SELAM YİNE BEN YİNE SÖZ VERDİĞİM GİBİ HER GECE BURDAYIM BOMBA GİBİ BİR BÖLÜMLE GELDİM🫀🫶🏻
YENİ KARAKTERİMİZ HİKAYEMİZE GİRİŞ YAPMIŞ BULUNMAKTADIR🙈
OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM YORUMLARDA BULUŞALIM BEBEKLER 🫀💕🥰
Aren babasının şirketine Avukatıyla birlikte girdiğinde yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Buraya ilk defa rahatlamış olarak giriyordu. Çünkü artık elinde muhteşem bir güç vardı.
“Erdem, sen yönetim kuruluna hemen toplantı yapmak istediğimi ilet.” Aren’in asistanı hızla başını sallayarak başka yöne doğru ilerledi.
“Risal, bana nasıl bir müjde verdiğini anlatamam.” Aren sesindeki keyif Avukat Risal’i güldürmüştü.
“Elbette bir şeyler sakladığı açıktı. Sadece bunu ortaya çıkarmak için savaşmam gerekiyordu.” Aren yanındaki kıza gülümseyerek koridorda ilerledi. Babasının odasının kapısını açarak masaya doğru yöneldi. Oda boştu babası yoktu. Aren dönen sandalyeye oturduğunda ayaklarını masaya uzattı.
“Otur şöyle Risal, bu anın tadını çıkaralım. Aylardır bunu hayal ediyorum.” Av. Risal gülerek sandalyeye oturdu.
“Sizi bu halde görürse çıldıracağına eminim.” Aren omuz silkerek tavanı seyretti. Ardından gözlerini cama çevirdi. Babası odasına doğru sinirle geliyordu. Ayaklarını çekip sandalyeyi kendisiyle arkaya doğru çevirdi. O meşhur sahneyi yapacaktı.
“Aren ne halt yiyorsun burada!” Babası kükrediğinde Aren istifini bozmadan bekledi.
“Bir zamanlar elinde kukla gibi oynadığın Aren Saruhan vardı. Hatırlıyor musun sevgili babacığım.” Ona babacığım demesinden nefret ederdi. Bu yüzden bastıra bastıra söylemişti. Hala arkası dönüktü.
“Evet hatırlıyorum oğlum ve bu cesaretini takdir ediyorum. Benim karşımda konuşurken bir zamanlar titriyordun.” Aren sinirlendi ama arkası dönük olduğu için toparladı ve keyifle sırıtarak önüne dönüp masaya ayaklarını koydu.
“Neyseki geçmiş geçmişte kaldı. Biliyor musun dedemin babanneme ciddi ciddi kandığını düşünmüştüm. Tabi biraz da olsa kanmış ama beni ve Sare’yi güvence altına almayı unutmamış. Bir an dedemin gerçekten saf aşık olduğunu düşünmüştüm. Dedem, benim ve Sare’nin payını şirkette ayırmış, yani bu şirketin %50’si seninse %50’si benim ve kardeşiminmiş.” %25’i Sare’nin %25’ Aren’indi. Haktan Saruhan oğlunun sözleriyle şaşkınlıktan konuşamamıştı. Bunu yıllarca gizlemişti ve babasının avukatının babasının vermiş olduğu vasiyeti ve mirasını oğluna söylememesi için onu ortadan kaldırmıştı. Nasıl olduysa Aren’in bunu öğrenmesine şaşkınlık içerisinde baktı.
“Hiç öğrenemeyeceğimi mi sandın?” Babası gerginlikten kravatını çekiştirdi.
“Ne hikmetse dedemin sadık avukatı Hikmek Kara yıllardır ortada yok. Ailesi bile artık bulunamadığından hakkında gaipliğe karar verilmesini istemiş.” Gaiplik, bir kişiden çok uzun süredir haber alınamaması veya hayatî tehlike dahilinde kaybolması durumunda o kişinin hukukî olarak ölü kabul edilmesi ve kişilik haklarının sonlandırılmasıdır. Ailesi de Avukat Hikmet Kara’dan yıllardır haber alamadığı ve bulunamadığı için artık hakkında gaiplik kararı çıkartmıştı.
“Hikmet Kara’yı araştırdım. Yaşadığı dönemin en dişli ve en iyi avukatıymış, kazanamayacağı hiçbir davaya girmezmiş, gerçekten çok zeki bir avukattan söz ediyorum. Arkasında iz bırakmadan gidebileceğini düşünmedin değil mi?” Aren babasının gerginliğine bakınca gülmüştü. Elbette onu şuanda alt etmenin keyfini yaşıyordu.
“Yıllardır Hikmet Kara’nın farketmem için bıraktığı izleri takip ettim. Birine ulaştım kendisi gibi dişli biri ama onun kim olduğunu asla öğrenemeyeceksin. Neyse Hikmet Kara ne hikmetse dedem öldükten sonra kendisine bir şey olacağı korkusuyla dedemin mirasını yazdığı vasiyeti güvendiği birine vermiş. Şimdi ise o vasiyet tamamen benim ellerimde meğer sevgili babacığım benim ve kardeşiminde haklarının bulunduğu bu şirketi bizden saklamış.” Haktan elleri titreyerek kravatını çıkardığında gerginlikten terliyordu.
“Türk Medeni Kanunu’nun 506. maddesine göre miras bırakanın vefatı sonrasında mirasçılarının saklı pay oranları mirasçılık sıfatları devam ettiği müddetçe değişmez ve talep edilebilir. Yani mirasçılar ne olursa olsun saklı paylarını mirastan alırlar. Eğer mirasta (terekede) yeterli bir oran yoksa, mal kaçırılmışsa, kendilerine tasarruf yapılan kişilere karşı dava açılarak saklı paylar talep edilebilir. Yani Haktan bey, kanunumuzun ön gördüğü kurallar doğrultusunda, Aren Saruhan ve Sare Lia Saruhan’ın mirastaki haklarını saklamanız ve mal kaçırmanız hususunda dava açtık. Bundan sonrasını mahkemede konuşacağız.”
Avukat Risal kendisinden emin bir şekilde konuştuğunda Haktan yerinde kıvranıyor gibi duruyordu. Artık nefes almayı unutmuş gibiydi.
“Vasiyeti gerekli yerlere ulaştırdık. Aren Saruhan ve Sare Lia Saruhan resmi olarak bu şirketin hissedarları oldu.” Haktan eliyle başını ovalayarak kendisine hakim olmaya çalıştı.
“Davayı kazandığımız takdirde yüklü bir tazminat talep edeceğimizden emin olabilirsiniz.” Haktan sinirle Avukata doğru adımladığında, Aren’in sözleri onu durdurmuştu.
“Yerinde olsam bunu denemezdim, çünkü bir Cumhuriyet Savcısının karısı ve senin peşini bırakacağını sanmam.” Aren yerine oturup masaya yeniden ayaklarını koyduğunda yeniden konuştu.
“Yönetim kurulunun toplanmasını istedim. İstersen sende ol, onlara yeni patronlarını tanıtacağım.” Aren güldüğünde Haktan sinirle odadan çıkarak kapıyı sertçe kapadı. Bu Haktan’ın Aren tarafından yenildiği ilk gün olmuştu ve muhtemelen son gün de olmayacaktı.
Aren toplantı odasına Avukatıyla birlikte girmişti. Yönetim kurulu üyeleri tedirginlikle durumu çözmeye çalışıyordu.
“Şimdi sizler neden burada olduğumu sorguluyorsunuz. Bu şirketin aslında tek sahibinin Haktan Saruhan olmadığını size söylemem gerektiğini düşündüm.” Yönetim kurulu üyeleri şaşkınlıkla Aren’i dinliyordu.
“Aslında şirket’in %50’si benim ve kardeşiminmiş, bunu öğrendiğimde bende şaşırdım. Ardından babama oğlunun ve kızının mirasından mal kaçırdığını içeren bir dizi dava açtım. Yani artık bu şirkette bende varım.” Hepsi şaşkınlıkla Aren’i izlerken toplantı odasında fısıltılar yayılmaya başlamıştı.
“Yapılan projeleri ve yapılacak olan projeleri tarafıma gönderilmesini talep ediyorum. Her şeyden haberim olacak. Size Avukatım tüm detaylarıyla anlatacak onu dinlerseniz sevinirim.” Aren yerine oturarak Avukatının konuşmasını dinledi. Toplantı odası şaşkınlık içerisinde kendisine bakan insanlarla doluydu.
🪖
Azerbaycanlı tim ülkelerine dönmüştü ama Ramil Yüzbaşı, Tuna Yüzbaşı uyanmadan gitmek istememişti. Onu görmek için hastaneye geldi.
“Nasıl oldun Tuna Yüzbaşım?” Naif ses tonuyla gülümseyerek Tuna Yüzbaşı’ya baktı.
“İyiyim siz nasılsınız?” Ramil Yüzbaşı minnetle gülümsedi.
“Çok iyiyiz, yardımınız için yeniden teşekkür ederiz.” Tuna Yüzbaşı anlayışla başını salladı.
“Sizinle konuşmak isteyen biri var. Rica etsem davet edebilir miyim.” Tuna Yüzbaşı anlamsız bakışlarını Ramil Yüzbaşı’ya yöneltsede başını sallamıştı. İçeriye Gülçöhre elinde çiçeklerle girmişti. Ahmet Başçavuş anında kaşlarını çatarak önünü kesti.
“Bunun burada ne işi var. Şimdi ne planlıyor Komutanımı öldürmeyi mi?” Sesi her zamankine nazaran sert ve sinirliydi. Gözlerinin keskinliğine karşı dayanamayan Gülçöhre gözlerini kaçırdı.
“Ahmet bırak gelsin” Ahmet Başçavuş, Tuna Yüzbaşı’nın sesiyle ona baktı.
“Komutanım ona güvenmiyorum. Az daha onun yüzünden ölüyordunuz.” Ahmet Başçavuş sinirli gözlerini kin ve nefretle kadına çevirdiğinde Gülçöhre gözlerini doldurmuştu.
“Bzi görevimizi yaptık Ahmet, izin ver gelsin.” Hiç istemesede Komutanı olduğu için dediğini yapmıştı ama Komutanının yanına geçerek tetikte duruyordu.
“Ahmet Başçavuş istersen yalnız bırakalım.” Ramil Yüzbaşı konuştuğunda Ahmet Başçavuş hızla başını iki yana salladı.
“Komutanımı bu kadınla asla yalnız bırakmam.” Tuna Yüzbaşı, Ahmet Başçavuş’un koruyucu tavrına gülümsese de ciddileşerek konuştu.
“Ahmet insanlara kendilerini ifade etme şansı tanımalıyız. Merak etme bir şey olmaz. Zaten camdan izliyor olacaksın.” Ahmet Başçavuş kararsız bakışlarını Komutanına çevirmişti. Başını sallayarak odanın çıkışına adımlarken Gülçöhre’nin yanında durdu.
“Eğer Komutanıma herhangi bir zararın dokunursa hiç düşünmem öldürürüm seni!” Tuna Yüzbaşı, Ahmet Başçavuşa bu tavrı yüzünden kızmamıştı. Çünkü haklı olduğunu biliyordu. Üstelik Ahmet Başçavuş normalde şen şakrak neşeli olurdu bu sert tavrına büründüyse onu kaybetmek istemediği açıktı. Ahmet Başçavuş odadan çıktığında Gülçöhre çiçekleri Tuna Yüzbaşı’ya yöneltti.
“Teşekkür ederim şuraya koy lütfen” Sedyenin yanındaki komadinin üstüne koymasını işaret etti.
“Ben aslında sizi incitmek istememiştim. Benim yüzümden bu halde olmanızdan dolayı özür dilerim. Askerinizde haklı.” Tuna Yüzbaşı ifadesiz bir yüzle başını salladı.
“Sende ekibini düşünüyordun. Bunu anlıyorum ama bende ekibimi düşünmek zorundayım. Ben koyun değilim askerim, yani kendi kafama göre bir yerlere gidemem. Benim hesap vermem gereken Üstlerim ve canlarını düşündüğüm 11 askerim var.” Gülçöhre anlayışla başını sallayarak konuştu. 11 asker demişti kendisiyle birlikte 12 asker oluyordu bu durumda kendi canını saymamıştı.
“Ramil Yüzbaşı anlattı biraz, haksız yere Karasu timini ve Ramil Yüzbaşı’nın ekibini suçladığım için üzgünüm. Onlar orada hayatta kalır mı bilmiyorum ama korktuğum için acısını sizden çıkardım çok üzgünüm.” Tuna Yüzbaşı hatasını anlayan insanlara karşı her defasında affedici oluyordu.
“Artık bir önemi yok. Neyseki hayattayım bu benim için yeterli. Sana şu tavsiyeyi vermem gerekirse, hayatın hakkında pek çok bilgiye sahibim. Babana duyduğun öfkeyi ülkene yansıtmanı tavsiye etmem. Ne de olsa orası senin ülken” Gülçöhre başını iki yana salladı.
“Orası benim ülkem değil, babam annemi yüzüstü bıraktı. Ermeni olduğu için ondan nefret ediyor. Zamanında bunu bile bile evlendi şimdi ne değişti bilmiyorum. Her neyse ben Azerbaycanlı gibi hissetmiyorum ve bunu da istemiyorum.” Tuna Yüzbaşı anlayışla başını iki yana salladı.
“Bence bunun farklı sebepleri vardır. Babanın annenden nefret etmemen için bunu yapmış olabileceğini bir düşün.” Gülçöhre derin bir nefes alarak konuştu.
“Bilmiyorum ama düşüneceğim, sadece ülkemin orası olduğuna kabullenmek istemiyorum. Belki de ben ülkesisizim.” Tuna Yüzbaşı başını iki yana sallayarak yeniden konuştu.
“Sana şunu söyleyeyim seni orada tutsak eden teroristler her gün ülke kurmak için çırpınıyor. En sonunda da başlarına bombayı ya da mermiyi yiyorlar. Hatta bu uğurda Kürtleri ve Türkleri birbirine düşman etmeye bile çalıştılar. Benim timimde de iki Kürt kardeşim var. Vatan için canını ver desem hiç düşünmez verir. Çünkü onlarda bu Vatanın evladı. Vatanına ihanet etmeyen herkes bu Vatanın evladıdır. Yani demek istediğim teroristler ülkesi olmadığı için insanları katlediyorlar, Kürtleri kendilerine destekçi olarak kandırmaya çalışıyorlar. Her gün çabalıyorlar ama başarılı olamıyorlar. Onların ne yurdu var ne de Vatanı, ama senin koca bir ülken var bunun kıymetini bil.”
Gülçöhre içine yerleşen bir hisle Tuna Yüzbaşı’ya baktı. Bunu hiç düşünmemişti. Yinede kabullenmek onun için zordu.
“Deneyeceğim, tavsiyelerin için çok teşekkür ederim.” Tuna Yüzbaşı anlayışla gülümsedi.
“Rica ederim.” Gülçöhre’de gülümsedi aslında düşündüğü gibi olmadıklarını görünce vicdanı sızlamıştı.
“Ben gideyim o zaman, umarım yeniden görüşürüz.” Tuna Yüzbaşı başını sallayarak konuştu.
“Umarım” Gülçöhre gülümseyerek kapıdan çıkmıştı.
👩🏻🏫
Dün gece yaşadığımız şeyden dolayı hala yanaklarım kızarıyordu. Sabaha kadar başında beklemiştim. Sabah olunca Ömer Üsteğmen’den beni okula bırakmasını rica etmiştim okuldan sonra yeniden dönecektim. Ben dönen kadar yanında Karasu timinden Ahmet Başçavuş duracaktı. Açıkçası onu yalnız bırakmak istemiyordum ama okula gelmek zorundaydım. Saat 14:00’i gösterdiğinde okuldan öğrencilerimi uğurlayarak kapıyı kilitledim. Nazım abinin evine gidiyordum birlikte hastaneye gidecektik.
“Nazım abi ben geldim.” Kapıyı vurup neşeyle seslendim. Kapı açıldığında şaşkınlıkla baktım.
“Buyrun?” Benden bir kaç büyük gibi duruan genç bir adam kapıda dikiliyordu.
“Ben Nazım abiye bakmıştım?” Adam anlayışla başını sallayınca sorgulayıcı bakışlarımı yöneltiyordum.
“Nazım eniştemin işi var. Evdeki su borusu patlamış onu halletmeye çalışıyor.” Tedirginlikle ona baktım. Bugün Tuna Yüzbaşı’yı göremezsem kahrolurdum.
“Biz merkeze gidecektik hastaneye” Yüzüm düşünce gülümsedi.
“Biliyorum, siz Sare Öğretmen olmalısınız. Nazım eniştem sizi benim götürmemi rica etti. Eniştemin arabasıyla götüreceğim.” İçime düşen kuşkuyla yerimde huzursuzca kıpırdanıp içeriye bakmaya çalıştım.
“Kızım, bu benim ablamın oğlu, ablamla birlikte ziyaretime geldi. Nazım’ın işi çıkınca bende dedim o kız şimdi üzülür onu bırak gel diye” Rana teyzeye büyük bir minnetle bakıp sarıldım.
“Teşekkür ederim, Rana teyze” Adam ayakkabılarını giyerek önümden geçti. Arabayı çalıştırdığında Rana teyzeden ayrılarak el salladım ve arabaya bindim.
Araba ilerlediğinde içim bir tuhaf olmuştu acaba Tuna Yüzbaşı beni yanlış anlar mıydı ama benim elimde değildi aracım yoktu ve güvenebileceğim tek kişi Nazım abi ve Salim amcaydı, Salim amca’nın arabası bozuktu. Daha tamirden gelmemişti.
“Gerilmenize gerek yok, Sare hanım” Ne kadar gerildiysem bu dışıma yansımış olmalıydı.
“Gergin değilim.” Sesin soğuk çıkmıştı.
“Peki öyleyse, tüm yolu sessiz geçirecek değiliz. Kendini tanıtmak ister misin?” Dişlerini göstererek bana bakıp güldü. İstemsizce başımı cama çevirdim. Tuna dışında kimsenin beni tanımasına gerek yoktu.
“Bu kadar korkma ya” Gülüyordu ve bu benim sinirlerimi bozmuştu.
“Korkmuyorum sadece sessiz kalmayı tercih ediyorum.” Şu yolculuğun bir an önce bitmesini umdum.
“Açıkçası bu kadar güzel bir kızın, leş gibi olan köyde ne işi var anlamış değilim.” Sinirlenmemeye özen göstererek yeniden konuştum.
“Niye hakaret ediyorsun. İçerisinde öğrencilerim ve sevdiğim bazı insanlar var. Kötü insanlar var diye genelleme yaparak leş diyemeyiz.” Kanım kaynıyordu istemsizce sinirle ellerimi tırnaklarıma geçirdim. Ayrıca güzel olduğumu söylemesi umrumda değildi bunu zaten bende biliyordum.
“Tabi orası öyle ama yine de bu güzellik bu köye hiç yakışmamış.” Sinirlerim gerilmişti bana yürüyor muydu? Sürekli eliyle saçlarını düzeltiyordu. Bir anda şarkı mırıldanmaya başladığında iğrendiğimi belli etmeyerek yüzümü cama çevirdim.
“Şu erkeklerin kız görünce, elleriyle saçlarını düzeltmesi ve bir anda şarkıya başlamalarına bayılmamız mı gerekiyordu. Ne sanıyorlar etkilendiğimizi mi?” Sirel tiksinir gibi konuştuğunda istemsizce gülümsedim. İlk defa aynı taraftaydık.
“Ben olsam kafasını direksiyona yapıştırır onu arabadan atarak arabayı kendim sürerdim. Hatta yapmama ne dersin?” Çıkmak için beni zorladığında nefesimi kontrol etmeye çalıştım. Gözlerimi sımsıkı kapayarak nabzımın sakinleşmesini umdum.
Yol boyunca bana baktığını hissetmiştim. Huzursuzca yerimde kıpırdandım. Hastaneye yaklaştığımızda neredeyse gurbetçiler gibi yeri öpecektim.
“Teşekkür ederim.” Yüzüne bile bakmadan konuşmuştum. Kapıyı açıp hastaneye hızla koştum. Tuna’nın odasına girdiğimde uyuyordu. Uyandırmamak için hareketlerimi sakin tuttum. Üzerimdeki kabanımı ve çantamı çıkardım. Yolda hiç konuşmak istemesem de çiçek almak için durmasını söylemiştim. Çiçeği aldıktan sonra hiç konuşmamıştım. Gözlerim komadinin üstüne değdiğinde istemsizce suratımı astım. Bu çiçekler kimdendi?
“Suratını astığına göre keyfin pek yerinde” Tuna Yüzbaşı gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Az önce uyuyordu. Ne ara gözlerini açmıştı?
“Uyuduğunu sanıyordum.” Gözlerimi çiçekten ayırmadan söyledim.
“Uyuyordum” Sesi güçsüz çıkınca istemsiz üzüldüm.
“Kusura bakma uyandırdım” Tuna Yüzbaşı güldüğünde çok güzel göründüğünü söylemiş miydim?
“Çok şey söyledin Sare, hepsini aklımızda tutamayız.” Lia konuştuğunda yutkunarak Tuna Yüzbaşı’dan gözlerimi kaçırdım.
“Hayır uyandırmadın, içeriye girince parfümünün kokusundan tanıdım.” Parfümüm mü ahh, Victoria secret, senin yüzünden adamı uyandırdım. Dava açabileceğim bir sebep bence, kesinlikle açıp bir sürü parfüm talep edebilirim.
“Ama diğeri daha güzeldi.” Bana yürüyor muydu yürüyorsa bayılacaktım? Kendimi şu camdan aşağıya atsam nasıl olurdu acaba, utançtan kendisine bakamıyordum.
“Gözlerini kaçırdığında” Yutkunarak ona doğru ilerledim ve sözünü kestim.
“Yemek yedin mi?” Tuna Yüzbaşı gülmüştü. Sanırım utandığımı daha fazla belli etmiştim.
“Hayır birazdan gelir öğle yemeği” Başımı salladım. Bakışları cama kilitlenince ciddileşti.
“Bir şey mi oldu?” Bakışlarını takip edip cama baktım. Beni getiren adam Tuna Yüzbaşı’ya bakıyordu. Onun neden burada olduğunu bilmiyordum. Kapıyı açarak içeriye girdi.
“Tuna, seni görmeyeli uzun zaman olmuş.” Tuna Yüzbaşı ifadesiz bakışlarını adama çevirdi.
“Burada ne işin var Aykut?” İsminin Aykut olduğunu öğrendiğim adam sırıtarak Tuna Yüzbaşı’ya baktı.
“Sare’yi getirdim.” Sare’yi mi benimle az önce resmi konuşan adam şimdi samimiymişiz gibi gayriresmi konuşmasına sinirlendim.
“Sare’yi mi?” Tuna Yüzbaşı ifadesiz gözlerini bana dikince hemen yanlış anlaşılmayı düzelttim.
“Nazım abiyle hastaneye gelecektik ama evlerinde su borusu patlamış, Rana teyze de yeğeninden beni hastaneye götürmesi için ricada bulunmuş, beni getirdi. Aslında teşekkür edip arabadan inince gider zannediyordum. Buraya neden geldiğini bilmiyorum bende yeni tanıştım.” Aykut sırıtarak bana baktığında Tuna Yüzbaşı’ya göz ucuyla baktım. Yaralı olmasaydı boğazına sarılacak gibiydi.
“Yolda gelirken ki sohbetimize bakılırsa güzel tanıştık Sare” Sohbetimiz mi ne sohbeti konuşmamak için yol boyunca camı seyredip telefonla uğraştım.
“Şehir sana yaramamış Aykut, hala aklını kullanmayı beceremiyorsun.” Aykut güldüğünde Tuna Yüzbaşı ona sırıtarak bakıyordu.
“Senin gibi dağ faresi olmayı değil, mühendis olmayı seçtiğim için mi diyorsun?” Tuna Yüzbaşı güldüğünde Aykut karşılık vermişti.
YAZARIN KALEMİNDEN
“Aynı zamanda mimarım unuttun mu?” Üniversiteyi bitirdikten sonra askerliği daha fazla ertelemeden askere gidip orada kalmayı seçmeden önce mimarlığı bitirmişti.
“Ahh, doğru ama bu yinede dağ faresi olmadığını düşündürmez.” Aykut dalga geçerken, Tuna Yüzbaşı ona sırıtarak bakıyordu.
“Onlarca yaptığın iş görüşmesi başarısız oldu diye duymuştum. Hatta birinden kovulmuşsun” Aykut sinirle yumruklarını sıktı. Hakkında bunları bildiğini bilmiyordu.
“Bence sen dağ faresi bile olamazdın, kaç kez askerden kaçmıştın 3 mü ya da 5, senin yerinde olsam utanırdım.” Aykut sinirle Tuna Yüzbaşı’ya adımladığında Sare önüne geçti. Ardından Ahmet Başçavuş hızla içeriye girdi.
“Seni bu dediklerine pişman edeceğim. Sare seni aşağıda bekliyorum!” Sare şaşkınlıkla adama baktı. Niye kendisini beklediğine anlam veremedi. Ondan böyle bir şey talep etmemişti.
“Ben bu gece burada kalacağım sen gidebilirsin.” Aykut, Sare’ye baktığında gülümsedi. Bunu Tuna Yüzbaşı’nın damarına basmak için yapıyordu.
“Sare’nin bir daha seninle bir yere gitmesine izin vereceğimi sana düşündüren nedir?” Tuna Yüzbaşı’nın sert ve soğuk sesi Aykut’u sinirlendirmişti. Ahmet Başçavuş, araya girmeden Tuna Yüzbaşı için eli belinde tetikte bekliyordu.
“Çok şey düşünüyorum. Görüşürüz Sare, nasılsa aynı köydeyiz her gün görüşürüz.” Sare’nin omzuna elini koyup hafifçe sıktığında Tuna Yüzbaşı hareketlenmeye çalıştı. Ahmet Başçavuş elini Aykut’un bileğine koydu. Sare ise kendisine olan bakışlarına anlam veremeden bakıyordu. Sanki bir hesaplaşmanın kurbanı olacak gibiydi.
“O elini indir. Yoksa kafanı dağıtırım.” Ahmet Başçavuş elini sertçe çektiğinde Aykut’la göz göze geldi. Aykut, Ahmet Başçavuşa sırıtıyordu.
“Tamam köle, merak etme gideceğim.” Ahmet Başçavuş sırıtarak Aykut’a baktı.
“Senden ala köle mi olur Aykut, sen nevi şahsına münhazır* bir kölesin.” Sare, Ahmet Başçavuş’unda onu tanımasıyla istemsiz gerildi. Ahmet Başçavuş kendisinden beklenmeyecek derecede çene kasları gergindi.
*Nevi şahsına münhasır, türü kendisiyle kısıtlı demektir.
“İyi bir gün geçirmeni diliyorum güzel Sare” Diyerek kapıyı hızla çarpıp gittiğinde Sare, Tuna Yüzbaşı’ya döndü.
SARE LİA SARUHAN’IN AĞZINDAN
Tuna Yüzbaşı çatık kaşlarla bana bakarken, Ahmet Başçavuş ortamın gerginliğinden olsa gerek odadan çıkmıştı.
“Ne işin var senin onun yanında!” Sesi sertti, tıpkı beni köy meydanında azarladığı ses tonuyla konuşuyordu.
“Rana teyze rica etmiş kim olduğunu bilmiyorum.” Tuna Yüzbaşı gözlerini sakinleşmek için kapatıp geri açtı.
“Beni niye aramadın, bizden birine söyler aldırtırdım!” Sare çekiniyordu ve Karasu timine de yük olmak istemiyordu.
“Onlar benim özel şöförüm değil sonuçta yeterince yorgunlar bir de beni…..” Tuna sözümü öyle sert kesmişti ki yerimden sıçradım.
“Sende gittin onunla aynı araca bindin. Bir daha onunla hiçbir yerde tek kalma Sare, eğer gelmek istiyorsan beni ara!” Bana niye bağırdığını anlamadım benim suçum neydi?
“Aranızda her ne oldu bilmiyorum ama hiç suçumun olmadığı bir konuda bana bağırman doğru değil. Bunun içinde benden özür dileme kabul etmeyeceğim.” Gözlerimin dolmaması için kendimle savaşırken ona bakmadan cama yaklaştım. Tamam belki de tehlikeli olduğunu düşündüğü için sinirlendi ama bunu beni kırmadan da yapabilirdi.
“Sare” Sesi yumuşaktı ama ona bakmadım.
“Ağrım var” Başımı hızla çevirip ona doğru hızla yöneldim.
“Hemen doktor çağırayım.” Başını iki yana salladı.
“Buraya gel” Dediğini yaparak ona yaklaştım. Bileğimi tuttu daha da yaklaştırdı.
“Beni kandırdın” Bileğimi çektim ama sıkıca tutuyordu.
“Bir daha ağrın olursa inanmayacağım.” Tuna Yüzbaşı güldü sonra yeniden konuşmaya başladı. Kalbim kanat takıp ona uçtu desem kimse bana inanmazdı.
“Ağrım var dedim, ama yaralı olduğum yerden ağrıyor demedim.” Anlamsız bakışlarımı ona yönelttim. Şöyle dedektif gibi konuşmak yerine doğru düzgün konuşsa şaşırırdım zaten.
“Neren ağrıyor Tuna” İsmiyle hitap edince gözleri yine o aynı yoğunlukla bana baktı.
“Karnım acıktı nerede kaldı bu yemek” Şeytan diyor ki şunun suratına bir tane çak, neyseki bir Türk askerine vuramazdım.
“Bileğimi bırakırsan, bende yemek getirmeleri için konuşurum.” Bırakmaya hiç niyeti yok gibiydi. Bırakır bırakmaz çıkışa yönelmemle karşımda hastane hizmetlisini görmem bir olmuştu.
“Buyrun, teşekkür ederim.” Abla bana gülümseyerek çıktığında bende aynı ifadeyle bakmıştım.
“Seni biraz kaldırmamız gerek, Ahmet Başçavuşu çağırayım.” Odadan yeniden dışarıya çıktığımda, Ahmet Başçavuşu görmemle yanıma gelmesi bir olmuştu.
“Bir şey mi oldu Sare?” Başımı sallayıp konuştum.
“Evet, Tuna Yüzbaşı’nın doğrulmasına yardım eder misin?” Ahmet Başçavuş odaya girip Tuna Yüzbaşı’yı hafifçe doğrulttuğunda arkasına yastığı koymuştum. Tekerlekli yemek masasını sedye yönelttim. Bana tuhaf tuhaf bakıyordu. Ahmet Başçavuş odanın dışına çoktan çıkmıştı.
“Kollarımı kaldırmakta biraz güçlük çekiyorum. Zaten sağ kolumda serum var. Sol kolumda incinmiş.” Karşımda 29 yaşındaki Tuna Yüzbaşı değil de 5 yaşında bir çocuk vardı sanki, gülmemek için dudaklarımı bastırdım.
“İncinmiş mi?” Tatlı tatlı gülümseyerek bana baktı. Yanaklarını sıkmamak için kendimi zor tutuyordum.
“İncinmiş” Nedense içimde beni kandırdığına dair bir his vardı ama sorgulamamayı seçmiştim.
“Pekala o zaman benim yardım etmemi ister misin?” Tuna Yüzbaşı sanki uslu durursan sana çikolata alacağım demişim gibi umutla başını salladı. Çocukluğunu istemsiz merak ettim.
“O zaman ben yedireceğim.” Masayı hafifçe çekip sedyeye oturdum. Bana çok tatlı gülümsüyordu.
“Ayy Sare evlen de biz de kurtulalım artık!” Sirel kulaklarımda çınladığında belli etmemek için dişlerimi sıktım.
“Ağzını açacak mısın yoksa gülümsemeye devam mı edeceksin.” Kendisini hemen toparlayıp ağzını hafiçe açmıştı. Bende çorbadan vermiştim.
“Tadı kötü mü?” Yüzünü buruşturunca istemsiz sormak zorunda kaldım.
“Sebze çorbasını pek sevmiyorum.” Çorbayı bırakıp diğer yemeklere baktım kuru fasulye ve pilav vardı. Onlardan verdiğimde yüzünü buruşturmasa da yemişti ama bence onlarda pek iyi sayılmazdı.
“Eve gitmiş olsaydım yemek yapardım. Okul biter bitmez geldim. Yarın davadan sonra yapıp getiririm.” Kaşlarını çatarak konuştu.
“Ne davası?” Ekmek verdiğimde dudakları elime değince yanmışım gibi istemsizce geri çektim.
“Azer bana saldırmıştı ya, şikayetçi olmuştum. Mahkemede dava görülecek duruşmamız yarın.” Tuna Yüzbaşı huzursuzca başını salladı.
“Aslında dilekçede seni şahit yazdırmıştım. Senden ricada bulunacaktım ama sen yaralısın. Hakimle konuşacağım belki ertelerler.” Tuna Yüzbaşı hareketlenmeye çalıştı.
“Ben gelirim. Bir şekilde hallederim.” Sare başını hızla iki yana salladı.
“Hayır, kalbin durdu. O kadar hafif bir şey geçirmedin seni riske atamam.” Bu konuyu kapatmak için elinden geleni yapacaktı.
“Bizimkilerden biri seninle gelsin tek gitme” Başımı hızla iki yana salladım.
“Hiç gerek yok, zaten çok yorgunlar bence dinlenmeleri daha doğru olur.” Yüzü ciddileşince bekledim. Bana bağırmasını istemiyordum.
“Azer’in tüm yakınları mahkemede olur. Bu çok riskli” Ardından karnını tutarak yüzünü buruşturunca aklım çıktı.
“Ne oldu, canın mı yanıyor?” Telaşla doğruldum arkamı dönüp gidecekken bileğimden tuttu.
“Gerek yok, iyiyim” Yerime yeniden oturduğumda kaşığı tekrar elime aldım.
“Bir şey olmaz. Mahkemede de bir şey yapacak değiller ya hem yapmaları işime gelir. Belki davayı kazanırım.” Tuna Yüzbaşı sinirle bana baktı.
“Sare beni delirtme” Zaten delirmek için yer arıyor gibisin diyemedim.
“Ağzını açar mısın lütfen?” Başını iki yana salladı.
“Tatları kötü yemeyeceğim.” Gözlerimi devirip sinirle ona baktım.
“Bana bak ye şu yemeği, vallahi atarım seni sedyeden!” Bana hayretle bakınca gülmemek için kendimi zor tuttum. Ardından kuzu gibi ağzını açtı ve bende yemekler bitine kadar yedirdim. Anlaşıldı illa zorbalık yapacaktık. Kibarlıktan anlamıyordu. Bir süre sonra yemeği yedirmştim sonra Ahmet Başçavuş yeniden uzanmasını sağlamıştı. Bende kendimi koltuğa atmıştım. Tuna Yüzbaşı uyuyordu. Uyurken yeniden ateşine bakıp durdum bu benim için takıntı gibi olmuştu. Koltuğa yaslanarak kafamı koltuğa koydum.
YAZARIN KALEMİNDEN
“Ben bi lavaboya kadar gideyim.” Ahmet Başçavuş kapıda bekleyen askerlere itafen söylemişti. Askerler başlarını salladığında Ahmet Başçavuş koridora yöneldi.
Bir süre sonra doktor önlüklü bir adam kapıda bekleyen askerlere yaklaştı. Onun gelmesiyle hastanede kargaşa peyda olmuştu.
“Kolay gelsin” Askerlerden biri konuşmaya başladı.
“Sağ olun buyrun?” Adam gülümseyerek konuştu.
“Az önce giden sizden miydi bilmiyorum. Biri ona saldırdı ama” Askerler tedirginlikle baktı.
“Ahmet Başçavuşa mı bu mümkün değil ne diye saldırsınlar?” Askerlerin kuşkulu sesine adam daha da gerildi.
“Bilmiyorum asker istemiyoruz diye biri üzerine atıldı. Sesler de oradan geliyor.” Askerler sesleri dinlemeye çalıştı.
“Ulan sizden bi kurtulamadık!”
“Gidin şehrimizden!”
“Asker istemiyoruz!”
“Burası bizim defolun gidin buradan!”
Askerler gitmek ya da gitmemek arasında kalmıştı. Ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
“Siz kimsiniz?” Asker kuşkuyla sordu. Açıkçası askerlerin hızla oraya gideceğini sanıyordu. A planı işe yaramamıştı. Bu yüzden B planını devreye sokacaktı.
“Ecelin” Askerin şaşırmasına fırsat vermeden arkalarından gelen 3 adam boğazlarına sarılmıştı. Koridordaki gürültü Ahmet Başçavuşu oyalamak içindi. Tuna Yüzbaşı’nın odasına girdiğinde yüzünü ifadesiz tuttu.
SARE LİA SARUHAN’IN AĞZINDAN
Kapı açıldığında gözlerimi açarak doğruldum. Haze’nin geldiğini düşünmüştüm ama erkek bir doktorun içeriye girdiğini gördüm.
“Buyrun, bir şey mi oldu?” Kuşkuyla sordum adam biraz gergin gibiydi.
“Ben durumunu kontrole geldim.” Şüpheyle çantamı elime aldım içerisinden bulutlu maket bıçağımı elime aldım. Bu adam kimdi bilmiyorum ama kesinlikle doktor değildi. Çünkü hastanede de aynı bölümde Haze’den başka bir doktor yoktu.
“Öyle mi ne yapacaksınız elinizde ki nedir?” Adam kuşkuyla bana bakıp Tuna’ya yaklaştı. Ellerimin titrememesine özen gösterdim.
“Ağrı kesici” Korkuyla elindekine baktım. Tuna Yüzbaşı’ya doğru yaklaştığında tüm hücrelerim korkuyla canlandı.
“Bu hastanede ne zaman çalışmaya başladınız?” Adam bana anlamsız bakışlarını yönelttiğinde hiçbir şey belli etmemek için gülümsedim.
“Çok oldu niye sordunuz?” Yalan söylediğine şimdi emin olmuştum. Çünkü Haze kendisinden başka aynı bölümde bir doktor olmadığını söylemişti. Kalbim tüm hücrelerimde atıyordu.
“Anladım sizi görmemiştim de” Adam gülümseyerek bana bakınca iğnenin ucunu çıkardı.
“Umarım bundan sonra bir şeyi yapmadan araştırırsınız.” Adam bana şaşkınlıkla baktı hiçbir şey anlamadı ama cevap vermedi. Seruma doğru yaklaşıp iğneyi ona doğru tuttuğunda nabzım yükseldi. Bulutlu maket bıçağımın ucunu çıkarıp elinin üstünden başlayarak bileğinin üstüne doğru kestiğimde adam şaşkınlıkla bana bakarken tekmemi karın boşluğuna doğru geçirdim. Ağabeyim bana dövüş tekniklerini öğretirken ihtiyacın olduğunda kullan her sinirlendiğinde birinin canını yakma demişti. Sanırım şuanda tam da ihtiyacım olan zamandı. Tabi Sirel’in kullandığı zamanları saymazsak, adam sendeleyerek gitsede doğrularak bana yaklaştı. Yumruğunu bana savurmaya çalıştığında kolunu kavrayarak arkaya çevirdim. Ardından malum bölgesine yeniden tekme savurduğumda adam geriye yalpalayarak düştü. Benden böyle hamle beklemediği dehşetle kasılan yüzünden çok net görebiliyordum.
“Yardım edin!” Tüm gücümle bağırmıştım. Tuna ne olduğuna anlam veremeden uyandığında saniyelik olarak adam doğruldu ve silahını çıkartıp bana doğrulttu. Ardından büyük bir gürültüyle silah patladığında geriye doğru giderek duvara sindim.
YAZARIN KALEMİNDEN
Silah sesi duyulduğunda koridordaki kalabalığı yararak Ömer Üsteğmen ve Ahmet Başçavuş, Tuna Yüzbaşı’nın odasına doğru koştu. Kalabalık ilerlemelerini zorlaştırıyordu.
Silah patlamıştı ama o silah Sare’de değil adamın göğsünde 4 el ateşle patlamıştı. Tuna Yüzbaşı çarşafının altındaki silahı hızla çekerek adamın silahı Sare’ye doğrultmasıyla aynı hızda adamın göğsüne 4 mermi sıkmasıyla adam yere devrilmişti. Kapıdan içeriye Ömer Üsteğmen ve Ahmet Başçavuş girdiğinde dehşetle baktılar.
SARE LİA SARUHAN’IN AĞZINDAN
Başım kaynıyordu ellerimle başımı tuttum. Aylar önce yaşadıklarım birbir gözlerimin önünden geçiyordu. Korkuyla duvara daha da sindim. Silah sesi kulaklarımda patlıyordu.
“Sare kendine gel” Lia benimle konuştuğunda ne kadar titrediğimin farkında değildim. Görüntüler mide bulandırıcıydı. Baver, Rojin, Ahad ve diğer teroristlerin sesleri kafamın içindeydi.
“Tuna iyi misin?” Ömer Üsteğmenin sesini duymuştum ama hayal mi yoksa gerçek mi kavrayamadım.
“Beni bırak Sare’ye bak çok korktu.” Birinin bana doğru adımladığını gördüğümde korkuyla sedyeye doğru yapıştım.
“Yaklaşma!” Tam yanımda durmuş diz çökmüştü. Beynimin içinde o tanıdık eski iğrenç gülüşü duyuyordum.
“Sare sakin ol be…..” Sözünü kestim. Baver’den nefret ediyordum.
“Baver yaklaşma dedim!” Korkudan ellerimi ona doğru savururken ayağa kalktı.
“Eyvah eyvah gene mi ya” Adam gerginlikle konuştuğunda nabzım deli gibi atıyordu.
“Sare” Acı dolu tanıdık bir ses duydum.
“Tuna” Doğrulup ona baktığımda gerçekten oydu. Başım çatlayacak derecede ağrıyordu.
“Sare’m Baver öldü. Aklının sana oyun oynamasına izin verme” Başım kaynıyordu ellerimin arasına aldım. Ağlamamak için zor duruyordum.
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
75.03k Okunma |
6.34k Oy |
0 Takip |
92 Bölümlü Kitap |