
ON BİRİNCİ BÖLÜM
“Yani şimdi bunun içinde sütlaçla turşu mu var?” Hakan, başkomiserinin masasında duran poşeti hafifçe aralayarak içine bakmaya çalışıyordu. Sabah geldiklerinde içi gözükmeyen bu poşet ile karşılaşmışlardı. İrfan, ilk görüşte ne olduğunu anlamıştı. ‘Agah’ın dünkü polis memurundan almasını istediği şeyler olmalı’ diye düşünüyordu. Dün koridorda yaşadığı her şeyi arkadaşına anlatmasına rağmen Hakan söylenilenlere hiçte inanmışa benzemiyordu.
“Yok oğlum olmaz öyle şey. Ne saçma bir ikili bu? Kesin sen yanlış duydun.” Ellerini pantolonunun ceplerine yerleştirirken sanki içini görebilirmişçesine masaya doğru eğilip kafasını biraz daha poşete yaklaştırdı. “Sütlaç ve turşu dememiştir o. Sütlaç ve tulumba demiştir.” Doğrulup bakışlarını İrfan’a çevirdi. “Senin kulaklar biraz sıkıntılı zaten kardeşim. Yanlış duymuşsundur.”
İrfan, başını iki elinin arasına almış dirseklerini masaya dayamıştı. Aldığı nefesi bıkkınlıkla geri verdi. “Daha kaç kere söylersem seni ikna ederim bilmiyorum ama duyduğum şeyden eminim. Bal gibi de sütlaç ve turşu dedi. Saçma olduğu için aklımda kalmış zaten.”
Hakan, bakışlarını tekrar poşete çevirirken aklına gelen şeyle birden irkildi. “Lan bu herif başkomiserimi zehirlemeye çalışıyor olmasın?” Gözleri faltaşı gibi açılmıştı. “O da biliyor tabi müdürlüğü en çok hakkedenin Ferman başkomiserim olduğunu, ortadan kaldırmak istiyor.”
İrfan hafifçe gülümseyerek arkadaşını cılızca alkışladı. “Bravo! Bravo!” Yalandan bir coşkuyla konuşuyordu. Eliyle poşeti işaret etti. “Nasıl bir bakışta büyük oyunu çözdün ama! Muhteşemsin.” Hakan, gördüğü bu tavra karşılık olarak sadece göz devirmekle yetindi. İrfan sözlerine devam etti: “Mide fesatı geçirterek mi öldürmeye çalışacak?” Duraksadı. “Gerçi ortadan kaldırma mevzusunda haklısın. Zaten başkomiserim de demişti: ‘En ufak hatamızda defterimizi dürer’ diye. Başkomiserimi de yoluna çıkmasın diye göndermeye çalışabilir.” Hakan, İrfanın söylediklerini, başını sallayarak onayladı.
Kapının hızla açılmasıyla ikisi de hazırola geçtiler. Ferman, eliyle ayağa kalkan İrfan’a oturmasını işaret ederken kendi masasının başında bekleyen Hakan’ı yavaşça süzdü. Hafifçe gülümseyerek “Niye dikiliyorsun orada? Yoksa masamda gözün mü var Hakanım?” diye babacan bir tavırla sordu. Hakan, bir iki adım geriye çekilip mahcubiyetle konuştu: “Estağfurulullah başkomiserim, olur mu hiç öyle şey.” Kafasıyla masanın üzerindekini işaret etti. “Size bir paket gelmişte İrfan ile onu konuşuyorduk.
Ferman, yardımcısı söyleyince poşetin farkına varmıştı. Geniş, ahşap masanın ortasında gelişigüzel bırakılmış bir poşet duruyordu. “O kadar merak ettiyseniz açıp baksaydınız ya.” Hakan hemen geriye doğru çekildi “Yok başkomiserim ne haddimize. Zaten içinde ne olduğunu-” İrfan, hemen atladı. “Zaten içinde ne oluğundan bize ne! Değil mi Hakan? ” Hakan, lafının kesilmesiyle arkadaşına döndü. İrfan, gözleriyle susmasını işaret ediyordu. Dünkü olayı başkomiserinin öğrenmesini istemiyordu. Kavga ederken Agah’a yakalandığını başkomiseri bir duysa işte o zaman vay haline.
Ferman, sandalyesine yerleşirken bir eliyle de gömleğinin yakaları ile oynuyordu. Henüz sabahın erken saatleri olmasına rağmen havanın sıcaklığı, başkomiseri bunaltmaya yetmişti. Boştaki eliyle önce poşeti gelişigüzel bir şekilde bir ucundan tutup kendine doğru çekti sonra aniden poşeti boşverip arkasındaki vantilatöre yöneldi. Şu an onun için, bunaltıcı havadan az da olsa kurtulmak poşetin içindekilerden daha büyük bir öneme sahipti.
Yardımcıları ise sessiz ve dikkatli bir şekilde başkomiserlerinin her hareketini izliyorlardı. Bu ikilinin tavırlarına bakılacak olursa poşetin içinde iki yiyecek değil de bomba varmış gibi duruyordu. Ferman, nihayet vantilatörü çalıştırıp tekrar odağını poşete verdiğinde yardımcıları adeta nefeslerini tuttu. Gönderen kişinin Agah olduğunu anlayınca başkomiserlerinin vereceği tepkiyi kestiremiyorlardı. Ferman, yardımcılarının bu tuhaf halini farketti ama çaktırmadı. Sakince poşetin düğümünü çözmeye başladı. Sonrasında iki kulpundan tutup açmaya yeltenmişti ki…
“BUMMM!!”
Hakan dikildiği yerde korkuyla geriye sendeledi. İrfan ise tepkisiz bir şekilde arkadaşını süzüyordu. Hakan, ona bakarak kıkırdayan başkomiserine “Aman başkomiserim napıyorsunuz?” diye serzenişte bulundu. Ferman yardımcısının korkmasından büyük keyif almışa benziyordu. “Ne yapayım Hakanım o kadar dikkatli bakıyordun ki kendimi tutamadım.” Bakışlarını tekrar poşete çevirdi ve elini poşetin içine soktu. “Keşke ben konuşurken de beni böyle dikkatli dinlesen.”
Ferman, elini attığında poşetin içinde iki farklı şey olduğunu fark etti. İkisini de tutup poşetten çıkarttı ve masaya koydu. Ne olduklarını fark ettiğinde ise yüzündeki gülümseme yavaşça soldu. Bunlar; küçük cam kavanozunda bulunan salatalık turşusu ve bir adet sütlaçtan başka bir şey değildi. Ancak Fermanın birbirinden alakasız bu iki zıt yiyeceğe olan bakışları hiçte sıradan gibi durmuyordu. O bakışların arkasındaki anlam, seneler önceye dayanıyordu. Sanki eski bir dosta tekrar rastlamış gibiydi. Birçok anı, gözünün önünden adeta bir film şeridi gibi geçti. Gönderenin kim olduğunu saniyesinde anlamıştı. Ancak böyle bir manzara ile karşılaşmayı hiç beklemiyordu.
“Sakın yemeyin başkomiserim zehirlenirsiniz.” Ferman, daldığı düşüncelerden Hakanın sesiyle ayrıldı. “Efendim?”
Hakan, kendinden emin bir şekilde başkomiserinin masasına yaklaşıp öne doğru eğildi. “Bunları diyorum sakın yemeyin. Artık kim gönderiyse…” gözünün ucuyla İrfan’a bakış attı ve ardından konuşmaya devam etti; “belli ki sizi zehirlemeye çalışıyor. Baksanıza şu ikiliye. Sütlaç ve turşu? Bunları beraber yiyen kişi hastanelik olur benden söylemesi. Bence yemeyin siz.”
Ferman, her ne kadar düşüncelerinde sıyrılmış olsa da hala hipnoz olmuşçasına masasındaki yiyeceklere bakıyordu. “Hayır olmuyor” diye fısıldadı başkomiser.
Hakan doğrulurken anlamsız bir ifadeyle Ferman’ı süzdü. “Ne olmuyor?” Ferman, aniden yiyecekleri alıp poşete koydu. “Turşuyla sütlacı diyorum. Bunları yiyen hastanelik olmuyor merak etme.” Ardından elindeki poşeti masasının yanındaki çöp kovasına attı.
Yardımcıları, başkomiserlerinin sinirlendiğini anlamışlardı fakat hiç ses çıkartmadılar. Hatta Hakan, ‘Nereden biliyorsunuz hastanelik olunmayacağını?’ diye sormayı o kadar istemesine rağmen zor da olsa kendine hakim olmayı başardı. Ardından odada rahatsız edici bir sessizlik oluşmuştu. Kimseden çıt çıkmıyordu. Bu sessizliği bozan şey, aniden odaya dalan Ahmet olmuştu. Ahmet, hırsızlık büronun müdürüydü. Ferman ile de iyi anlaşırlardı. Odadaki tüm kafalar gelen kişiye döndü.
Ahmetin yüzündeki ifadeden endişeli olduğu rahatlıkla anlaşılıyordu. Direkt lafa daldı: “Ferman bunu görmen gerek!” Odadakilerin ne diyeceklerini beklemeden geldiği gibi hızla dışarı çıktı. Başkomiser ve yardımcıları da onun arkasından ok gibi fırladılar. Koridora çıktıklarında küçük bir kalabalığın, duvardaki televizyona baktıklarını gördüler. Ekranda bir gazeteci, hararetli şekilde konuşurken aynı zamanda arkasındaki bir alanı işaret ediyordu. Ekip, kalabalığa yaklaşınca spikerin sesini daha net duymaya başladılar.
“İşte tam olarak burada ikinci ceset bulundu sayın seyirciler. Öncekinin yaklaşık 500 metre ilerisinde.” İrfan’ın dudaklarından istemsizce bir küfür savruldu.
“Siktir.”
Anında kafasını çeviren Ferman ile göz göze gelince başı ile özür dileyerek bir adım geriledi. Spikerin sesi bir kez daha duyuldu.
“Bize ulaşan ilk bilgilere göre, iki matülünde vücutlarının bir çok bölgesinde kızarıklar, kabarcıklar ve yaralar olduğu söyleniyor.”
“Siktir.”
Bu sefer bu tepkinin sahibi İrfan değil Fermandı.
Ahmet, usulca yanlarına yaklaştı. Gözlerini televizyondan ayırmamıştı. “Gündeme bomba gibi düştü bu olay. Haber kanallarından tutta tüm sosyal medya platformları resmen çalkalanıyor. Sabahın köründe, köprü altında birbirine 500 metre mesafeyle bir erkekle bir kadın cesedi bulunuyor. Duyduğuma göre iyi bir ekibe vermişler dosyayı. Müdürler, olayın hemen çözülüp kapanması için baskı yapıyorlarmış.”
Bakışlarını Ferman’a çevirdi. “Ne diyorsun bu olaya? ‘Beraber madde kullanıp intihar etmişlerdir’ diyenlerin sayısı hayli fazla.” Ferman, odaklanmış bir şekilde haberi izliyordu. Arkadaşının sözlerinden sonra yüzünü buruşturdu ama gözlerini televizyondan ayırmadı. “Ne zamandan beri çoğunluğun söylediklerine göre karar veriyoruz?” Ahmet hemen atıldı. “Onu demek istemedim ki ben.” Ferman, sözlerini sürdürdü; “Eğer öyle olsaydı sokaktaki herhangi bir adamdan farkımız kalmazdı değil mi?”
O esnada arkalardan bir ses duyuldu. “Sokaktaki herhangi bir adamı fazla hafife alıyorsunuz başkomiserim.” Ekipteki tüm kafalar, sesin sahibine doğru döndüğünde karşılarında Nabi’yi buldular. “Sokaklar, anahtarı çöpe atılmış kilitli bir sandık gibidir. Ancak çöpü karıştıranlar açabilir. Açıldığında da ne ile karşılaşılacağından asla emin olunamaz.” Nabi, sözlerini söylerken Ferman ile göz göze geldiler. Sanki biraz daha zorlasalar birbirlerinin zihinlerini okumayı başaracakmışçasına bir an bile gözlerini kırpmadan kilitlenmiş bir halde bakıyorlardı.
O sırada yanlarına bir polis memuru yaklaştı. “Başkomiserim çocuğun ifadesini aldık.” Biraz gerisinde Kerim bekliyordu. İfadesini almak için erkenden merkeze getirilmişti. Şu anki haline bakılacak olursa dünkü cesur tavrından eser yoktu. Birkaç adım geride uslu uslu bekliyordu. Polis memuru konuşmasına devam etti; “Babasının İrfan komiseri bayılttıktan sonra kaçtığını doğruladı. Birde o an orada bir adam daha varmış a-” Komiserin lafı, Kerim tarafından kesildi.
“İşte size söylediğim adam oydu! Babamın kaçmasına yardım etti bu adam.”
Tüm kafalar Kerim’e döndü. İşaret parmağı ile Nabi’yi gösteriyordu…
İşler karışıyor... En sevdiğiniz karakter kim???
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 678 Okunma |
110 Oy |
0 Takip |
13 Bölümlü Kitap |