@silayetimoglu
|
Kalbim şu an resmen kulaklarımda atıyordu. Elimi kalbime götürerek kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Etrafta çok tanıdık yüzler vardı. Daphne ve kızı bana gülerek el sallıyordu. Bıcırık Laura muhtemelen sıcaktan olsa gerek yanaklarını şişirmişti ve şu an canım çok onu mıncırmak istiyordu. Aslında o kadar hazırlık yapılmamıştı bugün için. Doğa kendi kendini hazırlamıştı zaten. Çam ağaçları ahenkli bir şekilde sallanıyor ve mis gibi kokularını burunlara getiriyordu. Erikler bembeyaz bir şekilde çiçek açmıştı. Onların yakınlarında ise koca koca ıhlamurlar bana göz kırpıyordu. Sarayın giriş kapısının iki yanındaki ağaçtan rampa ile yukarı çıkmaya başladım. Diğerleri geride kalmıştı. Tacı devralmak için yalnız olmam gerekirdi. Babam bana güven vermek içim omzumu sıktığında ona tebessüm ederek kendimi rahatlatmaya çalıştım. Annem ile babam büyük kürsüye ilerlediğinde ortamdaki mutluluk somut bir haldeydi. Bunu hissetmek üzerimdeki stresi atmama yardımcı oluyordu. - 552 yıl önce bugün ilk yüce perilerden Nerissa buraya sürgün edildi. Zamanında birtakım hatalar yapmıştı ancak o da bir insandı. Bu gezegene geldiğinde Linphea sürgün gezegeni olarak anılıyordu ve burada oldukça tehlikeli kötüler vardı. Buna tüm kötülüklerin anaları olan üç eski çağ cadılarıda dahildi. Buradaki herkesin bildiği hikaye anlatılırken Kraliçe Nerissa'ya hayran olmamak elde değildi. Babam elini annemin beline koyduğunda konuşmayı onun sürdüreceğini anlamıştım. - O buradaki kötülüklerin kendini cezbetmesine izin verebilirdi ama yaptığı hatadan sonra iyilik yapmaya yemin etmişti. Oradaki kötülükleri def edip şu an üzerinde bulunduğumuz güzel gezegeni yeşertmek istedi. Ancak bunun için yardım alması gerekiyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra elini kalabalığa doğru kaldırdığında topuklu sesiyle beraber başımı oraya yönelttim. Daphne elinde kadim ejderha asası ile tüm asaletiyle kürsüye çıktığında oldukça şaşırmıştım. Üzerinde koyu kırmızı çok kısa olmayan bir elbise vardı ve kollarını altın şeritler sarmalamıştı. Altın tacındaki ejderha ateş püskürtür gibi ağzını açmıştı ancak üzerinde ateş yakutu parlıyordu. - O yüzden devletler birliğini kurdu ve her gezegenden iki temsilci seçerek hazırlıklara başladı. Devletler birliği üyeleri kötüler ile savaşırken Nerissa gezegene hayat vermeye başlamıştı. Yeri geldiğinde savaşlara katılıyordu. İlk yıllarda sihir daha saf bir şekildeydi ve bu yüzden iyiler ve kötüler her zamankinden daha güçlüydü. Ardından annem elini bana doğru uzattığında elini kavradım. Ancak beni yavaş bir şekilde kaldırmaya başladığında neye uğradığımı şaşırarak ona baktım. Sanki eski ama çok güçlü bir şey elimden bacaklarıma doğru gitmişti ve soğuktan sonra sıcak bir ortama girmenin verdiği etkiyi yaratmıştı. Ayaklarımın üzerinde doğrulurken uzun zamandır kullanılmamanın getirdiği hisle eklem yerlerimde ufak bir yanma oluştu ve haliyle çıtladı. Anneme bakarak gülümsedim. - Ama bu nasıl olur? Benim sorumu cevaplamak yerine beni kürsüye doğru yavaş adımlarla yaklaştırdı. Kendimi yeni yeni adım atmaya başlayan bebekler gibi hissediyordum. - Ve şimdi kraliçe Nerissa'nın gücünün varisini ve veliaht prensesi sizlere takdim etmekten gurur duyuyorum. Derin bir nefes aldım ve heyecandan yere düşmemek için tek elimle kürsüye tutundum. Tüm tanıdıklarım bana güç vermek için alkışlamaya başlamışlardı. - Annemin ve Daphne ablanın dediği gibi Linphea halkı! Kraliçe Nerissa'nın gücünün beni seçtiği için kendimi oldukça onurlu ve mutlu hissediyorum. Sizi iyi yöneteceğime, her zaman ileri taşıyacağıma ve gücümü her zaman iyiye kullanacağıma yemin ederim. Bütün bu konuşmanın sonunda nefes nefese bir şekilde tebessüm ediyordum. - Şu taca bakın. - Ne kadar da güzel. Bunun gibi fısıltıları işittiğimde başımı herkesin baktığı yere çevirdim. Miele'nin elinin üstünde sarı işlemeli kırmızı bir yastık vardı. Yavaş adımlarla buraya gelirken turuncu saçları rüzgarla birlikte salınıyordu. Tamamen dallardan oluşan halka şeklindeki tacın üzerinde kraliyet çiçeği olan çift renkli ışık gülleri vardı. Söylentilere göre Kraliçe Nerissa'da dört element gücü diye bildiğimiz doğa gücü vardı. Sırf bu yüzden onun büyük aşkı Crenis'i öldürmüşler ve suçu Nerissa'ya atmışlardı. Kısaca sürgün nedeni buydu. O bu gezegene geldiğinde gözlerinden günlerce sihirli gözyaşları dökmüştü ve bunun sonucunda da çift renkli ışık gülleri bitmişti. Ben bunları düşünürken annem ve babam tacı Miele'den almışlar ve bana doğru yönelmişlerdi. Dizlerimi kırarak yavaşça eğildim ve heyecandan nefesimi tuttum. Aslında Nerissa'nın gücünün bir şanstan çok lanet olduğunu en iyi ben anlayabilirdim. O bu güçten kurtulmayı çok istemişti ama evreni yöneten birtakım güçler bunu engellemişti. Böylece nesilden nesile bana ulaşmıştı. Sonunda taç başımda yerini aldığında güneş ışığı kendiliğinden kırmızı beyaz gülleri parlattı. Etrafımda sanki değişik bir enerji hissettim. Bu tacı taşımak tehlikeliydi ama onu koruyabilecek olduğumu düşünmek sevinç vericiydi. Herkes beni alkışlarken yüzüme küçük bir tebessüm kondurdum. - Prenses Flora çok yaşa! Nidaları herkesin ağzından yükselirken kendimi iyi hissettiğim nadir anlardan birindeydim. - İlk emriniz nedir Prenses? Babam bana bunları söylediğinde yeşil gözlerimi ona çevirdim. - Öncelikle baba ben asla emir vermem ancak rica edebilirim. O yüzden sizden doğaya daha bir ihtimam göstermenizi istiyorum. Başını salladığında geri çekildi. Nihayet tören sona erdiğinde kutlamalar için her yere yemek masaları konulmuştu. Tüm arkadaşlarım bir şeyler ile uğraşıyorlardı. - İçim böyle oturmaya elvermiyor. Stella bana parmağını salladığında itiraz edeceğini biliyordum. - Seni en iyi ben anlarım Flora. O yüzden bugünün keyfine bak. Tecna ile sohbet edebilirsin mesela. Doğru o da hamileliğinden dolayı otomatik olarak bir şeye karışmayacak kişiler arasındaydı. Etrafa göz gezdirdiğimde onu buldum tek başına etrafta dolaşıyordu. Hızlı hareketlerle yanına gittim. - Biraz yürümeye ne dersin? Başını salladığında beraber ormanın derinliklerine daldık. Burada çeşit çeşit ağaçlar vardı ve hepsinin mutlu olduğunu hissedebiliyordum. - Kraliçe işleri nasıl gidiyor? Derin bir nefes aldı ve saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. - Yavaş yavaş toparlanmaya çalışıyoruz yorucu ama buna kesinlikle değer. Başımı salladım. Tek omuzlu açık mor elbisesinin içerisinde güzel gözüküyordu. - Daha dün çok küçüktük ve şimdiye bir bak. Daphne ve Thoren'in bıcırık Laurası, Layla ve Nabu'nun ise minik River'ı var. Musa ile Riven sonbaharda evleniyor. Sky ile Bloom düğün yapacak. Stella ile Brandon iki yıl önce evlendi. Senin ise iki aylık tatlı bir kavunun var. Bu son dediğimle ile birlikte ikimizden bir süre birbirimize baktık ve sonra kahkaha atmaya başladık. Açıkçası insanları mutlu etmeyi seviyordum. Bu galiba fazla iyi niyetli olduğum içindi. - Yemeklerin hazır olduğunu haber vermek için gelmiştim ama bir bakıyorum Tecna ile bensiz eğleniyorsunuz. Stella zıplayarak yanımıza geldiğinde kolumu onun omzuna attım. - Sen yatarken sana ballı yumurta falan mı yedirdiler? Bu boya bir bak. Kıkırdadığımda etrafta birkaç tane papatya açmıştı. Bu taç aynı zamanda gücümü ikiye katlıyordu. Yavaş adımlarla meydana vardığımızda hava yavaştan kararmaya başlamıştı. Stella'nın elinde oluşturduğu ışık topları ise havada süzülüyordu. Normal ışık kaynaklarının aksine bu toplar Solaria'nın ışığından geldiği için daha parlaklardı. Herkes uzun masalarda yerini aldığında benim el hareketimle yemek başlamıştı. Çoğu bitkisel şeylerdi ama diğer misafirlerde düşünüldüğü için etlerle ilgili yemeklerde yapılmıştı. Yemeklerin önünden geçerken içimden birkaç yemek çeşidi söyledim ve hepsi teker teker tabağıma kondu. Bende genellikle bitkisel şeyler vardı. Yaprak sarma, nohut yemeği gibi. Khai'de ise ciğerler, tavuklar havada uçuşuyordu. Kızlar tek bir sıra halinde masaya dizilmiştik. Karşımızda ise erkekler vardı. Brandon'ın bana olan üzgün bakışları gözlerimden kaçmamıştı. - Bir şey mi oldu? Ayrıca Helia neden gelmedi? Şüpheyle gözlerimi kıstığımda artık kaçacak yeri kalmamıştı. - Bir şey yok ama Helia biraz geç gelebilir. Kolejde birtakım olaylar olmuş. Derin bir nefes aldım ve kafamda parçalar yerine oturmaya başladı. Timmy ve Tecna'nın arasını yapacaktı dün ve sonra aniden kolejde karışıklıklar olmuştu. Oldukça normal gelse de işlerinin olması, bana haber vermemesi beni işkillendiriyordu. Peri hislerim ise bunun içinde bir iş olduğunu fısıldıyordu. Hava yavaş yavaş kararmaya başladığında lambalar etrafı aydınlatıyordu. Ateş böcekleri ahenkli bir şekilde uçarken yıldızlar tüm görkemiyle yavaş bir şekilde gökyüzünde yerlerini almaya başlamıştı. Hareketli bir müzik sesi duyduğumda kolumun çekilmesiyle kendimi dans pisti olarak kullandığımız meydanda buldum. Beni çekiştiren kişi Stella'ydı. - Ne duruyorsun kukumav kuşu gibi? Hadi eğlenelim. Diye çığlık attığında kendini kalabalığın arasına sokmayı başarmıştı bile. Benimse içimde bir sıkıntı vardı istemsizce. Bloom'la bir an önce konuşmam gerekiyordu ve uyuşturma yalanlar yerine acı gerçekleri duyması ona daha yararlı olurdu. Gözlerimle onu aramaya başladım. Sky ile birlikte müziğin ritmine uyarak dans ediyordu. Yüzünde kocaman bir tebessüm vardı ancak ondan bir şey saklamak istemiyordum. Yavaş adımlarla yanına gittim. Beni gören kişiler kenara çekiliyor ve yol açılıyordu. Omzuna dokunduğumda bana doğru döndü. - Bloom seninle bir şey konuşabilir miyiz? Bu sırada Sky'ın gözlerine baktım. Samimiyetsiz mavi gözleri olanları anlamaya çalışıyor gibiydi. - Olur tabi ben birazdan gelirim Sky. Elini kaldırıp ona öpücük attığında birazdan ona ateş topu atıp atmayacağını kestiremiyordum. - Uğur böcekleriyle uçmaya ne dersin? Başını tamam anlamında salladığında onun elini tuttum ve müzik sesinin bile duyulmadığı açıklık bir alana getirdim onu. Diğerleri bizsiz idare edebilirlerdi ama yine de Musa'ya mesaj attım endişelenmemesi için. Elimle ıslık çaldığımda iki tane uğur böceği yumuşak hareketlerle yere kondu. Bunların farkı normal böceklere göre boyutlarının devasa olmasıydı. Gidip bir tanesinin alnını okşadım ve tebessüm ettim. - Rica etsem arkadaşımı ve beni ufak bir geziye çıkarır mısınız? İkiside birbirlerine bakıp hafif bir şekilde kanatlarını titrettiklerinde iletişim kurduklarını biliyordum. Alnını elime yasladığında onay verdiklerini anladım. Bizim rahat bir şekilde onlara yetişmemiz için ayaklarını biraz büktüler. - Hadi gidelim ateşböceğim. İkimizde böceklere atladığımızda yumuşak tüylerini ellerimle düzelttim ve sıkı bir şekilde tutundum. Bir anda havalandıklarında uzun bir süre bu anın tadını çıkarttım. Ne zamandan beri rüzgarı yüzümde hissetmemiş ve soğuğun kokusunu almamıştım. Uzay ne kadarda garipti birçok gezegen vardı ve göktaşları çoğu yeri silip atacak kadar büyüktü ama bu ilahi düzende bir şekilde herkes korunuyordu. Kötüler, periler, hayvanlar, bitkiler hatta sihirsiz insanlar bile şimdilik güvendeydi. Güç almak istercesine başımı gökyüzüne çevirdim. Onlar gökyüzünün parlak çiçekleriydi. Buradan küçük bir şekilde bize göz kırpıyorlardı ama onları bizzat görmüş olmam beni biraz ürkütüyordu açıkçası. - Ne kadar huzurlu bir yer öyle değil mi? Bloom bana yaklaşıp bunları dediğinde onu başımla onayladım. - Benimle ne konuşmak istiyordun kardeşim? Bunları söylediğinde derin bir nefes aldım. İşte zurnanın zırt dediği yere gelmiştik. - Bana inanıyorsun değil mi? Gözleri endişeyle bakmaya başladığında tacımı düzeltir gibi yapıp bakışlarımı ondan kaçırdım. - Bu da soru mu tabikide sana güveniyorum. Yerde kimsenin bizi bulamayacağı bir yer gördüğümde uğur böceklerini aşağı yönlendirdim. - Bu konuyu ayaklarımız yere basarken konuşsak daha iyi olacak. Nihayet yere indiğimde uğur böceklerine ot verdim ve yan devrilmiş bir ağaç kütüğüne oturdum. Bloom ise mavi elbisesini toplayarak peşimden gelmişti. Bu ağaç kesildiği için yan durmuyordu. Doğuştan böyleydi. - Daldın. Bloom bunları söylediğinde irkildim sorunlarımdan kaçmak istediğimde kendimi düşüncelerime veriyordum. - Benim komaya girdiğim dönem vardı ya. Başını evet anlamında salladı. Elimi gergin bir şekilde saçlarımdan geçirdim. - Ya da daha iyisi bunları sana göstermem gerekecek. Ellerimi başına uzattığımda gözlerimle izin aldım. Tebessüm ettiğinde gözlerimi kapattım ve içimdeki enerjiye odaklanarak göstereceğim şeyleri bir bir zihnimden geçirdim. Gözlerimi beyaz bir ışık aldığında bunun işe yaradığını biliyordum. Ellerimin karşısındaki beden titremeye başladığında ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Bunu sana yapmak istemezdim Bloom ama yalanlarla kandırılmana izin vermeyeceğim. Bir anda oluşturduğum bağ koptuğunda derin bir nefes eşliğinde gözlerimi açtım. Bloom yere çömelmiş ve başını ellerinin arasına almış ileri geri sallanıyordu. - Sky bana bunu yapmaz o beni seviyor. Seri bir şekilde bunları söylüyordu. Bu hayatta olan bir şeydi bu ve şu an inkar aşamasındaydı. Ona sarılmak için ellerimi uzattığımda hızlı bir şekilde ayağa kalktı. Gözlerinin rengi daha koyulaşmış gibiydi ve etrafına ısı veriyordu. - Sana inanmıyorum Flora. Valtor seni kandırmış. Başımı hayır anlamında salladım. - İnkar etme Bloom. Biliyorum şu an çok üzgün ve sinirlisin. Sakin bir şekilde olayları çözebiliriz. O sırada sarı saçlar görüş alanıma girdiğinde kaşlarımı çattım. Sky Bloom'a sıkıca sarıldı ve birkaç kelime fısıldadı. - Ona inanma Bloom. Ben seni asla bırakmam. Ellerimi belime koydum ve Sky'a döndüm. - Beni zor kullandırtma Sky burada hayat memat meselesi konuşuyoruz. Araya giren sesle birlikte gözlerimi şaşkınlıkla açtım. - Eğer onun saçının teline zarar gelsin. Burayı yakarım. Ne kadar sakin olmaya çalışsam bile son dedikleri bardaktan taşıran son damlaydı. Parmağımı göğsüne doğru vurdum. - Şu an kendinde değilsin Bloom ama inanıp inanmamak sana kalmış. Sana zarar vermek istemiyorum. Doğa benim kırmızı çizgim. Kıvrılan dudaklarını gördüğümde inanamayarak geriye doğru birkaç adım attım. Et yiyen bitkileri ateşe vermişti ve onların çığlıkları beynimde yankılanıyordu. Sinirden saçlarımın havalandığını hissedebiliyordum ancak sakin kalmam lazımdı. Öfke ile hiçbir şeyi çözemezdik. Gözlerimi bir ışık anlık olarak aldığında üzerime gelen ateş topunu engelleyemedim. Sırtım bir kayın ağacına çarptığında başım anlık sarsıntı ile hafif bir şekilde dönüyordu. Dizlerimin üzerine kalktığımda sinirden gözyaşlarım akıyordu. Çünkü onun öfkesi bir patlama yaratmış ve etrafımızda ateşten bir halka oluşturmuştu. Sky ise memnun gözlerle ikimizi izliyordu. Seni Valtor'a verdiğimde böyle gülebilecek misin bakalım. Ruhumda bitkilerin ve hayvanların son nefesleri duyulurken çığlık attım istemsizce. - Yeter! Bunu sen istedin. Ellerimi barış işareti yaptım ve başımın üstünde çapraz bir şekilde tuttum. - Flora enchantix. Zaman birkaç saniyeliğine durduğunda dönüşmüş olarak pembe gülün içerisinden çıktım. - Lütfen kendine gel Bloom. Bu sen değilsin sen asla doğaya zarar vermezsin. - Sen bana ihanet ettin Flora. Sky'a o lafları etmeyecektin. Sözleri bir hançer gibi kalbime saplandığında ağlamamı tutamıyordum. Beni kıskanç bir hain olarak görüyordu. Her ne kadar konuşursam konuşayım bu onda bir fayda etmiyordu. - Bana Flora olarak her şeyi yapabilirsin ama Ellerimi Sky'a uzattım bir hava akımı onu tutup küçük bir kafese tıktı. - Ben buranın gardiyan perisiyim ve gezegenimi koruyacağıma dair söz verdim. Onun bana saldırmasını bekliyordum ama o benim zaaflarımı biliyordu. O yüzden şeytani bir şekilde güldü ve insanların ekmeğini çıkarttıkları birkaç bitkiyi daha yaktı. - Sana saldırmak istemiyorum ama beni zorda bırakıyorsun. Titreyen ellerimi ona doğru uzattım. - Sen bana kıyamazsın Flora. Buruk bir şekilde tebessüm ettim. - Haklısın ben Bloom'a kıyamam ama şu an düzgün düşünemiyorsun ve verdiğin zararlara karşı göz yummamı bekleme. Büyük bir ateş topu fırlattığında bu sefer hazırlıklıydım. - Su kabuğu. Ona karşı şu an doğa veya hava gücümü kullanamazdım. Ateş İcy'de olduğu gibi buzu söndürürdü ama söz konusu su olduğunda işler ters ilerliyordu. Ateş topu kalkana değer değmez acı bir sesle birlikte söndü. Onun etrafa daha fazla zarar vermemesi için uçmak gerekiyordu ama böylece yaptığı saldırılar daha geniş bir alana yayılırdı. Bunu göze alamazdım. Bana artarda birkaç tane ateş oku attığında kanatlarımı önümde birleştirerek kendimi cenin pozisyonuna aldım. - Taş öbeği Artık bana pek zarar veremezdi. - Yoksa benim karşımda durmaya korkuyor musun veliaht prenses? Buruk bir şekilde tebessüm ettim hayır korkmuyordum ama ona en az zarar verecek şekilde bir plan yapmam gerekiyordu. |
0% |