@sila172521
|
ALTINCI BÖLÜM
“ UMUT FAKİRİN EKMEĞİDİR BAŞKOMİSERİM”
Ferman bir kez daha saatine baktı. Son on beş dakikadır onuncu bakışıydı bu . Sıcağın altında, merkezin önüne parkedilmiş polis teşkilatına ait arabalardan birisinin yanında ekip arkadaşlarını bekliyordu. Hakan’ın on dakika önce arayıp ‘Hemen geliyoruz başkomiserim’ demesine rağmen ne gelen vardı ne de giden. Bu sıcak havada yanına bir şapka almadığı için kendine kızdı. Her seferinde kendi kendini tembihlemesine rağmen her defasında da şapkayı dış kapının yanındaki askılıkta unutuyordu. Yaşlandığını düşündü. Genç değildi artık. Hem baba da oluyordu. Aklına Ayça geldi. Yarım saat önce taksiye bindirip eve yollamıştı. Ferman’a kalsa çalışmayıp evde dinlenmesi gerekirdi ama eşi aynı fikirde değildi. En azından son aylara kadar çalışmak istiyordu. Kendisi gibi karısınında işkolik birisi olduğunu bazen unutuyordu. İstemsizce bir gülümseme yayıldı yüzüne. Tam o sırada İrfan ve Hakan, merkezin merdivenlerinde gözüktüler. Hakan, elindeki dosyayı sallayarak “Geldik başkomiserim geldik. Otopsi raporu çıkmış onu alıyorduk” diye seslendi. “Kusura bakmayın sizi de beklettik.” Ferman, bir şey demeden öndeki yolcu kapısına yöneldi. İrfan hemen elindeki anahtarla kapıları açtı. Anlaşılan başkomiserleri geç kalmalarına oldukça sinirlenmişti. Arabaya yerleşir yerleşmez Hakan, arka koltukta dosyayı açtı. İrfan, arabayı çalıştırdığı sıra o da maktül hakkında bilgi vermeye başlamıştı bile. “Başkomiserim maktülün adı Mehmet Kara. Yaşı otuz ikiymiş. Daha önce size söylediğimiz gibi ikametgah adresi sistemde bulunmuyor. Eski belediye binasının arkasında harabe bir yer olduğunu öğrendik. Hatrı sayılır sayıda evsizin orada kaldığı söyleniyor. Geçen aylarda da bir uyuşturucu baskını gerçekleştirilmişmiş oraya. Kim var kim yok herkesi çekmişler karakola. Bu Mehmet Kara’da aralarındaymış. Ama bir şey çıkmamış bizimkinde, temizmiş. Sabaha da salmışlar zaten. Maktülün o harabede kaldığını düşünüyoruz. Bize de yakın zaten.” Hakan, cümlesini daha yeni bitirmişti ki aniden öne doğru savruldu. Kafasını önündeki koltuğun kenarına çarpmıştı. Eliyle alnını ovuşturuken kısık sesle bir küfür savurdu. Ne olduğunu anlamak için bakışlarını kaldırdığında öndeki araçla aralarında kılpayı bir mesafe olduğunu gördü. Anlaşılan İrfan, bu yüzden ani fren yapmıştı. Başkomiser Ferman, yan koltuğundaki afallamış adama döndü. “Arabayı görmüyor musun İrfan? Aklın nerede senin? Kendine gel!” İrfan’dan cevap gelmedi. Bir şey söylerse amirini daha fazla kızdırcağını bilecek kadar iyi tanıyordu onu. Hakan da bir şey demedi. Arkadaşının kafasının nerede olduğunu gayet iyi biliyordu. Usulca arabayı çalıştırıp tekrar yola koyuldular. Ferman kendi tarafındaki camdan yolu izlemeye başladı. Elbette bu kızgınlığının sebebi, sadece biraz önce gerçekleşebilecek olan kaza değildi. Kız kardeşinin de bu sinirinde fazlasıyla etkisi vardı. İrfan’ı severdi ama kardeşini üzeceğini biliyordu. Hatta Sena’ya da kardeşi gözüyle bakıyordu büyük ihtimalle. Ama her türlü hikayenin sonunda üzülen Sena olacaktı. Hakan’ın sözleriyle düşüncelerini bir kenara bıraktı Ferman. “Başkomiserim otopsi raporunda pek bir şey yok. Vücudunda darp yada benzeri bir ize rastlanmamış. Fakat kollarında iğne izleri varmış. Ancak uyuşturucu testi negatif. Ölüm nedeninin iğne yoluyla enjekte edilmiş bir maddeden dolayı olduğu düşünülüyor. Böbrekleri iflas etmiş. Kanında alkol yok ama antibiyotik, bazı ağrı kesiciler ve son olarakta bir madde tespit edilmiş ama bu maddenin ne olduğu bilinmiyor. Ölüm saati büyük ihtimalle gece bir ve iki arası.” Ferman, bıkkınlıkla aldığı nefesi geri verdi. Her gün kafayı bulmak için yeni maddeler çıkıyordu piyasaya. Peynir ekmek gibide satılıyor, hemen alıcısına ulaşıyordu. Yine bu maddelerden biri olduğunu düşünüyordu. Yine de hemen kesin karar vermemeliydi. Cinayet olma ihtimali hala olağandı. “Heh! Geldik başkomiserim. İşte şurası bahsettiğim bina.” Hakan parmağıyla az ilerideki yıkık dökük harabeyi işaret ediyordu. Arabayı, ağacın altında gölge bir yere park edip binaya yöneldiler. Etraf fazlasıyla ıssız ve sessizdi. Eskiden burası işlek bir yerdi. Belediye, başka yere taşınınca burası da unutuldıu tabi. Bina gibi merdivenleri de eskimiş, yer yer dökülmüştü. Geniş kapıdan usulca içeriye girdiler. Zamanında bina han olarak kullanıldığı için yerlere eski dükkan sahiplerine ait eşyalar saçılmıştı. Geceleri burada kalan evsizler tarafından didiklenmişe benziyorlardı. Koridor buyunca dümdüz ilerlediler. İleride bir grup insanın pencerelerin dibinde uyukladıklarını farkedince o tarafa doğru yöneldiler. Önden giden Ferman “Dikkatli olun. Ne olur ne olmaz aniden bir şey falan yaparlar siz tetikte olun” dedi. Yardımcıları başlarıyla amirlerini onayladılar. Sıcaktan bunaldıkları için pencerelerin önüne, etraftan ne buldularsa serip kendilerine yatak yapan adamlardan biri, gelenleri görünce yerinde doğruldu. Kim olduklarını anlamaya çalıyor gibi gözüküyordu. Baştan aşağıya süzdü onları. Hakan’ın belindeki silahı görünce far görmüş tavşan gibi irice açtı gözlerini ve aniden ayağa fırladı. Arkasındaki pencereden bacağını zar zor atmıştı ki belinden sertçe tutulup az önce yattığı yere düşürüldü. “Nere kaçıyorsun birader? Hayırdır!” İrfan, eğilip adamın suratının dibine kadar yaklaştı. Göz göze gelmişlerdi. Genç adam, korkudan olsa gerek donup kalmıştı. Mavi gözlerini İrfan’dan bir an bile ayırımayıp öylece kımıldamadan duruyordu. “Sana diyorum alooo! Duyuyor musun beni?” İrfan, elini adamın yüzünün önünde salladı fakat genç adam hiçbir tepki vermemişti. Yardımcısının sanki adamı yiyecekmiş gibi bakması üzerine Ferman eliyle omzuna dokundu. İrfan, bakışlarını mavi gözlerden ayırmadan geri çekildi. Evsiz adam, minnetle başkomisere baktı. Sonra bakışlarını kaçırdı. “Ben gelmem dedim. Kabul etmem. Başkasına gidin. Başkasından isteyin ne isteyecekseniz. Ben gelmem. Yok ben gelmem.” Anlaşılan adam, onları başkası sanmıştı. Ferman usulca yanına yaklaştı. Kollarından tutup düzgün oturmasına yardım etti. “Adın ne senin?” Adam, alnına düşen kıvırcık saçlarını arkaya attı. “Nabi” diye fısıldadı. Biraz önceki tedirginliği geçmişti, şimdi daha sakindi. Bir anlığına Ferman’a bu genç adamının yüzü tanıdık geldi. Daha önce görüp görmediğinden emin değildi ama tuhaf bir şekilde kanı kaynamıştı ona. “Peki kim bu beraber gitmek istemediğin kişiler?” Nabi, gözlerini yanındaki boş yatağa çevirdi. Gerçi yatak demek için bin şahit isterdi. Birkaç eski püskü çarşaf üst üste serilmiş, bir tanesi de küçücük katlanıp yastık haline getirilmişti. “Kötü adamlar. Onu aldılar, götürdüler. Para vereceğiz dediler, hayatın kurtulacak dediler. Ben inanmadım tabi. Hayır dedim. Gitmedim onlarla ama o kabul etti. Bindiler arabaya götürdüler. Bir daha da gelmedi.” Yutkundu. Gözlerini tek tek polislerin üzerinde gezdirdi. “Ama onlar geri geldi. Kötü adamlar… Başkaları için geldiler. Ben kaçtım, saklandım. Görmediler beni ama diğerleri… diğerlerini alıp götürdüler yine. Bizimkiler istemedi…” Masmavi gözlerini faltaşı gibi açmıştı. Biraz daha zorlasa her an yerlerinden fırlayacak gibilerdi. “Zorla götürdüler. Para demediler bu sefer. Yalancı onlar. Öncekileri para diye kandırdılar. Giden dönmedi bir daha. Hepsinin öldü diye haberi geldi. Yine gelirler. Siz gidince yine gelirler. Burası olmasa başka yere giderler. İstanbul zindanında fakir fukaradan çok ne var. İki kuruşluk paraya kanıp ölüme gidiyor zavallılar. Nereden bilecekler böyle olacağını. Umut satıyor onlar. Umut fakirin ekmeğidir başkomiserim.” Ferman, ve yardımcıları hiç çıt çıkarmadan pür dikkat anlatılanları dinledi. Bu olayın bu kadar büyük bir perde arkası olacağını tahmin etmemişlerdi. Anlaşılan uzun bir dosya olacaktı. Ferman, olduğu yerde doğruldu. “Anlattıkların çok önemli şeyler Nabi. Bizimle emniyete kadar geliyorsun. Yazılı ifaden alınacak. Bu anlattıklarının hepsini daha detaylı bir şekilde orada da anlatmanı istiyorum senden. Hem şu bahsettiğin kötü adamları bize bir tarif edersin. Robot resimlerini çıkarır merkezdekiler. Bakalım bir şey bulabilecek miyiz.” Nabi, yerinden fırladı. “Anlatırım Ferman başkomiserim anlatmam mı.” Hakan, Nabi’yi kolundan tutup arabaya doğru yönlendirdi. İrfan’da onları takip ederek arkalarından ilerliyordu ki Ferman’ın olduğu yerde beklediğini farketti. “Başkomiserim… başkomiserim bir şey mi oldu. Gelmiyor musunuz?” Ferman, az önce Nabi’nin oturduğu yere gözlerini dikmiş bakıyordu. Cevap gelmeyince bir kez daha seslendi İrfan; “Başkomiserim geliyor musunuz?” Ferman, başını kaldırdı. Gözleri iyice kısılmış eliyle alnını ovuşturuyordu. Kafasına bir şey takılmıştı anlaşılan. Hakan’ların seslerini duyamayacak kadar uzaklaştıklarında yardımcısına döndü. “Az önce Nabi’nin yanında bana ismimle seslendiniz mi?” İrfan afallamıştı. Neden böyle bir soru sorduğuna anlam veremedi. Bilmeden yanlış bir şey mi yapmışlardı acaba. “Sanırım hayır. Gerçi konuşmadık ki zaten. ‘Başkomiserim’ bile demedik yanında. Neden sordunuz ki?” Arabaya doğru ilerleyen Nabi’yi elindeki telsizle işaret etti Ferman. “O zaman bu evsiz adam, adımı ve başkomiser olduğumu nasıl bildi?”
Favori karakteriniz kimmm çok merak ediyorum yazın lütfen |
0% |