Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. BÖLÜM - ROLEPLAY

@shorosharpen

 

Bu koca dünya içimde toz duman olur
Her sokakta alev alev yangınlar çıkar

 

Grup Nara - Gitme

 

❤⛓🖤


-Bana bunu daha önce söylemediğine inanmıyorum Emir.

-Nasıl söylemem gerektigini bilmediğim için Karmen.

Başımı iki yana sallayıp köşeyi döndüm. Patlama etkisi yaratan itirafından sonra, evde daha fazla kalmaya tahammülüm kalmamıştı.

Kendimi olduğu gibi dışarıya atmıştım. Hemen arkamdan Emir de gelmişti. Nereye gittiğimi bilmiyor yalnızca yürüyordum.

-Gerçekten mi Emir? Bilmiyor muydun?

Emir kolumdan tutup beni kendisine çevirdi.

-Bilmiyordum Karmen. Başka neden olabilir ki?

Ondan şüphelendiğimi sanıp gerilmişti.

-Bana güvenmiyor musun, diye sordu ardından.

Aklıma hemen, telefonuma gelen "Güvenme" mesajı gelmişti. Ama başımı iki yana sallayıp,

-Güveniyorum, dedim.

Başıyla onaylayıp beni bıraktı. Önüme geri döndüm ancak aklıma sonradan dank edenler kuyruğuna biri daha eklenmişti.

-Emir, aklıma geldi de senin araban, telefonun, saatin felan nerede?

Sessizleşip dilini ağzının içinde dolandırmaya başladı.

Hava klasik yaz sıcağındaydı. Gökyüzü aydınlıktı. Şehir ise kalabalık. Ayrıca kimsenin bana baktığını hissetmiyordum. Sanırım beynimin alıştığı korkular ve yaşam tarzı, belleğimden yavaş yavaş siliniyordu.

Emir'in kahkahasıyla gözlerimi yeniden ona çevirdim.

-Komik bir şey mi var?

-Evet, sen.

-Ben mi?

-Sana gülüyorum Karmen. Ronniden ayrıldığımı söylediğim anda bana eşyalarımı sormana.

-Aşağılayıcı mıydı, dedim utanıp.

-Hayır doğru bir tespitti. Ben sorma tarzına güldüm.

Dudaklarımı sıkıp arkamı döndüm. Gerçekten utanmıştım. Yürümeye yavaş adımlarla devam ediyorduk.

-Yani sırf Peperonni'den ayrıldın diye senin olan her şeyi aldılar mı?

-Düzeltiyorum. Onlara ait olan her şeyi aldılar.

-Yani çorabına kadar her şey onların mıydı? Evin, araban, telefonun, eşyaların.

-Aslında onları kendi paramla almıştım. Ama Ronni'nin bazı şartları var. Ekipten ayrılmak ihanet sayılır derecede ağır bir istek. Ve sözleşme maddelerinde, bu isteği istememiz sonucunda, ekipten ayrıldığımızda bizi donumuza kadar soyacaklarını açıkça belirtmişlerdi.

-Ona rağmen ayrıldın demek. Peki bunu niye yaptın?

-Bunu gerçekten sonra konuşalım, dedi mağrur bir edayla.

Başımı sallayıp onu onayladım. Durduğumuz yer bir telefoncunun önüydü. Önce içeriye ardından Emir'e baktım.

-Sakın.

-Ama ihtiyacın var.

-Yani? Bunu karşılaycak kişi sen misin?

Aramızdan iki kişi geçtikten sonra Emir'in dibine sokuldum. Ve o kasılmıştı.

-Emir, bu işte beraberiz. Ve işin yürütülmesi için sana gerekli olan şeyleri ben karşılayabilirim.

Belki onun için zor bir andı bu. Ama Ronni'den ne sebeple ayrılmış olursa olsun, eşyalarını bile isteye kaybetmesi benim vicdanımı yumuşatmıştı.

Sonra cebimden telefonumu çıkartıp açtım. Emir oraya buraya bakarken, banka hesabıma giriş yapıp ne kadar bakiyem var diye kontrol etmiştim.

-OHA!

-YUH!

Ekranda gördüğüm rakamları okumaya çalışıyordum.

-Bu para ne be, diye sordum Emir'e.

O da bana aynı şaskın gözlerle bakıyordu.

-Son hesap hareketlerine gir, dedi parmağıyla işaret edip.

Oraya tıkladığımda önüme başka sayfa çıktı. Tek tek okumaya başladım.

-En son 2 gün önce, Cindy Pizza'nın aylık ödemesi yatırılmış. 40.000.000 Tl mi? Cindy Pizza aylık bu kadar mı kazanıyor?

-Sanırım öyleymiş. Her adım başı şuben var. Ayrıca başka şehirlerde de öyle. Başarılı bir iş kadını olduğunu bilmiyordum, Dedi alay ederek.

Gözlerimi devirip, ekranı aşağı kaydırdım.

-5.000.000 lira ödenmiş 2 hafta önce. 6 haziran da. Harvey öldükten bir sonra ki gün.

İkimiz gözgöze gelmiştik.

-Ödemeyi kim yapmış?

Ödeme detaylarına tıkladığımda daha önce hiç karşılaşmadığım bir isimle karşılaşmıştım.

-Varis Gani de kim?

Emir ismi duyunca aniden telefonu elimden çekip kendisi baktı. Donuk bir yüz ile, dudaklarını sessizce kıpırdattı.

-Peperonni'nin kurucusu ve sahibi.

Ardından kendini silkeleyip normale döndü ve telefonu elime bıraktı.

-Muhtemelen, Harvey'in Ronni ekibinde ki sahip olduğu parayı sana vermişler.

Telefonu kapatıp cebime koydum.

-Güzel, en azından parasızlık derdim olmayacak. Hadi gel, telefon alalım.

Başını salladı. Önden ben girdim, Emir ise etrafa göz atıp peşimden yetişti.
Son model telefonlardan birini aldıktan sonra, oradan çıktık.
Şimdi ise öylesine yürümeye dalmıştık.

-Beni ne diye kaydettin?

-Karmen Ivy as cindy diye. Niye soruyorsun?

Yüzümü buruşturup,
-Bu resmiyet neden, dedim.

-Çünkü biz arkadaş değiliz.

Moralimi bozmuştu. Daha fazla soru sormayı bırakıp etrafımı izlemeye başladım. Yoldan geçen arabaları gördüğümde,

-Sana araba da alalım, dedim.

-Abartmasan iyi olur.

-Abartmıyorum Emir. Sürekli bir koşuşturma içinde olduğumuz belliyken ne diye taksilerde sürünelim.

-O zaman kendine al.

-Ben araba kullanmayı bilmiyorum, dedim sesimi masumlaştırarak.

-Bildiğini biliyorum Karmen, yalan söyleme.

-Of, evet biliyorum ama hiç kullanmadım. Unutmuş bile olabilirim, diye çıkıştım.

-Ya da hala öne oturmaktan korkuyorsundur.

Dedikten sonra bir bankanın önünde durdu.

-Aklıma geldi de, senin evinde yok değil mi? Gerçekten o eski püskü evi senden alırken vicdanları hiç sızlamadı mı?

Gözlerinı kısıp üzerimde gezdirdi.
-Benimle dalga mı geçiyorsun?

Kahkahalarla gülmeye başladım. O da istemese de sırıtıyordu.

-Sızlamamıştır Karmen çünkü orası benim evim değildi. Kimin evi onu bile bilmiyorum. Aslında o gün seni gerçekten kendi evime götürüyordum ama o harabe evi görünce, içine seni koymak gözüme çok komik gelmişti.

Diye cümlesini bitirip sırıttı. Ben de kahkahalarımı kesmiş ona nefret eder gibi bakıyordum. Aptal, demek en yakın dostunun ölümünde bile komik şeyler düşünebilmiş.

-Bankaya geçeceğim, işlerim var.

-Olmayan parayla ne işin olabilir, diye gıcık verdim kendisine.

-Ne demek olmayan param? Hani senin paran benim paramdı?

Diye zorlama ciddiyetle sorduğunda, buruşmuş yüzüm yeniden gülmeyle doldu.

-Şaka bir yana, bana gerçekten borç verirsen paranı kabul ederim. Yoksa aksini düşünme bile.

Bu konu hakkında daha fazla şaka yapmam artık onur kırıcı hale geleceğinden, hiç itiraz etmeden telefonumu çıkartıp açtım ve ona verdim.

-İçinden alacağın tek kuruş bile borç sayılacak unutma.

Başını sallayıp telefonu aldı ve içeriye girdi. Emir gidince kendimi bir an boşlukta buldum.

Sanki kalabalık tekrardan üstüne çullanıyor ve ben bir suç işlemişim gibi dikkatleri üstüme çekiyordum.

Yerimde titremeye ve etrafıma bakınmaya başladım. Saklanacak bir yer arıyor gibiydim ki karşı cadde de ki kuyumcu gözüme çarptı. Düşünmeden yola atladım ve hemen kuyumcaya geçtim.

-Hoş geldiniz hanımefendi.

-Merhaba, dedim titreyen sesimle.
Gözlerim hala dışarıdaydı.

Kısa boylu, bodurdu. Ve saçları kıvırcık olan Personel amca yanıma yaklaşıp,

-Aradığınız özel bir parça var mı, dedi.

-Saat, saat arıyorum. Erkek saati.

Adam eliyle bir yeri işaret edip nazik adımlarla yanımda yürüdü.

Beni getirdiği reyonda birbirinden şık 3 tane saat duruyordu. Onları incelemeye başladım.

-Erkek arkadaşınızın genellikle sevdiği model var ise belirtebilirsiniz.

Elim havada asılı kalmıştı. Dilim sürçe sürçe,

-O o benim erkek arkadaşım felan değil, dedim.

-Ah, çok özür dilerim patavatsızlığım için.

Derin bir nefes alıp verdim. Ve Emir'in ne olduğunu anlamaya çalıştım. O iş partnerim miydi? Yoksa arkadaşım mı? Ama arkadaş olmadığımızı söylemişti.

-O benim ustam, dedim yüksek sesle.

Adamın omuzları kalkıp inmişti refleks olarak. Elimle başımı ovuşturdum. Niye bu saçmalığı bağırmıştım ki?

-Öyleyse ustanıza işte bu saat yakışır.

Deyip, bir başka taraftan siyah ve altın detaylı saat getirdi.
Elimi büyülenmiş gibi yavaşça saate uzatıp aldım.

-Bu harika olur, paketleyebilirsiniz.

Ödemeyi yapıp paketi aldıktan sonra dışarıya çıktım. Emir sanırım hala bankadaydı. Onu arayacaktım fakat elimi cebime attığımda telefonumu ona verdiğimi hatırladım.

İçimde tuhaf bir şekilde huzursuzluk dolanıyordu. Sanki gizlenmesi gereken bir şey açığa çıkmış gibi.

Hayır, rahat olacaktım. Her şey yolundaydı. En iyisi tekrar karşıya geçip Emir'i beklemekti.

Kaldırımın sonuna yetişip arabaların geçmesini beklerken birden sol kolumun çekiştirildiğini hissettim.

Sağ elim saniyesinde belime gitti tam çıkartacakken, iyi ki refleks olarak başımı sola çevirmiştim.

Yaşlı bir teyzeydi bu. Elimi silahtan çekip etrafıma baktım. Kimse garipliğimi fark etmemişti.

Teyze ise ısrarla kolumu çekerken,

-Efendim? Bir şey mi istiyorsun?

Diye sordum. Beni duyunca gözlerini artık kırmızı rengine bürünmüş tenimden bana çevirdi. Bir adım geriye atmak istedim. İçime ürperti dolmuştu.

-Bir şey mi istiyorsunuz?

Diye yeniledim daha çok bağırarak. Kadın bana bakmayı sürdürken ellerini kolumdan, avcuma kadar indirdi.

Ben tepkisiz kalmıştım adeta. Avcumu yukarıya açıp, nereden çıkarttığını bilemediğim bir şeyi elime bırakıp koşar adım ters tarafa yürümeye başladı.

Bir elime bir kadına bakarken, arkasından gitme dürtüm ismimi duymamla kaçtı.

Emir bana karşı taraftan sesleniyordu. Sol elimde ki kartı çabucak cebime sokup, kendimi düzelttim.

Karşıya geçtiğimde Emir,
-O kadın kimdi, diye sordu.

-Ta-tanımıyorum ben, benden para istedi.

Gözleriyle onaylayıp geldiğimiz yönde yürümeye başladı.

-Az önce telefonuna bilinmeyen bir numaradan mesaj geldi.

Demesiyle yüreğim sıkışmıştı. Yerime çakılıp titremeye başladım. Aklıma o numaralardan gelen gizemli mesajlar geldi. Ama onları sildiğime emindim.

-Neyin var Karmen? Gittim geldim kendinden geçmişsin.

Deyip yanıma yaklaştı. Gözlerimi sokağa çevirdiğimde dilime gelen ilk yalanı söyledim.

-Hala kalabalıktan kormuyorum.

Diliyle dudaklarını ıslattıktan sonra sağ eliyle sol elime uzandı.

-Tutmamda bir sakınca var mı? Seni yalnız hissettirmemek için.

Başımı iki yana salladıktan sonra elimi tuttu ve ben resmen hiçbir tuhaflık hissetmemiştim. Hayır, elbette ölü kocamın en yakın arkadaşına karşı bir şeyler hissetmeyi beklemiyordum.

Ama onun karşısında bazen çekinsem bile, bunun sebebi sadece utangaçlıktandı.

Belki de o kuyumcunun dediği aptal benzetme kafamı kurcalamıştı. Hem kalbim Harvey'in ölümüyle solmuşken ben gerçekten orada bu konulardan ötürü tekrar kıpırdanma olacak mı sanmıştım?

Emir'in elimi tutan sağ avcu az da olsa terlemişti. İkimiz şuan çok garip bir durumdaydık bunu kabul ediyorum.

-O, bilinmeyen numara ne yazmıştı?

-Cindy pizzada %15 indirim kazandığını.

Dışıma çok rahat bir nefes verdikten sonra elimi elinden çektim. Göz ucuyla bana baktıktan sonra umursamadan yoluna devam etti.

-Banka da işini halledebildin mi?

-Evet, hallettim. Eski evimi ve eski arabamı satın aldım.

-Peperonni'den mi?

-Hayır, satışa koymuşlardı. Ben de ikisini tekrardan, bu sefer yalnızca kendi ismime aldım.

-Yani kimse senin evinde veya arabanda artık hak koşamaz?

-Öyle.

Emir'in rahatladığını hissediyordum.

-Yani artık yanımda kalmayacak mısın, diye sordum telaşla.

-Bilmem? Kalmalı mıyım?

-Of Emir, soruyu bana yöneltme.

-Kalmayı isterdim Karmen ama, koltukta yatmaktan belimi artık hissetmiyorum.

-Özür dilerim, yatak odama giremiyorum.

Yürümeyi bırakıp bana döndü.

-Sen yatak odana bilerek mi girmiyorsun? Ben de hep misafir odasında uyuyakaldığını felan sanıyordum.

-Evet, girmeye cesaret edemiyorum, dedim.

-Yani sen Harvey'in ölümünden bu yana oraya hiç girmedin mi?

-Hayır, girmedim Emir. Niye bu kadar şaşırdın?

Elleriyle yüzünü sıvazlayıp, kısa asker tıraşı saçlarını karıştırdı.

-Ben de neden bu kadar sakin olduğunu merak ediyordum, diye fısıldadı.

-Neden sakin olmayacak mışım Emir?

Hesap sorma ayarıma geçmiştim. Gözlerimi karartıp karşısına geçtim.

-Bana cevap ver Emir? Neden sakin olmamam gerekiyor?

-Çünkü...

♧ ♧ ♧

Bütün bunlar bir anda üstüme kasıtlı olarak mı yığılıyordu?
Sanki kötülük üzerime dadanmak için senelerce beni koruyan kanatların kapanmasını bekliyordu.

Gün geçtikçe öğrendiklerim beni üzmek yerine artık kırbaçlıyorlardı.

Her gün hedefime koşan ve bitiş çizgisini görene kadar vazgeçmeyecek olan bir at idim ben. Sanki üzarime bahisler oynanmıştı, ben yavaşladığımda ise her biri uzun kırbaçlarla bana vuruyordu.

Kendimi bir hayvana benzetecek kadar insanlıktan ayrılmış hissediyordum yaşantımı.

Gözlerimi sıkıca kapayıp açtım. Bu böyle sürüp gitmeyecekti.

Yemin ederim ki, bende açılmış tüm yaraların hesabımı soracaktım onlardan.

Gözlerimden sessizce yaşlar iniyor ve ellerim titriyordu. Yere çökmüş, girmeye bile kıyamadığım yatak odamın harabeye çevrilmesini izliyordum.

Harvey'in henüz kokusu üstünde olan kıyafetleri odanın her bir yanına saçılmıştı. Sıcaklığı belki hala yataktadır diye düşüdüğüm yatak dağıtılmıştı.

Katliam yapılmıştı burada. Ruhumun, anılarımın, güzel günlerimin, Harvey'e ait kalan tüm her şeyin katliamı.

Başımı parçalanmış duvara çevirdim. Emir'in dediğine göre, özel kasayı açmak için her türlü yöntemi denemişler. Fakat beceremiş bu yüzden de onu direkt duvardan söküp götürmüşler.

-Bunu- bunu yapmamalıydılar, dedim titreyen ama tehditkâr çıkan sesimle.

-O kasa'nın içinde Peperonniyle ilgili neler saklı bilmiyorlardı. Onu ortada bırakarak bu riski göze alamazlardı.

Keskin bakışlarımı ona çevirdim hemen.

-Bana eski ekibi savunma.

-Öyle bir şey yapmıyorum, diye sessizce konuştu.

Geldiğimizden beri benim hırçınlığım karşısında olabildiğince sakin kalmaya çalıştı. Belki de halime açıyordu.

-Evime izinsiz giremez kimse. Yatak odama adım bile atamazlar. O kasada ne olduğu umurumda değil. Peperronni, artık içimde bolca yetişen nefretimden faydalanıyor artık.

-Kendine yeni düşmanlar ekleme Karmen. Zaten tek düşmanın yeterince zor.

Deyip oda da biraz düzenlemeye yapmaya çalışmaya kalktı. Dilimi ağzımın içinde yuvarlayıp ayaklandım.

-Bana Peperronni'den neden çıktığını anlatmanı istiyorum Emir.

Emir elinde ki, Harvey ve benim fotoğrafımızın olduğu kırılmış çerçeveyi eline alıp yatağa oturdu.

-Bana Harvey'i hatırlatıyordu. Buna katlanamadım.

-Sen bu kadar duygusal bir insan değilsin. Aptal yalanlarla benimle oynama.

Emir en sonunda çerçeveyi düzgün bir şekilde yan devrilmiş komodinin üstüne yerleştirdikten sonra derin bir nefes çekti.

Ardından bana bakıp ellerini bacaklarının üstünde kavuşturdu.

Karşısında dikilip kollarımı birbirine doladım. Sorgulayan gözlerimle onu süzdükten sonra,

-Hani Peperonni karanlık dünyanın aydınlık penceresiydi?

Emir başını iki yana salladı.

-Karanlık dünyada herkes karanlıktır.

-Böyle demenin sebebi Peperonniden ayrılmış olmanın asıl sebebi mi?

-Aslında beni bir nevi kovdular, dedi dümdüz.

Gözlerimi kısıp pür dikkat kesildim.

-Peki neden?

-Ronni'ye Harvey'in intikamının peşine koşacağımı söyledim. Onlarda bunu hoş karşılamadılar tabii. Ölen kişi, arkada bırakılmazsa önümüz için adım atamazmışız.

Yani ya Harvey'in intikamını seçecektim ya da Ronni' de devam etmeyi. Ne seçtiğim açıkça ortada sanırım.

Kahverengi gözlerine baktığımda pişmanlık görmemiştim. Emir'in Harveyi seçmesi ve bana tüm aksiliklere rağmen yardım ediyor oluşu, ona gözümde farklı mevkiler kazandırmaya başlamıştı.

O her ne kadar arkadaş olduğumuzu reddetse de, ben artık Emir'e bir iş ortağı gözüyle bakamıyordum. Ona karşı daha fazlasını hissediyordum.

Daha fazla sevgi, ümit, huzur, cesaret...

-Karmen, haddime değil fikrimi sunmak. Ama bunları göz ardı etmen gerekiyor. Hedefin, İgima'dan Harveyin intikamını almak. Kendine sapacağın başka yollar çizme. Yoksa varış noktana o kadar geç ulaşırsın.

Dişlerimi sıkıp, ruhumu dinledim. Bana yapılan bir çok haksızlık vardı fakat Emir'i dinlemek şuan ki en doğru haraketti.

Gözlerimi ve omuzlarımı düşürmüş, isteksizce,

-Peki ne yapalım o zaman bugün, diye sordum.

Emir onu itiraz etmeden dinleyip bu konuyu arkamda bırakmama şaşırıp sustu. İkimizin sessizliğinin ardından ise,

-Bu gece T.G.I.F' e gidiyoruz. Yeniden.

Demişti. Omuzlarımı dikleyip, Emir'e baktım.

-T.G.I.F'e mi? Kaçak yollarla mı?

-Hayır, sanırım kaçak girmek ölüme davet sayılır. Elimizde henüz işe yaramayan bir kimlik duruyor.

Gözlerimi kısıp onu dinlemeye devam ettim.

-O kimliği kullanıp alıcıymışım gibi gireceğim.

-Yani kendini Erdem diye göstereceksin.

-Planlarım o yönde.

-Ya gerçek Erdem kendine başka bir kimlik alıp içeriye çoktan girmişse? Ya kapıda ki görevliler Erdem'in nasıl göründüğünü biliyorsa? Ya Erd-

-Tamam tamam. Saydırma. Biliyorum birden fazla risk var. Ama aklıma başka plan gelmiyor.

Yerimde sağ sol yürümeye başladım. Sonra aklıma parlak bir fikir geldi.

-Oraya Alıcıymış gibi ben gireceğim. Beni zaten tanımıyorlar, kimliğimde henüz lekelenmemiş.

-Hayatta olmaz, diye aniden çıkıştı.

-İyi ama niye? Başka çaremiz yok.

-Seni böyle bir tehlikenin içine bırakamam.

-Ama daha önce bırakmıştın.

-Evet ve çok pişmanım, dedi sohbeti noktalarcasına.

Omuzlarımı kaldıdıp indirdim.

-Ah!
Deyip kafama vurdum. Emir hemen bana baktı.

-Ah, aptal kafam.

-Yanlış bir şey mi yaptın, diye telaşla sordu Emir. Sanki yanlış bir şey yapmışımda itiraf etmemi bekliyordu.

-Hayır, hayır ama bunu nasıl akıl edemedik ki? Sen oraya eğlenmek için giren biri olacaksın. Ve girişten kolayca sıyrıldıktan sonra içeri de Erdemmiş gibi davranacaksın.

-Bir alıcı olarak, ne olursa olsun can güvenliğimi sağlamam da lazım. Dovüş, bana silah uzatmış gözü kara insanlarda bazen işe yaramayabilir.

-İşte ben devreye orada giriyorum. Ben ise, güvenlikçilere kendimi alıcı diye tanıtacağım. Yanımda da senin de silahın olacak. İçeriye geçtiğimde bir yerde buluşup sana silahı vereceğim. Sonra sen araştırmana devam edersin.

Emirin yüzünün gevşediğini gördüğümde planımın kafasına yattığına emin olmuştum. Ayağa kalkıp, üstünü silkeledi.

-Mantıklı, bu planın peşinden gidebiliriz.

Sevinçten otuziki diş sırıtmaya başladım. Bu işlerin piri sayılacak olan Emir Aybeyaz, benim planımı mantıklı bulmuştu.

Odaya göz atıp,
-İstersen temizlikçi getirtebilirim, dedi odayı işaret edip.

Yutkunup,
-Yatak odama yeteri kadar yabancı girmiş zaten. Fazlasına gerek yok, dedim.

-Sen bilirsin, ben evime gidiyorum.

Dediğinde huzursuzlaştım. Sanki Emir'in gitmesi ters bir durumdu.

-Bu kadar çok mu özledin evini? Sana burada iyi bakmıyor muyum?

Ağzının içine gülüp,
-Aslında yemekleri ben hazırlıyorum, dedi.

-Emir!

Yanıma yaklaşıp beni iki omzumdan tuttu. Tam gözlerimin içine bakıyordu. Onun varlığına alışmıştım bile.

-Harvey'in aksine senin yanında sürekli kalabileceğimi ve yalnız başına kalmanı söyleyemem. Ben bazen olmayabilirim, belki Harvey gibi ölebilirim bile. -dediğinde gözlerim yanmaya başladı- Ağlama, ben ustan olarak bazı gerçekleri sana acı bir şekilde öğretmek zorundayım.

-Ama şuan ustaya ihtiyacım yok Emir - dedim burkulmuş sesimle- Benim arkadaşa ihtiyacım var.

İki elini omuzlarımdan aniden çekip kendini geriye attı. Sakin yüz hatları, gerilmişti tekrar.

-Ben arkadaşın değilim Karmen. Biz arkadaş değiliz.

Bu lafı niye sürekli bastırarak tekrarlıyordu bana? Benim arkadaşım olmak kötü bir şey miydi? Benim hiç arkadaşım olmayacak mıydı?

Emir, yanımdan çabucak geçip gitti. Ve yoldayken,
-2 saate hazır ol, gelip alacağım, diye seslendi.

Emirin çıkış kapısını sertçe kapatma sesini duyduktan sonra dizlerimin üstüne yere yığıldım. İnsanları kendime dayanak noktası haline getirmemeliydim artık.

Bunu yapmamı isteyen tek insan kocam, ölmüştü. Ben başka kimse için o kadar değerli değildim. Yalnızlık beni ele geçiriyordu işte, kabullenmeliydim.

Başımı kaldırıp odayı inceledim. Enkaza dönüşmüştü her bir yeri. Ben de bu enkaz altında, ezilmiştim.

İki hafta boyunca içimde biriktirdiğim tüm o duygular, Harvey'in gömleğinin parçalanmış duvar altında ezildiğini görmemle dışarı fışkırmıştı adeta.

Evi inletecek kadar yükses sesle ağlıyordum. Yüreğimin parçalandığını hissediyordum. Çünkü, ben ağladıkça sırtımı sıvazlamak için bir el gelmiyordu.

Gözlerim yüzümde süzülüyordu ama kimse peçete uzatmıyordu. Kimse "Ağlama" demiyordu.
Diyecek kimsem yoktu.

Çaresizce, benimle sırf Harvey'in intikamı için ortak çalışan adamın ayağına yapışmış arkadaşım olması için zorlamıştım.

Gülüşlerimin arasında histerik bir kahkaha attım. Karanlık tarafta, aşk, dostluk, beraberlik gibi kelimeler yer edinmemişti.

Burada bunlar yoktu. Ben ihtiyacımı çok yanlış yerde arıyordum. Karanlık dünya da bulabileceklerim kan, ölüm, silah, yalan gibileriydi.

Aşk, yüreğimi terk edeli 2 hafta olmuştu. Dostluk ise hiç uğramamıştı.

Zavallı Karmen, ben ne aydınlık dünyada ne de karanlık dünyada mutlu olmayacaktım.

Gözyaşlarımla, içimi kusuyordum. Yatak odam, artık manevi olarakta pisliğe bulanmıştı.

Temiz olan her şey kirlenmişti.

Geriye ise, 2 saat sonra gelecek olan iş ortağımla, iş peşine düşmek kalmıştı.

♧ ♧ ♧

Aşağıdan gelen vurma sesleriyle beraber, aynanın önüne eğilmiş ince uzun, pırlanta küpelerimi takıyordum.

Emir, telefonuma sayısızca cevapsız arama ve mesaj bırakmıştı. Tüm bunları yalnızca 10 dakika boyunca kapıyı çalması ve benim açmamam üzerine yapmıştı.

Ne yapabilirdim ki? İşim henüz bitmemişti. Sol küpeyide geçirdikten sonra kendimi aynada süzdüm.

Üstümde kırmızı, ip detaylı ve dekolteli bir parça altımda ise, siyah etek şort vardı.
Şarap kırmızısı İnce ve uzun topuklu ayakkabılarımla da baya iddialı duruyordum.

Normalde yine bir eşofman ve üstüne bir bodyi çekecektim fakat bir alıcı isem, ki onlar genelde zengin oluyor, ben de öyle görünmeliydim.

Üstelik canım bugün böyle giyinmek istemişti. İki yana dalgalı bıraktığım saçlarımı son bir kez düzelttikten sonra silahımı belime yerleştirdim. Telefonumu da kontrol etmeden çantamın içine attım ve yavaş adımlarla aşağı indim.

Merdivenler bittiğinde, kapının arkasında ki homurdanma sesleri de kesilmişti. Topuk seslerimi duymuş olsa gerek.

Umursamaz bir tavırla kapıyı açtım. Ve açtığım gibi Emir elinde silahla içeriye daldı.

İçimden kısa bir korkuya dalsamda, dışımdan mimik bile oynatmıyordum. Kapımı kapadım ve önünde durup, kollarımı göğsümde birleştirdim.

-Kapıyı kaç dakikadır çalıyorum duymuyor musun, diye öfkeyle üstüme geldi.

Dudaklarımı büzüp omuz silktim.

-Duymadım, dedim buz gibi bir ses ile.

O da dışına daha sert nefesler vermeye başladı. Eliyle hafiften çıkmış olan sakalını sıvazlayıp, gözlerini gözlerime denk getirdi.

Duruşumu veya bakışlarımı hiç bozmuyordum. Ama Emir, gözlerini gözlerimden çekip üstümde gezdirmeye başladığında hayli şaşırmışa döndü.

-Bu-bu kıyafet- diye kekelediğinde,

-Ne varmış kıyafetimde, diye yanıtladım.

Hafifçe silkelenip bakışlarını yine yüzüme çevirdi.

-Bir operasyon için fazla şık.

-Oraya sadece operasyon için gittiğimi kim söyledi?

Saniyesinde gözlerini kısıp bakışlarını netleştirdi. Çenesini kasıp, geri bırakmakta zorlanıyordu.

Bense inatçı bir kız gibi, soğukluğumdan ödün vermiyordum.

-Operasyon demişken, iş ortağım. Şu masada ki silahını getirir misin?

Dedim gözlerimle orayı işaret edip. Emir de kaşlarını kaldırıp geri indirdi ve silahını almaya gitti.

Yalnız orada biraz duraksamıştı. Bir şeyleri karıştırıyor gibiydi. Bana sırtı dönük olduğundan orada ne yaptığını göremiyordum.

En sonunda önüne döndüğünde ona aldığım hediye paketini elinde tutmuş sallandırıyordu.

-Bu ne?

-Saat, dediğimde bozulmuştu.

-Onu anladım. Kime bu saat?

-Sana almıştım.

Dedim tüm sakinliğimin beni terk etmemesi için şuan yalvarıyordum onlara. Vereceği tepkiyi tahmin ettiğimden lafımı ona fırsat vermeden devam ettirdim.

-Ama artık senin değil. İş ortaklarının birbirine hediye almasının saçma olduğuna karar verdim.

Omuzlarını dikleştirip, dilini ağzının içinde gezdirdi. Başını sallayıp hediye paketini masanın üzerine geri bırakıp silahı beline yerleştiriken yanıma yetişti.

-Girmeden önce veririm silahımı, derken kapıyı açıp çıkıyordu.

Ben de arkasından çıktım. Tam kapıda Emir'in kendi siyah spor arabası park edilmişti. Komut beklemeden arka koltuğa geçip oturdum. Ve Emir de binmeden önce bir kaç derin nefes alıp etrafı gözetlemişti.

Arabaya biner binmez bana dikiz aynalarından baktı. Göz göze gelmemek için kafamı hemen cama yasladım. Parmaklarıyla vitesin üzerinde ritim tutarak yola çıktık.

Kafamı camdan çekmiyordum ama ara sıra dikiz aynasından dikizlendiğimi hissedebiliyordum.

Yolu neredeyse yarılamıştık.

-Oraya gittiğimizde ne yapacağımız tekrar gözden geçirelim mi, diye sordu bana.

Ben camdan dışarı dalmış gitmişken, ona atarlı davranmam gerektiğini unutmuştum.

-Efendim? Duymadım, dedim masum bir hal ile.

Ve gözleri saniyesinde dikiz aynasına çevrildi. Kendime gelip, sert olmaya çalıştım.

-Tekrar etmemize gerek var mı?

-Hayır, planı zaten ben yaptığıma göre unutma ihtimalim de yok herhalde!

Bir şeyler mırıldanıp arabanın hızını arttırdı. Madem arkadaş değildik o zaman samimiyete de gerek yoktu.

Geriye kalan yolu çabucak bitirdiğimizde arabayı o karmaşık ara sokakların girişinde park etti. İkimizde arabadan çıkıp, kasıla kasıla birbirimize yaklaştık.

Emir, Erdem'in kimliğini iç cebine koydu.

-Girişte kimlik isterlerse ne yapacağını konuşmadık değil mi?

Diye soru sordum. Başı caddeye çevrilmişken,
-Emir olarak gireceğim, dedi.

-Bu çok tehlikeli, senin kim olduğunu biliyor olabilirler. Sonra yalnızca senin değil Peperonni'nin de başı ağırır.

-Başka bir fikrin var mı, diye döndü bir kaşı havada.

Evet, aklıma farklı fikirler geliyordu ama bu fikirler Emir'e gelirdi normalde. Bankadan ayrıldığımızdan bu yana onda tuhaf bir hal vardı. Sanki düşünceleri tamamiyle burada değildi.

Aklını başka şeyler kurcalıyordu. Bunu sormalı mıydım acaba? Aman neyse, beni ilgilendirmiyor. Önce kendime bunu öğretmeliyim.

-Yoldan geçen herhangi birinin kimliğini çal, dedim düz bir sesle.

Sanki çok normal bir olaymış gibi Emir' de "Olur" diye cevaplamakla yetindi.

Karanlık dünya da ki Karmen'in üstüne yeni özellikler ekleniyordu gittikçe. Adam dövme, silah çekme, yalan söyleme, hırsızlık.

Hava yine karanlığa gömülmüştü. Gelip geçen arabaların korna sesi, insanların yüksek sesle konuşması, tam bir şehir gürültüsünün içindeydik.

Emir, ilk ara sokağa girmişti bile. Ben de hemen arkasında yürümeye başladım. İkimiz sokakları normal bir şekilde geçip giderken Emir, birden yanımızdan geçmekte olan bir adamın başına darbe indirdi.

Darbeyle yere oturur vaziyette düşen adam, acı inlemeler döküyordu dudaklarından. Emir hiç beklemeden dibine eğildi ve onun ceplerini karıştırmaya başladı.

Olayın ani şokunu atlatıp ben de öfkeyle onun yanına eğildim.

-Ne yaptığını sanıyorsun sen!?

Göz ucuyla bana baktıktan sonra yarı baygın adamı hırpalamaya devam etti.

-Yoldan geçen birinin kimliğini almamı sen söyledin.

Adamın yüzünü tutup kaldırmaya çalıştım. Gözleri bir gidip bir geliyordu.

-Böyle yapman mı gerekiyordu yani?

Emir nihayet adamın cüzdanına ulaştığında iki saniye durup bana baktı.

-Ne yapsaydım Karmen? Bana kimliğini vermesini rica mı etseydim? Sen rica üzerine başkalarına kimliğini veriyor musun?

Cevabımı beklemeden, cüzdanı açıp biraz bakındı. Ve nihayet iç gözünden kimlik kartını çıkartıp cebine soktu.

Ayağa kalkıp pantolonunu silkelerken ben hala adamın başında durmuştum.

-Haydi kalk, gidelim.

-Adamı böyle mi bırakacağız?

-İstersen hastanye götür, dedi azarlar gibi.

Başımı iki yana sallayıp, adamın arkasına geçtim ve onu kollarından tutup duvar dibine sürüklemeye başladım. Emir, bir ayağını sürekli olarak yere vururyorken beni izliyordu.

Adamı duvara yerleştirdikten sonra kalktım. Ve Emir de yine yürümeye başladığından koşar adım ona yetiştim.

İçim huzursuzlanmıştı. Masum adama bir şey olacak düşüncesi, vicdanımı sızlatıyordu.

-Korkma, kısa bir süre sonra ayılacaktır. Nereye vurduğumu biliyorum, dedi.

Yine içimi okuduğunu felan sanacaktım ama bunun açıklamasını daha önce vermişti bana. "Sen kolay okunabilen bir kadınsın."

Ona hiç cevap vermeden peş peşe sokakları geçip durduk. Bir kaç grup insan artınca da artık köşelere yanaşarak ve başımızı öne eğerek yürümeye başlamıştık.

Sol ara sokağı da geçtiğimizde, karşımızda T.G.I.F duruyordu. Tıpkı geçen haftaki gibi, dışı tenhaydı.

-Önce ben geçeceğim. Sen ise burada bekle. Benimle alakalı bir aksiklik çıkarsa da sakın arkamdan gelme. Hemen buradan uzaklaş.

-Bana ne yapmam gerektiğini söyleme. Ayrıca senin bana yardım ettiğin gibi ben de sana yardım ederim. İş ortağımı yarı yolda bırakmak bana uymaz.

Geniş sırtı önümde kalkıp geri inmişti. Sonra yüzün yarısı gözükecek biçimde bana baktı.

-Bugün ağzından düşmüyor şu laf.

-Hangi laf?

-İş ortağı lafı.

-Başka ne diyebilirim ki? Sen söyle, dedim oyuncu tavırla.

Emir çenesini gerdikten sonra,
-Ben gidiyorum Karmen, sen ise sözümü dinleyeceksin, dedi.

Ve saklandığımız ara soktan, Klübün caddesine adımlar atmaya başladı.

Ne giydiği şimdi gözüme çarpmıştı. Baştan aşağı siyah takım elbise, iri vücudunda oldukça çekici duruyordu.

Yürüyüşü sert ve kendinen emindi. Omuzları her zaman dik, ama bir o kadar da tetikte duruyordu.

Hayatı yaşıyor ama ölümün her an kapısını çalacağınj biliyordu. Harvey'in aksine, o kendini ölümsüz sanmıyordu.

Kapıya yetiştiğinde, göz ucuyla benim tarafıma baktığını hissetmiştim.

Ardından elini yavaşça kapıya götürdü ve iki kere vurdu.

Geriye bir adım atarak beklemeye başladı. Kalbim sanki ağzımda atıyormuş gibi heyecanlıydım.

Kapı dışarıya doğru açıldı ve içeriden iki tane geçenkinden farklı adamlar çıktı. Emir gayet soğukkanlı duruyordu.

Adamlar ilk iş olarak elini Emir'e uzatıp bir şeyler söyledi. Emir onlara gülümseyip, iç cebinden kimlik kartını çıkartıp uzattı. Adamlardan biri kimliğe arkalı önlü baktıktan sonra Emir'e geri uzatmışlardı.

Sonra biri elinde ki dedektörle onu tepeden tırnağa taradıktan sonra içeri geçmesi için davet etmişti.

Emir gülümseyip içeriye adımını attı ve kapı ardından sürgülendi.

Planının ilk seviyesi resmen başarıyla tamamlanmıştı.

Emir artık içerdeydi. Şimdi sıra, bir alıcı olarak benim girmemdeydi.

Gerçi alıcılar elini kolunu sallayıp ben alıcıyım deyip belinde silahlarla rahatça geçebiliyorsa...

Dikkat çekmemesi adına Emir'den sonra en az 15 dakika beklemiştim. Zaman artık beni sıkmaya başladığında, silahlarımı kontrol edip üstümü düzelttim.

Ve duruşumu dikleştirip, adımlarımı topuklarımın sesi tüm caddeye dağılacak kadar sert basıyordum.

Çevremdekilerin dikkatini üzerime çeksem de göz ucuyla bile dönüp bakmayan, bu tür ilgiye alışkın olan bir kadınmış gibi yüceltmiştim kendimi.

Özgüvenli durmak, beni daha az sorgulanabilir kılacaktı.

Kapıya yetiştiğimde iki kere çalıp beklemeye başladım. Bir süre sonra kapı açıldı ve Emir'i kontrol eden adamlar karşıma geçti.

Biri beni baştan aşağı süzse de ketum yüzümden, soğuk gözlerimden fire vermiyordum.

-Kimlik!

Diye emretti diğeri. Onlara bakmadan elimi çantamın içine sokup, kimliğimi çıkarttım. Adamlar alıp ismimi sesli olarak okudu.

-Karmen Ivy as cindy.

-Evet, dedim tok bir ses ile.

Ardından kimliği bana geri verip dedektörünü çıkarttı.

-Sanırım onu kullanmak istemezsin, dedim soğuk bir ses ile.

Adamlar afallayıp bana bir adım daha yaklaştılar.
-Ne dedin sen?

-Onu kullanmak istemeyeceğini söyledim. Çünkü gerek yok. Belimde iki tane tabanca duruyor.

Adamlardan bir tanesi çabucak kendi belinde ki silahı çıkartıp bana doğrulttu.

Kalbim öyle hızlı atıyordu ki, gizlemeye çalıştığım telaşı görecekler diye ödüm kopuyordu.

-Buraya ölmeye mi geldin?

Gözlerimi devirdim.

-Buraya silahlı olarak ne yapmaya gelmiş olabilirim?

-Kimse sana girişlerin burada olduğunu söylemedi mi o zaman?

Diye sorduğunda adam, sanırım ilk açığımı vermiştim.

-Canım buradan girmek istedi. Peki ya kimse size, alıcılara böyle kaba davranmamanız konusunda uyarıda bulunmadı mı?

Gözlerimi kısıp ikisinin gözlerinde gezdirdim. Elinde dedektör olan, yanında ki adamın silahını tutup aşağı indirdi.

-Sorun için kusura bakmayın. Kod adınızı ve bu gece kimden alışveriş yapacağını söyleyin sizi içeri geçirelim. Kurallar böyledir.

Sertçe yutkundum. Ama boğazıma takılan tükürük inmiyordu. Kirpiklerim sürekli açılıp kapanıyor ve avuç içlerim terliyordu. Onlara biraz daha asi davranırsam benim bir bok bilmediğimi çakacaklardı.

Ben sustukça diğer adam eğdiği silahını yavaşça kaldırmaya başlıyordu. Dişlerimi sıkıp, çevreme göz atarken "SEN!" diye bir seslenme duydum.

Benimle beraber iki korumada başını sese çevirdi. Kapının önünde, o duruyordu.

Erdem Aker.

Tam karşımda durmuş bana bakıyordu. Vay canına gerçek bir sıçış anı buna denirdi demek.

-Sensin o, eminim, diyerek bir adım daha attı yanımıza.

Dilim tutulmuştu. Bu saatten sonra belki ölebilirdim de.

Diğer iki adam, Erdem'i görünce biraz eğilmişlerdi. Elim yavaşça belime doğru kaymaya başladı.

Çünkü ya ben vuracaktım ya da vurulacaktım.

-Yeniden karşılaşacağımıza emindim. Peki girişte ne yapıyorsunuz?

Son sorusunu elinde silah tutan adama söylemişti.
-Alıcı olduğunu söylüyor.

-Zaten öyleyim, dedim sinirle.

-Madem söylüyor o zaman problem ne?

-Fakat ön girişten girmeye çalışıyor Efendim. Ayrıca, kimden mal alacağını da söylemiyor.

Gözleri kuşkuyla bana çevrildi.
-Benim okuduğum kitapta güvenlikçiler hadlerini bilmeliler diye yazıyor.

Dudaklarını memnuniyetle yukarı kaldırdıktan sonra adamlara,
-Niye haddinizi bilmiyorsunuz, diye sordu dalga geçer gibi.

-Hanfendiyi bırakın içeri girsin. O alıcı, bunu bizzat ben biliyorum, dediğinde dudaklarımı şaşkınlıkla araladım.

Biri silahını diğeri de dedektörünü geriye çekip bana yol vermişlerdi.

Erdem de yanıma yaklaşıp bana elini uzattı. Düşünmeden elini tutup onunla içeri geçtim. Şu dakika itibariyle, onun kanına oynayan bir alıcı gibi davranacaktım.

-Geçen sefer ki tanışmamız pek trajik olmuştu.

Kalabalık geçen geceye göre oranla biraz daha azdı. Fakat sesler yüksek olduğundan konuşurken Erdemle birbirimize yaklaşıyorduk.

Merdivenlerden inip, karşı tarafta ki bar masasına doğru yürümeye başladık.

-Sen ise geçen seferkine göre daha az delirmiş duruyorsun.

Bana yaklaşıp kolumu nazikçe tuttu.

-Geçen sefer biraz fazla kaçırmışım içmeyi. Güzelliğin ile de iyice kendimden geçmişim.

Geriye bir adım atıp beni baştan aşağı sulanan ağzıyla süzdü.

-Bu gece ama bir tanrıça gibisin.

-Nazik iltifatların için teşekkürler, dedim sahte bir tebessüm gösterdim.

-Buraya sık sık gelir misin?

-Yalnızca son iki haftadır. İşlerim buraya düşer oldu.

Yalanlarımı profesyonelce söylüyor benden yine kuşku duymasını engelliyordum.
Fakat umduğum gibi olmamıştı. Bir kaşını kaldırıp bir şeyler düşünüyor gibi duruyordu.

-Burada alıcı olarak ne işin olabilir ki?

-Sen de mi hesap sormaya başladın?

-Soruyorum çünkü T.G.I.f alıcılar başkanı benim.

-Yaa, derken gözlerimle beraber sesim de titremeye başlamıştı.

Emir'in başı büyük beladaydı. Silahsız ve kendini, büyük ihtimalle Erdem'in neye benzediğini çok iyi bilen insanlara kendini oymuş gibi tanıtacaktı.

Demek başkanıydı ha.

-Sen nereden ticaretini ilerletiyorsun?

Oyunuma yeniden kendimi verip, gözlerimi kıstım. Kafamın içi cevap araken ben,

-İşimi gizli yürütmeyi tercih ediyorum, diye bir bahanenin ardına saklandım.

Erdem, tebessüm ederek başını salladı. Ardından saçımın ince bir buklesini alıp parmağında dolamaya başladı.

-Ama bu kadar bilinmemezlik artık beni ürkütüyor Karmen. Nereden geldiğini bilmiyorum, kiminle ticaret ettiğini. Buraya geçen hafta nereden girdiğini ayrıca benim mekanımda kiminle görüştüğünü.

Derince yutkunup gözlerimi, saçımla oynayan elinde gezdirdim. Dikkatini dağıtıp yine aptalca iki kelime etmeliydim. Ve sonrasında Emir'i bulmam gerekiyordu. Acilen hatta.

Ben de Erdem'e bir adım daha yaklaşıp başımı tam onun yüzüne denk getirdim. Adamın kahverengi gözlerinde ki parıldamayı yakaladıktan sonra sol elimi önce uzun arkaya yapıştırmış saçına geçirip geri çıkarttım.

Ben bu hareketi yaptıktan sonra dudağının ucuyla sırıtıp elini tümüyle saçlarıma doladı nazikçe. Parmak uçlarıyla derimi okşarken başımı istemsizce geriye attım.

Fakat parmakları birden sıkı bir şekilde saçlarıma kenetlenip başımı öne çekti. Şerefsiz, saçlarımı yerinden çıkartacak kadar çok çekiyordu kafamı.

Başımı iyice ona yakınlaştırdığında aramızda bir nefeslik mesafe bırakmıştı. Ona vurabilirdim ama bu olayı büyütüp beni deşifre edebilirdi.

Dişlerinin arasından, sertçe bana,

-Bana kim olduğunu söylemezsen güzelim, saçlarını kafandan sökerim, dedi.

Gözleri ateş fışkırıyor gibiydi. Benimki ise ondan daha cayır cayır yanıyordu. Ama kendimi bastırmam lazımdı. Çünkü şuan ben tehlike altındaydım.

Ben sustukça kendisi, çenesini sıkıp dişlerini dışarı çıkarttı. Elleri saç tellerimi çekiştirdikçe düşünmem hızlanıyordu.

-Son on saniyen kaldı sürtük. Söylemezsen, olacaklar aklının ucundan bile geçmez.

Gözlerimle etrafıma baktım. Ben fark etmediğim sürede buraya daha da insan doluşmuştu. Hepsi müzikle beraber kendinden geçmişti ve kimse ötekini umursamıyordu.

Gözlerimi üst katın uzun balkonuna çevirdim. Emir, kim bilir şuan ne yapıyordur?

Ah, olamaz. Bunu değil başka bir şeyi düşünmem gerekiyor.

-Son 5, 4, 3, 2,

Son saniyede aklıma düşen tek şey ile gözlerimi kocaman açtım. Belki de kurtuluş yolum bu olacaktı. Veya bu kelime söylenmemesi gereken yasaklı kelimeydi. Ve ben kendi sonumu getirecektim.

Boşta kalan sağ elimi yavaşça silahıma doğru süzdüm. Her an ihtiyacım olabilirdi.

İkimizin gözleri birbirini kesmeye başladığında Erdem, bastırarak "Bir" dedi.

Ve demesiyle beraber ben de "ASES" diye çıkarttım ağzımdan o tek yasaklı kelimeyi.

Ellerini saçlarımdan anında çekip beni biraz ittirdi arkaya ve kendi de geriye bir adım attı. Acımasız suratı bariz bir değişim göstermişti.

Hatta dudaklarını aralıyor lakin, konuşacak güçte olmadığı için geri susuyordu. Ben elimi silahımdan ne olur olmaz diye çekmiyordum. Gözlerimi kısıp onu anlamaya çalıştım. Soluklarımda gittikçe yavaşlıyordu.

Erdem elini saçlarının arasına geçirip sıktı. Ardından çevresine bakındı.

Ben hala yerimde tek kelime etmeden dururken o da bana doğru eski pozisyonuna durdu.

Eliyle beni işaret edip,
-Se-Sen? Sen, sen nerede dedin?

Sesimi az önceki özgüvenli haline sokup,
-ASES dedim. Anlaman için kaç kez tekrarlamam lazım?

Başını iki yana sallayıp, kısa bir kahkaha attı. Sanki kabullenilmeyecek kadar garipti sözde alıcısı olduğum mekan.

Elimi yavaşça silahımdan çektim. Erdem ise, bana koşar adım yetişti ve az önce çektiği ssçları okşamaya başladı. Kendimden bu kadar taviz verdiğim yeterliydi. Onun elini yakalayıp ters çevirdim hızlıca. Ve kendimden uzaklaştırdım.

O ise ona ne yaptığımdan habersiz adeta şaşkınlıktan çıkamamıştı.

-Be-ben gerçekten bilmiyordum. Ama bilseydim sana böyle davranmazdım. Özür dilerim, Karmen. Özür dilerim beni lütfen bağışla. Seni düşman sanmıştım. Meğer, benden bile büyük bir alıcıymışsın..

İşte şimdi yerine oturdu taşlar. ASES tahmin ettiğimiz gibi İgima birliklerinin pis işlerini yürüttüğü bir mekan. Hem de buradan daha pis. Öyleyse o gün karşılaştıklarımda- Lanet olsun! Gerçekten ASES adamlarıymış.

Aklıma kayıp yüzüğüm geldi. Ama, ondan öncesinde Emir en az yarım saattir silahsız bir halde tehlikenin içinde geziyordu.

-Senin gibi nerede çalıştığımı orada burada sorumsuzca duyurmadığım için adi düşman yerine de konulmuşum demek!

Dedim agresif bir tavırla. Erdem ise, sanki artık istese de bana sinirini belli edemiyordu. Anlaşılan ben, onların dünyasında alıcı ve ticaretçi olarak daha üst bir seviyedeydim.

Çok mahçup tavırlarla yanıma sokulup biraz eğildi.

-Hayır hayır kusura bakma lütfen. Sana istersen efendim diye de seslenebilirim.

Efendim mi? Bu Ases alıcıları için özel bir lakap mıydı yoksa? Oda 7 de ki efendim dedikleri adam da mı alıcıydı yani?

Sessizliğimi fark edince, yeniden iki büklüm olup, kendini acındıran sesle,

- Yemin ederim ki efendim, sizin ASES alıcısı olduğunu bilseydim, bu terbiyesliği asla göstermezdim.

-Ama gösterdin, dedim soğukanlılıkla.

Gözlerini korku bürümüştü.

-Beni cezalandıracak mısınız? Lütfen, lütfen bağışlayın. Sizin köpeğiniz olabilirim. Sizinle çalışmak benim için onur olur.

Senelerce ASES'te bir kereliğine bile olsun, alıcı olmak istemişimdir. Ama bizim gibiler için bu hayalden öteye geçemez. Ve oradan biriyle tanışacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. MİNNETTARIM!

Diyerek ayaklarıma kapandı. Ahlak yoksunu adamı ayağıma geriye itip düşürdüm. Ve gözlerine tiksinircesine baktım.

-Birden fazla köpeğim var zaten. Fazlasının sidik kokusunu çekemem.

Diye konuştuktan sonra, zaten benden artık şüphelenmeyen adamı geride bırakıp gitmeye hazırlandım. Üst kata çıkıp Emir'i arayacaktım. Sözde, onun arkasından girdikten sonra onunla orada buluşacaktım.

Arkamı dönüp gitmeye başladığımda arkamdan birinin "Erdem bey! " diye bağırdığını duydum. Yavaşça adımlarımı stop edip, göz ucuyla arkama baktım.

Erdem hala yerde oturuyordu. Diğer takım elbiseli adam ise yanına yetişti. Soluk soluğayken hemen konuşmaya başladı.

-Az önce bir düşmanla karşılaştık. Oda 128de.

Yerime mıhlanıp kulaklarımı dört açtım. O kişi yoksa Emir miydi?

Erdem başını ona çevirip ayağa kalktı. Adamı kolundan yakalayıp sıkmaya başladı.
-Ne yapıyordu?

-Ticaret. Ama sanırım işi istediği gibi gitmemiş.

-Söyleyeceklerini tek bir cümlede bitir aptal!

-Ona malları veren kişi Fatihdi efendim. Ve onu öldürdü.

Nefesim boğazıma takıldı. Bu Emir olamazdı. Onun birini öldürecek silahı yoktu ki.

-Kim o şerefsiz?

-Kim olduğunu bilmiyoruz.

-Peki şimdi nerede?

Adam susup başını önüne eğdi. Erdem onun koluyla adamı ileri geri sarstı.

-Cevap ver!

-Bodrum katında efendim.

Erdem başını iki yana sallarken gözleri beni buldu. Sonra anında o adama dönüp, yüzüne sert bir yumruk geçirdi. Görevli yere düştüğünde,

-Beni rezil ediyorsunuz ahmaklar, diye bağırdı.

Görevli adam yerde hiç oyalanmadan kalkıp Erdemin önünde eğildi.

-Özür dileriz efendim.

-Siktirgit karşımdan.

Adam hala gitmiyor ve korkak gözlerle ona bakıyordu.

-Git dedim. Duymadın mı?

-Bir, bir haber daha var.

Erdem adamın başına vurup "o zaman söyle!" Dedi.

-Kırmızı Kehribar oda 116'da efendim.

Erdem açıkça şaşırıp,

-Bu gece gelmeyecekti, dedi.

-Davetsiz misafir olarak girdi. Ama sizi beklediğini ve ticaret yapmak istediği mesajını da iletti.

Erdem çenesini sıkıp adama başıyla git yaptı. Adamın diyecekleri bu sefer bitmişti çünkü burada bir dakika bile durmadan gitti.

Erdem sinirle, arkamızda ki bar tezgahına yaklaşıp yaslandı.
Önümde iki seçenek duruyordu.

Ya ben plana sadık kalıp, Emire silahları göturecektin ya da Erdemi affeder numarası yapıp onunla sohbet etecektim.

Bana artık ne bilgi istersem verecek kıvamda.

Yani ya giderim ya da kalırım. Elime geçme ihtimali olan önemli bilgiler mi? Yoksa şuan yardım etmem gereken iş ortağım mı?

Bir Erdem'e bir merdivenlere baktım. Hayır, Emir bir yolunu bulurdu elbet ama ben bu fırsatı bir daha yakalayamazdım. O yüzden bilgiyi seçiyorum.

Üstümü başımı düzeltip Erdem'in yanına yürümeye başladım. Vay be Karmen. Demek, işini, arkadaşına seçecek kadar çok vicdansız olmuşum.

Ah pardon iş ortağıma.

İşi seçmeme rağmen aklımın tamamı hala Emirdeydi. Silahsız ne yapabilirdi ki? Ya yakalanırsa? Ah, hayır. Emir yakalanmazdı. Hem o da olsa bilgileri seçmemi söylerdi. Çünkü bu koca plan bile şu ufak tefek bilgiler için.

Erdem'in yanına iyice sokulup kulağına fısıldadım.

-Adamlarındam birini kaybettiğin için üzgün müsün?

Başını bardağından kaldırmadan göz ucuyla bana baktı.

-Kimin ölüp ölmediği umrumda değil.

Anında kusucakmış gibi oldum. İgrenç aynı zaman da vicdansız bir adamdı bu. Yine de oyunu bozmadan devam ettirmem gerekiyordu.

-O zaman canını böyle sıkan şey ne?

Derken artık ona iyice sokulmuştum. Verdiği pis kokulu nefesi içime çekiyordum. Bu yakınlığımız onun da çok hoşuna gittiğinden, odak noktası olarak beni ayarlamıştı. Bir elini belime dolayıp yavaşça okşamaya başladı.

-Sevmediğim biriyle iş yapmaya çıkmam gerekiyor. Ben ise sevdiğim biriyle kalmayı istiyorum, deyip saçımın bir tutamını dudaklarına götürdü.

Ben kendimi geriye çekmemeye çalışarak konuyu hemen işine getirmek istiyordum. Fakat diğer eli belimden aşağı kaymaya başlayınca vücudum istemsizce gerildi.

-Ne -ne işi yap-

Derken tam, yanımdan geçen eli bardak dolu tepsiyi tutan garson kadın bana çarpmıştı. Üstüm baştan aşağı, sırılsıklam olmuştu.

Çevredikler bir anlığına durup bana baktılar ve sanki bu olaya alışmış gibi önlerine geri döndüler.

Erdem ise öfkelenmiş, kadını azarlıyordu. Etrafıma bakınıp üzerimi silecek bir şey aradım. Ama çevremde başını öne eğip sessizce azar yiyen ve hiç telaşa kapılmayan iki tane garson duruyordu sadece.

Bu benim için Allahtan hediye bir fırsattı belki de. Emir'e silahı ulaştırmam hakkında ki, son kıyak bana şuan yapılıyordu.

Kadını azarlamayı bırakıp bana bakan Erdem'e mahçup bir sesle,

-Sana bu gece daha fazla eşlik edemeyeceğim maalesef. Üstümü silmem gerek, ben gidiyorum.

-Hadi ama Karmen, beş dakikanı bile almaz.

-Evet, almaz. Belki de ben gelmemek için sebep arıyorumdur. Ve bunu sana nazikçe söyleme yolumdan birisidir az önceki cümlem?

Başını iki yana sallayıp, ağzından gülüş bıraktı.

-Gece senin Karmen, dilediğini yapabilirsin.

Der demez, arkamı dönüp wc yazan tabelayı takip etmeye başladım. Yetiştiğim büyük beyaz tabelayı ardına kadar itip içine daldım.

Leş gibi kokuyordu. Burnumu kapamaya çalışıp aynanın karşısına geçtim. Gülüşen kızlar vardı iki farklı tuvalet kabininde.

Üstüme dokülen lekeyi sabun ve suyla temizleyeme çalıştkm. Ne kadar silsem de kırmızlık temizlenmiyordu. Sinirle peçeteyi lavoboya atıp telefonumu çıkarttım.

Emirden gelen mesaj bildirimi görür görmez kanım çekildi.

Hemen mesaja tıkladım. "Neredesin?" Yazmıştı.

"Aksilik çıktı. Sen neredesin?"

Mesajlarımı okuyor mu bilmiyordum çunkü smsleşiyorduk. Ardından dayanamayıp aradım. Ve beni telesekretere attı.

Bir terslik çıkmış mıydı? Hayır, Emir üstesinden gelirdi. Ama en iyisi buradan çabucak çıkıp onu bulmam.

Ellerimi yıkayıp tuvalleten çıktım. Geldiğim koridoru kullanarak yine büyük havuza girdim.

Erdem gitmişti. Etrafta tanıdık yüz yoktu. Üst kat merdivenlerinin yolunu tuttum.

Bazı odaların kapısı kapalı bazısı açıktı. Emir hangi cehennemdeydi? Onu bu saatten sonra nasıl bulacaktım? Acele ederek açık kapılardan içeri baktım.

Kapalı olanlara kulağımı yaslayıp sesi dinlemeye çalıştım. Hiç bir varlık belirtisi yok diyecektim ki telefonuma bir bildirim sesi düştü.

Elim titreyek çantamdan çıkartıp baktım. Emir, "217" yazmıştı sadece. Soluma baktığımda olduğum yerin 68. Oda olduğunu gördüm.

217 çok daha içeri ki kısımda anlaşılan. Hızlı yürüyordum ancak dikkat çekmemek için koşamıyordum. 75, 80, 84, 86, 90, odaları hızla geçiyordum.

Fakat 116'nın önünden geçerken açık bir kapıya gözüm takıldı. Kapıyı kapatmam üzere olan korumanın ardında duran Erdemle göz göze gelmiştik.

Hay aksi! Beni yine oyalayacaktı. Beni gören Erdem'in gözlerinin içi parladı.

-Burada ne yapıyorsun, diye sordu.

-Ben, ben sana bakıyordum, dedim.

Kapıdan çıkıp tam karşıma geçti. Ve iki kolunu açarak pis bir şekilde gülümsedi.

-İşte buldun.

"Maalsef" diye mırıldandım içimden.

-E beni bulup ne yapacaktın, diye laubalice sordu.

-Orasını düşünmedim, dedim duygularımı açığa vurarak.

-iyi etmişsin, zaten şuan iş ortasındayım. İstersen ben işimi bitirene kadar beni bekleyebilirsin.

Bu kısacık süre Emir'e yetişmem için yeterliydi bile.

-Ama istersen de içeriye girip bana eşlik edebilirsin.

Ah ne güzel. En güzel fırsatlar en kötü zamanda ortaya çıkar.

Erdem, davetkar gözleriyle beni süzerken ben Emir'e silah götürmek yerine onlar hakkında çok net bilgiler elde edebileceğim bu anı seçmekte kararsız kalıyordum.

Emir büyük ihtimalle kaçmayı başarabilirdi. Veya planı ters teper onun Erdem olmadığını birileri sonunda görür ve hiç bir yararı olmadan gün bitmiş olurdu.

Ama şuan benim elimde bir hazine sandığı duruyordu. Ve açtığımda çok kıymetli bilgilere sahip olabilecektim.

Emir, Emir'i arka plana atmak. Çok adice verilmiş bir karar gibi duruyordu gözüme.

Ama, o dostum değil iş ortağımdı.
Ve bizim ana hedefimiz iş yapmaktı.

-İkinci seçenek daha cazip geldı, dedim gülumseyerek.

Hayır ben ihanet etmiyordum. İhanet arkadaşlar arasında olurdu.

Ayrıca o kişi dostum olsaydı, karşısında hangi mantıklı seçenek olursa olsun ben yine dostumu seçerdim.

Ah Emir, benimle dost olmayı reddederek kendi hayatını karartmışsın.

-Hay hay Karmen, önden geç, deyip elini uzattı ve beni buyur etti.

Odaya geçtiğimde karşımda 3 kişi buldum. İki adam ön taraflarında ki sandalyede değişik şekilde oturan kızıl saçlı kadını koruyorlardı.

Kızıl saçlı, kızıl gözlü galiba lens takmış olan kadın, buruşmuş yüzü ile beni yargılar gibi baştan aşağı süzdü. Neredeyse 50 yaşında duruyordu.

-Misafirime böyle bakma kızıl kehribar.

-Misafirin kim, dedi aksi ve huysuz halde.

-Seninle iş konuşacağız kadın. Dedikodu değil.

Erdem'e göz devirdikten sonra sağ tarafta ki adama el uzattı. O koruma ise arkaya dönüp masadan bir çanta aldı ve Erdem'in önüne koydu.

-Anlaştığımız kadar, dedi kadın.

-Ne kadara anlaşmıştık?

Kadın ofladı ve tekrar bana baktıktan sonra,

-Bir milyon lira.

-Sanki ben bir den daha yüksek rakamlar hatırlıyorum.

-Sınırlarını zorlama Erdem. Sorun çıkartmak istemem.

-Peki kızgın kuş peki. Bir milyon olsun. Malını sana birazdan getirecekler.

Biraz bekleyiş oldu ardından kapı hayvanca geriye savruldu.

-İşte getirdiler, onu al ve git, dedi Erdem.

Ama gelen adamların eli boştu. Sonra bir güvenlikçi soluk soluğa,

-Acil durum efendim dedi.

Sanırım bu sefer korktuğum başıma gelmişti.

-Siktiğimin gecesi de bir bitmedi, dedi Erdem.

Kızıl Kehribar denilen kadın ise adamlarıyla ayaklanmıştı.

-Anlaşma yok, Erdem, dedi.

Erdem başını öfkeyle kadına çevirdi.

-Eğer anlaşmayı bozarsan, bu ikimiz için de iyi olmaz.

-Hayır ufak çocuk. Bu sadece senin için iyi olmaz. Ben ticaret yapabileceğim başka verici noktaları bulabilirim.

Erdem eliyle ağzını ovuşturup kısık sesle küfürler mırıldandı. Ben ise sadece güvenliğe bakıp şu acil durumun ne olduğunu bir an önce söylemesini bekliyordum.

Kızıl Kehribar artık çıkıyordu. Yanımdan geçerken ise karşımda durup gözlerime bakmaya başladı.

-Gözlerin titriyor, dedi soğukkanlıkla.

Cevap vermemiştim. Kadın dudağının kenarıyla sırıtıp,
- Sen kimsin? Bunun gibi -derken kaşıyla Erdem'i işaret etti- işe yaramaz mısın?

Ben hala cevap vermiyordum. Erdem ikimize kulak kesmişti. Aptal adam, acil durumun ne olduğunu sorsana artık!

-Her neyse, onunla arkadaş isen öylesindir. Görüşürüz güzelim.

Dedi ve kahkaha atarak adamlarıyla odayı terk etti. Kadın gittiği andan Erdem, pusuya yatmış kaplan kadar çabuk hareketle güvenliğin boynuna yapışıp onu duvara itti.

-Size malları getirin demedim mi lan ben?

Adamın yüzüne sert bir yumruk geçirdi.

-Niye getirmediniz lan? Acil durumunuzu sikeyim sizin. Sabahtan beri Acil, acil bir bitmediniz.

Burnu kanayan adamın kanlı suratına ikinci bir yumruğu geçirdikten sonra,

-Konuş lan! Bu sefer neyi boka batırdınız?

-Ef-efendim.

-Efendim deme konuş gerizekalı.

Adamın iki yakasından tutup sürükleyerek sandalyeye oturtturdu. Başını çenesinin altından kavrayıp suratını dik tutarak, adamın yuzüne tükürük saçarak yine bağırdı.

Artık gözlerim değil, her yerim titriyordu.

-Ne olduğunu anlat hemen!

-Az -az önce efendim. Oda 217de de, birisi alıcımıza kendisinin Erdem Aker olduğunu söylemiş.

Dediğinde nefesim boğazımda tıkalı kalmıştı. Pörtleyen gözlerimle adama bakıyordum. Bahsettikleri kişi artık kesinlikle Emirdi.

-Kimmiş peki öğrendiniz mi?

-Hayır, hayır efendim. Karşısındakini bayıltıp kaçmış.

-Sizi beceriksizler, diyerekten tokat attı ona.

-Adamlarımız peşinde efendim.

Elimle önüme düşen saçlarımı geriye attım. Kalbim ağzımdan çıkacak kadar şiddetli atıyordu.

Emir, Emir'in bana, hayır bendeki silahlara ihtiyacı vardı. Ona bunu vermeliydim değil mi? Eger ki işimi yüzüme gözüme bulaştırmasam onun canı şuan tehlikede olmazdı.

Erdem buradayken ve hele ki herkes onu tanıyorken fark edilmesi çok normaldi.

Ama o da bu ihtimali göz önünde bulundurup bana fark edildiğimizde "kaçarız" demişti. Kaçarız.

Fakat şuan tek kaçan oydu. Onu yalnız bırakmıştım. Bir daha bana bağlı planlar kurmayacaktı orası kesin ama şuan ne yapmalıydım?

-Bir işi beceremiyorsunuz!

-Asıl sen bir işi beceremiyorsun, diye bağırmaya çalıştım.

Sesimi duyan Erdem, hemen yanıma sokuldu.

-Özür dilerim, bu gece için özür dilerim.

Başımı hayal kırıklığına uğramış gibi iki yana salladım.

-Belki de, üstlerle görüşmeli ve senin bu işi yeterince iyi yönetemediğini onlara söylemeliyim.

Erdem anında diz çöküp bacaklarıma kapandı. Ağlamaklı sesiyle bana yalvarıyordu.

-Hayır, yalvarıyorum sana. Beni infaz ederler.

Ayağımdan kuvvet alarak onu arkaya itekledim.

-Çaresiz ve ezik bir adamsın. Ben gidiyorum, sakın peşimden gelme. Yoksa ertesi güne uyanamazsın.

Odadan sakin adımlarla çıksamda kapıya yetiştiğim gibi koşmaya başladım. Cebimden telefonu çıkartıp, rehbere girdim.

Ama numarasını bulamamıştım. Lanet olsun! Aramaya yerine iş ortağım yazdığımda "sonuç bulunmamaktadır" çıkıyordu.

O sırada ben geniş alana yetişmiştim. Ama her zaman ki gibi burası insan doluydu. Bir gözüm telefonda öteki yolda, çıkışa ulaşmaya çalışken, rehberimde "usta" diye kayıtlı olan numarayla olan mesajlarımı gördüm.

Ne? Ben onu eskiden böyle kaydetmiştim. Ama Emir'in beni nasıl kaydettiğini öğrendiğimde ise değiştirmiştim.

Ve bunu şimdi fark ettiğime inanmıyorum. Önceden Usta diye kayıtlı olduğundan farka dikkat etmemişim.

Çıkış merdivenlerine yetiştiğim anda duraksayıp ara tuşuna bastım. Telefon çalıyor ancak açılmıyordu.

Yakalanmış olma ihtimalini hesaba katmıyordum bile. Şuan kaçmakla meşguldü. Onu satan iş ortağından gelen telefonun bir önemi yoktu.

Merdivenleri tırmandığım anda, kapıda duran görevlilere,
-Kapıyı açın, diye bağırdım.

Adamlardan biri, demir kapıyı ardına kadar açtı ve ben kendimi dışarıya attım.

Ardımdan kapının kapanmasıyla tüm sesler kesilmişti. Etraf zifiri karanlıktı. Yanan sokak lambası, ancak kendi önünü aydınlatıyordu.

Bir insanın gülüşme veya konuşma sesi bile yoktu. Nefes nefese kalmış halde, yeniden koşmaya başladım. Bir yandan Emir'in telefonunu arayıp duruyordum da.

Ara sokaklar, ilk kez bu kadar dar geliyordu bana. Kapana kısılmıştım. Ortağımı yarı yolda bırakmıştım.

Bana güvenmişti. Emir, bana güvenmişti.

Düşüncelerimin ağırlı ile sessizce ağlamaya başladım. Göz yaşlarım yüzünden de zaten zar zor ayırt ettiğim sokakları daha bulanık görmeme neden oluyordu.

Ama ben durmadan koşmaya devam ettim. Fare deliğini, çıkmaz sokakları, tehlikeli bölgelerde koşuşturuken, ara sokakların ıslak ve küflü duvarlarında yankılanan bir ses duydum.

Elimle göz yaşımı silip, sesi bulmaya çalışıyordum. Emiri telefondan aramaya devam ettiğimde, zil sesi kulaklarımı çınlatmıştı.

Emir buradaydı.

Sesin kesilmemesi için aramayı sürdürmeye devam ettim, duvarları geçtikçe ses artıyordu.

Ağlamayı kesmiştim. Çünkü şuan hiç olmadığım kadar çok korkuyordum.

Son bir duvarı da geçtiğime, görmekten korktuğum o manzara tam karşımda duruyordu.

Emir diz çökmüş halde yere oturmuştu. Ve ağzı yüzü kan içindeydi. Kanın nereden çıktığını kestiremiyordum.

Emir karşısında duran 3 tane adama nefret dolu gözlerle bakıyordu. Adamlar cüsse olarak iriydi. Ve iki tanesinin elinde Emir'e doğrultulmuş silah vardı. 3.sünde ise silah belindeydi.

Günlerdir bu an, başıma gelip çattığında nasıl karşı koymam gerektiğine dair antrenmanlar yapıyorduk ancak ben birden hepsini unutmuştum.

Emir'i öyle görmem, bana her şeyi unutturmuştu. Cılız yumruklarımla bu adamları deviremezdim. Belimde ki iki metalin soğukluğu ile aklıma silahlar geldi.

Risk alacak kadar iyi miydim? Ya ben iki tanesini aynı anda vuramazsam? Ya Emir'e silah sıkarlarsa?

Nefesim hızlanmıştı ama ben soluklandığımı sanmıyordum. Kalbim atıyordu ama ben yaşadığımı hissetmiyordum.

Bunun sorumlusu bendim. Emir'in orada kanlar içinde, arkasında azrailin pusuda beklemesinin suçu benimdi.

O sırada Emir'in dudaklarının kıpırdadığı fark ettim. Ve elinde silah olmayan adam, bir yumruğunu daha geçirdi ona.

Telaşa kapılıp telefonumu elimden düşürdüm. Çıkan ses tüm her yeri dolduracakken, Emir'in telefonundan gelen tiz zil sesi benimkini bastırdı.

Gözlerimle telefonuma baktığımda, yanlışlıkla onu aradığımı gördüm.

Adamlardan biri küfredip Emir'in cebine elini attı. Emir yerinde kıvranıp engellemeye çalışsada başarısız oldu.

-Şu telefonun da susmadı gitti -deyip telefona baktı.- Kim arıyor öğrenmek ister misin?

Emir gözlerini yerden kaldırmıyordu.
Telefon hala çalmaya devam ederken, eğilip almaya çalıştım. Ama öne doğru geçtiğim anda beni fark etmeleri kaçınılmazdı.

-Kim bu Çırak?

Diye sordu adam. Emir bunu duyar duymaz öfkeyle ayağa kalkmaya çalıştı. Elinde silah olan adam ise ona küfrederek yerine itti.

-Sana Çırak kim dedim?

Çırak bendim.

Ben onun işe yaramaz çırağıydım. Demek beni çırak diye kaydetmiş ha yalancı çocuk.

Acıyla gülümsedim ona bakarken. Lanet bir durumdaydım evet ama bunu duymak bana iyi gelmişti.

Başarabilirdim.

Onun güvenip yola çıktığı çırağı, bendim.

İki elimi belimde ki iki silaha götürüp çıkarttım. Ağırlardı.

İçinde ki kurşunlar mıydı onu böylesine ağır yapan, yoksa o kurşunların bitireceği hayatlar mı?

Vicdanım insanliğımı terk etmeye başladı. Bir sevdiğimin daha gözlerimin önünde o kan kırmızısına boyanmasına göz yummayacaktım.

Silahları elinde silah olan iki kişiye doğrulttum. İşaret parmağımı tetiklere dayayıp derin bir nefes aldım.

Sıkmaya hazırdım. İki tane insanı öldürmeye...
Emir için.

Emir.

Yoksa Emir için değil mi?

Yoksa bu öldürme arzum, içimde doğup büyüyen intikamdan mı kaynaklanıyordu?

Kendi iç dünyama boğulmuşken, tenha caddeyi boydan boya inleten acı bir ses çıktı.

Dalgınlığımdan kurtulup onlara odaklandığımda, Emir neredeyse yüz üstü yere değmek üzereydi. Ve ağzından, ardı kesilmeyen kanlar akıyordu.

Bu benin için son raddeydi. Bu silahı kimin için sıktığımın önemi yoktu.

Gözlerimi kıstım, adeta burnundan soluyordum. Parmağımı tereddüt etmeden tetiğe dayadım ve...

Başımın arkasına yediğim ağır darbeyle yere yığıldım.

Gördüğüm son şey ise, benimle beraber kanlar içinde yere yığılan Emirdi.

 

6. BÖLÜM SONU

 

NELER OLUYOR BU AŞAĞILIK KİTAPTA ???!!!!!!!!


Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Peki Emir ve Karmen'e ne oldu?

Emir ve Karmen arkadaş değil mi?

Okuyan gözlerinize sağlık. Bir sonra ki bölümde görüşmek üzere.

Bolbol bol satır arası yorum ve ☆ Vote☆ istiyorum sizden.

 

 

Loading...
0%