MERHABALAR BEN GELDİM NASILSINIZ OKURKUŞLARIM HAYAT NASIL GİDİYOR?
GÜZEL BEBEKLER YORUMLARDA BULUŞALIM LÜTFEN TEPKİLERİNİZİ MERAK EDİYORUM🫶🏻🫀🥰
OY VE YORUMLARINIZI EKSİK ETMEYİN BEBEKKOLAR💕🖤💜
Ahad karşısında elleri ve ayakları bağlı olan adama baktı. İşkenceler yüzünden aşırı derece de yara almıştı. Buna rağmen hala kendisine diklenebiliyor olmasından nefret ediyordu.
“Türkler neden hiç umutlarını kaybetmiyor?” Elindeki çekiçle oynuyordu.
“Seni gibi pislikleri gömmeden umut kaybetmek yok.” Ahad kahkaha atmıştı. Şuanda çok eğleniyordu.
“Sizi sevmiyorum ama Türk kadınlarına bayılıyorum. İnatçı ve huysuz olmaları beni mahfediyor. Eminim benimle vakit geçirmekten hoşlanacalardır.” Elleri ve ayakları bağlı olan adam yüzünü Ahad’a çevirdi.
“Türk kadını senin gibi aşağılık birini anca kendi elleriyle boğacaktır.” Ahad gülmüştü. Adamın saçlarını tutup kendisine çevirdi.
“Asker olmak zor değil mi? Böyle işkenceye maruz kalıyorsun ama kurtarmaya gelen yok. Ses seda da yok. Öylece ölüme terkettiler seni” Teroristler en iyi silahı kurbanlarını yalnız olduklarına ikna etmekti. Tıpkı Sare’ye yaptıkları gibi, Asker, Ahad’ın gülüşüne karşılık vermişti.
“Türkler ansızın gelir. Geldiklerinde anlarsın ne kadar büyük gürültü olacağını.” Ahad keyifle askere yumruk attı.
“Rütben ne?” Asker güldü.
“Rütbem yok, askere yeni gelmiştim. Daha bir ay oldu beni aldınız.” Muhtemelen 30’lu yaşlarının ortasında olan asker gülmeye devam edince, Ahad yumruklarını geçirmeye devam etti.
“Türk askeri sıkı eğitim alıyor diye duydum ama kimse benim işkenceme dayanamaz.” Asker gülmeye devam etti. Onu zerre sallamıyordu.
“Ahad sen bir hiçsin, kendini bu kadar büyütme, çünkü biz seni gözümüzde hiç büyütmedik.” Ahad, askerin gülüşüne sinirlenmişti. Askerin çenesini tutup silahın namlusunu ağzına soktu.
“Beni pis Türkler asla korkutamaz. Sizler kendi miyavlayan seslerinizi dev gürültü sanıyorsunuz.” Asker kanlı yüzünü keskin gözleriyle Ahad’a dikti. Ahad konuşması için silahı ağzından çıkardı.
“Korkmasaydınız başlarınızı mağaralara sokmazdınız. Oğlum siz havadaki uçak sesini duyduğunuz anda ayaklarınızı götünüze vura vura mağaraya kaçıyorsunuz. Üstelik leş gibi kokarken benim milletime pis demek için süt banyosu falan yapman lazım, zira tezek bile senden daha iyi kokuyordur.” Ahad yumruklarını sinirden karnına ve yüzüne geçirirken gözleri dolmuştu. Kendilerini sürekli aşağılayan insanlardan nefret ediyordu. Ülkesi yoktu. Milleti yoktu. Bunun hıncını onlara izin vermeyen Türkiye’den çıkarmak istiyordu.
“Sana kötü bir haber vereyim mi?” Ahad gülmeye başladı. “Şu Türklerin bizden korumaya çalıştığı köylerden birinde öyle şeyler yapacağım ki, inan bana oturup karşıma benden merhamet dileyecekler. Kadınlarını alacağım, gözlerinizin önünde onlara öyle şeyler yapacağım ki, Türkler bunu izlemek zorunda kalacak!” Asker şimdi çenesini sıkmaya başlamıştı. Gerilmeye başladığını gizlemeye çalışıyordu.
“Senin gibi şerefsizler anca kadınlar ve çocuklar üzerinden vurmaya çalışır zaten, daha yeni yetme bir çocuğa el sürüyorsunuz. Sizde ne gurur var ne onur, aaa dur sizde Vatan da yoktu değil mi?” Son sözleri Ahad’ı delirtmişti. Zaten bu konuda en çok sinirlenenlerden biri Ahad’dı.
“Aaa, Ahad ağlayacaksan konuşmayalım. Sana Vatansız olduğunu ilk söyleyen bende değilim diye düşünüyorum.” Asker gülmeye devam ederken Ahad yumruklarını geçirmeye devam ediyordu.
“Çok yakında Türkiye’nin can damarlarında kuracağımız ülkeye siz bile şaşıracaksınız.” Asker acıyla gülmeye devam etti.
“Oğlum yıllardır aynı muhabbet, kurdurtmuyoruz işte anlayın lan, Vatansız geldiniz. Vatansız öleceksiniz. Bu topraklarda sizin leşinizi akbabalar yiyecek!” Ahad sinirden çılgına dönmüştü. Defalarca vurmaya devam etti. Tekmesini karnına geçedek sandalyeyle birlikte arkaya doğru düşmesine neden oldu.
“Bir gün sadece bir gün Türkiye’yi mahfedeceğiz. O gün yaşayacak olursan gözlerin önünde karına öyle şeyler yapacağım ki aklın bile almayacak olanları” Asker keskin gözlerini Ahad’a dikti. Sinirden çatlayacaktı ama eline koz vermek istemiyordu.
“Ne o sustun?” Dişlerini sıkıyordu ama hiçbir şey yokmuş gibi gülmeye başladı.
“Benim karımın olduğunu düşünmen ne acınası, halbuki hakkımda hiçbir şey bulamadığın için beni haftalardır sorguluyorsun ama hiçbir cevap alamadığın için çıldırıyorsun.” Asker sert çehresini Ahad’a yöneltti. Yüzünde sinsi bir sırıtış vardı.
“Yoksa niye sustun?” Ahad, Askere yaklaştı.
“Keyfim öyle istedi. Ayrıca tekmen sertti beynim durmuş olabilir.” Dalga geçiyordu. Ahad gülmeye başladı.
“Tuna’nın rütbesi ne?” Asker kaşlarını çattı.
“Tuna kim?” Elbette biliyordu. Belli etmek istemedi.
“Yapma ama birlikte bir operasyon yaptığınızı biliyorum.” Asker hiçbir şey söylemedi.
“Kulağıma güzel şeyler geldi. Bizim Tuna’nın sevdalısı mı varmış?” Ahad derme çatma tekli koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı. Yanındaki teroristler sandalyeyle birlikte askeri kaldırdı.
“Valla bir sürü Tuna’yla göreve çıktım. Hangi Tuna’dan bahsettiğini bilmem” Askerin keskin ses tonu Ahad’ı tedirgin etti. Zaten bildiği Tuna’dan bahsediyorsa onun da sevdalısı olmadığını biliyordu.
“Tuna Kızılhan” Asker yüzünü ifadesiz tutmaya çalıştı. Bildiği kadarıyla Tuna’nın sevdalısı yoktu. Kendisinin esir alınmasından bu yana olduysa onu da bilmiyordu.
“Tuna Aslanbaş’tan bahsediyorsun sanmıştım.” Öyle biri kesinlikle yoktu. Sadece hedef şaşırtmaya çalışıyordu.
“Yok, köydekiler bana güzel haberler uçurdu. İnan bana hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Yıllardır kendimi Tuna’nın zaafını bulmaya adadım. Sanırım bu sefer buldum.” Asker yüzünü ifadesiz tutmaya çalışırken Ahad yeniden konuştu.
“Çok yakında köyde öyle şeyler olacak ki Tuna’nın yaralı halde ne yapacağını izlemek keyifli olacak.” Ahad gülerek askere baktığında, asker tedirginliğini belli etmeyerek gülmüştü.
SARE LİA SARUHAN’IN AĞZINDAN
Biran abi beni köye bıraktığında hızla eve gelip üstümü değiştirdim. Elime süpürgeyi alıp süpürdükten sonra silmeye başlamıştım. Aklımda yer edinen soruların ağırlığından işime odaklanamayıp sildiğim yeri sildiğimi unutup yeniden siliyordum. Çünkü Biran abi de bana Aykut’a karşı dikkatli olmamı söylediğinde iyice kuşkulanmaya başlamıştım. Defalarca silişlerimin ardından nihayet temizliği bitirebilmiştim. Yani sadece süpürüp silmekten bahsediyordum. Daha camlar ve kapılar vardı.
“Sare” Telefonuma gelen mesajla temizlik kovasını bırakıp ellerimi silip telefonumu aldım. Mesaj Tuna’dan gelmişti.
“Efendim Yüzbaşı bey?” Kaşlarını çattığına yemin edebilirim aynı zamanda kanıtlayadabilirim ama şuan yanında değilim.
“Şu bey’i kaldır.” Onu daha da sinir etmek için bu sefer bey kullanmadan yazdım.
“Efendim Yüzbaşı?” Sinirden başını ovaladığını hayal ettim.
“Sare delirtme insanı, ismim var benim” Gülmüştüm. Tam da tahmin ettiğim gibi olmuştu.
“Ya ben ne dedim sanki?” Hiçbir şey yokmuş gibi davranmakta oscarlık oyuncuydum.
“Ne yapıyorsun?” Gülümsedim. Nedense Allahtan sabır dilediğini hayal edince gülesim geldi.
“Temizlik yapıyorum. Sen ne yapıyorsun?” Dudaklarımı bastırdım. Cevap yazmasını bekliyordum.
“Misafirlerim anca gitti.” Misafir? Ne misafiri kim bu misafir? Kız mıydı erkek miydi?
“Kim geldi ki?” Evet bodoslama sormak deyince de ben, yutkundum ayaklarımı sallamaya başladım. Niye bu kadar gerildim anlamadım.
“Boşver, şimdi bunu konuşmaya gerek yok.” Şeytan diyor ki bir tane çak yumruğu karnına bak bakalım doğrulabiliyor mu? Sanane ne konuşmak istiyorsam onu sorarım.
“İyi, işim var benim sonra görüşürüz.” İstemsizce terslemiştim. Hayır insan gibi söylese sanki tanıyoruz diyecektim.
“Ne oldu?” Mesajına görüldü attım. Haketmişti, ben burada değerli vaktimden ödün verip camın başında durmuş onunla konuşuyorum. Beyfendinin dediği lafa bak. Keşke bir tane suratına geçirseydim. Ardı ardına mesaj sesi duysam da hiç bakmadım. Yani mesaja girip bakmadım. Merakımdan üstten okudum.
“Sare”
“Çıldırtma insanı”
“Şu telefona bak”
“Görüldü atmak ne oluyor?”
“Sare!”
Telefon çaldığında dudaklarımı bastırdım. Acaba dediğini yapıp köye gelir miydi? Azıcık tanıyorsam bence gelirdi.
“Çocuğu delirttikten sonra kara kara düşünme Sare, bırak burnu sürtsün” Sirel kulaklarımda çınladığında sinirle bezi cama fırlattım. Tabi bana şaşkınlıkla bakan askerle göz göze gelince gülümseyerek başımı eğdim. Allahım boyutlar arası kapı nerede?
“Sirel sen karışma, erkek düşmanısın cidden!” Mantıklı tarafım Lia’nın sesini duyduğumda ona hak verdim.
“Erkekler için fazla düşünmeye gerek yok, askerde olsa erkek erkektir. Hem askerler daha fena onlarda kız bitmez.” Sirel konuştuğunda çıldıracak gibiydim. Ne mana böyle diyordu. Ne demek kız bitmez? Ya yanına gelenlerden biri kızsa?
“Kes sesini Sirel” Lia ve ben aynı anda bağırmıştık. Aniden başımı ellerimin arasına aldım. Yeter artık duymak istemiyorum.
Elime sinirle bezi aldığımda Tuna’nın heralde yüzüncü araması falandı. Sirel’e olan hıncımı ondan çıkarmamak için kendimi zor tuttum. Telefonun sesi sinirlerime dokunuyordu. Sinirle açtım.
“Efendim Yüzbaşı bir şey mi oldu?” Sesim haddiden fazla yüksek çıkınca yutkundum.
“Ne diye telefonumu açmıyorsun!” Onunda sesi yüksek çıkmıştı.
“Cam siliyorum çünkü, aynı zamanda nasıl telefona bakabilirim?” Sabır dilenir gibi bir nefes çekti.
“Telefonu aradığımda aç!” Sinirlendim emir kipinden nefrete diyordum.
“Siz benim sorularıma dolaylı yoldan, ki siz seversiniz dolaylı yoldanı, cevap vermeyip doğru düzgün dümdüz cevap verirseniz bende telefonlarınızı hemen açarım. Şimdi kusura bakmayın elimde bez var. Cam silmeyi bekliyorum. Hadi kapattım.” İlk defa bu şekilde davranmam onu şaşırtmış gibiydi. Eee hep ben mi şoka girecektim. Birazda o girsin. Telefonu cevap vermesine müsade etmeden kapatıp cama yöneldim.
YAZARIN KALEMİNDEN
Tuna Yüzbaşı çatık kaşlarla şaşkın bir yüz ifadesiyle telefona baktı. Çene hatları gergin ve kasılmıştı. Sare’nin neye sinirlendiğine adı gibi biliyordu. İster istemez şaşkınlığına son verip gülümsedi.
“Tuna, ne o azarlandığın için pek bi mutlusun?” Ömer Üsteğmen gülerek konuştuğunda, Tuna Yüzbaşı onun odada olduğunun yeni farkına varmıştı.
“Boş boş konuşma Ömer, sen beni mi dinliyorsun? Söyle Haze’ye gelsin baksın. İyileştim artık eve gideceğim.” Yüz ifadesini toparlayarak konuşmuştu.
“Valla bir kaç gün daha buradaymışsın, dün konuştum. Ondan sonra seni taburcu edecekmiş” Tuna bıkkınlıkla başını başlığa yasladı.
“Sare beni arıyor?” Kaşlarını çatarak baktı.
“Niye?” Ömer Üsteğmen gözlerini devirdi.
“Müneccim miyim ben telefonu açmadan nasıl bileyim?” Ömer Üsteğmen kapıya doğru ilerlediğinde Tuna Yüzbaşı konuştu.
“Nereye burada konuş, hoparlörü aç” Ömer Üsteğmen sabır dilenerek başını salladı.
“Efendim Yengelerin hası” Ömer Üsteğmen, Tuna Yüzbaşı’yı yine delirtmek için uğraşıyordu. Nedense bu sefer sinirlenmek yerine Tuna Yüzbaşı’nın hoşuna gitmişti.
“Sesim hoparlörde mi?” Tuna Yüzbaşı kaşlarını çattı. Eliyle ‘hayır de’ işareti yapıyordu.
“Evet, önemli bir şey mi diyeceksin?” Tuna Yüzbaşı eliyle ‘sen bittin’ der gibi işaret yapmaya başladı. Ömer Üsteğmen beklenildiği gibi hemen onu satmıştı.
“Alabilir misin bir şey diyeceğim, alamazsan kapatayım.” Ömer Üsteğmen hemen yanıtladı.
“Yok yok alırım. Dert etme söyle sen” Ömer Üsteğmen bir anlığına sesi kapatıp Tuna Yüzbaşı’ya baktı.
“Kardeşim gitmem gerek, daha sonra gelirim.” Ömer Üsteğmen kaçar gibi gittiğinde Tuna Yüzbaşı sinirle konuşmuştu.
“Sen bittin Ömer, nefes aldırmam artık sana!” Ömer Üsteğmen elbette takmamıştı.
“Bir şey mi oldu Sare?” Aniden ciddileşerek konuştu.
SARE LİA SARUHAN’IN AĞZINDAN
Cam’ın yarısına gelmiştim ama aklımı kemiren şeyden bir türlü kurtulamıyordum. En sonunda bezi bırakıp telefonu elime aldım. Hemen Ömer’i aradım. Telefonu açtığında, içimden bir ses yanında Tuna’nın olduğunu söylemişti. Bende emin olmak için hoparlörde olup olmadığını sordum. Tam da tahmin ettiğim gibi olmuştu.
“Bir şey olmadı ama bir şey soracaktım?” Ömer’in ciddi ses tonu istemsiz gerilmeme neden oldu.
“Sorun nedir?” Yutkundum acaba yanlış anlar mıydı?
“Adam sana yenge diyor, daha nasıl yanlış anlasın.” Sirel’den nefret ediyordum.
“Bugün gelen misafirler kim?” Ömer bir süreliğine bekledi. Acayip gerilmiştim.
“Ne misafiri?” Sesinde kuşku vardı. Nedense yalan söylediğini düşünmüyordum
“Tuna bana misafirlerinin geldiğini söyledi de” Ömer gülmeye başlayınca utançtan yerin dibine girecektim.
“Öyle mi söylemiş, doğru doğru ben burada yokken gelmiştir. Benim haberim yok ama Ahmet bir şeylerden bahsetmişti.” İçim kasılmıştı. Tüm vücudum gerim gerim gerildi.
“Dur sorayım, Ahmet, bugün Tuna’yı görmeye gelen misafirler kimdi?” Başıma ağrılar girmişti.
“Misafir mi, hee şeyi diyorsun, Işık timinden Feride, Hasret ve Nazmiye, görevden gelince ziyaret etmek istemişler.” Vücudum kasılmıştı. Yüzümü sinirle ovaladım. Ne alakası vardı. Bu kızlar kimdi?
“Duyduğunu düşünüyorum.” Ne diyeceğimi bilmiyorum suratım asıldı.
“Duydum neyse ben kapatıyorum işim var. Teşekkür ederim.” Telefonu kapatmıştım. Damarlarımda hissettiğim şey neydi? İstemeden kalbim sıkışmıştı.
YAZARIN KALEMİNDEN
Ömer Üsteğmen ve Ahmet Başçavuş telefon kapanır kapanmaz gülme krizine girmişti. İkiside birbirlerine vura vura gülüyordu. Koridordan geçen sağlık çalışanları şaşkınla ikisine baktı.
“Oğlum Ahmet, o isimleri çok mu düşündün?” Ahmet Başçavuş gülerek konuştu.
“Vallahi bir anda sorunca aklıma geleni salladım. Biz niye yalan söyledik Komutanım, Sabah ki gelenler Albayım’la gelen Komutanlarımızdı?” Ömer Üsteğmen gülmekten yaşaran gözlerini sildi.
“Görmüyor musun Ahmet, kıskanmış Komutanımı” Ahmet Başçavuş gülmekten duvara yaslanmış karnını tutuyordu.
“Ee biz ateşe körükle gittik?” Şaşkın şaşkın sordu.
“Ahmet, ne yapsaydık bir oda dolusu erkek mi geldi deseydik?” Ahmet Başçavuş güldüğünde yeniden konuştu.
“Bence aynı oyunu Komutanıma da oynayalım?” Ömer Üsteğmen boğazını temizleyerek konuştu.
“Nasıl olacakmış o?” Ahmet Başçavuş gülerek yeniden konuştu.
“Yani Komutanım da kıskanacak mı kıskanmayacak mı bi bakalım diyorum.” Ömer Üsteğmen aklına gelen şeyle elini sallayarak ‘sen yok musun sen’ diyerek Ahmet Başçavuşa baktı. Ahmet Başçavuş gülüyordu.
Ömer Üsteğmen yüzünü ifadesiz tutmaya çalışarak içeriye girdi. Yüzünde ciddi bir ifade vardı. Kendisini çatık kaşlarla izleyen Tuna Yüzbaşı’ya bakarken gülmemek için kendisiyle savaşıyordu.
“Ne diyor?” Tuna Yüzbaşı’nın sesi sert ve soğuktu.
“Bir şey yok ya, çiçekten falan bahsetti.” Tuna Yüzbaşı dişlerini sıkarak konuştu.
“Ne çiçeği?” Ömer Üsteğmen boğazını temizler gibi yaptı.
“Şimdi arkasından konuşmuş gibi olmayayım da, çiçek yollamışlar Sare’ye, Tuna mı yolladı diye sordu. Bende niye ona sormuyorsun dedim. Sinirlendirdi sormak istemiyorum dedi. Bende yani yollasa bence haberim olurdu dedim. Yine de ben sorayım dedim de sen çiçek mi yolladın kıza?” Tuna Yüzbaşı gergin çehresiyle Ömer Üsteğmene bakarken başı sinirden çatlayacak gibi ağrımaya başladı. Ömer Üsteğmenin yüzünde bilerek oyalandı. Eğer şaka yapıyorsa anlardı. Ömer Üsteğmen ise ifadesiz yüzünü Tuna Yüzbaşı’ya yöneltiyordu.
“Ben yollamadım. Kim yollamış çiçeği?” Dişlerini sıkmaktan çene kasları ağrımaya başladı.
“Ben müneccim miyim kardeşim, kız bilse zaten bana sormaz?” Tuna Yüzbaşı sinirden yüzünü ovaladı. Hareketlenerek yataktan kalkmaya çalıştı.
“Nereye Tuna?” Tuna Yüzbaşı kalkacaken Ömer Üsteğmen engel olmuştu.
“Çiçeği kim yolladıysa münasip yerlerine pamuk niyetine tıkayacağım.” Ömer Üsteğmen gülmemek için kendisiyle savaşırken yeniden konuştu.
“Bak Yavuz Komutanımı ararım. Derim ben bu deliyle uğraşamıyorum. Gerisini sen düşün.” Tuna Yüzbaşı sinirle konuştu.
“Beni delirtme Ömer, git öğren o zaman kim yollamış şu sok…… çiçeğini” Susup yeniden devam etmişti.
“Tamam sen dur öğrenip geleyim.” Ömer Üsteğmen arkasına döner dönmez sessizce gülmeye başlamıştı. Kapıdan çıktığında gülmesini serbest bırakmıştı. Ahmet Başçavuşa işaret edip koridorda uzaklaştığında ikiside kahkaha atıyordu.
“Oğlum Ahmet, bu ilişkinin mimarı biz olacağız.” Ahmet Başçavuş gülerek konuştu.
“Valla şimdiden söyleyeyim şahit ben olurum.” Ömer Üsteğmen ters ters baktı.
“Komutanın dururken ne şahidi Ahmet, valla güldüğüme bakma eğitim alanına yollarım seni” Ömer Üsteğmen yine Ahmet’in ensesinde tutarak kollarının arasında sıkıştırmıştı.
SARE LİA SARUHAN’IN AĞZINDAN
Bir kaç saat sonra camlar ve kapılar tamamen bitmişti. Yorgun kahvesi olarak kendime mocha yapıp çikolatıyı içine batırıp eridikten sonra keyifle yiyordum. Yarın evimde tek olmayacaktım. İçim kıpır kıpırdı. Telefonumdan video izliyordum. Aniden telefonum çaldığında sesten dolayı yerimde zıplamıştım.
“Efendim Tuna?” Sabahtan beri sinirden cevap vermemiştim.
“Çiçeği kim yolladı?” Sesi soğuk ve sertti. Dediklerini anlamamıştım. Bana biri çiçek mi yollamıştı?
“Ne çiçeği?” Sesim sorgulayıcıydı.
“Bana yalan söylemeye çalışma Sare, çiçeği sana kim yolladı?” Şok içinde telefona baktım. Hala anlamıyordum.
“Tuna temizliği yeni bitirdim. Evden dışarı bile çıkmadım. Ne çiçeği sen neyden bahsediyorsun anlamıyorum?” Telefondan bir süre ses gelmedi. Ardından yeniden konuştu.
“Ben anladım. Neyse boşver.” Ama ben anlamamıştım.
“Neler oluyor?” Tabiki de peşini bırakmayacaktım.
“Bir şey yok, nasılsın?” Sinirlenmiştim. Bana hesap sormasını biliyordu. Ben sorunca bir şey yok diye söylenip geçemezdi.
“Tuna konuyu değiştireceksen kapatacağım. Bana niye çiçekten bahsettiğini lütfen düzgünce açıklar mısın? Rica ediyorum bu sefer dolaylı yoldan yapma bunu” Laf çarpıtıyordum. Hala unutmamıştım.
“Siz kadınlar niye geçmişi unutmuyorsunuz?” Pes ettiğini anlamıştım.
“Geçmişte canımız çok sıkıldığı için olabilir mi Tuna bey?” Gülmüştü. İstemsizce hoşuma gitti.
“Neyseki Yüzbaşı bey’den Tuna bey’e terfi ettik.” Bu sefer bende gülmüştüm.
“Tuna hiç konuyu değiştirmeye çalışma neyden bahsediyordun?” Pes ederek konuşmaya başladı.
“Ömer birinin sana çiçek yolladığını söyledi. Ömer’i onun için aramışsın” Şok içinde telefona baktım. Tuna’ya benim için farklı konuşmuştu. O zaman bana söyledikleri de uydurmaydı?
“Feride, Hasret ve Nazmiye kim?” Bu sefer hesap sorma sırası bendeydi.
“Ne?” Şaşkınlıkla konuştu. İster istemez yüzünü hayal ettim gülmemek için dudaklarımı bastırdım.
“Onlar kim diyorum, Işık timindenmiş?” Tuna güldüğünde şaşkınlıkla telefona baktım.
“Işık timinde kadın asker yok ki, Kartal da var” Gülerek söylüyordu. O zaman bu kadınlar kimdi?
“Peki onlar kim o zaman?” Tuna keyifle yeniden güldü.
“Bilmiyorum tanımıyorum. Ben misafir diye Albayım ve bir kaç Komutanımdan bahsediyordum.” Sinirle konuştum. Beni kandırmışlardı. Ayrıca sabahta böyle söyleyebilirdi.
“Sabahta aynısını söyleyebilirdin boşver deyip geçmek yerine” Bu sefer ses gelmedi. Bende hiç konuşmadım.
“Ben onları konuşmayı boşvermekten bahsetmiştim. Başka şeylerden konuşmak için, tam yazarken, sen yazdın sonra daha da cevap vermedin. Ben nereden bileyim Ahmet ile Ömer’in bize oyun oynayacağını, ayrıca terslemek yerine beni dinleseydin zaten neyi ne için dinlediğimi anlayacaktın.” Yutkundum sanırım bu sefer hatalı olan bendim. Bir anlığına üzüldüm.
“O zaman benim seni yanlış anlamayacağım şekilde cümle kur. Anlam veremiyorum çünkü ne demek istediğini.” Tuna bir süre hiçbir şey söylemeyince telefon kesildi sanmıştım.
“Ses mi kesildi. Kapatıp yeniden mi arasam?” Nefes seslerinin arasından hemen konuştu.
“Kapatma, bugün sesini yeterince duyamadım.” Yutkundum ne diyeceğimi bilememiştim. Kalbim heyecandan kulaklarımda uğulduyordu.
YAZARIN KALEMİNDEN
1 GÜN SONRA
“Gerçekten ne kadar da güzel bir köymüş” İmre hayranlıkla köy yolunu izlerken büyülenmiş gibiydi.
‘Kar, İstanbul’a yağmayınca hasret kaldık.” Aren karşılık olarak etrafa bakınarak konuşmuştu.
“Daha yolumuz var mı?” İmre yola bakarak konuştu.
“Az kaldı. Geldik sayılır.” Sare’nin evine doğru gidilen yokuşu indikten sonra sağa dönmüşlerdi. Ara sokaktan geçtiklerinde, yoldan geçen köylüler yabancı arabaya şaşkınlıkla bakıyordu. Sare’nin evinin önüne geldiklerinde, Arabayı evin yan tarafındaki açıklığa park etmişlerdi. İmre heyecanla kornaya basarak geldiklerini haber ettiğinde, Aren eliyle sessiz ol işareti yaparak gülüyordu. Arabadan indiklerinde Sare çoşkuyla kapıyı açarak merdivenlerden indi ve koşarak İmre’ye sarıldı.
“Sizi çok özledim” İstemsiz ağlamaya başlamıştı. Bunu kendiside fark etmemişti.
“Meleğim” İmre’den ayrılarak abisine sarıldı.
“Ohh, kokunu özlemişim. Parfümünü mü değiştirdin sen?” Ağabeyine imalı imalı bakıyordu.
“Evet, bana aldığının stoğu yoktu.” Sare gülerek yanaklarından öptü.
“Hey burada durmayı bırakıp evde hasret gidersek ben çok üşüdüm de” İmre’ye abi kardeş baktığında, ilk konuşan Aren olmuştu.
“Anlaşılan Doktor hanım yine gevezeliğe başladı.” İmre gözlerini devirdi. Merdivenlere yöneldi.
“Sare bence abini dışarıda bırakalım.” Sare gülerek ağabeyiyle ilerlediğinde konuşmaya başladı.
“Bence ikiniz atışmayı bırakabilirsiniz?” İmre ve Aren birbirlerine baktığında ikiside bunun mümkün olmayacağını biliyordu.
“Evlense de kurtulsak başımıza kaldı.” İmre, Sare’ye doğru kısık ama duyulmasını isteyecek şekilde konuşmuştu.
“Bari yanınızdan ayrılmamı bekleseydin dedikodumu yapmak için” Sare bu atışmanın sonu gelmeyeceğini biliyordu.
“O zaman birlikte yemek yiyelim ve bana ben yokken neler olup bitti tek tek anlatın.” İmre imayla baktı.
“Sende anlatacaksın ama” Aren ters ters homurdandı.
“Kızın okul ve ev dışında anlatacak bir şeyi mi var İmre?” Sare yutkunarak İmre’ye baktı. Bakışları ‘yalnız kaldığımızda hatırlat senin gözlerini oyacağım’ der gibiydi.
“Yok abi ne olacak, benim hayatım gayet spontene” Aren başını ‘kesin öyledir’ anlamında sallayıp masaya oturdu.
“Neyse, dışarıdakiler de amma taş gibiymiş” Sare şaşkınlıkla İmre’ye baktı.
“İmre” Sare çaydanlığı bırakıp hafifçe vurdu.
“İltifatta mı etmeyelim devletimizin askerine, aaa ayıp ama Sare” Sare’ye imada bulunuyordu. O sırada Aren onları dinlemeyi bırakıp kendi çayını kendisi koymuş yudumluyordu.
“Gitmeden birini al İmre” Aren konuştuğunda, İmre gözlerini devirerek masaya oturdu.
“Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş, benim başım bir kere yandı tövbe” Aren güldüğünde İmre somurtarak baktı.
“Eee niye elin adamına iltifat ediyorsun o zaman?” İmre bakışların Aren’e çevirdi.
“Yani ağzımız yandı diye, gözlerimizin gördüğünü de inkar edecek değiliz ya” İmre güldüğünde, Sare de gülmüştü.
“Siz kadınlar çok fenasınız, aman aman sizinle hayatta münakaşaya giremem her konuya bir lafınız mevcut” İmre ve Sare aynı anda güldüğünde, Aren pes ederek kahvaltısını yapmaya başladı.
SARE LİA SARUHAN’IN AĞZINDAN
İmre ile abimi gördüğüme çok mutlu olmuştum. Hayatım boyunca beni benden bile daha fazla koruyan iki insanın yanında kendimi çok güvende hissediyordum. Arada İmre’nin yaptığı imalarda onu boğmak istesem de sadece gülümsemekle yetindim.
“Eee Sare, Tuna Yüzbaşı geldi mi?” Çayı içerken boğazıma tıkandığında öksürmeye başladım. Abim imalı imalı helal helal diyordu. İmre’ye onu boğacağımı ima eden bakışlar atıyordum.
“Ne oldu Sare, pek bi heyecanlandın?” Abim muzip bir tavırla sorduğunda yutkunarak baktım.
“Hayır abi ya ne heyecanlanması?” Gözlerimi kaçırıyordum.
“Ee sorumu cevaplamadın?” İmre’yi boğsam yakın arkadaşı boğmaktan kaç yıl yerdim?
“Kanunlarda yakın arkadaş ibaresi olduğunu sanmıyorum Sare” Lia konuştuğunda yeniden hak verdim.
“Nereye geldi mi niye gelsin ki şimdi durduk yere?” Salağa yatıyordum. Abimin anlamamasını umdum.
“Aman uyuyakalma Sare, malum sonra seni ben toparlıyorum.” Sirel’den nefret ettiğimi daha önce söylemiş miydim?
“Evet birlikte söylüyorduk.” Lia konuştuğunda gene hak verdim.
“Sare?” İmre yüzüme bakıp el sallıyordu.
“Evet, görevden 1.5 ay sonra döndü. Beni ziyaret etti. Sonrada daha konuşmadık.” Yalan söylemiştim. Ben niye yalan söyledim halbuki dün sabah saatlerinde onun yanındaydım.
“Konuşmadınız?” Abim bana sorgulayıcı bakıyordu. Sonra gözleriyle masada duran telefonumu işaret etti. Ekranına dokunduğunda bildirimin içeriği gizliydi ama isimde Tuna yazıyordu. Yerin dibine girmek istediğim nadir anlardan biriydi. Sanırım Tuna az önce bana mesaj atmıştı ve abimde bunu görmüştü. Hemen toparlamak zorundaydım.
“Evet, şey oldu da, görevde ağır yaralandığını duydum, o şimdi beni ziyaret etti. Bende onu ziyaret etmek istedim. Sonuçta 2 hafta hastanede durdu. Ziyaretine gitmesem ayıp olurdu.” Abimin şaşıracağını sandım. Nedense başını salladı.
“Doğru yapmışsın güzelim, yemeği yiyelim bizde gidelim ziyarete” Gerginlikle abime baktım. Ne diyeceğimi bilemedim.
“Sonra gideriz Aren, ben bugün yorgunum uyumak istiyorum.” Her zamanki gibi İmre yeniden beni kurtarmıştı.
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
75.04k Okunma |
6.34k Oy |
0 Takip |
92 Bölümlü Kitap |