrar lokma koyacak halim yoktu. Boğazımda ağır bir yumrunun hissi beni boğmak üzereydi.

Ağzımı açıp ona tek kelime etmeye çekiniyordum. Gözlerimle duygusuz yüzüne bakarken bile sakınca duydum. Ama her zaman ki gibi Victor iş sohbeti veya tartışma olmadığı sürece sessiz kalıyor ve benimle konuşmaya lüzum görmüyordu.

Çatalımı tabağa bırakıp kendimi cesaretlendiren bir nefes aldım.

"Bugün bir çok kişiyle yüzleştim. Bazısı beklediğimden iyi geçmişti ama-"

Lokmasını çiğnerken sözümü kesmiş ve düz bir sesle, "Takip edildin mi?" diye sormuştu. Beni susturmak için ağzında ki lokmanın bitmesini bile beklememişti.

"Hayır," dedim uysal çıkan tonumla. Lanet olsun, bozulduğum belli olmuştu.

Victor yemeğini iştahla yemeye devam ediyordu.

İçim içime sığmıyordu. Tek bir günde binlerce konuşma içine girmiştim. Birbirinden farklı gözlere bakmış ve bedene temas etmiştim. Ama suçlu olan birinden bile özür kelimesi işitmemiştim. Emir Aybeyaz, mahvettiği kadının hayatı için kendini haklı görüyordu.

Boğazımda ki yumru gırtlağıma kadar dayanmıştı. Ceyhun bugün bana artık bir canavar olduğumu söylemişti, dostum, gözünde bir insan olarak kaldığım tek dostum bile bunu demişti.

Sertçe yutkundum. Gözlerimin cayır cayır yandığını hissetmeye başlamamla elim ayağım telaşa kapıldı. Ağlamanın sırası değil.

Victor tavuğunu yarını yokmuş gibi yemeye devam ediyordu. Gözleri donuk bakıyordu. Umursamaz tavrı beni her saniye daha fazla delirtiyordu.

"Ceyhun...beni görünce ağladı," dedim hafifçe gülerek. Victor isitifini bozmadı. Sağır mıydı? "Emir ise-"

"Emin misin?" dedi çatalıyla tabakta kalan havuçları avlarken.

"Neye?"

"Seni kimsenin takip etmediğine, yerimizi açığa çıkarmadığına?"

Sabah bu kadar agresif değildi. Yola çıkmam için beni motive bile etmişti. Hayır...hayır...İşte yine aynı şey, ben onun silahıydım. Ne zaman üzülsem, korksam, acıksam, yaralansam hemen beni düzeltmeye çalışarak silah olarak en iyi halime getirmeye çalışıyordu. Şimdi ki gibi normal sohbet etmek istediğimde ise susuyor ve gerçek haline dönüyordu.

"Evet," dedim buruk bir ifadeyle.

Şunu yapmayı kesmeliydim. Ona bir şeyler anlatmaya çalışmam aptalca ve beni dinlemiyor diye gücenmem daha da aptalcaydı.

Masadan kalkıp tabağımı tezgahın içine bıraktım. Victor'a dönerek tezgahın çıkıntısına yaslanıp ona bakmaya başladım.

"Seninle baş etmek zor," dedim normal sesimle.

Victor son lokmalarını öğütüyordu. Kafasını kaldırıp bana tek kaşını kaldırarak baktı. "Bir kaç tane sikik kuralımız var, onlara uymak senin için daha zor gibi duruyor."

Sikik? Victor önümde küfretmekten çekinirdi. Kuralımız derken hepsini kendisi koymuştu. Özellikle sohbet veya temas yok maddesini.

On yıl bir insanı nasıl değiştirir aklın bile alamaz sürtük. Sen Victor Dizable'yi artık tanımıyorsun, bunu kafana sok.

"Kalp kırmaktan yana bir eksiğin yok," dedim. Sesim güçsüzdü, yumuşaktı. Ağlamak üzere olduğum her nağme de belli oluyordu.

Bugün beni nasıl yormuştu? Fiziksel olarak mı yoksa ruhen mi? Boğazımda ki yumru artık dışarı çıkmak ve gözlerimde ki yangın kendi suyuyla sönmek istiyordu.

"Ba-bana yemek... yemek koydular, evleri sıcaktı. Sobaya çok odun attılar, sıcaktan terleyecek hâle geldim."

Victor tabağını alıp ayağa kalktı.

"Ceyhun...ceyhun hâlâ masum olduğumu söyledi." Ve bir canavar olduğumu. "Benim suç işlemekte sebeplerim varmış, o yüzden hâlâ masum kalmışım."

Victor elinde ki tabakla, benim varlığımı yok sayarak yanıma gelip kirli bulaşığı tezgaha bıraktı.

Şeytan, elinin altında bir melek yetiştirmez. Şeytan, şeytanı yaratır. Kötülük, kötülüğü doğurur. İgima Dizable'nin oğlu Victor Dizable, ondan hiç de farklı birisi değil. Güvenme sürtük, bir kez daha söylüyorum. Sakın ona güvenme. Ve sakın ona tekrar aşık...

"Karpuz bulduk... Kışın tam ortasında, inanılmaz değil mi? Bu da bir iyilikmiş, Maytap çok sevindi. Onu mutlu etmişim."

Önümden geçip giderken kolunu sımsıkı tutup onu durdurdum. Kafasını ağır ağır bana çevirdi. Kindar mavi gözleri, bir elime bir de bana baktı. Tahammülü yokmuş gibi elimi iterek benden kurtuldu.

Bugün ona neler yaşadığımı anlatmaya çalışırken, mutlu bile olsam da özür dilemediklerini fark ettirmeye çalışıyordum.

Fakat en başında Victor Dizable benden özür dilemiyordu. Ben o kadar kötü bir insan mıydım? Özür dilemek bu kadar zor muydu? Gururları bana gelince dağa dönüşüyordu. Onlar beni kullanmış ve gözüme baka baka yalan söylemiş olsalar bile üstüne özür dilemiyorlardı.

Emir Aybeyaz, neden Harvey'i seçtiğini bana hiç belli etmedin. Ben seni sevmiş; sana inanmış, güvenmiştim.

Herkes beni, üzerime binip, kırbaçlayıp hızımı arttıracak ve onları yetişmek istedikleri yere götürecek bir katır olarak görmüştü. Herkesin hedefine giden yolda bir taşıt olmuştum.

Özür dilemediler, gururuna yediremediler. Ben de Victor'a karşı öyle miydim? Onu özgürlüğüm için terk edip hayatından çıkarak hata mı yapmıştım? Victor'un canı, benim canım gibi yanıyor muydu şimdi?

Suçlusu ben isem, o zaman diğer kötü insanlar gibi olmayacaktım. Bir özrü fazla görmeyecektim. Ben iyi bir insandım...ne olursa olsun hâlâ öyle olduğuma inanmak istedim.

"Özür dilerim," dedim. "Özür dilerim Victor, seni arkamda bıraktığım için özür dilerim."

Victor'un bakışları kararmıştı.

"Dileyeceğin binlerce özürden birisi daha. Sana söylemiştim Karmen, birini bile kabul etmeyeceğim." Sesi balyoz gibi sert çıkarak ortalığı yıkıyordu.

Kafamı salladım. Gözlerim alev alev tutuşmuş yanıyordu. Boğazımda ki yumru daha fazla sabredemedi ve özgürlüğüne koştu.

"Senin..." Bir hıçkırık kopmuştu. "Senin de özür dileyeceğin zaman gelecek Victor Ural Dizable."

"Gelmeyecek," dedi kin dolu bir sesle.

"Gelecek," dedim gözlerimden yaşlar akarken. "Hepinizin gelecek, hepinizin." Arkamda ki tabaklardan birini tuttuğum gibi karşımda ki duvara fırlattım. Porselen kırıkları dört bir yana saçıldı. "Beni bu canavara dönüştürdüğünüz için," sesim gözyaşlarım ve nefesim arasında boğulmuştu. "Hepinizin gelecek."

Odama koşarak geçmiş ve kapıyı sertçe çarpmıştım. Yerinde olmayan kapı kolu yuvası yüzünden kapanmamıştı bile. Aldırmadan kendimi yatağımın üzerine bıraktım.

Her şeyi parçalamak istiyordum, yakıp yıkmak ve üzerime yakıştırdıkları o canavara dönüşmek.

Yaklaşan sert adım seslerini duyduğum anda yatağın köşesine kayıp oturur hale geldim.

"Yemin ederim seni öldürürüm Victor! Sakın odaya geçme."

Kapı aralığından bana bakıyordu.

"Siktir git," diye bağırdım suratına karşı.

Kapıyı geçeceği kadar açtı ve içeriye tek bir adım atıp durdu.

"ÇIK BURADAN! Yemin ederim... Bak yemin ederim ki..." Bir kez daha ağlamamak için zor duruyordum.

Bana doğru adım atmaya devam etti. Kafayı yemek üzereydim. Beni asla dinlemiyordu. Belimde ki silahı çıkarttığım gibi ona doğru tuttum.

"Seni gerçekten öldürürüm. DUR ARTIK, YAKLAŞMA!"

Durmuyordu, gözlerini gözlerimden çekmeden bana doğru gelmeye devam ediyordu. Niyeti neydi? Beni okyanus kadar mavi bakışları içinde boğmak mı? Zaten içeride kalbimi kırması ona yetmemiş miydi?

"Seni görmek bile istemiyorum! Git buradan!"

Silahımın horozunu çekip içeriye bir kurşun gönderdim. Geriye tetiğe basmak kalmıştı. Ellerim titriyordu, kalbim patlamak üzere acıyla çığlık atıyordu.

"Öleceksin...Git artık, öleceksin...dur artık, öldüreceğim seni." Gözlerimden durmadan yaş akıyordu.

Victor önüme yetiştiğinde durdu, yutkundu. Kafamı kaldırıp ona baktım. O da başını eğmiş yüzüme bakıyordu. Aramızda hiç mesafe kalmadı, bu yasaktı. Bu yasağı en başında kendisi koymuştu.

"İnsan bir kere ölür...fakat binlerce kez ölümden döner."

"Öleceksin," diye fısıldadım ağlarken. "İşte şimdi öleceksin."

Kafasını salladı. "O zaman, öleyim."

Tereddüt etmeden tir tir titreyen bedenimi kalın kolları arasına alıp birden sımsıkı sardı.

Şaşırmak için fırsatım bile olmamıştı. Kafamı, oturduğum için denk gelen geniş beline yaslayıp aniden daha şiddetli ağlamaya başladım.

Elimde ki silah yere düşerek gürültü çıkartmıştı. Kollarımı kaldırıp onun bedenine saramadım, kafamı yaslayıp ağlayacak bir yer bulduğum için aklıma başka hiç bir şey gelmiyordu.

Göz yaşlarım, onun üzerinde ki kazağın yarısını ıslatmıştı. Ural, başımı arkadan kavrayıp beni kendine daha fazla basdırtıktan sonra kollarını bedenime daha sıkı doladı.

Bir eli sırtımın bir eli ince belimin üzerindeydi. Tek kolu tüm belimi kavramaya yetmişti.

Bana neden sarılıyordu? Sesimi çıkartıp soramadım. Bugün daha fazla yalan, hakaret, duymak istemiyordum.

Bana, sadece kendime geleyim diye sarıldığını söylemesine gerek yoktu. Ben onun kurtuluş biletiydim, kendi çıkarları için bana sahip çıkması, iyi bakması gerekiyordu. Yaptığı tek şey buydu.

Buydu ama şimdi umurumda değildi. On yıl sonra ilk kez birbirimize sarılmıştık. Ebediyen ayrılmak üzere olan iki beden tekrar karşılaşmış ve sanki hiç ayrılmamış gibi uyum içinde birbirine girmişti.

On yıl önce birbirimize dokunmak, sarılmak, öpmek için kafayı yiyorduk. Şimdi ise ne koksusu değişmişti ne de bana hissettirdiği o sıcaklık. Ne de kalbimin ritmini değiştirdiği o heyecan.

Hayır hepsi değişti Karmen ama rol gereği saklıyor... O da seni kandırıyor ve kullanıyor...

Kollarımda güç yoktu, ona karşılık vermek istedim. Ya da ayağa kalkıp kafamı göğsünün üstüne yaslamak ve kalbini dinleyip hissetmeyi arzuladım. Ayaklarımda da güç yoktu. Zayıf bedenim Victor Ural'ın kolları sayesinde yerinde duruyordu.

Kafamı kaldırıp yüzüne bakmaya cesaret etmedim. Yüzü benden tiksinerek mi bakıyordu? Mecburuyeti her yerinden anlaşılıyor muydu? Bana dokunduğu için kendinden nefret mi ediyordu?

Ağlamam bitmeye yaklaştığı anda şefkatli kollarını üzerimden çektiğinde soğukluk vücuduma yine hücum etti. Boşluğa düşmüş gibi oldum ama başımı kaldırıp ona bakmadım. Victor adım adım tek kelime etmeden odamdan çıkıp gitti.

Bir rüya kadar güzel ve bir kabus kadar korkunçtu.

İgima Dizable, sana söz veriyorum sen benim olacaksın ve ben de senin olacağım. Victor ise ikimizi, kendi karanlığında boğacak. Babasını ve bir zamanlar aşık olduğu o kadını."

Gözlerim kapandığı anda bedenim yatağın üzerine devrildi.

Uyuyordum ama artık yatağımda başka birinin daha varlığını hissediyordum. Gözlerimi açıp sağıma döndüm. Victor'un iri bedeni yatağımın üzerinde uyuyakalmıştı. "Sen... Sen burada ne yapıyorsun?" dedim sertçe ama tepki vermemişti.

Örtüyü üzerinden çektigim anda Victor mavi gözlerini açıp bana bir silah doğrulttu. "Bana asla güvenme demiştim. Ben senin düşmanınım. Hata yaptın."

Silahı kalbime doğru sıktığı anda gözlerim aniden açıldı. Çığlık atmak üzereydim ki dudaklarımın üzerine koca bir el kapandı. Nefesim kesildiği ve neye uğradığımı anlamadağım anda yerimde çırpınarak ağzımı kapatan elden kurtulamaya çalıştım.

Bulanık görüşüm netleştiğinde yatağımın başında duran Victor, silah tutmuş diğer elini sakince yukarı kaldırıp işaret parmağıyla dudakları üzerine götürüp sus yaptı.

Lanet olsun...büyük bir sorun vardı.

Gözlerimle tamam yaptığımda elini ağzımdan çekti.

"Sorun ne?" diye fısıldadım.

"Ses duydum, dışarıda birileri var." Sesi son derece sessizdi.

İlk olarak aklıma evin sahibi Marcus gelmişti.

"Arkadaşın Marcus?"

Başını iki yana salladı. "Onlar yarın akşam gelecek."

Afallayıp kalmıştım. Bunu şimdi öğreniyordum. Yarın buraya Marcus ve bir başka kişi daha mı gelecekti?

Yastığımım altında ki silahımı alıp yerimde hızla doğruldum. Dehşete düşmüş gözlerimle yataktan inip ona baktım.

"Onlar değilse..."

Sikeyim, o zaman geriye tek bir ihtimal kalıyordu. Ben kellemi isteyen piçler tarafından takip edilmiştim.

"Sana bir şey sormak istiyorum," dedi Victor kulağıma doğru mırıldanarak.

İşte şimdi beni suçlayacaktı, hani seni kimse takip etmemişti, diyecekti. Ve sonuna kadar haklıydı.

"Sor." dedim başımı öne eğerek.

Dudakları kulağıma değmek üzereydi, soğukluğu tenimde hissediyordum. Üstü başı sigara kokuyordu. Ses tonu tüylerimi ürpertecek kadar yoğundu.

"Bana neden orta parmak atıyorsun?"

Biz birazdan suikaste uğramak üzereydik ve sorduğu soru sabah attığım mesajla ilgili mi olmuştu?

Bu adam gerçekten Portekizli Psikopatın ta kendisiydi.

46. BÖLÜM SONU

 

Bir sonra ki bölümde görüşmek üzere.

 

Instagram : kankaderoffical2

 

 

Bölüm : 19.07.2025 21:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
sho.sha. / KAN KADER / 46. BOLÜM- UMUT HÂLÂ VAR
sho.sha.
KAN KADER

24.54k Okunma

1.54k Oy

0 Takip
51
Bölümlü Kitap
KAN KADER GİRİŞ - TANITIM1. BÖLÜM - İLK KURŞUN2. BÖLÜM - KALBİ DİRİLTEN DUYGU3. BÖLÜM - TAKİPÇİ4. BÖLÜM - T.G.I.F5. BÖLÜM - ÇIRAK VE USTA6. BÖLÜM - ROLEPLAY7. BÖLÜM - KAPANA KISILDIK8. BÖLÜM - TİK TAK, TİK TAK9. BÖLÜM - AYNADA Kİ TUHAF KADIN10. BÖLÜM - KARMEN'İN ÖLÜMÜ11. BÖLÜM - YARALI KALPLER VE BEDENLER12. BÖLÜM - İHANETTEN GERİ KALAN13. BÖLÜM - YAS SİGARASI14. BÖLÜM - TEHLİKELİ SULAR15. BÖLÜM - MASKENİ KUŞAN16. BÖLÜM - CEHENNEM'E BİLET17. BÖLÜM - DİKKAT, KAÇAKLAR KAÇIYOR!18. BÖLÜM - KARANLIĞA BÜRÜNEN BİLİNMEYENKARAKTERLERKARAKTERLER PT.219. BÖLÜM - KANLI PARA VE YALANCI YANSIMA20. BÖLÜM - VAHŞET DOLU GEÇMİŞ21. BÖLÜM - OYUN BAŞLADI22. BÖLÜM - KİRALIK KATİL23. BÖLÜM - YANDAŞLAR24. BÖLÜM - GÜVENLİ BÖLGE25. BÖLÜM - HIRSIZLAR26. BÖLÜM - KORKAK KALPLER27. BÖLÜM - KÜLLERDEN DOĞAN AİLE28. BÖLÜM - SAÇLARINI ÖREBİLİR MİYİM?29. BÖLÜM - ŞEYTANLA DANS30. BÖLÜM - DİŞE DİŞ, KANA KAN31. BÖLÜM - ÖLÜ YA DA DİRİ32. BÖLÜM - ÖLÜME 1 KALA33. BÖLÜM - OYUN BİTTİ34. BÖLÜM - MATEM GÜNÜ35. BÖLÜM - YEMİNLİ KURŞUN36. BÖLÜM - BEN, SENİM.37. BÖLÜM - ELVEDA38. BÖLÜM - CAMBAZ'IN HAZİN SONU39. BÖLÜM - TOZLU SAYFALAR40. BÖLÜM - KANLA ÖDENMİŞ BEDEL41. BÖLÜM - VİSAL42 - VİCTOR URAL DİZABLE ( SEZON FİNALİ)43. BÖLÜM - NEREDE KALMIŞTIK?44. BÖLÜM - KİMİN HİKAYESİ?45. BÖLÜM - TAŞIYICI46. BOLÜM- UMUT HÂLÂ VAR47. BÖLÜM - FELEKTEN İKİ GÜN PT.148. BÖLÜM - FELEKTEN İKİ GÜN/ PT. 2
Hikayeyi Paylaş
Loading...