Yeni Üyelik
14.
Bölüm

✨İzin Ve Aşk✨

@silayetimoglu

Khai ile beraber kolkola girmiş okulu geziyorduk. Aslında uyumam benim için en sağlıklısıydı ama şu an için pek uykumun olduğu söylenemezdi.


- Burası çok büyük bir yer. Aman Allahım.


Kıkırdadım ve yavaş bir şekilde gelen sonbahar havasını içime çektim.


- Öyledir.


Bütün bu olaylar aslında Mayıs ayında başlamıştı şimdi ise Eylüle giriyorduk. Zaman hızlı geçiyordu.


Bloom ise okulun arka tarafında Sky ile telefonda konuşacağı için yanımda değildi.


- Çalışmalar nasıl gidiyor bakalım?


Elini elime koydu ve tebessüm etti.


- İlk zamanlar senin bildiğin gibi gücüm daha çok içgüdüsel bir şekildeydi. Şimdi ise onu kontrol edebiliyorum. Hatta bak.


Kütüphanenin önünde durduğumuzda iki elini açtı ve öne doğru uzattı.


Sağ elinde sonbahar yaprakları ve sol elinde yağmur damlaları vardı. Peri olduğunu yeni öğrenen biri için hızlı bir şekilde ilerliyordu.


Bir süre boyunca elini o şekilde tuttu ve sonra sol elindeki yağmur damlaları patlamaya başladı.


- Hala sorun olabiliyor tabi.


Profesör Avalon'un dersinden sonraki ders Daphne'nin Sihir Tarihi dersiydi.


O yüzden zil çaldığında Khai'nin kolundan çıktım ve el salladım.


- Görüşürüz Flora!


Sınıfa girdiğimde Bloom'u elini çenesine dayamış bir şekilde dışarıyı izlerken bulmuştum.


Benim geldiğimi görünce tebessüm etti daha doğrusu etmeye çalıştı.


Hemen yanına oturdum ve elimle çenesini kaldırarak bana doğru bakmasını sağladım.


- İyi misin Bloom?


Başını evet anlamında salladı ama üzgün olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yoktu.


Bir elimi omzuna koydum ve onu kendime çektim.


- Hem sen bana demiştin her şeyi içine atma diye. Görüyorum kararlılık seviyeni.


Dediğimde onu güldürmeyi başardığım için çok mutlu olmuştum.


- Sky, beni evlenmeye zorluyor. Ama ben daha erken olduğunu düşünüyorum. Aynı bir çocuk gibi bu konuda.


Bir iki dakika düşündükten sonra ona doğru döndüm.


- Evlilik konusu biraz ciddi bir konudur Bloom. Ortak bir paydada karar almanız gerektiğini düşünüyorum bu konuda.


Başını evet anlamında salladı. Sözlerime devam ettim.


- Sakin bir şekilde onu karşına alıp konuşursan daha az kalp kırılır. Hem niye bu kadar evlenmeye hevesli onu anlamıyorum.


Zil çaldıktan sonra yerime geçerken bu sözlerime yanıt verdi.


- Kral Erendor onu zorluyor olabilir.


Omuz silktim.


- Olabilir.


Nihayet Daphne geldiğinde Bloom'a kısa bir göz kırptı ve sonrasında kürsünün arkasında ayakta durdu.


Bazı konularda Daphne'yi seviyordum. Mesela kendi kız kardeşi aynı zamanda öğrencisi diye ona herhangi bir ayrıcalık tanımıyordu.


Konuyu anlatmaya başlamışken sınavlar yaklaştığı için ipucu niteliğinde bilgiler verdiğinde hemen defterime not ettim.


Bu yazdıklarımı daha sonra diğer kızlara verirdim ama beni kâle alan tek kişi muhtemelen Musa olurdu.


Diğerlerinin dersle pek ilgisi yoktu malum.


İnat ya, son ders olduğu için zaman bir türlü geçmek bilmiyordu ve eğer ders ablasına olmasaydı Bloom'un şu an uyuyacağına adım kadar eminim.


Zil çaldığında Daphne yanıma geldi ve bana bakmaya başladı. O sırada kitaplarımı topluyordum.


- Dün akşam olan olayı duydum Flora. O yüzden sadece bir günlüğüne sana müsamaha gösterebilirim.


Gözlerimi açtım ve ona okul ortamında sarılamayacağım için tebessüm ettim.


- Teşekkür ederim, teşekkür ederim.


Bana tebessüm ettikten sonra gitti. Muhtemelen eşi Thoren'in yanına gidiyordu.


Enişte Thoren, Sky'ın kuzeni ve Eraklyon şövalyesiydi. Daphne'ye gerçekten çok değer veriyordu.


Onların ilişkisini Nabu ve Layla'nınkine benzetiyordum.


Odama gittim ve yatağıma yattım. Diğer kızlardan ses gelmiyordu ya yatıyor ya da dışarıda olmalılardı.


Gözlerimi kapattım ve uyumaya çalıştım. Sağa ve sola döndüm ama bir türlü uyuyamıyordum.


Ayağa kalktım ve bildirim gelmiş mi diye telefonuma baktım.


Müstakbelim: Sizin okul kapısının önündeyim.


Bu mesajı görür görmez şaşkınlık ve heyecandan elim ayağıma dolaştı.


:Ne?


Hemen pijamalarımdan kurtulup kendime kombin yaptım ve yüzümü yıkayıp hızlı bir şekilde kapının önüne indim.


Kapının sütununa elimi dayadım ve diğer elimi kalbimin üstüne koyarak nefeslenmeye çalıştım.


Etrafıma bakındığımda bahçenin banklarından birine oturmuş olan Helia'yı görebiliyordum.


Aklıma aniden gelen fikir ile birlikte yaramaz bir şekilde tebessüm ettim. Arkası bana dönüktü.


Ayaklarımın ucuna basarak hızlı bir şekilde ona doğru yürüdüm. Beni beklerken bir şeylerle uğraşıyor olmalıydı ki şu ana kadar farketmemişti.


Arkadan ona sarıldım ve kokusunu içime çektim. Bütün güzel şeyler onda toplanmış gibiydi.


Ellerimi belinde birleştirince benim sarıldığımı anladı. Ona kıyasla küçük olan ellerimin üstüne kendi uzun ellerini koydu ve tebessüm etti.


Bıraksalar beni bütün gün onunla bu şekilde durabilirdim ama istemeye istemeye karşısındaki banka oturdum.


- Nasılsın Flora? Biraz yorgun gibisin.


Gözlerimden anlamış olmalıydı yorgun olduğumu.


- Ben iyiyim sen nasılsın? Sana anlattım ya yorgunluğunu üzerimden atamadım ve derse girmek zorunda kaldım.


Elimi tuttuğunda güvenli bir şekilde ellerimi ona bıraktım.


- Aslında antrenmanlar biraz yoruyor ama senin bir ormanı barındıran gözlerin aklıma geldikçe yorgunluğum uçup gidiyor.


Utangaç bir şekilde tebessüm ettim.


- Yaa ama Helia.


Benim utanmamla birlikte kıkırdadı. Aramızda konuşacak çok şey vardı ve konuyu açmaya karar verdim.


- Alışabildin mi buraya?


Dünyadan geldiği için ani bir şekilde gezegen değiştirmek zorunda kaldı. Buraya uyum sağlaması zor olabilirdi.


- Yeni arkadaşlar edindim ve kendimi geliştirdim. En önemlisi ise ruh eşimi buldum.


Bir anda elimi bırakınca ellerim boşlukta kaldı ve yerlerini yadırgadılar.


- Benimle dans etmeye var mısın çiçeğim?


Senin o çiçeğim diyen ağzını yerim diye düşündüm ve ayağa kalktım.


Onunla en son görüştüğümüzden bu yana Layla'dan dans dersleri alıyordum.


Çantasından bir radyo çıkardı ve düğmesine bastı.


Bu şarkıyı biliyordum. Sözleri çok acıklıydı ama şu an kulağıma sadece ritmi geliyordu.


İlk kısımlarda yavaş bir şekilde hareket ederken sonraları ritim hızlanmaya başladı.


İki eliyle ellerimi kavradı ve etrafımda bir tur döndürdü. Ardından vücudumu sağa ve sola salladım.


Böyle iki kez aynı hareketleri yaptıktan sonra oturmaya karar verdik.


- Yemek yemeye ne dersin?


Karnımın acıktığını hissettiğimde yemek çağırmaya hazırlanmıştım.


- Sen nasıl istersen olur.


Elimi şıklattım ve yeşil bir ışık huzmesi masaya doğru yöneldi ve dönmeye başladı.


Nihayet parıltı söndüğünde önümüzde birkaç çeşit yemek belirmişti.


Elime çay aldım ve yavaş bir şekilde içmeye başladım.


- Afiyet olsun canım.


Dedikten sonra bardağı geri koydum ve çatal ile salatalık aldım. Onu çiğnerken içim ferahlamıştı bile.


Helia ise domates yiyordu. Sessizlik içerisinde yemeğimizi sürdürdük.


- İlk tanıştığımız günü hatırlıyor musun?


Bunu söylemesiyle birlikte uzaklara daldım ve istemsiz bir şekilde tebessüm etmeye başladım.


Hayatımın dönüm noktasını unutmam mümkün değildi.


- Sıra beklerken fenalaşmıştım ve sen bana su vermiştin.


Kendi çayını içtikten sonra bana bakmaya devam etti.


- O gün sana su ile beraber kalbimi vereceğimi tahmin edemezdim ama iyi ki vermişim.


Ekmeğime salça sürmeye başladım ve onun içinde aynısından yaptım.


- İyi ki seni sevdim Helia iyi ki. Eğer ben kütüphaneye başvurmaya kalkmasaydım belki hiç karşılaşmayacaktık.


Sohbet konusu açmak için ağzımı açtım ve hazırladığım ekmeği ona verdim.


- Ailen nasıl birileri? Benimkileri biliyorsun zaten ve Miele seni görmek için başımın etini yiyor.


Kahkaha atmaya başlayınca ona eşlik ettim.


- Onu ben de çok sevdim ama senin kadar olamaz.


Her zaman böyle olmak zorunda mısın sen? Sana her geçen gün bağlanıyorum ve seni kaybetmekten ölesiye korkuyorum.


Eğer bir gün ondan önce ölürsem yıkılır ve aynı şekilde bende yaşayamam.


- Flora keşke bir günlüğüne değil bir haftalığına izin alsaydın.


Çantamı hazırlarken Stella'nın dediğine karşı gözlerimi devirmekten kendimi alamadım.


- Oraya niye gittiğimizi biliyorsun değil mi ayçiçeğim?


Başını evet anlamında salladı.


Üzerimdeki elbiseyi kontrol ederken bir yandan hırkamı giyiyordum.


Burada dört mevsim yaşanırken geldiğim yer olan Linphea'da hava hep ılık olurdu.


- Ben hazırım Flora.


Bu cümle tabikide Layla'dan çıkmıştı. Stella'dan böyle bir şey duyarsam Dünya'nın sonu geldi demektir.


Çantamı sırtıma taktım ve psikolojik olarak yapacağım konuşmaya kendimi hazırlamaya çalıştım.


Okulun kapısının önüne geldiğimizde Musa, Stella ve Tecna ile vedalaştım.


- Ailenin üzerine çok gitme olur mu? Onları anlamaya çalış. Özellikle anneni.


Musa'nın bunları demesiyle beraber gözlerimden yaşlar akmaya başladı.


Ona sarıldığımda sessiz bir şekilde ağladığını farkettim.


- Bir gün ona kavuşacaksın er ya da geç olacak bu.


Layla, önden araca binerken arkasından ben ilerledim ve en arkadaki koltuklara gidip uzandım.


Araç tutması cidden zordu. Şimdiden midem içeride dans ediyor gibiydi.


- Linphea yolcusu kalmasın!


Muavin bunları söylediğinde içeride ilginç bir sessizlik olduğunu farkettim.


Stella yoktu. Tek gözümü açtım ve önümde oturan Layla'ya seslendim.


- Stella geldi mi denizkızım?


Başını hayır anlamında salladı.


- Ben ona mesaj atayım o halde. Süslenmesi bitmemiştir.


Kapılar kapanmak üzereyken tekerlek sesi duyduk.


- Geldim geldim.


Nihayet Stella gelip Layla'nın yanına oturduğunda Layla'ya sabır diledim.


Aslında ışınlanarak gidebilirdik ama insan formundayken buna gücümüz yetmiyordu.


- Kalk geldik Flora.


Bir süre anlamaz bakışlarla nerede olduğumu idrak etmeye çalıştım.


Nihayet olanların farkına vardığımda başımı tutarak ayağa kalktım.


Vücudum tamamen uyuşmuştu. Çantamı sırtıma takarken aynı zamanda dağılmış saçlarımı düzeltiyordum.


Üçümüz dışarı çıktığımızda bir müddet durup uzun uzun memleketimin havasını soludum.


- Seni çok özlemişim Linphea.


Bir ıslık öttürdüm ve bizi eve götürmeleri için dev uğur böceklerini çağırdım.


Üç tanesi yanımıza geldiğinde Stella onlara tiksinirmiş gibi baktı.


Önümdeki tatlı uğur böceğinin başını okşadım.


- Sana binmeyi bile çok özlemişim.


Kafasını elime sürttüğünde kıkırdadım ve dikkatli hareketlerle ona zarar vermeden üstüne bindim.


Havalandığımızda gözlerimi kapattım. Stella'nın çığlık attığını duyabiliyordum.


- Benim yükseklik korkum var ama ya!


Ellerimi ağzıma dayayıp Stella'ya doğru bağırdım.


- Biz periyiz biliyorsun değil mi Stella? Hani uçmak bizim için sıradan bir şey.


Layla bunları söylerken bir yandan kollarını esnetiyordu.


- Evet ama nasıl battaniyeleriniz sizi güvende hissettiriyorsa beni de kanatlarım güvende hissettiriyor.


Stella bu konuda haklıydı. Şimdi bir yerden paraşütle atlamak ayrı şey kendini uçurumdan salmak ayrı şeydi sonuçta.


- Yere bakma ve başka şeyler düşünmeye çalış.


Bulutların arasında süzülürken etraftaki uyumlu ekosistemi izliyordum.


Layla, uğur böceği ile yanıma yaklaştı.


- Yarışa ne dersin?


Onun önüne geçip hızlanarak cevabımı vermiş bulunuyordum.


Eve doğru giden kestirme yollara girerek hız konusunda avantajlı olmasam bile yol konusunda olabilirdim.


Tropik ağaçların arasından geçtikten sonra büyük bir sera gördüğümde uğur böceğini oraya doğru yönlendirdim.


Yavaş bir şekilde indiğimde uğur böceği beni bırakıp yuvasına doğru gitmeye başladı.


Daha kimse gelmemişti o yüzden ben de onları beklemeye karar verdim.


Daha yarım dakika geçmeden ufukta Layla gözüktü. Arkasından ise Stella geliyordu.


İkisi yere indiğinde Stella sendeleyince yanına gittim ve onun belinden tuttum.


- İyi misin Stella?


Daha iyi olduğuna karar verince onu bıraktım.


- Dönerken bir daha asla o böceklere binmem.


Çantamı sırtıma sabitledim.


- Onlar böcek değil uğur böceği Stella.


Omuz silkti ve beni takip etmeye başladı.


- Böcek böcektir çiçek kız.


Büyük seradan içeri girdiğimizde pozitif bir enerji bana doğru gelmeye başladı.


Çeşit çeşit çiçekler mutlu bir şekilde yaşamlarını sürdürüyordu.


Yakınımdaki mor gülleri kokladım. Böğürtlen gibi kokuyordu.


- Hoşgeldin çiçeğim.


Annemi görünce bir şey belli etmemek için ona doğru koştum ve sarıldım.


Arkasından babamı görünce ona da sarıldım.


- Miele nerede?


Annem, çiçekleri sularken sorumu yanıtladı.


- Okulda.


Babam başımı okşarken aynı zamanda sohbet ediyorduk.


- Gelerek iyi yaptın. Siz yol yorgunusunuzdur şimdi. Enerji veren bir bitki çayı yapayım size.


Daha sonra Stella ve Layla'nın yanına gittim.


- Biz salıncakta oturup dinlenelim o zaman.


Beraber bahçedeki büyük salıncağa oturduk ve sohbet etmeye başladık.


- Buralarda çok sinek var mıdır Flora?


Tebessüm ederek Stella'nın sorusunu yanıtladım.


- Yaşam olan her yerde sinek vardır ayçiçeğim.


Gözlerini devirdi.


- Aman ne güzel


Kıkırdadım ve güzel kokuyu doya doya içime çekmeye başladım.


O sırada babam elinde tepsi ile yanımıza geldi ve fincanları koyup yanıma oturdu.


Sıcak bitki çayını yudumlarken kendimi oldukça dinç hissediyordum.


Stella ise oflayıp duruyordu.


- Burada hiç alışveriş merkezi falan yok mu Flora yaa?


Başımı evet anlamında salladım.


- Var ama şehir merkezinde.


Ayağa fırladı. Layla ile ona anlamaz bakışlarla ona baktık.


- Gidelim o zaman. Ne duruyoruz?


Layla elini kaldırdı.


- Daha yeni geldik Stella. Otur oturduğun yerde.


Kızlarla sohbet ederken akşam olmuştu bile.


- Hadi kızlar yemek hazır.


Ayağa kalkıp üstümü silkeledim.


- Geliyoruz anne.


Layla ve Stella'nın koluna girip bahçedeki masaya oturduk.


- Helia'nın doğumgünü için ne almayı düşünüyorsun Flora?


Şaşkın bir şekilde Layla'ya baktım.


- Ne?


Gözlerini devirdi haklı olarak.


- Diyorum ki Helia'nın doğumgünü için ne aldın?


Elimi alnıma götürdüm. Ben bunu nasıl unuturum.


Omuz silktim.


- Bir şey almadım çünkü tamamen aklımdan çıkmış.


Ellerimi çeneme dayadım ve düşünmeye başladım. Ona alelade bir şey alamazdım.


Özel bir şey olmalıydı. Aklıma gelen fikirle birlikte tebessüm ettim ve Stella'nın yanına oturdum.


- Stella galiba ne alacağımı buldum.


Kulağına yaklaştım ve fısıldadım.


- Tamam bende o iş Flora.


Layla, sohbetimize kulak misafiri olduğu için Helia'ya ne alacağımı biliyordu.


Üçümüz beraber kıkırdamaya başladık.


- Abla! Helia abimi getirmedin mi yanında?


Miele, evin içerisinde çıkıp koşarak yanımıza geldi.


Onu hızlı bir hareketle kucağıma aldım ve gıdıklamaya başladım.


Bir yandan kahkaha atarken bir yandan ona sitem ediyordum.


- Ablanı özlemedin mi sen? Belli ki pabucumuz dama atılmış.


Nihayet onu bıraktığımda yanıma oturdu ve biraz sonra annem ve babam yanımıza geldi.


Solumda Miele, sağımda Stella onun sağında Layla vardı.


Karşımızda ise annem ve babam oturuyordu. Sessiz bir şekilde yemeklerimizi yedik.


Şu son zamanlarda iyi şeyler yaşamamamız bize ancak geçmişi özletirdi.


Pilavlarımızı yedikten sonra anneme baktım.


- Ellerine sağlık anne.


Buna karşılık olarak tebessüm etti.


Yerimde huzursuz bir şekilde kıpırdandım. Çünkü biraz sonra bu masa çok gerilecekti.


Miele'nin başını okşadım.


- Ödevin falan varsa sen git onları yap balım.


Tamam anlamında başını salladı ve masadan gitti. Derin bir nefes aldım ve su içtim.


- Sizinle bir şey konuşacağım.


Babam ilgili bir şekilde bana doğru eğildi.


- Bizimle her şeyi konuşabilirsin.


Ellerimi iki yanıma koydum.


- Biliyorsunuz ki ben artık on sekiz yaşındayım. Bazı şeyleri anlayabiliyorum. Hatta ölümden döndüm.


Stella, sabırsız biri olduğu için huzursuz bir şekilde kıpırdandı ve Layla eliyle onun ağzını kapadı.


- Düşmanımın hedefi diğerleri değil bendim. Oysaki ben basit bir doğa perisiyim öyle değil mi?


Bu son cümleyi vurgulayarak söylemiştim. Yüz ifadelerine bakılırsa dediklerimi anlamışlardı.


Annem tebessüm etti.


- Kendini küçümsememelisin tatlım.


Üzüntüyle gözlerimi devirdim. Anlamıştı ama anlamamazlıktan geliyordu.


- Ben bir şeyler öğrendim ve onun doğru olduğunu kendi gözlerimle gördüm.


Derin bir nefes aldım.


- Kehanetteki kayıp prenses benim öyle değil mi?


Başlarını yere eğdiklerinde bu dediklerimin doğru olduğunu anlamıştım.


- Bunu bana ne zaman söylemeyi düşünüyordunuz, kırk yaşıma gelince mi?


İçimde baskın gelmeye çalışan bir kaçıp gitme dürtüsü vardı ama burada kalmalıydım.


- Senin iyiliğin içindi hepsi.


Annem böyle dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım.


- Şu an hedef benim ve henüz çok güçsüzüm. Siz beni savunmasız bırakıp düşmanlarımın önüne yem olarak atmaktan başka bir şey yapmadınız.


Bu sözlerim oldukça sertti ama beni anlamalarını istiyordum.


- Size afiyet olsun. Ben doydum.


Loading...
0%