@siirriiuussxx
|
İlk bölüm ile sizlerleyiz. 🥰
Lafı çok uzatmadan sizi bölüme alıyorum.
Yorumları ✨ ve 🌘 ile doldurmayı unutmayalım siriuslarım.
Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayalım. Hepsi benim için çok değerli. 💗
Keyifli okumalar. ✨
---
Her şeyi aşk sanıp kendimi kandırdım, Sonsuz bir yalana sarılıp durdum. Acı çekmek değil miydi aşkın adı? Kanatıp gitmek, ardında izler bırakıp.
Kırık kalbimle dans ederken yalnızlık, Yüzüme vurdu gerçeği, soğuk bir rüzgar gibi. Her şeyi sorguladım, anlamadım nedeni, Aşk dediğimiz şeyde, kaybettikçe büyüyen bir hüsran mı?
İnanmıştım her sözüne, her dokunuşuna, Oysa kandırmıştı beni, baştan aşağıya. Avukat kimliğim, sadece bir kozdu onun elinde, Sevgi dediği şey, sadece bir sahte güldü.
Şimdi yüzleşiyorum gerçekle, gözlerim açık, Aşk değilmiş, sadece bir oyunmuş, aldatıcı bir tuzak. Bir günahkâr gibi dans ederken yalnızlıkla, Anladım ki acı, acıdır, değişmez hiçbir şey aşkla.
---
O , doğumdu. Kendini koruyucu melek sanardı.
O , ölümdü. Seni ,sunağındaki adak yapar
O , yalandı. Ateşle oynar seni heba ederdi.
İkiye On Kala Koptu İçim Düşüyorum
Lvbel C5, Güneş - NKBİ & YAPAMAM remix
Aşk taşıdığı acıları sancıyla tatlı yapar , der Shakespeare. Ancak Shakespeare'ın dediği gibi, aşkın içindeki acılar sancıyla tatlı hale gelmez; çünkü acı, asla tatlıya dönüşmez. Aşk, bazen gülüşle, bazen gözyaşıyla yüklü bir serüven olsa da, içindeki acılarla tatlandırılmaz. Aşk, bazen bizi yaralar, bazen iyileştirir, ama sancılarının tatlı olacağını iddia etmek, gerçekliğe aykırıdır. Aşkın gücü, acılarına rağmen varlığını sürdürebilmesinde yatar; ancak bu, onları tatlı hale getirmez. Aşk, kendi çelişkileriyle ve kırılganlıklarıyla, insanı derinden etkileyen, ama aynı zamanda büyüleyen bir deneyimdir. Belki de aşkın gerçek tadı, acıların tamamen yok olmadığı, ama onlara rağmen sevginin ayakta kalabildiği bir denge noktasında yatar.
Aşk, içindeki çelişkilerle doludur; bazen güçlendirirken bazen zayıflatır, bazen sevinciyle dolarken bazen hüznüyle boğar insanı. Ancak, acıları sancıyla tatlı hale getirme iddiası, aşkın karmaşıklığını basitleştirir. Gerçek aşk, acılarıyla beraber kabul edilir ve hatta bazen onlardan beslenir. İki insan arasındaki derin bağın, yaşanan zorluklarla şekillendiği bir gerçektir. Aşk, bazen çatışmalarla, bazen fedakarlıklarla dolu bir yolculuktur, ancak bu zorluklar, aşkın gerçek değerini anlamamıza ve bağların daha da güçlenmesine yardımcı olur. Aşkın içindeki acılar, sancıyla tatlı olmaz; ancak onlarla birlikte yaşanıp, aşıldığında, aşkın tadı daha da derinleşir.
Yapılan her kötü şey, çekilen her ıstırap; aşk adı verilen üç harfli kelimeyle asla yumuşamaz. Acı, kötü ve çığlık; hepsi kendi gerçeğiyle var olur, hiçbir şekilde değiştirilemez. İşte benim nişanlım da öyleydi.
O, her eylemini aşkından yaptığını iddia ederdi. Ancak ben, gerçeği biliyordum. Aşk, sadece bir kılıfın altında saklanan yalanların arasında kayboluyordu. Onun asıl motivasyonu, kendi çıkarlarını korumaktı. Ben, avukat kimliğimle tanınan Mila Çevik olarak, bu gerçeği biliyordum ve sessizce kabul ediyordum.
Girdiği her mahkemeyi kazanan ünlü bir avukattım, ama kendi hayatımın mahkemesinde bile zafer kazanamamıştım. Nişanlımdan başka bir şey istememiştim, çünkü onunla, en azından mesleğimizdeki gibi bir zafer elde etmiştim. Ancak gerçek şu ki, her zaferin arkasında bir acı yatıyordu.
Ve şimdi, bu gerçeği yüzüme vurmanın zamanı gelmişti. Artık aşkın, yalanların arasında kaybolan bir masal olmadığını, gerçek acılarla ve çığlıklarla dolu olduğunu bilmem gerekiyordu.
Sırf mesleğimden dolayı beni istediğini biliyordum. Sadece anlamadığım tek bir nokta vardı. Neden ağır ceza hakimi gibi daha yüksek rütbeli mesleğe sahip kişiler dururken benim gibi rütbesi küçük bir avukatı seçmişti?
Kabul ediyorum, işimde oldukça iyiyim. Tek bir davayı bile kaybetmedim. Ancak onun çıkarına olacak bir durum da söz konusu değildi.
Dayanamayıp bugün ona neden beni seçtiğini soracaktım. Hatta şimdi , kahvaltıda sormaya karar verdim.
''Erel!'' Boğazımın düğümlenmesiyle sözlerim takıldı. Ama bu bile onun dikkatini çekmeye yetti. Başını kaldırmadan, ela gözleriyle beni delip geçiyordu, sanki içimdeki sırları okuyacak gibiydi.
''İyi misin çileğim? Hastaneye gitmek ister misin?'' Ah, o kadar açıktı ki rol yaptığı, yüzümü ekşitmek için kendimi zor tutuyordum.
''Hayır, gerek yok. Ben iyiyim.''
''Emin misin? İyi görünmüyorsun?'' Yalan. Oldukça iyiydim ve bunu o da biliyordu.
''İyiyim sevgilim.'' Yüzümdeki sahte gülümsemeyle konuştum. ''Aslında sana bir şey sormak istiyorum.'' Sözlerimde duraksadım ve tepkisini gözlemlemeye başladım.
Ağzına aldığı lokmayı zorla yutarken, sol eliyle kahve kupasını sessizce tuttu ve bir yudum aldı. Sonra kupayı masaya koyup geriye yaslandı, gözleri beni delip geçerken yüzünde ciddi bir ifadeyle beni süzdü.
''Aslında bu sorunun cevabını uzun zamandır merak ediyorum,'' dedim, yerimde huzursuzca kıpırdanırken, o da kaşını hafifçe çatarak biraz daha ciddileşti ve gözlerini benden ayırmadı. Şakaklarından ince ince akan ter damlaları, belki de benimle aynı duyguları paylaşıp paylaşmadığını düşündürdü.
''Seni dinliyorum Mila,'' dedi, sesinde garip bir ton vardı. Bu, beni biraz germiş olsa da artık geri dönüş yoktu. Yola girmiştik ve devam etmek dışında bir seçeneğimiz yoktu.
''Neden ben?'' Derin bir nefes aldım ve düşünmeden bu iki kelimenin dudaklarımdan dökülmesine izin verdim.
''Anlamadım?'' Kaşlarını çattı ve duruşunu daha da dikleştirdi.
''Neden beni seçtin Erel? Senin sevgini hak edecek ne yaptım?''
''Ah! Benim çilek kızım. Biricik avukatım. Kendini çok hafife alıyorsun,'' diye yanıtladı. Ellerini masaya koydu ve bana doğru eğildi. ''Hiç beklemediğim bir anda burnuma dokunan parmağınla şaşkına dönmüş halde sana baktım. 'Aşk böceğisin sen Mila. Benim uğur böceğimsin.''' Bir elini masadan çekip bana uzattı, parmağıyla burnumun ucuna hafifçe dokundu.
Bu cevap benim beklediğim değildi, ancak şaşırtıcı bir şekilde içimi huzurla doldurdu. Nasıl olur da kalbimi tatmin eden bir cevap, aynı zamanda içimi rahatsız edebilir? Erel'in oyunlarına bir kez daha kurban gitmiştim. Sözleriyle, sanki bir sihirbaz gibi, zihnimin kuytu köşelerine girip istediği gibi oynuyordu. Her kelimesi, beni kendine çeken bir melodiydi, ancak aynı zamanda gerçekliğin derinliklerine batan bir hançerdi.
Bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordum, ama ne olduğunu bilmiyordum. Erel'in sözlerinin ardında gizlediği gerçek neydi? Zihnimi kemiren bu soru, içimde acı bir yara gibi kabarmıştı.
Boş bakışlarla, hazırladığım kahvaltıyı izlerken, Erel'in dudakları benimkilerle buluştuğunda gerçekliğe döndüm. Dudaklarındaki sıcaklık, bedenimi sararken, içimdeki buzları bile eritiyordu. Ancak bu sıcaklık, kalbimdeki şüpheyi gizlemeye yetmiyordu.
''Bebeğim, gerçekten iyisin, değil mi?'' diye sordu, endişeli bir bakışla.
Kendimde olmadığım için cevap vermedim. Bu, onu yüzeysel bir endişeyle donatmış olmalıydı.
''Evet, iyiyim, yakışıklı sevgilim,'' dedim, kalkıp karşısına dikilirken. Elim, yavaşça yakasına doğru ilerledi, bakışlarımızın kesiştiği anı yakalamak için. Birkaç saniye daha gözlerinde kayboldum ve sonra onu öpmek için eğildim.
Tanrım!
Son zamanlarda, onunla öpüşmek bile tuhaf bir his yaratıyordu midemde. Ancak bunu ona belli etmek istemiyordum. Bu, içimdeki belirsizlikleri daha da körükleyecekti.
''Ben çıkıyorum, sevgilim. Bugün geç gelebilirim, beni beklemeyin.''
''Anladım, yakışıklım. Ben de bugün ofiste işlerimle ilgilenirim.''
''Kolay gelsin, çilek kızım,'' dedi, burnuma küçük bir öpücük kondurarak gitti. Derin bir oh çektim. En azından bugün biraz daha fazla özgür olacaktım.
Her zaman yaptığım gibi, bugün de çalma listemdeki şarkılardan birini açtım.
Şansıma Lvbel C5, Güneş - NKBİ & YAPAMAM remix şarkısı çıkmıştı.
Bu şarkı olduğum durumu çok güzel anlatıyordu. Gerçekleri tekrar yüzüme vuruyordu.
Ne ki benden istediğin? Yapamam, yapamam. Ruhum acı çeker bedene sıkışarak Bana sormadın isteğimi
BBana ne istediğimi sormamıştı; sırf kendi isteklerini tatmin etmek için beni zorla ikna etmiş ve ruhumu acı içinde bırakmıştı. O'nun umurunda olmadığını biliyordum, belki de olmasını istemiyordum. Ancak bu gerçek, yine de içimi sızlatıyordu.
Biri tarafından sevilmek nasıl bir duygu olurdu, merak ediyordum. Birinin, senin onu sevdiğin kadar seni sevmesi ne hissettirirdi, hiç bilmiyordum. Erel'in sözleriyle dans eden dudakları, bir zamanlar kalbimi coştururken şimdi sadece karanlık bir labirentin içinde kaybolmuş hissettiriyordu. Onunla geçirdiğim her an, içimdeki boşluğu daha da derinleştiriyordu.
Gözlerim, pencereden dışarıya doğru uzanırken, ruhum bir okyanusun derinliklerinde yalnızca yüzeyde geziniyordu. Bilinmeyen bir kıyıya sürüklenmek istiyordum, ancak zincirlerim Erel'in dokunuşlarında sıkıca bağlıydı.
Bir soluk alıp, düşüncelerim gökyüzüne yükseldi, sonsuzluğa doğru yol aldı. Belki de orada, kendi benliğimin derinliklerinde, gerçek sevginin ışığını bulabilirdim. Belki de bir gün, karanlık bulutların arasından parlayan bir yıldız gibi, gerçek aşkın berrak ışığını görebilirdim.
Ve yine de, bu ağır yükü taşıyan kalbim, umutsuzca Erel'in sözlerinin arkasındaki gerçeği arıyordu. Belki de bir gün, bu arayış sona erecek ve kaybolmuş ruhum, sevginin gerçek anlamını keşfedecekti.
Sözün hep tuzak, düşmemeliyim
Her sözü bir tuzaktı, Erel'in dudaklarından dökülen her kelime bile bir tuzaktı. İçten gelen samimiyetin maskesi altında saklanan gerçekler, ruhumu yaralayan hançerlerdi.
Erel'in sesi, bir zamanlar melodik bir şarkı gibi duyulurken, şimdi adeta karanlık bir ormanın yankısıydı. Her bir sözcük, kulağımda yankılanan bir hayaletin fısıltısı gibi, gerçeği örtbas etmeye çalışıyordu.
Gözlerim, onun bakışlarından kaçmak istiyordu; çünkü onların derinliklerindeki gizli niyetler, karanlık bir labirentin içinde kaybolmuştu. Ancak kaçış yoktu, çünkü her bir bakış, beni daha da içine çekiyordu.
Erel'in sözleri, sanki yalnızca yüzeyin altında yatan buzdağının görünen kısmıydı. Gerçeklerin derinliklerinde, karmaşık bir ağ örülmüştü ve ben, bu ağın içinde sıkışmış gibi hissediyordum.
Ve her defasında, o tuzaklara düşmemek için direniyordum. Ancak her defasında, Erel'in kelimeleri beni aldatıyor, içimi kanatan yalanlarla dolu bir dünyanın içine çekiyordu.
Düşmemeliyim, düşmemeliyim
Belki de çoktan düşmüş, kapılmışımdır o karanlık girdaba. O, her anlamda bir girdap gibi, içine düşenleri derinlere çeken, karanlık ve umutsuzluğun hüküm sürdüğü bir çukurdu. Ruhumun derinliklerinde, çırpınan bir denizkızı gibi hissediyordum kendimi, her çırpınışımda daha da derinlere çekiliyordum. Girdabın içinde kaybolmuş bir gemi gibi, çaresizce etrafıma bakınıyor, kurtuluş umuduyla boğuşuyordum.
Ondan nefret ediyorum. Bu nefret, derinlerdeki bir volkan gibi içimde yanan bir ateşti. Her bakışında, her sözünde, her dokunuşunda hissettiğim öfke, beni yavaşça içten içe kemiriyordu. O, hayatımı karartan bir gölge gibi, her anıma zehir saçıyordu. Onun varlığı, içimde yükselen bir fırtına gibiydi, her şeyi mahvediyor, her yanımı yakıp kavuruyordu.
Hayatımsan nefret ediyorum. Hayat, bir labirent gibi karşımdaydı, her adım attığımda daha da karmaşıklaşıyordu. Karanlık koridorlar arasında kaybolmuş bir gezgin gibi, umutsuzca çıkışı arıyordum. Ancak her yol, daha da içeriye, daha da derinlere götürüyordu. Hayatın anlamını sorguladığım bu karanlık yolda, yalnızca kendi nefretimin sesi yankılanıyordu, yüreğimdeki boşluk daha da büyüyordu.
Ve böylece, bu karanlık dünyada, kendi nefretimin esiri olmuştum. Gözlerimdeki yangın, ruhumu sararken, içimdeki çığlık boşluğa hapsedilmiş gibi yankılanıyordu. Her nefes alışımda, içimdeki fırtına daha da güçleniyor, her adımda daha da derinlere gömülüyordum.
Sinirle titreyen ellerimle telefonu avcumdan fırlattım, duvara çarparak yankılanan çarpmanın sesi, içimdeki fırtınanın bir yansıması gibiydi. Artık duymak istemiyordum, kelimelerin acı veren dokunuşunu hissetmekten yorgundum. Hiçbir şeyden destek almadan, yalnızca kendi içimdeki karanlıkla baş başa kalmak istedim. Diz çöküp, avuç içlerimle kulaklarımı kapatırken, gözyaşlarım gözlerimden sular seller gibi akıyordu. İçimdeki fırtınaların gürültüsü, kulaklarımda çınlarken, bedenim istemsizce ileri geri sallanıyordu.
Duygularımın zirvesinde, içimdeki fırtınaların gürültüsüyle çalkalanırken, kelimeler ağzımdan düşerken bile anlamını yitiriyordu. "İstemiyorum," işte tam da bu kelimeyle başlıyor her şey. "İstemiyorum seni, sevmiyorum seni." Bir zamanlar kalbimde dans eden sevgi şimdi acının, öfkenin ve yıkımın ritmini çalıyordu.
"Lanet olsun! Neden böyle oldu? Neden bu karmaşa, bu acı? Neden ben?" diye sorguladım içimden. Kendime ve sana duyduğum nefret, adeta içimdeki yangını daha da alevlendiriyordu. Her an, her saniye bu hislerle boğuşuyordum. "Nefret etmek istemiyorum," diye mırıldandım, ama kalbim bu yükü taşımak için çok ağır gelmişti.
"Nefret ediyorum senden, hayattan, kendimden." Sanki bir kara delik, ruhumu emip götürüyordu. İstediğim tek şey, bu hislerden kurtulmak, özgürleşmekti. Ama karanlık bulutlar zihnimin üstünde dolaşırken, içimdeki bu kasvetli duygular beni daha fazla sarhoş ediyordu.
"İstemiyorum, ama istemediğim şeyler bana dayatılıyor gibi. Sevmiyorum, ama sevgi adına bir zamanlar hissettiğim ne varsa, şimdi birer hayalet gibi etrafımda dolaşıyordu." Bu içsel çatışma, ruhumu yıpratıyor, beni paramparça ediyordu. "Belki de bu kırık parçalarla, yeniden bir araya gelmek mümkün değildi."
"Ve lanet olsun! Her ne kadar nefreti dudaklarımdan düşürsem de, aslında kendime olan öfke beni en çok yakıyordu." Belki de sorun sadece sen değilsin, belki de sorun benim içimdeki bu karanlık köşelerle alakalı. "Nefret etmek istemiyorum, sevmiyorum bu hisleri." Ama belki de, bu hislerle yüzleşmek, içimdeki yangını söndürmenin ilk adımı olacak. "Şimdi ise, sadece bu fırtınalı denizde yüzüyorum, belki de kendi içsel sükunetimi bulana kadar."
Böyle derken, aklıma edebi bir alıntı geldi, adeta bir ruhun derinliklerinden yükselen bir fısıltı gibi. "Nefret, bir insanın kendisini ısıtan ateşin külleriyle dolu bir eve benzer." Bu sözler, içimdeki karmaşayı anlatan en uygun kelimeler gibiydi: "Nefret, bir insanın kendisini ısıtan ateşin külleriyle dolu bir eve benzer." Bu sözler, içimdeki karmaşayı anlatan en uygun kelimeler gibiydi.
🎨
Geçmişin karanlık gölgeleri, ruhumun derinliklerinde hâlâ yankılanan acı ve kederle birleşerek içimi kaplamıştı. Her günkü takip, adeta bir hayalet gibi peşimi bırakmıyor, sürekli korku içinde yaşama zorunluluğu beni adeta boğuyordu. Yıllar boyunca taşıdığım bu ağırlık, artık omuzlarımda çöküntü yaratıyordu ve her adımımı zorlaştırıyordu. Gözlerimde biriken yaşlar, yüreğimin derinliklerinde yanan bir ateşin ifadesiydi; içimde yükselen fırtınanın kıyısında duruyordum ve kelimelerle ifade edilemeyen bir çaresizlik hissiyle doluydum.
Aydın'ın karşısına dikilirken, yüzümdeki ifade karmaşık duygularla doluydu: öfke, korku, acı ve belki de bir nebze umut. "Aydın neye bulaştın sen?" diye haykırdım, sesimdeki titreme duygularımın yansımasıydı. Bu soru, sadece dudaklarımdan dökülen kelimelerle değil, aynı zamanda içimdeki fırtınanın da bir ifadesiydi. Gözlerim, derin bir hüzün ve çaresizlikle doluydu, çünkü artık gerçeğin yüzleşilmesi gereken bir noktaya gelinmişti, ve Aydın'ın da bununla yüzleşmesi gerekiyordu. Aydın, omuzlarını silkerek kayıtsız bir şekilde karşılık verdi: ''Seni ilgilendirmez Elif. Sus ve evde her ne halt yapıyorsan onu yap!''
''Odalarda yankılanan öfke dolu sözler, sanki duvarların arasında sıkışıp kalmış, içimdeki fırtınanın yansımasıydı. Sesimdeki öfke, anlattığım olayın yarattığı travma ile birleşerek adeta bir volkan gibi patlamıştı. *"Senin yüzünden daha iki gün önce tanımadığım bir adam gelip evi bastı. Derdi neymiş biliyor musun? O lanet olası bağımlılığın yüzünden kaybettiğin yüklü parayı almaya gelmiş."* Kelimelerim, alev alev yanarken, içimdeki öfke volkanının lavları gibi dışarı fışkırıyordu.
Gözlerimdeki hüzün ve çaresizlik, çığlıklarımın arasında kayboluyordu. *"Ona ödeyeceğimi söyleyip gönderseydin! Ne yapacağını ben mi söyleyeyim!"* diye çığlık attım, çaresizlik içinde boğuluyordum. Bedenim titriyor, ruhum çırpınıyordu, çünkü her kelime, içimdeki karanlık yaraları daha da derinleştiriyordu.
''Göt herif! Senin yüzünden ölebilirdim!'' Artık kontrolü kaybetmiş, duygusal çöküşün eşiğine gelmiştim. Ama içimde yanan ateş, bu acıya bir tepkiydi, bir çığlık gibi yükseliyordu.
''Benimle nasıl konuşman gerektiğini tekrar mı öğreteyim Elif!!'' Aydın'ın öfke dolu sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Ama içimdeki deli cesaret, bu tehditlere boyun eğmeyeceğimi söylüyordu.
''Hadi öldürsene, öldür!! Nasılsa borçluların bir gün gelip onu yapacak.'' İçimden gelen cesur sözler, Aydın'ın yüzünde bir kırılma noktası yaratmıştı. Ama benim için kaçış vaktiydi, kendi özgürlüğümü kazanmak için. "Elif, sabrımı sınama!" dedi Aydın, yüzündeki öfkeli ifadeyle. Ama ben artık kaçmayı seçmiştim, çünkü içimde yanan ateş, artık hiçbir şeyi durduramazdı.
Hızla adımlarımı atan, gözlerimde hâlâ hüzün ve öfke yansımaları olan Elif, eşyalarını dahi almadan evden çıktı. Telefonunu sıkıca kavrayarak, kararlı adımlarla ilerledi. Sokaklar, onun kararlılığını yansıtan bir yansıma gibiydi; her adımı, içindeki kararlılığı ve özgürlük arayışını temsil ediyordu.
Önüne çıkan ilk karakola adımını atan Elif, içinde biriktirdiği tüm kızgınlığı ve hüznü dökmeye kararlıydı. Kapıyı hızla açıp içeri adım attığında, kararlılığından ve gözlerindeki kararlı ifadeden karakolun havası bile etkilenmiş gibiydi. Şikayetini hem yazılı hem de sözlü olarak belirtirken, kelimeleri adeta ateş saçarcasına dökülüyordu dudaklarından.
Artık yeterdi. Yıllar boyunca sabretmiş, ona mahkum olmuştu. Ancak artık bu zincirleri kırmak, kendi özgürlüğünü kazanmak istiyordu.
Şansı yaver gitti ve Elif'in gelmeden önce başka biri de onu ihbar etmişti. Bu durum, işini daha da kolaylaştırmıştı. Karakoldan ayrılırken, polisler de sevgili kocacığını getirmişlerdi. Elif'in yüzünde bir zafer ifadesi belirdi, sırıtışıyla yoluna devam etti.
"Şimdi," diye düşündü, "gerçek özgürlüğüm başlıyor." Göğsünde bir hafiflik hissetti, sanki yıllardır taşıdığı ağırlıklardan kurtulmuştu. Artık yeni bir başlangıç yapma vakti gelmişti.
***
Kadın, sabahın erken saatlerinde sokaklarda dolaşıyordu, elindeki kahvesiyle adeta hayata meydan okurcasına. Zarif adımlarıyla sokakları gezerken, etrafındaki her detayı dikkatle gözlemliyordu. Kahvesinin aroması, hafif esen rüzgarla birlikte yayılıyor, sabahın tazeliğiyle birleşerek sokaklara enerji saçıyordu. Gözleri, dikkatle etrafı süzerek, herhangi bir olağandışı durumu fark etmeye hazır haldeydi.
Sorgu odasında ise farklı bir atmosfer vardı. Adam, sert ve soğuk duvarların arasında tek başına duruyordu. Elleri bağlı, camın ardından dışarıyı izliyordu. Gözlerinde, içinde bulunduğu durumun verdiği huzursuzluk ve endişe yansıyordu. Odaya yayılan loş ışık, onun yüzündeki ifadeleri daha da belirginleştiriyordu. Belki de içindeki karmaşık duygular, onu adeta sarmıştı.
Kadının sesi, odanın içine dolarken, adeta bir melodi gibi yankılanıyordu. Neşesi ve gücü, odadaki gergin atmosferi bir nebze olsun hafifletiyordu. Ömer ise, karşılık verirken sesindeki ciddiyetle odaya bir ağırlık getiriyordu. Konuşmaları, sorgu odasındaki sessizliği doldururken, adeta havada bir gerilim hissediliyordu.
Sonunda, emir geldiğinde genç polisler hemen harekete geçti. Sorgu odası, bir anda sessizliğe gömüldü. Ancak bu sessizlik, içinde gizli bir gerilimi taşıyordu. Gözler, adeta birbiriyle yarışır gibi, adamın her hareketini izliyordu. Her bir detay, belki de gerçeğe bir adım daha yaklaşmak için bir ipucu taşıyordu.
Sorgu başladığında, oda adeta bir polisiye romanın sayfalarından fırlamış gibi hissediliyordu. Atmosfer, elektriklenmiş gibiydi. Her bir kelime, bir sırrı açığa çıkarmak için bir fırsat taşıyordu. Gözler, adamın yüzündeki ifadelere odaklanırken, bir yandan da oda, onun içindeki sırları çözmek için adeta nefes alıyordu.
Sorguya Murat adındaki arkadaşları girmişti. Demek oluyordu ki bu sorgu çok zevkli geçecekti.
''Aydın Soner. 32 yaşında. Geçmişi temiz.'' Murat ,karşısındaki adamla değil de kendisi ile konuşuyor gibi görünüyordu.
''Geçmişi temiz olan bir adama neden bir ihbar ve karısından şikayet gelir.'' Kendi kendine düşünüyor gibi konuşsa da bakışları doğruca karşısında oturan kirli sakallı hafif iri yarı adamda idi. '' Söyle bakalım Aydın, sabıka kaydın olmamasına rağmen neden biranda ihbar ve şikayette bulundular sana?''
''Ben ne bilim lan! Onu da siz bulun!''
''Sözlerine dikkat et Aydın Soner, karşında sıradan biri yok!''
''Neden olduğunu bilmiyorum memur bey , onu da bulmak sizin işiniz.'' Bu sefer daha yapmacık konuşarak sözlerini biraz değiştirip tekrar söyledi Aydın.
Sorgu odasının loş ışıkları, gerilimi keskin bir bıçak gibi kesiyordu. Masanın üzerinde duran dosya, odanın hakimi gibi yükseliyordu. Murat, kararlılıkla dosyaya bakarken, odanın diğer köşesinde ise Aydın'ın gözleri karşısındaki camda kaybolmuştu.
"Ne zaman gelecek bu adam?" diye düşündü Murat, sabrını zorlayarak. O sırada kapı açıldı ve içeriye sessiz adımlarla bir adam girdi. Murat'ın dikkatle inceliyormuş gibi görünen bakışları, Aydın'ın her hareketini takip ediyordu.
"Soruşturma, Aydın Soner. 32 yaşında. Geçmişi temiz." Murat'ın sesi soğuk ve kesindi. Ancak Aydın, sadece kendi düşünceleriyle meşguldü.
Murat devam etti, "Seninle ilgili bir ihbar aldık. Ünlü iş adamı Taner Demir'in şirketini dolandırdığın iddia ediliyor. Üzerinde bulunan 25 bin dolardan bahsetmiyorum bile."
Aydın, sessizliğini koruyarak odanın duvarlarına gömülmüş gibiydi. Ancak içindeki fırtınalar, sessizliğin altında yatıyordu. Murat'ın soruları, odanın içinde yankılanırken, Aydın'ın zihni karışık düşüncelerle doluydu.
"Sorguya başlayalım mı?" dedi Murat, odanın içindeki sessizliği yırtarak. Aydın'ın gözleri, bir an için Murat'ınkilerle buluştu. İki adam arasında, sessizlikte kaybolmuş bir an yaşandı. Sonra, sorgu başladı ve odanın içindeki gerilim, her kelimeyle daha da arttı.
Aydın, Murat'ın sorularına karşı sakin bir duruş sergiliyordu, ancak içindeki kaynayan duyguları gizlemekte zorlanıyordu. Gözleri dosyanın üzerindeki belgelere takılı kalmıştı, sanki cevapları orada arıyordu. Oda sessizliğe gömülmüştü, sadece sorgu masasının üzerindeki kalemle kağıdın sesi duyuluyordu.
Murat, Aydın'ın her hareketini dikkatle inceliyordu. Karşısındaki adamın duvarlarını yıkıp gerçeği ortaya çıkarabileceğini biliyordu. Ancak Aydın sessizliğini koruyarak sorguya direniyordu.
"Sorumlulukların var Aydın. Bu suçlamalar hakkında ne söylemek istersin?" dedi Murat, ciddi bir ifadeyle. Aydın'ın yüzünde hafif bir gerginlik belirdi, ancak hâlâ sessiz kalmayı tercih ediyordu.
"Seni tanıyoruz Aydın. Geçmişin temiz olabilir ama şimdi seninle ilgili çok ciddi iddialar var. Bunu açıklaman gerekiyor." Murat'ın sesi odanın içinde yankılanırken, Aydın'ın içindeki fırtınalar giderek şiddetleniyordu.
Aydın, sessizliğin ardında kendi düşünceleriyle boğuşuyordu. Ne yapacağını, nasıl cevap vereceğini düşünüyordu. Gerçeği saklamak mı, yoksa her şeyi açıklamak mı daha doğru olurdu? Bu soruların cevapları, Aydın'ın geleceğini belirleyecek önemli kararlardı.
Murat, Aydın'a karşı duyduğu kuşkuları gizlemeye çalışırken, içindeki öfke ve kararlılıkla sorgusuna devam etti. Oda sanki bir arenaya dönmüştü, her bir kelime adeta birer kılıç darbesi gibiydi.
Aydın'ın suratındaki maske korku ve endişeyle kaplanmıştı, ancak içindeki ateşi saklamakta kararlıydı. Murat'ın sorgu odasındaki bu sessiz savaşı, odanın her köşesine yayılan gergin bir hava yaratmıştı.
Polis memuru, sorgu boyunca adeta bir şair gibi sorularını dizerken, Aydın da ona karşı titizlikle savunma yapmaya çalışıyordu. Ancak Murat'ın gözleri, Aydın'ın sözlerinin arkasındaki gerçeği arıyordu.
Aydın'ın cevaplarından memnun olmayan Murat, onun ifadelerindeki tutarsızlıkları ve kaçamak cevapları fark etmişti. Karşı karşıya oturdukları masanın arasındaki mesafe, gerilimin artmasına neden oluyordu.
Tam o sırada telefonun çalması, odadaki atmosferi bir anda değiştirdi. Murat, telefona hızla uzanırken, Aydın'ın yüzündeki şaşkınlık okunuyordu.
Amirinin verdiği talimatlar karşısında şaşkına dönen Murat, odadan çıktıktan sonra derin bir nefes aldı. Karşı karşıya olduğu zorlu sorgu, onu derinden etkilemişti.
Ancak Murat'ın zihnindeki sorgu, sadece Aydın'la ilgili değildi. Karşısındaki adamın masumiyetini ya da suçunu belirlemek, sadece bir parçaydı. Gerçek savaş, Aydın'ın geçmişiyle ve onunla bağlantılı olanlarla sürdürülecekti.
Odasında kendi düşünceleriyle baş başa kalan Murat, elindeki tüm delilleri ve ipuçlarını yeniden gözden geçirdi. Karanlık bir labirentin içinde dolaşıyormuş gibi hissediyordu, ancak gerçeğe ulaşmak için her türlü engeli aşmaya kararlıydı.
Murat, Aydın'ın içindeki sırları çözmek için karanlık sokaklara doğru adım attı. Karşısındaki zorlu düşmanla olan mücadelesi, sadece bir başlangıçtı. Bu savaş, adaletin kılıcını sallamak için verilmişti.
"Aydın, seninle ilgili ne söyleyeceğin konusunda dürüst olmalısın. Yoksa işler daha da kötüye gidebilir."Aydın, gözlerini yere indirerek cevap verdi: "Benim suçum yok, bayım. Ben sadece hayatımı yaşıyorum."
Murat, onun ifadelerini dikkatlice dinledi ve ardından şöyle devam etti: "Anladım. Ama seninle ilgili bazı şüpheler var ve bunları açıklaman gerekiyor. Taner Demir'in şirketinde çalıştığını biliyorum. Peki, neden şirketin hesaplarında tuhaflıklar olduğunu iddia ediyorlar?"
Aydın'ın gözlerinde endişe belirdi, ancak hemen toparlandı: "Benimle alakalı değil, bayım. Belki de yanlış anlaşıldı."
Murat, onun sözlerinin arkasındaki gerçeği bulmak için daha derine inmeye kararlıydı: "Anladım. Ama seninle ilgili bazı tutarsızlıklar var. Seninle ilgili daha fazla soruşturma yapmamız gerekecek."
Tam o sırada telefonun çalması, odadaki atmosferi bir anda değiştirdi. Murat, telefona hızla uzanırken, Aydın'ın yüzündeki şaşkınlık okunuyordu.Amirinin verdiği talimatlar karşısında şaşkına dönen Murat, odadan çıktıktan sonra derin bir nefes aldı. Karşı karşıya olduğu zorlu sorgu, onu derinden etkilemişti.
Ancak Murat'ın zihnindeki sorgu, sadece Aydın'la ilgili değildi. Karşısındaki adamın masumiyetini ya da suçunu belirlemek, sadece bir parçaydı.
Gerçek savaş, Aydın'ın geçmişiyle ve onunla bağlantılı olanlarla sürdürülecekti.
Karanlık bir labirentin içinde dolaşıyormuş gibi hissediyordu, ancak gerçeğe ulaşmak için her türlü engeli aşmaya kararlıydı.
Murat, Aydın'ın içindeki sırları çözmek için karanlık sokaklara doğru adım attı.
Karşısındaki zorlu düşmanla olan mücadelesi, sadece bir başlangıçtı. Bu savaş, adaletin kılıcını sallamak için verilmişti.
Murat, odasında sessizce düşüncelere dalmıştı. Karşı karşıya olduğu soruşturma, sadece Aydın'ın suçlamalarıyla sınırlı değildi. Gerçeği bulmak için derinlere inmesi gerekiyordu. Masanın üzerindeki dosyalara göz attı ve her bir belgeyi titizlikle inceledi. Zihni, Aydın'ın ifadeleri ve olayların arka planı arasında gidip geliyordu.
Dışarıdan gelen sert bir rüzgar, odanın penceresinden içeri süzülürken, Murat'ın kararlılığı da artıyordu. Karşısındaki soru işaretlerini birer birer çözmek için hazırdı.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, sorgunun her bir detayını analiz etmek için dosyaları inceledi. Odanın içinde yankılanan saat tik takları, onun kararlılığını yansıtıyordu.
Ani bir kararla kalkıp dosyalarıyla birlikte odadan çıktı. Gece sokakları sessizce adımlarının altında geçerken, zihni Aydın'ın yüzünde kalan gizemi çözmeye odaklanmıştı.
Sokak lambalarının titrek ışığı altında ilerlerken, Murat'ın adımları kararlılıkla ilerliyordu. O, gerçeği bulmak için karanlık sokakların labirentinde dolaşıyordu. Ancak pes etmeye niyeti yoktu. Adaletin sesini duyurmak için her engeli aşmaya kararlıydı.
Gece ilerledikçe, Murat'ın zihninde Aydın'ın gizemli dünyası canlanıyordu. Sorgunun izlerini takip ederken, onu bekleyen sırların derinliği onu daha da motive ediyordu.
Sonunda, adaletin ışığını bulmak için cesaretle ilerliyordu. Gece sessizliği ona yol gösterirken, o karanlık sokaklarda adaletin peşindeydi. Bu savaş, Murat'ın sadece bir görevi değil, aynı zamanda adaletin bekçisi olma yolundaki kararlılığının bir ifadesiydi.
🎨
Karakoldan çıkıp eve vardığında, Aydın'ın adımları hızla yaklaşan bir fırtına gibiydi. Kapıyı hışımla açtığında, odanın içine soğuk bir hava doldu. Karısının bakışları, onun öfkesini yansıtan bir ayna gibiydi. Aydın'ın adımıyla birlikte odada gerilim bir kat daha arttı. İki kişinin arasında adeta görünmeyen bir sınır oluşmuştu, bu sınırı geçmek imkansızdı sanki.
Aydın'ın gözlerindeki ateş, odanın içine dalga dalga yayılıyordu. Karısının duruşu, bir şeyleri anlatmak istiyor gibiydi, ama kelimeleri yeterince cesur değildi belki de. Oda sessizlikle doldu, her nefes alış, adeta gerilimi daha da artırıyordu.
Aydın'ın karısı, onun içindeki fırtınanın izlerini taşıyan yüzüne bakarken, oda sanki bir savaş alanına dönüşmüştü. Her kelime, adeta birer mermi gibi havada uçuşuyordu, ama hiçbirinin hedefi tam olarak tutmuyordu. Gözlerindeki kızgınlık, odayı adeta ateşe veriyordu.
İki kişi arasındaki sessizlik, adeta kırılgan bir cam gibiydi, her an paramparça olabilirdi. Karısının yüzündeki endişe, odanın içinde dolaşan gölgeler gibi hissediliyordu. Aydın'ın içindeki fırtına, her an patlamaya hazır bir volkan gibiydi, etrafa yıkıcı bir güç yayıyordu.
Karısı, Aydın'ın hiddeti karşısında duruşunu korumaya çalışırken, odanın içindeki gerilim her geçen saniye artıyordu. Gözlerinin içindeki yaşlar, onun sessiz çığlıklarını duyuruyordu belki de. Ancak Aydın'ın gözlerindeki ateş, her türlü duyguyu yakıp kül ediyordu.
Oda adeta bir yıkımın eşiğindeymiş gibi hissediliyordu. İki kişinin arasındaki sessizlik, sadece nefes alışverişleriyle bozuluyordu. Karısının kalbi hızla atıyordu, adeta bir avuç dolusu çırpınış gibiydi.
Aydın'ın içindeki fırtına, odanın duvarlarını sarsıyordu. Her bir söz, bir çekiç darbesi gibi hissediliyordu. Ancak karısının duruşu, adeta bir kale gibi dimdik ayakta duruyordu, ne olursa olsun yıkılmamaya kararlıydı.
Karısının gözlerindeki korku, odanın içindeki sessizliği paramparça ediyordu. Aydın'ın yüzünde yansıyan hiddet, her şeyi yakıp kül ediyordu. Ancak oda, bu sessiz çığlıkla dolup taşıyordu, her bir nefeste, her bir bakışta adeta çatlamaya hazırdı.
Bir an için odada biriken gerilim, havada asılı kalmış gibi duruyordu. Her ikisi de adeta zamanın donduğu bir noktada kilitlenmiş gibiydi, ne ileriye gidebiliyorlardı ne de geriye. Gözlerindeki çaresizlik, odanın içinde dolaşan hayaletler gibi hissediliyordu.
Karanlık odanın içine hapsedilen çaresizlik, Aydın'ın öfkesiyle birleşerek odayı sarmıştı. Merdivenlerden çekilerek yukarı çıkarılan kadının acı dolu çığlıkları, koridorlarda yankılanıyordu. Aydın'ın eli, karısının saçlarından sertçe tutarken, yüzünde hiddetle parlayan gözleri odanın içindeki kasveti daha da yoğun hale getiriyordu.
Kadın, çırpınırken merdivenlerin soğuk taşlarında ter dökerken, odaya yükselen çığlıkların hızı artıyordu. Her çekişte, Aydın'ın yükselen öfkesiyle birlikte odanın içinde bir tür dehşet havası oluşuyordu. Gözlerindeki ateş, adeta kadının ruhunu yakıyordu.
Oda, sessizliğin içine gömülmüş gibiydi, sadece kadının çığlıkları duvarlarda yankılanıyordu. Aydın'ın sözleri, odanın içinde sert bir rüzgar gibi esiyordu, hava gerilimle dolup taşıyordu. Tartışmalar, odanın içindeki atmosferi adeta bir yangın yerine çeviriyordu.
Kadının çaresiz çırpınışları, Aydın'ın hiddetine karşı bir direniş gibiydi, ancak sonuçsuzdu. Aydın, umursamadan tartışmaya devam ederken, odanın içindeki hava giderek daha yoğun bir hale geliyordu. Her nefes alışverişinde, odanın içindeki gerilim daha da artıyordu.
Kadının çırpınışları, Aydın'ın sert darbeleri altında giderek zayıflıyordu. Acı dolu iniltiler, odanın içinde adeta bir melodi gibi çalıyor ve atmosferi daha da ağırlaştırıyordu. Ancak Aydın, bu çığlıkları umursamıyor, sadece kendi öfkesine kulak veriyordu.
Sonunda, kadının son çırpınışı sessizliği bozdu ve odanın içindeki atmosfer aniden değişti. Açık camın ötesindeki boşluk, kadının son umudu gibi parladı. Aydın'ın gözleri, camdan düşen bedeni izlerken, oda adeta bir mezar gibi sessizliğe gömüldü.
Bu olay, Aydın'ın hayatında yeni bir sayfa açtı ve odanın içindeki sessizlik, bu acı dolu gerçeği kucakladı. Kadının çırpınışları, odanın içinde yankılanan son nefes gibiydi. Aydın'ın yaşadığı hiddet, bir kadının hayatına mal oldu ve odanın içindeki sessizlik, bu trajik olayın acımasız bir tanığı oldu.
🎨
Erel'in gözleri odasındaki harita planına dikildi. Karanlık odaya yayılan loş ışıklar, masanın üzerindeki detayları belirginleştiriyordu. Haritanın her bir çizgisi, Erel'in zihnindeki planın bir parçasını oluşturuyordu. Siyah ve gri tonlar, odanın atmosferini gizemli ve huzursuz kılıyordu.
Haritanın etrafında, duvarlara asılmış büyük posterler vardı. Bunlar, Taner Demir'e ait şirketin stratejik noktalarını ve zayıf noktalarını gösteren analizlerdi. Erel, dikkatle her bir detaya odaklanıp zihinsel bir harita oluştururken, nişanlısı Mila'nın adını düşünmekten kendini alamıyordu.
Kaan'ın verdiği haber Erel'i derinden sarsmıştı. Mila, davayı kabul etmişti. Ve şimdi, Erel'in hayatındaki tüm planlar tehlikeye girmişti. İşte tam da bu noktada, odadaki sessizlik Erel'in kararlılığına dönüşmüştü.
Erel, siyah deri koltuğunda hafifçe gerinip planlarını gözden geçirdi. Onun için her şey, kusursuz bir oyunun parçalarını bir araya getirmek gibiydi. Aydın ve Elif, bu oyunun kilit figürleriydi. Ancak Mila'nın beklenmedik adımı, tüm planı alt üst etmişti.
Karanlık odanın sessizliği, Erel'in düşüncelerini yoğunlaştırmasına yardımcı oluyordu. Şimdi yapması gereken, dikkatlice düşünüp yeni bir hamle yapmaktı. Kararlı adımlarla masasına yöneldi, kumar masasının başına geçmek için.
Oyun oynamak, onun için sadece bir mola demekti. Gerçek savaş, iş adamının karanlık dünyasında devam ediyordu. Erel, zihinsel olarak tüm hamlelerini planlayarak kumar masasına oturdu. Gözleri, kartların ve oyunun gidişatının ötesinde, gelecekteki hamlelerin izini sürüyordu.
Erel, karanlık odanın sessizliğini derinden hissediyordu. Düşünceleri, oda içinde yankılanan sessizliğin içinde daha belirginleşiyordu. Masasına yaklaşırken, karanlık düşünceleriyle baş başa kaldı. Şimdi yapması gereken, yeni bir hamle yapmak için tüm seçenekleri değerlendirmekti.
Karanlık odanın ortasındaki masaya doğru adımlarını attı. Siyah deri sandalyesine oturduğunda, zihinsel bir savaşın içine girmiş gibiydi. Oyunun kurallarını, rakiplerini ve kendi stratejisini gözden geçirerek, bir sonraki adımını belirlemeliydi.
Kumar masasının başına oturduğunda, kartlar arasında saklı olan potansiyeli hissedebiliyordu. Oyunun başlamasıyla birlikte, odanın sessizliği daha da belirginleşti. Erel, kartları dikkatlice inceleyerek, her birinin gizlediği potansiyeli görmeye çalışıyordu.
Zihninde, oyunun her aşamasını planlayarak ilerliyordu. Karanlık odanın sessizliği, ona odaklanma ve stratejisini belirleme fırsatı sunuyordu. Erel, kararlı adımlarla ilerlerken, karanlık odanın içindeki sessizlik, onun için bir müttefik gibi duruyordu.
Artık yeni bir hamle yapma vakti gelmişti. Erel, karanlık odanın içindeki sessizliği kullanarak, rakiplerine karşı avantaj elde etmeye kararlıydı. Gözleri, kumar masasındaki kartların üzerinde dolaşırken, bir sonraki hamlesini dikkatle planlıyordu.
🎨
Saatlerdir ofiste, karanlıkta parlayan bilgisayar ekranının ışığında kaybolmuş gibiydim. Gözlerim dosyanın sayfaları arasında mekik dokurken, oda etrafında sessizlik hakimdi. Her sayfa, dava dosyasının kırmızı kapaklı zırhıyla korunuyordu. Ağır Ceza Mahkemesi Dava Tarihi 17.02.2023
Davacı Elif Soner Avukat Mila Çevik
Davalı Aydın Soner Avukat Efe Öztürk Dava Konusu Dolandırıcılık Suçu
Ağır Ceza Mahkemesi'ne ait bu dosya, üzerindeki tarihle birlikte önümde duruyordu. 17 Şubat 2023... Tarihin soğukluğu, odanın içine yayılmıştı sanki. Gözlerim dosyanın içindeki bilgileri okurken, zihnim davanın karmaşıklığına odaklanmıştı.Davacı Elif Soner ve avukatı Mila Çevik... Davalı ise Aydın Soner ve onun avukatı Efe Öztürk. Dolandırıcılık suçuyla ilgili bu dava, benim için sıradışıydı. Genellikle bu tür davaları kolayca reddederdim, ancak bu sefer iş yoğundu ve Erel'in gölgesinden uzaklaşmanın bir yoluydu.Dosyanın kırmızı renkli kapaklı cildi, sanki içinde yatan sırları örtmek için tasarlanmıştı. Her sayfa, geçmişin izlerini taşıyordu ve ben, bu izleri takip etmek için odaklanmıştım. Kırmızı dosya, odanın tek ışıltısıydı ve ben, bu ışıltının bana yol göstermesini umuyordum.Gözlerim dosyanın içinde kaybolmuşken, odanın sessizliği beni sarmalıyordu. Her bir sayfanın dikkatle incelenmesi, davanın karmaşıklığını ve derinliğini ortaya çıkarıyordu. Ve ben, bu davanın içinde kaybolmuş gibi, adaletin pusulasını takip etmeye kararlıydım.Sayfalar arasında gezinirken, davanın detayları zihnime işliyordu. Şüpheler ve sırlar, odanın atmosferini yoğunlaştırıyordu. Kırmızı dosyanın içinde yatan gerçekler, adeta bir labirentin içinde kaybolmuş gibiydi. Ancak ben, bu labirentte kaybolmamaya kararlıydım.Saatler ilerledikçe, odadaki sessizlik daha da derinleşiyordu. Zaman, sanki dosyanın içinde durmuş gibiydi. Ancak ben, karanlık odanın içinde, adaletin izini sürmeye devam ediyordum. Geleceğin belirsizliği ve geçmişin izleri, odanın içinde bir savaşın başlangıcını müjdeliyordu.
O da dünkü gibi bazı günler benden gizlediği 'işi' ile ilgileniyordu.
İçinde hep bir şüphe vardı. Tabi bunun için hiçbir araştırma yapmıyordum.
Tahmin ettiğiniz gibi beni sözleriyle hipnoz edip kendi istediğine inandırıyordu.
Her neyse, şuan kafamı ona yormak istemiyordum.
Benim için basit de olsa ilgilenmem gereken bir dava vardı.
Dava benim için ne kadar basit olsa da biraz önce okuduğum satırlar ilgimi çekmişti.
Davalı Aydın Soner yaklaşık bir ay önce ismi bilinmeyen bir yerden yüklü miktarda para almış bulunmaktadır.
Bu satırları okuyunca nedense aklıma direk Erel geldi.
Benden çoğu önemli bilgiyi sakladığı için öyle düşünüyor olmam da mümkündü.
Davalı aldığı bu parayı geri ödememiş , aksine aldığı yeri dolandırmıştır.
İşte bu sözlerden sonra işler daha da ilginç hale geliyordu.
Bir haftalık acil işinin çıktığını söyleyerek yurt dışına gitmeye çalışan davalı ,havaalanı güvenliği tarafından tutuklanarak gerekli birimlere teslim edildi.
Kahvemden bir yudum aldım, o sırada zihnimin labirentlerinde Erel'in ismi dolaşıyordu. Karanlık köşelerde saklanan düşüncelerin ardında, bir ipucu gibi parlıyordu. Belki de bu karmaşanın ortasında, gerçeğin anahtarını tutuyordu. Erel... Ne gizli düşünceler taşıyordu? Hangi oyunun parçasıydı?
Hatıralar, birer puzzle parçası gibi yer değiştiriyor, anlamlı bir bütün oluşturmak için çabalıyordu. Erel'in söyledikleri... Olaylar arasındaki bağlantılar... Bir dolandırıcının maskesini düşürmek için sessiz sedasız yapılan bir ihbar... İçimdeki sesler, bir rüzgar gibi, Aydın'ın ve Erel'in hikayelerini bir araya getiriyordu.
Erel'in karanlık gölgelerinde, belki de bir itiraf saklıydı. Bir adım geri çekilip, olayları bir bütün olarak görmeye çalıştım. Erel'in sessizliği, çürük bir tahtanın altında gizlenen bir hazine gibiydi. Belki de Aydın'ın hikayesi, sadece bir parçasıydı bu karmaşık örgünün.
Kahvem soğumuştu artık, ama içimdeki ateş daha da alevleniyordu. Erel'in ve Aydın'ın arasındaki bağlantı, belki de gerçeği görmeme yardım edecekti. Ancak bu labirentin sonu nereye çıkardı, bilmiyordum. Tek bildiğim, bu yolculukta yalnız olmadığım ve gerçeği bulana kadar durmayacağımdı. 🎨
Kafamın içinde bir demir tenekesi gibi dönen ağrılarla uyanmak, dün geceki hatalarımın bedelini ödemek gibi bir şeydi. "Yine olsa yine içersin," diyordu iç sesim. Ve belki de, kendi kaderimi önceden belirlemiştim bile. İçki, bir tür kaçış gibiydi, kendimi gerçeklerden uzaklaştırmak için bir araç. Ama şimdi, o kaçışın bedelini ödüyordum.
Kahvaltı yapmak, bir fincan kahve yudumlamak, hayata geri dönmek için ilk adımdı. Ama ne yazık ki, kendimle baş başa kalmak zorundaydım. Mila'nın olmadığı bir sabah, kahve yapmak zorundaydım. Onun sakin sesi, belki de içimdeki fırtınayı dindirebilirdi. Ama şimdi, yalnızdım, kendi başıma savaşmak zorundaydım.
Bir fincan kahve alıp oturdum. Serin serin içime akan kahve, adeta bir nefes gibi, ruhumu yatıştırmaya başladı. Her yudum, içimdeki fırtınayı biraz daha hafifletiyordu. Ancak hala önümde bitmemiş bir görev duruyordu, nişanlımın ofisine gitmeli ve aldığı davadan çekilmesini sağlamalıydım. Belki de bu, gerçekle yüzleşmenin ve kendimle hesaplaşmanın zamanıydı.Yavaşça kalktım, kahvemi yudumlayarak düşüncelerime daldım. Mila'nın sert uyarıları, iç sesimin eleştirileri... Hepsi bir araya gelerek, içimde bir savaş başlatıyordu. Ne yapmalıydım? Gerçekle yüzleşmek cesaret gerektirirdi, kendimi affetmekse belki de daha da zordu.Yolda, adımlarımın ritmiyle kalbimin atışları arasında bir bağlantı kurmaya çalıştım. Belki de bu yolculuk, içsel bir keşif olabilirdi. Ofise vardığımda, nişanlımın kapısına.
Masanın üzerine koyduğum başımı kaldırıp doğruldum. Resmen Erel'in delici bakışlarını üzerimde hissediyordum. Kapının alacaklı gibi çalınmasıyla birlikte garip bir rüyadan uyandım. Garip çünkü sanki biraz önce olacakları görmüşüm gibi hissediyordum.
"Aç şu lanet kapıyı Mila!" diye bağırdı Erel.
"Hadi ama! Bi' sen eksiktin zaten Erel," diye düşündüm kendi kendime, yarı uykulu halde kapıya doğru yöneldim ve kapıyı açtım.
"Ne var Erel? Niye icra memuru gibi kapıyı çalışıyorsun?" diye sordum.
"Konuşmamız gereken konu var," dedi sert bir tonla.
"Evde konuşsak olmaz mı?" diye teklif ettim.
"Hayır, şimdi konuşacağız!" dedi kararlı bir şekilde ve içeri daldı.
Kapıyı kapatıp derin bir nefes aldım ve onun peşinden gittim.
"Ne konuşmak istiyorsun?" diye sordum.
Odaya girdiğimde dava dosyalarına bakıyordu. Ne istediği belli olmuştu. Yine de onun söylemesini bekleyecektim.
"Dosyalara bakman yasak," dedim sert bir tonla.
"Dava artık senin olmayacağı için sorun değil çileğim," dedi sakin bir şekilde.
"Anlamadım, ne!?" diye sordum şaşkınlıkla.
"Davadan vazgeçiyorsun," dedi kararlı bir şekilde.
"Erel, hayır! O davadan vazgeçmiyorum!" diye itiraz ettim.
"Evet, vazgeçiyorsun," diye diretmesine rağmen dik durdum.
"Ben hiçbir davadan geri çekilmem Erel!" diye isyan ettim, nişanlım olacak adamın yanına gidip çenemi kaldırarak duruşumu dikleştirdim. "Özellikle de aldığım davalardan hiç geri çekilmem."
"Sabrımı sınıyorsun Mila Çevik" Sesi boğuk ve derinden çıkmıştı adamın.
"Git başka yerde sına sabrını Erel Ak! Ben bu davadan geri çekilmiyorum! " Duruşumu daha da dikleştirip gözlerinin içine baktım.
İşte o an yandığımı hissettim. Yine de bakışlarımı çekmedim. Gözümü kırpmadan meydan okudum.
"Mila, son kez söylüyorum. " Burnundan soluyarak üzerime eğildi. Onun bu halini görmezden gelip bi adım yana kayarak dosyaları düzenlemeye başladım.
Mila'nın yüreğindeki kararlılık, odanın içinde yankılanırken, odanın atmosferi de bir anda gerilir. Erel'in bakışları sertleşir, ancak içindeki endişeyi gizlemeye çalışır. O, Mila'nın inatçılığını ve kararlılığını çok iyi bilir; onun kararından vazgeçmesi için neredeyse imkansız bir görev olduğunu bilmektedir.
Etraf sessizleşirken, odanın köşelerindeki gölgeler bile bu karşı karşıya gelen iki ruhun gerilimini hisseder gibi olur. Mila'nın sesi, duvarları titreten bir tonla, kararını bir kez daha vurgular. "Bu davadan vazgeçmiyorum!" Onun için adalet sadece bir kavram değil, yaşam biçimidir. Ve bu davayı terk etmek, onun karakterine, onuruna ve inançlarına ihanet etmek anlamına gelir.
Erel, iç çekişi duyulur bir şekilde, sessiz ve öfkesini kontrol etmeye çalışarak odanın diğer ucundan yürür. Nişanlısı ile gözgöze geldiğinde yüzündeki öfke apaçık belli olur, Mila'nın kararlılığını reddetmeyecek kadar inatçı olduğuna kızgındır. "Mila, bu işte ısrar etmen beni delirtiyor!" diye fısıldar, sesindeki ton sertleşir ve odadaki havayı keskin bir şekilde doldurur. "Senin kafan mı yoksa kalbin mi bu kadar katı? Bu davadan vazgeçmek akıllıca bir karar olabilir, ama sen dinlemiyorsun bile!"
Mila, Erel'in öfkeli sözlerine karşı durur, yüzünde inatçı bir ifadeyle ona bakar. "Benim kafam ve kalbim bu dava için çok net, Erel!" diye yanıtlar, sesindeki ton kararlılıkla doludur. "Senin beğenmediğin şekilde davranmayacağım. Bu davadan vazgeçmek yerine, mücadele edeceğim ve sonuna kadar gitmek için her şeyi yapacağım!"
Erel, bu sözler karşısında bir an için şaşkınlıkla bakar, ancak hızla kendine gelir ve sert bir şekilde cevap verir: "Öyleyse kendin bilirsin, Mila. Ama unutma, bu kararının sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaksın. Ben sana yardım edemem!"
Mila, Erel'in tehditkar sözlerine aldırmaz, kararlılıkla başını sallar ve odadan sessizce çıkar. Artık tek başına olsa da, davanın peşinden gitmekte kararlıdır ve hiçbir şey onu durduramaz.
Rüyalar, paralel evrendeki gerçekliğe açılan kapılardır.
* Kaan, odasının en rahat koltuğuna yerleşmiş, içkisini yudumlarken, zihninin derinliklerindeki fırtınaları izliyordu. Odanın loş ışıkları, duvarlara yansıyan gölgelerle dans ederken, Kaan'ın düşünceleri de karanlık bir labirentin içinde dolaşıyordu. Ancak sessizliği, adamlarından gelen beklenmedik haber bozdu.
Elif'in kendini öldürdüğü bilgisini almak, Kaan'ı köşeye sıkıştırmıştı. İçkisini masanın üzerine bırakırken, derin bir nefes aldı. Gözlerinde kararsızlık ve endişe, zihninde ise bir fırtına kopuyordu. Elif'in ölümü, sadece bir kadının hayatının sonu değil, aynı zamanda Kaan'ın geleceğini de belirleyen bir dönemeçti.
Hemen ayağa kalktı ve kararlı adımlarla odadan çıktı. Koridor boyunca ilerlerken, içindeki karmaşık duyguları dizginlemeye çalışıyordu. Erel'in odasına ulaştığında, kapıyı hızla açtı ve içeri girdi.
Erel, masasının başında oturmuş, ciddi bir ifadeyle dosyalarını inceliyordu. Kaan'ın girişiyle irkildi ve hızla başını kaldırdı. "Kaan, ne oldu? Neden bu kadar telaşlısın?" diye sordu.
Kaan, bir an tereddüt etti, sonra derin bir nefes alıp söze başladı. ''Abi sana kötü haberlerim var," dedi Kaan, sesindeki ciddiyetle.
Gözlerimi devirip bıkkın bir ses tonuyla konuştum, "Ne var Kaan, yine ne oldu?"
"Elif öldü, kendini öldürmüş."
"Hangi Elif'ten bahsediyorsun oğlum. Dünyada milyonlarca Elif var. "
"Abi, Aydın Soner'in karısı Elif Soner'den bahsediyorum. Hemen harekete geçmeliyiz, planlarımızı gözden geçirmemiz gerekiyor." diye açıkladı Kaan. Bir bu eksikti. Kim öldürmüştü lan o kadını?
"Kimin öldürdüğü belli mi?" diye sordum.
"Kesin biri yok ama Aydın'ın öldürdüğü düşünülüyor," dedi Kaan. Tüm bu her şey şaka olmalıydı. O kadar plan yapmıştım ve şimdi beyinsiz bir adam yüzünden mi iptal etmek zorunda kalacaktım. Tabii ki hayır. Ne olursa olsun bu işi bitirecektim.
"Abi, planı iptal -" diye başladı Kaan.
"Hayır, devam ediyoruz," kesip attım onun sözlerini.
"Anlaşıldı abi. Bir de dava ilk başta Mila Çevik'te olduğu için yine ona verilmiş," dedi Kaan.
"Sikerim böyle işi! Ne yap et o davayı nişanlımdan alıp başka birine versinler. Karşılığını vereceğimizi de söyle," emrettim.
"Emredersin abi," dedi Kaan, çözüm bulma konusunda kararlı bir şekilde.
Kaan'ın sözleri, zihnimi bir anlığına dondurdu. Planın iptal edilmesi fikri, beklenmedik bir darbe gibiydi. Ancak içimde bir ateş yanıyordu, kararlılıkla sözlerimi Kaan'ın önüne koydum. Devam edecektik, ne olursa olsun. Çünkü hedefimiz, belirsizliklerin ve engellerin ötesinde parlıyordu.
Kaan'ın bir sonraki ifadesi, beklenmedik bir dönemeç getirdi. Mila Çevik'in davanın başına geçirilmesi, içimdeki öfkeyi körükledi. Erel'e emirlerimi iletmek için kaçınılmaz bir ihtiyaç doğmuştu. Davanın nişanlımdan alınıp başka birine verilmesi gerekiyordu, bu konuda kararlıydım.
Yatağa uzanırken, zihnim karmaşık düşüncelerle doluydu. Elif'in ölümü, Aydın'ın parmağı olduğu iddiaları, her şeyi daha da karmaşık hale getiriyordu. Ancak bu karmaşık labirentin ortasında, tek bir hedef vardı: planımı tamamlamak. Ne pahasına olursa olsun, bu hedefe ulaşmak için kararlıydım. İçimdeki ateş, her engeli aşmaya hazırdı, çünkü benim için önemli olan tek şey, başarıya ulaşmaktı.
🎨
Gece, soğuk rüzgarın vücudumuza vurduğu bir zaman dilimiydi. Ay, gökyüzünde solgun bir ışıkla parlıyordu, gölgeleri uzatıp her şeyi daha gizemli kılıyordu. Adımlarımız, sessizliği bozarak kararmış sokaklarda yankılanıyordu.Yıldızlar, gökyüzünde kaybolan anılarımızın, geçmişin derinliklerinden çıkıp gelmelerini bekliyordu. Bu gece, intikamın acı ve hüzünle birleşen dansının sahnesiydi. Kararlılıkla ilerlerken, gölgeler arasında kaybolmuş, karanlık sırların izini sürüyorduk.Yola çıkmadan önce geri dönüş kapılarının kapanmış olduğunu biliyorduk. Artık dönüş yoktu, yalnızca ileriye gitmek ve hesaplaşmak vardı. Gözlerimiz, hedefe odaklanmış, içimizdeki ateşi daha da alevlendirmişti. Bu intikam, geçmişin zincirlerini kırmak ve özgürlüğümüzü ilan etmek adına bir manifestoydu.Adımlarımızın her biri, geçmişin gölgesini aydınlatan birer meşale gibiydi. İçimizde biriktirdiğimiz öfke ve acı, bu gece dışa vurmanın zamanı gelmişti. Bu karanlık gece, yüzleşmenin ve iyileşmenin başlangıcıydı. Gökyüzündeki yıldızlar, bu geceye tanıklık ederken, biz kendi karanlığımızın içinde yürüyorduk.
''Abi bir şey sorabilir miyim kızmayacaksan?''
''Böyle söylüyorsan kesin kızacağım bir şey söyleyeceksin.''
''Erel... Kardeşim...'' Kaan'la ne kadar ortak olsalar da bu ikisi arasında bambaşka bir ilişki vardı. Aynı kandan olmasalar da kardeş gibilerdi. Bu gibi önemli konularda Kaan kendi düşüncelerini dile getirmekten de asla çekinmezdi.
''Efendim, kardeşim. Ne oldu? Yine neyi beğenmedin?''
''Ünlü iş adamından intikam almaktan bahsediyoruz burada, emin misin yapmak istediğinden?''
''Bu işten geri dönüş yolunun en başında kapandığını sana söyledim Kaan.''
''Hapse girersen ne olacak? Orada seni yaşatmayacaklarını biliyorsun?''
''Bir kere de bana bilmediğim bir şey söyle be kardeşim.'' Elimi kısa kapkara saçlarımdan geçirdim, bakışlarımı karşımdaki adama diktim. Endişeli olduğunu biliyordum, gözlerinden okumama gerek yoktu. ''Sabıka kaydımın çok da temiz olmadığının farkındayım kardeşim. İçeri girdiğimde olacakların da farkındayım.''
''O zaman neden yapıyoruz bunu?''
''Cevabını bildiğin sorular soruyorsun kardeşim.''
Evet, cevabı çok iyi biliyordum. Bunu neden yaptığını çok iyi biliyordum.
İkimiz için yapıyordu.
İkimiz için kendini feda ediyordu.
Gözlerim, ufukta kaybolmuş düşüncelerime odaklanmıştı. Bu sözler yüreğimin derinliklerinden gelmişti, bir çırpıda dökülmüşlerdi. İki kardeşin arasındaki bu sohbet, sadece dışarıdan gelen bir sorunla ilgili değil, aynı zamanda içsel bir çatışmanın da ifadesiydi. Kararlılık ve endişe arasında sıkışan duygular, sessizlikle dolu odayı doldurdu.
''Kaan bakma öyle, her şey yolunda gidecek.'' Tamam , intikamımı alana kadar güzel gitse de ilerleyen süreçte gitmeyecekti. '' Unutma ki nişanlım dünyadaki en iyi avukatlardan biri. Benim için elbette güzel bir savunma yapacaktır. O yüzden, hadi kendini toparla ve biran önce şu işi halledelim. ''
'' Halledelim kardeşim. '' Kaan beklenilenden çok daha çabuk kendini toparladı. Her zamanki açık kahve rengi gözleri bu sefer siyahın en koyu rengine bulandı. Tıpkı Erel'in hiç değişmeyen kapkara şeytan gözlerine büründü. '' Ranox'a!! ''
'' Ranox'a!!''
Bu kelime kendilerinin bulduğu sadece ikisinin anlayabileceği bir kod idi.
Ranox, güçlü bir kelimeden çok daha fazlasıydı. Onun adı, içinde barındırdığı anlamlarla yankı buluyordu. Ranox, karanlık geçmişin yükünü taşıyanların umuduydu. Onun adı, intikamın soğuk ve keskin kılıcını temsil ediyordu. Ancak bu sadece bir araç değil, aynı zamanda özgürlüğün ta kendisiydi.
Ranox, geçmişin yaralarını sarmak ve acılarından kurtulmak isteyenler için bir rehberdi. Onun adı, adalet arayışının sembolüydü. Bu isim, birçok insanın içindeki ateşi alevlendiren bir çağrıydı. Ranox, özgürlüğün kapılarını aralamak ve intikamın gücünü özgür bırakmak için bir yol göstericiydi.
Ranox, sadece bir kelime değil, aynı zamanda bir öykünün başlangıcıydı. O adın altında toplananlar, birlikte yaşadıkları travmaların üstesinden gelmek ve aydınlığa doğru adım atmaktı. Ranox, bir umut ışığıydı, karanlığın içinde kaybolmuş ruhlara rehberlik eden bir kahramandı.
Daha iki dakika önce kameraları etkisiz hale getirmişlerdi. Erel önde, Kaan ise onun arkasında rahat ama hızlı hareketlerle kurbanlarının odasına doğru yol almışlardı. Kapının önüne geldiklerinde, birbirlerini başlarıyla onaylayıp odanın içine girmişlerdi.
Taner Demir'in sert sesiyle karşılaşmalarıyla birlikte gerilim aniden tırmandı. Demir'in içini korku kaplamış olmasına rağmen, dışarıya herhangi bir endişe belirtisi yansıtmıyordu. Gözlerindeki kararlılık, onun bu tür durumlarla sıklıkla karşılaştığı izlenimini veriyordu.
''Bu ne yüzsüzlük kapısız köyden mi geldiniz!?'' Taner Demir'in sert çıkışı odanın içinde yankılandı.
Erel, sessizce Kaan'a baktı ve başıyla onayladı. Ardından Taner'e dönüp sakin bir ses tonuyla cevap verdi: ''Çok konuşma Taner Demir!''
Kaan, adamı bağlamak için adım atmaya hazırlanırken, Taner aniden çekmecesinden bir silah çıkardı ve onlara doğrulttu. Kaan'ın şaşkınlıkla gözlerini irkiltti. İşler bekledikleri gibi gitmemişti.
''Bir adım daha yaklaşırsan bu senin sonun olur Kaan!'' Taner'in tehdit dolu sesi odayı doldurdu.
Kaan'ın içinde fırtınalar kopuyordu. Bu adamla aralarındaki ilişki neden bitmek bilmiyordu? Babalıktan bile silmişti onu. Tüm bağları koparmıştı, ancak hala karşısında dimdik duruyordu.
''Ya bir siktir git! Şurada ölmene dakikalar kalmışsın, sen beni tehdit ediyorsun.'' Kaan'ın sesindeki öfke ve çaresizlik bir araya gelmişti.
''Sizin gibi ahmaklar beni çok sık ziyaret ediyor Kaan Demir,'' dedi Taner, oğluna bakmadan acil durum düğmesine bastı. Ancak bunun işe yaramayacağını bile bile.
''Boşa enerji harcadın Taner Demir. Şirkette tek bir kişi yok. Hatta tek bir sinek dahi uçmuyor.''
Taner, sinirle cevap verdi: ''Ben de Erel ne zaman konuşacak diyordum. Bak düşünmeme gerek kalmadan konuştun, aferin sana.''
Erel'in iç düşünceleri kaotik bir karışım gibiydi. Ölecek biri için çok eğlenen Taner Demir'in zorbalığına karşı içinde büyüyen öfke ile başa çıkmaya çalışıyordu. Ancak her ne olursa olsun, amaçlarına ulaşmak için kararlıydı.
''Abi yapma! Bizim için kendini feda etme,'' diye yakardı Erel'in küçük kardeşi, gözlerinde çaresizlik ve endişe parıldıyordu.
''Kendi hayatını zindana çevirme oğlum,'' diye fısıldadı annesi, sesinde hüzün ve kararlılık vardı.
''Olanlar senin suçun değildi kardeşim. Bunu yapmak zorunda değilsin. Katil olmak zorunda değilsin,'' dedi ikizi, sesi titreyerek.
Onları görüyordum.
Onların hayaletlerini görüyordum.
Tam karşımda kaybettiğim ailemi görüyordum.
Erel'in derin endişesi ve içsel çatışması odanın içinde duyulur bir sessizlikle buluşuyordu. Yüreğindeki acı ve pişmanlık, odanın havasını ağırlaştırıyordu. Duvarlar, geçmişin hayaletlerinin yankılandığı bir hüzün denizine dönüşmüştü.
Etrafımızda, hüzünlü bir melankoli bulutu dolaşıyordu. İçimizdeki sarsılmaz duygusal fırtına, odanın sessizliğinde çarpıyordu. Ve ben, içimde yükselen bu ağır hüzünle, geçmişin karanlık gölgelerini hissediyordum.
''Hepsi sana yalan söylüyor Erel. Hepsi senin hatan. Hepsi senin o lanet olası bağımlılığını kontrol edemediğin için oldu. Sen katilsin. Hep de öyle olacaksın.''
Benim suçum olmadığını söylüyorlardı ama yanılıyorlardı. Tıpkı babamın da söylediği gibi hepsi benim suçumdu. Onları bu hale ben sokmuştum. Katil olmaya, acı çekmeye mahkumdum.
İçimdeki çıkmazın karanlık koridorlarında, suçluluk duygusuyla savaşıyordum. Her söz, her bakış, geçmişin acı dolu anılarını canlandırıyordu. Etrafımdaki hüzün bulutları, içimdeki fırtınayı besliyor ve kalbimi daha da ağırlaştırıyordu.
Babamın sözleri kulaklarımda yankılanıyordu. O lanet olası bağımlılığım, hayatımı paramparça etmişti. Her adımım, her kararım, içsel karanlığımın bir yansıması gibi görünüyordu.
Hepsi benim suçumdu. Hepsi benim seçimlerimden kaynaklanıyordu. Ve şimdi, kendi içimde bir yargıç gibi, kendi cezamı kendim veriyordum. Acı çekmek, bu karanlık labirentte kaybolmak, artık kaçınılmazdı.
Erel'in sessizliği, odanın havasını durgunlaştırdı. Kaan'ın endişeli bakışları, Erel'e yönelmişti, ancak Erel, uzaklara bakıyor gibiydi. Taner'in alaycı sesiyle odaya gerilim dolu bir hava yayıldı.
''Anlaşılan birileri cesaretini kaybetmiş!'' Taner'in sesi keskin bir bıçak gibiydi, Kaan ise onunla karşı karşıya gelmişti.
''Kes şunu Demir!'' Kaan'ın sesi, öfkeyle titriyordu, ama Erel sessizliğini korudu.
''Ne oldu Erel, o kadar saydırıyordun. Ecelinim falan diyordun. Ne değişti?'' Taner'in sesinde bir anlam karmaşası vardı, belki de içten içe kendi korkularıyla boğuşuyordu.
''Sana kes sesini dedim Demir!'' Kaan'ın uyarısı, odadaki gerilimi arttırdı, ancak Erel hâlâ sessizliğini koruyordu.
Birdenbire, Erel'in çektiği tetikle birlikte silahın patlaması odanın sessizliğini yırttı. Kaan'ın yüreği bir an durdu, Taner'in ise gözleri genişledi.
''Abi...'' Kaan'ın başladığı cümle havada asılı kaldı, ama Erel onu susturdu.
''Ne oldu içine bir anda şeytan mı kaçtı Erel!?'' Taner'in sesi alaycıydı, ama Erel'in gözlerindeki kararlılık ölümcül bir ciddiyet taşıyordu.
''Ahaha! Çok komiksin Demir (!)'' Erel'in sesinde soğuk bir gülümseme vardı, ''O bahsettiğin şeytan tam karşında şekil bulmuş halde,'' dedi, yaklaşıp Taner'in kulağına fısıldarken, ''senin korkunun tadını alabiliyor.''
Geri çekildiğinde, Taner'in yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi, ama Erel'in bakışları artık başka bir hedefe odaklanmıştı. Artık işi bitirme zamanı gelmişti.
Silahın namlusunu Taner'e doğrulttu. ''Bu iş tam şu anda, şu saniye bitecek. Ranox için!'' dedi, ve tam o anda her şey sona erdi.
Silahın kabzası tutuldu.
Namlu doğrultuldu.
Tereddüt edilmeden tetiğe basıldı.
Zemin Ranox'a boyandı.
Erel'in iç dünyası, yaşanan olaylar , ortaya çıkan gerçekler resmen nefesin tutuldğu bir gerilim filmi gibiydi. Kararlılık ve karanlık duyguların dansı, odanın her köşesine yayılmıştı. Ve sonunda, her şey bir silah patlamasıyla son buldu.
''Bazen intikam ve adil ceza aynı yolda yürürdü.''
- Mario Mazzanti , 444 Basama
🌙
Kendim olmak için hayatımdan vazgeçiyorum
Black Magic, Band Of Skulls Low Lay The Devil, The Veils
Sabaha karşı evime sessizce döndüğümde, sokak lambalarının solgun ışıkları evimin sakin dış cephesini aydınlatıyordu. Kapının gıcırdaması, sessizliği yarıp geçerken içimdeki huzursuzluğu arttırdı. Evdeki sessizlik, neredeyse tüm ışıkların kapalı olmasından kaynaklanıyordu, sadece Mila'nın çalışma odasındaki hafif ışık dışarı sızıyordu. Sevgili nişanlımın sabaha kadar çalıştığını biliyordum ve onun bu anlamlı meşguliyetine saygı duyarak sessizce banyoya gittim.
Suyun altına girdiğimde, sıcak su bedenimi sararken, zihnimdeki karmaşa biraz olsun dağıldı. Su, her zaman huzur bulduğum bir yerdi, ancak bu sefer daha da derin bir rahatlama hissettim. İntikamımı almış olmanın yükü hafiflemişti ve artık hiçbir şeyin önemi kalmamış gibi hissediyordum.
Ancak, bilinç altımda, işlerin bundan sonra zorlaşabileceği gerçeği yatıyordu. Ünlü iş adamı Taner Demir'in ölümüyle ilgili soruşturma başlamış olabilirdi ve bu durum, hem beni hem de Erel'i risk altına sokabilirdi. Ancak, şu anki duygusal durumum, bu gerçeği kabul etmemi engellemiyordu, aksine daha da motive ediyordu.
İnsanlar, hatta en yakınları bile, çoğu zaman gerçekleri görmek istemezlerdi. Bu durumda, Mila gibi sevgilim de dahil olmak üzere, gerçeği göremeyenlerin sayısı oldukça fazlaydı. Onun gerçek sabıka kaydını bilmemesi, benimle evlenmeyi çabuk kabul etmesine sebep olmuş olabilirdi. Bu düşünce, benim içimde bir yerlerde bir huzursuzluk yaratsa da, şu an önemli değildi.
Mila, önündeki dosyayla meşgulken, sessizlik aniden telefonuna gelen bir haber bildirimiyle bozuldu. O an, odanın atmosferi değişti; sessizlik, tedirginlikle yer değiştirdi. Mila'nın yüz ifadesi dondu, sanki gelen haberle donup kalmış gibiydi. Bu sessiz anı, içimde bir sıkıntı yarattı, çünkü artık ne olacağını tahmin edemiyordum.
ÜNLÜ İŞ ADAMI TANER DEMİR, ÖLDÜ MÜ? ÖLDÜRÜLDÜ MÜ?
Mila, o an sanki zaman durmuş gibiydi. Haberin başlığını okuduğunda, odanın sükûneti bir anda bozulmuş, nefes alışı birdenbire ağırlaşmıştı. Telefon, titreyen parmakları arasından kayıp masanın sert yüzeyine çarptı, adeta gerçekliğe bir tokat gibi vurdu.
Bu nasıl olabilirdi? Sadece iki gün önce Taner Demir'in ziyaretine gitmişti ve iş adamı o kadar sağlıklı ve enerjik görünüyordu ki, onunla ilgili böyle bir haber almaları imkânsız gibi görünüyordu. Öyle ki, içindeki şaşkınlık, onu dondurmuş gibiydi.
Ölümüne inanamıyordu. Taner Demir, öylesine canlı, öylesine heyecanlı bir şekilde konuşmuştu ki, bu ani kaybın gerçekliğini kabul etmek neredeyse imkânsızdı. İntihar ettiğini de düşünmüyordu. Son görüşmelerinde, Demir'in hiçbir işaret vermediğini hatırlıyordu. Sözleri ve beden dili, her zamanki gibi güçlü ve kararlıydı.
Geriye tek bir olasılık kalıyordu: Öldürülmüştü.
Ama kim tarafından? Mila, iş adamının yakın zamanda tehditler ve kaçırma girişimlerine maruz kaldığını biliyordu. Ancak, bu sefer durum farklıydı. Ölüm, sıradan bir tehdidi aşan bir boyuta taşımıştı. Olayın ardındaki gizem, zihninde daha da derinleşiyordu. Kim, neden Taner Demir'i hedef almıştı? Ve en önemlisi, şimdi ne olacaktı? Bu sorular, Mila'nın zihninde dönüp duruyor, cevaplar arıyordu.
Mila, karanlık odasında sessizce otururken, zihni, Taner Demir'in ölümüyle ilgili karmaşık düşüncelerle doluydu. Haberi aldığında, adeta bir şok dalgasıyla sarsılmıştı. İlk tepkisi, bu nasıl olabilirdi sorusuydu. Çünkü Taner Demir, sadece birkaç gün önce, onunla kahve içmiş, gülümsemiş, gayet sağlıklı görünmüştü. Ölümüne inanmak istemiyordu.
İntihar ettiğini de düşünmüyordu. Taner Demir'in son konuşmalarını, beden dilini hatırladığında, herhangi bir intihar belirtisi görmediğini biliyordu. Dolayısıyla geriye tek bir seçenek kalıyordu: Öldürülmüştü.
Ama kim tarafından? Bu soru Mila'nın zihninde dönüp duruyordu. Tanınmış bir iş adamı olarak, Taner Demir, tehditlerle, hatta kaçırma girişimleriyle karşılaşmıştı belki, ama bir cinayetle ilişkilendirilmemişti daha önce. Bu yüzden zihninde bir karmaşa oluşmuştu.
İç sesi, Erel'in Taner Demir'in ölümünden sorumlu olabileceğini öne sürdüğünde, Mila ilk başta buna inanmak istememişti. Ancak Erel'in manipülatif doğası ve karanlık geçmişi, onu şüpheye düşürüyordu. Kuşkularını bastırmaya çalışsa da, içinde bir yerlerde bu ihtimali düşünmekten kendini alıkoyamıyordu.
"Emin misin Mila?" diye sordu iç sesi, ve bu soru Mila'yı daha da derin düşüncelere sürükledi. Belki de içindeki şüpheleri gözden geçirmesi gerekiyordu. Belki de Erel'in masum olduğunu düşünmek istiyordu, ama gerçekler onu bu yönde ikna etmiyordu.
Erel'in Taner Demir'i öldürme sebebi konusunda kafası karışıktı. Eğer gerçekten suçluysa, nedenini anlamak için daha fazla bilgiye ihtiyacı vardı. Taner Demir'in ona bir zararı dokunmuş olabileceği fikrine kapılsa da, bu düşünceyi mantıklı bulmuyordu. Aralarındaki bağlantıyı anlamak için daha fazla parçaya ihtiyacı vardı.
Mila'nın zihnindeki düşünceler bir labirent gibi karışık ve karmaşıktı. Ancak gerçeği ortaya çıkarmak için bu labirentin içinde dolaşması gerekiyordu.
Mila, banyodan gelen su seslerini duyduğunda içinde garip bir endişe belirdi. Olağandışı bir durumun habercisi gibi gelmişti bu sesler. Normalde sabahın erken saatlerinde eve gelip duş almayan nişanlısının bu kez neyi düşündüğünü merak etti. Belki de gece boyunca yaşadığı bir şey onu bu erken saatlerde eve getirmişti. Ancak iç sesinin uyarıları, bu endişelerini daha da tetikliyordu.
"Sarhoş olduğu bazı günler dışında sabahın köründe eve gelip duş almazdı," diye düşündü. "Acaba olağan dışı ne olmuştu?" Zihninde fırtınalar koparken, iç sesi huzursuzluğunu artırıyordu: "Kesin olmayan bir şey yüzünden beni iyice paranoyaklaştırıyorsun."
Gerçekten de, nişanlısının bu olağandışı davranışını hemen Taner Demir'in ölümüyle ilişkilendirmek, mantıklı bir adım olmazdı. Ancak zihnindeki endişe ve şüpheler onu rahat bırakmıyordu. Bir yandan da iç sesiyle sürekli bir mücadele halindeydi: "Hadi ama iç ses kes şunu! Nişanlımı sevmiyor olsam da onu suçlayamazdım."
Mila, nişanlısına olan kızgınlığına rağmen, onu suçlamadan önce gerçekleri netleştirmesi gerektiğini biliyordu. Olağandışı davranışlarının ardındaki sebebi öğrenmeden hüküm vermek doğru olmazdı. Bu yüzden, endişelerini bir kenara bırakıp nişanlısıyla derin bir sohbet etmeye karar verdi. Belki de gizemli davranışlarının ardında, sadece bir açıklama bekleyen basit bir neden vardı. Gerçeği öğrenmek için, onunla iletişim kurmak en doğru adım olacaktı.
Mila, Erel'in sesini duyduğunda içi huzursuzlukla doldu. Ne olduğunu anlayamadan yerinden sıçradı ve çığlık attı. Ancak Erel, onun yanına geldiğinde sakinliğini koruyarak onu teselli etti. "Çileğim, her şey yolunda. Sakin ol, nefes al," dedi nazikçe. Mila, nişanlısının yanında olmanın verdiği bir rahatlama hissetti. Kollarını Erel'in etrafına dolayıp saçlarını okşamaya başladı. Saçlarının dokunuşunu hissetmek, Erel'in endişelerini hafifletiyordu.
"Erel..." dedi titreyen bir sesle. Ancak nişanlısının, her şeyin yolunda olduğunu iddia etmesi, içindeki kuşkuları bastıramıyordu. "Gerçekten her şey yolunda mı?" diye sordu, gözlerini dolan dolan Erel'e dikerek. "Gerçekten ama gerçekten her şey yolunda," diye yanıtladı Erel, ama Mila, bu sözlerin altında yatan gerçeği hissedebiliyordu. Her şey yolunda değildi, ama belki de Erel'i korumak için bunu kabullenmek istiyordu.
Erel'in erken gelmesi ve normalden farklı davranışları, Mila'nın içinde bir sorgulama başlattı. Nişanlısıyla olan ilişkisinin ne kadar sağlam olduğunu düşünmeden edemedi. "Neden erken geldin?" diye sordu, Erel'e bakarak. Onun sessizliğinde, Mila, nişanlısının zihninde neler dönüyor olabileceğini merak ediyordu.
Kollarını Erel'in etrafına doladı, ona güven verici bir dokunuşla bakışlarını paylaştı. "Bazen beni sinir etsen de yanımda olduğun için teşekkür ederim sevgilim," dedi içtenlikle. Erel'in elini sıkarken, gözleri karşısındaki bardaktaki kahveye kaydı. "Artık yatıp dinlensen iyi olur," dedi yumuşak bir sesle. Erel'in yorgunluğunu ve zorluğunu hissediyordu, onun dinlenmeye ihtiyacı vardı.
***
Mila'yı yatağa bıraktıktan sonra odadan sessizce çıktım. Salonun karanlık köşelerinde dolaşırken, içimdeki karmaşık duyguların yankıları hâlâ kulaklarımda çınlıyordu. Kendime bir içki doldurup rahat bir koltuğa yerleştim. Televizyonun karşısında, gözlerimi ekrana diktim. Haber başlıkları sırayla kayıyordu, her biri içimi biraz daha karartıyordu.
Olmak da istediğimi hiç sanmıyorum.
Televizyonun sesini kısarak, bir yudum içki alıp telefondan haber sitelerine göz attım. Haberler hızla yayılıyordu, adeta bir yangın gibi. Sosyal medya hesaplarında dolaşırken, her attığım adımda bu olayın yankılarını daha da hissediyordum. Türkiye'nin dört bir yanından paylaşımlar, yorumlar, spekülasyonlar... Herkes bu olayı konuşuyordu. Üstelik, yabancı haber sitelerinde de benzer bir heyecan vardı. Dünya bu olayla çalkalanıyordu.
Anlaşılan bu olay dünyaya yayılıyordu.
İlk başta sadece intikam almak ve biraz oyun oynamak istemiştim. Ancak şimdi herkesin dikkatini çekmiştim. Katilin kim olduğunu bulamamışlardı henüz. Hatta katilin öldürülüp öldürülmediği bile belirsizdi. Sadece birkaç tweet, olayın vahametini özetliyordu. Ancak, bu belirsizlik benim lehime işliyordu.
Telefonu kapattıktan sonra elimdeki bardağı tepeme dikerek düşüncelere daldım. Yoğun ve sert içkinin boğazımdan geçerken bana verdiği hazzı hissettim. İçimdeki adrenalin yükseliyor, kalbim hızlı atıyordu. Bu, benim için bir oyundu, ama artık daha büyük bir sahneye çıkmıştım. Daha önce hiç bu kadar halka açık olmamıştım.
Bu iş eğlenceli olacaktı.
***
Odaya adım attığımda atmosferde bir gerilim hissediliyordu, sanki havada asılı kalmış bir tehdit vardı. Karşımda oturan Aydın Soner'in ifadesiz yüzü, onun masumiyetini savunmak için döktüğüm terlerin bile donmasına neden oluyordu. Gözlerim camdan yansıyan bu yüzde bir an bile durmadan gezindi, belki de içimdeki öfkeyi yatıştırmaya çalışıyordum.
Sessizlik, odanın içini dolduran bir hayalet gibi etrafa yayılmıştı. Herkesin gözleri birbirine kenetlenmişti, sessizliği sadece nefes alıp verişlerimiz bozuyordu. Bu sessizliği bir kılıç gibi kesen tek şey, adımızı anons eden onca cihazdaki tıkırtılar ve klavyelerin tuşlarıydı.
İşin kötü tarafı, sorgu masasında benim olmam gerekirken, amirim başka birini görevlendirmişti. Tolga, sahada ne kadar usta olursa olsun, sorgu masasında acemi bir öğrenci gibiydi. Oysa bu olayda her kelime, her ifade, her nefes kıymetliydi. Ancak, Tolga'nın kararından geri adım atmayacaktı, özellikle de bu olayın kendi özel yaşamını etkilemesi nedeniyle.
Sessiz bir çatışma yaşanıyordu odada. Tolga'nın kararını kabullenmem için çocuğun bir ricası daha vardı. Ama Tolga'nın kararı sabitti, Mert'i içeri alacaktı. İçimden geçen birkaç kelimeyi yutarak, amirin kararını sorgulamaya cesaret edemedim.
Sonunda, kararlı adımlarla sorgu odasına girdim ve kapıyı arkamdan sertçe kapattım. Aydın'ın gözlerindeki korkuyu görmek, içimde bir vahşet uyandırdı. Yüzümde sinsi bir sırıtışla masanın üzerine ellerimi koydum, adeta onun üzerine çökmüş gibi.
''Murat?'' Onur'un sesi hala kulaklarımda çınlıyordu. Ne işi vardı bu adamın burada? Sorguya girmemesi gerekiyordu. Ama belki de bu işlerin nasıl döndüğünü görmek, işimi kolaylaştırırdı. Aydın'ın endişeli bakışlarına karşılık vermeden, sadece hafif bir gülümsemeyle Onur'a baktım. ''Tolga amirin emri. Bana da biraz yardımcı olmamı istedi.''
Yüzünde sevimli bir gülümsemeyle, Onur'un yanına yerleştim. Aydın'ın karşısına dikilerek, sanki onu bir avı gibi izliyormuş gibi gözlerimi ona dikip, onu korkutmaya hazırlandım.
Aydın Soner'in gözlerindeki dehşeti sezmek, içimde bir garip tatmin duygusu yarattı. Onun endişeli bakışları, kalp atışlarının hızlanması, korkuyla titreyen elleri... Tüm bunlar, onun suçunu itiraf etmesi için bir tehdit oluşturuyordu ve bu tehdidi kullanmayı sabırsızlıkla bekliyordum.
Gözlerim, Aydın'ın üzerinde gezinirken, onun içindeki çaresizliği ve korkuyu okumaya çalışıyordum. Ancak, sessizliğin altında yatan gerçekleri öğrenmek için sorgulamam gerekiyordu.
"Soner," dedim, sesim sert ve kararlı, "susuyorsun. Neden?"
Aydın'ın ifadesiz yüzünde bir titreme hissettim, gözlerindeki çaresizlik, sözlere dökülmeyen bir çığlık gibiydi. O an, içimdeki öfke daha da kabardı, ama bunu göstermeden soğukkanlılığımı korumak için kendimi zorladım.
Onur, sessizce izlerken, masanın üzerindeki belgeleri gözden geçirdi. Herhangi bir ipucu, herhangi bir kanıt, bu adamın suçunu ortaya çıkarabilirdi.
Aydın, hala sessizdi. Gözlerindeki korku, yüzünde beliren ter damlalarıyla birleşiyordu. Belki de içindeki şeytanla savaşıyordu, belki de suçunu itiraf etmeyi düşünüyordu. Ama ne olursa olsun, bu sessizlik, bana daha fazla bilgi vermesi için bir fırsat sunuyordu.
"Soner," diye tekrarladım, sesim daha sert ve kararlı, "konuş. Sessiz kalmanın sana bir faydası olmayacak. Gerçeği bilmek istiyorum."
Aydın'ın dudakları titredi, gözleri kaçmadı. Belki de içindeki şeytan, onu terk etmişti. Belki de artık suskunluğu kırmanın zamanı gelmişti. Ama ben, sabırla beklemeye hazırdım. Gerçeği öğrenmek için ne gerekiyorsa yapardım.
Aydın Soner, sessizliğini korumaya devam ederken, odadaki gerilim giderek artıyordu. Onun gözlerindeki korkuyu görmek, benim için adeta bir zafer gibiydi, ancak bu zaferi daha da pekiştirmek için onu konuşturmam gerekiyordu.
"Onur, dosyadaki son bulguları getirir misin?" dedim, sesimdeki sert tonu koruyarak. Onur, sessizce başını salladı ve masanın üzerindeki dosyalardan birini alarak yanıma geldi.
Dosyayı açıp içeriğine bir göz attım. Elif Soner'in ölümüyle ilgili deliller, tanıkların ifadeleri, olay yerinde bulunan kanıtlar... Her şeyi bir araya getirip Aydın'ın suçunu ortaya çıkarmak için elimizde güçlü bir koz vardı.
"Bu dosyaya baktığında ne hissediyorsun, Soner?" diye sordum, gözlerimi Aydın'ın yüzüne dikerek. "Gerçeği öğrenmek istiyorum. Sessizlik seni kurtarmaz."
Aydın'ın gözlerindeki korku ve çaresizlik, onun içindeki çatışmayı yansıtıyordu. Belki de itiraf etmek istiyordu, belki de suçunu kabullenmek için cesaret toplamaya çalışıyordu. Ancak, sessizliğini koruyarak içindeki savaşı sürdürüyordu.
"Onur, dosyadaki son bulguları masaya bırakır mısın?" dedim, sert bir ses tonuyla. Onur, dosyayı masanın üzerine bıraktı ve sessizce yerine döndü.
Dosyayı açıp içeriğine bir kez daha göz attım. Her bir detayı titizlikle inceledim, Aydın'ın suçunu kanıtlayacak herhangi bir ipucu aradım. Ama o an, bir fırsat yakaladım.
"Onur, buraya gelir misin?" dedim, ona işaret ederek. Onur, şaşkın bir şekilde yanıma geldi. "Bu bulgu ne anlama geliyor?" dedim, dosyadaki bir belgeyi göstererek.
Onur, belgeyi dikkatle inceledi ve ardından bana bakarak, "Bu, Elif Soner'in telefonundan alınan son mesajın bir kopyası," dedi. "Mesaj, Aydın Soner'in Elif'e gönderdiği tehdit dolu bir mesajı içeriyor."
Bu, Aydın'ın suçunu kanıtlayacak güçlü bir delil gibiydi. Artık sessizliğini koruması imkansızdı. Onun suçunu itiraf etmesi için son fırsatıydı.
Aydın, belgenin üzerindeki tehdit dolu mesajı görünce yüzünde beliren endişe ve panik hali, içindeki savaşı daha da açığa çıkarıyordu. Gözleri hızla belgeyi tararken, kaçınılmaz bir gerçekle yüzleştiğini fark ettim. Artık sessizliğini koruyamazdı.
"Söyle bakalım, Aydın," dedim, sesimdeki sert tonu biraz daha artırarak. "Bu mesajın ne anlama geldiğini biliyorsun. Suçunu itiraf etmek en iyisi olur."
Aydın, bir an için gözlerimi kaçırdı ve sonra yeniden bana baktı. "Ben... Ben yapmadım," diye mırıldandı, sesindeki çaresizlik belli belirsiz bir şekilde duyuluyordu.
"Onu düşünmeye ne dersin?" diye sordum, kaşlarımı çatarak. "Sessizliğin, suçunla yüzleşmenden kaçmanı sağlamaz. Artık gerçeği kabul etmenin zamanı geldi."
Aydın, kısa bir an tereddüt etti, sonra gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Sonunda, itiraf etmeye hazır olduğunu hissettim.
"Siz haklısınız," dedi, sesi titreyerek. "Ben... Ben öldürmedim."
Bu itiraf, odadaki tüm gerilimi daha da artırdı. Onun suçunu kabullenmesi, dosyanın ve yaşananların artık sona ereceği anlamına geliyordu. Artık adaletin önünde hesap verecek ve gereken cezayı alacaktı.
"Siz de biliyorsunuz, suçunuzun sonuçlarına katlanmanız gerekiyor," dedim, ciddiyetle. "Ama şu anda yapmanız gereken ilk şey, her şeyi bize anlatmak."
Aydın, başını önüne eğdi ve anlatmaya başladı. Her bir detayı titizlikle dinledim, dosyaya notlar aldım ve gereken adımları atmaya başladık. Artık adaletin yerini bulması için elimizde güçlü bir delil vardı ve bu delil, Aydın'ın karanlık sırlarını açığa çıkaracaktı.
''Erel Ak. O bana yapmamı söyledi.''
Sorgu odasından çıktığımda, odanın diğer tarafındaki bekleyen ekibimle göz teması kurup hafif bir gülümsemeyle selamladım. Yüzlerindeki şaşkın ifadeleri görmek beni gizlice memnun etti. Herkesin aklında aynı soru vardı: "Mert, nasıl yaptın bunu?"
Güvenlik görevlilerine başımla selam verip, yanlarından geçerken, hafifçe omzumu silkeleyerek, "Görüşmek üzere," dedim.
Odadaki gerilimi yok eden sessizliği geride bırakıp koridor boyunca yürüdüm. Her adımımda, sorgu odasında verdiğim hızlı ve etkili performansı düşündüm. İçimdeki huzursuzluk, Aydın'ın verdiği çelişkili cevaplar ve gizemli bahislerle doluydu. Erel Ak'ın kim olduğu ve ne planladığı hakkında bilgi sahibi olmamız gerekiyordu.
Koridorun sonuna vardığımda, amirim Tolga'nın karşısına dikildim. Onun sorgudan çıktığımı görmesini beklerken, gözlerimdeki hızlı düşünceleri fark etti.
"Sorgu nasıldı?" diye sordu, kısa bir an için gözlerimdeki kararsızlığı okuyarak.
"Sıradan," dedim, gerçeklerle yüzleşmekte zorlanırken içimdeki karmaşık duyguları gizlemeye çalışarak. "Ama bazı ilginç gelişmeler oldu. Erel Ak'ın adı geçti."
Tolga'nın kaşları çatıldı, düşünceli bir ifadeyle başını salladı. "Erel Ak... Bu işin içinde bir iş var gibi gözüküyor. Onu bir an önce bulmamız gerekiyor. Bilgi sahibi olabilecek herkesle görüş."
"Onu bulmamız gerekiyor," dedim kararlılıkla, Erel Ak'ın gizemli planlarının peşine düşmek için sabırsızlanarak.
Görevimin Erel Ak'ı bulmak olduğunu düşünerek kararlı adımlarla koridor boyunca ilerledim. Ak'ın kim olduğunu ve ne tür bir plan içinde olduğunu öğrenmeliydik. Bu gizemli figür, sadece suçlarının peşine düşmekle kalmayıp, Taner Demir'in ölümüyle ilgili büyük bir rol oynuyor olabilirdi.
Ofisime vardığımda, Erel Ak hakkında daha fazla bilgi toplamam gerektiğini biliyordum. İlk olarak, geçmişteki ilişkilerine ve bağlantılarına odaklanmalıydım. Belki de bu, onun niyetlerini ve motivasyonunu anlamama yardımcı olabilirdi.
Masamın üzerindeki bilgisayarı açıp Erel Ak'ın geçmişine dair bir araştırma başlattım. Adını tüm veri tabanlarında ve internet kaynaklarında araştıracağım. Belki de bir ipucu bulabilirdim.
Aynı anda, Erel'in son zamanlarda nerede olduğunu ve kimlerle iletişimde olduğunu izlemek için teknik ekip ile koordinasyon içinde olmalıydım. Belki de yakın zamanda bir iz sürmüşlerdi.
Bu arada, Aydın Soner'in ifadelerini de gözden geçirmem gerekiyordu. Belki de onun verdiği herhangi bir ipucu, Erel Ak'ın niyetlerini anlamama yardımcı olabilirdi.
Her şeyi bir araya getirip pusulamı sağlamlaştırmam gerekiyordu. Erel Ak'ı bulmalı ve bu gizemli olayların ardındaki gerçeği ortaya çıkarmalıydım.
***
Gözlerinin derinliklerinde kaybolmak, zamansız bir yolculuğa çıkmak istiyordum. Onun her bakışı, beni sonsuz bir sevgi ve huzur denizine sürüklüyordu. Bakışlarım, onun yüzündeki her çizgiyi, her ifadeyi titizlikle incelemek istiyordu. O'nun bakışlarında, evimizi bulmuştum, sol yanımda, kalbimin en güvenli limanında.
''Bakışların, benim evim, sol yanım,'' dediğinde, kelimelerin gücüyle yıkılmıştım adeta. O'nun benim için seçtiği bu özel ifade, ruhumu derinden sarmış, içimi huzur ve mutlulukla doldurmuştu. Anladım ki, onun bakışlarında kaybolmak, hayatın anlamını bulmaktı.
''Bakışların, benim yuvam, efulim,'' karşılığını verdiğimde, içimdeki sevgi fırtınası daha da yükseldi. O'nun gülüşü, benim için bir iklim değişikliğiydi. Her bir tebessüm çizgisi, benim için bir hazineydi. O'nun varlığı, benim için hayatın ta kendisiydi.
O gülüş... O saf, masum ve içten gülüş... Benim için adeta bir armağandı. Her bir tebessümü, bir çiçeğin açması gibi içimi aydınlatıyordu. O'nun gülüşü, benim için bir nehir gibi akan yaşam kaynağıydı. Onun gülümsemesiyle her şey yeniden can buluyordu.
''Biliyor musun gülüm?'' dediğinde, kalbim bir an durduğunu hissettim. O'nun sesinde gizli olan derin anlam, beni bir kez daha büyülemişti. O'nun sevgisi, benim için bir fener gibi karanlıkta parlıyordu.
''Gülüşünün olağanüstü olduğunu biliyor musun?'' diye sorduğunda, içimdeki sevgi dalgası yükseldi. O'nun bu samimi ve içten sözleri, beni derinden etkiledi. Onun varlığı, benim için bir mucizeydi. Onunla birlikte olmak, gerçek anlamda hayat bulmaktı.
''Gülüşün beni sarhoş ediyor, gülüm,'' dediğinde, içimdeki sevgi fırtınası tam anlamıyla kopmuştu. O'nun bu sözleri, beni derinden etkileyip, içimde sonsuz bir mutluluk ve huzur dalgası yaratmıştı. Onunla birlikte olmak, gerçek anlamda hayatın tadını çıkarmaktı.
Genç kadın, uykusuz gecenin sonunda uyanırken, rüyasındaki masalsı atmosferin hala etkisindeydi. O anı tekrar yaşamak için gözlerini sıkıca kapadı, ancak gerçeklik onu hızla kucakladı. Odasının loş ışıkları, mobilyaların sessiz çehresi ve odaklanması gereken günlük sorumluluklarının yükü, rüyanın büyüsünü kırdı.
Telefonunun çalmasıyla birlikte zihni rüyadan gerçeğe sıçradı. Elleri titreyerek telefonunu alırken, içinde hâlâ rüyada işittiği o romantik sözlerin yankılandığını hissetti. Arayanın kim olduğunu bilmeden, endişe ve merakla telefona bakarken, karşısındaki haberle sarsıldı.
Taner Demir'in katilinin tespit edilmiş olması, beklediğinden daha hızlı bir sonuca ulaşıldığını gösteriyordu. Ancak Aydın Soner'in suçu üstlenmesi, genç kadını derin bir düşünceye sürükledi. Bu adamın, bir cinayeti işleyecek biri gibi görünmemesi, kafasında soru işaretleri oluşturuyordu. Uykusuzluğun ve rüya hâlinin etkisiyle, gerçeklikle rüya arasında gidip gelirken, kafasında binlerce soru dönüyordu.
Belki de bu olayın ardında başka bir şey yatıyordu. Belki de hâlâ keşfedilmemiş gerçekler vardı. Genç kadın, kendi içsel çatışmaları ve dış dünyanın karmaşıklığı arasında sıkışıp kalmış gibi hissediyordu. Bu beklenmedik gelişmeler, onu derin düşüncelere sürükleyip, geleceğe dair belirsizliklerle dolu bir yolculuğa çıkarmıştı.
Genç kadının zihninde bir fırtına kopmuş gibiydi. Neşe dolu rüyasının ardından, şimdi ise karanlık bir gerçeklikle yüzleşiyordu. Nişanlısının, sevgilisiyle paylaştığı o romantik anlardan sonra, şimdi bir katil olarak tanımlanıyordu. Bu düşünce bile onu bir anda çıldırtmaya yetiyordu.
Erel, onun hayatında güven duyduğu bir liman gibi duruyordu. Onunla ilgili olumsuz düşüncelere kapılsa bile, bu kadar aşağılık bir suça bulaşacağını hiç düşünmemişti. İçsel bir savaşın ortasında, duyguları ve mantığı arasında sıkışıp kalmıştı. Bir yanda gerçekler, diğer yanda umutlar ve hayaller vardı.
Kendini sorgularken, Erel'in gerçek yüzünü görmek için çırpınan bir kalp vardı içinde. Belki de bu sadece bir yanılsamaydı. Belki de Erel, kendisini ve ilişkilerini manipüle etme yeteneğiyle, gerçek bir yüz oluşturmuştu. Şimdi, geçmişteki tüm anılarına, tüm o anlamlı bakışlarına, tüm o tatlı sözlerine yeniden bakmak zorunda hissediyordu.
Ancak şimdi, gerçeklerle yüzleşme zamanı gelmişti. Erel'in masumiyetini ya da suçunu öğrenmek için karanlık sulara dalması gerekiyordu. Bu onun için zorlu bir yol olacaktı, ama gerçeği bulmak için her şeye değerdi.
Mila'nın iç dünyası, bir fırtına gibi kıyısız denizlerde savruluyordu. Erel'in yüzüne bakarken, hem öfke hem de hayal kırıklığı içinde boğuluyordu. Onunla konuşurken bile, içinde bir çelişki ve karmaşa hüküm sürüyordu. Ne kadar istese de, duygularını kontrol altına alamıyordu.
Erel'in masum suratının ardında sakladığı kirli sırları görmek, onu içten içe delirtiyordu. Yıllar boyunca güvendiği, sevdiği birinin, bir katil olabileceğini düşünmek inanılmaz derecede ağırdı. İçindeki çılgınca düşünceler, kalbinin derinliklerine saplanıp kalmıştı.
Sonunda sessizliği bozduğunda, içindeki tüm bu karmaşayı Erel'e karşı bir patlamayla dışa vurdu. Sözlerinden önce, onun yüzündeki ifadeden anlayabilirdi ne hissettiğini. Ne var ki, Erel'in yalanlarını tekrar tekrar duymak, onun içindeki volkanı daha da büyüttü.
Erel'in karşısındaki çaresizlik ve öfke arasında gidip gelirken, bir an durdu. Gözlerini sert bir şekilde Erel'e dikti ve nefesini tuttu. Sonunda, ellerini kaldırıp bir darbe indirdi. Ancak Erel, beklenmedik bir hızla tepki verip onun bileğini yakaladı. Bu, Mila'nın içindeki yangını daha da körükledi.
Zilin çalması, ona bir nefes alma fırsatı verdi. Kapıyı açtığında, polis memuru Onur'un karşısında olduğunu gördü. O andan itibaren, işlerin hızla değiştiğini fark etti. Erel'in tutuklanacağını duyduğunda bile, içinde bir sızı oluştu. Ancak kararlılıkla adımını atmaya devam etti.
Karakolda, her adımı izlerken, olayın karmaşıklığı ve trajedisiyle yüzleşti. İçinde hala bir sürü soru işareti vardı, ancak artık gerçeklerle yüzleşmek zorundaydı. Bu süreçte, hem duygusal hem de zihinsel olarak bir dönüşüm geçirmeye başladı. Artık, hayatının geri kalanında nasıl ilerleyeceği konusunda daha net bir vizyona sahipti.
*
Sorgu odasının havası, gerginlik ve sinirle doluydu. Etrafta bir sessizlik hüküm sürüyordu, sadece adamın hırıltılı nefesleri duyuluyordu. Murat'ın sabrı, her geçen dakika azalıyordu ve siniri tavan yapmıştı. Amirleri, onu tutmaya çalışsa da, içindeki öfke kontrolünü kaybetmek üzereydi.
"Konuşana kadar ölmekten beter ederim seni!" diye bağırırken, adamın yüzünde sırıtış belirmişti. Bu sırıtış, Murat'ın içindeki ateşi daha da alevlendirdi. O kadar sinirlenmişti ki, adamın boğazına yapıştırmak üzereyken, Tolga amir hemen araya girdi ve durmasını sağladı.
Bu arada, avukat meselesi de gündeme gelmişti. Adamın kurnazca taktiği, her şeyi daha da karmaşık hale getiriyordu. Murat, bu adamın başına gelecekleri düşünmeye bile dayanamazken, ona karşı bir öfke dalgası hissetti. Ancak, profesyonelliğini korumak için sorgu odasından çıkmadan önce bir kez daha adamın yanına gitti.
Avukatının Mila Çevik olduğunu öğrenmek, Murat'ı oldukça şaşırttı. Bu adamın, en iyi avukatlardan birinin hizmetini alacak olması, onunla ilgili bir sürü soru işareti uyandırdı. Ancak, işlerin daha da karmaşıklaşmasına izin vermeden önce bir sonraki adımı düşünmek zorundaydı.
Adamın son cümlesi, Murat'ı daha da sinirlendirdi. Ne olursa olsun, bu adamın oyunlarına gelmemesi gerekiyordu. İçindeki öfkeyi kontrol altına alarak, odadan çıktı ve bir an önce avukatlarıyla görüşmek için adımlarını atmaya başladı.
Polis memuru Onur'un, nişanlısını tutuklarken içinden geçirdiği karmaşık duyguları bastırmaya çalışırken, Erel'in sakin tavrı onu oldukça şaşırtmıştı. Erel'in yüzündeki o sırıtış, Onur'un sinirini daha da artırmıştı. Ancak, işini profesyonel bir şekilde yapması gerekiyordu. Karşısındaki adamla kişisel bir hesaplaşma içine girmeye vakti yoktu.
Arabanın arkasındaki sirenlerin sesi, adeta Onur'un içindeki karmaşayı yansıtıyordu. Nişanlısının bu kadar kolay bir şekilde tutuklanması, Onur'u derin bir endişe ve şüphe içine sürüklüyordu. Acaba Erel gerçekten suçlu muydu, yoksa birileri onu kullanıyor muydu? İşlerin bu kadar karmaşık olması, Onur'un kafasını oldukça karıştırıyordu.
Karakola vardıklarında, Erel sessiz ve sakindi. Onun bu tavrı, Onur'un içindeki şüpheyi daha da artırıyordu. Bu kadar ciddi bir suçlamayla karşı karşıya olduğu halde Erel'in rahat tavırları, Onur'u daha da meraklandırıyordu. Belki de Erel'in, gerçekten suçsuz olduğuna dair bir inancı vardı, ya da belki de her şeyi bilerek ve planlayarak yapmıştı.
Karakola girdiklerinde, Erel hâlâ sessizdi. Onur, odadaki sessizliği kırmak için Erel'e doğru yöneldi. "Erel, neler oluyor? Bana doğruyu söyle." dedi, sesindeki endişeyi gizleyemeyerek. Erel, bir an tereddüt etti, sonra derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. "Onur, bana inan. Ben suçsuzum. Bu işin içinde bir yanlışlık var. Sana her şeyi anlatacağım, ama lütfen bana inan."
Onur, nişanlısının gözlerine baktı, içindeki karmaşık duygularla başa çıkmaya çalışırken, Erel'in sözlerine inanmak istiyordu. Ancak, bu kadar ciddi bir suçlamayla karşı karşıya olduklarında, her şeyin göründüğü gibi olmayabileceğini bilmek gerekiyordu. Sonunda, kararı vermek için biraz zamanına ihtiyacı olduğunu hissetti.
*
Sorgu odasına adım attığımda, Erel karşımda oturuyordu. Yüzünde beliren şaşkınlık ve endişe ifadeleri, onun gerçekten de ne kadar ciddi bir durumda olduğunu gösteriyordu. İçimdeki karmaşık duyguları bastırmaya çalışarak, profesyonel bir şekilde davranmam gerektiğini hatırladım.
Erel'e doğru yöneldim ve sessizce karşımda oturdum. Göz temasından kaçınmadan konuşmaya başladım. "Erel, seninle biraz konuşmalıyız. Bu durumun ciddiyetini anlıyorsun, değil mi?"
Erel'in gözlerindeki endişe, biraz daha artmış gibi görünüyordu. "Evet, Mila, biliyorum. Ama anlatılacak pek bir şey yok. Ben suçsuzum."
Onun bu sözleri beni biraz şaşırttı. "Erel, seni tanıyorum. Ne olursa olsun, senin böyle bir şey yapacağına inanmıyorum. Ama şu an gerçekleri öğrenmeliyim. Ne olduğunu bana anlat."
Erel, derin bir nefes alıp başını kaldırdı. "Mila, gerçekten suçsuzum. Benim parmağımın olayla hiçbir alakası yok. Ancak..." dedi, bir an duraksayarak. "Ancak, işin içinde Taner Demir var."
Taner Demir... Olayın başından beri kafamı kurcalayan isimdi. Erel'in bu adı anması, işlerin daha da karmaşıklaşmasına neden olmuştu. "Ne demek istiyorsun? Taner Demir nasıl bir rol oynuyor bu işte?"
Erel, anlatmaya başladı. Taner Demir'in, hayatlarına müdahale ettiğini ve onları birbirlerine düşürmeye çalıştığını söyledi. Anlattığı her detay, kafamdaki soru işaretlerini daha da artırıyordu. Ama Erel'in sözlerinde samimiyet vardı, buna emindim.
Kafamda binbir soruyla Erel'in anlattıklarını dinledim. İçimdeki karmaşık duyguları bir kenara bırakıp, gerçekleri ortaya çıkarmak için elimden geleni yapmam gerekiyordu. Erel'in masum olduğuna inanıyordum, ama gerçeklerin peşinden gitmek zorundaydım.
Tek kelime etmeden yavaşça Erel'in karşısındaki sandalyeye eşyalarımı bıraktım.
Sandalyeye oturmak yerine masanın yanına geçip yaslandım, bakışlarımı nişanlım olacak adama diktim.
"Erel, bu işin içinde Taner Demir varsa, onunla ilgili deliller ne?" diye sordum, mantıklı bir çözüm bulmaya çalışarak. "Eğer masum olduğunu kanıtlayabilirsek, seni savunacağım."
Erel, kararlı bir ifadeyle cevap verdi. "Mila, Taner'in bana karşı olan düşmanlığının kanıtlarını bulmalıyız. Onun olayla bağlantısını açığa çıkarırsak, gerçekler ortaya çıkacak."
Düşünceli bir şekilde başımı salladım. "Peki, nereden başlayacağız? Taner Demir'in bize karşı olan düşmanlığı hakkında hangi bilgilere sahibiz?"
Erel, düşünce dolu bir ifadeyle devam etti. "İlk olarak, Taner'in geçmişteki davranışlarını incelemeliyiz. Onunla ilgili herhangi bir şey, bize ipuçları verebilir."
Gözlerimin önünde bir plan oluşmaya başladı. "Evet, doğru. Taner'in geçmişte yaptığı herhangi bir şey, onun gerçek niyetlerini gösterebilir. Hemen çalışmaya başlamalıyız."
Erel, kararlı bir ifadeyle başını salladı. "Tamam, birlikte hareket edeceğiz. İnanıyorum ki, Taner'in gerçek yüzünü açığa çıkarabiliriz".
Mila, Erel'in masumiyetine ve aynı zamanda suçluluğuna dair içsel çatışmasını derinden hissediyordu. Onunla birlikte geçirdiği tüm anılar, birlikte yaşadıkları duygular ve paylaştıkları anılar, onun masumiyetine olan inancını güçlendiriyordu. Ancak Erel'in, suçlamalar karşısında sakinliğini koruması ve suçlamalara karşı sadece sessizce karşı koyması, onda bir kuşku uyandırıyordu.
Erel'in bakışlarındaki samimiyet ve içtenlik, Mila'yı derinden etkiliyordu. Onun gözlerindeki ışık, onun masumiyetine olan inancını arttırıyordu. Ancak aynı zamanda, olayın içinde Taner Demir gibi bir ismin olması, onun suçluluğuna dair karanlık bir gölge oluşturuyordu. Taner Demir'in geçmişteki davranışları ve ilişkileri, Mila'nın zihninde Erel'e dair kuşkuları besliyordu.
Mila, Erel'e olan duygularını ve onun masumiyetine duyduğu inancı sorgularken, aynı zamanda onun suçluluğuna dair kuşkularıyla da boğuşuyordu. İçsel çatışma, onun duygusal olarak yıpranmasına neden oluyordu. Sevdiği adamın masumiyetini kanıtlamak istiyordu, ancak aynı zamanda gerçeği ortaya çıkarmak ve suçluyu bulmak için de mücadele etmek zorundaydı.
Bu içsel ikilem, Mila'nın kararlılığını ve hedeflerine olan bağlılığını sarsıyordu. Erel'in masumiyetini kanıtlamak için elinden geleni yapmaya kararlıydı, ancak aynı zamanda gerçeği ortaya çıkarmak ve suçluyu bulmak için de mücadele etmek zorundaydı. İçsel çatışma, onun karar verme sürecini zorlaştırıyor ve doğru kararı bulmak için içindeki ikilemi çözmek zorunda bırakıyordu.
Erel'in itirafı, içimde yıkıcı bir fırtına başlattı. Kalbim paramparça olmuş, duygusal bir yıkıma sürüklenmişti. Onun suçsuz olduğuna olan inancım, acımasız gerçeklerle sarsılmıştı. İçimdeki duygusal kaos, adeta beni yutup içine çekiyordu.
Her anı, her anıt gibi, artık zehirli bir hava ile sarılmıştı. Geçmişimizin tatlı anıları, şimdi acı veren anılarla doluydu. Bir zamanlar bizi bir araya getiren neşe dolu anlar, şimdi hüzünlü bir anıya dönüşmüştü. Erel'e duyduğum derin sevgi ve bağlılık, şimdi bir yalanın içinde kaybolmuş gibiydi.
Bu içsel fırtına, bedenimi ve ruhumu paramparça etti. Kalbim, bir yanda ona olan sevgimle dolup taşarken, diğer yanda gerçeklerle yüzleşme acısıyla sarsılıyordu. İçimdeki bu karşıtlık, her geçen an daha da derinleşiyor ve beni darmadağın ediyordu.
Karar vermek, bu acı dolu çatışmanın ortasında bir yol bulmak, her zamankinden daha zor hale gelmişti. Hangi duyguyu dinleyeceğimi, hangi sesin gerçek olduğunu bulmak, adeta bir labirentin içinde kaybolmuş gibiydim. Bu karmaşık duygularla başa çıkmak, beni daha da derin bir bunalıma sürüklüyordu.
Erel'in sözleri kalbime saplanmıştı, adeta bir bıçak gibi. Onun masumiyetine dair umutlarım, içimde bir fırtına gibi esen kuşkularla savaşıyordu. Gözlerimdeki yaşlar, içsel çatışmamın dışa vurumu gibiydi.Ona olan duygularım, içimde karmaşık bir dansa dönüşmüştü. Bir yanda sevgi dolu anılarımız, birlikte yaşadığımız güzel günler ve paylaştığımız derin bağlar; diğer yanda şüpheler, korkular ve suçlamalar. Bu ikilem, beni paramparça ediyordu.
"Erel, seni tanıyorum. Bu işte senin parmağın varsa, bana anlatmalısın." Sesimdeki kararlılık, içimdeki çalkantıya rağmen dışarıya yansıttığım tek şeydi.
Erel, derin bir iç çekişle başını salladı. "Mila, bu işte benim parmağım olduğunu söylesem de, gerçekten suçsuzum."
Gözlerimdeki yaşları saklamaya çalışarak ona baktım. "Ama neden? Neden bana söylemedin? Neden beni bu karanlık sırların içine çektin?"
Erel'in yüzünde bir çaresizlik ifadesi belirdi. "Mila, sana zarar gelmesini istemedim. Ama artık gerçeklerle yüzleşmeliyiz."
Kalbim acı dolu bir sancıyla çarpıyordu. "Erel, senin masum olduğuna inanmak istiyorum, ama her şey bu kadar karmaşık."
Erel, derin bir iç çekişle benim yanıma yaklaştı. "Mila, sana karşı her zaman dürüst olacağım. Ama bu kez, gerçeklerle yüzleşmek zorundayız."
Erel'in yaklaşımı, beni daha da çaresiz hissettiriyordu. Onun samimi bakışları, söylediği her kelime, içimdeki sarsılmaz duvarları yıkıyordu. Ama aynı zamanda, ona olan güvenimi de sorguluyordu.Gözlerim karardı, düşüncelerim birbirine dolandı. Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilemiyordum. Kalbim paramparça olmuştu, ruhum derin bir karanlıkla kaplanmıştı. Bu duygusal fırtına içinde kaybolmuş gibiydim, umutsuzca bir çıkış arıyordum.
Zihnim, karanlık bir ormanda kaybolmuş gibiydi. Her adım attığımda, daha da derinlere gömülüyordum karmaşanın içinde. Erel'in itirafı, ruhumu bir uçurumun kenarına sürüklemişti ve şimdi sonsuz bir boşluğun içinde sallanıyordum.
İnanmak istemediğim gerçek, acımasızca yüzüme çarpıyordu. Kalbim, bu acı gerçeği kabul etmek istemiyordu; çünkü Erel'e olan sevgim ve güvenim, ruhumun derinliklerinde çırpınan umut kıvılcımlarını söndürmeye çalışıyordu.
Geçmişteki anılar, şimdi keder dolu bir yas perdesiyle örtülüydü. Onunla yaşadığımız güzel anılar, şimdi zehir gibi akıyordu ruhuma, her biri beni daha da yıpratıyordu. Düşüncelerim, acı dolu bir labirentin içinde kaybolmuş gibiydi, hiçbir çıkış yolunu göremiyordum.
Depresyonun karanlık sularına batmış gibiydim, umutsuzluğun boğucu kavrayışıyla savaşıyordum. Erel'in katil olduğuna dair gerçeği kabul etmek, içimi bir boşlukla dolduruyordu. Artık neye inanacağımı bilemiyordum, çünkü her seçenek, kalbimin derinliklerinde bir yara açıyordu.
Hayatımın en karanlık anında bile umutsuzluğun pençesinde debelenirken, bir yandan da içimde hala bir umut ışığı parlıyordu. Belki de Erel'in itirafı, tüm gerçekleri ortaya çıkarmamız için bir fırsattı. Belki de karanlığın içinde bir ışık huzmesi olarak parlıyordu, ama bu ışığa ulaşmak için önce kendi içimdeki karanlığı yenmem gerekiyordu.
Zihnimi bulanık düşünceler ve çelişkili duygular doldurmuştu. Erel'e olan sevgimle, onun suçlu olduğuna dair artan şüphelerim arasında sıkışıp kalmıştım. Acımasız gerçeklerle yüzleşmek, içimde derin bir çatlak açmıştı ve artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt etmekte zorlanıyordum.
Bir yandan Erel'e olan inancım ve onun masumiyetine dair umutlarım, diğer yandan suçlamaların ağırlığı altında eziliyordu. Her iki duygu da içimde acı bir sızı bırakıyordu, ruhumu adeta ikiye bölmüştü. İçsel bir savaşın tam ortasında kalmıştım ve bu savaşı kazanmak için içimdeki karmaşayı çözmem gerekiyordu.
🎨
Bu zor kararı vermek, içsel çatışmamı daha da arttırıyordu. Erel'e olan duygusal bağım, onun masumiyetine olan inancımı sorgulatıyordu, ancak aynı zamanda mesleki prensiplerim ve etik değerlerim de beni Erel'in davasını savunmaktan alıkoymaya çalışıyordu.
İçimdeki bu karmaşık duygularla baş etmek zordu. Bir yandan, onu savunmak istemiyordum çünkü bir katili savunmak, benim için kabul edilemezdi. Diğer yandan ise, ona duyduğum derin sevgi ve onun masumiyetine olan inancım, beni onun yanında olmaya yönlendiriyordu. Ancak bu iki duygu arasında sıkışıp kalmıştım ve hangi yolu seçeceğim konusunda karar veremiyordum.
Mesleki etik kurallarımı ve vicdanımı korumak istiyordum, ancak Erel'e olan duygusal bağım, bu kararı vermemi zorlaştırıyordu. Kendimi bir tarafta doğru olanı yapmaya, diğer tarafta ise duygusal bağlarımı göz ardı etmeye zorlanmış hissediyordum. Bu içsel savaş, beni derin bir çıkmaza sürüklüyordu ve ne yapacağımı bilemiyordum.
Genç kadının odasında sessizlik hakimdi. Kalemi titreyen elleriyle tutarken, boş kağıt karşısında uzun bir süre düşüncelere daldı. İstifasını belirten dilekçeyi yazmak için hazırlanmıştı, ama kalemi kağıda indirmekte zorlanıyordu. İçindeki karmaşık duyguları düzene sokmak, kağıda dökmek için çaba sarf ediyordu.
Her bir harfi yazarken, içindeki çatışma daha da derinleşiyordu. Mesleğinden vazgeçmek, yıllarını verdiği, tutkuyla bağlı olduğu alanı terk etmek demekti. Ancak aynı zamanda, vicdanıyla, prensipleriyle uyumlu bir yaşam sürmek istiyordu.
Kağıdın üst köşesine kurumun logosunu işaretledi ve altına tarihini yazdı. Ardından, başlık kısmını "İstifa Dilekçesi" olarak belirledi ve altına kendi adını yazdı. Gözleri kağıda sabitlenmiş, zihnindeki karmaşık duyguları düzene sokmaya çalışıyordu.İlk cümlede, kararlılığını ifade etmek istedi. "İlgili Kurum Yetkililerine," diye başladı dilekçesine, cümleyi net ve keskin bir şekilde yazarak. Ardından, istifasını neden verdiğini belirtmek için, "Bu dilekçeyle, meslek hayatıma son verdiğimi belirtmek istiyorum," diye devam etti. Ancak bu cümleyi yazarken bile içinde bir burukluk hissediyordu.Daha sonra, birkaç paragraf boyunca, mesleğine olan minnettarlığını ve yaşadığı deneyimleri anlattı. Mesleğine duyduğu sevgi ve saygıyı dile getirirken, aynı zamanda kararının arkasında durduğunu da ifade etmek istedi. "Bu kararımı verirken zorlandım, ancak kendim ve vicdanım için doğru olanı yapmak zorundayım," diye yazdı.Dilekçenin sonunda, istifasını resmiyet kazandırmak için gerekli işlemlerin yapılmasını talep etti. "İstifamın onaylanarak gereğinin yapılmasını arz ederim," diye bitirdi dilekçeyi. Son harfi yazdıktan sonra bile, kağıdın üstünde bir süre daha gözleri gezindi. Artık bu dilekçeyi vermekten başka çaresi yoktu.
Kelimeler kağıda dökülürken, geçmişte yaşadığı anılar, başarılar ve hayal kırıklıkları zihninde canlanıyordu. Her bir kelime, onun için bir hikayeydi. Mesleğine olan aşkını ve kararlılığını ifade ederken, aynı zamanda bu kararın zorluğunu ve içsel çatışmayı da yansıtıyordu.
Dilekçeyi tamamladığında, odasında bir sessizlik hüküm sürdü. Kağıdı masanın üstüne koyup uzun bir nefes aldı. Artık meslektaşlarından biri değildi. Ancak bu karar, onun için yeni bir başlangıçtı. Geleceğe dair belirsizliklerle dolu olsa da, içindeki huzur ve özgürlük duygusu, bu zorlu süreçte ona rehberlik edecekti.
Dilekçesini bitirdikten sonra, gözleri kağıdın üstünde bir süre daha gezindi. Belki de son kez, o kağıt üzerindeki kelimeleri gözden geçiriyordu. İçindeki karmaşık duyguları yatıştırmak için derin bir nefes aldı ve dilekçeyi katlayarak zarfa koydu.
Zarfa, titreyen elleriyle mühürledi ve üzerine kurumun adresini yazdı. Her bir harfi sıkıca bastırmaya çalışırken, kendini huzursuz hissediyordu. İşte o an, bir bölümü kapanıyor, bir kapı kapanıyor ve belki de hayatının yeni bir dönemi başlıyordu.
Zarfla birlikte ofisten çıktı ve gerekli yere dilekçeyi teslim etmek için yola koyuldu. Adımları hafif, ancak içindeki ağırlıkla doluydu. Her adımı, verdiği kararın geri dönüşsüz olduğunu hatırlatıyordu. Ancak bir yandan da, özgürlüğe adım atmış gibi hissediyordu. Meslek hayatına veda etmek, belki de kendi gerçekliğine adım atmak anlamına geliyordu.
Dilekçeyi teslim ettikten sonra, ofisten ayrılırken arkasına bile bakmadı. Artık yeni bir sayfa açmak için hazırdı. Belki kendi yolunu çizmek, kendi gerçeğini keşfetmek için bu adımı atması gerekiyordu. Gelecek belirsizdi, ama içinde bir umut ve kararlılık vardı. Yeni bir başlangıca doğru yürüyordu.
Ceylin'in samimi gülümsemesi, Mila'nın içini bir nebze olsun ısıttı. Bir arkadaşın bu kadar anlayışlı olabilirdi, bu gerçekten onun için değerliydi. Onun yanında olması, sanki bir limana demir atmış gibi hissettiriyordu.
Mila, içtenlikle konuştu: "Ceylin, ben avukatlıktan ayrıldım. Bunu yapmak beni gerçekten zorladı."
Ceylin, anlayış dolu bir bakışla ona döndü. "Bunu biliyorum," dedi yumuşak bir ses tonuyla. "Ama eminim ki, bu karar senin için en iyisiydi. Senin mutluluğun ve huzurun önemli."
Mila, arkadaşının bu sözleriyle biraz rahatladı. "Evet, belki de haklısın," diye ekledi, içtenlikle. "Belki de bu yeni başlangıç, gerçekten de benim için en iyisi olacak."
Ceylin, dostça bir şekilde elini Mila'nın omzuna koydu. "Emin ol, senin için güzel şeyler olacak. Buna inanıyorum."
Bu samimi an, Mila'nın içindeki karanlık bulutları bir nebze olsun dağıttı. Arkadaşının yanında olması, ona cesaret veriyordu. Belki de gelecek, sandığından daha parlak olabilirdi. Mila, içtenlikle umut ettiği bu yeni başlangıca doğru yürümeye hazırdı.
Yaşanan her kötü olay, iyiliğe açılan bir kapıdır.
E
|
0% |