@silayetimoglu
|
Şu an olanlara inanamıyordum. Tamam peri olduğuma bir şekilde inanmıştım ama bana yıllardır bakan ailemin benim öz ailem olmadığını söylüyorlardı. Görünüş olarak pek benzemiyor olabilirdik ama emindim onlar bana yalan söylemezdi. Değer verirlerdi ve sır saklamazlardı. Benim için bir kahraman bir sığınak gibiydiler. Bugünün tatil olmasını fırsat bilerek çantamı alıp okulun önünde beklemeye başladım. Şu sıralar Brandon ile konuşuyordum. Eskiden de sevgililerim olmuştu ama o farklıydı. Sarı saçları güneş gibi parlar mavi gözleri çok derin bakardı. Ancak onu seviyor muydum sevmiyor muydum emin değildim çekici bulduğum doğruydu evet ama her şey dış görünüş değildi. Bir yandan ailemle ilgili her şey muallakken birini sevip hayal kırıklığına uğramaktan çok korkuyordum. Düşüncelere dalmışken otobüs geldi ve boş bir yere birkaç kızla beraber oturdum. Flora sınavlara çalışıyordu Musa ile birlikte. Tecna yeni şeyler icat ediyor Stella ise elbise tasarlıyordu. Herkesin bir meşguliyeti vardı kısaca. Gerçekleri öğrenmek istemesem ben de bugün Stella'ya yardım edecektim ama o bu gidişimi anlayışla karşılamıştı. Otobüsün tekerlekleri yoktu havada süzülüyordu ve bu bir nevi beni uçağa binmişim gibi hissettiriyordu. Sonunda Magix gezegeninden çıkış yapmıştık. Etrafta birçok yıldız ve gezegenin arasında evren ışık ışıl parlıyordu. Her gezegenin ayırt edici özellikleri çıplak gözle görülebiliyordu. Mesela Magix'in etrafında kurdeleler vardı ve bu her defasında garibime gidiyordu. Ben evren hakkında düşünürken Dünya'ya varmıştık bile. Ozon tabakasından geçerken etrafı bir parıltı kapladı ve bütün otobüs renk değiştirmeye başladı. Bu her şeye karşı bir önlemdi. Daha sonrasında ise göz açıp kapayıncaya kadar Gardenya 'daydım. Bavulumu alıp indikten sonra cesaretimi topladım ben ejderha ateşi perisiydim. Her şeyden önce evreni yaratan ejderin gücünü taşıyordum ama gerçekleri öğrenmek için bir kapı tokmağını çeviremiyordum. Derin bir nefes aldım ve içeri girdim. Annem evdeki çiçekleri suluyordu. Üzerinde bahçıvan tulumu ve hasır şapka vardı. Şu an fark ediyordum ama annemle hiç benzemiyorduk. Onun kahverengi saçları ve gözleri vardı. Benim saçlarım ise ateşte yanmış gibiydi ve gözlerim maviydi. Kiko kafasını boynuma sürttüğünde annem beni nihayet gördü. - Aaa Bloom. Daha okulun başlayalı iki ay oldu ne ara geldin? Bunu şakasına dediğini bilsem de azıcık tripten kimse ölmezdi. - Ne o, yoksa beni özlemedin mi? Ya da babamla aşk mı tazeliyordunuz benim yokluğumda? Bu dediklerime karşı annem kahkaha atarak omzuma vurdu bende ona sarıldım. Onu gerçekten çok özlemiştim. Elimden bavulumu aldıktan sonra odama çıkarken seslendi. - Baban işte her zamanki gibi hayatım. Sen dinlenmene bak. Ortadaki sehpadan kalem kağıt çıkardım ve dizime koyarak kalbimin beni yönlendirmesine izin verdim. Ne zaman strese girsem ya da bunalsam hep rastgele şeyler çizerdim. Şimdi de öyle bir andı. Camdan yansıyan güneş ışığı kağıdı parlattığında dudaklarımı büzerek resmi inceledim. Uzun saçlı, kaslı ve çenesinde gamzesi olan çekici bir adam çizmiştim. Bana doğru korku ve özlemle bakıyor gibiydi. Başka bir yerde ise bana oldukça benzeyen bir kız vardı. Dudakları daha ince ve gözleri daha büyüktü olgun bir havası vardı. Hemen altta ise bir kral ve kraliçe vakarla duruyordu. Kraliçenin bukle bukle saçları sırtına dökülüyordu ve elinde bir kılıç tutuyordu. Kralın ise perçemli saçı ve keçi sakalı vardı. Öfkeli ve ciddi bir şekilde kraliçenin omzunu kavramıştı. Buradaki insanların hiçbirini tanımıyordum ama hepsi bir şekilde bana tanıdık geliyordu. Okula geri dönünce bu konuyu araştırabilirdim. Beni daldığım düşüncelerden kapı açılma sesi uyandırdı. Babam gelmiş olmalıydı. Onun vücudu görüş alanıma girer girmez koşa koşa gidip boynuna atlamam bir oldu. Kahramanımı da çok özlemiştim. Beni görünce çok şaşırdı ama sonra o da sarılmama karşılık verdi. - Bloom hayret sonunda bir evin olduğunu hatırladın. Kaşlarımı kaldırarak üzüldüğümü yeterince belli ettim. - Ya deme öyle baba ya. Anca fırsat bulabildim. Daha sonra annemle babamın elini tutarak onları kanepeye oturttum ve fotoğraf albümümüzü alarak ortalarına yerleştim. Kiko kucağıma oturup havuç yemeye başlamıştı. - Bak burada ilk katı gıdaya geçtiğinde uzun makarna kasesini kafandan aşağı boşaltmıştın. - Burada da ilk adımların vardı Bloom seninle gurur duyuyoruz. Daha bunun gibi sohbetler edip albümü karıştırırken akşam olmuştu bile. Derin bir nefes alıp albümü yerine koydum. - Anne baba size sormam gereken bir şey var. Annem kiko'ya marul verdi ve kafasını buyur dercesine salladı. - Benim biyolojik ailem siz misiniz? Bunu dememle birlikte yüzleri kireç gibi olduğunda ben cevabımı almıştım ama yine de bir açıklama bekliyordu. Birbirlerine baktılar sanki gözleriyle anlaşıyorlardı. - Biz senin aileniz Bloom. Bunu nereden çıkardın. Babam beni kaybetme korkusuyla bunu dediğinde annem ona gözlerini belerterek baktı. - Mike hayatım ona gerçekleri açıklamanın vakti geldi. Babam derin bir nefes aldı. Sessizlik aramızda uzayıp giden bir deniz gibiydi. Nihayet konuşmaya başladığında mavi gözlerine baktım. - Bir gün merkeze ihbar edilen yangına gittiğimizde evi görünce şok olduk. Her yer yanıyordu ve neredeyse sağlam bir şey yoktu. Kimse girmeye cesaret edemedi ama ben girdim. Evin arka kısmına gittiğimde bir ağlama sesi duydum. Televizyon ünitesinin altında küçük bir bebek vardı. Sözünü kesmeden duramadım. - O bebek bendim. Başını evet anlamında salladı. - Bebeğim ateş kızılı saçları ve küçük mavi gözleri vardı. Beni görünce ağlamayı bırakıp kollarını beni kurtar dercesine uzattı ve gülmeye başladı. Kucağıma alıp iyice sardım ama o sırada yukarıdan kolon düştü. Ne olursa olsun seni korumalıydım. Yaralanmayı beklerken bir anda etrafımızı sarı parıltılar sardı ve içeri ne duman ne de toz girebildi. Daha o gün senin bir mucize olduğunu biliyordum. Ağlayarak ona sarıldım. Muhtemelen benim çıkardığım bir yangın yüzünden az kalsın ölecekti ama o yine de beni düşünmüştü. - Bizim de bir türlü çocuğumuz olmuyordu. Bir evlada hasrettik böylelikle daha sonra sen bizim küçük mucizemiz oldun ve hala da öylesin. İsmin ise battaniyenin altına işlenmişti. Nihayet gözlerimi kuruladım çünkü ağlamaya devam edersem herkesi ağlatacaktım. Ayağa kalkarak Kiko'yu elime aldım. - Ben bir elimi yüzümü yıkamaya gideyim en iyisi. Başlarını tamam anlamında salladılar. Elimi yüzümü yıkarken bir anda bir patırtı koptu. İçeri girdiğimde her yerde deprem olmuş gibiydi. Icy'nin kahkahasını duyduğumda ellerim ısınmaya başlamıştı bile. - Anne baba! Salonun ortasında bir kara delik peydah olmuştu ve annemle babam sırt sırta bağlanmış bir şekilde asılı duruyorlardı. Çözüm arar gibi etrafıma bakındım ama cadıları durduracak bir şey göremiyordum. - Bloom kaç kurtar kendini bizi düşünme. Annem bunları dediğinde zaten olan sinirim iyice arttı ama bir patlama daha yaratarak onlara zarar vermek istemiyordum. Bunu benden nasıl isteyebilirlerdi? - Ne oldu Bloom ebeveynlerinin ölmelerine göz yumarak fare gibi saklanacak bir delik mi arayacaksın? Icy bunları dediğinde ellerimi iki yana açtım. Şu an dönüşemiyordum ama bir şekilde onları yoruo güçsüz düşürebilirdim. - Ateş topu! Icy'e hedef almıştım ama dönüşmeden güçsüz olduğum için bu onu sinek ısırığı gibi etkilemişti. Cadılar kahkaha atarken sinirden ve çaresizlikte ağlamaya başlamıştım. - Seninle bir anlaşma yapalım küçük peri bize gücünü ver biz de annenle babanı bırakalım. Benden gücümü istiyorlardı. Verirsem evreni yok edebilirlerdi vermezsem annemle babamı kaybederdim. Of bu çok zor bir testti. - Asla vermem. Dedim ve kara deliğe biraz daha yaklaştım. Icy, beni birkaç başarısız denemeden sonra bir buz kütlesine hapsettiğinde ruhuma kadar donuyordum. - İsteyerek vermezsen zorla alırız Bloom. Stormy bunları dediğinde kıvır kıvır saçlarını eline veresim geldi ama kollarımı hareket ettiremiyordum. - Alın deneyin bakalım. Icy pençe gibi ellerini göğsümün ortasına koydu. Bir şeyler mırıldanırken bir saniye sonra gücüm onların elindeydi. Gücümle bir bütün olamadığım için aramızdaki bağ o kadar sıkı değildi. Şu an biyolojik ailemden nefret ediyordum çünkü onların aptalca hatası yüzünden hem evren hem ailem yok olacaktı. Sihirden önceki hayatımda olduğu gibi boşlukta hissediyordum kendimi ama şimdiki ilkinden daha beterdi. Eskiden gücüm saklı olsa da benimleydi ama şimdi en ufak kırıntısına kadar elimden alınmıştı. Cadılar zafer sarhoşluğu içindeyken buz kütlesi erimeye başlamıştı. Belki de onlar fark etmeden ailemi çekip çıkarabilirdim. En azından bunu onlara borçluydum. Tam parmağım halata değmişken Darcy beni fark etti. Ben içimden küfür ederken onlar annemle babamı tutmayı bıraktı ve son hızla boşluğa düşmeye başladılar. - Hayır! - Unutma pericik cadılar sözlerini asla tutmaz. Bunları dedikten sonra kayboldular. Kiko'yu yere bırakıp hiç düşünmeden peşlerinden atladım. Arkamdan çığlık atsa da daha sonra kurtulabilirsem Kiko'ya bakacaktım. Etrafta kainatın çöpleri kol geziyordu ve inanılmaz bir soğukluk vardı. Annemle babamı zar zor tuttuğumda onlara sarıldım. Kucak kucağa ölüme gidiyorduk. Umarım Brandon arkamdan çok üzülmeyip hayatına devam ederdi. Ona daha onu sevdiğimi bile söyleyememiştim ama beni şu an için avutan iki şey vardı. Ailemle gene beraberdik ve diğer tarafta biyolojik ailemi görüp onlara hesap sorabilecektim. Nihayet kalbim gerçek anlamda buz tuttuğunda gözlerim ağır bir şekilde kapanmaya başladı. Etrafta kimse yoktu annemle babamı göremiyordum. O halde burası benim için cennet değildi. Bulutların üzerinde yürümeye başladım. Biraz ilerledikten sonra bugün çizdiğim kız üzerinde sarı bir elbiseyle karşımda belirdi. Şaşkınlıktan dilim tutulmuştu. Onu kara kalemle çizmiştim ama şimdi kanlı canlı karşımdaydı ve bana ilginç bir şekilde sevgiyle bakıyordu. - Unutma Bloom senin gücün evrenin bir parçası ve istesen de evrenden tamamıyla yok olamazsın. Sadece sevgiyi gör bu seni iyileştirecektir. Bunları dedikten sonra geri geri gitmeye başladı. Gittikçe yok oluyordu. Ona doğru uzandım. Sarı saçları ve kahverengi gözleriyle benim aynam gibiydi. Ancak bu beyhude bir çabaydı. Onu tutamadım. Derin bir nefesi ciğerlerime çekerek uyandım. Hala son hızda düşmeye devam ediyorduk. Etrafta tutunacak bir şey yoktu ve annemle babam hareket etmiyordu. İyice telaşlanırken kızın dediklerini hatırladım ve sonra sevdiğim tüm şeyleri düşündüm. Mor rengi, resim çizmeyi, yemek yapmayı, Kiko 'yu, Stella, Flora, Musa, Tecna, annem ve babam, Brandon hepsi gözlerimin önünden teker teker geçti. Bana güveniyorlardı, gurur duyuyorlardı ve inanıyorlardı. Onları hayal kırıklığına uğratamazdım. Hayır ben Bloom! Bugün burada ölmeyi reddediyorum. Ejderha ateşi perisi olarak evrenle ve gücümle bütünleşiyorum. Aklımla, kalbimle ve ruhumla boşluğa ellerimi uzatıyorum. Ellerime bilindik bir sıcaklık doluyor ama bi seferki daha canlı. Göğsümün ortasının dolmasıyla beraber değişik bir şeyler daha oluyor. Üzerimdeki kıyafetler yok olurken ateş beni annenin bebeğini kucaklaması gibi sarıyor. Üzerimde mavi bir crop ve mavi botlar beliriyor. Elimde aynı renk eldivenler ve etek beni özgür hissettiriyor. Nihayet kanatlarım şeffaf bir şekilde kürek kemiklerimin üzerinde parlarken dönüşümün tamamlandığını hissediyorum derken saçlarımda altın bir taç beliriveriyor. Süs için olduğunu düşünüyorum. Daha sonra etrafımdaki kalkan yok olurken annemle babamı bağlayan halatı tuttum ve onları tüm gücümle yukarı çekmeye çalıştım. İkisi birlikte çok ağır geliyorlardı. Pes etmeye niyetim yoktu. Dişlerimi sıkarak yükselmeye çabaladım. İlk kez dönüştüğüm için uçuşum bir bebeğin ilk adımlarını atması gibi kesik kesikti. Nihayet yükseldiğimizde hava akımı durdu ve bizi yukarı fırlattı annem ve babam baygın yatarken Kiko omzuma zıplayıp yanağımı öpücüklere biğmaya başladı. - Ay Kiko dur! Normalde beni böyle sevmezsin. Daha kendimi incelememe fırsat kalmadan enerjim azaldı ve etrafımdaki kırmızı hale sönerek beni eski halime getirdi. Annemle babamı çözdükten sonra onları örttüm ve etrafı elimden geldiğince topladım. O Trix denen üç cadıya günlerini gösterecektim elbet. Bir sonraki karşılaşmamızı sabırsızlıkla bekliyordum. Sabahın ilk ışıkları yüzüme vururken annemle babamın resmini çizdim. Bugünün bende iyi kötü bir hatıra olarak kalmasını istiyordum çünkü. Gözlerim ağırlaştığında rüyamda yine o kızı gördüm - Gel bizi kurtar Bloom. Aileni kurtar. Arkasında iki tane hayalet gibi varlık belirdi. Bunlar dün resmini çizdiğim kral ve kraliçeydi. Kucaklarında kundakta bir bebek tutuyorlardı. Bir saray gördüm her yeri buzlar altında kalan ve kral ile kraliçe kapkara bir boşluğa düştüler. Düşerlerken bebeği önümdeki kıza verdiler. Üç tane trixin daha yaşlı versiyonuna benzeyen kadın, sarılı kızın peşine düştüler. Kız portal açtı ve bebeğin kulağına fısıldadı. - Bloom. Ateş çiçeğim, kız kardeşim sen bizim umudumuzsun. Zamanı gelince güneş gibi doğacaksın. Duyduklarımla gözyaşlarımı engelleyemedim. Bana benzeyen kız benim ablamdı ve kral ile kraliçe de benim biyolojik ebeveynlerimdi. Onlar beni bile isteye bırakmamışlardı. Zorunda kaldıkları için bırakmışlardı. Alfea'ya dönünce ilk işim ablamı ve kökenlerimi araştırmak daha sonra onları o karanlıktan çekip çıkarmaktı bugün aileme yaptığım gibi. Taşlar teker teker yerine oturuyordu fakat resimdeki manyetik bakışlı adamın kim olduğunu hala bilmiyordum. O da yakın zamanda karşıma çıkar herhalde diye düşündüm. Uyandığımda bu sefer karşımda kırmızı zırh giymiş bir iskelet vardı ve konuşamıyordum. Ağzım ve bileklerim bağlıydı. Burada neler dönüyordu böyle? Adamın gözlerini göremiyordum ama arkasındaki adamı tanıyordum. Bizim okulda öğretmenlik yapan sözde Profesör Avalon'du bu hani eşcinsel olan. Zamanında Tecna'nın beni onun hakkında uyardığını hatırladım. - Bloom ona güvenme, kendini teslim etme ne olduğu belli değil onun. Dediğinde sözlerine pek kulak asmamıştım ama keşke onu dinleseymişim. Şu an ne idüğü belirsiz bu mağarada bana ne yapacaklarını bilmiyordum. Bir şekilde güçlerim mühürlenmiş gibiydi. Dişlerimi sıkarak direndim ama bağlarımdan kurtulamadım. Avalon'un iki yanında melek kanadı gibi kanatları vardı ama sivri dişleri ve paramparça kıyafetleri ile içime korku salıyordu. Ürpertici bir şekilde gülüyordu. Ben olanları anlamaya çalışırken etrafımda sekiz tane pembe küre yuvarlanmaya başladı. Bunlar döndükçe benim başım dönüyor kulağıma çığlıklar geliyordu. Çığlıklar arttıkça ben ağlamaya küreler daha hızlı dönmeye başladı. Kalbime bir şeyler oluyordu. Panikle vücudumu hareket ettirmeye çabaladım ama nafileydi. Kalbime sanki bir hançer saplanıyordu ve bu hançer içimde periliğe dair ne varsa söküp alıyordu. İçimdeki iyiliği alıyorlardı! Çığlık atmaya çalıştım. Diğerleri neredeydi? Beni neden kaçırmışlardı benden ne istiyorlardı? Önüme kesik kesik görüntüler gelmeye başladı. Kendimi daha güçlü hissediyordum ve bu muhteşem bir şeydi. Karşımda ise amacına ruhumu, bedenimi ve kalbimi verdiğim adam duruyordu. Onunla beraber okulların gücünü barındıran kodeksler toplamıştık ve evrene hükmedecektik. Geriye sadece son bir adım kalmıştı. Onun ankasıyla benim ejderhamın birleşerek ritüeli tamamlaması gerekiyordu. Tam başlayacakken içeri eski dostlarım geldi. Flora, Stella, Tecna, Musa ve Layla. Hepsi simli peri kıyafetleri içinde oldukça acınası görünüyorlardı. Her zaman sulu olan gözlerini bana dikmişler ve lip balmlı koca dudaklarını büzerek bana bakıyorlardı. Etrafta o kadar çok ışık vardı ki hepsi midemi bulandırıyordu. Onların kuçu kuçuları olan uzmanlar da kuyrukları gibi peşlerine takılmıştı. Mükemmel bir kötü olabilecekken bet sesli Musa'nın peşinden koşan kirpi kafalı Riven. Dört göz ve hep aptal gibi görünen Timmy. Mısır püskülü gibi saçlarıyla kendini beğenmiş yalancı Sky. Aslında çok çirkin olup protein tozuyla şişirilmiş kaslarıyla övünen koca çeneli Brandon. Her daim kızları etkilemek için şiir yazıp kız gibi saçlarını toplayan gurursuz, uzun etekli Helia. Tüm takım buradaydı işte. İstedikleri gibi gelsinler bakalım yenebiliyorlar mıydı bizi? Gelecekleri varsa görecekleri de vardı. Periler bana bir adım yaklaştığında parıltıları gözümü aldı. Kaşlarımı çatarak onlara baktım. Efendi Darkar bana onlarla oynamam için izin vermişti bunu biliyordum. Saçlarını perde gibi ayıran ve bitkilerle kafayı bozmuş korkak Flora önüme gelip kollarını açtı. Ne yapmamı bekliyordu, sarılmamı falan mı? - Yapma Bloom sen iyisin. Biz senin arkadaşlarınız! Bu söylediği karşısında kahkaha atmadan duramadım. Arkadaşlar mı? Arkadaşlar ben orada kimlik karmaşası yaşarken boşver deyip teselli veren bu kız mıydı benim arkadaşım? Yoksa işi gücü erkekler olan ve Sky ile kardeş olduğunu düşündüğüm Stella mı? Ya da soğuk nevale ve Tanrı kompleksi içinde olan Tecna ya da dur dur fareli köyün kavalcısı ve hep kendi için toxic kişileri seçen sabah akşam kargalarla yarışan Musa olabilir miydi? Yok bence her daim ıslak ve balık gibi kokan marul kafalı Layla olabilir. - Ve bu hiçte umrumda değil. Bütün o sahte neşe ve mutluluk dolu kalp resimleri çizilmiş notlarınızı kuş beyinli erkek arkadaşlarınıza göndermenizden de sıkıldım artık. Acınacak durumdasınız! Ben bunları acımasızlıkla söyledikten sonra her zamanki gibi Flora'nın gözleri dolmaya başladı ama bu umrumda değildi. - Anlaşılan kaba kuvvet uygulamamız gerekecek. Stella'yı işte bu yüzden seviyordum. En az benim kadar cesurdu ama beni yenemezdi. - Gel bakalım yumurta kafa! Omun en sevdiği şey saçlarıydı bu yüzden onlara hakaret etmem onu çok kızdırmıştı. Bir güneş ışını gönderdi ve bu gözlerimi acıttığında rastgele bir yere ışınlandım. İşte şimdi tam anlamıyla savaş başlamıştı. Benim acıyan gözlerimden faydalanarak sümsük periler beni kafese almaya çalıştılar ama Efendi Darkar onları durdu. - Başla Bloom. Bunları dediğinde kollarımı havaya kaldırdım ve sihirli sözcükleri mırıldanmaya başladım. Geride olan biten beni ilgilendirmiyordu. - Vortis fina ertulum. Bu cümleyi her tekrar edişim de sesim daha da yükseliyordu ve sesim her yükseldiğinde ritüelin başladığını hissediyordum. Anka'nın ve ejderin özlerinin birleşmeye başladığını görebiliyordum. Bu sayede Darkar ete kemiğe bürünecek ve sihirli boyuta yıkım getirecek. Arkamdan Sky son gücüyle bana bağırıyordu. Onun güzel gözlerine bakmak istemiyordum. Bana yaptıkları aklıma geliyordu ve içimdeki dizginlenemez öfke açığa çıkmaya çabalıyordu. Konsantrasyonumu kaybetmemem lazımdı yoksa sihir işe yaramazdı. Bu yüzden onun dediklerini duymamaya çalıştım. Aşk her şeyi affeder miydi? Brandon ile kimlik değiştirmesini anlayabilirdim ama Diaspro ile nişanlıyken benimle flört etmesi çok yanlıştı hatta adilikti. Bu bana haberim olmasa da iğrenç hissettirmişti. Diaspro onu sevdiği için bu çok sorun olmamıştı ama birini sevmiyorsan ona karşı çıkmayı bilmeliydin değil mi? -Bloom son zamanlarda aramızın limoni olduğu doğru ama geçende babama karşı çıktım. Ona Diaspro'yla evlenmeyeceğimi zaten kalbimin birine ait olduğunu söyledim. O da veliahtlıktan men edeceğini söyledi. Buna değerdi, sana değerdi Bloom. Senin orada olduğunu biliyorum. Oralarda bir yerlerde en ufak bir iyilik kırıntısı olduğuna inanıyorum. Bu dediklerine inanmak istemiyordum ama gözleri çok inandırıcı bakıyordu ve sanırım ağlıyordu. Sky'ı daha önce hiç ağlarken görmemiştim. Bu bende şok etkisi yaratırken konsantrasyonumun dağılmasına sebep oldu. Ancak çabuk toparlandım. Erkeklerin cici sözlerine kanmamalıydım. -Sky'ın babasına en başında karşı çıkması gerekirdi. Bu kadar geç kalmış olması anlaşılmaz. Bloom sen asla bir erkeğin hükmü altına girmezsin. Uyan! Evet ikisi de haklıydı. Stella'da Sky'da son derece haklılardı. Darkar'ın gücünü emip sihirli boyuta tek başıma hükmedebilirdim. Hükmetmek kanımda vardı. Güç beni iyi hissettirmişti. Bir parmak şıklatmasıyla gezegenleri yok edebilir daha da güçlenebilirdim. İstemsizce ailemi düşündüm. Onlar beni görselerdi ne yaparlardı? Muhtemelen hayal kırıklığına uğrarlardı. Beni kurtarmak için bu kadar uğraşmaları boşa gitmiş olurdu. Ejderha ateşini haketmediğimi düşünürlerdi. Bu düşüncelerle birlikte içimde bir şeylerin harekete geçtiğini hissedebiliyordum. İyilik kazanıyordu bunu biliyordum. Ellerimi çaprazlayarak sözleri tekrar ettim. Böylece içgüdüsel bir şekilde ritüeli tersine çevirdim. - Ertulum viba fortis ermuni. Anka ne kadar güçlü olsa da bu evreni ejderha ateşi yaratmıştı ve ben ona hükmedebiliyordum. Darkar daha fazla bana dayanamazdı. - Aaa bakın neler oluyor? - Sanırım Bloom Darkar'ın etkisinden çıkıyor. |
0% |