Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@sil_aaaaa

Eğer beğendiyseniz bana destek verin sizleri sebiyorummm😘😘

 

 

25 SENE ÖNCE

 

Hastanenin doğumhane yerinde güçsüz tiz bir bebek çığlığı yankılanıyordu. Koridorda herkes bu sesi duyunca sevinçten birbirine sarılıp, gülmeye başladı.

 

"Hayırlı olsun kardeşim." Sesin geldiği yöne döndüğümde karşı komşumuz Mustafa olduğunu gördüm. Onunda oğlu birkaç ay önce doğmuştu.

 

"Sağol" diyebildim sadece.

 

Doğumhane kapısı açılınca bütün gözler o yöne döndü. Kapıdan çıkan bir hemşire ve kucağında bir bebek tutuyordu. "Bu güzel kızımızın babası kim?" Diye sordu.

 

"Benim" dedim kekeleyerek. Hemşire yanıma yaklaşmaya başladığımda heyecandan kalbimin yerinden çıkacakmış gibi hissediyordum

 

Hemşire tam karşımda durdu ve küçük prensesimi kucağıma bıraktı. "Hayırlı olsun, Allah analı babalı büyütsün." Dedi gülümseyerek.

 

Tebessüm ederk cevap verdim. "Sağolun"

 

Ben kızıma büyük bir özlemle ve neşeyle bakarken karşı komşumuzun yanımıza geldiğini bile fark etmemiştim. "Çok tatlı." Dedi tebessüm ederk. "Adını ne koyacaksın?"

 

"Gülce" dedim hızlı bir şekilde. "Gülce YILMAZ" bunu derken bir çocuk gibi hissettim. "Nasıl? Adıyla soy adı uyumlu mu?"

 

Mustafa güldü. "Evet uyumlu ama sanki Gülce YILMAZ AKTAŞ daha güzel gibi. Ne dersin?"

 

AKTAŞ kendi soy adlarıydı. "Anlayamadım?"

 

Mustafa tekrar güldü. "Yakında anlarsın." Dedi ve Gülce'yi göstererek "kucağıma alabilir miyim?"

 

Nazikce güldüm ve güzeller güzeli kızımı kucağına bıraktım. Az önce söylediklerini anlamamıştım fakat çokta üstünde durmadım. Mustafa iyi biriydi. Yakışıklı, boylu poslu, kumral, siyah gözlü, biraz cılız birisiydi. Çok cömertti. Oğlununda ona benzeyeceğine emindim.

 

Gülce'ye şefkat dolu gözlerle bakıyordu. Yüzünü kapatan battaniyeyi yüzünden çekti ve daha dikkatli bakmaya başladı.

 

Ama kafamı kurcalayan bir şey vardı. Neden kızımın adına kendi soyadını eklemişti ki? Sanırım bunu öğrenemeyecektim. En azından şimdilik.

 

Hemşire geldi "artık bebeği almam gerek. Annesinin yanına götüreceğim." Dedi.

 

"Tabi" dedim ve Mustafa'nın kucağından Gülce'yi aldım ve hemşireye verdim.

 

"Tekrardan hayırlı olsun kardeşim. Allah analı babalı büyütsün. Benim artık gitmem gerek. Malum benide evde bekleyen iki kişi var." Gülümsediğinde bende güldüm ve elimi tıpkı bir dost gibi omuzuna attım ve nazikce sıvazladım.

 

"Geldiğin için ne kadar teşekkür etsem azdır Mustafa. Sen artık daha fazla bekleme evine git, seninde çocuğun ve eşin var. Onların yanında ol."

 

Silik bir tebessümle bana baktı ve kafasını salladı. Ardından arkasını döndü ve gitti.

 

...

 

O günün üzerinden 4 ay geçmişti. Saat 21.42'ydi. Gülce uyuyordu, ben ve eşimde salonda oturup televizyondan haberlere bakıyorduk. Bir anda kapı çaldı. Eşim ayağa kalktı ve kapıya bakmaya gitti. Bir süre içeriye girmeyince merak ettim ve kalkıp yanına gittim.

 

"Hayatım? Bir sorun mu var?"

 

"Aşkım burda bir beşik var! Ve üzerinde altınlar ve bir not var!"

 

"Ne?" Dedim ve hızlı bir şekilde yanına gittim. Beşike baktım üstünde balonlarla ve doğum günü süsleriyle süslenmişti. Altınlara baktığımda gözlerim irice açıldı. Tam 15 tane bilezik, 30,40 tane tam altın vardı. Üzerindeki notu aldım ve sesli bir şekilde okumaya başladım.

 

"Merhaba sevgili komşum Ali YILMAZ. Bu beşiği ve altınlar görünce şaşırmış olman çok normal. Benim başıma gelse bende şaşırırdım. Çok uzatmadan konuya girmek istiyorum. Ben Mustafa AKTAŞ. Bu aralar durumunun sıkışık olduğunu biliyorum. Bunu bir borç olarak algılama, sana acıdığımı felanda sanma. Sadece seninle beşik kertmesi yapmak istiyorum.

 

Beşik kertmeside ne? Dediğini duyar gibiyim.

 

Beşik kertmesi; erkek ve kızın daha beşikte bebekken evlenmesine verilen karardır. Yani kısacası söz gibi bir şeydir. Gülce kızımın ve Batın oğlumun evlenmesini istiyorum. Eğer kabul edersen beşiği ve altınları al, senden ilerde altınları geri istemeyeceğim, ama sen diyorsan 'ben kızımı evlendirmeyeceğim,turşusunu kuracağım, altınlarınıda istemiyorum diyorsan altınları ve beşiği sana vereceğim adrese gönder."

 

Mektubu okuduktan sonra kafamı kaldırıp şaşkınlıkla karıma baktım, oda aynı şaşkınlıkla bana bakıyordu.

 

"Ne yapacağız? Kabul mü edeceğiz?" Diye soran karıma baktım.

 

"Kızımın hayatını mahfedemem! Ya onun oğluna değilde başka bir adama aşık olursa? O zaman Batın'la zorla evlenmek zorunda kalacak. O zaman bize kızmayazak mı? Küsmeyecek mi?"

 

"Kızımızın geleceğini düşündüğünü biliyorum ama gerçekten bizim bu parayada ihtacımız var. Ne kadar inkâr edersen et kendi karnımızı bile zor doyuruyoruz. Sütüm artık Gülce'ye yetmiyor! Sende çalışmıyorsun. Gülce'ye hangi parayla mama alacağız?"

 

"Bilmiyorum Fulya. Bilmiyorum güzel karım." Daha kısık bir sesle "bilmiyorum..." Dedim.

 

"Evet belki ilerde Gülce Bartın'la evlenmek istemez. Belki o zaman bir çaresini buluruz. Ama şimi bunu kabul etmekten başka bir çaremiz yok! Söz veriyorum sana, ilerde herşey çok güzel olucak. Güven bana." Çok rahatlatıcı konuşuyordu ve haklıydıda. Bu teklifi kabul etmekten başka bir çarem yok.

 

Ne kadar içim el vermesede başımla Fulya'yı onayladım. "Haklısın. Belki bizi anlamayacak ama her şey onun için." Dedim zoraki bir şekilde.

 

"Evet. Her şey onun için." Dedi Fulya.

 

25 SENE SONRA

 

"Baba ya!" Diye söylenerek salona girdim.

 

"Ne oldu benim güzelim?"

 

"Baba şu oğluna bir şey söylesene! Benim odamdan çıksın! Bir aydır ayağından hiç çıkarmadığı çoraplarınıda etrafa attı. Ben daha o odayı yeni temizlemiştim!" Diye çemkirdim.

 

"Lan Poyraz!" Babam Poyraz'ı çağırdıktan 5 saniye sonra salonda belirdi. "Efendim baba?" Dedi şaşkınlıkla.

 

"Lan şerefsiz! Sen niye ablanın sözünü dinlemiyorsun?"

 

"Amma abarttınız he! Ne odaymış arkadaş! Sanki hazine saklıyorlar."

 

Babam aniden "len!" Dediğinde Poyraz neye uğradığını şaşırdı. "Ablan o senin ablan! Biraz saygılı ol!"

 

"Hıh" diye bir ses çıkardı, sırıtarak konuşmaya devam etti. "Boyu kardeşinin omuzuna gelen abla mı olur?" Dedi alayla gülerek.

 

Babam yerinde doğrulduğunda Poyraz hemen kendi odasına kaçtı. Babamla ben Poyraz'ın arkasından bakarak gülüyorduk.

 

Babam aslında ikimizde çok seviyordu. Ama ben kız olduğum için daha hassas olduğunu düşünüyordu. Annem ve babam beni ne kadar prenses gibi yetiştirsede benim doğuştan gelen bir yeteneğim vardı. Dövüş.

 

Aslında Poyraz sağolsun onun sayesinde kendimi dövüş konusunda oldukca geliştirdim. Poyraz'ın bana dövüş öğrettiğini sanıyorsan yanılıyorsun. O zaman nasıl mı kendimi geliştirdim? Poyraz'ı döverek :)

 

Telefonum çalmaya başladığında odama gittim. Tam kapıdan girecekken karşıma bir anda Poyraz çıktı. Korkuyla bağırmaya başladım. "Ağğğ" refleks olarak Poyraza yanlışlıkla bir tokat indirdim şlakkk! diye

 

Poyrazda acıyla inlediğinde ben kaşlarım çatık bir şekilde ona bakıyordum. "Ahhh Gülce ne yapıyorsun?"

 

Poyraz'la aramızda 8 yaş var. Fakat poyraz bana sinirlenince adımla hitap ediyordu bana. Bense hep sinirlenince insanları soyadıyla hitap ederdim.

 

"Ya" dedim kekeleyerek. "Ne yapayım bir anda çıktın karşıma! Reflek olarak bende yapıştırdım bir tane." Dedim ve kıkırdadım.

 

"Gülme!" Diye beni uyardı. Ama ben bunun üzerine daha fazla gülmeye başldım. "Of Gülce" dedi ve Poyraz odamdan çıktı.

 

O an fark ettim ve anında gülüşüm soldu. Poyraz benim odamdan çıkıp kendi odasına gitmişti. Peki sonra neden geri gitmişti?

 

"Poyraz! Bekle bir dakika." Dedim uyarıcı. Bir sesle.

 

Poyraz anlamaz gözlerle bana döndüğünde yanına gittim. "Sen en son benim odamdan çıkmıştın. Neden geri girdin?"

 

Düşündüğümden daha uzun süre sessiz kaldı. Arada sırada da 'ııı, şeyy' diyip duruyordu. "Poyraz!" dedim uyarıcı bir sesle.

 

"Of abla hakikaten ne kadar değerli bir odan varmış böyle. Bir eşyamı unuttum ve geri dönüp onu aldım. Amma uzattı ha!"

 

Tam gidecekken kolundan onu duvarla kendi arama aldım. "Bana bak! Ben salak mıyım? Neden girdin?" Diye bağırdım.

 

Poyraz bir süre sessiz kaldı. "Abla birşey yok ya! Birşeyin unuttum dönüp geri aldım." Sesi titremeye başlamıştı. Bu yalan söylediği anlama geliyordu. Çünkü Poyraz ya ağlayacağı zaman sesi titrerdi yada yalan söylediği zaman. Gözlerinin dolmadığını görünce yalan söylediğini anladım.

 

"Poyraz! Sesin titriyor. Ne işler çeviriyorsun?"

 

Babam ve annem bizim kavgamızı duyduğu için hemen yanımıza geldi. Babam hemen aramıza girdi. "Çocuklar neler oluyor burada?"

 

"Poyraz! Son kez soruyorum. Neden odama girdin? Yine kolyelerimden yüzüklerimden alıp sevgiline hediye etmek için götüreceksin değil mi?" Defalarca kez takılarımı alıp sevgilisine hediye etmişti. Her seferinde büyük kavgalar etmiştik ama uslanmıyordu.

 

"Hayır! Ben hırsız değilim! Evet önceden aldım hata yaptım ama bu sefer almadım."

 

Sol elinin cebinde olduğunu gördüm. Hemen ileri atıldım ve elini cebinden çıkardım. Ve elinde tuttuğu bir hediye paketini gördüm. "Bu ne?" Diye sordum.

 

"Gülce! Sakın açma onu!" Dedi ama onu dinlemedim. Anne ve babamın gözünde açtım ve elimi hediye paketinin içine daldırdım. Elimin üzerine bir sürü güzel kolye, yüzük gibi takılar düştü. Fakat bunların hiçbiri benim değildi. Hepsi yeni alınmıştı ve kullanılmamıştır. Paketli bir şekilde duruyorlardı.

 

Poyraz'la döndüğümden gözünden bir damla yaş aktığını gördüm. "Poyraz ben..." Poyraz lafımı bitirmeme izin vermeden hemen lafları yapıştırdı.

 

"Al" dedi. "Doğum günün için almıştım. Bütün aldığım takılarının yerine başka takılar aldım. Üstelik onlar dışında bir sürü yüzük aldım. Sen seversin." Diye devam etti. Ardından dönüp gitti.

 

Elimdeki takılarla öylece Poyraz'ın arkasından bakakaldım.

 

"Bu kez çok ileri gittin be güzelim. Sen onun eşyalarını aldığında o sesini bile çıkartmıyordu. Ayrıca bak geri almış, üstüne üstelik onu hırsızlıkla suçladın, bağırdın ona." Dolu dolu gözlerle babama baktığımda başımla babamı onayladım.

 

"Haklısın baba. Ama biliyorsun takılar benim zaafım. Onlara çok değer veriyorum işte." Dedim "ama bu sefer fazlasıyla ileri gittim."

 

Takıları tek tek pakete geri koydum ve kapattım. Poyraz'ın odasına gittim. Kapıyı çaldım. İçeriden ses gelmeyince içeri girmek için hamle yaptım, fakat kapı kilitliydi.

 

Kapıya tekrardan tıklattım, yumuşak bir sele konuşmaya başladım. "Poyraz" sesim kısık çıkmıştı. "Çok özür dilerim. Ben gerçekten öyle olsun istemedim. Ben sandımki..." Sözümü bölen Poyrazın titreyen sesiydi.

 

"Git başımdan! Artık senin gibi bir ablam yok benim. Beni neyle suçladığının farkında mısın? Küçükken bir hata yaptım. Onun üstünü kapatmak için gidip sana takılar aldım. Ama senin yaptığına bak!" Diye bağırdı.

 

"Ablacım haklısın ama ne yapayım ben..."

 

"Git başımdan! Yüzünü bırak sesini bile duymak istemiyorum. Bir daha benimle konuşma." Diye çemkirdi.

 

Sesimi çıkarmadan odama gittim. Annem ve babam yatağımda oturuyorlardı. Beni gördüklerinde ayağa kalkıp yanıma geldiler. Babam bana dokunduğu anda ağlamam öyle bir şiddetlendiki annem ve babam bir şeyler söylüyorlardı. Fakat onları duyamıyordum.

 

Dizlerimin üzerine çöktüm ve ellerimi kulaklarıma kapatıp sesli bir şekilde ağlamaya başladım. Hediye hemen dizlerimin önündeydi. Ama utançtan ona artık dokunmak istemiyordum. Ona çok kötü bir şeyle suçlamıştım. Beni affetmezdi artık. Çünkü Poyraz kolay affeden birisi değildi.

 

Bunları düşünürken nefes alamadığını fark ettim. Benim astımım vardı. Bu yüzden koşamaz, tozun olduğu yerde bulunamazdım. Yoksa nefessiz kalırdım. Bunun içinde ağlamakta dahildi. Çünkü ağladığımda nefes nefese kalıyordum.

 

Bir süre sonra ağlamam aniden kesildi. Kulaklarımda ki ellerimi açtım ve boğazıma götürdüm. Annem ve babam nefes alamadığını fark edince ellerimi boğazımdan çektiler. Ardından onların sesini duydum.

 

"Poyraz! Poyraz! Gülce nefes alamıyor! İlaç senin odanda! Çabuk!" Bu kişi babamın sesiydi. "Poyraz!" Diye bir kez daha haykırdı babam.

 

Ardından bir kilit sesi geldi ve kapı açıldı. Adım seslerini duydum, ama yavaş değildi çok hızlıydı. Ardından dizlerinin üzerine birisi çöktü ve ilacımı ağzıma dayadı ve hava vermeye başladı bana. Birkaç kez bastı ardından. Bana baktı. Bu kişi Poyraz'dı.

 

Baygın gözlerle ona bakıyordum. O ise telaşlı ve kırgın gözlerle bana bakıyordu.

 

Bir süre sonra gözlerim kapanmaya başladı. Gözlerim kapanmadan önce son duyduğum ses Poyraz'ın dı. "Gülce!" Diye haykırmıştı. Ardından bütün sesler çok boğuk geliyordu ve gözlerim tamamen karanlığa bürünmüştü.

 

Yüksek bir baş ağrısıyla gözlerimi açtığımda bir hastane odasındayadım.

 

Başımda bir erkek hemşire vardı, serumumu kontrol ediyordu. Uyandığımı görünce gülümseyerek "nasılsın? Bir sorunun veya ağrın var mı?" Diye sordu.

 

Başımı 'hayır' anlamında sağa sola salladım.

 

Hemşire daha çok gülümsediğinde tekrar konuşmaya başladı. "Anne ve baban dışarıda. Onları görmek ister misin?"

 

"Evet"

 

"Peki, ama kendini çok yorma." Diye uyardı.

 

"Tamam" dedim.

 

Hemşire odadan çıktı. 2 dakika sonra kapı çaldı. "Gir" dedim. Kap açıldı. Hevesle kapıya baktım. Babam içeriye girdi onun peşinden annem, annem odaya girdikten sonra kapıyı kapattı. Poyraz gelmemişti. Poyraz beni görmek istememişti. Onun gelmesini düşünmek aptallıktı.

 

Yüzüm asıktı zaten, fakat Poyraz'ın gelmediğini görmek dahada asmama neden olmuştu.

 

Babam neyden dolayı üzgün olduğumu anlamış olmalı ki cevabı direk yapıştırdı. "Poyraz sen bayılınca çok endişelendi. Ona çok sert davrandığın için kalbi kırıldı sadece. Ona biraz zaman ver, seni affedecektir." Diye beni yatıştırmaya çalıştı.

 

Babama baktığımda buruk bir tebessümle bana baktığını gördüm. "Peki Poyraz şimdi nerede?" Diye masum bir soru sordum.

 

"Senin iyi olduğunu duyduktan sonra gitti." Diye lafa girdi annem.

 

"Anladım." Dedim kırgın bir ses tonuyla. Hayır! Poyraz'a kırgın değildim, kendime kırgındım. Ve benim kendime olan kırgınlığım Poyraz beni tam anlamıyla affedene kadar geçmeyecekti biliyordum.

 

"Ben doktorla konuşmaya gideceğim." Bana döndü "güzelim bir şey istiyor musun?"

 

"Hayır"

 

Babam iç çekti ardından bana doğru yaklaştı. "Kızım Poyraz'a ağır davrandın o yüzden öyle yapıyor. Merak etme o sana kıyamaz, o senin için her şeyi yapar. Yakında onun gönlünü alır barışırsınız. Üzülme ve kendine küsme. Sonra güçten düşüyorsun. Astımın var senin. Yapma bunu kendine!" Son cümleyi bastırarak söylemişti.

 

"Tamam" dedim bıkkın bir sesle.

 

Babam başını salladı ardından odadan çıktı. Annemle baş başa kaldığımızda bana doğru yaklaştı. "Annecim. Babam haklı. Biraz şans ver ona. Sonra tekrar eski halinize dönersiniz merak etme." Diyip tebessüm etti. Fakat bende bir mimik bile oynamadı. "Ben sana muzlu süt alıp geleyim." Dedi. Anneme baktığımda gülümsediğini gördüm.

 

Benim muzlu süte zaafım vardı. Tabiki takılardan da çok seviyordum. Poyraz benden her takı aldığında ben ona darılırdım. Oda bana muzlu süt alırdı ve barışırdık. "İster misin?" Diye sordu annem.

 

Cevap vermedim. Sadece başımı aşağıya doğru eğdim ve yere baktım. Annemin gülümsediğini hissettim. "Tamam canım ben anladım. Hemen alıp geliyorum." Annemde odadan çıktı.

 

Aradan biraz zaman geçti ama gelen giden yoktu. Artık canım sıkılmaya başlamıştı. Tam sedyeden inecekken kapı tıklatıldı. "Gir" dedim. Hemen ardından kapı açıldı ve içeriye babam girdi.

 

"Doktor serum bittiyse gidebileceğinizi söyledi."

 

Başımla onu onayladım. Seruma baktığımda bitmesine yakın olduğunu gördüm. Babamda gelip serumu kontrol etti. "Bitmiş o zaman kalk artık gidelim."

 

"Annemi beklemeyecek miyiz?" Diye sordum. Babam bana anlamaz gözlerle baktı.

 

Gözlerini odada kısa bir an gezdirdi. Annemin olmadığını görünce takrar bana baktı. "Annen nerde?" Diye sordu.

 

"Bana muzlu süt almaya gitti." Bunu dediğim an babam büyük bir kahkaha patlattı.

 

"Kaç yaşına geldin hâlâ muzlu süt mü içiyorsun?" Gülmekten zar zor konuşuyordu.

 

Babama kınayıcı bakışlar attım. "Muzlu süt bir kültürdür. Sen seversin sevmezsin, beni ilgilendirmez. Ben muzlu süt kadınıyım." Dedim.

 

Bunu dediğim an babam öyle bir kahkaha attıki hastanenin yıkılacağını düşündüm bir an. O gülmeye devam edince bende dayanamayp gülmeye başladım. Biz gülerken annem aniden içeriye girdi.

 

Bize şaşkın şaşkın bakıyordu. Annemde tebessüm ederek konuşmaya başladı. "Ne oluyor burada? Sesiniz koridorun sonuna kadar geliyor."

 

Babam gülmekten zar zor konuşuyordu. "Bizim kızın muzlu süt saati gelmiş." Diye dalga geçti.

 

"Geç sen dalganı." Bu sefer ben onlara tuhaf gözlerle bakıyordum, annem ve babam gülüyorlardı.

 

Annem ve babam sakinleştikten sonra taburcu edildim ve eve gitmek üzere yola çıktık.

 

"Kızlar. Şarkı açayım mı?" Babamın sorusu karşısında şaşkınlığını gizleyemedim.

 

Anneme baktığımda onunda bana gülümseyerek baktığını gördüm. İkimiz aynı anda "Evet" diye haykırdık. Babam gülümseyerek bir şarkı açtı. Bu şarkı benim ve Poyraz'ın en sevdiği şarkılar arasındaydı.

 

'

 

'Halodayı- matmazel'

 

Babam şarkıyı son ses açtı. Benim keyfim yerine gelsin diye. Hepimiz şarkıya kendimizi kaptırmıştık. Deli gibi bağırıp şarkı söylüyorduk. Benim gözüm kapalıydı ve söyleyebildiğim kadar sesli söylüyordum.

 

Dışarıdan hiçbir ses duyulmuyordu. Taki dibimize giren tırın korna sesi hariç. Farlar göz kapaklarında vuruyordu korna sesi çok yakındı. Bir anlık korkuyla ve refleksle gözlerimi açtığımda bir tırın üzerimize geldiğini gördüm. Babam tırı fark etmişti fakat her şey için çok geçti. Ben annem ve babamın çığlıklarına ben ve Poyraz'ın en sevdiği şarkı karışıyordu, bir yandanda tırcı korna çalıyordu.

 

En sonunda kulaklarımda büyük bir ses yankılandı. Sonraysa vicudum çeşitli yerlerinde acı hissettim. Gözlerim tekrardan karanlığa gömüldü, hiçbir ses duyamıyordum. Ama bu çok uzun sürmedi. Bir anbulansın siren sesini duyuyordum, çok derinden ve boğuk geliyordu. Ve birinin telefonla konuştuğunu duydum. Ses çok derinden geliyordu fakat bir cümlesini duyabilmiştim. Tam olarak adam şunu söylemişti. "Evet, bir araba ve bir tır çarpıştı, üçüde ağır yaralı."

 

Bu cümleyi duyduktan sonra sesler tamamen kesildi.

 

Vicudumun çeşitli yerlerinden gelen keskin acıyla beraber gözlerimi yavaş yavaş açtım, gözlerimi etrafta gezdirdim. Burası bir hastane odasıydı. Bir anda en son tırın bizim üstümüze geldiğini hatırladım.

 

Hızlı bir şekilde yataktan kalktım, kalktıktan sonra sırtımda keskin bir ağrı oluştu, ağrının geçmesini bir süre bekledim, ağrı hafifleyince kolumdaki serumu söktüm ve koridora çıktım.

 

Nereye gideceğimi bilmiyordum. Danışmana gitmeye karar verdim fakat danışmanında nerede olduğunu bilmiyordum. Bu hastaneyi ilk defa görmüştüm.

 

Ben kapıda öylece dikilip nereye gideceğimi karar verirken birisi kolumu tuttu. Kim olduğuna bakınca beyaz önlüklü bir adam olduğunu gördüm. Doktor olmalıydı.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen? Vicudunun çeşitli yerlerinde derin kesikler var! Böyle bir hareket yapman çok tehlikeli. Dikişlerini mi patlatacaksın sen ahmak! Biz bütün gün sizin gibilerle mi uğraşacağız?" Diye sinirini kustu bana.

 

"Senin işin zaten bu! Ama yapmak istemiyorsan siktir git yada beni muayene etme! Şimdi çekil önümden, anne ve babamı görmem gerek!" Diye çatıştım bende. Tam gidecekken doktor tekrardan kolumu tuttu.

 

"Sen mi bana işimi öğreteceksin?"

 

"Gerekirse evet! Çekil önümden."

 

"Otur oturduğun yere benim asabımı bozma!"

 

"Yaaa demek öyle." Gözlerinin içine baka baka gülmeye başladım. Bana ben bir deliymişim gibi bakıyordu. "Oturmazsam nolur?" Diye sordum alayla.

 

Doktor elini kaldırdı bana vurmak için. Elimle yüzümü kapattım ve kafamı aşağıya eğdim.

 

Bir süre bana vurmasını bekledim fakat bana dokunmadığını bile fark ettiğimde kafamı kaldırıp doktora baktım, eli havada duruyordu. Kolundan tutan bir el daha vardı, bu kişi doktorun bana tokat atmasını engellemişti.

 

Yüzünü bile görmediğim adam doktoru odanın içine fırlattı ve kendiside girip kapıyı kapattı. Ben dışarıda kalmıştım. İçeriden yumruk sesleri, inleme sesleri ve birşeylerin kırılma sesi geliyordu.

 

Eğilip kapıya kulağımı dayadım ve dinlemeye başladım. Tam o sırada kapı açıldı. Dengemi kaybederek öne doğru düştüm.

 

Beni kurtaran adamın ayaklarının önüne düşmüştüm. Ayağa kalktım kendime çeki düzen verdim ve yüzüne baktım.

Beyaz tenli, kumral saçlı, yeşil gözlü yirmili yaşlarda kaslı yakışıklı bir adamdı.

 

Ben kimseye kolay kolay aşık olmazdım ama yakışıklı olanada yakışıklı derdim.

 

"İyi misin? O adam sana bir şey yaptı mı?" Onun konuşması ardından düşüncelerimden uzaklaştım.

 

"Hayır" diyebildim sadece.

 

"İyi" dedi.

 

İyi mi? Başka bir şey bulamadın mı? Gerçekten mi? Sadece iyi mi dedidedi bu bana? Hangi yılda yaşıyordu bu? Öküz!

 

Ama bu düşüncelerimin hiç birini belli edemedim sadece tebessüm ettim.

 

"Sana bir şey söylemem gerek." Dedi bir anda.

 

"Söyle"

 

"Burda olmaz."

 

"Neden?"

 

"Gelicek misin? Ben sana söylersem inanmayacaksın çünkü."

 

"Seni tanımıyorum."

 

Yakışıklı adam derin bir nefes aldı. "Peki. En baştan başlıyorum." Dedi. "Sen 4 aylıkken ben ise 6 aylıkken senin ailen ve benim ailem beşik kertmesi yapmış, yani biz şu anda sözlüyüz!" Duyduklarım karşısında beynimden vurulmuşa döndüm.

 

"Ne?" Diye bir tepki verebildim sadece. Devamını getirmek için bir süre durdum. "Yalan söylüyorsun, hem beşik kertmesi de ne?"

 

"Beşik kertmesi, erkek ve kızın daha beşikte bebekken, gelecekte evlenmesine denir." Diye açıklama yaptı.

 

"Ya ben evlenmek istemezsen?"

 

"O zaman babamın, annene ve babana verdiği altınları geri verin."

 

"Ne altını?"

 

"15 burma bilezik ve 45 tane tam altın." Diye yanıtladı.

 

"Ne?" Dedim alayla, öyle bir kahkaha patlattım ki koridordaki herkes bize baktı. "İlk defa böyle bir dolandırıcılık yöntemi görüyorum" gülmekten zar zor konuşabiliyordum.

 

"Seni kandırmıyorum. İstersen annenin ve babanın önüne çıkalım. Bakalım onlarda inkar edebilecek mi?"

 

"Biz büyük bir kaza geçirdik. Annem ve babam hangi odada bilmiyorum." Üzgün bir şekilde başımı eğdim.

 

"Ben biliyorum." Dediği an kafamı kaldırıp ona baktım.

 

"Ne? Nasıl?"

 

"Kaza yaptığınızı haberlerden duydum. Babam çok önceden anlatmıştı. Uzun zamandır sizi araştırıyorum ve takip ediyorum. Aslında bir süre sonra sana karşı boş olmadığımı anladım." Şok üstüne şok yaşıyordum.

 

"Gerçekten bayılacağım. Peki bu olay ne zamandır böyle?"

 

"Babam bana söylediğinden beri."

 

"Peki baban ne zaman söyledi sana bunu?"

 

"Ben 16 yaşındayken yani 9 senedir."

 

"Bekle. Sen 25 yaşında mısın?"

 

"Evet neden?"

 

"Hiç. Sadece daha büyük gözüküyorsun."

 

"Peki bana inanıyor musun artık?"

 

"Hayır. Çünkü annem ve babam benim istemediğim bir adamla beni zorla evlendirmezler."

 

"İyi, peki. Senin dediğin gibi olsun. O zaman anne ve babanın yanına gidelim. Benim seninle konuştuğumdan haberleri vardı zaten."

 

"Annem ve babam iyiler mi?"

 

"Birazdan kendi gözlerinle görürsün, sonuçta ben bir yalancıyım, benim sözlerime inanmaman gerekir. Öyle değil mi?"

 

"Annemle babamın nasıl haberi oldu?"

 

"Önce onlarla konuştum. Sonrada gelip seninle."

 

Cevap vermedim.

 

"Beni takip et." Dedi ve yürümeye başladı.

 

Başımı silik bir şekilde salladım ve onu takip etmeye başladım.

 

Koridorda biraz ilerledikten sonra 647 numaralı odanın önünde durduk.

 

"Burası babanın odası." Dedi ve kapıyı işaret edip içeri girmemi söyledi.

 

Hiçbir tepki vermedim. Korkuyla ve titreyen ellerimle kapı koluna elimi uzattım. Elim kapının kolunda bir süre öylece kaldı. Benim açmayacağımı anlayınca adını bilmediğim adam beni geri çekip kapıyı açtı.

 

Önden o girdi, onun peşinden de ben içeri girdim. Birkaç saniye kafamı aşağıya eğdim ve ellerimle oynadım.

 

"Kızım" babamın sesi kulaklarıma doldu. Kafamı yavaşça kaldırıp babamın gözlerine baktım. "Affet beni kızım." Sesi titriyordu.

 

"Ne?"

 

"Batın doğru söylüyor. Biz beşik kertmesi yaptık, sen ve batın nişanlısınız. O zamanlar sen beşikteydin. Paraya çok ihtiyacımız vardı. Sonra istemezsen öderiz diye düşünmüştük. İstersen yine öderiz." Babamın son cümlesi beni rahatlatmıştı.

 

Gülümseyerek başımı salladım. "Tamam babacım. Önemli değil."

 

"Kızım benim ve anneninde hastane masrafları var. Senin işini halledersek hastane masraflarımız kalıcak."

 

"Bende çalışırım baba."

 

"Zaten sen çalışırsan senin işini halledebiliriz."

 

Batın lafa atladı hemen. "Eğer benimle evlenirsen anne ve babanın masraflarını öderim." Gözlerimi babamdan ayırıp onun üstüne diktim.

 

"Pardon?"

 

"Eğer parayı ödemeye imkanınız yoksa öderim."

 

Çaresiz bir şekilde babama baktım, babam ise bana kabul et dermiş gibi bakıyordu.

 

"Baba?" Diyebildim sadece.

 

"Kızım. Seni hiçbir şey için zorlamıyorum. Sen ne istersen onu yap." Babam bunu söylerken güçlü durmaya çalışıyordu ama çaresiz olduğunu gözlerinden anladım.

 

Bir karar vermem gerekiyordu. Batın'la evlenmiyeceğim ve ailemi zor duruma sokacağım veya Batın'la evleneceğim ve annemle babamın hastane masraflarını karşılamasını sağlıyacağım.

 

Babamın sesiyle bütün düşüncelerinden uzaklaştım. "Kızım, içinden ne geçiyorsa onu yap. Ben bir çaresini bulurum."

 

"Evlenmek istiyorum." Dedim bir anda. Babam şaşkın gözlerle bana bakarken Batın zafer kazanmış gibi bakıyordu.

 

"Ne?"

 

"Duydun baba. Ben Batın'la evlenmek istiyorum."

 

"Kızım..." Babam sözünü bitirmeden lafa atladım.

 

"Baba! Evlenmek istiyorum diyorsam evlenmek istiyorum! Daha fazla uzatmanın bir manası yok." Batın'a doğru döndüm. "Bu hafta içinde nişanı ve sözü yapalım." Dedim.

 

Batın kafasını olumlu anlamda salladı. "Sen nasıl istersen." Dedi ve sırıttı.

 

Tam odadan çıkacakken bir anda kapı açıldı ve içeriye Poyraz girdi. Kapının önünde durup ilk bana sonra Batın'a en sonunda ise babama baktı. Yavaşça içeriye girdi. "Baba!" Dedi telaşlı bir şekilde. "Bir şeyin yok değil mi?"

 

"Yok benim bir şeyim."

 

"Annem? Annem nasıl?"

 

"İyi dediler. Hatta uyanıkmış. İstediğiniz zaman gidip görebilirmişsiniz."

 

Ben gözlerimi hiç ayırmadan Poyraz'ı izliyordum, o ise bana bir kere bile bakmadı, nasıl olduğumu bile sormadı.

 

"Aranız kötü galiba" Batın'a baktığımda o ise bana bakıyordu.

 

"Evet. Ama lütfen neden olduğunu sorma."

 

"İstersen barıştırabilirim."

 

"Nasıl yapıcaksın onu? Ben çok kötü bir şey yaptım ve o kolay affetmez."

 

Batın güldü "izle ve gör." Dedi.

 

Babama dönüdü. "Selim Bey!"

 

Babam ve Poyraz Batın'a baktı. "Efendim oğlum."

 

"Biz sözü Perşembe nişanıda cumartesi günü yapmaya karar verdik. Çok geçiktirmedende kına ve düğünüde yaparız." Dedi birden.

 

Poyraz bana baktı ardından babama en son Batın'a baktı. "Ne düğünü? Ne kınası? Ne sözü?"

 

"Aa Poyraz sen bilmiyormusun?" Batın'ın ne yapmaya çalıştığını sanırım anladım. Benim evlendiğimi söyleyecek ve belkide birdaha hiç yüzümü görmeyeceğini söyleyerek onun vicdan azabı çekmesini sağlayacaktı.

 

Poyraz başını olumsuz anlamda salladı. "Neyi?"

 

"Biz ablanla evleniyoruz." Dedi mutlu bir şekilde ve elimi tutup havaya kaldırdı.

 

Poyraz şaşkın bir şekilde bana baktı. "Senin sevgilin yoktu ki."

 

"Evet yoktu. Zaten planlanmamıştı babamgilin durumu önceden çok kötüydü. Batın'ın aileside beşik kertmesi yapmaya karar vermişler ve babamgile altınlar yollamışlar, onlarda mecburen kabul etmiş. Şimdide altınları ödeyecek gücümüz olmadığı için ve babamgilin hastane masraflarını karşılamak için evleniyorum." Güldüm. "Şanslısın. Artık beni evde görmeyeceksin. Hatta istemezsen hiç görmeyeceksin. Çünkü ben artık yokum."

 

Poyraz kafasını yere eğdi. Bir şey söylemesini bekledim fakat hiçbir şey söylemedi.

 

"Neyse artık gidip annemi görelim ondan sonrada gidip söz ve nişan için alışveriş yapalım." Batın'a doğru döndüm. "Hadi gel aşkım"

 

Batın'ın gülümsemesi soldu. "Ney?"

 

Güldüm ve Batın'ın gözlerine bakarak "aşkım" dedim

 

Batın gülümsedi ve kulağıma eğilip bir şeyler fısıldadı. "Oyunculukta baya iyisin süslü! Ama böyle gözlerimin içine bakarak yalan söylemen kalbimi kırıyor." Geri çekildiğinde benim gülümsemem solmuştu ve o ise gülüyordu. "Hadi gidelim." Diyip elimi tuttu ve beni kapıdan çıkardı. Kapıyı kapattıktan sonra elimi ondan kurtardım.

 

Koridorda ilerlemeye başladık tekrardan. "Yalan söylemeyi nasıl bu kadar iyi yapabiliyorsun?" Bu soruyu hiç beklemiyordum. Umarım yalandan değilde gerçekten içinden geçerken bana böyle cümleler kurarsın." Dedi.

 

"Üzgünüm ama Poyraz ucuz numaraları yemez."

 

"Ama ben bir şey fark ettim."

 

"Ney?"

 

"Sanki gerçekten bana aşıkmışsın gibi bakıyordun. Söylenen şeylerin yalan olup olmadığını anlayamayız fakat gözler her zaman doğruyu söyler."

 

"Yani sana aşık olduğumumu düşünüyorsun?"

 

"Ayyynen"

 

Güldüm "saçmalık. Seni tanımıyorum bile nasıl bir anda aşık olabilirim?"

 

"Çekici bir insanımdır ve sende öylesin."

 

"Egonu çok fazla beslemişsin."

 

Güldü. "Yalan mı?"

 

"Evet yakışıklısın yalan yok, ama bokunuda çıkarma istersen."

 

Daha fazla gülmeye başladı. "Ama sende hiç fena değilsin. Balık etlisin, ince bellisin, ela gözlüsün, kumralsın. E daha ne olsun amına koyayım. Çoğu kişinin hakkına giriyorsun sen." Küçümser gözlerle ona baktım. Elini ağzına kapattı "üzgünüm sanırım biraz odun gibi davrandım." Dedi. Gülmeye başladığımda oda güldü.

 

"Tugay gibisin." Dedim.

 

"Kim gibiyim?"

 

Daha çok güldüm. "Dur hemen kıskançlık moduna geçme. Bir kitap karakteri. Her küfür ettiğinde sevgilisine dönüp 'pardon çok ayıp oldu, özür dilerim güzelim' gibi şeyler söylüyordu."

 

"Demek Tugay'ı seviyorsun."

 

Gözlerimin parladığını hissettim ve ona bakıp heyecanla konuşmaya başladım. "Hemde çok." Gözlerimi Batın'dan ayırıp etrafta gezdirdim.

 

"E söylesene be güzelim. Sen Tugay'ı seviyorsan bende seni onun gibi severim." Dediği anda gözlerimi kacaman açıp ona baktım.

 

"Gerçekten mi?"

 

"Evet"

 

"Ama daha Tugay'ı bile tanımıyorsun."

 

"Tanırım"

 

Yürümeyi bırakıp tamamen ona doğru döndüm. "Kitap okumayı severmisin?"

Batın'da yürümeyi bırakıp bana döndü.

 

"Pek değil. Ama sen seviyorsan bende severim."

 

Sevinçten neredeyse çığlık atacaktım çünkü gerçekten Tugay gibi konuşuyordu. "Sen Tugay'ı tanıyorsun." Dedim şaşkınlıkla.

 

Batın güldü "evet"

 

"O zaman kitap okumayıda seviyorsun."

 

Tekrar güldü "evet"

 

Sinirli bir şekilde ona baktım. "Neden yalan söylüyorsun?"

 

Şaşkınlıkla bana baktı. "Sadecce onun gibi davranmaya çalışıyordum."

 

"Ama Tugay hiç yalan söylemezdi."

 

"Tamam güzelim" dedi ve bana daha çok yaklaştı. Önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı ve alnından öptü.

 

Onun dudakları alnıma dokunduğu anda kıpkırmızı kesildim.

 

Batın geri çekildi. "Batın!"

 

"Efendim"

 

"Sen beni gerçekten seviyor musun?"

 

Batın sırıttı. "Sence?"

 

"Peki ben seni sevmezsem?"

 

"Deneyelim. Sevmezsen seni zorla tutmam. İstediğin zaman gidebilirsin. Ama kuralı biliyorsun. Parayı alırım."

 

Başımla onayladım. Tekrar yürümeye başladığımda ise orada kaldı. Arkama dönüp baktığımda öylece durmuş bana bakıyordu. "Ne oldu? Neden gelmiyorsun?"

 

"Asıl sen nereye gidiyorsun? Annenin odası burada."

 

"Hee ben nereden bileyim ya." Güldüğünde bende güldüm.

 

Kapıyı tıklattı içeriden "gir" diye bir ses duydum. Bu annemin sesiydi. Batın kapıyı açtı ve geçmem için çekildi. İçeriye girdiğimde annem yemek yiyordu.

 

"Ooo annecim. Keyfin yerinde sanırım." Dedim ve güldüm.

 

Annem beni görünce mutlulukla gözleri parladı. "Kızım! İyi misin? Bir şeyin var mı? Senin durumun çok ağırdı. İyisin değil mi? Neden hemen kalktın yataktan?" Batın'a baktı "merhaba"

 

"Merhaba" diye karşılık verdi Batın.

Annem Batın'a ne cevap verdiğimi merak ettiği gözlerinden belliydi. Derin bir iç

çektim ve konuşmaya başladım. "Evlenmeye karar verdik."

 

Annem birşey söyleyecekken geri susup başını yere eğdi.

 

"Anne üzülme zaten evlenme yaşım geldi, Poyraz'lada aram kötü oda biraz kafa dinlemiş olur hem. Üzülme."

 

Annem ağlamaya başladı. "Özür dilerim." Dedi. "Hepsi benim suçum. Baban almıyacaktı, ama ben onu ikna ettim. Özür dilerim. Durumumuz gerçekten kötüydü ve bir sürü borcumuz vardı. Sana mama yetiştiremiyorduk. Açlıktan ağlıyordun. Başka çaremiz yoktu." Annem hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. "Özür dilerim. Ben çok kötü bir anneyim. İlerde hallederiz sanmıştım."

 

"Anne! Yeter! Senin suçun felan değil. Hem ben evlenmek istemeseydim işe girer çalışır borcu öderdim."

 

Annem bir anda sesizleşti ve yüzünü kaldırıp bana baktı. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Annemin yanına gittim ve yatağın ucuna oturdum. "Batın'la evlenmek istiyor musun yani?"

 

Annemin daha fazla ağlamasına müsade edemezdim o yüzden yalan söylemek zorundaydım. "evet" dedim. "Bu hafta içinde sözümüzü ve nişanımızı yapıcaz." Dedim ve güldüm. Annemde güldü. "Anne bir şeye ihtiyacın olursa ara. Bizim artık gidip hazırlık yapmamız lazım."

 

Annemin ikna olmadığına emindim ama en azından biraz içini rahatlattığımı düşünüyorum. "Tamam annecim. Dikkat edin." Dedi.

 

Yataktan kalktım Batın'a kafa işareti yaptım. Odadan çıktığımızda modum düşüktü. "Senin iznin olmadan sana dokunmam, korkma." Dedi aklımı okurmuş gibi.

 

"Ha?"

 

"Ne düşündüğünü biliyorum. Senin iznin olmadan seninle birlikte olmam. Ben sapık biri değilim."

 

Sadece "gidelim" diyebildim.

 

O önden ben arkadan ilerliyorduk. Hastaneden çıkıp otopark alanına doğru yürüdük. Batın ceminden bir anahtar çıkardı ve uzaktan kumandasını biraz havaya kaldırıp bir tuşa bastı. Bir arabanın açılma sesini duydum. O yöne baktığımda siyah bir BMW vardı.

 

Arabanın yanında durduğumda Batın yolcu koltuğunun kapısını açtı ve binmem için biraz kenarı çekildi. Arabaya bindikten sonra Batın kapıyı kapattı ve sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı.

 

"İlk nereye gidelim?"

 

"Senin anne ve babanın yanına. Sonuçta gelinleriyle tanışmaları lazım öyle değil mi?"

 

"Tamam güzelim. Sen nasıl istersen." Her güzelim dediğinde neden heyecanlanıyorum?

 

Yarım saat sonra bir sitenin önündeydik. Batın arabayı park ettikten sonra beraber arabadan indik. Elimi tuttu. Ona anlamaz gözlerle baktım. "İstemiyorsan tutmam ama şunuda unutma, ben seni seviyorum. O yüzden tuttum."

 

"Sorun yok." Neden elimi çekmedim? Neler oluyor bana? Bir başkası yapsaydı tekme tokat dalardım o kişiye.

 

Merdivenlerden el ele çıkıyorduk. İkimizinde ağzını bıçak açmıyordu.

 

"Çok yoruldum. Kaç kat daha çıkacağız?"

 

"Biz şuanda 5. Kattayız 7 kat daha çıkacağız."

 

"Off peki asansör yok mu?"

 

"Asansör bozuk."

 

"Hay şansımı sikim" bunu dediğime pişman oldum. Yavaşça kafamı Batın'a çevirdiğimde bana sırıtarak bakıyordu. "Üf ne bakıyorsun? Birazcık dinlenelim."

Bunu dememle birlikte Batın elimi bıraktı ve birden bir elini bacaklarıma diğer elinide belime dolayıp beni havaya kaldırdı. "Ağğğğğ" buna hazırlıksız olduğum için yüksek bir çığlık patlattım. Binanın içinde sesim yankılandı. Batın'ın güldüğünü görünce kafasına yavaşça bir şaplak attım. "Gülme!"

 

"Tamam bir tanem. Sa..." Lafını bile bitirmeden öyle büyük bir kahkaha attı ki neye uğradığını şaşırdım.

 

"Lan! Gülme"

 

Batın birazda olsa sakinleşince gülmeyi bıraktı. "Tamam tamam sustum."

 

Batın beni kucağında yukarıya doğru çıkartmaya başladı. 9. Kata geldiğimizde yorulduğunu kalp atışların dan anlıyabiliyordum. "Yeter bu kadar biraz yürümek istiyorum."

 

"Olmaz"

 

"Neden?"

 

"Az kaldı zaten."

 

"Çok yoruldun."

 

"Hayır. Hiç yorumladım."

 

"Nasıl yorulmazsın? Kalbin yerinden çıkacak neredeyse."

 

Batın sustu ve çapkın bir şekilde sırıttı. "O kalp atışları yorulduğum için değil." Dedi.

 

Şaşırmıştım. "Neden peki?"

 

"Sen kucağımdasınya biraz fazla heyecanlandım galiba." Dedi

 

Utandığım için gözlerimi kaçırdım. "Tamam artık inmeliyim."

 

"Hayır! İnemezsin."

 

"Öylemi?"

 

"Öyle" dedi bana meydan okurmuş gibi.

 

Kucağında çırpınmaya başladım. "Lan bıraksan beni!"

 

"Dursana. Düşeceğiz."

 

"Bırak o zaman"

 

"Sen değilmiydin yoruldum diye."

 

"Tamam dinlendim yeter."

 

Beni kucağından indirdi. "Bu kadar çabuk söz dinleyeceğini düşünmüyordum." Dedim dürüstce.

 

"Çünkü geldik. Ama sen diyorsan beni kucağında götür içeriye." Dedi ve bana yaklaştı.

 

Ondan hızlı bir şekilde uzaklaştım. "He yok yok. Ben girerim içeriye."

 

Batın gülerek zili çaldı. Birkaç saniye sonra küçük bir kız çocuğu kapıyı açtı. Ve batına doğru koşup boynuma sarıldı. "Abi!"

 

"Balım?"

 

"Abi canım çok sıkıldı. Dışarı çıkalım."

 

"Hee demek sen bu yüzden bana sarıldın."

 

Küçük kız güldü ve Batın'dan ayrıldı. "Ama napıyım çok sıkıldım." Küçük kız bana baktı sonra tekrar Batın'a döndü. "Bu kim?"

 

"Müstakbel karım." Dedi bana bakarak. "Yani yengen."

 

Küçük kız Batın'ın yanından ayrılıp benim yanıma geldi. Batın gibi yere dizlerimin üzerine çöktüm. "Merhaba" dedim gülümseyerek.

 

"Merhaba" dedi küçük kız. "Abim beni parka götürmüyor sen götürürmüsün yenge?"

 

Yenge lafını duyduğum an Batın'a baktım. O sırıtıyordu. Bana yenge demesi hoşuna gitmişti. Küçük kıza dönüp "tabikide götürürüm. Hem parktan başka yerlerede gideriz. Ne dersin?" Dedim.

 

Küçük kız mutlulukla ellerini çırpıp boynuma sarıldı. "Yaşasın" güldüğümde Batın'ında güldüğünü işittim.

 

İçeriden bir kadın sesi duydum. "Balım? Kızım kim geldi?" Orta yaşlarda bir kadın geldi. "Oğlum? Hoşgeldin."

 

"Hoşbulduk anne."

 

"Hoşgeldin kızım"

 

"Hoşbulduk"

 

"Ayakta kaldınız. İçeri geçin."

 

"Ama anne biz parka gidicektik yengemle."

 

"Kızım onların şuan işi var. Hadi sen Nurten teyzengile git."

 

Küçük kız sevinerek merdivenlerden aşağıya doğru indi.

 

"Hadi geç" dedi Batın ve hafifçe sırtımdan ittirdi.

 

Salona geçtiğimizde batın koltuğa oturdu, bende hemen yanına geçtim.

 

"Batın oğlum. Ben babanı çağırıp geliyorum."

 

Batın başıyla onayladı.

 

Beş dakika sonra yine orta yaşlarda olan yakışıklı bir adam girdi içeriye.

 

"Hoşgeldin Gülce kızım."

 

"Hoşbuldum"

 

"Baba sizinle bir konuyu konuşmak istemiyoruz."

 

Babası Batın'ı kafasıyla onayladı ve hemen karşımıza oturdu, onun yanınada eşi.

 

"Baba biz evlenmeye karar verdik. Bu hafta nişanı ve sözü yapacağız."

 

"Çok iyi. Gülce kızım, sen Batın'ı seviyor musun?"

 

"Şey..." Batın'ın babasının ismini bilmediğim için takıldım. Batın bunu anlamış olmalıki cevap verdi.

 

Kısık bir sesle "Mustafa" dedi.

 

"Evet Mustafa amca. Batın'ı seviyorum."

 

Mustafa amca gülümsedi. "Çok güzel. Öyle değil mi hayatım?"

 

"Evet"

 

Batın'ın kulağına eğilip fısıldamaya başladım. "Annenin ismi neydi?"

 

"Tülin" başımla onayladıktan sonra önüme geri döndüm.

 

"Ee babangil nasıllar kızım?"

 

"Bir trafik kazası geçirdik ama iyiler."

 

"Batın söylemişti. Geçmiş olsun."

 

"Teşekkürler"

 

"Gülce"

 

"Efendim Tülin teyze"

 

"Senin kardeşin var mı? Biz taşındığımızda sen 4 aylıktın."

 

"Evet" dedim. "Bir erkek kardeşim var."

 

"Çok güzel. Kaç yaşında?"

 

"Anne!" Diye uyardı Batın annesini.

 

"Ne var?"

 

"Balı

m daha çok küçük ve Poyraz 18 yaşında." Sanırım Poyraz'la Balım 'ı evlendirmeye düşündü bir an.

 

"Tamam bir şey demedim."

 

"Neyse anne biz kalkalım alışveriş yapacağız."

 

"Söz ne zaman?" Diye sordu Mustafa amca.

 

"Perşembe"

 

"Az kalmış yetiştirebilecek misiniz?"

 

"Yetiştiririz."

 

"Peki. Siz gidin hadi artık."

 

Görüştükten sonra çıktık. Bu merdivenleri çıktık şimdiyse inecektik.

 

"İnebilecek misin yoksa kucağıma alayımmı?"

 

"Sağol yürürüm."

 

Batın güldü.

 

...

 

Loading...
0%