@silayetimoglu
|
Nihayet öğretmenler odasına vardığımızda arkamdan kapıyı kapattım ve derin bir nefes aldım.
Tebessüm ederek elimi omzuna koydum.
- Nancy tatlım, herkes aynı şeyleri sevmek zorunda değil ve arkadaşlarına sırf kurbağa sevmiyorlar diye kötülük yapamazsın.
Başını anladım dercesine salladı.
- Bir peri olmanın en büyük kuralı diğer her şeye saygı duymaktır.
Bu dediğime içimden gülmeye başladım. Çünkü Bayan Faragonda ve Griselda öğrencilere öğüt verirken böyle konuşurdu.
Bayan Faragonda demişken her şeyin yoluna girdiği bir gün bizim kızlarla birlikte onun odasına gittik ve neden Tecna'yı ölü olarak gösterdiğini sorduk.
O ise eliyle gözlüğünü düzeltti ve ayağa kalktı.
- Bir kehanet var Winx. Burada kayıp bir prensesten bahsediliyor ve onu Linphea kraliçesinin doğurduğu söyleniyor. İşte o kayıp prensesi bulabilmek için Tecna'yı ölü gibi gösterdim.
Stella ise yanımda fısıltı şeklinde onun söyleyeceklerini aynen tekrarladı.
- Çünkü bir perinin güçleri ani bir duygu patlaması ile ortaya çıkar.
Onun bu dediğine kahkaha atasım gelse bile saygısızlık olacağını düşündüğüm için yalancı bir öksürükle Stella'yı dürtükledim.
Daha sonra Bayan Faragonda yanıma geldi ve samimi bir şekilde benden özür diledi ve bunun yapılması gerektiğini söyledi.
İçimden düşünmeye başladım. Bu güçleri açığa çıkarma işini aşırı mutluluk duygusu ile yapsa daha iyi olurdu.
- Peki neden ben? Neden Crystal değil?
Bayan Faragonda elini çenesine götürdü.
- Çünkü Flora, senden önce Crystal'ı zaten denemiştik.
Şaşkınlıkla elimi ağzıma götürdüm. Dört yıl önce eski Linphea kraliçesi Roselia diğer diyara göç etmişti.
Daha sonra ise Crystal belli bir süre ortadan kaybolmuştu. Onu üzüntüsüne yormuştuk ama işin aslı çok farklıydı.
Eteğimin ucunu düzeltirken konuşma gereği duydum.
- Cevaplarınız için teşekkür ederim Bayan Faragonda.
Telefonum titrediğinde onu elime aldım. Anında Khai'nin yüzü önümde belirdi.
Dehşetli bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu.
- Valtor okula ani bir baskın düzenledi Flora. Ben, Mirta ve Cornelia onu idare ediyoruz ama takviye lazım. Birkaç profesör bize yardım ediyor.
Hızlı bir şekilde başımı salladım.
- Tamam hemen geliyorum.
Ellerimi yumruk haline getirdim ve dönüşüm sözcüklerini söyledim.
- Flora Zoomix!
Normalde Believix dönüşümünden devam ediyordum ama şu an uçmakla vakit kaybedemeyeceğim için Zoomix kanatlarını aktive etmiştim.
Zoomix kanatları ışınlanma kanatlarıydı ve x şeklindeydi. Bunun yanı sıra speedix kanatları hızını arttırmaya yarardı.
Bir de Tracix kanatları vardı ve bu kanatlar hangi mekanda olursanız olun kısa süreliğine geçmişe gitmenize yardımcı olurdu.
Ben bunları düşünürken çoktan Magix gezegenine varmıştım ama Believix dönüşümü Dünya için olan bir dönüşüm, o yüzden Alfea'ya iner inmez ellerimi çapraz bir şekilde birleştirdim ve gözlerimi kapadım.
- Flora Enchantix!
Nihayet dönüştüğümde okula girmiştim ve her yer savaş alanı gibiydi.
Birkaç düşük seviyeli öğrenci Valtor'un canavarlarını yenmeye uğraşıyordu.
Alfea'da tatil olduğu için okulda çok öğrenci yoktu bu yüzden hazırlıksız yakalanmış olmalılardı.
Hızlı bir şekilde uçarken hem ne yapacağımı düşünüyor hem de yardıma ihtiyacı olanlara yardım ediyordum.
Okulun revirinde hemşirelere yardım eden Crystal'a rastladım.
- Neler oldu burada Crystal?
Beni gördüğünde tebessüm etmeye çalıştı ama bu durumda tebessüm etmesi hiçbir işe yaramıyordu.
- Bugün her şey normaldi. Bir anda bahçeye bir portal açıldı ve Valtor yanında canavarları ile birlikte geldi ve ortalığı birbirine kattı.
Anladım dercesine başımı salladım ve hızlı bir şekilde koridorlarda uçmaya başladım.
Umarım Crystal kendini koruyabilirdi. Şifa perisi olarak canavarlara nasıl saldırabileceğini bilmiyordum ama en azından yaralananlara büyük faydası dokunurdu revirde.
Dengesini kaybedip yere düşen Amarly'e doğru ellerimi kaldırdım.
- Taç yaprak!
Kocaman bir gül yaprağı onu yere düşmesine metreler kala durdurdu ve nazik bir şekilde yere indirdi.
Hızlı bir şekilde uçarken planımı yaptım. Valtor ile tek başıma yüzleşecektim artık karşısında eski, saf Flora yoktu.
Eğer onunla baş edemezsem bizim kızları çağırabilirdim.
En sonunda Bayan Faragonda'nın odasına girdiğimde yanımdaki mermer sütuna bir beden çarptığını gördüm.
Bu illüzyon perisi Mirta'ydı. Beş yıl önce Trix onu bir balkabağına dönüştürmüştü sonra onu tekrar insan haline getirmiştim.
- Yaprak savunması
Elimi üstünde gezdirdiğimde onu kendine gelene kadar koruyacak bir kalkan yapmıştım.
Dikkatimi ondan ayırdım ve etrafı inceledim. Her yer savaş alanına dönmüştü.
- Işık oku!
Bunu diyen sarı saçlı, buz mavisi gözlü ve koyu tenli bir periydi. Kıyafeti gözlerinin rengindeydi ve kanatları şeffaf sarıydı.
Bu kız, Khai'nin bahsettiği Cornelia olmalıydı. O sırada Valtor tek eliyle Khai'nin yaptığı hamleleri ustaca geçiştiriyordu.
Khai'nin yanına gittim ve alaycı bir şekilde tebessüm ettim.
- Üç dediğimde Khai.
Ellerimi Valtor'a doğru uzattım.
- Bir, iki, üç. Su kasırgası!
-Sonbahar patlaması!
Benim elimden çıkan sular Valtor'a doğru gittikçe daha çok büyümeye başlamıştı.
Khai'nin elinden ise daha küçük bir şekilde kuru yapraklar seri bir şekilde uçmaya başlamıştı.
Valtor, önünde şeffaf bir kalkan oluşturdu ama gücümüze karşı zorlandığı belli oluyordu.
Belli bir süre duvara doğru geriledi ve saliselik bir anda kalkanını yok edip karşı saldırıya geçti.
İkimiz yana doğru kaçtık ve kılpayı kurtulduk. Resmen ölümün soğukluğunu hissetmiştim.
- Khai, sen kızlara haber ver. Ben Valtor'u oyalayacağım.
Başını tamam anlamında salladı ve bir duvarın arkasına geçti.
Valtor'a doğru yaklaştım ve ellerimi belime koydum.
- Düşük seviyedeki kızlara bulaşmaya utanmıyor musun? Benimle yüzleş bakalım.
Ellerini değişik bir biçimde hareket ettirdi ve ellerinden siyah oklar çıkmaya başladı.
Hızla arkamı döndüm ve kanatlarımı kendime çekerek hızlı bir şekilde uçmaya başladım.
Odanın içerisinde dört döndükten sonra göz ucuyla arkama baktım ama bunlar takip eden oklardı. Karşındakini vurmadan durmazlardı.
Önüme döndüm ve cenin pozisyonu aldım.
- Hızlı hortum!
Bunu dememle birlikte etrafımda çok hızlı dönen bir hortum belirdi. Oklar beni vurmaya çalışıyor ama hızlı hava akımı onları durduruyordu.
Tebessüm ettim ve açık bir şekilde gördüğüm Valtor'a doğru oklarını geri fırlattım.
Oklar ise onun içine girdi ve hiç etkilenmemiş bir şekilde saldırımı beklemeye başladı.
Gözlerimi gezdirdim ve odanın tepesindeki büyük kristal avizeyi gördüğümde planım kafamda şekillenmeye başladı.
- Ateş ışını!
Sağ elimdeki ışın ile birlikte Valtor'un dikkatini dağıttım ve sol elimi avizeye doğru yönelttim.
Işın, kaçmaya çalışan Valtor'a isabet ederken diğeri avizeyi yerinden koparmıştı.
Bana ise olacakları izlemek kalmıştı. Avizeden sarkan sivri elmaslar Valtor'un üzerine düştüğünde işimin bittiğini anlamıştım.
O sırada odaya Helia ve profesör Palladium geldi. Helia'nın endişeli mavi gözleri beni bulduğunda bariz bir şekilde rahatladığını gördüm.
Koşarak gelip ellerini omuzlarıma koydu ve bana bir şey olmuş mu diye hızlı bir şekilde beni süzdü. Ardından şüpheli gözlerle Valtor'a baktı.
Elimi onun elinin üstüne koydum ve onu rahatlatması adına tebessüm ettim.
- Merak etme Helia ben iyiyim.
Bana sarılınca onun kokusunu içime çekerek karşılık verdim.
- Senin için her zaman korkuyorum. Sana bir şey olmasına izin veremem.
Bu sırada bir sıcaklık başımı döndürdü ve üzerimden dumanların çıktığını farkettim.
Hızlı bir şekilde Helia'yı ittim ve çığlık atmaya başladım. Bu benim ateşim değildi.
O sırada bana ne olduğunu anlamaya çalışır bir şekilde profesör Palladium'u gördüm ve olduğum yere diz çöktüm.
Gözyaşlarım istemsizce dökülüyorlardı ve bu yanmaya bir türlü engel olamıyordum.
O sırada büyük bir gürültü duyuldu ve Valtor avizenin altından çıkıp profesör Palladium'a doğru saldırıya geçti.
Helia benimle ilgilenmek istiyordu ama ateşler yüzünden bana yaklaşamıyordu. Elimi kaldırıp onu uyarmak istedim.
Tam elimi kaldırmışken bir erkeğe ait olamayacak kadar ince bir ses duydum ve olduğum yerden etrafa bakmaya çalıştım.
Artık vücudum bu kadar acıyı kaldıramıyordu. Yavaş bir şekilde normal halime dönüyordum.
O sırada ateşler sönmüş olmalıydı ki yanıma doğru düşen Khai'yi görebilmiştim.
Helia beni kucağına alıp koşmaya başladığında acı ile inledim. O ise bunu duyduğunda adımlarını yavaşlattı.
Bilincim kapanırken son duyduğum ses bir ışık patlamasıydı.
- Diren Flora kendin için savaş.
Helia'nın sesi kulaklarıma dolduğunda kısık bir şekilde gözlerimi açtım.
- Az kaldı Flora çok az kaldı. Crystal çabuk gel!
O sırada arkamda bir çift ayak sesi duydum ve bir kanat çırpışı.
- Onu peri tozuyla iyileştiremez miyim profesör?
- Ne olduğunu bilmediğin bir şeyi iyileştiremezsin Khai.
Ellerimle Helia'nın kazağını sıktım ve fısıldadım.
- Beni bırakma Helia.
Kapının önünde bir ileri bir geri yürürken olabilecek tüm ihtimalleri düşünüyordum ve düşündükçe sıcaklıyordum.
Derin bir nefes aldım. Keşke şu an Flora yanımda olsaydı. O bana ne yapabileceğimi söyler ve rahatlatırdı.
Gözlerimi kapattığımda onun doğadan gelen yemyeşil gözleri beliriyordu. Bu az da olsa sakinleşmemi sağlıyordu.
Elimi yumruk yaptım ve Macy'nin kapısını tıklatacakken bir anda durdum.
Beş yıl önce söyleseydim her şey daha kolay olurdu ama o zaman çocuk aklı ile bazı durumların ciddiyetini anlayamazdı.
Küçüklüğümüzden beri ona annem ile babamın çok uzaklarda olduğunu söylüyordum. Onların geçmişini veya şimdiki durumlarını ben de bilmiyordum açıkçası.
Tüm cesaretimi topladım ve tebessüm ettim.
- Gelebilirsin.
Gelen ince ses ile birlikte kapıyı açtım ve usulca içeri girdim. Macy ortalıkta gözükmüyordu.
Yeşil renk ile döşeli odanın sonuna doğru adımladım. Muhtemelen bahçede olmalıydı.
Tahmin ettiğim gibi bahçede ok talimi yapıyordu. İnce kollarından beklenmedik bir şekilde o ağır yayı rahatça kaldırıyordu.
- Nasılsın bakalım küçük savaşçı?
Derin bir nefes aldı ve elindeki yayı sadağına yerleştirdi. Ardından at kuyruğu yaptığı koyu gri saçlarını düzeltti ve yanıma doğru adımlamaya başladı.
- Bir kere okçuluk benim tutkum ve on sekiz yaşındayım.
Onu bir anda kendime çektim ve saçlarını karıştırmaya başladım. Bir yandan elimden kurtulmaya çalışırken diğer yandan bir şeyler söylemeye çalışıyordu.
- Ya abi bırak beni.
Nihayet onu saldığımda bana kızgın bir şekilde baktı ve derin bir nefes alıp yanıma oturdu.
Aramızda derin bir sessizlik oluşurken konuya harika bir şekilde giriş yapmadığımı anladım.
Onu kızdırmamalıydım belki de.
- Seninle önemli bir şey konuşmam gerek Macy.
Başını bana çevirdi ve beklenti ile bakmaya başladı.
- Ailemizle ilgili bazı şeyleri şu ana kadar anlamışsındır.
Başını evet anlamında salladı.
- Onlar yaşamıyor değil mi?
Ellerimi kaldırıp salladım.
- Hiçbir şey kesin değil. Ancak onlarla ilgili birkaç bilgi öğrenmenin bir yolunu buldum.
Heyecanlı bir şekilde nefesini tuttu ve gözlerini büyüttü.
- Peki nasıl olacak o?
Başımı arenaya çevirdim. Kızıl çeşmede arenaya bahçe derdik çoğu kişi tatil olduğu için her yer boştu ve Macy ortalıkta rahat hareket edebiliyordu.
- Flora ablan ile konuştuğumda onun yaşadığı yerde bu işler ile ilgilenen birinin olduğunu söyledi. Bir kahinden bahsetti.
Dinlediğini belirtir bir şekilde ses çıkardı.
- Peki on sekiz yıldan sonra ailemizi öğrenmek ister misin Macy?
Başını evet anlamında salladı. Tam o anda sohbet konusu açacakken yer sarsılmaya başladı.
Macy dengede durmaya çalışırken herhangi bir tehlike olabileceğini düşündüğüm için halatımı ve hançerimi çıkardım.
Birkaç saniye tetikte bekledikten sonra ormanın çeşitli yerleri yanmaya başladı.
O an dudaklarımdan sadece tek bir kelime döküldü.
- Flora!
Hızlıca koşmaya başladım ve okul pistine geldim. Bu sırada arkamdan Macy bağırıyordu.
- Ne oluyor abi?
Kendimi durdurmadan karşılık verdim.
- Sen sığınağa git. Flora tehlikede olabilir.
Başını tamam anlamında salladı ve odasına doğru gitti. Seri hareketlerle baykuşun çalışmasını sağlayacak düğmelere bastım.
Baykuş havalanırken içimden Flora'ya bir şey olmaması için dua ediyordum. Son hız gitmeme rağmen ona yetişemeyecek gibi hissediyordum. Sinirli bir şekilde mırıldandım.
- Hadi daha hızlı.
Sanki bunu algılayacakmış ve daha hızlı gidecekmiş gibi konuşuyordum. Şu an endişeden düzgün düşünemiyordum bile.
Nihayet alfea okuluna vardığımda baykuşu dikkatli bir şekilde yere indirdim ve karşıma çıkan manzarayı görünce şaşkınlıktan donakaldım.
Her yer harabe gibiydi ve bazı kulelerden dumanlar veyahut ateşler yükseliyordu.
Dışarıda derin bir sessizlik hakimdi. Belki bir umut Flora buraya uğramamıştır hala Linpheadadır.
Bu dediklerimle kendimi kandırmaktan başka bir şey yapmıyordum. Onu daha hızlı bir şekilde bulabilmek için yavaş ve temkinli adımlarla okula girdim.
Etrafta yankılanan sihir sesleri ile birlikte adımlarımı yönlendirdim. Ceketimin cebinden kırbacımı çıkardım ve altındaki sarı düğmeye bastım.
Uzun halat düğmeye bastığım anda aktive oldu ve yere doğru usulca indi. Uçan siyah kuşları kırbacımla kavradım ve onları duvara fırlattım.
Bir yandan sihir hamlelerinden birine kurban gitmemek için gözlerimi dört açıyor bir yandan Flora'yı çağırıyordum.
Neredesin be kızım?
Valtor'un kalın sesini duyduğumda artık hiçbir şeye dikkat etmeden hızlıca koşmaya başladım.
Sesin kaynağına yaklaştıkça Flora'nın tatlı sesi doluyordu kulaklarıma. Bir iki adım kalmışken yarısı yok olmuş odaya, aniden düşme sesi duydum.
Bir şeyin , muhtemelen avize, kırılma sesi kulaklarıma dolduğunda korkuyla nefesimi tuttum. Ya o büyük avize Flora'nın üstüne düştüyse.
Kapıyı açtım ve hızlı bir şekilde odaya göz gezdirdim. Etrafta birkaç tane peri toparlanmaya çalışıyordu.
Arkamda ayak seslerini duyduğumda göz ucuyla yanıma baktım. Profesör Palladium kucağında iksir şişeleri ile buraya doğru geliyordu.
En sonunda önüme döndüğümde avizenin sapı görüş açıma girdi. Altına bakmaya cidden korkuyordum. Gözlerimi kısarak lambanın altına baktığımda Valtor'un kumral saçlarını gördüğümde derin bir nefes verdim ister istemez.
Flora'ya hiçbir şey olmamıştı. Peri formu ile karşıma dikildiğinde hızlı bir şekilde ona doğru yürüdüm.
Onu alıp kalbime saklamak istiyordum ve galiba birazdan ağlayacaktım.
Onunla ilişkimiz hiç monoton olmamıştı ki hep bir aksiyon hep bir ölüm kalım meselesi. Açıkçası bu beni rahatsız ediyordu.
Flora'yı yıprattığını görebiliyordum ama onun seviyesine kadar çıkabilecek bir peri gelene kadar gezegenin koruyucu perisiydi.
Yanına iyice yaklaştığımda hızlı bir şekilde gözlerimi üzerinde gezdirdim. Birkaç sıyrıktan başka bir şey yoktu şükürler olsun.
Elini omzundaki elimin üstüne koydu ve tebessüm etti.
- Merak etme Helia ben iyiyim.
Bunu demesiyle beraber onun küçük bedenini incitmeden kollarımın arasına aldım.
- Senin için her zaman korkuyorum. Sana bir şey olmasına izin veremem.
Biliyorum der gibi başını salladı. Onu sardıkça sarasım geliyordu ve mümkünse bir daha hiç yanından ayrılmamak istiyordum.
Bir anda kollarıyla beni itti ve korku dolu gözlerle vücuduna bakmaya başladı.
Görünürde bir şey yoktu ama sanki yanıyormuş gibi çığlık atmaya başladığında elimi ona uzattım.
Uzatmamla birlikte çekmem bir oldu çünkü cayır cayır yanıyordu.
- Flora iyi misin?
Beni duymuyor gibiydi. İyice korkmaya başlamıştım.
- Beni duyuyor musun Flora?!
Ellerini sessiz bir şekilde bana doğru uzattığında gözlerine baktım.
Yeşil gözleri çaresizlikle bana bakıyordu ve ağlıyordu. Elimden bir şey gelmemesi beni delirtiyordu.
En sonunda derin bir nefes aldı ve yere düştü. Hızlı bir şekilde yüzünü ellerimin arasına aldım.
Sıcaklığı ellerimi yakıyordu ve bu umrumda değildi.
- Flora ne olur dayan!
Artık ağlamaya başlamıştım. Kendimi çok çaresiz hissediyordum. Gözlerimi bir anlık sağa çevirmemle birlikte üstümüze gelen güç dalgasını gördüm.
Flora'yı sıkıca tutarak sola doğru eğildim. Bizi kaçırmıştı ama bir başkasına denk gelmişti.
Sola doğru baktığımda Flora'nın arkadaşını profesör Palladium'un kollarında baygınken gördüm.
Flora sayıklamaya başladığında dikkatimi tekrar ona verdim ve zaman kaybetmemek için onu kucağıma aldım.
Koşarak koridorları geçiyor insanlara çarpıyordum. Kısık bir inilti sesi duyduğumda Flora'nın canını acıtmış olabileceğimi anladım.
- Çok özür dilerim hayatım.
Adımlarımı biraz yavaşlatarak revire doğru yürümeye başladım.
Bir yandan onun acısını unutturmak için konuşuyordum.
- Diren Flora kendin için savaş.
O sırada arkamdan iki çift ayak sesi duyduğumda başımı hızlıca o tarafa çevirdim ama gördüğüm şeyler şaşırtıcıydı.
Profesör Palladium elinde bir torbayla sağıma geçti ve ona ne olduğunu anlamaya çalışarak Flora'ya bakıyordu.
Solumda uzun kanatları hissettiğimde birazcık irkilmiş olabilirim. Khai, Profesör Palladium'un önüne atlayarak kendini feda etmiş ve enchantix kazanmıştı.
Şu an bu durumu umursamayacaktım ama belki Flora'nın sorununa bir çözüm bulabilirdi.
Ona umutlu bir şekilde baktığımda mor gözlerini Profesör Palladium'a çevirdi.
- Onu peri tozuyla iyileştiremez miyim profesör?
Profesör omuz silkti ve dikkatli bur bir şekilde Khai'ye baktı.
- Ne olduğunu bilmediğin bir şeyi iyileştiremezsin Khai.
O sırada kazağımın çekiştirildiğini hissedince gözlerimi Flora'ya çevirdim.
- Beni bırakma.
Bunu dedikten sonra gözleri kapandığında revire varmıştık. Onu şifacılarla başbaşa bıraktıktan sonra bir sandalyeye çöktüm.
|
0% |