@siirriiuussxx
|
Tek dileğim var yıldızlardan. Hayat bulsun menekşeler çillerinde. Şarkılar : Kalp Kalbe Karşı, Aslı Günger Yakamoz Güzeli, Yaşlı Amca Ressamın Şarkısı, Bekir Karahan Mila'nın iç dünyası, bir labirent gibi karmaşık ve derindi. Her adımı, geçmişin karanlık koridorlarında dolaşırken, yüreğindeki acı ve hüzünle yüzleşiyordu. Avukatlık mesleğinden vazgeçmenin getirdiği boşluk, onun için adeta bir uçurumun kenarındaydı. Bu uçurumun derinliklerinde, geçmişte yaşadığı zaferlerin yankıları ve hüsranların yankıları arasında kaybolmuş gibiydi. Mahkeme salonlarının soğuk duvarları, bir zamanlar adaletin simgesi olan Mila için artık sadece birer zindan gibiydi. Gözlerinin önünde canlanan davalardaki mücadele, şimdi sadece birer hayalet gibi onu takip ediyordu. Her hatıra, yüreğini sızlatan bir hançer gibi saplanıyordu. Gelecek için umut beslemek, onun için artık bir lüks gibiydi. Zamanın akışı içinde kaybolmuş, kendini bir boşlukta sürüklenirken bulmuştu. Ne yapacağını bilemiyordu, çünkü avukatlık onun için sadece bir meslek değil, aynı zamanda bir kimlikti. Ancak şimdi, bu kimlik ondan alınmış gibiydi ve yerine hiçbir şey koyamazdı. Umutsuzluğun ağırlığı, omuzlarını eziyordu. Gelecek, karanlık bir tünelin sonunda belirsiz bir nokta gibi görünüyordu. Her gün, içindeki bu boşluğu doldurmanın bir yolunu arıyordu, ancak çaresizlik içinde boğuluyordu. Gözlerindeki ışık, artık sadece bir parıltıydı; yaşamın anlamını yitirmiş, çaresiz bir ruhun ifadesiydi. Ancak belki de, bu karanlık bulutların arasında bir ışık huzmesi vardı. Belki de, içindeki acı ve hüzün, onun için yeni bir başlangıcın habercisiydi. Ressamlık, belki de onun için yeni bir yol olabilirdi; geçmişin gölgelerinden kurtulmanın ve gerçek benliğini bulmanın bir aracı olarak. Belki de bu zor zamanlar, onun için bir dönüşümün başlangıcıydı. Erel Ak ve onunla çalışanların sabıka kaydının ortaya çıkmasıyla birlikte yaşadığım duyguları anlatmak gerçekten zor. İlk duyduğumda bir rahatlama hissettim, sanki üzerimden tonlarca ağırlık kalkmıştı. Hayatımın belirli bir döneminde, o adamın etkisinden kurtulmak için mesleğimden vazgeçip ressamlığa başlamıştım. Bu kararı vermek büyük bir fedakarlık gerektirmişti ama o an için doğru olduğunu düşünmüştüm. Geriye dönüp baktığımda, belki biraz pişmanlık duyuyordum ama yine de başka bir meslek hayalim olduğu için büyük bir boşluğa düşmemiştim. En güzel tarafı, artık Erel'in manipülasyonlarına maruz kalmıyor olmamdı. Kendimi daha özgür hissediyordum, daha fazla "ben" gibi. İçimde saklı duran gerçek benliğimi bulmuştum nihayetinde. Bu duygu gerçekten inanılmazdı, beni yeniden keşfetme yolculuğumun sadece başlangıcıydı. O dönemde yaşadığım değişimler sadece mesleki değil, kişisel olarak da derin etkiler bıraktı. Artık kendimi daha özgür hissediyordum, kendi kararlarımı verme gücümü yeniden kazanmıştım. Ressamlık, içimdeki yaratıcı yanı keşfetmemi sağladı ve her fırça darbesinde özgünlüğümü hissediyordum. Erel'in gölgesinden çıkıp, kendi ışığımın altında parlamaya başladım. Tablolarım, duygularımı ve düşüncelerimi yansıtmanın bir yolu haline geldi. Renkler, dokular ve formlar aracılığıyla, iç dünyamı dışa vurmanın keyfini yaşadım. Her tuval, bir öykünün başlangıcıydı ve her eserim, bir parça benliğimin dışa vurumu oldu. Bu süreçte keşfettiğim özgürlük hissi, beni daha cesur ve kararlı yapmaya başladı. Artık korkularımın üstesinden gelmek için daha güçlüydüm ve hayatın getirdiği zorluklarla başa çıkmak için daha donanımlı hissediyordum. Ressamlık, sadece bir meslek değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı haline gelmişti benim için. Erel'in gölgesinden çıkmam, aslında kendi gücümü ve potansiyelimi keşfetmemi sağladı. Belki de onun hileli dünyasından çıkmak, gerçek benliğimi bulmam için bir fırsat olmuştu. Şimdi, her fırça darbesiyle, kendi hayatımı ve kendi gerçeğimi inşa ediyordum. Mila, yeni hayatına başlamanın coşkusuyla dolu bir şekilde hazırlanıp, adeta bir sanatçının sahnesine çıkarcasına içinde huzur bulduğu yere doğru yola koyuldu. Saçları, rüzgarın sevgi dolu okşayışlarıyla dans ederken, gözlerinde bir deniz feneri gibi parıldayan bir ışıltı vardı. Adımları, doğanın ritmini takip eder gibiydi; neşeli ve özgür. Denizin kıyısına vardığında, sanki dünyanın tüm renkleri onun için hazırlanmış gibiydi. Gökyüzü, bir tuval gibi genişlerken, bulutlar çılgınca dans ediyor, güneşin altın ışıkları her yeri aydınlatıyordu. Mila, bu doğa harikasının ortasında kendini kaybetmiş gibiydi; sanki zamanın durduğu bir yerdeydiler. Çizim yaparken, eli sanki büyülü bir değnek gibiydi. Her dokunuşta, doğanın yaşam dolu enerjisi kağıda aktarıyordu. Renkler, birbirine karışarak melodiler oluşturuyor, çizgiler ise hikayeler anlatıyordu. Mila, bu yaratıcı düşünce akışının içinde kaybolmuştu; dış dünya artık önemsizdi, sadece sanat ve doğa vardı. Bu mekan, sadece bir plaj değil, aynı zamanda Mila'nın ruhunun kutsal bir tapınağıydı. Burada, sadece bir insan değil, bir sanat eseriydi. Yeni hayatının başlangıcında, bu doğal stüdyo onun için bir ilham kaynağıydı; her şey mümkündü ve sınırlar yoktu. Ve Mila, bu ilhamın sonsuz derinliklerinde, kendini keşfetmeye devam edecekti. Sonrasında, kahvesini alıp çizim eşyalarını topladı ve deniz manzaralı mekanına gitti. Genellikle sessiz ve sakin olan bu yerde beklenmedik bir kalabalık vardı. Bu durum onu biraz rahatsız etse de hafif bir gülümsemeyle yerine oturdu. Salıncağın üzerine oturduğunda, iç huzuru yeniden yerine gelmeye başladı. Her gün ziyaret ettiği bu yerde, diğer insanların da varlığıyla bir değiş tokuş içinde olduğunu hissetti. Şehrin karmaşık sesleri arasında, gün batımının kızıllığı yüzüne vururken, rüzgarın serin esintisi onu adeta yeniden doğmuş gibi hissettirdi. Kalemi, doğanın melodi ve ritmiyle uyum içinde kağıda süzülürken, zihni temizlendi ve ruhu arınmaya başladı. Bu anlar, Mila'nın içsel yolculuğunda yeni bir durağın habercisiydi. Mila, salıncakta hafifçe sallanırken, gözleri denizin sonsuz mavisine takıldı. Her dalga, bir hikaye anlatıyor gibiydi; her köpük, bir hayal dünyasının kapılarını aralıyordu. Onun için, bu doğal güzellikler sadece izlenmekle kalmıyor, aynı zamanda içsel bir yolculuğa davet ediyordu. Zamanın akışı, denizin kıyısında belirsizleşiyordu. Gün batımı, gökyüzünü bir ressamın paletinden alınmış gibi renklendiriyor, sahnenin tam ortasına Mila'yı yerleştiriyordu. Rüzgar, saçlarını savururken, içindeki derin huzurun bir yansıması gibiydi. Artık geçmişin gölgelerinden korkmuyor, geleceği kucaklamak için hazırdı. Bu an, onun için bir dönüm noktasıydı. Geçmişteki karanlık günler geride kalmıştı ve şimdi önünde parlayan bir gelecek vardı. Ressamlık, sadece bir meslek değil, aynı zamanda bir yaşam tarzıydı. Her fırça darbesi, bir özgürlük şarkısıydı; her renk, bir umut ışığıydı. Mila, içindeki coşkuyu hissederek, yeni hayatına adım atmanın keyfini çıkarıyordu. Geleceğin ne getireceğini bilmesine gerek yoktu; çünkü şimdi, sadece bu anın tadını çıkarmak ve içindeki sanatın gücüyle yoluna devam etmek istiyordu. Ve belki de en önemlisi, artık kendi gücünü ve değerini keşfetmiş olmanın verdiği huzur ve mutlulukla, hayatın sunduğu her anın tadını çıkaracaktı. Gün batımıyla birlikte, doğanın sessiz kolları, yorgun bedenime sakinlik ve huzur sunuyordu. Sahildeki kum taneleri, adeta zamanın durduğu bir noktada dans eder gibi hafifçe sürükleniyordu. Denizin dalgaları, kıyıya vuran her çalkantılı adımda, içimi bir dinginlikle dolduruyordu. Rüzgarın serin esintisi, saçlarımın tellerini nazikçe okşarken, gözlerim ufukta kaybolmuştu. Sonsuzluğun kucağında hissediyordum kendimi, yaşamın her köşesinden yükselen doğanın melodileriyle iç içe. Kuşların uçuşu, gökyüzünde gökkuşağının yavaşça belirmesiyle birlikte, ruhumun derinliklerine bir neşe yayıyordu. Bedenim, bu anın huzurunu hissederek, kumların yumuşak yatağına bıraktı kendini. Her nefes alışımda, doğanın bana sunduğu bu armağanın tadını çıkarıyordum. Düşüncelerim, zamansızlığın kollarına teslim olmuştu ve iç huzurun sakin sularında yüzen bir gemi gibi ilerliyordu. Sessizliğin içinde, kalbimin ritmi doğanın ritmiyle örtüşüyordu. Her an, bir sonsuzluk kadar uzun gelirken, aynı zamanda bir an gibi kısa geçiyordu. Bedenim, ruhumun derinliklerine yolculuk yaparken, bir bütünün parçaları gibi hissediyordu kendini. Ne zaman ruh dinginleşir huzura erer ise , o zaman beden de dinlenir idi. *** Yazarlar kelimelerle dans ederken, ressamlar renklerle coşarken ve müzisyenler notalarla ahenk yakalarken, ben ise karelerle zamanı donduruyorum. Fotoğraf makinem, benim sihirli değnek gibidir; onunla dokunduğum her kare, birer büyülü an oluşturur. Kadrajıma giren her detay, bir hikayenin parçası gibi derin bir anlam taşır. Işığın kareye düşmesiyle, hayatın tüm renkleri ve gölgeleri arasında kaybolurken, ben bu kırılgan anları yakalayıp ölümsüzleştiririm. Her bir ışık huzmesi, parçalandıkça hayatın karmaşıklığını hatırlatır bana. Ve ben, bu parçaları toplayarak yeni bir düzen ve anlam yaratırım. Kelimelerin ve notaların olmadığı bir dünyada, fotoğraflarım sessiz bir dil ile konuşur. Her bir kare, duygularımı ve düşüncelerimi ifade etmenin en güçlü aracıdır. Ressamlar gibi renkleri belirleyemesem de, objektifimin merceğine aldığım her detay, benim dünyamı şekillendirir. Müzisyenlerin ahenkli melodileri yerine, çıkt sesi eşliğinde fotoğraflarımı çekerim ve içimdeki en derin duyguları karelerime yansıtırım. Uzun bir yolculukta yalnız başıma ilerlerken, fotoğraf makinem benim en sadık yol arkadaşımdır. Onunla beraber, düşüncelerimden kaçar ve içsel huzuru bulurum. Her bir kareyi çekerken, anın eşsizliğini ve güzelliğini yaşarım. Fotoğraf çekmek, benim için sadece bir hobiden öte, bir yaşam tarzıdır. Bu yüzden, her anı ve her anıyı ölümsüzleştirmek için İstanbul'un her köşesini dolaşırım. Fotoğraflarım, yaşadığım anların izlerini taşır ve benimle birlikte yolculuk eder. Fotoğraf makinem, benim kalbimdir ve her kare, ruhumun bir parçasını yansıtır. İstanbul'un her köşesinde, her sokakta, her meydanda gizlenmiş bir hikaye olduğuna inanıyordum ve bu hikayeleri yakalamak için fotoğraf makinesiyle şehri adım adım geziyordum. Kalbimin iç sesine kulak vererek, hissettiklerimi ve gördüklerimi karelerde dondurarak bir nevi ruhumu ve düşüncelerimi dışa vuruyordum. Her çektiğim fotoğraf, bir anıyı değil, bir zaman dilimini yakalıyordu; o anki duygularımı, düşüncelerimi ve ruh halimi yansıtıyordu. Bu seyahatlerimin en özel duraklarından biri, mavinin derinliğinde kaybolup yeşilin tazeliğinde kendimi bulduğum yerdi. İstanbul'un gürültüsünden ve kalabalığından uzak, dinginliği ve huzuru bulabileceğim ender noktalardan biriydi. Vapurla seyahat ederken denizin kokusunu içime çeker, rüzgarın serinliğini hisseder ve bu anları fotoğraflarla ölümsüzleştirmek için sabırsızlanırdım. Uzak olması, çoğu kişinin buraya gelmemesine sebep olsa da, benim için bu güzelliklere ulaşmak için yeterli bir neden olurdu. Bu özel yere doğru yol alırken, etrafımdaki manzarayı ve sesleri dikkatlice gözlemliyor, fotoğraflarımı çekiyordum. Vapurun içinden gelen müzik sesi, sanki ruhumun derinliklerine kadar nüfuz ediyor ve beni başka diyarlara götürüyordu. Tanıdık bir melodi, içimdeki huzuru ve mutluluğu arttırırken, yanımdaki insanların samimi sohbetleri ve gülümsemeleri, bu anın değerini bir kez daha anlamama vesile oluyordu. Sonunda varış noktasına geldiğimde, içim huzur ve mutlulukla dolup taşıyordu. Mekanlar, yollar, ağaçlar aynıydı, ama insanlar her daim farklıydı. Az ileride oturan tonton çiftin sevgi dolu bakışları, yıllara meydan okuyan bir aşkın izlerini taşıyordu ve benim için gerçek aşkın ne olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu. Küçük çocuğun getirdiği köpek, masumiyetin, sevincin ve anın tadını çıkarma sanatının en güzel temsilcisiydi. Onları izlerken, kendi çocukluğumun unuttuğum renklerini yeniden buluyordum. Ancak günler geçtikçe, alıştığım çifti görememek beni bir hüzne boğuyordu. Oturdukları yerde başka birinin olduğunu fark ettiğim an, içimde bir fırtına koptu. Gözlerim, o kişinin varlığına tutulmuş bir gemi gibi okyanusta kaybolurken, kalbimde tuhaf bir heyecan hissediyordum. Onu yıllardır tanıyor gibi hissetmem, belki de ruhumuzun derinliklerinde gizli bir bağın varlığını işaret ediyordu. Kameramın objektifi sanki sadece ona odaklanmış gibiydi, başka bir şey görmek istemiyordu. İstemsizce, birkaç kareyi bile çekmiştim ondan. Tarif edilemez bir büyüye sahipti; saçları, bakışları, duruşu... Her detayı beni hipnotize etmişti. Daha önce hiç kimsenin beni bu kadar etkilediğini hatırlamıyordum. Kalbim, onun güzelliğini sonsuza kadar yakalamak için çırpınıyordu, sanki onunla birlikte zaman durmuş gibiydi. O an, sadece onunla doluydu; etrafımdaki her şey bulanıklaşıyor, sadece onun varlığı berraklaşıyordu. Belki de bu, bir başka boyuttaydık ve zaman, o anı sonsuza kadar genişletiyordu. Gözlerim, onun ışıltılı bakışlarına hapsedilmiş gibiydi; her bir parıltı, ruhumu derinden etkiliyordu. Saçlarının her telinde gizlenmiş bir masalın anahtarı vardı, bakışlarında ise binlerce hikaye saklıydı. Duruşu, bir sanat eserini andırıyordu; her hareketi, adeta bir şiirin mısraları gibi akıyordu. Ona duyduğum hisler, tarif edilemez bir coşku ve tutkuyla doluydu. Kalbim, onunla sonsuza kadar sürecek bir yolculuğa hazır, heyecanla çarpıyordu. Hayatın bu anı, belki de bir mucizenin habercisiydi, ve ben, bu mucizenin içinde kaybolmuştum. Bakışların, geceyi çiçek açan yıldızlarla donatan sihirli bir dokunuş gibi. Gülüşün ise içimi saran sıcak bir melodi, ruhumun en kuytu köşelerine bile ulaşan coşkulu bir dans. *** Salıncakta kahvemi alıp, yudumlarım arasında güneşin batışını izlemeye başladım. Her bir yudumda içime dolan sıcaklık, içimi huzurla dolduruyordu. Şehrin sessizliği, adeta bir örtü gibi etrafımı sarmalıyordu. Bu sessizlik, içinde kaybolabileceğim nadir yerlerden biriydi; gözlerimi kapatıp sadece şehrin nefesini dinlemeye başladım. Birden, uzaklardan gelen bir melodi kulaklarıma doğru yükseldi. Sokak sanatçılarının o muhteşem melodisi, sessizliği böldüğünde, içimde bir coşku belirdi. Gözlerimi açıp etrafıma baktığımda, müziğin kaynağını buldum ve onları izlemeye başladım. Ellerindeki enstrümanlarla, sokakları melodik bir şölene dönüştürüyorlardı. Müziğin ritmi, ruhumun derinliklerine kadar işledi ve ben de bu ritme kapılarak sözlere eşlik etmeye başladım. Ancak içimde, melodinin her bir sözüyle başlayan bir içsel mücadele vardı. Sözler, geçmişte yaşadığım anıları canlandırırken, içimde duygusal bir fırtına koparıyordu. Bir yandan melodinin akışına kapılırken, diğer yandan da içsel düşüncelerimle savaşıyordum. Bu an, hem huzurun hem de içsel keşiflerin bir karışımıydı. Salıncakta sallanırken, kahvemi yudumlayarak güneşin batışını izlerken, sokak sanatçılarının melodisiyle dans ediyor ve içimdeki seslerle mücadele ediyordum. Her bir an, beni daha da derinlere çekiyor ve hayatın renklerini keşfetme yolculuğumda bana rehberlik ediyordu. ''Beyaz bi tuvalin içinde kendini mi buldun'' Gecenin mor ışıkları altında, kendimi bulmuş gibi hissediyordum. Her bir ışık, ruhumun derinliklerine kadar nüfuz ediyor ve içimdeki gizli köşeleri aydınlatıyordu. Bu mor ışıkların altında, kendimle yüzleşiyor ve iç dünyamı keşfetme yolculuğuna çıkıyordum. Gözlerimi kapattığımda, gecenin sessizliği içime huzur veriyordu. Mor ışıkların büyüsü, ruhumu sarmalıyor ve beni mistik bir atmosferin içine çekiyordu. Her bir ışık huzmesi, içimdeki derin duyguları uyandırıyor ve beni kendime yaklaştırıyordu. Bu an, benim için bir keşif yolculuğunun başlangıcıydı; gecenin mor ışıkları altında, kendimi bulmuş ve içsel bir dönüşümün eşiğindeymiş gibi hissediyordum. ''Ahşap şövalelerin üstünde yeni bi dünya mı kurdun'' Ahşap şövalelerim, eskiz defterim ve duvarlar... Her biri benim için birer kapıydı, kendi dünyamı kurduğum birer köşe. Ahşap şövalelerimin başında, fırçamın ucundaki sihirle tuvalime hayat verirken, her bir çizgiyle yeni bir hikaye yazıyordum. Eskiz defterim, düşüncelerimin ve hayallerimin serbest akışına izin veren bir alan gibiydi. Her bir sayfa, benim için bir keşif yolculuğunun başlangıcıydı. Duvarlarım ise, duygularımı ve düşüncelerimi dışa vurduğum birer tuvaldi. Boyalarla renklendirilen duvarlarım, iç dünyamın yansımasıydı; her bir desen, birer anlatıydı ve her bir çizim, birer dışavurum. Çizim yapabildiğim her köşe, benim için bir sığınak haline gelmişti; orada, kendimle baş başa kalıyor ve ruhumun derinliklerine dalıyordum. Her bir çizim, birer kapıydı; ardında yeni bir dünya ve yeni bir macera bekliyordu. ''Renkler ve zevkler tartışılır mı bu yeni dünyada'' Evet, tartışılır diyecekken, dikkatimi bu tarafa gelen biri çekti. Gözlerim, bir anda ona doğru kaydı ve içimde garip bir heyecan dalgası başladı. Belki de bu an, hayatın bana sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu. O an, sanki zaman durmuş gibiydi ve etrafımdaki her şey bir an için bulanıklaşıp, sadece o kişi netleşmişti. Kalbim hızla çarpıyor, içimde bir merak ve heyecan karışımı bir duygu hissediyordum. Kimdi acaba o? Ne getirmişti hayatıma? Belki de yeni bir başlangıç, yeni bir serüven... Bu ani dönüş, adeta içimde uyanan keşfetme arzusunu ve heyecanı daha da arttırıyordu. Görüş açıma giren fotoğrafçı çocuk, saçları dağınık, yaklaşık 1.80 boylarında... Kamerasını yüzünün önünden çekmiş ve o karamel rengindeki gözlerini ortaya çıkarmıştı. Onun varlığı, renklerin ve zevklerin değişebileceğini düşündüğüm bir anda, farklı bir aura yayıyordu etrafa. Kelimeler, onu tarif etmekte yetersiz kalıyordu. O, sadece bir insan değil, adeta bir sanat eseri gibiydi. Her bir detayı, beni derinden etkiliyor ve ruhumu titreten bir güzellik taşıyordu. Gözlerine baktığımda, içimde bir fırtına koptu; sanki o an, tüm evren durmuş ve sadece onunla birlikte biz ikimiz kalmıştık. Hemen yakınımda çalan müzik devam ederken, o da adım adım yaklaşmaya devam etti. Her adımıyla, içimdeki heyecanın giderek arttığını hissediyordum. Kalbim, hızlı bir tempo tutturmuştu ve nefes almakta zorlanıyordum. Onun yaklaşmasıyla birlikte, etrafımdaki her şey bulanıklaşmıştı; sadece o ve o anın getirdiği gizemli duygular vardı. Gözlerim, onun yüzündeki her bir ifadeyi yakalamaya çalışırken, içimdeki karmaşık duyguları anlamlandırmaya çalışıyordum. Belki de bu an, hayatın bana sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu. ''Yoksa sen de bana sahte bir evren mi sundun'' İçinde bulunduğumuz evren sahte olamaz mıydı peki? Bu düşünce, zihnimde bir fırtına gibi esmeye başladığında, gözlerimi kapattım ve kendimi hayal gücümün engin sularına bıraktım. Gökyüzü, sonsuz bir tuval gibi; yıldızlar, o tuvalin parlayan mücevherleri. Ancak belki de bu manzara, bir illüzyonun parçasıydı. Belki de gökyüzündeki ışıklar, birer sanal pikseldi ve bizler, bu dijital dünyanın bilinçli figüranlarıydık. Rüzgarın esintisi, belki de bir bilgisayarın programlanmış nefesiydi. Çiçeklerin kokusu, bir algoritmanın hesaplanmış bir sonucu. Her şey, belki de bir kodun yazdığı bir senaryonun parçasıydı. Ancak, bu sahte evrenin içinde bile, hislerimizin, duygularımızın ve deneyimlerimizin gerçekliği tıpkı bir masalın büyüsü gibi içimize işliyordu. Belki de gerçeklik, sadece hissettiğimiz duyguların gerçekliğiydi ve her şeyin ötesinde, kalplerimizde yarattığı dokunuştu. Bu düşünceler arasında kaybolurken, gerçeğin peşinden gitmek yerine, içsel bir yolculuğa çıkmaya karar verdim. Belki de gerçeklik, sadece yaşadığımız deneyimlerin içinde saklıydı ve asıl önemli olan, bu deneyimlerin bize öğrettiği derslerdi. ''Bana mutluluğu çiz boyansın ellerin'' Ellerim, hüznü resmediyordu; siyah boyanın altında gizlenmiş derinliklerdeki acıların izlerini taşıyordu. Parmaklarım, sanki geçmişin acılarını birer fırça darbesiyle tuvale işliyordu. Her bir çizgi, bir hikayenin derinliklerine açılan bir kapıydı, her bir iz, bir zamanlar yaşanan duyguların sessiz çığlığıydı. Gözlerim, ellerimin izlerini izlerken, içimdeki hüznün ağırlığını hissediyordum. Ellerim, sanki bir sanat eserinin parçasıymış gibi, duygularımı en saf ve en dokunaklı şekilde ifade ediyordu. Her bir iz, birer melodi gibi, geçmişin acılarını yankılatıyordu. Siyah boyanın altında, derin bir deniz gibi, kaybolan umutlar ve kırık dökük hayaller saklıydı. Ellerim, sessizce hüznü resmediyordu; her bir dokunuşta, geçmişin izlerini taşıyor, her bir çizgi, yaşanan acıların sessiz çığlığını yankılatıyordu. Belki de bu siyah boyanın altında, içsel bir yolculuğa çıkmanın, geçmişin derinliklerine dalmış bir ruhun yansıması vardı. Ellerim, birer sanat eseri gibi, hüznün en derin tonlarını yansıtıyordu; her bir dokunuşta, birer hikaye anlatıyor, birer duygu taşıyordu. Fotoğrafçı çocuk, hiç beklemediğim bir anda kamerasını boynuna takıp karşımda dikildi. Gözlerimiz karşılaştığında, içimde bir heyecan dalgası başladı. Onun kararlı adımları, sanki bir sanat eserini yaratır gibi, sokaktaki müzisyenlere doğru ilerledi. Gözlerimiz, birbirimize bakarken, sessiz bir anlaşma oldu aramızda. Müzisyenlerin melodileri arasında kaybolurken, fotoğrafçı çocukla birlikte şarkılarına eşlik etmeye başladık. Kamerasının lensiyle gördüğü dünyayı, müzikle ve duygularla birleştirerek yeniden yaratıyordu. O an, sanki zaman durmuş gibiydi; sokaktaki müzisyenlerin sesleri etrafımızı sarmış, gökyüzü yıldızlarla parlamıştı. Fotoğrafçı çocuğun yanında, içimdeki heyecan bir dalgaydı ve ben, onunla birlikte bu dalganın üstünde dans ediyordum. Gözlerimiz, birbirimizin ruhunu okuyor, müziğin ritmiyle birlikte kalplerimiz ahenkle çarpıyordu. Belki de bu an, yaşamın bize sunduğu en güzel sürprizlerden biriydi; beklenmedik bir karşılaşma, müziğin ve duyguların büyüsüyle birleşmişti. ''Her renkten koy kamaşsın gözlerin'' Fotoğrafçı çocuğun gözleri, sanki bir renk cümbüşünün ortasındaydı; her bakışında farklı bir renk hikayesi anlatıyor ve bu renkler, gözlerinin derinliklerinde dans ediyordu. Gözlerine baktığımda, sanki bir renk yolculuğuna çıkmış gibi hissediyordum, her bir bakışta yeni bir maceraya adım atıyordum. Gözlerinin içindeki her renk, beni kendi dünyasına davet ediyordu. İnci beyazından, gizemli mora; ateş kırmızısından, huzur veren yeşile kadar, her renk birer duygu ve his ifadesiydi. Gözlerindeki renkler, sanki birer büyülü portal gibiydi; içine baktığım anda, başka bir boyuta geçiyordum. Gözleri, sanki birer ressamın tuvali gibiydi; her bir renk, birer fırça darbesiyle yaratılmış gibiydi. Onun bakışları, etrafındaki dünyayı yeniden yaratıyor, her bir renk, birer anıyı canlandırıyordu. Gözlerindeki renkler, beni adeta hipnotize ediyor ve kendimi onun renkli dünyasında kaybolmuş gibi hissediyordum. Kadının zihninden geçen tek düşünce, "Benim mercan gözlerim, senin karamellerinin ışığıyla kamaştı be karamel çocuk." şeklindeydi. Bu düşünce, içinde gizemli bir aşkın ve büyülü bir çekimin izlerini taşıyordu. Onun gözleri, sanki mercan rengindeki okyanusların derinliklerine açılan bir kapıydı; gizemli, derin ve büyüleyici. Karşısındaki karamel çocuğun gözleri ise, sanki tatlı bir melodi gibi parlıyordu; sıcak, davetkar ve çekici. Kadının düşüncesi, bu iki farklı renk ve dokunun muhteşem bir uyum içinde buluşmasını ifade ediyordu. Mercan gözler, karamel çocuğun ışığıyla kamaşırken, ortaya çıkan manzara adeta bir masalın içinden gelmiş gibi büyüleyiciydi. Bu düşünce, kadının içinde yanan bir tutkunun ve karşı konulmaz bir çekimin ifadesiydi. Onun gözleri, karamel çocuğun ışığı altında parlayarak, birbirlerine karşı bir çekim yaratıyor ve aralarında derin bir bağ oluşturuyordu. Genç adam, biraz daha karşısındaki güzel kadına yaklaştı. Yüzünde samimi bir ifadeyle, şarkıyı söylemeye devam etti. "Bozmasın onu ne gündüz ne de..." "Soğuk ve sessiz karanlık gece," diye devam etti kadın, yumuşak bir ses tonuyla genç adamın sözlerini tamamladı. İkilinin arasındaki bu karşılıklı şarkı, etraflarındaki atmosferi daha da büyüleyici hale getiriyordu. Genç adamın bakışları, kadının gözlerinde kaybolmuştu; sanki her sözü, onun kalbine bir dokunuş gibi ulaşıyordu. Kadının sesi ise, bir melodi gibi, etrafa yayılarak herkesi büyülüyordu. Aralarındaki sessiz an, adeta bir aşkın doğuşuna tanıklık ediyordu. Bu an, soğuk ve sessiz bir karanlık geceye rağmen, onların arasında bir sıcaklık ve bir yakınlık oluşturuyordu. Şarkıları, kalplerinin derinliklerinden yükselen duyguları ifade ediyor ve bu duygular, etraflarındaki atmosferi dolduruyordu. Bakışları çizim yapmaktan kararmış ellerine kaydı ve içinde verdiği savaşı kazandı. Tam karşısında duran büyüleyici kadının elini tuttu. "Ressam neden siyah beyaz tüm resimlerin" dedi. Şaşkın bir ifadeyle önce birleşen ellerine, sonra da yavaşça gözlerine baktı Mila. Elleri birleştiğinde, adamın içinde garip bir huzursuzluk hissi uyandı. Kadının eli, sanki uzun süredir beklediği ama bir türlü bulamadığı bir parçayı bulmuş gibi hissettirdi. O an, sanki ruhu yıllardır süren bir karanlıktan çıkıp, aydınlığa kavuşmuş gibiydi. Adamın gözlerindeki şaşkınlık, derin bir merakla karışmıştı. Mila'nın dokunuşu, sanki ruhunu okuyor ve derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkarıyordu. Elleri birleşirken, sanki zaman durmuş gibiydi ve sadece onlar vardı, başka hiçbir şey önemli değildi. Mila'nın gözlerine baktığında, içinde bir coşku ve heyecan hissetti. Onun bakışları, sanki bir gizemi çözmeye çalışıyordu; bu buluşma, ikisinin hayatında yeni bir başlangıç olabilirdi. Adamın içinde, karanlık bir dönemin sona erdiğini ve yeni bir aydınlığın doğduğunu hissetti. Bu an, onların arasında bir bağın başlangıcıydı. İçlerindeki hisler, derin ve karmaşıktı; belki de bu buluşma, ikisinin hayatında yeni bir yolculuğun başlangıcıydı. ''Boyan mı yoksa mutluluğun mu yok senin'' Mila'nın dudaklarından bu cümle dökülürken, gözlerinde bir hüzün belirdi. Anlamını çözmekte zorlanan bir ifadeyle, karşısındaki adamın yüzüne baktı. Adamın içinde bir telaş ve endişe belirdi. Mila'nın bu sözleri, onun içindeki derin duyguları yansıtıyordu ve adam, onu anlamaya çalıştı. "Boyam vardı ama mutluluğum yoktu be tatlı çocuk." Mila'nın bu sözleri, sanki bir çığlık gibi yankılandı. İçindeki sıkıntıyı ifade etmek için bu cümleyi seçmişti ve adam, onun acısını paylaşmak istedi. Elleri hala birbirine kenetliyken, adam, ona derin bir bakış attı. Gözlerinde, anlam veremediği bir acı ve umutsuzluk vardı. Belki de bu buluşma, ikisinin hayatında yeni bir başlangıç olabilirdi. Sokak sanatçıları, dakikalar önce şarkılarını bitirse de çalmaya devam ediyorlardı. Karşılarında duran çiftin romantik anlarını seyretmeyi tercih etmişlerdi. Sözler tamamlandığında ise, etraflarında toplanan kalabalık büyük bir alkışla onları selamladı. Toprak ve Mila, kalabalığa teşekkür edip başka bir yere gitmeye karar verdiler. Kim olduklarını dahi bilmedikleri bu çift, gizemli bir hikayenin başlangıcına tanıklık etmişlerdi. Toprak'ın önerisiyle sakin bir mekana gittik ve kapıdan adım attığım anda büyülenmiştim. Kafe, sanki yıldızlarla dolu bir seranın içinde gibiydi. Tavan, gece mavisine boyanmıştı ve asılı olan ışıklar, sanki gökyüzündeki yıldızlardan birer parçaymış gibi parlıyordu. Duvarlar, toprak rengindeydi ve sarmaşıklarla süslenmişti, minik minik çiçekler ise her bir köşede gizemli bir hava katıyordu. Toprak, beni Mars'a benzeyen sandalyelerden birine oturttu ve karşımdaki Jüpiter'e benzeyen sandalyeye kendisi oturdu. Etrafı incelerken, bu adamın beni buraya getirmesinin sebebini merak ettim. Bakışlarım etrafta gezinirken, onun gözlerinde kendimi yakalandım; dakikalardır beni izliyordu ve içinde bir sır saklıydı. Gözlerindeki gizemli ifadeyi çözememiştim, ama şimdilik sormak istemiyordum. Belki de bu gizemli adamın sırları, zamanla ortaya çıkacaktı, ama bu anın tadını çıkarmak için daha fazla düşünmemeyi tercih ettim. "Burayı beğenmediysen başka bir yere gidebiliriz istersen Mila?" dedi Toprak, sesinde samimiyetle kaynaşan bir teklif vardı. İlk defa birinin dudaklarından dökülen ismim hoşuma gitmişti. Normalde adımı sevmez, hatta değiştirmeyi düşünürdüm. Ama şimdi, bu anı yaşadığıma minnet duyuyordum. Bir ismin bu kadar zarif ve sıcak şekilde söylenebileceğini hiç düşünmemiştim. ''Biliyor musunuz, şu an iyi ki de değiştirmemişim diyorum,'' diye içimden geçirdim. Belki de ismimin bende uyandırdığı his, daha önce hiç hissetmediğim bir duyguydu. ''Yoo hayır, çok beğendim. Beni büyüledi. Gerçekten güzel bir yer,'' cevapladım, kafamı sallayarak. Sözlerine karşı sadece gülümsedim. Ne söylemem gerektiğini, ilk defa, bilmiyordum. ''O zaman bir şeyler içelim, ister misin?'' diye teklif etti Toprak, yüzünde içten bir gülümsemeyle. ''Bir kahveye hayır demem,'' dedim, kahverengi gözlerindeki samimi bakışa karşılık vererek. O da bana sıcak bir gülümsemeyle baktı ve ikimize de birer tane yumuşak içim kahve siparişi verdi. İki bardağın arasındaki sessizlik, içimizi ısıtan kahve kokusuyla doldu. Gözlerimiz birbirine kilitlenmişken, içimizdeki duygular sessizce dans ediyordu. Bu anın tadını çıkarmak için başka hiçbir şey gerekmeyecekti. Bu süre boyunca Toprak'ı dikkatle gözlemledim, adeta bir sanat eserini incelemek gibi. Konuşurkenki mimikleri ve beden dili, bir ressamın tuvaline fırça darbeleri gibi özenle işlenmiş gibiydi. Ancak, Toprak'ın bakışlarındaki derinlik, iç dünyasında gizli olan sırları ve duyguları yansıtıyordu. Bu sırlar, benim onun hakkında keşfetmek istediğim, ancak bir o kadar da korktuğum şeylerdi. İkimiz de kahvelerimizi beklerken sessizliği tercih ettik. Gözlerimiz birbirine kilitlenmişken, sanki uzun zaman sonra kavuşan aşıklar gibi özlem gideriyorduk. O an, sessizliğin bile bize anlatacak çok şeyi olduğunu hissettim. ''Demek ressamsın?'' dedi Toprak, aramızdaki sessizliği bozup kahvesinden bir yudum alarak. ''Demek şarkıcısın?'' dedim ben de, karşımdaki adamı taklit edip kahvemden bir yudum alarak. Bu yaptığım hoşuna gitmiş olacak ki, insanı hipnoz edecek derecede olan gülüşünü bahşediyor, mercanlarıma bakıyordu. Onun bu halini görünce ben de en hoşuma giden gülümsememi ona bahşettim. ''Aslında fotoğrafçıyım,'' dedi bu sefer masaya eğilip daha önce hiç görmediğim kadar samimi bir ifadeyle. ''Aslında ressamım,'' dedim ben de, onun gibi yapıp gülerek. Toprak'ın konuşması, sessizliği bozduğunda, sanki bir sanat eserinin ortasına bir fırça darbesi gibi yerleşti. Onun fotoğrafçı olduğunu öğrenmek, sanki bir fotoğraf makinesinin perdesinin aralanması gibiydi; gizemli bir dünyaya doğru bir yolculuğa çıkmıştım. Ben de ona, ressam olduğumu açıklarken, sanki bir tuvalın üzerine bir renk katmış gibi hissettim Gerçek mesleğimi açıklamak cesaretimi toplamamı gerektiriyordu, ancak bu karamel çocuğun karşısında daha fazla saklanamazdım. Belki de sanatın büyüsü altında, gerçek benliğimi ortaya çıkarmak için bir fırsat bulmuştum. ''Bu iyiydi Mila, gerçekten iyiydi.'' Dedi gülüşü yüzüne biraz daha yayılırken. Ah! Sen ne güzel ne güzel gülüyorsun.. "Bir şey mi söyledin Mila.? " "Yok, hayır. Bir şey söylemedim. Ama sanırım sesli düşündüm." "Öyle mi? Benimle paylaşmak ister misin? " Arkama yaslanıp elime bir tutam saç alıp parmaklarıma doladım. "Aslında önemli bir şey değil," dedim, içimdeki karmaşayı gizlemeye çalışarak. Ne yapıyorum ben? Neden çocukça şeyler yapmaya başlamıştım? Kendime bu soruları sordum, içimdeki kargaşayla baş etmeye çalışırken. Belki de Toprak'ın yakınlığı ve samimiyeti, içimde uzun zamandır unuttuğum duyguları yeniden uyandırmıştı. Bu hislerle başa çıkmak kolay değildi, ancak onun karşısında kendimi olduğum gibi kabul etmek, cesaret vericiydi. "Anladığını belirtti, bir yudum kahve alırken, gözlerinin kenarından beni izledi. Zihnimde onun düşüncelerine dair birçok senaryo canlandı: belki geçmişten bir anı, belki de geleceğe dair bir umut. Her ne olursa olsun, gözlerimden düşen bir damla, menekşelerin hayat bulsun menekşeler çillerinde diye diledim. Bir an için sessizlik doldu odaya, sonra o bir şeyler söyledi ama benim duyamadığım bir sır gibi kulaklarıma ulaşmadı. Gözlerimiz arasında sessiz bir dans başladı, kelimelerimizin ötesinde anlayış ve hislerin hâkim olduğu bir alanda buluştuk. "Bir şey mi dedin, Toprak?" diye sorduğumda, sessizlik içinde kaldı, iç dünyasında dönüp dolaşan düşünceleri dışa vurmadı. "Hayır, sadece sesli düşündüm," dedi, kahve bardağını dudaklarıma götürürken. Gözlerimiz arasında bir an anlamın derinliğiyle dolup taştı. Sonra, içimden yükselen bir anlık cesaretle, "Çiçekler açsın gamzelerinde," dedim. O şaşkınlıkla baktı, ardından kabullenmeyle dolu bir bakışla karşıladı. "Hayat bulsun menekşeler çillerinde," dedi o da, sesindeki titreşim beni derinden etkiledi. O an, sessizlik bile bizim aramızdaki hisleri ifade etmeye yetiyordu. İkimiz de içsel bir gülümsemeyle birbirimize baktık ve kıkır kıkır gülmeye başladık. O, gözlerimin içine dalarken, ben de onun gamzelerini seyrettim. İltifat etmiştim ona, sadece içimden gelen doğal bir akışla. Ama o, beklenmedik bir şekilde, benim çillerime iltifat etti. Bu, beklenmedik bir jestti ve içimde bir sıcaklık hissettim. İlk kez, kendimde sevmediğim bir özelliğimi başkasının hoşuna gittiğini görmek, bana tuhaf bir mutluluk verdi. Onun sözleriyle, yüzümün kızardığını ve çillerimin daha da belirginleştiğini fark ettim. Bu, bir tuhaflıktı. Normalde yüzümün kızardığında, çillerlerim gözden kaybolur gibi olurdu, ama bu kez tam tersi oldu. Kızardıkça, çillerlerim daha belirgin hale geldi ve yüzümdeki o eşsiz detaylar, sanki gururla kendini gösteriyormuş gibi hissettirdi. O an, kendi benliğimi kabul etmenin ve hatta onun sevimliliklerini görmeye başlamanın huzurlu bir duygusunu yaşadım. Bu anın tadını çıkarırken, içimde bir huzur ve kabullenme duygusu yayıldı. İkimiz de sessizce birbirimize bakarken, o anın güzelliği ve içsel uyumumuz beni sarıp sarmalıyordu. Belki de hayatın en güzel anları, birbirimizi olduğumuz gibi kabul ettiğimiz ve karşılıklı olarak birbirimizin güzelliklerini keşfettiğimiz anlardı. Gözlerimdeki ışıltı, belki de içsel bir değişimin ve büyümenin habercisiydi. Ve o an, kahvelerimizin tadıyla birlikte, içimizdeki sevinç ve kabullenme dolu bir duygu dalgasıyla beraber, sessizlikte kaybolup gitti. Hayatın bize sunduğu bu anın değerini, belki de daha sonra tam olarak fark edecektik. Ama şu anda, sadece birbirimize olan samimi bağımızın ve içsel huzurumuzun tadını çıkarmak için birbirimize bakıp gülümsemeye devam ettik. Toprak'ın dudaklarından dökülen sözler, içimde bir meltem gibi esti ve yüzümde hafif bir gülümsemeyle karşılandı. "Çillerin çok güzel, Mila," dedi, sesi yumuşak bir ezgi gibi kulaklarıma çarptı. O an, içimde bir coşku ve kabullenme duygusu doğdu. Bir insanın çilleriyle bu kadar güzel olabileceğine dair bir gerçeği fark ettim, özellikle de onun görünümüyle, o anki masumiyetiyle ve zarafetiyle birleştiğinde. "Gerçekten mi?" diye heyecan ve utangaçlık dolu bir sesle sordum, yüzümde hafif bir kızarıklık belirirken. Mila'nın gözlerindeki samimi bakışlar, içimde bir sıcaklık yayıldı. Pembe saçları ve kızarmış yüzüyle, çillerinin zarafeti daha da belirgin hale geliyordu. "Evet, gerçekten," dedim, öne eğilip saçımı nazikçe kulağının arkasına yerleştirirken. "Şu an karşımda oturan şirinlik abidesi kadar olmasa da, çillerin gerçekten çok tatlı." "Yaa..." Sesim ince bir tınıyla çıktı, utangaçlığın ve memnuniyetin karışımıydı. Bakışlarımı kaçırıp utançla içime çektim. Bu iltifatlar, benim için biraz fazla gelmişti. Ancak garip bir şekilde, yeni olmalarına rağmen, bu sözler rahatsızlık vermiyordu; aksine, içimi bir sıcaklıkla dolduruyordu. Kendimi bir çocuk gibi hissettim, bu duygulara kapılarak. "Utandın mı sen bakiyim?" diye sordu. Daha da fazla utanarak ellerimle yüzümü kapattım, anında başka ellerin dokunuşunu hissettim. Nefesim hızlandı, ancak o eller bileklerime yerleşti ve kendi ellerimi yüzümden çekti. "Utanacak bir şey yok, güzelim, sakin ol," dedi. Sesindeki sıcaklık ve anlayış, içimi sarmaladı ve rahatladım. Toprak'ın "güzelim" demesiyle içimde bir heyecan dalgası başladı. Güzel mi? Ben mi? Yanyana? Bu düşünce, zihnimde bir karışıklık yarattı. İçimdeki çalkantı, sanki dalgaların karaya vurduğu gibi hissettirdi. Bir an için, bu kelimelerin bana hitap edebileceğini hayal etmek bile, gerçeklikten uzak bir rüya gibi geldi. Ben, sıradan, belki de fark edilmeyen biriydim. Ama şimdi, birinin dudaklarından çıkan bu kelime, içimde bir şaşkınlık ve endişe uyandırdı. Bu duygularla başa çıkmak için derin bir nefes aldım ve kendime sakin olmamı hatırlattım. Belki de bu sadece bir arkadaşlık jestiydi, belki de Toprak'ın doğal bir hitap şekliydi. Ancak yine de içimdeki karışıklık ve endişe, hızla büyüyordu. "Neden utanacakmışım ki? " Bildiğim şeylerin tersini söylediğim için bir gün başım derde girecekti ama ne zaman olurdu bilmiyorum. "Utanmanı gerektirecek bir durum yok. " Karşımdaki güzelliği izleyerek kahveden bi yudum aldım. "Ama eğer ettiğim iltifatlar rahatsız ediyorsa söylemeyebilirim?" "Yo hayır, hoşuma gidiyor. " Gülüşün, bir çiçeğin yüzünü güneşe çevirmesi gibi içimi ısıttı. Utancımı gizlemek için başka bir noktaya yönelip kahvemi dudaklarıma götürdüm. Bu anın huzurunu içime çekerken, yüzümdeki kızarıklık utanç ve heyecanın karışımıydı. Gözlerim, senin varlığını hissettiği her anı yakalamak için dönüp duruyordu, ama içimdeki duyguları gizlemek için çaba sarf ediyordum. İçimdeki endişe ve merak, adeta kalbimi yerinden söküp alıyordu. Masanın ötesindeki konuşmayı dinlerken, zihnim hızla dönüyordu. "Şu kadın istifa eden avukat değil mi?" sorusu, sanki odanın havasını değiştirmişti. Gözlerim, masanın öbür tarafındaki yüzleri yoklayarak, tepkilerini gözlemlemeye çalıştı. Ancak herkesin yüzünde sıradan bir sohbetin izleri vardı. Kahvemi yudumlayıp, normal davranmaya çalıştım, ama içimdeki gerginlik dinmek bilmiyordu. Gözlerim, kaşımdaki kişinin yüzünden kaçamak bakışlarla konuşmayı takip ederken, her an dikkatleri üzerime çekmemek için dikkatli olmalıydım. En iyisi, kafamı karıştırmadan oturup, rahatsız edici soruları akıllardan uzaklaştırmaktı. Ancak içimdeki endişe, tüm bedenimi sarmıştı ve bu bulanık suların içinde yüzüp duruyordum. "Evet Toprak.. " Dönüp ona doğru biraz eğildim. "Anlat bakalım neden fotoğrafçılık? " "Fotoğraf çekmek benim için bambaşka bir anlama sahip. Hâlâ tam olarak hislerime tercüman olan kelimeleri bulmuş değilim. " "Anladım." Bir cesaretle elini tuttum. "Aklına ilk geldiği gibi hislerini söylemen mümkün mü? " "Pek söyleyebileceğimi sanmıyorum ama deneyim senin için. " " Teşekkür ederim Toprak. " Mila bana kocaman güneş kadar parlak gülüşünü bahşederken ben de beş dakika boyunca susup sadece düşündüm. Beş dakika boyunca susup sadece düşündüm. Ben düşünürken o da bakışlarını bi saniye bile ayırmadan merak ve tarif edemediğim bir ifadeyle beni izledi. Uygun olduğunu düşündüğümde ise dudaklarımdan dökülmesine izin verdim kelimelerin. "Uzun bir yolda yalnız başıma yürürken, düşüncelerimden kaçmamın tek yolu fotoğraf çekmekti. Şeytanlarımın susmasını sağlayan tek şey idi o kadraja aldığım dünyalar. " Tam olarak hislerimin karşılığı bu sözler değildi ama o anlamıştı. Bunu biliyordum. Bakışlarındaki şefkat , gülüşündeki naiflik bunu açıkça dile getiriyordu. '' Sanırım senin hislerini söylemesen de anlayabiliyorum Karamel Çocuk.'' Elimi kalbime götürdüm. ''Tam burada gerçekten ne hissettiğini anlayabiliyorum.'' Kabul ediyorum bu söylediğim biraz tuhaftı. Hiç kimse bir başkasının hislerini birebir hissedemezdi. Tabi bu benim için geçerli değildi. Ben hissedebiliyor, hatta gözlerinden okuyabiliyordum. Gerçek Toprak'ı görebiliyordum. '' Karamel çocuk mu dedin sen biraz önce pamuk şeker yoksa ben mi yanlış duydum?'' Normalde konuyu devam ettirebilirdim ama bu konu üzerinde konuşacak kadar iyi bir ruh halinde değildim. Sağ olsun karşımdaki şirine bana değişik bir lakap bulduğu için konu bulmama da gerek kalmamıştı. '' Şey...Evet öyle söyledim.'' Dedim sırıtarak. Sonrasında ciddi bir ifadeye bürünüp '' Yoksa sen hayalet Casper gibi görünmezsin de ben mi hayal görüyorum?'' Dedim hafif bedenimi geriye çekip sorgulayan bakışlarımı göndererek. Mila'nın sözlerine karşı ben de onun gibi yapıp kaşlarımı çatarak ciddi yüz ifadesiyle baktım. Yaklaşık on saniye boyunca birbirimize bakmayı sürdürdük. On birinci saniyede dayanamayıp ikimiz de gülmeye başladık. ''Lakap bulmada harikasın pamuk şeker.'' Gülüşlerimin arasında zar zor konuşabildim. ''Pamuk şeker?'' ''Evet.'' ''Neden?'' ''Kaplumbağa deden.'' ''Ne!'' Bir an da söylediği şeyle afallamıştım. Suratına bön bön bakarken, söylediklerini kavradığımda bir anda kahkahalarla gülmeye başladım. Gözlerimdeki şaşkınlık yerini kahkahalara bırakmıştı, çünkü esprili yanıtı beklemiyordum. Karşılıklı gülüşmelerimiz, bu anın hafızamda daha da belirginleşmesini sağladı. Aramızdaki bu samimi an, yalnızca birkaç kelimeyle bile olsa, bağlarımızı daha da güçlendirdi. O kadar farklı bakıyordu ki, uzaktan gören biri bu çocuğun aşkla baktığını düşünebilirdi. Gözlerimiz arasında kurulan bu anlam dolu bakışlar, her birimizin içindeki duyguları açığa çıkarıyordu. O an, zamanın durduğunu hissettim ve sadece birbirimize odaklanmıştık. Bu bakışlar aramızda bir bağ kurmuştu, sanki kalplerimiz aynı frekansta atıyordu. Gözlerimizin derinliklerinde, geleceğe dair umutlarımızı ve birlikte yaşayacağımız günleri görebiliyorduk. O an, sadece bir bakışla bile ifade edilemeyecek kadar derin ve anlamlıydı. ''Toprak yaa ,ben ciddiyim. Neden?'' ''Seninle aynı nedenden.'' ''Benimle aynı nedenden öyle mi?'' ''Evet, olmasın mı?'' ''Olsun karamel çocuk, olsun.'' Bu kısa diyalog, içimde derin bir duygu fırtınası başlattı. Kelimelerin ardında yatan anlam, kalbimi hızla atmaya başladı. Gözlerimdeki yaşlar, içimde yükselen sevincin ve mutluluğun bir ifadesiydi. O an, sadece kelimelerle ifade edilemeyecek kadar özel ve derindi. İçimdeki sevgi ve bağlılık, her kelimeyle daha da güçleniyordu, adeta bir nehir gibi içimde coşuyordu. Bu an, benim için unutulmaz bir anıya dönüşmüştü. Onunla olan bu kısa diyalog, adeta bir başyapıt gibiydi, çünkü içimdeki duyguları tam anlamıyla hissetmiştim. Her kelime, kalbimin derinliklerine dokunuyor ve beni ona daha da bağlıyordu. Bu an, zamanın durduğu, sadece bizim var olduğumuz bir an gibiydi. Gözlerimiz arasında kurulan bağ, adeta bir ışık huzmesi gibi parlıyordu, bizi birbirimize sıkıca bağlayan bir enerjiydi bu. Ve bu an, benim için sonsuza kadar unutulmayacak, içimdeki duyguları en saf ve en derin şekilde yaşadığımız bir an olarak kalacaktı. *** Onca yılın ardından yalnızlıkla geçen zamanın her dakikası, sanki birer damla gibi biriktirdiğim anılarla doluydu. Her an, bir öncekine dokunuyor ve içimde derin izler bırakıyordu. Ne zaman ki o belirsizlik içinde varoluşumun derinliklerinde gezinirken, beklenmedik bir şekilde karşıma çıktı o. Belki de kaderin cilvesiyle, belki de tesadüflerin ötesinde bir güçle; hayatımın akışı, bir an için bile olsa durdu. Karşısında dururken, zaman sanki kendini unutmuş, saniyeler sonsuza uzanmış gibiydi. Gözlerinin içinde yansıyan dünya, beni derinden etkiledi. Anladım ki, bu anın değeri yılların birikimine bedeldi. Bir gülümsemeyle karşılaştığımda, içimde bir fırtına kopmuştu sanki. Düşüncelerim, duygularım, her şeyiyle dönüşüme uğradım. Artık dünya, onunla birlikte başka bir renge bürünmüştü. O an fark ettim ki, aslında hayatın anlamı, paylaşılan anlardı. Ve ben, onunla birlikte bu anların tadını çıkarırken, geçmişin yalnızlığı geride kalmıştı. Onunla karşılaşmam, hayatımın dönüm noktası olmuştu. Fotoğraflar, o etraftayken, sanki bir büyüyle canlanıyordu. Güneşin son ışıkları, duvarları sararken, her bir karede adeta bir masalın içine dalıyordum. Renkler, gölgelerle dans ederken, her bir detayın altında yatan anlamı keşfetmeye çalışıyordum. Belki de o karelerde gizlenmiş hayatın sırlarını çözebilirdim, belki de o anların tadını sadece hissedebilirdim. Güzel kız, dışarıdaki duvarların ardında ne tür bir dünya kurmuştu acaba? İç dünyasında barındırdığı renkler, belki de dışarıdaki manzaradan daha çarpıcıydı. Belki de o, kendi içinde bir okyanusun derinliklerinde yüzen bir denizkızıydı, gözlerinin içindeki parlaklık ise saklı kalmış hazinelerin ışıltısıydı. Senin naif yüreğin, benim karanlık dünyamda bir umut ışığı gibiydi. Karanlık sokakları aydınlatırken, yüzümde bir gülümseme yeşerten bir mucizeydin. Her bir dokunuşun, kalbimde yeni bir melodi çalıyordu, ruhumu yeniden canlandırıyordu. Pamuk şeker, senin yanındayken kalbim hızla atıyor, nefesim hızlanıyor ve içimde bir heyecan dalgası yükseliyor. Gözlerim, sadece seni görmek istiyor, senin eşsiz güzelliğinle dolup taşıyor. Ama bir o kadar da içimde bir korku var. Senin karşında olunca, sanki dünyanın en güzel melodisi çalmaya başlamış da ben bir notayı kaçırıyormuşum gibi hissediyorum. Seninle paylaşmak istediğim duyguları dile getiremiyorum, dilim tutuluyor, kelimeler yerinde durmuyor. Senin karşında durduğunda, o sıcak gülümsemenle, içimde bir fırtına kopuyor. Heyecanla dolup taşarken, bir o kadar da çaresiz hissediyorum. Söylemek istediğim her şey, dudaklarımda birer mahkum gibi kalıyor, çıkıp gelemiyor. Söylemeye çalışsam da, kelimelerin gücü yetmiyor, yetersiz kalıyor. Belki de bu, içimdeki derin duyguların ifade edilemezliğinden kaynaklanıyor. Belki de seninle yaşadığımız o anlar, kelimelerin ötesinde bir anlam taşıyor. Belki de sessizliğimiz, en güçlü iletişim aracımızdır, belki de sen, benim için sözlerin ifade edemeyeceği kadar özelsin. Ah, akkız, senin yanında hissettiğim duyguları tarif etmek imkansız gibi. Senin varlığınla içimde bir fırtına kopuyor, kalbim senin adını fısıldıyor ve ruhum seninle dans etmek istiyor. Senin gülüşün, beni derinden etkiliyor. Her bir kahkahan, içimi bir neşeyle dolduruyor, ruhumu hafifletiyor. Gözlerin, bana bakarken, adeta içime bakıyor, tüm karanlığıma ışık tutuyor, yüreğimi ısıtıyor. Seninle geçirdiğim her an, sanki sonsuz bir aşk hikayesinin parçası gibi. Sana olan hislerim, sadece kelimelerle ifade edilemeyecek kadar derin ve yoğun. Seninle birlikte olmak, hayatın anlamını yeniden keşfetmek, her bir anı seninle dolu dolu yaşamak demek. Seninle aşkı, sevgiyi, tutkuyu, her şeyi hissediyorum. Seninle, kalbimin en derin köşelerinde, sonsuza kadar sürecek bir aşkın izlerini taşıyorum. Seninle her an, bir mucize gibi, bir armağan gibi geliyor bana. Ve seninle, aşkın gerçek anlamını öğreniyorum. Gülüm, benim güzel kızım, Büyüleyici yıldızım, ışığım. Her zerrene ihtiyacım var, Saçlarına, gözlerine, gülüşlerine sarılışına. Saçların, geceye yayılan karanlığa meydan okuyan aydınlık bir ırmak gibi, Gözlerin, sonsuz bir denizin derinliklerinde kaybolan gizemli inciler gibi. Gülüşlerin, baharın taze esintisiyle dans eden yapraklar gibi, Sarılışın, sıcak bir limanın koruyucu kolları gibi. Sen, benim dünyamın en nadide incisi, Sen, benim en derin duygularımın ifadesi. Her anında seni hissetmek, Her dokunuşunda seninle yeniden doğmak. Seninle her an bir sonsuzluk gibi, Seninle her dokunuş bir büyü gibi. Gülüm, sen benim için her şeyden öte, Sen, benim hayatımın en değerli mücevheri. Kanadından öpüyorum kalbimin kuşu. - Fanz Kafka Seksendört - Kendime Yalan Söyledim Neddy - Thinkin' About You Rus edebiyatının en ünlü yazarlarından olan Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin "Düştüğünde yanında olan değil, kalkman için el uzatan dosttur. " Diye bir sözü var. Sen benim için o satırlardaki kişisin Toprak. Biliyorum bu düşünceler için henüz çok erken. Daha tanışmamızın üzerinden en fazla birkaç saat geçti. Ancak öyle düşünmekten kendimi alamıyorum. Hatta biliyor musun, o sözdeki dost kelimesinden çok daha fazlası olduğunu yüreğimin derinlerinde hissediyorum. Dışarıya karşı gerçek kimliğini göstermeyen, herkese karşı güvenini kaybettiği için kimseye güvenmeyen bu yüzden de yalnızlığı kendine dost edinen biriyim ben. Kendime Yalan Söyledim şarkısındaki sözler gibi "yalnızım, bunu ben istedim. " Tüm yaşadığım , yaşamaya devam ettiğim, hayatı ben seçtim. Sadece resimlerim ve ben olmayı seçtim. Tabi bu seninle tanışana kadardı Toprak. Karamel rengindeki gözlerini benim mercanlarımla birleştirdiğin an dışarıya karşı ördüğüm duvarlarımı yıktın, gerçek beni ortaya çıkardın. Bunu görüyor musun bilmiyorum. Umarım görüyorsundur çünkü o yıktığın duvarları tekrar bir başıma öremem. Yapamam. Mahvolurum. 28 Ekim 2022 Mila Çevik Gecenin karanlığı, odamı saran sessizlik ve yalnızlığımın içinde kaybolmuşken, o adamla geçirdiğimiz saatlerin yankıları hala zihnimi dolduruyordu. Sohbetimizin her bir anı, ruhumu derinden etkilemiş, duygularımı açığa çıkarmıştı. Eve döndüğümde, içimde bir fırtına esiyordu ve kağıtla kalem arasındaki bağ, bu duyguları dışa vurmanın tek yolu gibi görünüyordu. Kelimeleri kağıda dökmek, sanki içimdeki bir yangını dışarıya salmaktı. Her harf, her cümle, adeta birer volkan patlamasıydı. Hislerim, duygularım, düşüncelerim, hepsi bu kağıt üzerinde can bulmuştu. Normalde, kağıdı yakar ve küle dönmesini izlerdim, ama bu sefer farklıydı. Bu yazı, benim için çok daha fazlasıydı. Bu yazı, içimdeki bir parçaydı. Onu yakmak, onunla birlikte içimden bir parçanın da yok olmasına neden olacaktı. Bu sefer, bu duyguyu hissetmek, onu yaşamak istedim. Belki de bir gün, cesaretimi toplar, bu yazıyı Toprak'a veririm diye düşündüm, ama şimdilik içimdeki bir sır olarak kalmalıydı. Kolyemin içine sakladım yazıyı, yakın hissettiğim bir yerde. Her dokunuşumda, onu hissetmek, onunla birlikte olduğumu bilmek, içimi huzurla dolduruyordu. Belki bir gün, doğru zaman gelince, bu yazıyı paylaşırım Toprak'la. Ama şimdilik, bu yazı benimle birlikte olmalıydı. İçimdeki bir hazine gibi, içimde saklı, benimle birlikte yaşamalıydı. İçimdeki geçmeyen hislerle baş başa kaldığımda, yazmak kadar çizmek de ruhumu huzura kavuşturabilecek bir etkinlikti. Dijital resim yapmaktan pek hoşlanmasam da bugün, o tarz bir çizim yapma isteği içimi kaplamıştı. Hemen çizim tabletimi, kalemimi ve tabii ki kahvemi yanıma alıp, odamdaki kırmızı renkteki kocaman armut koltuğuma yerleştim. Çalma listemden rastgele bir şarkı seçip açtıktan sonra, o anın büyüsüne kapılarak çizmeye başladım. Zihnimde, onun bakışları, gülüşü ve sesiyle doluydu. Saatlerce durmadan, tek bir mola vermeden, onu düşünerek çizim yapmaya devam ettim. Koyu kahverengi saçlarını, hafif belirgin çene hatlarını, gülünce kendini gösteren gamzelerini, biraz dolgun dudaklarını ve karamel renkli gözlerini ekrana aktarmaya çalıştım. Her çizgiyi, her detayı titizlikle işledim, çünkü onun portresini çizmek benim için bir tutkuydu. Belki de ne zaman onu düşünüp resmini çizecek kadar etkilendiğimi fark etmiyordum, ama içimdeki bu duygu beni derinden etkiliyordu. Onun varlığı, benim yaratıcılığımı besliyor, ruhumu huzura kavuşturuyordu. İçimdeki sessiz fısıltı, belki de aşkın eşiğinde olduğumu ima ediyordu. Ama hemen reddettim bu düşünceyi. Ben, aşık olmazdım. Bana göre, aşk denilen o üç kelimeye inanmak aptalca bir hüsrandı. Aşk diye bir şey yoktu, sadece bir illüzyon, bir hayal ürünüydü. Neden var olmayan bir şeye inanayım ki? Neden kendimi bir yanılsamaya, bir aldatmacaya kandırayım? Mila'nın söylediği gibi, belki de geçmişte yaşadığım deneyimler yüzünden aşkın gerçek olmadığına inanmak istiyordum. Ama bu saçmalıktı. Aşk, sadece bir masaldı, bir kandırmacadan ibaretti. Evet, geçmişimde yaşadıklarım pek parlak değildi. Ama bunun aşkla hiçbir ilgisi yoktu. Aşkın gerçek olmadığını bilmek, beni güvende hissettiriyordu. Aşkın bana getireceği acıları, hayal kırıklıklarını yaşamak istemiyordum. Benim için tek gerçek olan şey, hayatta kalma mücadelem ve kendi başarılarımın peşinden gitmekti. Aşk, sadece bir safsataydı, buna inanmak istemiyordum. İçimdeki sesin haklı olduğunu kabul etmek zorundaydım. O adamı gördüğümde, içimde tuhaf bir heyecan hissetmiştim. Belki de biraz güven duymasam, kahve içmeye gitmezdim. Evet, belki de içimde bir yerlerde, ona karşı bir güven, bir çekim hissediyordum. O adamda tarif edilemez bir şeyler vardı. Başkalarına karşı gösterdiği sert duruş, beni gördüğünde anında eriyip yerini bir çocuğa bırakmıştı. Karamel gözlerinin derinlerine baktığımda, içindeki çocuğun umutla kanat çırptığını hissedebiliyordum. Bu aşk olabilir miydi? Belki de sevdiğiniz kişinin yanında en doğal olduğunuz halde kalmak, aşkın ta kendisiydi. Belki de gerçek aşk, sadece birbirimize olan bu doğal çekimin, bu içsel bağın yansımasıydı. İç sesim haklı olabilirdi. Belki de aşka inanmasam da, çiftlerin sevdikleriyle birlikte en doğal halleriyle davrandığını görmüştüm birçok romanda, filmde. Belki de gerçek aşk, sadece birbirimize olan bu içten bağlılıktı. Belki de aşk sevdiğinin yanında çocuk kalmaktı.. Belki de gerçek aşk, sevdiğiniz kişinin yanında en saf, en doğal haliyle kalabilmekti. İçinizdeki çocuğun, saf duyguların, umutların ortaya çıkmasıydı. Belki de aşk, sevdiğinizle birlikte kendinizi olduğunuz gibi hissedebilmekti. O kişiyle birlikte, tüm korkularınızı, endişelerinizi ve maskelerinizi bir kenara bırakıp, sadece gerçek bir şekilde var olmaktı. O adamla geçirdiğim her an, içimdeki çocuğun uyanmasına, umutların filizlenmesine neden oluyordu. Onun yanında, her şey daha parlak, daha canlı görünüyordu. Gözlerinin içine baktığımda, içimdeki tüm karanlığın dağıldığını hissediyordum. O, benim için bir güneş gibi parlıyordu, beni aydınlatıyordu. Belki de gerçek aşk, birlikte büyümek, birlikte öğrenmek, birlikte güçlenmekti. Sevdiğiniz kişiyle birlikte, her anın tadını çıkarabilmek, en küçük şeylerden bile mutluluk duyabilmekti. Belki de aşk, sadece sevdiğiniz kişiyle birlikte olmanın verdiği huzur ve mutluluktu. Evet, belki de aşk, sevdiğinizin yanında çocuk kalmaktı. Saf duygularla, içtenlikle, sevgi dolu bir şekilde var olmaktı. Ve belki de, bu adamla olan bağım, gerçek aşkın ta kendisiydi. Peki aşk neydi? Aşk, insanın içini ısıtan, yüreğini dolduran ve ruhunu kucaklayan bir deniz gibidir. O, yavaş yavaş yükselen gelgitlerle kıyıya vurur, kumların arasında izler bırakır, her dalgasıyla içimizi sarar ve bizi derinliklere çeker. İşte o an, kalbimizin derinliklerindeki en saf duyguları uyandırır, bizi alıp götürür ve başka bir dünyaya taşır. Aşk, gözlerimizin içine bakıp içimizi titreten, dokunuşlarıyla ruhumuzu huzura kavuşturan bir şarkıdır. O, iki yabancının birbirine yaklaşması, ellerinin birbirine değmesi ve birlikte yıldızlara doğru dans etmesidir. Aşk, bir gülüşte saklıdır, bir nefeste hissedilir ve bir öpücükte bütünleşir. Aşk, yalnızlık gecelerinde bir mumun ışığı gibi parlar, karanlık düşünceleri dağıtır ve içimizi aydınlatır. O, her sabah güneşin doğuşunda parlayan umuttur, yeni bir günün başlangıcında bize ilham verir ve hayata olan inancımızı yeniler. Aşk, her anımızı renklendirir, her anımızı anlamlı kılar ve her anımızı bir mucizeye dönüştürür. Aşk, sonsuz bir hazine gibidir; her sevinci, her acısı, her anıyla bizi zenginleştirir. O, yaşamın bize sunduğu en büyük armağandır, en değerli hazinemizdir. Aşk, sevdiklerimizle paylaştığımız bir maceradır, birlikte güldüğümüzde, birlikte ağladığımızda ve birlikte büyüdüğümüzde güçlenir. Aşk; kalplerimizin derinliklerinde yankılanan bir ezgi, ruhumuzun en özel köşelerinde saklı bir hazinedir. O, hayatın tüm renklerini, tüm dokusunu ve tüm güzelliklerini içinde barındırır. Aşk, bizi birbirimize, evrene ve kendimize bağlar; bizi gerçek benliğimize, gerçek potansiyelimize ve gerçek mutluluğumuza yönlendirir. Ve o, her şeyden önce, hissettirdiği derin duygularla bizi insan kılar, yaşamı anlamlı kılar ve varoluşun sırrını açığa çıkarır. Aşka inanmayan, duygularını sıkı sıkıya saklayan biri olarak hayatıma devam ederken, o adamla karşılaşmamın ardından düşüncelerim tamamen değişti. O'nun varlığı, yaşamımın her alanına nüfuz etti, her köşesini doldurdu. Artık aşkın ne olduğunu anlamıştım; o, her şeydi. Aşk, sadece dört duvar arasında yaşanan bir duygu değildi, ev de değildi. Aşk, O'ndan başkasına ait olan her şeydi. Onun bakışları, sözleri, gülüşü, gamzeleri... Her biri, hem aşkımın hem de evimin bir parçasıydı. Bazen gökyüzüne bakardım ve onu orada görürdüm, bir bakışta tüm evren onunla dolardı. Doğaya bakardım, onu düşünürdüm; saçlarının rüzgarla savruluşunu, kahkahasını duyardım, o an doğanın kendisi evim olurdu. Aslında O, her şeydi. Evin, arkadaşın, kardeşin, dostun, ailen... En çok da nefesin. O'nu göremediğim, duyamadığım, kokusunu içime çekemediğim, öpemediğim zaman yaşamıyormuş gibi hissederdim. Çünkü O artık her şeyimdi. Bağlanmıştım, tutkuya dönüşmüştüm. Tek düşündüğüm, onun yanında olmaktı. O'nunla her anı dolu doluydu, her anı aşkla yoğrulmuştu. Ve artık, içimdeki sessiz çığlık, O'na olan sonsuz aşkımı yankılandırıyordu. Bir kadının iç dünyası, zaman zaman en karmaşık labirentlerden bile daha derin ve gizemli olabilir. Gözlerinin derinliklerinde yanan bir yangın gibi, duyguları kıvılcım kıvılcım parlar, ama yüzeyde sessiz ve sakin bir deniz gibi görünür. O, dış dünyaya yansıttığı soğuk ve mesafeli imajının ardında, aslında yanan bir aşk ateşi taşıyabilir. Geçmişte yaşadığı hayal kırıklıkları ve acılar, duygularını derinlerine gömmesine neden olmuş olabilir. Ancak bazen, yaşamın en beklenmedik anlarında, bu derin duyguların kabuğunu kırabilir ve iç dünyasını dışa vurabilir. İşte tam da bu noktada, beklenmedik bir karşılaşma, önceden reddettiği duyguları yeniden gözden geçirmesine neden olabilir. Belki de karşısına çıkan o özel kişi, kalbindeki kilitli kapıları açmak için gerekli anahtarı taşır. Belki de onunla paylaştığı birkaç söz, bir bakış ya da dokunuş, derin duygularının uykusundaki devi uyandırır ve iç dünyasını bir volkan gibi patlatır. Bu kadının hikayesi, içindeki çelişkilerle dolu, gizemli bir masala benzer. Dışarıdan soğuk ve uzak görünse de, aslında içinde bir okyanusun derinliklerinde dolaşan bir deniz kızıdır. Beklenmedik bir an, onun maskesini düşürür ve gerçek kimliğini ortaya çıkarır. Aşk, onun için sadece bir sözcük değil, aynı zamanda derin bir deneyim ve keşif yolculuğudur. Ve belki de, beklenmedik bir anda, beklenmedik birinden duyduğu sözler, onun dünyasını sonsuza kadar değiştirir. 🎨 İnsan sevmek için sebep arar mı? Karanlık odamın sessizliği, düşüncelerimin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkmama olanak tanıyor. Gözlerim odanın içine gömülü, yavaşça her bir köşeyi ve çatlakları keşfediyor. İçimdeki fırtınaların yankıları, duvarların sessizliğinde yankılanıyor, adeta ruhumun çalkantılı denizleriyle dans ediyorlar. Sevmek için neden aramamın, bir yıldızın gizemli cazibesine kapılmam kadar doğal olduğunu fark ediyorum. O, gökyüzünde parlayan bir yıldız gibi, varlığıyla beni cezbetmeye, büyülemeye devam ediyor. O'nun bakışlarında, sonsuz bir evrenin gizemli derinliklerini görebiliyorum, ruhumun derinliklerindeki yangınları körükleyen ateşi hissediyorum. Sevgi, bir nehir gibi akıp giden, engelleri aşan, kıyıları dolduran bir güçtür. Ona bir neden aramak, suyun akışını durdurmaya çalışmak gibidir; akışına izin vermek, onunla birlikte yol almak ise, gerçek anlamını bulmaktır. Benim için sevgi, sadece bir duygu değil, aynı zamanda bir keşif yolculuğudur. Onunla birlikte yeni ufuklara açılan, derinliklere dalan bir yolculuk. Bu düşünceler, içimde yankılanan bir şarkı gibi, ruhumu saran bir melodiye dönüşüyor. Karanlık odamın sessizliği, bu melodiye eşlik ediyor, her bir notayı yankılayarak sonsuzluğa doğru yayılıyor. Ve ben, içimdeki fırtınalara rağmen, sevginin aydınlık yolculuğunda yol almaya devam ediyorum. Kırmızı ışıklı fotoğraf serasının içinde, onun fotoğraflarının karşısında oturmuş, zamanın büküldüğü, gözlerimdeki yansımalardan başka bir şeyi görmeyen bir haldeyim. Fotoğraflar, sanki zamanı dondurmuş, o anın sonsuzluğuna gömülmüş gibi duruyorlar. Her kare, bir hikaye anlatıyor, bir anın güzelliğini ve derinliğini yansıtıyor. İlk görüşte onu sevdiğimi, aşık olduğumu düşünüyorum ve bu düşünce beni içsel bir yolculuğa çıkarıyor. Onun görüntüsü, zihnimin derinliklerinde yankılanan bir şarkı gibi, kalbimin ritmini hızlandırıyor, ruhumun derinliklerindeki ateşi körüklüyor. Belki de bu, ruhumun onu tanıdığı andan itibaren, ona doğru çekildiğini ve onunla birlikte olmak istediğini hissetmesinden kaynaklanıyor. Fotoğrafların arkasındaki anılar, geçmişin izlerini taşıyor ve beni geçmişte yaşadığımız anlara götürüyor. O anlar, kalbimin derinliklerine kazınmış, ruhumun bir parçası haline gelmiş. Onun gülüşü, bakışları, dokunuşları; her biri, ruhumu dolduran bir melodi gibi, içimi huzur ve mutlulukla dolduruyor. Kırmızı ışıklı fotoğraf serasının sessizliği, bu düşüncelerle dolu bir labirent gibi, ruhumun derinliklerine doğru bir yolculuğa davet ediyor. Her bir kare, beni geçmişin hatıralarına götürüyor, o anın güzelliğini ve derinliğini yeniden hissetmemi sağlıyor. Ve ben, bu fotoğrafların karşısında, sevginin ve aşkın derinliklerine dalmaya devam ediyorum. Fotoğraflarına bakarken hissettiğin özlem, zamanın ve mesafenin anlamını yitirdiği, sadece kalbinin sesini dinlediği anların bir yansıması gibi görünüyor. Belki de ayrılığın, ruhunun derinliklerindeki bir boşluğu açığa çıkardı ve onun varlığını daha da değerli kıldı. Ve şimdi, onunla iletişim kurma arzusu, içindeki duyguların ve özleminin bir ifadesi haline geliyor. Ayrılalı en fazla birkaç saat olmuş olabilir, ancak zamanın, duyguların yoğunluğunu ve derinliğini etkilemediğini gösteriyor. Zaman ve mesafe, gerçek bir bağın gücünü asla zayıflatamaz, aksine, onu daha da güçlendirir. Ve şimdi, onunla iletişim kurma isteği, kalbinin derinliklerinden gelen bir çağrı gibi, içindeki duyguların bir yansımasıdır. Ona bir mesaj atmak, belki de ruhunun derinliklerindeki boşluğu doldurmanın bir yoludur. Belki de onunla paylaşmak istediğin duyguları ifade etmenin bir yolu. Ve eğer uyuyorsa, sessizce rüyalarına dalmasına izin vermek, onun huzurunu ve mutluluğunu düşünmek, ona olan sevgini ve saygını göstermenin bir yoludur. Ve eğer uyumuyorsa, belki de sizin aranızdaki bağı güçlendirecek bir sohbet için uygun bir zamandır. Sonuçta, iletişim kurma arzusu, insan ruhunun derinliklerinde yatan bir ihtiyaçtır ve onunla bağ kurmak, kalbinin sesini duymanın bir yoludur. *** Papatya çayımın hafif kokusu odamı doldururken, çizimimin yanında Romeo ve Juliet'in eski sayfaları arasında kaybolmuştum. Kitabın her bir satırı, beni duygusal bir yolculuğa çıkarıyordu; aşkın, tutkunun ve trajedinin derinliklerine doğru. Tam o an, telefonumun titreyen ekranıyla irkildim. O saatte kimin beni arayacağı ya da mesaj göndereceği hiç aklıma gelmemişti. Ancak Toprak'ın ismini görünce, kalbim hızla atmaya başladı. Kafeden ayrılırken numaralarımızı paylaşmıştık, ama ondan gelecek bir mesajı beklememiştim. Telefonumu açtığımda, içimde karmaşık duygular yükseliyordu. Mesajı okumak istiyordum, ama bir yandan da kafamda binlerce soru dönüyordu. Ne yazmış olabilirdi? Ne düşünüyordu şu anda? Ve en önemlisi, ne hissediyordu? Kafamda dönüp duran düşünceler arasında, içimdeki ses beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Basit bir selamlaşma ile yetinmem gerektiğini, her şeyin zamanla netleşeceğini söylüyordu. Ancak kalbim, bu belirsizlikle baş etmekte zorlanıyordu. Sonunda, telefonu elime aldım ve mesajı açtım, içimdeki heyecanı bastırmaya çalışarak... Mesajı açmadan önce içimde bir heyecan dalgası vardı. Belki de Toprak'ın mesajı, içimdeki sakinliği bozacaktı. Belki de beklediğimden daha fazlasını içeriyordu. Bu düşünceler arasında gidip gelirken, sonunda mesajı açtım ve Toprak'ın samimi sözlerini okudum. Sıcacık bir "Merhaba" ile karşılandım. Mesajında, günümün nasıl geçtiğini sormuş ve kısacık bir sohbet başlatmıştı. O an, içimde bir huzur dalgası yayıldı. Belki de her şeyin bu kadar karmaşık olmasına gerek yoktu. Belki de basit bir selamlaşma ile başlamak, her şeyin daha doğal ve akıcı bir şekilde ilerlemesini sağlayacaktı. Toprak'ın mesajıyla birlikte, içimdeki belirsizlik bulutları dağıldı. Bir anda, onunla olan ilişkimizin ne kadar güzel bir şekilde gelişeceğine dair bir umut ışığı doğdu içimde. Belki de, bu küçük adım, önümüzdeki günlerde birbirimize daha da yaklaşmamızı sağlayacaktı. Mesajıma cevap verirken, içimdeki heyecanla dolu satırları dikkatle seçtim. Her kelimeyi özenle seçerek, içimden gelen samimiyeti ve ilgiyi yansıtmaya çalıştım. Ve belki de, bu mesajla birlikte, Toprak'la olan ilişkimizin başlangıcına tanıklık ediyorduk. Toprak: Merhaba, güzellik. Uyuyor musun? Mila: Hayır, bu saatte uyumayı tercih etmiyorum. Toprak: Peki, ne yapıyorsun? Mila: Kitap okuyorum. Toprak: Neden? Mila: Hiç. Sadece merak ettim. Toprak: Peki, ne okuyorsun? Mila: Romeo ve Juliet. Toprak: Aa, gerçekten mi? Mila: Evet, gerçekten. Toprak: Çok güzel ve anlamlı bir kitap değil mi? Mila: Evet, öyle. Tragedya türünde çok romantik ve duygusal bir kitap. Daha önce defalarca okumuş olsam da yıl içinde en az üç kez okuyorum. Toprak: İlginç. Toprak: Yıl içinde en az üç kez okuyorsun? Mila: Evet, öyle. Ne oldu? Toprak: Hiç. Sadece, düşündüm de, bu kadar çok Romeo ve Juliet okuyorsan aşka inanıyor olmalısın. Değil mi? Mila, Toprak'ın bu yorumu karşısında bir an duraksadı. Sonra klavyeye dokundu ve cevapladı. Mila: Aslında ben aşka inanmam. Toprak: Aaa! Gerçekten mi? Toprak: Ben senin aşka inandığını düşünüyordum. Mila, bu cümlenin ardından bir süre sessiz kaldı. Sonra, Toprak'a bir yanıt daha gönderdi. Mila: Hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm Toprak ama ben aşka inanmıyorum. Toprak: Neden inanmadığını sorabilir miyim? Toprak: Birisi mi seni aşktan soğuttu. Mila bu kez derin bir nefes aldı. Düşünceli bir şekilde, bir sonraki mesajını yazdı. Mila: Bu konuyu sonra konuşsak olur mu Toprak? Benim biraz uykum geldi. Mila: Gidip uyku öncesi biraz kitap okuyup yatayım. Mila: İyi geceler. Mila, telefonunu sessize aldı ve kütüphanesindeki rahat koltuğa uzandı. Gözleri kapanırken, Toprak'ın son mesajına gülümsedi. Toprak: Nasıl istersen Pamuk Şeker. İyi geceler, tatlı rüyalar. Toprak Kılıç'ın mesajlarına cevap verirken, içimde karmaşık duygular birbirine karışmıştı. Onunla olan bu diyalog, beni hem mutlu etmiş hem de biraz düşündürmüştü. Toprak'ın samimi soruları ve ilgisi karşısında, içimde bir sıcaklık hissediyordum. Toprak'ın "Romeo ve Juliet" hakkındaki yorumları beni şaşırtmıştı. Onun bu kitaba olan ilgisi ve okumalarını sık sık tekrarlaması, biraz da merak uyandırmıştı. Belki de Toprak'ın bu ilgisi, romantizme ve duygusallığa olan inancını yansıtıyordu. Ancak, Toprak'ın aşka olan inancı hakkındaki yorumları beni biraz düşündürmüştü. Onun benim aşka inandığımı düşünmesi, bir anlamda beni şaşırtmıştı. Ama benim aşka olan inancımın olmadığını ve bu konuda kararlı olduğumu Toprak'a iletmek istedim. Toprak'ın "Pamuk Şeker" diye hitap etmesi beni gülümsetmişti. Onun bu tatlı jesti, içimde bir sıcaklık hissettirmişti. Belki de, Toprak'la olan ilişkimizde bu tür tatlı ve samimi anların daha da artacağını düşünmek beni mutlu ediyordu. Sonunda, Toprak'ın "İyi geceler, tatlı rüyalar." mesajıyla, günü sonlandırdım. Onun bu nazik sözleriyle, içimde bir huzur ve mutluluk hissettim. Belki de, bu küçük diyaloglar, aramızdaki bağın daha da güçlenmesine ve ilişkimizin ilerlemesine katkı sağlayacaktı. *** Mila ile olan sohbetimiz keyifli ilerliyordu, ta ki aşk konusu açılana kadar. Mila'nın tavrı, bu konunun onu rahatsız ettiğini belli ediyordu. Uykusunun geldiğini belirtmesi, konunun kapatılması gerektiğini ima ediyordu. Belki de bu konuyla ilgili bir şeyler yaşamış veya düşünmüş olabilir, ama bu tam olarak belli değildi. Ne olursa olsun, onu rahatsız etmek istemiyordum. Eğer bu konu onu gerçekten rahatsız ediyorsa, üzerine gitmek doğru olmazdı. Bu yüzden, konuyu uzatmadan ve Mila'nın rahatlamasına izin vermek için sohbeti başka bir yöne çevirdim. Her ne kadar merak etsem de, onun sınırlarına saygı duymak ve onun rahatlığını sağlamak önemliydi. Sonuçta, bu ilişkinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için, karşılıklı olarak birbirimize destek olmalıydık. Ah, güzel kız, ah! İçimde bir çalkantı, bir karmaşa var, hissetmiyor musun? Biz de mi, senin her yıl okumadan duramadığın kitaptaki aşıklar gibi olacağız? Belki de o hikayelerin içinde yaşananların bir benzerini biz de yaşayacak, o romantik dünyada yol alacak, birbirimize sıkı sıkıya sarılacaktık. Gözlerindeki ışık, sanki içimdeki karanlığı dağıtan bir güneş gibiydi. Gülüşlerin, en hüzünlü anlarıma bile umut ışığı getiriyordu. Ama korkarım ki, bizim aşkımız da onlar gibi hüsranla bitecek mi? Daha başlamadan mı sona erecek hikayemiz? Ah, güzel kız, ah! Korkuyor musun sen de aşktan, yoksa inanmıyor musun aşkın iyileştirici gücüne? Halbuki, Romeo ve Juliet'in birbirleri için düşündükleri gibi, sen de benim gecemi aydınlatan ışıktın. Gözlerindeki parıltı, karanlık gecelerime umut saçıyordu. Dudaklarından dökülen her kelime, yıldızlar kadar parlak ve beni büyüleyici bir şekilde etkiliyordu. Gülüşlerin, en karanlık anlarımda bile içimi ısıtan bir güneş gibi parlıyordu. Seninle olan her an, bir masalın içinden fırlamış gibi gerçeküstüydü. Bizim hikayemiz, Romeo ve Juliet'in hikayesi gibi bir trajedi mi olacak, yoksa ebedi bir aşkın temelini mi oluşturacak? Bu gece, yıldızların altında, seninle birlikte olmak istiyorum ve sonsuza kadar sürmesini umduğumuz bir aşkın başlangıcını kutlamak istiyorum. Gözlerindeki ışıklar, kalbimi ısıtan güneşten farksızdı. O parlaklık, karanlık düşüncelerimden uzaklaştırırken içimi aydınlatıyordu. Gözlerin, bir deniz gibi derin ve gizemliydi; içine baktığımda kendimi sonsuz bir serüvenin içinde buluyordum. Her bir bakışın, bir hikaye anlatıyordu ve ben o hikayelerde kaybolmak istiyordum. Gözlerindeki o ışık, içimi bir umut ve heyecan dalgasıyla dolduruyor, beni yeniden doğmuş gibi hissettiriyordu. Senin varlığın, beni adeta büyülüyordu; dünyanın gri tonları, senin etrafında renkleniyor ve her şey daha canlı, daha anlamlı bir hal alıyordu. Gözlerindeki bu ışıltı, beni sadece kendime değil, aynı zamanda tüm evrene bağlı hissettiriyordu. O ışık, sevgi, umut ve yaşamın ta kendisiydi ve seninle birlikte olmak, bu ışığın içinde kaybolmak demekti. Gülüşlerin, dinlediğim en güzel şarkının melodisiydi. Her bir gülüşün, ruhumu müziğin eşsiz nağmeleriyle dolduruyor ve içimi bir coşkuyla dolduruyordu. Her bir kıkırdaman, bir nota gibi ruhuma dokunuyor ve içimdeki her hücreyi dansa davet ediyordu. Senin gülüşlerin, hayatın ne kadar güzel ve değerli olduğunu hatırlatıyordu; her bir kahkahada, bir kutlama, bir zafer vardı. Gülüşlerin, dünyanın tüm kötülüklerini unutturuyor ve bana yeniden umut veriyordu. Onları görmek, içimi bir neşe ve mutluluk dalgasıyla dolduruyor ve her şeyin mümkün olduğuna inanmamı sağlıyordu. Senin gülüşlerin, bir çiçeğin tomurcuklanması gibi, baharın gelişini müjdeler gibiydi. Onları görmek, hayatımı renklendiriyor ve beni sonsuz bir mutluluğa sürüklüyordu. Gözlerindeki ışık gibi, gülüşlerin de benim için bir hazineydi ve seninle paylaştığımız her anı, bu müzikal neşeyle dolu bir şenlik haline getiriyordu. Bizim aşkımız da mı onlar gibi hüsranla bitecek Mila? Bu soru, içimde bir fırtına gibi kıpırdanıyor, kalbimde derin bir acı bırakıyor. Bir yanımda umutlar yeşerirken diğer yanımda karanlık bulutlar toplanıyor. Romeo ve Juliet'in trajik sonu, aşkın ne kadar güçlü olursa olsun, kaderin ve dış etkenlerin karşısında ne kadar çaresiz olduğunu bize hatırlatıyor. Bu soru, geleceğe dair belirsizliklerle dolu bir yolculuğa çıkmış hissettiriyor. Belki de bizim hikayemiz, trajik bir sonla bitecek ve yüreklerimizi darmadağın edecek. Belki de aşkımız, acı dolu bir hüsranın pençesinde son bulacak. Ama bir yandan da, içimde bir umut ışığı parlıyor. Belki de biz, bu karanlık öykünün sonunu değiştirebiliriz. Belki de bizim aşkımız, zorluklara ve engellere rağmen zaferle sonuçlanacak. Bu soru, içimde bir karmaşa yaratıyor. Korku, umut, acı ve heyecan birbirine karışıyor. Ama en önemlisi, bu soru bana aşkın ne kadar karmaşık ve çelişkili bir duygu olduğunu hatırlatıyor. Daha başlamadan mı sona erecek hikayemiz? Bu soru, içimde derin bir hüzün ve belirsizlik yaratıyor. İki yabancının arasında doğan bu tuhaf ve büyülü bağın ne getireceğini kestiremiyorum. Belki de kader, bizi bir araya getirdiği gibi birbirimizden ayıracak. Belki de yaşamın acımasız döngüsü, bizi aşkın kollarından alıp yalnızlığa terk edecek. Gözlerimde biriktirdiğim umutlar, bu sorunun cevabını ararken birer birer solmaya başlıyor. Geleceğimiz, bir yelkenlinin rotası gibi belirsiz ve değişken. Her an her şey olabilir. Bu belirsizlik, içimde bir çırpıda hüznü ve heyecanı bir araya getiriyor. Ama yine de, umutsuzluğun karanlığına kapılmak istemiyorum. Belki de bu hikaye, başlamadan sona ermeyecek. Belki de biz, birlikte yazdığımız bu öyküde sonsuza dek var olacağız. Ancak zaman ve kader, gerçek hikayemizin sonunu belirleyecek. Evrenin sonsuz bir çerçevesi varmış gibi, içimde de sonsuz bir korku ve umut arasında sıkışıp kalmış gibiyim. Korkuyorum, çünkü aşkın getirdiği acıları, hüsranları ve yıkımları çok iyi biliyorum. Onunla birlikte gelen mutluluklar kadar, derin yaralar da beraberinde gelebilir. Ama aynı zamanda, bu korkuya rağmen, kalbimde umut da yeşeriyor. Belki de aşk, tüm karanlıklara rağmen bize ışık tutacak, bizi iyileştirecek, büyütecek ve dönüştürecektir. Belki de bu sefer farklı olacak, belki de bizi sonsuza dek saracak bir sevgi bulacağız. Aşkın derin sırlarını keşfetmeye cesaretim var, ama yine de içimdeki korkular, bu macerada beni geri çekiyor. Her ne olursa olsun, cesaretimi toplamak ve kalbimi açmak için zaman gerekiyor. Aşkın iyileştirici gücüne inanmak, bir çiçeğin karanlık topraktan filizlenmesi kadar mucizevi bir inanç gerektiriyor. Her ne kadar yaralarımızı iyileştirebilecek bir güç olarak lanse edilse de, kalbimizin derinliklerindeki kırılganlıklarla başa çıkmak için ne kadar etkili olabilir, gerçekten bilemiyorum. Aşk, bazen tüm zayıflıklarımızı ortaya çıkarırken, bazen de bizi yeniden inşa edebilecek bir güç olabilir. Ancak yine de, bu gücün gerçekliğine olan inancımızı korumak zor olabilir. Belki de bu yüzden, aşkın iyileştirici gücüne karşı olan kuşkularımız, içimizdeki yaraların iyileşmesine engel oluyor. Ancak umut etmek, belki de en karanlık zamanlarda bile kalbimizi aydınlatabilecek bir ışık olabilir. Bu yüzden, belki de bir gün, aşkın gerçek iyileştirici gücünü keşfetmek için cesaretimizi toplayabiliriz. Aşk, varoluşumuzun en derin köşelerine sızan bir nüve gibidir. Kırık kalplerimizi onarır, yıpranmış ruhlarımızı yeniden canlandırır ve hayatın içindeki en zorlu sınavlara karşı bir kalkan gibi bizi korur. Aşk, sadece romantik bir duygu değil, aynı zamanda insanlığın en kutsal bağlarından biridir. İnsanları bir araya getirir, dostlukları güçlendirir ve sevgi dolu bir atmosfer yaratır. Beislerin gölgesinde unutulmuş ruhlarımızı, aşkın ışığıyla aydınlatır ve yeniden hayata döndürür. O, umutsuzluğun karşısında bir ışık gibidir, yolumuzu aydınlatır ve bizi ileriye taşır. Her zorluğun üstesinden gelmemizi sağlayan ve içimizdeki gücü serbest bırakan aşk, yaşamın anlamını keşfetmemize yardımcı olur. Aşk, yaraları iyileştirir, Gönülleri huzura erdirir. Beislerin gölgesinde kalanları, Sevgiyle, ışıkla aydınlatır. Meyus ruhları canlandırır, Umudu yeniden filizlendirir. En derin acıları, sancıları, Sevginin dokunuşu dindirir. Aşk, yürekleri birleştirir, Dostlukları güçlendirir. Gözlerindeki parıltı, Geceleri bile aydınlatır. İyileşmek için sevgiye ihtiyaç duyan, Her yürek, her ruh, her can, Aşkla dolu bir dünya inşa eder, Ve umudu sonsuza dek yeşertir. *** Gece yarısı yatağımda dönüp dururken, zihnimdeki düşünceler dönüp duruyordu. Her yerde, her düşüncede Toprak'ın adını arıyordum. Ve o üç basamaklı, güçlü ve derin duyguyu ifade eden "aşk" kelimesi... İşte o kelime, sanki her köşede beni bekliyordu. Korkutmak yerine, beni sarmalayan bir hisle doluydu. Uykusuzluğum, düşüncelerimin yoğunluğuyla daha da artıyordu. Aşk, bu kadar derin hisler uyandırabilir miydi? Her geçen an, bu soruya biraz daha yaklaşıyordum. Gecenin sessizliği içinde, yıldızlar bile gizemini koruyordu. Düşüncelerim, çıkmaz sokaklarda kaybolmuş gibiydi. Neden aşık oluyordum? Bu sorunun cevabını aramak, sonsuz bir labirentin içinde dolaşmak gibiydi. Her bir köşe, her bir dönemeç, daha fazla sorgulamama sebep oluyordu. Belki de aşk, var olması için bir neden aramazdı; belki de sadece, içimizde var olan bir hissiyatın doğal bir yansımasıydı. Ancak bu düşünce, zihnimde daha da karmaşık bir düğüme dönüşüyordu. Her neyse, bu gizemin içinde kaybolmaya devam ederken, kalbimin gizemli ritmi, belki de cevabı kendi dilinde sunacaktı. Geçmişte yaşadığım acılar ve hayal kırıklıkları, beni durağanlığa ve korkuya mahkum etmişti. Her adımımı, her kararımı, geçmişteki izlerin gölgesinde attım. Bu uçsuz bucaksız kara deliğin içine düşmek, bir deneme, bir çırpınma, belki de bir kaçış olabilir. Geçmişin acıları ve hayal kırıklıkları, bu deliğin kenarında sinsi bir şekilde bekler, karanlıkta yankılanır. Ancak belki de bu sefer farklı olabilir. Belki de bu sefer, bu karanlık deliğin içinde kaybolmak yerine, güçlenmek, büyümek ve yeniden doğmak için bir fırsat olabilir. Belki de bu sefer, korkularla yüzleşmek, cesaret bulmak ve kendini keşfetmek için bir adım olabilir. Belki de bu sefer, içindeki gücü bulmak ve hayatın getirdiği her zorluğa meydan okumak için bir fırsat olabilir. Belki de bu sefer, karanlıkla dans etmek ve içindeki ışığı keşfetmek için bir davet olabilir. Ve belki de bu sefer, karanlıkla değil, içindeki ışıkla birlikte parlamak için bir şans olabilir. Aşkın verdiği acıların yarattığı izler, kırılmış kalplerin sessiz çığlıklarıyla dolu bir geçmişe sahiptim. Her seferinde, duygularımı en derinde hissettiğim anlarda, hayal kırıklığına uğramıştım. Her seferinde, aşkın ılık kollarına bıraktığımda, yalnızlıkla yüzleşmiştim. Her seferinde, umutlarımı yükselttiğimde, hayal kırıklıklarıyla yüzleşmek zorunda kalmıştım. Bu yüzden aşktan değil, yeniden kırılmaktan, yeniden yalnız kalmaktan, yeniden acı çekmekten korkuyordum. Geçmişin gölgesinde, geleceğe dair belirsizliklerle dolu bir karanlık vardı. Ama belki de bu sefer farklı olabilirdi. Belki de bu sefer, geçmişin zincirlerinden kurtulup, kendimi özgür bırakabilirdim. Belki de bu sefer, yeniden aşkın şifasına inanabilirdim. Belki de bu sefer, korkularımla yüzleşip, içimdeki gücü bulabilirdim. Belki de bu sefer, hayatın bana getirdiği her zorluğu, bir fırsata dönüştürebilirdim. Belki de bu sefer, cesaretimi toplayıp, yeniden sevmeye cesaret edebilirdim. Belki de bu sefer, aşkın iyileştirici gücüne inanarak, kendimi yeniden keşfedebilirdim. Belki de bu sefer, korkularımı bir kenara bırakıp, aşkın ışığında parlayabilirdim. Belki de bu sefer, karanlıkla değil, aşkla birlikte yeniden doğabilirdim. Aşk iyileştirir Mila. Aşk, yaraları iyileştiren bir merhem gibidir, ruhun derinliklerine nüfuz eder ve kırık kalpleri bütünleştirir. Onun gücü, en karanlık anlarda bile ışık saçar, umudu yeşertir ve yeniden doğuşun habercisidir. İçimizdeki karanlığı aydınlatır, içsel savaşlarımızı sona erdirir ve bizi bütünleştirir. Aşk, yıkımın ardından gelen yeniden inşa sürecinin bir parçasıdır; zihnimizin en kuytu köşelerinde bile umut fidanlarını filizlendirir. İşte bu yüzden, aşkın iyileştirici gücüne inanmalı ve onun bizi tüm zorlukların üstesinden getireceğine güvenmeliyiz. Aşk, sadece duygusal bir bağ değil, aynı zamanda hayatın anlamını yeniden keşfettiğimiz bir yolculuktur. O, bizi derin bir anlamla doldurur, bize sevgiyle dolu bir yaşamın kapılarını aralar ve bizi bambaşka bir gerçekliğin içine çeker. Aşk, varoluşumuzun temel taşıdır ve bizi gerçek benliğimize doğru yönlendirir. O, bizi kendimize, başkalarına ve evrene bağlayan bir bağdır ve bizi sonsuz bir sevgiyle sarar. Aşk, yaşamın kendisidir ve onun varlığı, bizim varlığımızın anlamını yeniden keşfetmemize yardımcı olur. Bir aşk hikayesiyle, başka bir aşk hikayesi başlayabilir miydi? Ya da her aşk hikayesi, bir öncekinden farklı mıydı? Belki de bilinmeyen, arayıp durduğumuz gerçekti. Acaba aşk, yalnızca bir ilüzyon muydu, yoksa gerçekten de ruhumuza derin bir dokunuş mu yapıyordu? Sorular, karanlık odamın içinde yankılanıyordu, ama cevapları bulamıyordum. Belki de aşk, sadece kendi içimizde bir yansımaydı, kendi arayışlarımızın bir yansıması. Ya da belki de gerçekten de iyileştirici bir güce sahipti, fakat benim korkularım, endişelerim ve belirsizliklerim, bu gerçeği görmeme engel oluyordu. Gece boyunca bu düşünceler, zihnimin en karanlık köşelerinde dolaşıp durdu, beni uykusuz bırakarak kendi iç dünyamda dönüp durmama neden oldu. Belki de aşk, sadece içimizde yankılanan bir ses, kendi arayışlarımızın bir yansımasıydı. Ya da belki de gerçekten de iyileştirici bir güce sahipti, ancak benim korkularım ve belirsizliklerim, bu gerçeği görmeme engel oluyordu.Gece boyunca, zihnimin karanlık köşelerinde dolaşan bu düşünceler, beni uykusuz bırakarak kendi iç dünyamda dönüp durmama neden oldu. Her biri, aşkın derinliklerinde kaybolmuş bir gezgin gibi, kendi yolunu arıyordu.
|
0% |