@silayetimoglu
|
Stella iki haftaya iyileşeceğim konusunda haklı çıkmıştı. Konuşabiliyor ve bedenimin üst kısmını rahat bir şekilde hareket ettirebiliyordum. Bu süreçte herkes bana destek oluyordu ve kimse sevgisini benden esirgemiyordu. Durumumun kritik olmadığını düşünen doktorlar beni normal odaya almışlardı. Gözlerimi kocaman bir şekilde açıp ellerimi birbirine kenetledim ve çenemin altına koydum. Ayakta duran Heliadan bir şey isteyecektim çünkü. Normal bir şey olsa yardım edebilirdi ama ben dışarı çıkmak istiyordum. - Beş dakikacık dışarı çıkabilir miyim? Bir süre gözlerini gözlerime dikti ve biraz düşündü. - Senin biraz daha dinlenmek gerek ama Flora. Üzgünüm biraz daha burada kalman gerekiyor. - Lütfen. Bunu derken e harfini biraz uzatmıştım. Elini yanağıma koyduğunda yanağımı onun soğuk eline yasladım. - Söz konusu sen olunca hiçbir şeye karşı koyamıyorum. Tamam gel bakalım prensesim. Beni kucağına aldığı gibi dikkatli hareketlerle tekerlekli sandalyeye taşıdı. Bu geçen iki haftada kızlar teker teker yanımda nöbet tutmuşlardı. Konuşabildiğim hale geldiğimde Helia'yı artık uyuması konusunda ikna etmeyi başarmış onu koleje göndermiştim. Bu süreçte hafızam tamamen yerine gelmişti ve bu beraberinde baş ağrısını getirmişti. Arkamdan iteklerken girişteki rampayı geçtik şu an hala Linphea'daydık. Herkes bana bakarken ister istemez fısıltılarını duyabiliyordum. Çoğu bana tebessüm etse bile yürüyemediğimi vurguluyorlardı. Oysaki ben her gün çalışıyordum ama hiçbir sonuç alamıyordum. Sıkıntılı bir şekilde ofladım. Kızların çoğu bir ülke yönettikleri için pek yanımda olamıyorlardı ve canım çok sıkılıyordu. Musa uzaktan bana el salladığında tebessüm ettim. - Nasılsın Flora? Buruk bir şekilde ona baktım. - Ne kadar iyi olunabilecekse bu durumda o kadar iyiyim. Elini omzuma attığında ona bakabilmem için boynumu kaldırmam gerekiyordu ama normalde boyumuz birbirine yakındı. - Kızım sen bu hayatta nelere göğüs gerdin. Gelmişsin hâlâ bana umutsuz umutsuz sözler ediyorsun. - Sanki bir daha yürüyemeyecekmiş gibi hissediyorum Musa. Başını onaylamaz bir şekilde sağa sola salladı. - Bakıyorum sen yata yata sezgini kaybetmişsin. Biraz gezintiye ne dersin? Başımla onu onaylarken kıkırdadım. İstediği zaman insanları mutlu edebilmesini iyi biliyordu. Bacaklarıma küstüğüm için canım kısa şeyler giymek istemiyordu. Normalde mevsim kış olmasına rağmen Linphea pek etkilenmiyordu. - İstersen Helia'yı yollayayım Musa. Hani rahat edemiyorsan anlarım. Helia bana doğru eğildiğinde gözlerini kırpıştırdı. Dayanamayıp yeniden kıkırdadım çünkü olduğumuz durum çok komikti. Helia baş aşağı bir şekilde bana doğru eğilmişken çekik gözleri benim çeneme bakıyordu. Benim görüş açımda ise dudakları vardı ve bu oldukça komikti. Burnuna öpücük kondurduktan sonra omzumu okşadığında şimdi kendimi daha iyi hissediyordum. İlginç bir şekilde bana şifa oluyor gibiydi. - Bu sözü bir daha duymayayım Flora. Hem Helia benim için bir kardeş gibi ama seni üzerse orası başka iş tabi. Omuz silktim. - Bana niye kızıyorsun ki Musa? Seninle birilerini çekiştirirdik hem. Gözlerinin parladığını oturduğum yerden bile görüyordum. - Flora sana bir şey mi oldu yavrum? Sen dedikodu yapmayı hiç sevmezdin. Acaba içine Stella mı kaçtı? Bunu demesiyle birlikte kahkaha attım. İlahi Musa kırk yılın başı biraz eğlenmek istedim diye işitmediğim laf kalmadı. - Herkesin boş olduğu bir gün buraya gelseniz hep birlikte piknik yapsak olmaz mı? Musa elini çenesine koydu ve düşünceli bir şekilde etrafa bakındı. - Olur tabi ama ev sahibi olarak piknik yerini sen ayarlıyorsun ve başka bir şeye karışmıyorsun. Elimi itiraz etmek için kaldırdığımda elimi tuttu ve parmaklarını benimkilere kenetledi. Helia bir anda durduğunda arkamı döndüm. - Bir şey mi oldu canım? Elini saçlarında gezdirirken değişik bir şekilde gülüyordu. Gözümden pek bir şey kaçmazdı. - Bu gülüş kesinlikle senden bir şeyler saklıyorum gülüşüydü. Ellerimi belime koydum ve tek kaşımı kaldırdım. - Dökül bakalım Helia. Bu sırada Musa bizi gözlerindeki muzip bir ifadeyle birlikte izlemekle meşguldü. - Üçümüzün arasında kalacak ama. Bunu demesiyle birlikte heyecanlandığım için elimi kalbime koydum. - Çatlatma insanı hayatım. Musa ise gözlerini dört açmış kulaklarını gelecek olanlara hazırlamak için dikmişti. - Timmy'e Tecna ile buluşması için yardım etmem gerekiyor. Bilirsin bensiz bu konularda pek bir şey yapamıyorlar. Gözlerimi kıstığımda olanları tartıyordum. - Onlar zaten evli Helia. Musa bunları dediğinde duygularıma tercüman olmuştu. - Artık kaçamazsın bizden. Bunu diyerek yüzüme korkunç olduğunu umduğum bir tebessüm yerleştirdim. Muhtemelen daha çok tatlı gözükmüştüm. Bir sır vermek ister gibi eliyle Musa'yı çağırdı. Musa biraz daha yaklaşırken sesi fısıltılı bir şekilde geliyordu. - Aşk tazelemesi anlarsınız ya. Genç zamanlarını özlemişler. Bu gayet makul bir cümleydi ama daha sonra ona kızabilmek için sessiz kalmaya karar verdim. - O zaman biz tutmayalım seni. Musa gideceği zaman sana haber veririm. Başını tamam anlamında salladı ve önümde dizlerinin üstüne çöktükten sonra ellerimi tuttu. - İnan bana hiç gitmek istemiyorum ama bazılarının kahramanlık yapması gerekiyor. Başımı salladım ve tebessüm ederek pürüzsüz yanağını okşadım. Bu sıcakta bile bu kadar soğuk olabilmesine inananmıyordum. Kış için ona bir şeyler örsem iyi olacak ve bu vicdanımı rahatlatacaktı. Daha sonra alnımdan öptü ve yanımızdan ayrıldım. - Onunla olduğum için çok şanslıyım. Musa arkama geçtiğinde tekerlekli sandalye yine hareket etmeye başladı. - Kesinlikle bir şeyler saklıyor seninki. Başımı hızlı bir şekilde ona doğru çevirdim. - Tabi tabi doğru söylüyorsun. Neyse sonra çıkar kokusu. Gözlerimle çimenlerin renklerine bakarken bugün olacakları düşünüyordum. Linphea'nın kuruluş yıldönümü yarındı ve muhtemelen veliaht belirlenecekti. Benim gözüm pek makamda mevkide değildi ama eğer isterlerse ülkem için kabul edebilirdim. Bana kalsa küçük bir evin bahçesinde çiçek yetiştirmek ya da daha önce yaptığım gibi öğretmenlik yapmak daha cazip geliyordu. Çocukları yönetmekle koca koca insanları yönetmek bir değildi sonuçta. Bu konuyu düşünmek istemediğim için çimenlere odaklandım. Yeşilin her tonundan renkler taşıyorlardı ve her ne kadar hepsi aynı gibi gözükse bile kendilerine has şekilleri vardı. Bunu buralı olmayan biri göremezdi. Uzaktan kurt ulumaları duyunca bir anda irkildim. Uzaktan bir rüzgar esti ve saçlarımı oldukça dağıttı. Yanımdan geçip giderken bana bir şey anlatmaya çalışıyor gibiydi. Anlatma zamanın geldi Flora Etrafıma bakınırken Musa bana meraklı bakışlarla bakıyordu. - Bir şey mi oldu? Bu sesi müzik perisi olan Musa bile duymuyorsa ya ben yanlış duymuştum ya da sadece benim duyabilmem için gönderilmişti. Derin bir nefes aldım ve tebessüm ettim. - Yok bir şey üşüdüm sadece. Hastaneye geri girdiğimizde her yeri ezberlemiştim. Bunu bilmek ise bazen beni üzüyordu. Uzun ve beyaz koridorlarda canım çok sıkılıyordu. Keşke şu an Helia yanımda olsaydı beraber bir şeyler çizerdik. İyice kendime geldiğimden beri ortak zevklerimizden biri olan resim çizmek ile uğraşıyorduk. Ben genellikle gördüğüm ilginç bir bitkiyi çizerken Helia ise bıkmadan hep beni çizerdi. Öyle güzel çizerdi ki sanki kendimi aynada görür gibi olurdum. Sonunda odama vardığımda Musa tekerlekli sandalyeyi yatağın kenarına yanaştırdı. Ben ise ellerimden destek alarak vücudumu yatağa bıraktım. Bugün oldukça yorucu bir gündü. Kalkıp yemek yemeyi planlıyordum ama Musa'nın ninni gibi sesi bunu yapmamı engelliyordu. Kuşlar en güzel seslerini birbirleriyle yarıştırırken güneş ışıkları vücudumdaki dansına ara vermeden devam ediyordu. Minik tozlarla beraber ışıklar gözlerime ulaştığında heyecanlı bir şekilde tek gözümü açıp ışığa alışmaya çalıştım. En sonunda kendime geldiğimde kimsenin içeride olmadığından faydalanarak sessizliğin tadını çıkarmaya karar verdim. Üzerimdeki ince battaniyeyi kenara çektim ve kollarımın zorlanmasına aldırmadan tekerlekli sandalyeme oturdum. Camı iki yana açtığımda mis gibi bitki kokusu burnuma doldu ve bu günümün güzel geçmesi için yeterliydi. Etrafa bakınmaya başladım. Sabahın köründe kalktığım için etraf tamamen sessizdi. Normalde şu an hengame olması gerekliydi. Yapraklar hışırdayarak salınıyorlardı. Kapım tıklatıldığında kapıya döndüm. - Gelebilirsin. Annem içeri girdiğinde açıkçası çok sevinmiştim. O hiçbir zaman benden uzaklaşmadı ve hep yanımda oldu. Bugün ise kendine ayrı bir özen göstermişti. Pembe straplez model bir elbise giymişti. Omuzlarından ellerine kadar sarmaşıklar birbirlerine dolanarak uzanıyorlardı. Başında ise sade ama şık altın bir taç vardı - Günaydın canım. Büyük güne hazır mısın? Ellerimi ona doğru uzattığımda güven veren hislerle ellerimi kavradı. - Hazırım ama biraz heyecan var gibi birazcık da stres. Bana tebessüm ettiğinde bende ona karşılık verdim. - Endişelenme canım. Kendine güven ve rahat ol. Başımı salladıktan sonra ayağa kalktı. - Birazdan arkadaşların burada olur. Onlarla beraber hazırlanırsın. Saçlarımı ellerimle düzeltirken onu cevapladım. - Tamam anne. Ne giyeceğimi düşünüp kendimi strese sokmak istemiyordum. Ne de olsa o işi Stella hallederdi. Onu düşündüğümü duymuş gibi dostlarımın çoğu kapıya yığıldı. - Birileri beni andı galiba sabahtan beri kulağım çınlıyor. Bak benim kıymetimi bil canım senin için uykumdan vazgeçiyorum. Bloom ona onaylamaz bakışlar attıktan sonra bana tebessüm etti. Stella tekerlekli sandalyemi odanın ortasına doğru getirdi. - Kızı bıraksaydın yemek falan yeseydi. Musa bunları dedikten sonra gözlerini devirdi. - Sorun değil. Törenden sonra zaten yemek olacak ayçiçeğim. Kapının sonuna kadar açılması ile beraber ister istemez irkildim. - Ne yemek mi hani nerede? Lütfen söyleyin. Khai mor gözlerini tatlı bir şekilde kırpıştırarak etrafa bakınıyordu. Aniden soluk beyaz bir kol onu kavradı ve geri çekmeye çalıştı. Koyu kızıl kısa saçlar görüş alanıma girdiğindeyse onun Mirta olduğunu anladım. - Khai rahatsız etme kızı! Ah merhaba kızlar. Khai elini ondan kurtardığında hızla aramıza girdi. - Açlıktan ölüyorum Mirta anla beni. Stella bir elini çenesine koyup beni incelerken aklına bir şeyler geldiğinin farkındaydım. - En son ne zaman yemek yedin? Stella bunu sorduğunda Khai parmaklarını sayarak hesaplama yapmaya başladı. - Yarım saat önce. Ben dahil tüm kızlar ona sanki Knut savaş arenasında Hint dansı yaparmış gibi bakmaya başlayınca ellerinin iki işaret parmağını birbirine değdirdi ve tebessüm etti. - En azından yakıyorum. Ona baktıkça kendi küçüklüğümü hatırlıyordum ilginç bir şekilde. Eskiden sorunlarımız herhangi bir hocanın bizi kafaya takması, aşk sorunları, dedikodu ve kavga artı olarak, bu sadece benim için geçerliydi, bitkilerimi koyacak yer bulamamamdı. Şimdi ise yarımız krallık yönetiyor, şeytani düşmanlar ile savaşıyorduk, birkaçımız ise zırt pırt ölümle burun buruna geliyordu. Üzerime gelen sarı ışıkla beraber zihnimin derinliklerinden doğan düşünceleri yok saydım. Muhtemelen Stella benim için kafasında giysi tasarlamıştı. Onun zevkine güveniyordum ama o her zaman fazla gösterişliydi benim aksime. Gözlerimi tekrar açtığımda kızlar önüme bir boy aynası getirmişlerdi. Gördüğüm görüntü ile birlikte tekerlekli sandalyenin tekerleklerini aynaya doğru yaklaştırma gereği duydum. Üstümde toz pembe askılı bir elbise vardı. Ama pembenin tonu o kadar değişikti ki tatlı gözükmüyordum aksine güçlü ve güzeldim. Yüzümde hafif bir makyaj vardı ve kulağımda pembe gülden küpeler ahenkli bir şekilde sallanıyordu. Saçlarım tacın tam oturması için salık bırakılmıştı ama kahverengi saç tutamlarım doğal bir şekilde dalgalandırılmıştı. Bu manzara karşısında minnetimi gizleyemediğim için gözlerim dolmuştu. Kollarımı zoraki bir şekilde Stella'ya sardığımda diğerleri tatlı bir şekilde gülüyorlardı. - Dur kız makyajın akacak. Ellerimle gözlerime yelpaze yaparak gözyaşlarımın dağılmasını sağlayacaktım ki son sürat suratıma çarpan şeyle olduğum yerde kaldım. Yüzümdeki şeyi elime aldığımda diğerleri kahkaha atarak gülüyorlardı. Çünkü bu Tecna'nın haftalar önce bana verdiği sihirli mendildi. Dayanamayıp bende gülmeye başladım. - Aman Allah'ım Stella elini yüzüne götürdüğünde endişeli bir şekilde ona baktım. - Bir şey mi oldu ayçiçeğim? Bana sanki Solaria'nın tarlalarında yetişen kötü kokulu plinom bitkisiymişim gibi bakmaya başladı. - Valla senden prenses falan olmaz Flora. Kendi taç giyme törenine yetişemeyeceksin. Ayrıca biz hazırlanmadık. Beraber sohbete daldığımız için haliyle zaman çabucak ilerlemişti. Ben bir köşede kendimi sakinleştirmeye ve motive etmeye çalışırken Stella kızları birbirine yakınlaştırdı. Ardından elinden sarı ışıklar çıktığında yere eğildi ve kızların etrafına bir çember çizdikten sonra ellerini çırptı. Göz alıcı ışık beni biraz rahatsız ettiği için yüzümü kapatma gereği duymuştum. Daha sonra ışık giderek azaldığında diğer kızların üzerinde de elbiseler belirmişti. Model olarak olmasa bile renk tonları olarak benzerlerdi. Layla'nın üzerinde açık su yeşili balık model askılı bir elbise vardı. Takıları ise altın rengindeydi ve bu onun kraliçe olduğunu vurguluyordu. Stella'yı gördüğümde ise şaşkınlıktan elimle ağzımı kapatma gereği duymuştum. - Stella senin içine ben mi kaçtım acaba? Dediğimde işaret parmağını gözüme sokarcasına salladı. - Bu senin günün Flora. Ben her zaman gösterişli olabilirim ama bugün değil. Başımı anladım dercesine salladım. Daha sonra diğerlerini incelemeye koyuldum. Bloom'un üzerinde açık mavi bir elbise vardı ve tek omuzdan asılıydı. Biraz diz üstüydü ve saçı küçük bir toka ile topuz yapılmıştı. Onun dışında boynunda sallanan ateş şeklindeki gerdanlık onun Domino prensesi olduğunu vurguluyordu. Statü olarak ablası Daphne gibi veliaht prenses değildi ve daha Sky ile evlenmediği için Eraklyon kraliçesi olamayacaktı ancak o halinden oldukça memnun görünüyordu. Onu her gördüğümde aklıma ister istemez Valtor ile yaşadıkları geliyordu. Ona anlattığımda inanmayacaktı ancak ona bir şekilde bunu kanıtladığımda olacak kaosu bile düşünemiyordum. Ya depresyona girecek ve kendini dağlara taşlara vuracaktı ya da çok sinirlenecek Sky'ı yakacaktı. Ki bunu yapamazdı Sky'ın başına bir şey gelirse Domino ve Eraklyon arasında bir savaş olması kaçınılmaz olurdu. - Flora niye suratın asıldı senin canım? Bloom bana soran gözler ile baktığında derin bir nefes aldım ve tebessüm ettim. - Sadece Helia'yı özlüyorum. Bu bir yalan değildi. Onu gerçekten özlüyordum. Bugün kendimi düşüncelere vermemem için başka şeyler düşünmem gerekiyordu. Aynaya baktığımda bir şeylerin eksik olduğunu görebiliyordum. Bir süre kendimi inceledikten sonra saçlarımın uçlarına yeşil yapraklar yerleştirdim ve elbisem içinse içinde altın damarlar olan yeşil yapraklardan oluşan bir kemer yapmıştım. İşte şimdi tamamdım. Dışarıdan gelen insan sesleriyle beraber zamanın geldiğini anladım. - Zaman geldi kızlar. Hadi saraya gidelim. Hepsi hevesle bana baktıklarında derin bir nefes aldım ve Layla arkama geçerek tekerlekli sandalyemi ittirmeye başladı. Bana kalsa bu taç giyme töreni için birkaç hafta daha bekleyebilirdik ama kuruluş yıldönümü çabuk gelmişti. Hastanenin o değişik kokusu geride kalıp doğanın kokusu burnuma dolduğunda gülümsedim. En önde ben, Layla, Stella, Bloom, Tecna ve Musa kafile halinde saraya doğru ilerliyorduk. Büyük parlak palmiye ağaçlarının yapraklarını elimle geriye doğru ittirdiğimde karşılaştığım manzara ile birlikte tebessüm ettim. Sarayın çiçek oymalı kapısında annem, babam ve Miele bana bakarak gülümsüyorlardı. Önlerinde ise Linphea halkı kendi aralarında konuşuyorlardı. Herkes annem ile babama odaklandığında bana baktıklarını anladılar ve tüm gözler bana döndü. Yutkunmadan edemedim. İlgi odağı olmak hiçbir zaman güzel değildi benim için. Giderek saraya yaklaştığımızda zaman durmuş gibiydi. |
0% |