Yeni Üyelik
15.
Bölüm

✨Hediye Ve Aile✨

@silayetimoglu

Sofradan sakin bir şekilde kalkarken hızlı adımlarla evden uzaklaşmaya başladım.


Her ne kadar bu olanları atlattığımı düşünsem bile işler ciddiye binince kendimi tutamamıştım.


Gözyaşları yanaklarıma doğru süzülürken derin derin nefesler aldım.


O sırada yanımda bir hareketlenme oluşunca annem ve babamın geldiğini gördüm.


Ayağa kalkmaya bile halim olmadığı için ormanı izlemeye başladım.


- Sana olanları en başından anlatmak istiyorum Flora.


Omuz silktim ama mesajı almışlardı. Annem derin bir nefes aldı.


- Linphea kurulduğu vakit diğer iki aileyle birlikte bu gezegeni yönetiyorduk. Bu kehanet ise daha önce gelmişti ama hangi aile hakkında olduğu bilinmiyordu.


Gözlerimi ona çevirdim ve yaşları elimin tersiyle sildim.


- Sonra sana hamile kaldım. Belirtiler gelmeye başlamıştı. O sene her konuda şanslıydım mesela. Güçlerin için seni benden alabilirlerdi o yüzden senin güçlerini kahin aracılığıyla baskıladık.


Annem babama baktığında onun devam edeceğini anlamıştım.


- İzimizi kaybettirmek için makamımızdan vazgeçtik. Çünkü bu kehaneti bilen kötü kişiler senin Linphea'daki herhangi bir kraliyet ailesinden geleceğini biliyor olmalılardı.


O sırada Miele yanımıza gelmişti. Dizlerimin üstüne yatınca saçlarını okşamaya başladım.


- Tahminlerimize göre bu zamanlarda zaten güçlerin yavaş yavaş açığa çıkacaktı.


Kırgın bir tebessümle onlara baktım.


- Empati kurmaya çalışıyorum sizinle şu an. Bence bu olayda haksız yok. Her iki tarafta kendince haklı. Ben kendimi savunabilmem için size kızgındım. Ama şimdi yine güçlenebilirim.


Ellerimi çimenlere yasladım.


- Siz ise beni saklayarak gerçeklerden kaçmayı düşündünüz ve muhtemelen diğerleri gibi bir çocukluk dönemi geçirmemi istediniz.


Babam evet anlamında başını salladı.


- Sorunlarımızı hallettiğimize göre bir iki gün burada kalmayı düşünüyorum.


Annem bana doğru eğilerek fısıldadı.


- Kardeşin uyumuş onu odasına götüreyim.


Başımı tamam anlamında salladım.


Annem ve Miele gidince babam ile yalnız kalmıştık. Yeşil gözlerini bana dikti.


Zaten Linphea'da coğrafya gereği insanlar ya yeşil ya da kahverengi gözlü olurlardı.


- Sana daha doğrusu size baktıkça beni ve anneni görüyorum.


Bir an kimden bahsettiğini anlamamıştım.


- Siz derken.


Tebessüm etti.


- Sen ve Helia tabikide.


Bir anda bu konuyu açınca huzursuz bir şekilde kıpırdandım ve bacaklarımı kendime çektim.


- Eğer onunla olmamı istemezsen dayanamam ama anlarım.


Kaşlarını hafif bir şekilde çattı.


- Onunla olan ilişkini onaylıyorum. Tabi seni bilerek üzmediği sürece. İnsan kalbine söz geçiremez ki.


Evet anlamında başımı salladım.


- Arkadaşların geliyor onlarla vakit geçir biraz.


Tebessüm ettim ve ayağa kalktım. Stella ve Layla yanıma geldiğinde fısıldama gereği duydum.


- Hazır mı ayçiçeğim?


Başını evet anlamında salladı.


- Ayy çok güzel olacak. Onu çağır istersen.


Telefonumu elime aldım ve Helia'yı aradım. Çok geçmeden telefonu açmıştı.


- Merhaba Helia.


Sanki karşımdaymış gibi utanmaya devam ediyordum. Oysaki kaç aydır birlikteydik.


- Merhaba Flora. Bir sorun mu var?


Başımı hayır anlamında salladım.


- Yok ama arayamaz mıyım?


Birazcık tripten kimse ölmezdi.


- Benim telefonlarım sana her zaman açık Flora.


O sırada aramızda kısa süreli bir sessizlik oldu çünkü o sırada Helia'ya içimden düşmekle meşguldüm.


- Sana şey diyecektim. Ben evdeyim eğer müsaitsen yanıma gelmek ister misin? Hem gezmiş oluruz.


Kendi çevremde döndüm ve ters yola girdim.


- Olur. Bir saate varırım.


Göz ucuyla Layla'ya baktım. Stella'ya hazırlıkta yardım ediyordu.


- Görüşürüz bekliyorum seni Helia.


Arkadan gelen seslerden hazırlandığını anlayabiliyordum.


- Keşke ışık hızıyla gelebilsem yanına. Seni çok özledim Flora.


Kıkırdadım ve telefonu kapattım.


- Ne zamana geliyormuş?


Masanın örtüsünü sererken Stella'yı cevapladım.


- Bir saate burada olurmuş.


Başını tamam anlamında salladı.


Etrafı kontrol ederken gözlerimi kısıyordum. Layla'dan yana herhangi bir sorunum yoktu ama Stella her an bir yerlere şatafat ekleyebilirdi.


Her yer sade olmalıydı. Çünkü Helia'da benim gibi şatafatı sevmezdi.


Etrafta beyaz mavi ve gri renkler hakimdi. Kısaca göz yormayacak şeyler vardı.


O gelince ilk ailem ile oturacak sonra ise kısa bir parti verecektik.


- Anne, lütfen Helia'nın yanında beni çok sevmeyin çünkü Helia yetimhanede küçük kız kardeşiyle beraber büyüdü ve bu duruma üzülebilir.


Başını tamam anplmında salladı.


Şimdi ise üzerimi değiştirmem gerekiyordu. Odama gittim ve gardrobuma göz gezdirdim.


Nihayet karar verdiğimde üzerimde göğüs kısmı kahverengi, aşağı doğru bollaşan yeşil renk kolları olan ve belden aşağısı pembe renk dizimin üzerinde bir elbise vardı.


Saçlarımı ise at kuyruğu yapmıştım.


Bahçeye çıktığımda seranın yanındaki koltuklara herkes yerleşmişti.


Annem, babam, Miele, Stella ve Layla vardı.


Herkes beni beğeni ile süzerken ailem ve dostlarım arasındaki herhangi bir boşluğa oturdum.


Saate baktığımda saat ona geliyordu. Seranın cam kapısı tıklatıldığında kapıda Helia utangaç bir şekilde tebessüm ederek bana bakıyordu.


Elini tutup onu sakinleştirmek istiyordum ama malum durum buna imkân tanımıyordu.


Arkasında ise Nabu ve Brandon vardı. Stella'nın, Brandon'u görür görmez gözlerinden kalpler çıktığına yemin edebilirdim.


Annem ve babam ile selamlaşıp kanepeye üçü birlikte oturdular.


O sırada Helia'ya kaçamak bakışlar atıyordum.


- Helia çocuğum nasılsın?


Elini kalbine götürdü ve tebessüm etti.


- İyiyim siz nasılsınız?


Annem ile babam bir an birbirlerine baktılar ama bu konuda içim rahattı.


- Ben de iyiyim.


Helia gelmeden önce babamları tembihlemiştim. Bahçeye çıkınca ona sürpriz yapacaktık.


Annem ayağa kalkınca diğerleri onunla birlikte ayağa kalktı.


- Sana bir şey göstereceğim Helia.


Helia önce bana anlamaz bir şekilde baktı. Omuz silktim.


Sonra annemin peşinden gitti. Hepimiz onu takip ederken heyecandan bacaklarım titriyordu.


Nihayet alana vardığımızda hep bir ağızdan bağırdık.


- İyi ki doğdun Helia!


Elini kalbine götürdü ve çekik gözleriyle şaşkın bir şekilde bana baktı.


Elini tuttum ve gözlerimi ona diktim.


- İyi ki doğdun sevgilim. Sonbahar benim için artık daha anlamlı. Çünkü senin gibi birisini bana gönderdi.


Heyecanı yavaş bir şekilde geçerken bana tebessüm etti.


- Niye zahmet ettin ki?


Etrafına hızlıca göz gezdirdi ve mavi gözlerini bana dikti.


- Onca hazırlık yapmışsın, yorulmuşsundur. Sadece senin varlığın bile benim için en güzel hediyedir.


Kulağımın dibinde patlayan ses ile birlikte irkildim ve sağıma baktım.


Stella konfeti patlatmıştı. Ellerimi çırptım ve yeşil enerjiler ellerimden yayıldı.


Enerjiler sönerken elimde bir pasta belirmişti. Küçük ve meyveli bir pastaydı.


Masanın üzerine koydum ve Helia'nın gözlerine beklenti ile baktım.


- Dilek tuttun mu?


Ellerini belime sararken ani dokunuşuyla birlikte nefesimi tutma gereği duymuştum.


- Benim dileğim zaten yanımda.


Yanaklarım ısınırken etraf fazla aydınlık olmadığı için kendimi şanslı sayıyordum.


Nihayet mumları üflediğinde bir alkış tufanı koptu. Masanın etrafında sıralandığımızda Stella bağırdı.


- Hepiniz mükemmel Stella desin.


Gözlerimi devirdiğimde yüzümde patlayan flaş ile birlikte çıkan fotoğraf oldukça acınası çıkmıştı.


Ben ağzım açık bir şekilde göz devirirken Stella eli ile barış işareti yapıyordu.


Layla ise ellerini beline koymuş ve Stella'ya korkunç bir şekilde bakıyordu.


Brandon hiç istifini bozmadan karizmatik bir şekilde sevgilisine ayak uyduruyordu.


Nabu gözlerini Layla'ya dikmiş hülyalı bir şekilde dünyadan soyutlanmakla meşguldü.


Helia ise kahkaha atarken elini karnına koymuş ve hafif bir şekilde eğilmişti.


Daha sonra herkes başka şeyler ile ilgilenirken Helia ile birlikte pasta dağıtıyorduk.


Kaşlarımı hafif bir şekilde çattım ve koluna dokundum.


- Onca yol geldin ve üstüne pasta dağıtıyorsun. Sen otur ben hallederim.


Tatlı bir şekilde bana baktı.


- Senin tek başına koşuşturmana yüreğim dayanmaz.


Ellerim dolu olmasaydı şu an yanaklarını mıncıklayabilirdim.


- Geciktiğim içim üzgünüm.


Nihayet tabakları masaya yerleştirmeyi bitirdiğimizde masaya oturduk ama sanki masaya ekleme yapılmıştı.


Ne olduğunu anlayamadan omzuma dokunan el ile birlikte irkilerek arkama döndüm.


Tecna tebessüm ederek bana bakıyordu. Onun arkasında ise eksiksiz olarak bütün dostlarım duruyordu.


Ek olarak Daphne ve Thoren'de vardı. Ani bir şekilde ayağa fırladım. Nasıl olmuştu da okuldan buraya kadar gelebilmişlerdi.


- Sizi gördüğüm için çok şaşkınım. Hani gelmeyecektiniz.


Bloom, Daphne'ye göz kırptı.


- Söz konusu ablam olunca izin almamız pek zor olmadı.


Daphne ellerini karnına koydu ve diğerleri sessiz bir şekilde birbirine bakarken aklıma gelen ihtimalle birlikte daha fazla şaşırmaya hazırdım.


- Aranıza yeni bir peri geliyor!


Mutluluktan ellerimi dizlerime dayadım. Onlar evleneli üç yıl falan olmuştu.


- Tebrik ederim Daphne!


Bu güzel haber ile birlikte günüm daha da güzelleşmişti. Bloom Teyze oluyordu. Sky ise amca.


Diğerleri masaya yerleştiğinde mutlu bir şekilde pastadan yemeye başladık. Bir ara Daphne'ye döndüm.


- Sence cinsiyeti ne olacak?


Omuz silkti. Bunu yaparken ellerinin titrediğini farkettim. İlk kez anne oluyordu sonuçta.


- Bilmem sağlıklı olması yeterli benim için.


Tebessüm ettim ve elbisemin eteğinin çekiştirildiğini farkettim. Miele gözlerini büyütmüş bir şekilde bana bakıyordu.


Çatalımı masaya geri koydum. Çünkü bu kesinlikle Miele'nin benden bir şey isteyeceğinin habercisiydi.


- Söyle bakalım. Ne istiyorsun?


Ellerini arkasında bağladı ve utanarak gülümsedi.


- Sana pastanın en güzel yeri gelmiş. Onu ben yiyeyim mi?


Tebessüm ettim ve zaten az kalmış olan pastayı ona uzattım. Elimden alıp giderken buraya ne ara geldiğini anlayamadığım birini gördüm.


Kızılçeşme Koleji'nin müdürü Saladin elinde bastonuyla dikkatli bir şekilde Helia'yı süzüyordu.


Bu biraz garibime gitmişti açıkçası. Meyve suyundan bir yudum aldım. Bloom bugün daha çok mutlu gözüküyordu diğer günlere kıyasla.


Kızıl saçlarını örmüştü ve sağ omzundan sallandırıyordu. Üstünde ise kot pantolon ve askılı bir bluz vardı.


Sky ise ona aşkla bakmadığına emindim. Sanki bir şeyler karıştırıyor ama yakında ne olduğu belli olur.


Musa ise bavulundan müzik aletlerine çıkarmış, onları ayarlamaya çalışıyordu ve bir yandan Riven'a bir şeyler anlatıyordu.


Riven ise sadece Musa'ya odaklanmıştı.


Nabu, uzak bir köşede Layla'yı yanına çekmişti ve asası ile ona birkaç numara gösteriyordu. Bunu yaparken kolunun dış kısmındaki kelebek sembolü koyu pembe bir ışıkla parlıyordu.


Sonraki sahneyi gördüğümde kıkırdamama engel olamamıştım. Çünkü Stella, Brandon'a oje sürdürüyordu.


O sırada tereddüt eden bir şekilde Helia'yı gördüm ve onu böyle görünce benimde yüzüm düştü.


Elini tuttum ve tebessüm ettim.


- Bir şey mi oldu?


Elini ensesine götürdü ve ensesini kaşıdı.


- Aslında ben geçen hafta bir şey buldum ve sahibini arıyorum.


Ona gözlerimi kısarak bakmaya başladım.


- Bana söyleyebilirsin. Sana yardımcı olabilirim.


Daha sonra yanındaki çantasına eğildi ve bir kutu çıkardı. Dikkatli bir şekilde onu izlemeye devam ediyordum.


- Açmayacak mısın?


Dediğinde elindeki kutuyu kucağıma koydum ve kapağını kaldırdım.


Şaşkınlıktan elimi ağzıma götürmemek için zor tuttum kendimi. Çünkü bu Alfea'ya ilk geldiğimiz zaman giydiğim ayakkabının diğer tekiydi.


Yavaş bir şekilde gözlerini ayakkabıdan kaldırdı ve bana izin istercesine baktı.


Başımı tamam anlamında salladım ve ona tebessüm ettim. Önümde tek dizini kırarak eğildiğinde sağ ayağımı ayakkabıdan kurtardım.


Nazik hareketlerle ayağımı topuğundan tuttu ve pembe ayakkabıyı ayağıma yerleştirdi.


Ayağım gıdıklanınca alt dudağımı ısırdım. Nihayet ayağımı serbest bırakınca bir müddet pembe ayakkabıya baktım ve elimi üzerine koydum.


Odamdaki çantamı gözümün önüne getirdim ve ayakkabımı onun içinde hayal ettim. Ellerimden yeşil pırıltılar çıkarak ayakkabının etrafını sardı ve onu ait olduğu yere gönderdim.


Eski ayakkabılarımı giydikten sonra yavaş bir şarkı çalmaya başlamıştı.


Bir süre boyunca gözlerimi kapatarak sadece müziğin ritmini dinledim. Omzuma dokunan el ile birlikte yanıma döndüm.


Helia bana tebessüm ederek elini uzattı. Söz söylemesine gerek yoktu. Gözleri konuşuyordu.


Tebessüm ederek elimi onunkine bıraktım. Beni yavaş bir şekilde dans edilen yere doğru çekti.


Ellerimi ve başımı onun göğsüne yasladım. O ise ellerini belime sarmıştı.


Gözlerimi kapattım ve kalbinin sesini huzurlu bir şekilde dinlemeye başladım. Derin bir nefes aldım. Kendimi çok mutlu hissediyordum.


Belli bir süre boyunca böyle dans ettikten sonra müzik hızlanmıştı. Başımı onun göğsünden ayırdım ve elini tutarak çekmeye başladım.


Şaşkın bir şekilde ne yaptığımı anlamaya çalışırken kıkırdamamak için kendimi zor tutuyordum.


Diğerlerine hele hele aileme belli etmeden onu eve soktum ve arka taraftaki balkona çıkardım.


İki tane sandalye karşı karşıya koymuştum. Büyüleyici bir ay manzarası bizi karşılamıştı.


Ayın yansıması ise göle düşüyor ve etrafı uçsuz bucaksız gösteriyordu. İkimizin gözleri aya döndü.


- Bu çok güzel bir manzara.


Ona doğru döndüğümde dışarıya bakacağına bana baktığını gördüm.


Kaşlarımı kaldırdım ve soru sorar gibi ona baktım.


- Ne yapayım ben ayın manzarasını?


Senin aydan güzel gözlerin olmasa.


Her ne kadar onun bu sözlerine alıştığımı sansam da hazırlıksız yakalanmıştım.


Hiçbir şey söylemeden elimi öne doğru uzattım ve Stella ile ortaklaşa hazırladığımız hediyeyi ona doğru uzattım.


Aslında bu ortama pek uymuyordu yaptığım hediye. Çünkü beyaz bir tişörtün üzerinde ikimizin bir resmi vardı ve altında ise love yazıyordu.


- Sana alınacak en son hediye ama her giydiğinde beni hatırla istedim.


Yavaş hareketlerle elimden tişörtü aldı ve burnuna bastırdı.


- Seni hatırlamam için bu tişörte gerek yok her gördüğüm yerde sen varsın.


Belli bir zaman tişörte baktıktan sonra devam etti.


- Eğer sen aldıysan en değersiz şey bile benim gözümde oldukça değerlidir.


Ellerimi dizlerime koydum ve tebessüm ettim.


- Sana bir konuda yardımcı olmak istiyorum ama reddersin diye korkuyorum.


Elini çeneme koydu ve kendisine bakmamı sağladı. Mavi gözleri ay ışığının altında değişik gözüküyordu.


- Hani sen bana anlatmıştın ya benim annem ve babam belli değil. Kardeşimle beraber yetimhanede büyüdüm diye. Aileni bulabilirim. Tabii sen istersen.


Gözleri ufka daldığında sessiz bir şekilde yere baktım. Aile, onun hassas noktasıydı. Bana belli etmese bile onu bırakan ailesini bulmayı isteyeceğinden emin değilim.


- Şimdi sen muhtemelen iki küçük çocuğu terk etmeleri haksızlık diye düşünüyorsun. O konuda haklısın ama ya bilerek bırakmadılarsa? Ya mecbur kaldılarsa?


Derin bir nefes aldım ve devam ettim.


- Bulmak her açıdan iyi olur. Eğer senin düşündüğün gibi saçma sebeplerle terk ettilerse onlara hesap sorarsın. Ama benim dediğim gibi mecbur kaldılarsa bu hasretin biter.


Artık gözlerimin içine bakıyordu.


- Bunu kendin için istemesen bile Macy için iste. O daha küçük. Onun bu psikolojiyle mi büyümesini istiyorsun?


Aramızda derin bir sessizlik oluşmuştu. Etrafta sadece soğuk bir rüzgar ve çiçek kokuları dolaşıyordu.


Bir anda beni belimden çekti ve öptü. Ani bir şekilde yaptığı için ilk baştan ne yapacağımı şaşırdım.


Daha sonra ona yumuşak hareketlerle karşılık vermeye başladım. Bunda tutku yoktu sadece hüzün ve şanslı hissetme duygusu vardı.


Nihayet birbirimizden ayrıldığımızda nefes nefese kalmıştık. Yanaklarımın cayır cayır yandığından emindim.


Elimi tuttu ve beraber manzarayı izlemeye devam ettik.


- Macy için bu işin en hızlı şekilde toparlanmasını istiyorum Flora. Yarın müsait misin?


Evet anlamında başımı salladım.


- Sen de öyle bir etki var ki sen yanımda olunca hayatımdaki tüm sorunlar ortadan kalkıyor gibi.


Başımı onun omzuna yasladım ve kolunu okşamaya başladım.


- Sevindim canım.


Loading...
0%