@silayetimoglu
|
Savaş meydanının neresi olacağı belli değildi. O yüzden tüm gezegenler birbirleriyle iletişimi asla koparmıyordu ve herkes her an tetikteydi. Kimse eğlencelere katılmıyordu ve okullar depo olarak kullanılıyordu. Buradaki çoğu binayı toprak ve doğa perilerinin yardımıyla yerin altına gömmüştük ki fazla zarar görmesinler. Yıldızların altında Miele ile talim yapıyorduk. Ben yaylı mankenlerle dövüş çalışması yapıp aynı zamanda gücümle Miele'nin okları ile vurması için hareketli hedef tahtaları çıkarıyordum. O ise ustalıkla vuruyor hiçbir hedefi ıskalamıyordu. Gökyüzünden gelen bir ateş topuyla Miele'yi yana ittirdim. Anlaşılan savaş alanı burasıydı. - Miele sen git herkesi teyakkuza geçir ben diğerlerine haber veriyorum. O beni başıyla onayladıktan sonra telefonumu çıkarıp tüm gezegenlerin hologramlarını önüme çıkardım. - Az önce gökten ateş topları yağmaya başladı. Bunun Sky ve Bloom'un başının altından çıktığını sanıyorum. Eğer sizlere saldırmazlarsa takviye kuvvet talep ediyorum. Ben bunu der demez hologram yerlerine ulaşmıştı. Teker teker uzay gemileri burada belirirken koşarak saraya gittim ve ikiz hançerlerimi aldım. Bunlardan birini bana ailem diğerini ise Helia vermişti. İkisi de birbirinden farklıydı ama bir şekilde uyumlu olarak çalışıyorlardı. Derin bir nefes aldım ve daha donanımlı zırhlarımı giydim başıma olympus kayınından sert miğferimi taktıktan sonra hazırdım. Son kez güçlerimi kontrol ettim ve alana ilk olarak ben çıktım. İnsanlar akın akın geliyor ve arkamda babamın emriyle savaş pozisyonu alıyorlardı. Kimisi kılıçla kimisi benim gibi hançerle ya da Miele gibi oklarla sarınmıştı. Aradaki öğrencileri gördüğümde kalbimin sızladığını hissettim ama onlar en arkada olacaktı onları asla öne koyamazdık. Kadim ağaçların arasındaki suikast timimiz ve usta savaşçılar bir işaret bekliyorlardı. Dryadlar şu an normal bir ağaç gibi gözükse de onlarla ilgili planlarım vardı. Şu an bizim sıramızdı. Annem yerin altındaki sığınakta hazır dursa da gerekirse babamla sırt sırta savaşırdı. Yaralılar olursa onları hızlı bir şekilde şifahaneye götürecek ve onları iyileştirecekti. Ben etrafı incelerken koruma duvarından geçen sihiri hissedebiliyordum. Çoğunluk müttefiklerimiz olsa da kötü kişileri engelliyordu duvar. Umarım uzun süre dayanırdı. Duvarın gücü kraliyet ailesine bağlıydı bu yüzden gerekmedikçe dönüşmemem gerekiyordu yoksa duvar zayıflardı. Bloom hariç takımımızın gelmesiyle birlikte herkese tebessüm ettim. Layla elini omzuma koydu. - Başaracağız Flora daha önce yaptığımız gibi. Elimi omzumdaki eline koydum ve başımı salladım. - Umarım en az hasarla atlatırız. O uzun kılıcını bilerken bende hançerlerimi onun kılıcıyla beraber bilemeye başladım. Ne kadar parlak olursa o kadar keskin olurlardı ve içinde karanlık olanlara kabusu yaşatırlardı. Musa,Stella,Daphne ve Tecna'da geldiğinde ortalıkta görsel bir şölen vardı. Linphea denizine Andros'tan deniz insanları yerleştirilmişti ne olur ne olmaz diye. Solaria'nın altın muhafızları ellerinde çeşitli silahlarla Stella'nın emrini bekliyorlardı. Havada değişik tasarımlı robotlar uçuşuyor sinekler gibi vızıe vızır sesler çıkartıyorlardı. Domino'nun ateş okçuları arka sıralardaydı. Daphne'den doğaya zarar gelmemesi için söz almıştım. O da bana bu ateşin sadece karşı tarafı yakacağını herhangi bir bitkiye değdiği anda kendiliğinden söneceğini söylemişti. Birkaç yüz Alfea perisi görmüştüm. Tüm öğretmenler olmasa da yarısı buradaydı. Palladium annem ile iksir hazırlıyordu. Griselda etrafta bir eksiklik var mı diye denetliyordu. Wizgiz ve Faragonda Alfea'da kalmıştı anlaşılan. Kızılçeşmedeki çoğu uzman buradaydı. Helia'da onların arasındaydı ama benim tehlikede olduğumu hissederse hemen buraya gelirdi bunu biliyordum. - Kızlar gelin buraya! Bir planım var. Herkes bana şaşkınlıkla baktı çünkü gruptaki planlar genellikle benden değil Tecna ya da Bloom'dan çıkardı. - Bence biz son ana kadar dönüşmeyelim. Burada binlerce peri var dayanabilirler. Böylelikle Sky kolay lokma olduğumuzu düşünecek o zafer sarhoşluğunun içindeyken dönüşeceksiniz ve onu yeneceğiz. Grubum beni onayladığında doğada bir hareketlilik hissettim. Canlılar ölüyordu. Bu içimdeki öfkeyi körüklese de sakin kalmam lazımdı. Öfkeyle karar verirsem bir avuç inciri berbat etme ihtimalim vardı çünkü. Az sonra ileride Sky'ı gördüm ama tanıdığım Sky değildi. Saçları beyazlaşmış ve gözleri kapkaraydı adeta gözbebekleriyle bütünleşmişti. Valtor bana doğru eğildi. - Bu onun gerçek hâli. Binlerce yıl önce de böyle gözüküyordu. Başımı tamam anlamında salladım. Görünüşü değişmiş olsa bile kurnazca tebessümü değişmemişti. Bize kendinden emin bir şekilde bakıyordu bu güzeldi. - Canavarlarım etrafta hiçbir canlı bırakmayın! Bunu demesiyle birlikte etrafından kapkara küçüklü büyüklü birçok türden canavar üstümüze gelmeye başlamıştı. Babam ateş emrini verdiğinde okçular oklarını saldı ve küçük olanlar etrafa çamur sıçratarak ortadan kayboldu. Hançerlerimi çekip savaş alanına atladım. İçlerinden birini gözüme kestirmiştim ki zayıf noktalarını öğrenip diğerlerinin işlerini kolaylaştırayım. Ördüğüm uzun saçlarım havada uçuşurken canavarlardan biri bir kirpi gibi bana diken fırlattı. Olduğum yerde çoklu taklalar atarak saldırısını geçiştirdim. Bunu yaparken topuklu ayakkabılarımla birkaç canavarın kafasına basmıştım ve ezilmişlerdi. Bana diken fırlatan canavar büyüktü tehlikeliydi ama hantaldı. İşte bu yüzden altına doğru kaydım ve ilerlerken hançerlerimi derisine sapladım. Derisi ne kadar kalın olursa olsun hançerlerimin karşısında hiçbir canavar duramazdı. Bir anda güneş tutulması oldu ve ay güneşin önüne geçti. Eğer Stella söylememiş olsaydı etrafı göremezdim ama her şeyi net bir şekilde görüyordum. Burası benim evimdi ve burada güç sahibi bendim. Solaria'nın altın muhafızları önlerindeki birçok canavarı biçtiğinde sayıları azalmıştı. Normalde canavarlar karanlık severdi ama bu iyiliğin karanlığıydı o yüzden canavarlar kör olmuştu. Tutulma sona erdiğinde Linphea'nın okçuları uçlarına zehir sürülmüş oklarını fırlattılar bunlar isabet ettikleri canavarları organlarını eriterek öldürürdü. Derin bir nefes aldım ve birkaç canavarı daha hakladım. Üstüm başım çamur ve kan olmuştu ama bu önemsizdi. Şu an kazanıyoruz gibi gözüküyordu ama hislerim Sky'ın bu kadarla kalmayacağını fısıldıyordu. Ayrıca Bloom'un yokluğu oldukça dikkat çekiciydi. Bunu düşünür düşünmez birkaç askeri öldüren kara bir ateş etrafa yayıldı. Ölümün kokusu buralarda kol gezmeye başlamıştı. Birçok çocuk yetim, kadınlar ise dul kalmıştı. İşte bunun olmaması için canım çıkasıya kadar savaşmalıydım. Hineria'nın elf birlikleri gelseydi işimiz daha kolay olurdu tabi. Kara ateşin kaynağına bakmaya çalışırken onu gördüm. Üzerinde kan kırmızı parça parça bir elbise vardı. İçindeki kötülük baskın gelmiş olmalıydı ki saçları simsiyah gözleri ise sarı olmuştu. Parmağını hareket ettirmesiyle çim biçer gibi askerleri biçen ateşler ortalığı cehenneme çeviriyordu. Bunu gören Andros insanları güçleriyle yangınları söndürmeye uğraşıyordu. Sirenler güzel sesleriyle erkek olan canavarların kendilerini öldürmesini sağlatıyorlardı. Robotlar vızır uçarak büyük canavarlara uğraşıyorlardı. Daphne Thoren'e baktı ve aralarında gizli bir anlaşma yapmışlar gibi bir anda Bloom'a doğru ilerlemeye başladı. Onu durdurmak için elimi kaldırdım. - Hayır Daphne dur! Sky etkisiz kalmadan Bloom eski haline dönemez. Bana ben ne yaptığımı biliyorum der gibi baktı. Riven ise Daphne'ye zarar verebilecek canavarları bumerangıyla tek tek vuruyordu. Muhtemelen son kez Bloom ile konuşup onu ikna etmeye çalışacaktı. Ne olur ne olmaz diye arkasından gittim çünkü Sky, Daphne'nin Bloom'un yanına gittiğini görürse ona zarar verebilirdi. Hançerlerimle önümü açarken bir yandan diğerlerini gözlüyordum. Miele Alfea perileri ile savaşıyordu. Ustaca fırlattığı oklarla bize yardımcı oluyordu. Babam ise haşin bir şekilde kılıcını sallıyordu. Orada kendi yansımamı görebiliyordum. Solgun ve kanla boyanmış bir ten ve hafif çökük gözlerimin yanında sabah ördüğüm örgüler iyice açılmıştı. Musa elindeki iğnelerle dans eder gibi savaşırken bir anda anne dediğini duydum. Sağıma doğru baktığımda Sky'ın sinsi sırıtışı gözümden kaçmamıştı. Muhtemelen zihin gücüyle onun gerçekte ölmüş olan annesinin yaşadığına inandırıp fırsatını bulduğunda onu öldürecekti. Bunun olmasına izin veremezdim. Bu yüzden bordo saçları ile oldukça dikkat çekici olan Riven'ı buldum. Omzuna dokununca refleksle geri çekildi. Beni görünce kaşlarını kaldırarak elimle gösterdiğim yere baktı. - Sen Sky'ı oyala ben Musa'nın sihrini bozmaya çalışacağım. Dişlerinin gıcırtısını çok net duyuluyordu. Önünü görmeden vızıldayan okların arasına kendini attığında gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Kontrolden çıkmış gibiydi. Savaş alanında genellikle kontrol gerekmezdi ama benim gibi önemli görevleri olanlar için özdenetim oldukça önemliydi. Derin bir nefes aldım ve Musa'nın yanına koşarak gittim. Nefes nefese kaldığımda kolundan tuttum. - Musa dur! Sky seni kandırıyor annenin durumunu sen de biliyorsun. Ama beni dinlemedi ve ilerlemeye devam etti hipnoz olmuş gibiydi. Önüne geçip ellerimi şakaklarına dayadım zihninde bariz bir kararma vardı. Ruhumdaki ışığı kullanarak onu Musa'ya yönlendirdim. Bu duvarı zayıflatacaktı ama benim gücüm doldurulabilirdi ve Musa'ya bir şey olursa olacakları düşünmek bile istemiyordum. - Sana yol göstersin ruhun ışığı Ve dağıtsın zihnindeki karanlığı Bu sözleri tekrar ederken ellerimden beyaz ışık su gibi süzüldü ve Musa'nın başını bir taç gibi sardı. Nihayet ışık söndüğünde Musa eski haline gelmişti. Hislerimin doğru çıktığını ise arkamdan gelen çığlıklarla anlamıştım. Sky kaşla göz arasında karanlık gücüyle bir portal açmış ve bizi büyük orman kadar büyük kara bir ejderha ile başbaşa bırakmıştı. - Hay ben böyle işin içine... Bu cümleyi söylemeden edememiştim çünkü işimiz çok kötüydü. Ben Skyix gücünü kazanmadan Sky'ı yenemeyecektik ve nasıl kazanacağımı bilmiyordum. Diğer dönüşümler fedakârlık yaparak ya da odaklanıp kendine inanarak kazanılabiliyordu ama şu ana kadar hiçbir şey olmamıştı. Enchantix formunda olan Khai'yi buldum ve elimle yanıma gelmesini işaret ettim. Yanıma konduğunda üstü başı darmadağındı ve sinirden kızarmıştı. - Khai koş ve su perilerini,sirenleri ve deniz insanlarını topla. Ayrıca buz ve kar güçlerine sahip perileri topla ejderhaya saldırıyoruz bende elimden geldiğince size yardım edeceğim! Aslında Dryadları şimdi devreye sokabilirdim ama onlar dev ağaçlar olduklarıniçin ejderha onları kömüre çevirirdi ki zaten onların dilini anlayabilen tek kişi Miele'ydi. Başını tamam anlamında salladığında yanımdan geçen Timmy'nin kolunu tuttum gözlüğünü düzelterek nefes nefese bir şekilde bana baktı. - Bir sorun mu var Flora? Ona ciddi misin der gibi baktım ve gözlerimle ejderhayı işaret ettim. - Sanırım benden Zenith'in soğuk havasını ve su taşıyıcı robotları getirmemi istiyorsun. O bunu derken arkasından dev bir örümcek yaklaşmıştı. Gözlerine hamçerleriki sapladıktan sonra hızlı bir şekilde kendimi görünmez bir kalkana aldım. - Teşekkür ederim Flora! Tebessüm ederek gezegenimin suyunu çağırdım. Diğer herkes ejderhayı köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Ben ise gideceği yerlerde toprak tepeler açıp şimşek yağdırıyordum. Derin bir nefes alarak kulağımda çağlayan suları hissettim. Kalbime bir ferahlık doldu ve sağ elimi kaldırdığımda tüm sular ejderhanın üzerine boşaldı. Ejderha derinlerden gelen bir yankıyla yere çakılırken deprem oldu düşüşüyle birlikte. Herkesten sevinç çığlıkları gelirken daha önce olmuş bir olay cereyan ediyordu. Babam koşarak yanıma geldi ve bana sarıldı. Onun fesleğen kokusunu içime çektiğimde gözlerim dolmuştu. - Buradan kaçmalısın kızım. Savaşı kaybediyoruz seni de kaybedemem. Onun benim için endişelenmesini anlayabiliyordum her baba kızı için endişelenirdi ama benim bir korkak gibi veliaht ve Nerissa'nın güçlerini taşıyan prensesi olduğum evimi bırakmamı isteyemezdi. Kolumu ondan çektiğimde kararlı bir şekilde baktım onun benimkinin koyusu olan gözlerine. - Eskiden olsa belki kaçardım ama şimdi büyüdüm baba ve onları yüzüstü bırakıp hayal kırıklığına uğratamam. Babam kaşla göz arasında yeşil demirden yapılma kılıcını bana doğrulttuğunda tamamen refleks olarak hançerlerimle onu savuşturdum ama neden bana saldırıyorduki? - Baba ne oluyor? Benim Flora senin kızınım. Annem arkamdan geldiğinde hızkı bir şekilde ona döndüm. Onun burada olmaması gerekiyordu. - Sky bizzat kendi elleriyle babanı öldürdü kızım. Gözyaşları içinde kalbini tuttuğunda bir kalkan yapıp ikimize içine aldım. - Ne bu olamaz. Hayır nasıl olur? Anlat bana anne. Derin bir nefes alarak bir süre toparlanmaya çalıştı ama yaşları hâlâ akmaya devam ediyordu. - Her şey bir anda oldu. Birkaç yaralıyı yanıma getirirken Sky onu onu arkasından vurdu. Onu aşağıya taşıdım ve Palladium ile onu iyileştirmeye çalıştım ama kılıcı büyülüymüş ve baban kollarımda son nefesini verdi. Bütün evren dönmeye başlamıştı. Savaş kuralları gereği yaralılar toplanırken kimse kimseye dokunmazdı ama Sky kural tanımazdı ve alçak bir saldırıyla babamı öldürmüştü. Ellerim ısınmaya başladığında anneme zarar vermemek için son çabasıyla debelenen ejderhaya gittim. O benim canımı yakıyorsa bende onun en güçlü silahını yakacaktım. Bunun için Bloom'u kullanmak isterdim ama o en yakın arkadaşlarımdan biriydi ona zarar veremezdim. Mavi gözleri ve siyah pençeleriyle bana yardım et der gibi bakıyordu ancak edemezdim. Domino'nun iyi ejderhalarından olsaydı kesinlikle ederdim ama artık birilerine yardım ederken iyi ve kötüyü ayırt ediyordum. İçimdeki yükselen öfkeyi açığa vurmak istercesine çığlık attığımda tenim daha da karardı ve kırmızının koyu bir tonuna büründü ve ejderhayı kendi kara ateşinden bile kuvvetli bir ateşle cayır cayır yaktım ta ki geriye kemiklerinden başka bir şey kalmayana dek. Buna rağmen içimin yangını sönmüyor aksine artıyordu. Soğuk bir el beni belimden kavrayıp kucakladığında kokusu burnuma dolmasaydı eğer Helia'yı bile yakabilirdim. Gümüş zırhındaki bazı yanıkları gördüğümde de bu sefer ona zarar verdiğimi düşünerek ağlamaya başladım. Ben herkese felaket ve kötülük getiren biriydim hatta Sky'dan bile daha kötü biriydim. Mavi gözleri anlayışla bana bakıyordu tek eliyle saçlarımı okşarken başımı göğsüne gömdüm. - Sakın kendini suçlama Flora'm. Biliyorsun Sky, Musa'nın da zihniyle oynamıştı bunu sana da yapıp yapmadığını bilemeyiz. Ayrıca belki de senin böyle düşünüp kontrolden çıkman için oynadığı bir oyundur. Babam annemin kollarında ölmüş olmasaydı bu ihtimali düşünüp belki sakin kalabilirdim ama annem de yalan söylemiyordu ya. - Boşuna bana umut verme Helia. Şu an ihtiyacım olan şey bu değil. Eğer bana umut verirsen sana inanırım ve babam annemin kollarında öldüğünü bilmesem daha büyük bir hayal kırıklığına uğrarım. Bir müddet sustuktan sonra etrafımızdaki savaş cereyan etmeye devam ediyordu. Linphea'nın kralı ölmüştü ve sanki hiçbir şey olmamış gibi insanlar savaşmaya devam ddebiliyordu. Babamın yasını beş dakika bile tutamayacak mıydım ben? - Biliyorum içinden yakıp yıkmak geliyor seni anlıyorum ve bunları demek her ne kadar benim için acı verici olsa da yasını şimdilik ertelemen gerekiyor. Her zamanki gibi haklıydı ve bir anda beni kucağına alıp diğer tarafa çevirdiğinde olanları anlamamıştım. Duygularım ve aklım o kadar karmaşa içindeydi ki sezgilerim birbirine giriyor dostla düşmanı ayırt edemiyordu. İşte bu yüzden Helia'nın beni Sky'dan gelen ölümcül saldırıdan korumak için çevirdiğini yeni yeni anlamaya başlıyordum. Bu sefer bana hamle yapan Sky'ın ta kendisiydi ve ben ejderha ile bir de yasımla uğraşırken gücümü o kadar tüketmiştim ki parmağımı hareket ettirecek halim yoktu. Ancak heybetli bedeni önümde diz çöktüğünde zaten açık olan teni daha da solmuş ve soğuk terler akıtmaya başlamıştı. - Bir kere de benim için kendini feda etme aşkım. Göğsündeki derin bir yarıktan oluk oluk akan kan yerleri suluyor ve kan zambaklarının açılmasına neden oluyordu. Cebimdeki birkaç şifalı yaprağı çıkartıp yarasına bastırdım. O ağlıyordu ama gözlerini bir an olsun benden çekmiyordu. Ölmesine rağmen hâlâ beni düşünüyordu ve bu bana çok acı veriyordu. Kaşlarımı çatarak başını dizime koydum ve yüzüne gelen saçlarını kenara çektim. - Sakın ölüyorum falan deme yaşayacaksın Helia. Kan zambakları yerlere kan damlatırken diplerinden uçlarına doğru beyazlamaya başlıyordu ve bu tek bir duruma işaret ediyordu. Helia ölüyordu. Gözyaşlarım gözlerimi yakıp tuzlu tatlarıyla ağzıma girerek çeneme yol çizdi ve elimin üstüne damladı. Helia'nın iyice soğumuş ellerin ellerimin üstüne kapaklandığında artık önümü göremiyordum sanki onunkiyle beraber benim ruhum da bedenimi terk ediyor gibiydi. - Benim ölümüm hiçbir şeyi değiştirmez ama sen yaşamak zorundasın Flora. En azından benim için bunu yap. Sağ elini kaldırıp kanlı yanağıma yasladığında başımı eline yaslayarak eline yasladım. En etkili şifa büyüleri aklıma doluyordu ama bir türlü dilimden dökülmüyordu. Şu lamet olasıca şifacılar neredeydi? Ortalık o kadar karışıktı ki göz gözü görmüyordu ve yanımıza Riven'ın geldiğini esmer teninden anlamıştım. - Helia kardeşim sakın ölme ölürsen vallahi billahi saçlarını keserim Helia'nın gülmeye çalışırken o pembe dudaklarına hiç yakışmayan kırmızı kan bembeyaz teninde tur atıyordu. - Benden sonra ona iyi bak Riven. Çiçeğim sana emanet. Riven elini omzuna koyduğunda mor gözleri dolmuştu. Onu en son Nabu'nun gerçek olmayan ölümünde ağlarken görmüştüm. - Gözün arkada kalmasın. Bu sözleri söyledikten sonra bana her zaman umut aşılayan gözleri kapanmıştı ellerimi yanaklarına koydum ve eğildim. O sadece uyuyordu değil mi sadece biraz yorulmuştu ve dinlenmeye karar vermişti. O asla beni bırakmazdı hele bu savaşın ortasında yapayalnız bırakamazdı. Umut dolu gözlerle Riven'ın mor gözlerine baktım. Sanki her şeyin kötü bir rüya olduğunu söyleyecekti ve ben gözlerimi Linphea'nın masmavi gökyüzüne açacaktım. Başını iki yana salladığında nabzını kontrol ediyordu. Elimle kalbimi tutarak yere kustum. Artık bedenim bu kadar acıyı kaldıramıyordu. - Çok üzgünüm Flora. Yeşil gözlerim beyazlaşmaya başladığında çalışkan bir kız olmanın yararlarını şimdi daha iyi anlıyordum. Etrafımdaki her şey silikleşmeye başladı ve zaten anlamsızlardı. Savaş ve barış sadece yerde yatan çekik gözlü adamla güzeldi. Kalbim onun atışlarını bulamayınca atması gerekmiyordu ve görmesini istemiyordum gözlerimin. - Flora neler oluyor? Stella bunları söylediğinde kolumdan tuttu ama onu sertçe ittirdim. Musa beni aşkımdan ayırmaya kalktı. - Flora sakın yapma sana ihtiyacımız var. O ne yapmayı planladığımı biliyordu tabi ama onun dışındakiler her şeyden habersizdi. Tenim soğumaya ve saçlarım havalanmaya başladığında kendimde Sky'dan intikam alabilecek gücü bile bulamıyordum kendimde. Açıkçası umrumda değildi ve hiçbir işe yaramayacaktı. Onu akla hayale gelmez işkencelerle öldürsem bile Helia geri gelmeyecekti ve Helia yoksa hiçbir şeyin anlamı yoktu benim için. - Flora ne yapacak Musa? - Yasaklı büyüyü yapıp kendindeki yaşamı ona aktaracak. - Öyle bir şey yapmayacaksın Flora. Stella üstümde güç kullanmaya çalıştığında acı dolu bir çığlık dudaklarımdan firar etti. Bununla beraber tükendiğini sandığım güçlerim etraftaki herkesi dört yana fırlattı. - Yeter! Layla ve Tecna kalkana vururken beni ikna etmeye çalışıyorlardı. - Onu artık geri getiremezsin Flora. Kendine kıyma olan oldu seninde onu peşinden gitmen herkesi büyük bir yıkıma sürükler. Mantıklı olan tüm sözlere kulaklarımı tıkadım. Onlar beni anlayamazdı hepsinin sevdikleri yanındaydı. Zamanında çok acı çekseler bile ruh eşlerini kaybetmemişlerdi kendilerini kaybetmemişlerdi. - Dryadlar ejderha öldüğüne göre sıra sizde hadi beni takip edin! Miele bunları söyledikten sonra arkasındaki çeşit çeşit ağaçlar katır kutur uzadı ve eğilip bükülerek insan gibi gerindiler. Yapraklardan saçları ve sakalları vardı ayrıca tırnakları aşırı uzun ve keskindi. - Tamam geliyoruz çiçek perisi şöyle dişe dokunacak bir savaş görmeyeli uzun yıllar olmuştu. Miele bir yandan oklarıyla bilinmeyen gezegenlerden gelen Sky'ın müttefiki olan insanları hiç acımadan öldürüyordu. Biliyordu ki herkeste merhamet bulunmazdı ve kendisi acırsa düşmanına düşmanı onu acımadan öldürürdü. Düzen böyle sürerdi yaşamak için öldürmek sevdiklerini yaşatmak içinse yine öldürmek zorunda kalırdın. Normalde onun benden de daha hoşgörülü,tezcanlı ve merhametli olduğunu biliyordum ama o kendisi,ailesi ve halkı için savaşıyordu. - Flora bırak onu iyileştireyim. Amcamın kızı kuzenim Crystal'e baktığımda gür bir kahkaha attım. Şu an o kadar bitmiş ve sinirli haldeydim ki doğru düşünemiyordum. - Kuzen onu gömdükten sonra gelseydin tam zamanında ulaştın. Şu an sanki Dünya üzerindeki tüm acılar bir olmuş göğsüme çörekleniyordu acımı her ne kadar kusmak, ağlamak ya da insanların kalplerini kırmak suretiyle atsam da yetmiyordu. - Bana verilen yaşamı kendi isteğimle ona veriyorum Doğa ana lütfen bana engel olma. Sky ile Valtor'un güçleri çarpışırken Dryadların pençelerinin çıkarsığı iç gıcırdatan sesler kulaklarıma doluyordu ama suyun altından geliyor gibilerdi. Helia'nın üstüne eğildim ve o çok sevdiğim dudaklarına son bir öpücük kondurdum. O ise bana karşılık vermiyordu zaten bana karşılık vermemesi için anca ölmüş olması gerekirdi ve ölmüştü de. Şimdi içimdeki yaşam ışığı dudaklarımızdan onun bedenine girerken sanki onu vuran gücün iki misli bana vurmuş gibi yere yığıldım. Hançerlerim yere şıngırtılar eşliğinde düşerken kalbim sıkışıyor midem bulanıyordu ve ruhum bedenimden zorla alındığı için acı çekiyordu. Acıdan koşup kendimi yerlere atasım vardı ama sık sık nefes almak dışında hiçbir şey yapamıyordum. O da giderken böyle mi hissetmişti? - Flora? Onun tok sesiyle bana sorduğu soruya cevap veremedim ama tebessüm edecek gücü buldum kendimde. Hızlıca üzerime eğildi ve göğsümdeki damarların kuruduğunu anlamadığı için kıyafetlerimi iyi ki uzun giymişim diye düşündüm. - Senin bu aptal nişanlın seni kurtarmak için kendini feda etti. Layla bunları dediğinde şaşkın bir nefes çekip gözlerini belertti. Şimdi onun elleri benim tenimden daha sıcaktı ama ölüyor olmama rağmen bana huzur veriyordu. - Lütfen böyle bir şey yapmadım de. Senin için kendimi feda etmedim de. Bunları derken zorlukla yutkundum ve elimle kolunu sıktım. Ona istediği cevapları veremeyecektim. - Senin ölmene dayanamazdım bunu biliyorsun hayatım. Mavi gözleri açıklaşmaya başlayıp boncuk gibi yaşlar kendilerine kolye yaparken teninde parmaklarımla yanaklarını silesim geldi ama yapamadım ve onu böylesi bir acıya sürüklüyor olduğum için kendimden nefret ettim. - Sen dayanamazdın ama ben dayanabilirdim öyle mi? Eğer böyle düşünüyorsan beni hiç tanımamışsın demektir. Sonunda Helia'nın sesini bile duymaz olduğumda bedenim hafiflemişti ve en son hissettiğim şey gözlerime düşen yaşlardı. Şu an savaş alanında mutluluktan çok hüzün vardı çünkü Linphea halkı bir günde hem krallarını hem de veliaht prenseslerini kaybetmişti. - Kızlar Flora ölse bile Sky'ın işini bitirmeliyiz. Tecna bunları dediğinde hepsi dönüşüm pozisyonu aldı ve daha sonra aralarına Bloom'fa katılınca Stella keskin bir çığlık attı. - O neydi be kızlar? Uzun bir kabusun içinde gibiydim. Siz sormadan söyleyeyim ablamın samimi konuşması beni etkilemeye başlamıştı ama onu arkasından vurmaya çalışan birini gördüğümde içimdeki karanlık azaldı ve aydınlık üstün geldi. Bunları açıkladıktan sonra mavi gözleriyle etrafı taradı. Bu arada parmak şıklatmasıyla gezegendeki tüm ateş ellerine toplandı. Her yer kapkara olmuştu ve dumanlar tütüyor insanlar öksürüyordu. - Tüm takım tamam ama Flora nerede? Musa ağlamaya başlayınca kaşlarını çattı Layla olanları Bloom'a nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. - Sky, Helia'yı vurunca Helia öldü ama Flora'yı engelleyemedik ve yasaklı büyüyü yapıp durumu tersine çevirdi. Bloom şu an şaşkınlıktan dilini yutmuş gibiydi. Helia'yı çok sevdiğini biliyordu ama kendi canını verecek kadar önemsediğini bilmiyordu. Flora'nın cansız bedeni hemen ileride yatıyordu esmer olan teni solmuş canlılığını yitirmiş yeşil gözleri belirsiz bir noktaya bakıyordu. Zırhı kırılmış ve pantolonunun paçaları yırtılmıştı. Saçları ise kir ve yara bere içindeydi. Göğsünden kanlar akıyordu ve etrafında adını bilmediği çiçekler baş göstermişti. Kalbinin sancıdığını hissetti Bloom. Bacakları titrerken hızlı adımlarla yanına ilerlediğinde yerde küçük bir gölet gördü. Kaynağına baktığında ise grimsi siyah saçlı ve uzun boylu bir adam görmüştü. Gümüş renk zırhı içindeydi ve yanında kanlı bir orak tutuyordu. - Hey sen çabuk çek ellerini onun üzerinden. Adam yüzünü döndüğünde çekik mavi gözler ve sivri çene hatlarına sahip olan arkadaşı Helia ile karşılaşmayı beklemiyordu. Bir an onu Flora'nın katili sanmıştı. Gözlerinin beyaz kısmı kan kırmızısı olmuştu ve biraz daha ağlarsa kan ağlayacak gibiydi. - Çok özür dilerim Helia. Daha önce kendime gelseydim her şey farklı olabilirdi. Buruk bir tebessüm gönderdi ona Helia. Zamanı geri alamaz ve nişanlısını geri getiremezdi ve bunun için kızıl saçlı kızı suçlayamazdı. - Belki olurdu belki de olmazdı bunu bilemezdin. Şimdi ise bize düşen şey onun hatırası olan bu gezegeni yaşatmak için Sky'dan intikam almak. Sarsak adımlarla ayağa kalktı ama Bloom onun omzuna elini koydu. - Onu güvenli bir yere götür dostum. Gerisini biz bir şekilde halledeceğiz. Helia başını salladı ve derin bir nefes alarak Flora'yı kucağına aldı. Bu manzarayı gören diğer krallıklardan insanlar önlerine bir yol açıyordu. - Her şeyin bedelini ödeyecek Sky. Şimdi her şeyin farkındayım ve ona olan sevgim bitti tamamen. Ancak o çok güçlü nasıl yeneceğiz? Demeye kalmadan içinde güneşin ışığını hissetti. Sanki bir anlığına ejderha alevi kendini geri çekmişti Ve Stella ile güçlerini değiştirmiş gibi parlamaya başlamıştı. Ayakları yerden kesilince üstünde püsküllü sarı bir üst ve pamuk gobi yumuşacık kızıl ve turuncu renkte bir etek belirdi. Saçları ise at kuyruğu olmuş bir şekilde belinden aşağı dökülüyordu. Pasparlak yuvarlak kanatları kürek kemiklerinde yerini alınca herkes şaşkın bir şekilde ona baktı buna Sky'da dahildi. - Ateşin kızı kendini buldu ve Skyix gücünü kazandı. Hadi kızlar sıra bizde. Sihirli winx Skyix! Musa bunları söyleyince hepsi dönüştü ama Flora olmadan Sky'ı yenme ihtimalleri çok düşüktü ama yine de ellerinden geleni yapaca klardı. Flora orada olmasa bile evrene ve onun ruhuna huzuru getirmeleri gerekiyordu. |
0% |