Yeni Üyelik
1.
Bölüm

⌛Her Şey Limonata Ile Başladı⌛

@silayetimoglu

Bu hayat herkese hiç adil davranmıyordu. Aslında insanlar hayat diye adlandırılan soyut kavrama lanetler etse de bu düzeni değiştirmek onların elindeydi. Ancak insanoğlunun 21.yy'daki vebası tembellikti. Bir şeyler değişmeli diyorlardı ama bunun için herhangi bir çaba göstermiyorlardı.


Bazı nadir kişiler ise bunu değiştirmeyi gerçekten çok istiyordu ama nereden başlayacaklarını bilmiyorlardı. Ben sanırım ikinci kategoriye giriyordum.


İnsanların Dünyaya ve diğer şeylere verdikleri zararları duydukça veya düşündükçe kendimden utanıyordum. Yüzümü buruşturdum ama bu içtiğim çayın kaçak ve bayat olmasından değildi.


Şu an bana yol gösterecek bir lider olsa mesela bir çok şeyi başarabilirdim. Bunun için o kişinin ileri görüşlü, stratejik hareket edebilen, mantıklı ve cesur biri olması gerekiyordu.


Derin bir nefes aldım ve loş ışığın altında neler yapabileceğimi düşündüm. Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Ani bir karar vererek çantamdan bilgisayarımı çıkardım ve parmaklarım hızlı bir şekilde tuşların üzerinde gezinmeye başladı.


İnsanlara nasıl yardım edebilirim gibi şeyler ararken çıkan sonuçlar zaten benim normalde de yaptığım şeylerdi. Dükkana giren bir grubun bakışlarını üzerimde hissettiğimde onları umursamamaya çalıştım.


Ana sayfada gezinirken çok ilgi çekici bir link ile karşılaştım. Dolandırıcı olabilirlerdi pekala ama kaybedecek bir şeyim kalmamıştı bu hayatta. Fare ile üzerine tıkladığımda saks mavisi bir ekran karşıladı beni. Üzerinde değişik isimli bir çok insan gönderi paylaşmıştı. Kendi kendime bunun Facebook gibi bir uygulama olduğunu düşündüm ancak uygulama ismi bana oldukça yabancıydı. Mekanik harflerle DW yazıyordu. Peki bu DW neyin açılımıydı? Benim bildiğim tek Dw Arthur'un kız kardeşi olandı.


Biraz daha araştırma yaparken önümdeki ışığın kapatılmasıyla beraber kaşlarımı çatarak gözlerimi bu münasebetsiz hareketi yapan kişiye çevirdim. Pamuk gibi beyaz saçları olan yaşlı bir adam garson kıyafetleriyle bana bakıyordu. Mavi gözleri beni analiz ediyor gibiydi ancak çoğu insanın aksine koyu pembe saçlarıma değil direkt olarak alnıma bakıyordu ki bu psikolojik olarak bir baskı kurma yöntemiydi.


Onun bu yaşta mezarda ya da ne bileyim huzur evinde olması gerekmiyor muydu? Elindeki tepsiden bir limonata aldı ve buruşuk eliyle masama koydu. Turkuaz gözlerimi ona çevirdim.


"Pardon beyefendi ama ben limonata sipariş etmemiştim. "


Limonatayı soğuk hareketlerle önüme doğru sürükledi. Normalde bir şey bedavaya veriliyorsa işin içinde bir bit yeniği aramalıydınız.


"Ettiniz bayan..."


Daha sonra tek kaşını kaldırarak bana baktı. İsmimi sorduğunu anlamıştım ama ona uydurma bir isim verecektim. İsmimin yanlış yerlere karışmasını istemiyordum.


"Pink ismim Pink."


Dudağının bir kenarı kıvrıldığında onun artık gitmesini istiyordum. Şu an ondan daha önemli işlerim vardı.


"İsminiz Pink demek. Çok uymuş saçlarınız boya mı?"


Açık açık ona bakarak gözlerimi devirdim. Bu soruyu yirmi yıldır duyuyordum. Ben cevaplamaktan bıkmıştım ama insanlar sormaktan bir türlü bıkmamıştı.


"Saçlarım boya değil doğuştan böyleler ve bunun sizi ilgilendirdiğini düşünmüyorum."


Daha sonra dudaklarını büktü ve arkasını dönerken göz ucuyla bana baktı. Vücudumdan sanki bir elektriklenme geçmişti. Bu adam cidden çok tuhaftı.


"Doğru diyorsunuz Pink ama paketiniz kasanın orada limonatanızı içtikten sonra oradan alırsınız."


Bir dakika ama bu paketten neden benim hiç haberim yoktu? Hem benim tanıdığım çok insan yoktu. Sanki ömür boyu taşıyacak bir lanet vardı üzerimde. Kiminle yakınlaşsam bir süre sonra o kişi acı çekerek ölüyordu. Bu yüzden aşık olamıyor ya da arkadaşlık kuramıyordum.


Bunun için üzülüyordum bazen. Başka insanlar özgürce davranabiliyordu ne kadar özgür olunabilirse bu şartlarda. Ancak ben özgürlüğün anlamını unutalı çok olmuştu.


Derin bir nefes aldım ve göz ucuyla limonataya baktım. Uzun bardaktaki buzlu görüntüsüyle oldukça cezbedici durduğu aşikardı. Elimi uzattım ve küçük bir yudum aldım. Oldukça iyi gelmişti kendini içirtiyordu.


Daha sonra limonatanın altındaki küçük bir not parçasını fark ederek duraksadım. Bugün başıma oldukça gizemli olaylar geliyordu.


Küçük ve katlanmış bir kağıttı. Uzun uğraşların sonunda nihayet açıldığında okuduğum şeyle donakalmıştım.


Doğru okuduğumdan emin olmak için sesli bir şekilde tekrar ettim.


"Kaçmalısın!"


Peki ama ben neden tehlikedeydim? Şu ana kadar kimseye zararım dokunmamış kendi halimde bir kadındım.


Kararlı bir şekilde bilgisayarımı topladım ve siyah kasanın arkasına ilerledim. Kahverengi saçlı genç bir garson bana baktı ve yanıma geldi.


"Şef dışarıda seni bekliyor."


Bunu derken bir eliyle bana çıkış kapısını gösteriyordu. Hiçbir şey demeden çıkışa doğru ilerledim ama ayaklarım hiç gitmek istemiyordu.


Ay ışıltısı altında o mavi gözleri fark etmemem imkansızdı. İçerideki hali ve buradaki hali oldukça farklıydı. Üzerindeki garson giysileri gitmiş ve yerini siyah bir takım elbise almıştı. Duruşu daha dik ve kendinden emindi.


Yanıma geldi ve üzerime eğildiğinde başımı geriye doğru eğdim. Boyu gerçekten uzundu. Mavinin farklı tonlardaki olan gözlerimiz buluştuğunda ondan etkilenmiştim ama bu etkilenme herhangi bir erkeğe hoşlantı anlamında olan bir şey değildi.


Sanki birini uzun zamandır bekliyormuş ve o kişi sonunda gelmiş gibi hissediyordum.


"O grup seni peşindeydi Pink ve o baktığın sitedeki bahsedilen kişi benim."


Bir anda dedikleri ile donakalmıştım. Bu adam ne saçmalıyordu böyle?


"Dik dik bana bakıyorlardı ama benim yaşlı bir bakıcıya ihtiyacım yok hem senin adın ne?"


Elinden uzun değişik bir tornavida çıkardı ve tiz bir sesle etrafa mavi ışık yayılmaya başladı. Tornavidayı duvara dayadığında işine oldukça odaklanmış gözüküyordu bu yaşlı adam.


"Hey ben de buradayım. Onca saçma şeyler anlatıp daha sonra susamazsın."


Elimi bir anda tutmasıyla beni çekiştirmeye başladı. Olduğum yerde durdum bu adam kim oluyordu?


"Sorularımın cevabını almadan buradan bir adım daha atmayacağım."


Kaşlarını çatarak bana baktı ve eliyle alnını ovmaya başladı. Sabrı tükeniyor gibiydi ancak bende inatçı ve insanlara güvenmeyen biriydim.


"Sontaranlar aşkına bu kişiliğim seni niye seçti ki daha sessiz biri olamaz mıydın? Bu arada benim adım Doktor."


Kaşlarımı çatarak ellerimi belime koydum onun dikkati ise bilgisayarıma kaymış gibiydi.


"İlk baş garsondun daha sonra şef oldun ve şimdi de doktor musun? Doktor kim?"


Bunu dememle birlikte yüzünde manidar bir gülüş peydah oldu. Sanki bu soruları her gün duyuyor gibiydi.


"Sontaranlar evrenin polisleridir. Birkaç sene evvel ortadan kaybolan bir hastane Ay'a düşmüştü ama o olaylar biraz karışık."


Uzanıp kolunu tuttum ve dikkatini bana vermesini sağladım. Akıllı bir insandım tabikide uzaylılara inanmıyordum. Uzaylılar olsaydı bizi çoktan ziyaret ederlerdi zaten.


"Ben evrenin doktoruyum Pink. O yüzden sen benim ismimi Doktor olarak bil."


Omuz silktim ve onu takip etmeye başladım. Daha sonra dükkanın ön tarafına geldik ve bir anda içeri girdiğinde tüm gözler bize döndü. Madem kaçmam gerekiyordu o zaman neden tekrar buraya gelmiştik?


Ellerini cebine soktu ve beni izleyen grup Doktor'u gördüklerinde üzerlerindeki kahverengi kabanları tutup yere attılar.


Yeşil bir ışık yayarak bize doğru geldiklerinde elimdeki kocaman ve kuru elleri hissetmemle birlikte arkamı döndüm. Doktor'un daha önce elini tutmuştum bu o değildi. Kocaman siyah gözlerle karşılaştığımda ufak bir çığlık atmama engel olamamıştım. Zırh giymiş iki ayak üzerinde yürüyen bir gergedan beni kıskıvrak yakalamıştı.


"Doktor neler oluyor burada? Bu gergedanlarda ne böyle?"


Bir yandan ellerinden kurtulmaya çalışıyordum ve Doktor'a laf anlatmaya çabalıyordum. Ellerimin daha sonra kıpkırmızı olacağına emindim çünkü mengene gibi sıkıştırıyordu. Tırnaklarımı batırmaya kalksam kurtulamazdım. Üzerinde normal bir deri yoktu ki zırh vardı.


Doktor hızla bana doğru geldi ve parmağıyla sus işareti yaptı. Daha sonra birkaç anlamsız kelime söyledi haga huga gibi ve arkamdaki gergedan elimi bıraktığında derin bir nefes aldım.


"Sana bahsettiğim Sontaranlar bunlar işte Pink. Onlardan gergedan diye bahsetme öfkelenirlerse bizi tutuklayabilirler."


Şu an içimde öfke, merak ve korku duyguları birbirine karışmıştı ve bu midemi bulandırıyordu.


"Bana onlardan bahsettin ama dış görünüşlerini söylememiştin."


"Şu an senin olmamam gerekiyor Pink. Sen insan değilsin ve seni tutuklamaya geldiler. O yüzden sen de normal bir insan kız gibi davran ve sessiz ol ki onları ikna edebileyim."


Bu Doktor ne saçmalıyordu bu dedikleri bardağı taşıran son damlaydı. Her şeyi söyleyebilirdi ama ben insandım. Olmasaydım bir şekilde bunu bilirdim zaten.


"Doktor Saçma. Bundan sonra sana böyle diyeceğim ve ben bir insanım ama bence sen bir kaçıksın."


Kaşlarını çatarak Sontaranlar ile konuşmasını böldü ve bana baktı.


"Senin yüzünden Clara'yı mumla arıyorum Pembe Kafa."


Clara dediği kız kimdi ki? Yoksa bu adam savunmasız kızları kaçırıp üzerlerinden ticaret yapan biri miydi?


Derin bir nefes aldım ve ne konuştuklarını anlamaya çalıştım. Gergedanlardan biri gözüme bir ışık tuttuğunda bilincim kendini kapatmaya uğraşıyordu. En son duyduğum ses ise Doktor'un yükselmiş sesiydi.


"Hani onu bayıltmayacaktınız!"


"Onun türünü saptayabildin mi Doktor? Dünyada ne işi vardı?"


Doktor'un sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi açamayacak kadar yorgun hissediyordum kendimi ancak olanları net bir şekilde duyabiliyordum.


"O beşinci seviye bir gezegen olan Dünya'da yaşayan sıradan bir insan kız. Uzaylı olsaydı bunu en başta anlardım zaten. Ben bir zaman lorduyum unuttun mu?"


Zaman lordu ne demekti ve şu an neredeydim bunu bilmiyordum. Tek bildiğim öfkeydi. Ortada benim bilmediğim bir şeyler dönüyordu ve bir şeyler bilmemekten nefret ederdim.


"Uyanıyor."


Gözlerimi açtığımda bembeyaz bir ışık kamaştı ve kaşlarımı çatarak ayağa kalkmaya çalıştım. Boynuma bir şey yapıştırmışlardı ve bu beni oldukça rahatsız ediyordu.


"Arkamdan dedikodumu yapıyorsunuz ve bana bir şey anlatmıyorsunuz çok ayıp."


Ellerimi kısa saçlarımdan geçirdim ve derin bir nefes aldım. Boynumdaki şeyi dikkatli bir şekilde çıkardım. Doktor'un gözlerinde anlam veremediğim bir duygu kol geziyordu. Kaşlarımı çatarak ona baktım.


"Her şeyi tane tane ve sakince anlatır mısın bana Doktor?"


Başını salladı ve yanıma oturdu. Ellerimi birleştirdim ve cevap bekledim. Eğer bir şeyler öğrenmek istiyorsam sabırlı ve sakin olmam gerekiyordu. Öfke hiçbir şeyi çözmezdi.


"Ben aslında bir zaman lorduyum. Gallifrey gezegeninden geliyorum ve evrende, zamanda yolculuk yapabilen bir gemim var ancak sen görmeden söyleyeyim. Normalde nereye giderse o döneme uygun bir şekle bürünüyordu mesela Roma Döneminde bir heykel olmuştu ancak daha sonra Londra'ya gittiğimde bukalemun devresi bozuldu ve lacivert bir polis kulübesi olarak kaldı. Görüntüsünü beğenince değiştirmedim."


Derin bir nefes aldı ve gözlerini cama dikti. Etrafta yediden yetmişe bir çok yıldız vardı ve bu manzara nefes kesiciydi. Muhtemelen bayağı bir yüksekteydik.


"Ben Gandalf gibiyim Pink. O nasıl hobbitlere özel bir ilgi duyuyorsa ben de insanlara yakınlık duyuyorum çünkü biyolojimiz benzer."


Dudaklarını büktü ve eliyle şöyle böyle işareti yaptı.


"İki kalp ve milyonlarca beyin dışında tabi."


Gözlerimi pörtleterek ellerimi göğsüne koydum. Bu hareketimle birlikte kaskatı kesilse de benim ona zarar vermeyeceğimi bilmeliydi. Cidden iki avcuma da düzenli kalp atışları geliyordu. O cidden insan değildi.


"O kadar beyin kafana nasıl sığdı peki?"


Omuz silkti ve manidar bir şekilde tebessüm etti. Buruşuk elleri benim ellerim ile buluştuğunda bana daha çok dikkat ediyordu.


"Normalde insanlar başka çift olan neyin var gibi saçma sorular sorar. Sen ise beyinlerimi sordun. Seni sevmeye başladım Pink. Bu arada beyinlerimi çip gibi düşün. Dışarıdan norm insan beyni gibi dursa bile içindeki her bir parça diğer varlıklardan daha çok nöron ve haliyle bilgi barındırıyor."


Bu cevabı beni oldukça tatmin etmişti. Cidden zaman lordu olmak çok havalı olmalıydı. Ellerimi dikkatli bir şekilde inceledi ve akşam gördüğüm tornavidayı elime tuttu bir süre.


Karıncalanmaya başlayan elim bir süre sonra doğal olmayan bir ışık ile kaplanmıştı. Gözlerimin önüne getirdim ve dikkatli bir şekilde bakmaya başladım.


"Bu neydi şimdi?"


Hafif bir şekilde tebessüm ederek elindeki tornavidaya baktı.


"Tam da tahmin ettiğim gibi insan değilsin. Sonik tornavida gizlenmiş çoğu şeyi ortaya çıkarır yani maskeleri düşürür. Tahtalarda ise yaramıyor tabi orası ayrı mesele."


Kollarımı dizime koydum ve manzaraya bakarken tüm hayatımı düşünmeye başladım. Her şey bir yalandan ibaretti ve lanetim ise insan olmamamdan kaynaklıydı.


"Peki o zaman neden yalan söyledin Doktor?"


Bakışları ciddi bir hâl aldı ve gözleri uzaklarda bir yerlere daldı. Sanki kendini hiçbir yere ait hissetmiyordu.


"Herkes yalan söyler Pink. Ayrıca senin bulunmaman gerekiyordu. Her neyse Tardis ile belli bir süre geçirirsen çoğu canlının dillerini sana bir sözlük gibi tercüme eder o yüzden bizim ne konuştuğumuzu anladın."


Başımı anladım dercesine salladım. Ona daha soracak birçok sorum vardı ancak sorular kişiselleştikçe cevaplarını alamayacaktım o yüzden susmaya karar verdim.


Bir süre dinlendikten sonra ellerimi tuttu ve beni ayağa kaldırdı. Oldukça neşeli gibiydi.


"Hadi gel seni kızımla tanıştıracağım."


Herhangi bir sağlık sorunu olduğunu düşünmediğim için bir çocuğu olması çok doğaldı. Etrafta şu zırhlı gergedanlar dolaşıyordu ve bize bıkkınlıkla bakıyorlardı. Bunu görmekten ziyade hissediyordum.


Sonunda depo gibi bir yere indiğimizde gemisi bana göz kırpıyordu. Oldukça ilgi çekici duruyordu ve boyası gıcır gıcırdı. Etrafında birkaç tur attım. Tipik bir polis kulübesiydi. Kızı neredeydi?


"Kızın nerede Doktor?"


Ellerini çırptı ve küçük bir çocuk gibi gemisinin yanına gitti.


"Ta da işte kızım. Nasıl güzel mi? Bir de sen içini gör."


Haniden beri kızım dediği gemisiydi ve gemilerin cinsiyeti olur muydu ki?


Elini şıklattığında loş bir ışık eşliğinde kapı açıldı ve içeriden mekanik sesler gelmeye başladı. Dudaklarında gururlu bir babanın gülümsemesi vardı.


Yavaş adımlarla içine girdim. İçerisinde bir konsol odası vardı ve çeşitli kollar ve düğmeler ışık saçıyordu. İki tane koltuk hemen bir ekranın önünde yerini almıştı. İçi dışından kesinlikle daha büyüktü ama artık bu gibi şeyler bana normal geliyordu.


"Dekorunu pek sevmedim."


Yüzünü buruşturduğunda yer hafif bir şekilde sallanmaya başladı. Doktor koşarak bir metal konsolu okşamaya başladı.


"Sakin ol kızım o sana demedi alınma üstüne. Tardisim seni sevmedi Pembe Kafa."


Gözlerimi devirdim. Onun Tardisinin onayına ihtiyacım yoktu.


Loading...
0%