
GÖREV: AĞUSTOS BÖCEĞİNİ ÖLDÜR
“Konuşsana lan!” Kahverengi ahşap masaya sertçe vururken adeta kükredi İrfan. Sabrının sonuna ulaşmıştı. Sorgu odasına geleli on dakikayı geçmişti lakin Nabi, tek bir kelime dahi etmemişti. Karşısındaki duvarda bulunan siyah camda, bir noktaya odaklanmış halde kıpırdamadan oturuyordu.
“Konuşacaksan konuş artık. Ne işin vardı orada? ” Cevap yine gelmedi. İrfan, sorgularcasına bakışlarını Nabinin üzerinde gezdirdi, kaşlarını çattı. “Kafayı mı yedin sen? Deminden beri kımıldamadan oturuyorsun. Alooo! Duyuyor musun beni?” Parmaklarını karşısındaki adamın gözlerinin önünde şıklattı. “Konuşsana oğlum!” Nabi, aniden bakışlarını İrfan’a çevirdi. Bu, o kadar ani bir harekketi ki İrfan birden irkilerek geri çekildi. “Töbestafurullah! Ne ani hareket yapıyorsun oğlum!”
Nabi, yutkundu. Bakışları, derinleşti, gözleri buğulandı. Belli belirsiz bir gülümseme ile kıvrıldı dudakları ama hemen eski haline geri döndü. “Beni burada boş yere tutuyorsunuz. Ben bir şey yapmadım” diye mırıldandı.
İrfan, sonunda konuşan Nabi’ye bakarak hınzırca gülümsedi. “Haa sen öyle diyorsan tamam o zaman. Hemen bırakalım seni paşam.” Boştaki diğer sandalyeyi, sırt kısmı öne gelecek şekilde döndürüp oturdu. Yüzü ciddileşmişti. “Kerim öyle demiyor ama. Oradaymışsın, görmüş seni. Babasına yardım ettiğini söylüyor.” Nabi, derin bir nefes alıp sakince geri verdi. “Küçücük çocuğun sözlerine göre mi hareket edeceksiniz? Saçmalık bu. Bakın, benim gitmem gerek.” Sözlerini bitirdikten sonra iki kere boğazını temizledi. Ardından hafifçe öksürdü. Önüne bir bardak su konulunca başını kaldırıp İrfan ile göz göze geldi. Bakışlarıyla teşekkür etti.
İrfan, karşısındaki evsiz adamı çözmeye çalışıyordu ama bu hiçte kolay değildi. İlk gördüğünden beri bir türlü ısınamamıştı zaten. Bakışları ve tuhaf sözleri, onu rahatsız ediyordu. “Sadece çocuğun sözlerine göre hareket etmiyoruz elbette. Bende seni orada gördüm.”
Nabi, duyduğu cümlenin ardından nefesini tuttu, istemsizce gerildi ama bu durumunu karşısındakine farkettirmemeye çalıştı. “Başına darbe alan birisi için cesurca sözler bunlar.” Arkasına yaslandı. Gülümsemesi ve tavrı insanı çileden çıkaracak haldeydi. Nitekim öyle de oldu: İrfan, bu adamın pişkin hali karşısında sakin kalamadı. Ayağa fırladı. “Lan tanık var diyorum sana tanık! Amacının ne olduğunu, kim olduğunu söylemeden buradan dışarıya bir adım dahi atamazsın.” Masaya iki elini koyup öne doğru eğilmişti.
Nabi, oturduğu yerde dikleşti. “Gerçekten öğrenmek istiyor musun?” Sakince konuşuyordu. Her an onu parçalayacakmış gibi bakan adamı süzdü. “Peki öyleyse, sen istedin.” İki elini masanın üzerinde birleştirdi. Bakışlarını, İrfan’ın yüzüne sabitledi. Vereceği tepkinin tek bir anını bile kaçırmak istemiyordu. Sakince, aldığı nefesi geri verirken konuştu;
“Ben senin oğlunum. Başka bir evrenden geldim ve insanlığın sonunun gelmesine neden olacağım…”
Sessizlik…
Bu sözlerin ardından sorgu odasına derin bir sessizlik hakimdi.
Genç olan durumdan adeta keyif alıyordu. “Bana kızma. Söylememi sen istedin” diye mırıldandı Nabi. Karşısındaki adam ise, kıpırdamadan hala ona bakıyordu. Beklediği tepkiyi alamadığı için hayal kırıklığına uğramıştı. Oysa bu konuşmayı, ne zamandır iple çekiyordu.
İrfan, aniden doğrulup eliyle masaya vurduğunda Nabi korkuyla sıçradı. Karşısındaki adamın onunla alay etmesine daha fazla dayanamayacaktı. “Taşşak mı geçiyorsun lan benimle! Seninle mi uğraşacağım lan deli!” diye kükredi. Hızla sorgu odasından çıkarken Nabi arkasından sesleniyordu; “Mirasına ortak olacağım diye korktuysan merak etme babacığım. İhtiyacım olan şeyi aldıktan sonra evreninizden defolup gideceğim.”
İrfan, hemen yandaki odaya girdi. Siyah camın arkasından sorguyu izleyen başkomiserine kafasıyla selam verip Hakan’ın yanına geçti. Bıyık altından gülerek konuştu Hakan, “Seni hiç tanıyamamışım be İrfan. İnsan arkadaşından gizler mi oğlunun olduğunu?” İrfan, bıkkınlıkla ofladı. Ferman da dayanamayıp şamataya katıldı; “Yıllarca hiç arayıp sormaz mı insan oğlunu? Bu kadar hayırsız, vicdansız olduğunu bilmezdim. Hiç yakıştıramadım sana vallahi.” Hakan, dayanamayıp bir kahkaha koyverdi. Ardından başkomiserine bakıp “Kusura bakmayın” diye mırıldandı. İrfan, bir eliyle boynunu ovuşturuyordu. Dayanamayıp kendisi de ekibin eğlencesine dahil oldu; “Vallahi bana da sürpriz oldu. Oysaki baba olmak için fazla gencim.” dedi. Ardından yüzündeki gülümseme yavaşça solarken aynı anda gözleri, kendi sözlerinden ötürü fal taşı gibi açıldı. Bakışları, başkomiserinin yüzünü bulurken istemsizce yutkundu. Onun yeni baba olacağı, aklından çıkmıştı.
Ferman, kafasını hafifçe yana yatırmış, gözlerini kısmış bir halde yardımcısını süzüyordu. “Yani başkomiserim ben size yaşlı demek istemedim, yanlış anlamayın. Siz zaten yaşlı sayılmazsınız ki, gençsiniz. Yolun yarısına bile gelmemiş gencecik adamsınız.” İrfan, kendini açıklamak için ter döküyorken Hakanın kıkırdamasından sonra ona doğru döndü. “Hem siz Hakan ile beni bile gömersiniz vallahi.”
Ferman, yüzünü buruşturdu. İrfan’ın son cümlesi, kalbinde anlam veremediği bir sızı oluşturmuştu. İki yardımcısını da kardeşi gibi severdi. “Gömmek falan söyleme öyle şeyler. Unutmayın ağzınızdan çıkanlar, döner dolaşır yine sizi bulur. Hem siz bana lazımsınız daha.”
Ferman, konuyu değiştirmek için Nabi’ye çevirdi bakışlarını. “Tek ipucumuz da deli çıktı” diye söylendi. Tüm gözler, aralarında bulunan siyah camdan Nabi’ye çevrildi.
“İki adamı da elimizden kaçırdık. Dosyada üzerinden ilerleyebileceğimiz tek bir bir kanıt bile yok.” Oturduğu sandalyeden dizlerine vurarak kalktı. “Dua edelimde adamlar mobeselere yakalansınlar yoksa olay kapanıp gidecek.”
Kapını açılmasıyla ekipteki tüm kafalar oraya döndü. İçeriye telaşla bir polis memuru girdi. Yüzü kan ter içerisindeydi. Nefes nefese kalmıştı. “Başkomiserim size söylemem gereken iki haberim var.” Ferman, memurun yanına yaklaştı. “Tamam sakin sakin anlat. Ne bu acele?” Memur, yutkundu. Ard arda alıp verdiği birkaç nefesten sonra kendine gelmişti. “Başkomiserim aradığımız adamlar… ikisi de ölmüş. Harabe bir binada cesetleri bulunmuş. ”
“Siktir!”
İrfan, sinirle elini alnına vurdu. “Hadi buradan yak! Adamları anında temizlemiş şerefizler!” Bıkkınlıkla söyleniyordu. Ellerinde hiçbir şey kalmamıştı. Çıkmaz bir sokağa girmiş gibi hissediyordu. Ferman da farklı sayılmazdı. “İşte bu hiç iyi olmadı.” diye mırıldandı. Bu ilk çaresiz kaldığı dosya değildi elbette ama bu olayda nasıl ilerlemesi gerektiği hakkında hiç fikri yoktu. Memur, tekrardan konuştu; “Bir haberim daha var başkomiserim.” Tüm dikkatleri üzerine çektiğinden emin olduktan sonra sözlerine devam etti.
“Geçen gün haberlerde bahsedilen, tüm ülkenin konuştuğu olayın otopsi sonuçları çıkmış.” Hakan, ellerini göğsünün üzerinde birleştirdi. O da ellerinde hiçbir delilin olmayışına canı sıkılmıştı “Eee raporun sonucundan bize ne?”
Memur, bu soruyu beklermişçesine gözleri parladı. “Çünkü iki cesedin kanlarında sizin maktülün kanında tespit edilen maddeden bulunmuş. İki dosyanın birbiri ile bağlantılı olduğu düşünüldüğü için süreç, tek bir dosya olarak yürütülecekmiş. Dosyayı da sizin ekibe devretmişler. Agah müdür, odanızda sizi bekliyor.” Polis memuru sözlerini bitirdiğinde odada tek başına kalmıştı. Çünkü ekip, adeta ok gibi fırlayıp koşarak odadan çıktılar.
O sırada yan odada Nabinin kol saatine bir mesaj geldi. Polisler, tuhaf görünümlü bu saatin sıradan bir saat olduğunu sandıkları için almaya gerek duymamışlardı. Mesajda ‘Makine hata verdi. Yanlış zamana geldim. Ağustos Böceğinin işini burada bitireceğim’ yazıyordu. Nabi, gülümsedi. “Kolay gelsin kuzen” diye mırıldandı…
obaaaa işler birbirine girdiii. Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuzz?????
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 678 Okunma |
110 Oy |
0 Takip |
13 Bölümlü Kitap |