Yeni Üyelik
33.
Bölüm

🧚🏻‍♀️Zaman Çarkları🧚🏻‍♀️

@silayetimoglu

Şu an müdüre Faragonda bizi okulun altındaki bir geçide getirmişti. Burada bizim de dahil birçok perinin yendiği düşmanların resimleri ve buzların arkasında heykelleri vardı. Resimleri anlamıştım ama heykellerin neden orada olduğunu çözememiştim. Herhalde kendilerinin ne kadar güçlü olduklarını hatırlamaları içindir diye düşündüm.


Hepsinin arkasında kocaman bir buz kütlesi duruyordu. Sihir sayesinde erimiyorlardı ama içerideki adam çok heybetliydi. Diğerlerinden ayrılıp adamın yanına gittim. Etikette isminin Valtor olduğu yazıyordu. Uzun boyu ve geniş omuzları vardı ama gözleri bana çok tanıdık geliyordu. Biraz düşündükten sonra geçende çizdiğim resimlerdeki adam olduğunu anladım. Peki ben neden ölümcül bir adamı çizmiştim ve işin tuhafı onu nereden tanıyordum?


Biraz daha yaklaşayım derken omzuma bir el değmesiyle irkildim. Müdüre Faragonda gözlüklerinin üstünden şüpheci bir şekilde bakıyordu.


- Bazen bazı şeyleri çok kurcalamamak herkes için daha iyidir Bloom.


Doğru söylüyordu ama merak etmiştim işte.


- Biliyorum ama bir şekilde bakışları buzun altından olsa bile beni kendine çekiyormuş gibi hissettim.


Bir şey demeden ilerlemeye başladığında arkasından usulca geldim ama aklım hâlâ Valtor'daydı. Bir ara sihirli arşive gidip onu kesinlikle araştırmalıydım.


Şu anda karşımda gizli geçitteki adam kanlı canlı bir şekilde duruyordu. Buzun içinden çıksa bile hâlâ oradaymış gibi bir güzelliği vardı.


Çenesini sıkmaktan gamzesi ortaya çıkıyordu ancak gözleri bilge hâlini koruyordu. Onda düşmanlıktan öte bir şeyler vardı ama henüz anlamış değildim. O neredeyse tüm gezegenlere yıkımı getiren adamdı. Onun ataları gezegenimi dondurmuştu ve şu an o üç cadıyı getirmek istediğine emindim.


Onu yenebilmek için müdüre Faragonda en basit formumuzun işe yaramadığını söylemişti ve böylece birçok maceranın sonunda herkes enchantix denen dönüşümü kazanmıştı. Bu dönüşümü kazanmak için perilerin herhangi birini kurtarıp onun yerine ölüme yaklaşması gerekiyordu. Mesela Layla, Kraliçe Ligea hayata dönsün diye kendi gözlerinden vazgeçmişti. Musa Prenses Galatea'yı kütüphanedeki yangından kurtarmıştı ve dumandan boğulmuştu.


Flora arkamdaki su yıldızlarını korumaya çalışıyordu. O ise kardeşi Miele siyah söğüt gölüne düştüğünde yüzme bilmemesine rağmen peşinden atladı ve kardeşini kurtardı. Ancak kendisi çok derine batmıştı. O anlarda yaşadığım dehşet hâlâ dün gibi aklımdaydı. Tecna Andros gezegenindeki portalı kendi başına kapatmaya çalışmıştı ama asıl olaylar ondan sonra başlamıştı. Onun ölüsünü buluşumuz ve grubu dağıtmamız onun yokluğuyla başlamıştı. Daha sonra yaşadığını öğrenmiştik.


Stella, babasını kavurmak isteyen ejderhaların önüne atlamış ve sihrini tükenene kadar kalkan yapmaya harcamıştı. Ben ise Obsidyen gezegenine gidip üç eski çağ cadısını arkadaşlarımın yardımıyla yenerek kazanmıştım ancak şu an karşımdaki adam onları geri getirmeye çalışıyordu.


Ona kesinkes iyi ya da kötü diyemiyordum. Ne siyah ne beyazdı bana göre. Beni doğaüstü biri yaratmış olsa ve bir şekilde karşıt güçler tarafından yok edilse bende onu geri getirmek için her şeyi yapardım ancak gezegenlerin güçlerini çalıp onlara yıkım getirerek değil, kendimi güçlendirip araştırma yapardım. Aramızdaki fark buydu işte. Sorunları çözme tarzımız keskin bir çizgiyle ayrılıyordu.


- Bloom senle ben aynıyız bunu sen de biliyorsun. İstersen benimle gel ve beraber evrene hükmedelim.


Bana bunu teklif ettiğinde herkesin gözünün bende olduğunu biliyordum ancak kendime düşünmek için biraz zaman tanıdım.


Onun teklifini kabul edersem aileme, atalarıma, prensesliğime ve birçok şeye ihanet etmiş olurdum. Güçlü olurdum bu su götürmez bir gerçekti ama ben güçlü değil mutlu olmak istiyordum. İçimdeki ejderha ateşini sevdiklerimi korumak için kullanmak istiyordum yıkım getirmek için değil.


- Bunu bana sormuş olamazsın Valtor. Tabikide kabul etmiyorum.


Omuzlarını silkti ve bakışları bir anda saldırmaya hazır bir kaplanınkine benzedi. Ben ise onun saldırmak için hazırlandığını anlayarak siper aldım. Su yıldızlarını kullanmamız gerekebilirdi. Her güç zıttıyla barınırdı ve zor yollardan aldığımız su yıldızları benim ateşimi bile söndürebilirdi.


Ancak bir anda etraftaki her şey gidip karanlık bastığında ne olduğunu anlamadım ama karşımdaki Valtor ne olduğunu biliyor gibiydi.


- Burası neresi böyle?


Eldivenli ellerini arkasında birleştirdi ve bana doğru yürümeye başladı.


- Burası senin zihnin Bloom.


Buraya bir anda nasıl gelmiştik ve burası benim zihnimse bedenim ne hâldeydi?


O ise sanki bunu her gün yapıyormuş gibi çok rahattı ve sanki aklımı okuyabiliyor gibiydi.


- Beni su yıldızlarıyla yenemeyeceğini sen bilmiyordun ama ruhun biliyordu. Bu yüzden zihninde teke tek savaşacağız ve sen beni yenersen yok olacağım ama ben seni yenersem bedenin uyanmayacak.


Ruhum durup dururken niye aptalca bir şey yapmıştı ki? Valtor beni kandırıyor olabilirdi ama bir şekilde onun yalan söylemediğini biliyordum.


Bir anda başıma korkunç bir ağrının saplanmasıyla yere yığıldım herhangi bir saldırı hissetmemiştim. Ancak o kadar acı çekiyordum ki gözlerimi açamıyordum. Valtor yanıma gelip başımı dizlerinin üstüne koyduğunda olanlara anlam veremiyordum. Neden düşmanına yardım ediyordu ki?


- Bana ne oluyor Valtor ne yaptın?


Saçlarımı okşarken bir yandan elimi tutuyordu ve ilginç bir şekilde soğuyordum.


- Hatırlıyorsun sadece Bloom. Sen aslında Bloom değilsin. Bloom'un bedenindeki Flora'sın.


Tam karşı çıkmaya hazırlanıyordum ki her şeyi hatırlamaya başladım. Helia'yı ve en son Sky'ı yenmek için onun Eraklyon'daki inine girdiğimizde kapıların açılıp herkesin bir yana savrulmasını.


Ben hatırlamaya çalıştıkça zaman değişti mekan değişti. Ruhum kendi bedenime girerken Kiko'da cisimleşerek Helia'nın bedenine büründü. Komik ama tuhaf olan şey benim Bloom olmam onun ise Kiko olmasıydı. Onun Helia olduğunu bilseydim daha çok öperdim.


Başımın üzerinde bir dişli parçası belirdi ve doğruca elime düştü. Avcum kadar bir şeydi ama yaydığı ışığa bakılırse içinde güçlü bir sihri taşıyordu.


Herkes birer birer yanımda belirmeye başladı. Musa,Riven, Tecna,Daphne,Thoren,Layla, Nabu,Stella,Brandon ve Valtor. Onlarda da benim gibi değişik dişli parçaları belirdiğinde ortam tekrar en son olduğumuz yer olan buz sarkıtlı mağara haline geldi. Herkes birbirine şaşkın bir şekilde bakıyordu.


Daha sonra iki adım atarak Layla'ya sarıldığımda etraftan yayılan sevgi Amore'ye oldukça yeterdi. Nihayet sarılma faslı sona erdiğinde herkes yere oturup bir çember oluşturdu. Ortamızda ise Valtor bağdaş kurmuştu.


- Kehanette bahsedilen zaman çarklarını almayı başardınız tebrikler. Herkes rastgele şeyler oldu bazılarınız arkadaşlarınız bazılarınız ise.


Durdu ve elini ağzına götürerek gülmesini durdurmaya çalıştı ama pek işe yaramadı anlaşılan ki kahkaha atmaya başladı. Olanları anlamadığım için dik dik ona baktım.


- Aranızdan kim külot oldu?


Herkes gözlerini belertmiş ona bakarken Stella arkamda kendini yere ata ata gülüyordu. Kısa zamanda gülmekten ölmek deyimini gerçek kılabilirdi.


- Ne külot mu?


Musa bunu dediğinde Riven elini kaldırdı.


- Evet Musa. Hayatım boyunca bana uğramamış olan şansım nihayet geri geldi ve ben senin üstünde müzik notaları ve pandalar olan en sevdiğin külotun oldum.


Riven'ın sözleri bitince Musa domates gibi kızararak elleriyle yüzünü kapattı yanımda oldukları için onları rahat duyabiliyordum.


- Bu savaş işleri bitince evlendiğimiz gün senden onu giymeni istiyorum.


Musa'nın ellerini çekip onun dudaklarını emcüklemeye başladığında kızararak her yere baktım ama bunun daha kötü olduğunu Helia'yla gözgöze geldiğimizde anlamıştım. Dudaklarını ısırarak gülmesini tutmaya çalışıyordu ve benim gibi kızarmıştı ama onunki utançtan değildi adım gibi biliyordum.


Tam başka yere geçecekken sanki çok hafifmişim gibi beni belimden tutup kucağına çekti. Telaşla etrafa baktım herkesin içinde cilveleşemezdik.


- Utandın mı sen?


Ona ters bir bakış attım.


- Yok mutluyum da o yüzden kızardım.


Onunki de soruydu ama huyumu biliyordu ve benimle eğleniyordu.


- Bence Riven ve Musa'nın kurları içlerindeki aşkın dışavurumu. Onlar tutkularıyla gösteriyorlar duygularının büyüklüğünü. Biz ise daha çok vakit geçirerek gösteriyoruz sevgimizi.


Helia her zamanki gibi konuşuyor ve gerçekleri şıp diye söylüyordu. Ona hak vermeden edemedim. Daha sonra Valtor öksürerek dikkatleri yine üzerine çekti.


- Herkes farklı zaman diliminde farklı kişilerin hayatlarındaki farklı kesitleri yaşadı ve benimle karşılaştığınızda ruhlarınız bedenlerinize geri döndü. Sadece tek bir kişi kendisi oldu ve Skyix gücünü kazandı. Andros kraliçesi Layla!


Bunu dediğinde koşarak Layla'ya sarıldım onun adına çok sevinmiştim. Artık o da gücünü kazandığına göre grupta sadece ben kalıyordum. Açıkçası nasıl kazanacağımı bilmiyordum ve bu yüzden bir yanım endişeliydi.


- Kızlar siz kim oldunuz?


Diye ortaya bir soru attım. Layla kendini işaret etti.


- Bildiğiniz gibi ben yine kendimdim ama bu sefer kuzenim Tritannius kardeşini yani diğer kuzenim Nereus'u öldürecekken önüne atladım ve Skyix gücünü kazandım. Tecna Omega portal'ını açmaya gittiğinde Tritannius canavarların güçlerinden beslenmiş ve babası kral Neptün'ün üç dişli kristal mızrağını almıştı. Sadece mızrak kraliyet ailesinden herhangi bir deniz insanını öldürebilirdi. Bende Andros'un üstünü yönetsem bile kraliyet ailesindenim.


Nihayet sustuğunda elimle omzunu ovuşturdum. Bazılarımız hayatlarında kolay şeyler yaşamıyordu bu yüzden onlar mükemmel kişilerdi acılarına rağmen ayağa kalkmayı bildikleri ve evrene iyiliği getirdikleri için. Ayrıca hangi peri evini bırakıp kötülerle uğraşmak isterdi ki?


Bir iç çekme sesiyle arkama döndüm Tecna çok iyi becerdiği soğuk yüz ifadesini takınmıştı ama ağladığı her halinden belliydi.


- Aa ne oldu Tecna neden ağlıyorsun?


Musa bunu dediğinde herkes Tecna'ya döndü. Valtor ile bir saniyeliğine gözleri kesişti ama ben bunu hafif çekik olan gözlerimle bile fark etmiştim. Tecna'da bir haller vardı ve bir şekilde Valtor ne olduğunu biliyordu. Tecna kendi anlatmayı seçmedikçe onu zorlayamazdım ama bu olay eğer beni ilgilendiriyorsa ki perilik hislerim alev alıyordu Valtor'u zorlamaktan çekinmezdim.


- Hiçbir şey yok kızlar. Yeni anne oldum ya Andrea'yı özledim.


Bunları derken bana bakıp gözlerini kaçırmıştı. Burada kesinlikle bir şeyler dönüyordu ve bu her neyse benimle ilgiliydi. Gözlerimi kısarak ona baktım.


- Mor kar'ım peki sen kimin hayatının hangi zaman dilimindeydin?


Ben bunları söyleyince tereddüt ettiğini hissettim. Derin bir nefes aldı ve elleriyle oynamayı bırakarak bana döndü.


- Senin hayatını yaşıyordum ve geleceğini gördüm.


Bunu demesiyle Helia elini belime doladı ve beni kendine çekti. Koyu gri saçları omuzlarıma dökülürken dikkatli bir şekilde Tecna'ya bakıyordu.


- Eğer sakıncası yoksa bize ne gördüğünü anlatır mısın?


Anlatmayacak olsa bile geleceğimin pek parlak olmadığını anlamıştım ama geleceğimizi seçimlerimiz belirlerdi ve ben eğer sevdiklerim iyi olacaksa ölmeye bile razıydım. Bunu der demez Valtor ellerini kaldırarak araya girdi.


- Hey hey hey çocuklar geçmiş yaşandığı ve herkes tarafından bilindiği için anlatılabilir ancak gelecek bilinmezin kendisidir ve bazen bunun sonuçlarının ne olacağını bilemeyiz. Bu yüzden susmak herkes için en iyisi olur.


Eskiden her şeyle alay ediyormuş gibi konuşan Valtor anlaşılan şimdi işlerin ciddiyetini anlamaya başlamıştı. İntikamını alması yakındı ve bunun için yardımımıza ihtiyacı vardı.


- Zaman çarkları ile ilgili az buçuk bilgim var Valtor ama bu işin sonunda Bloom'a ne olacak?


Bu soruyu Daphne sorduğunda etrafı bir sessizlik kapladı. Valtor ellerini arkasında birleştirmiş bir şekilde düşünüyordu. Daphne'nin Bloom için endişelenmesini anlıyordum çünkü her abla kardeşini düşünürdü.


Şu an benimde aileme karşı hissettiklerim özlemekten başka bir şey değildi. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp yoga yapmayı sonra ailemle kahvaltı edip genç perilere rehberlik etmeyi ve Linphea'nın her gün yeni şeyler keşfettiğim muhteşem doğasını seyretmeyi özlemiştim.


Bu işi başarırsam daha önümde uzun ve güzel olduğunu umduğum yıllar vardı. İşte bu yüzden kaybetmek gibi bir seçeneğim yoktu. Sky ve ben bir ipin üzerindeki iki cambazdık ve bilinen bir şeydir bir ipte iki cambaz olmazdı. Onun düşüşünü görmek istiyordum.


Onunla duygusal olarak herkesin bir geçmişi vardı. Uzmanların lideriydi Helia'nın yakın arkadaşlarından biriydi ve ona karşı savaşacak olmanın nilüfer çiçeğim için ne kadar zor olduğunu o söylemese bile gözlerinden anlıyordum. Onunla yıllar süren ilişkimiz içerisinde artık kelimelere pek ihtiyaç duymuyorduk artık vücutlarımız değil gözlerimiz ve ruhlarımız dans ediyordu. Hatta artık gözlerinin her halini ezberlemiş gibiydim.

Kızgın,hüzünlü,mutlu,tutkulu,dalgın,şaşkın,umutsuz,umutlu ve daha nicesi mavi gözlerinde kendine yer bulmuştu ve ben hepsini bir için su gibi özümsemek istercesine görmüştüm.


- Bundan sonraki adım savaş. Sky'ın zaman çarklarını aldığımızı öğrenmesi çok uzun sürmez ve bu yüzden öfkelenip önüne çıkan tüm engelleri aşmaya başlayacaktır. Benim dememe gerek yok siz krallar ve kraliçelersiniz. Tabi aranızda gardiyan perilerde var ama onlar da en az kraliyet aileleri kadar büyük rol oynuyor.


Stella karışmış saçlarını düzeltirken ayağa kalktı ve elini çenesine koyarak Valtor'a baktı.


- Peki bu zaman zımbırtıları tam olarak ne işe yarıyor?


O kadar çok olay gelmişti ki başımıza herkesin aklındaki soruyu Stella sorabilmişti. İçindeki çocuksu tuhu kaybetmese bile halkı onun için oldukça önemliydi ve bu konuda bir anda ankaya dönüşebilirdi.


- Biliyorsunuz ki Sky zaman ve mekanda yer değiştirme gücüne sahip bir lord. Aldığınız zaman çarkları ise onun bu gücünü etkisiz kılacak.


Tecna elini kaldırınca bir anda önünde mor bir ekran belirdi ve oradan sayılar ve kelimeler hızla hareket etti. Daha sonra elini sola kaydırınca mor parıltılar bırakarak kayboldu.


- Sonsuz sihir arşivindeki araştırmama göre Sky 'ın gidebileceği sonsuz sayıda zaman ve mekan var ama bizim onu tutabileceğimiz sadece bir ihtimal bulunuyor.


Valtor elini şıklatarak onun elini nazikçe öptü. Timmy gözlüğünü burnuna iterek homurdanınca Tecna kıkırdamıştı.


- Senin dediklerini tercüme edeyim o zaman. Onu bir zaman ve mekanda kapana kıstıracağız ve gazabımızdan kurtulamayacak.


Dedikten sonra gri mi yoksa buz mavisi olduğunu mu anlamadığım gözlerinde soğuk bir ateş belirdi. O bu savaşı binlerce yıldır bekliyordu ve bu kadar yaklaşmışken heyecanlanması gayet normaldi.


Thoren kılıcını bileylerken kendini suçluyordu. Belki olanlar karşısında korkup sessiz kalmasa şu an başka bir hayat yaşıyor olabilirdi ama o zaman da Daphne ile karşılaşmazdı.


- Bu yine de Domino kraliçesinin sorusunu yanıtlamıyor.


Şu an Daphne kraliçe olarak Domino'yu yönetiyordu ama Sky yok edilirse otomatik olarak Thoren Eraklyon kralı olacaktı ve Bloom eğer eski haline dönerse kraliçelik ona geçecekti. Daphne'de eşinin yanında hükmetmeye devam edecekti.


Valtor derin bir nefes aldığında vereceği cevaptan herkes gibi korkuyordum çünkü yüz ifadesi iyi şeyler demeyeceğini adeta bağırıyordu.


- Bu tamamen Bloom'a bağlı. Biz dış dünyada savaşırken o da kendi içinde savaşacak ve içteki savaş her daim daha zor olmuştur. Şu an aşkı ve Sky'ın ona benden kurtulduktan sonra yaptığı bağlama büyüsüyle doğru karar veremeyecektir.


Bunu demesiyle gözlerim dolmaya başladı. Ne yani o yakutun toz olma ihtimali mi vardı? Kendi umutsuz düşüncelerime dalmak üzereyken Helia elini omzuma attı ve beni göğsüne çekti. Sanki onun kolu benim denizin dibine batmamı engelleyen bir can simidiydi.


- Şşş ağlama aşkım senin kadar olmasa da o da güçlü bir kadın sen Bloom'un hayatını yaşamadın mı? Onun onca olayın üstesinden gelmesine birebir şahit olduk. Biliyorsun ben o zaman bir tavşandım. Sen beni bazen görmesen de seni hep takip ettim.


Helia doğru söylüyordu. Bloom'un hayatının bir kısmı kabus gibiydi ama o sağsalim ayağa kalkıp gücünü korumayı başarmıştı. Kızıl saçları alev olup düşmanlarını yakmış dostlarını anne kucağı gibi sarmalamıştı. Onun ateş bahçelerindeki hayatını yaşamamıştım çünkü o anıları Bloom'a unutturulmuştu. Ben de bu yüzden ikinci hayatını yaşamıştım.


Aklıma gelen soru biraz saçma gelse de emin olmak istiyordum. Vereceği cevaptan adım kadar emindim ama onun dudaklarından duymak daha başka oluyordu benim için.


Uzanıp burnundan makas aldım yüzünün dibine girdim. Burunlarımız birbiriyle savaşırken aynısı bedenlerimiz için söylenemezdi.


- Hâlâ tavşanımsın değil mi?


Dudaklarıma tüy kadar bir öpücük kondurduğunda midemde o tanıdık kelebekler bana el sallıyorlardı ve Helia'ya ulaşmak istercesine çırpınıyorlardı. Ona karşılık vermemem mümkün değildi. Öpüşümüz şiddetlenirken ellerimi o çok sevdiğim saçlarına daldırdım. Onca tozdan sonra bile hâlâ ipek gibi yumuşak ve pürüzsüzdü. Bir ara onun şampuanını ya da her ne kullanıyorsa onu gondiklemeliydim. Ellerinin açıkta kalan belimde gezinmesiyle etraf adeta yok oldu. Şu an sadece o ve ben kaldık. Bedeninin altımda gerilmesiyle ne olduğunu anlamak için belime baktım. Zehirli hançerimin kabzasını dokunmuştu yanlışlıkla ve bu önümüzde bir savaş olduğunu ve belki de bir daha bu gibi anılar paylaşamayacağımızı hatırlatmıştı.


Elimi onun belimdeki elinin üstüne koydum ve derin mavi gözlerine bakarak tebessüm ettim. Elimi daha sonra yanağıma koydum ve onun ilk başta bana bıraktığı kadar hafif bir kelebek öpücüğü kondurdum. Bu bir nevi ona her şey iyi olacak deme şeklimdi.


- Tavşanınım tabi ne sandın? Ayrıca tesellin için teşekkür ederim. Ben evrenin en şanslı adamı olmalıyım.


Dediğinde sorumun cevabını almış oldum.


Daha sonra Riven bir ona bir bana baktı mor gözleriyle Musa onu bizden uzaklaştırmaya çalışıyordu.


- Riven bölmesene onları zaten ikisi de çok utangaç. Kırk yılda bir kalabalık içinde öpüşürken görüyoruz onları.


Gözlerimi kısarak ona baktım.


- Tabi biz Stella Brandon ya da sizin gibi şey değiliz.


Aslında o şey kelimesini dolduracak çok sıfat vardı ama ben bunu demeyecek kadar saygılı bir prensestim.


- Ney değillermiş hayatım?


Helia'nın sorusuna karşılık savaş zamanı bile ikinci kez utanıyordum. Laf sokmalarım genellikle bana giriyordu ve bu hiç hoş bir durum değildi.


- Aaa bakın eve dönüyoruz galiba Valtor portal açmış.


Valtor'un gerçekten açtığı portal konuyu dağıtmıştı. Anlaşılan artık ciddi olma zamanı gelmişti. Aylardır evde fiziksel ruhsal ve sihirsel olarak boş zamanlarında antrenman yapıyordum. Artık becerilerimi kullanma zamanı gelmişti.


Helia elimi tutup beni ayağa kaldırdığında bana daha sonra konuşacağız bu konuyu bakışı attı.


- Sizin az önce aranızda konuştuklarınızı duydum birbirinizin zihninde sohbet falan mı ediyordunuz siz öpüşürken?


Riven'ın meraklı gözleri aramızda mekik dokurken Helia pek belli olmayan gamzelerini gösterecek şekilde güldüğünde bana baktı. Yüzüme tatlı bir tebessüm yayılmıştı ve birazdan söyleyeceklerini şimdiden biliyordum.


- Bu da bizim sırrımız dostum.


- Melody'nin ulu yıldızı cuivinen aşıkların ruhlarına bağlarmış kader iplerini. Artık gözlerden gözlere akarmış sözler bulurmuş birbirlerini kullanmazlarmış dillerini.


Musa'nın bu dedikleri ruhuma dokunmuştu bu yüzden alkışlamadan duramadım. Melody'den güzel bir şiir armağan etmişti bize.


- Belki de seninle daha çok takılmalıyım Musa.


Helia bunu dediğinde etrafımızı gri ışıklar sardı. Valtor doğru yola girdiğinde içindeki kötülük azalmış iyilik artmıştı ve yavaş yavaş dengeleniyordu. Bu yüzden sihri artık siyah değil griydi.


Riven ona omuz attıktan sonra Musa Riven'ın yakasını çekiştirerek onunla aynı hizaya getirdi. Dışarıdan çok komik görünüyorlardı.


- Helia'yı kıskanmadan önce biz seninle neden bakışarak anlaşamıyoruz Riven? Yoksa cuivinen bize örmedi mi kader bağlarını? Sen beni sevmiyor musun Riven? Sen beni sevmiyorsun anladım.


Riven derin bir nefes aldığın da etrafımızda yıldızlar ve gezegenler fır dönüyordu. Herkes kısa bir zaman sonra toplanmak için evlerine sıra gelince silikleşiyordu. İlk Daphne ve Thoren gitti. Sonra Stella ve Brandon onları sırayla Tecna ve Timmy takip etti.


- Ne alakası var Musa. Ayrıca ben deli saçması efsanelere inanmıyorum.


Musa ellerini belinde birleştirdiğinde burnundan soluyordu.


- Beni sevmediğin gibi bana saygıda duymuyorsun hah!


Dedi ve elindeki yüzüğü Riven'ın avcuna tutuştururken o ikisi de yok oldu. Arkalarından bunlar iflah olmaz bakışı atarken nihayet sıramız geldi. Layla ve Nabu bize el sallarken Valtor öpücük attı bende ona attığımda nihayet Linphea 'nın yeşil bitki örtüsü görüş alanıma girmişti. Gezegenim ve doğa beni selamladı ve özlemlerini dile getirdiler. Tebessüm etmekle yetindiğimde duygularımı anlamışlardı.


Daha sonra damarlarımda soğuk su içmişim gibi bir doygunluk hissi belirdi. Sihrimin ait olduğu yer evi burasıydı ve ben eve gelince güçlerim rahatlamıştı.


Gezegenler sıcaklık derecelerine göre sıralandığı için biz en son silikleşenlerden olmuştuk. En sıcaktan en soğuğa Eraklyon, Domino, Solaria, Zenith, Linphea ve Andros sıralanıyordu. Ben bunları düşünürken saraya varmıştık bile.


- Son durumlar nasıl kuzen?


Crystal pembe saçlarıyla her zamaki gibi oldukça dikkat çekiyordu ve üzerinde buranın resmi muhafız üniforması vardı. Kendisi her ne kadar şifacı olarak zayıf sanılsa da öyle değildi. Ben hiçbir şey bilmezken yıllardır buranın prensesliğini yapmıştı ve içinde kendisinin bile bilmediği savaşçı kişiliği ortaya çıkmıştı.


- Her şey hazır Flora. Askerler bizzat amcam tarafında yönetiliyor. Yengem ise perilerin başında rehberlik ediyor. Muhafızlar ve birçok asker silahlandırıldı ancak komşu gezegenimiz Hineria'dan paralı elf askerlerine bilinmeyen bir nedenden ulaşamıyoruz.


Tüm gezegenler birlik olmuşken elflere sahiplik yapan Hineria gezegeni belirsiz bir sebeple anlaşmaya katılmamıştı. Belki de bunu Palladium ve Khai 'ye sormalıydım çünkü ne kadar varlık o kadar güç demekti. Ayrıca onları da özlüyordum şu an Khai Alfea'da abisiyle yaşıyordu. Bir sonbahar perisi olarak güçlerine iyice alışmıştı.


- Depolardaki yiyecekler arttırıldı ve doğa tam korumaya alındı. İksirler ve zehirleri hazırladım ve Miele Dryadlar ile konuştu.


Dryadlar dev ağaçlar olarak düşünülebilirdi ama onlar da bizim gibi konuşabiliyor ve dövüşebiliyorlardı. Duyguları da vardı ve önemli müttefiklerimizdendiler.


Ben Crystal ile konuşurken içten içe artık ailemi görmek istiyordum onları çok özlemiştim.


Uzaktan ailemi gördüğümde koşarak gittim onlara sarılarak ağlamaya başladım. Sıcaklıkları beni sarmıştı ve onlarsız yapamayacağımı biliyordum. Gerekirse bu uğurda kendimi feda ederdim ama onların kılına dokundutturmazdım.


Loading...
0%