Yeni Üyelik
3.
Bölüm

⚜️Değişmek⚜️

@silayetimoglu

Lillian açıklıktan dışarı bakarken gecenin iyice çöktüğünü ve yıldızların ona göz kırptığını gördü. Tebessüm ederek onları selamladı zira yıldızlar atalarının taşıyıcısıydı.


Ellerini başının altında kenetleyip düşünmeye başladı. Aslında Thranduil ile arkadaş olması onun için Dünya'nın sonu değildi ve ilginç bir şekilde prens onun ilgisini çekiyordu. Sadece görüntüsü değil kalbi ve ruhuyla elflerin içerisinde parlıyordu. Onda kadim yüce krallarının yansımasını görüyordu ve biliyordu ki geleceği parlak olacaktı. O gün geldiğinde yanında olmak ve her şeyi görmek istiyordu.


Ancak şu anlık onu yeni yeni tanımaya başladığı şu saatlerden bile sabırlı olması gerektiğini anlamıştı ve kim bilir belki de bu buz katmanının altında sıcacık bir kalp bulabilirdi.


Thranduil odadan çıktığında kendi kendine sırıttığını fark edip yere çöktü. Sarayı gecenin güzel ışıklarına bırakmaya yardım eden birkaç elf oldukça şaşkın bir şekilde ona baktı. Daha önce hiç prenslerinin yere oturduğunu görmemişlerdi ve o genellikle kimsenin karşısında eğilmezdi, bunu hakaret olarak görürdü. Başını eğmezdi ama çok baş eğdirmişliği vardı. Ayrıca resmen açık açık gülüyordu sonraki efendileri. Elflerin içine umut tohumları eken de işte bu gülümseme olmuştu. İçerideki misafirin tam olarak kim olduğunu bilmiyorlardı ama prenslerine iyi geldiğini bilmemek için aptal olmaları gerekirdi. Hızlı bir şekilde bunu yaymak için ellerinde sepetlerle aşağı katlara indiler.


Thranduil arkalarından bakarken kahkaha atası geliyordu halkının şaşkınlığı karşısında eğleniyordu. Neredeyse ruhlarını teslim edeceklerdi şaşkınlıktan eh herkes zamanla değişirdi. İçerdekinin sadece varlığı ve o melül melül bakan kahverengi gözleri bile tebessüm etmesi için yeterli bir sebepti.


Etrafına bir anda kahverengi ve kızıl saçlı bir çok elf geldiğinde hızlı bir şekilde ifadesini değiştirdi ve parmağını kapılara doğrulttu.


"Yaz dönümüne birkaç ay kaldı herkes işinin başına marş marş!"


Dediğinde herkes toz olup onu yalnız bırakmıştı. Uzaktan hışırdama sesi duyduğunda kadehini yere bıraktı ve yavaş bir şekilde ayağa kalktı. Bu zarif  ve güçlü adımların sahibini nerede duysa tanırdı.


Babası yeşil kaftanını sürükleyerek yanına geldiğinde dalgalı saçları sakin bir deniz gibi dalgalanıyordu ve keskin hatları olan yüzünde huşu dolu bir ifade barınıyordu. O ifade aslında uzun bir süredir yer edinmiyordu kendinde. Doğduğundan beri birçok zorlu savaş görmüştü ki buna gazap savaşı da dahildi ve babası ile eşini kısa aralıklarla kaybetmişti. Kala kala elinde sağlamlaştırması gereken bir krallık ve biricik oğlu kalmıştı. Onu aslında taht odasından gözlüyordu ve rüzgarlar elf kulaklarına oğlunun mutlu olduğunu fısıldıyordu. Onun mutlu olması kendinin de mutlu olması demekti ve yaz dönümünde mutsuz kimse kalmamalıydı ona göre.


Thranduil başıyla selam verdi ve sırtını dikleştirerek saçını düzeltti. Meşalelelerin ve ateş böceklerinin ışığı elmas saçlarını sitrinin sarılığına çeviriyordu.


Babası kral Oropher aslında misafiri görmek için gelmişti ama oğlu dışarıda olduğuna göre müsait değildi. O yüzden oğluyla sohbet etmeye karar verdi.


"Misafirimizin kim olduğunu öğrenebildin mi?"


"Elbette öğrendim. O bana Valinor'dan gelen bir miril (vanyar elfi) olduğunu ve Orta Dünya'yı incelemek için Valar'ın onu gönderdiğini ayrıca isminin Lillian olduğunu söyledi."


Bu ufacık yalanı babasının yakalamamasını umdu ve zaten Lillian'ın güneş sarısı saçları onun bu söylemini destekliyordu. Valar'ı işin içine karıştırdığı için utandı ve onlardan kendisini affetmesini istedi. Ayrıca babasının yarı kızgın yarı şüpheci bakışlarla başını eğerek ona bakması hiç yardımcı olmuyordu. Saçlarındaki sakin deniz kabarmaya başlamıştı ve herhangi bir yanlış hareketle fırtına koparması işten bile değildi.


"En son Valar tarafından Valinor'dan elçi olarak geldiğini iddia eden birini gördüğümde sonumuz iyi bitmemişti ve hâlâ onunla ve ortalığa saçıp savurduğu kötülüğünün artıklarıyla uğraşıyoruz."


Gizlice alt dudağını ısırdı prens. Babası prensesi karanlığın efendisi ile karşılaştırarak ona güvenmediğini açıkça ima ediyordu.


"Onu görseydin ada. İçindeki iyiliğin yüzünde nakşolduğuna inanırdın."


Oropher omuz silkti ve hafif bir şekilde eğilerek oğluyla aynı boya geldi. Elini omzuna koyduğunda bakışlarında ve duruşunda kararlılık sezdi.


"Öyle diyorsun Thranduil ama Sauron Annatar adıyla Orta Dünya'ya ayak bastığında onu gördüm. Etrafına uhrevi bir ışık ve otoriter bir güç yayıyordu. Onun usta bir şekilde şekil değiştirme gücünün olduğunu bilmiyorduk yani demem o ki içindeki kötülüğü maharetli büyüsüyle çok güzel bir şekilde örtmüştü."


Elf prensi yutkunarak ona baktı ve kaşlarını çattı aslında sesinin titrememesi lazımdı fakat toyluğun getirdiği tecrübesizlikle kendine hakim olamadı.


"Eğer onun Sauron gibi kötü bir elf olduğunu anlasaydım onu bizzat kendim öldürmek için kollarıma alırdım ve hiç şüphesiz ki bu yaralı haliyle zor olmazdı. Ayrıca o kötü bir varlık olsaydı o goblinle iyi anlaşırdı."


Derin bir nefes aldığında Oropher sözlerinin devamını az çok biliyordu ama başını eğerek devam etmesini bekledi.


"Evimizi bu kadar az sevdiğimi düşünüyorsan bil ki benim sevgim seninkinden daha az ya da daha üstün değildir. Ben Doriath'ta doğmuş olsam bile çocukluğum burada geçti. Ağaçların tepesinde ve yıldızların altında koşmuşken bu şüphelerin beni oldukça incitti. Hadi bana diyorsun Sauron'da güzeldi ve sen bu kızın nuruna kapıldın. Ben o kadar iradesiz miyim kralım? Bu bu kadar kör bu kadar güçsüz müyüm?"


Gözünden düşen bir damla yaşı sildi. Neden bir elleth için bu kadar çabalayıp onu savunuyordu anlamıyorduki ama kendini durduramıyor sözlerinin arkası zehirli olduğu halde bunu kralına yöneltiyordu o anki ateşle.


"Eğer sizin canınızdan kanınızdan olmadığımı bilsem bana olan bu ithamlarınızı sineye çekebilirdim ancak beni en iyi siz tanırsınız. Yok beni yargılamaya devam edecekseniz bana güvenmiyorsunuz demektir ve ben burada olsaydı beni yargılamayacak olan tek kişinin yanına giderdim ve o kişiyi gayette iyi tanıyorsunuz."


Bir hışımla odasına gittiğinde kapıyı çarpıp yakasını gevşetti. Aslında bu yaptığı büyük bir saygısızlıktı ancak sözleri ağzından dökülmüştü bir kere ve olan olmuştu. Telafi edebileceğini düşünmüyordu olanları ve bu sözleri herhangi biri babasına söylemiş olsaydı o kişinin başı gövdesinde durmazdı.


Oropher oldukça şaşırtmıştı. Çünkü iki bin küsur yıldır oğlu ona bu tür zehir zemberek sözler etmemişti. O sadece oğlunu koruyordu ve acı çekmesini istemiyordu ancak Thranduil inat etmeye devam ediyordu.


Sakin bir şekilde bahçedeki çiçekleri sulamaya gitti. Thranduil sakinleştiğinde gelip onu bulurdu nasıl olsa.


Nihayet biraz kendine geldikten sonra masasının üstündeki raporları gördü ve kendisini affettirmek için hızlı bir şekilde raporlar üstünde çalışmaya başladı.


Sonraki sabah ise koşa koşa babasının yanına gitti başında kızıl sarmaşıktan bir taç takılıydı ve kızıl kaftanı ile uyum içindeydi.


Babasını hızlı bir şekilde selamlayıp raporları muhafıza teslim etti ve uzun kollarını babasının dinç gövdesine sardı.


"Yıllar sonra kendime yakın birini bulduğumda onu kaybetmeyi göze alamadım ve bu yüzden biraz sert konuştum. Özür dilerim Ada beni affedebilecek misin?"


Oropher şaşkınlığını çabucak üzerinden attı ve oğlunun başını okşadı. Samimi itirafı karşısında tatmin oldu ki zaten onu affetmişti. Küçükken çoğu kişi duygularına hakim olamazdı. Bu yüzden olanları olgunlukla karşıladı.


"Sauron bu Dünya'ya o kadar nifak tohumları ekti ki Thranduil. Bunu oldukça zor önledik umalım ki o da efendisinin düştüğü hataya yakalansın ve onu gafil avlayalım ama içimdeki bir ses her şeyin sende biteceğini söylüyor."


"Eğer dediklerin doğruysa Ada, sana yemin ederim ona yaptıklarını teker teker ödeteceğim ve yarın bir gün evimize yelken açıp annemi görebileceksin."


İçindeki intikam alevinin ışıdığı dışarıdan bile belli oluyordu Thranduil'in. Mavi gözleri çakmak çakmak soğuk bir alevle yanıyordu şimdi. Eğer bu aleve birkaç odun daha atılırsa kendisiyle birlikte herkesi yakması kaçınılmazdı. Annesinin uzakta olması,dedesinin katledilmesi ve bunun gibi bir çok sorunun kaynağında Sauron vardı.


"Umarım oğlum umarım. Seni sevdiğim için seni korumak istiyorum acı çekersen ben dayanamam buna biliyorsun."


Thranduil başını salladı.


"Evet şimdi seni anlıyorum. Korumak istediğin şeyler olunca haliyle kimseye güvenemiyorsun ama sen de beni anla. O kötü olsaydı bunu hissederdim."


"Korkularım beni istemeden de olsa ele geçirmiş olabilir oğlum özür dilerim."


Nihayet sık sık bahsedilen ve merakla beklenen yaz dönümü zamanı gelmişti. İlkbahar geçmiş ve yaz tüm ihtişamıyla eteklerini savurmuştu yeşil ormana.


Lillian iyice kendine gelmişti ve eve gitmek için can atıyordu ama arkadaşını bırakmak istemiyordu. Bu düşüncelerle üzerine mavi bir elbise giydi ve saçlarını at kuyruğu yaparak prensin odasına gitti.


Normalde kutlama yapılacağı için tüm orman elfleri heyecanlıydı ama henüz vakit çok erken olduğu için beyaz mermer zemini adımlayan sadece kendisiydi. Sonunda üstünde bahar çiçekleri işlenmiş kapıya vardığında derin bir nefes aldı.


"Girebilirsin Lillian. Kokun senin varlığından ve kalbinin sesi senin saçlarından önce varmıştı ruhuma."


Thranduil'in kalbini okşayan sesiyle birlikte içeri girdi. Aslında girmeseydi iyi olurdu çünkü fazlasıyla utanmıştı.


Elflerin kulakları keskin olsa bile bir elfin başka bir elfin kalbinin sesini duyması ya da dinlemek istemesi bir nevi seni seviyorum demekti.


Kapıyı arkasından kaparken arkadaşını inceledi. Thranduil bugün için kırmızılara bürünmüştü ve saçlarının iki tutamını başının arkasında yakuttan yapılma yaprak şeklindeki bir tokayla tutturmuştu. Ancak asil çehresi düşünceli gibiydi uzun elleri elindeki kağıdı yırtıp atmak istercesine tutuyordu ve kulakları kıyafetiyle uyum içerisine girmişti.


Lillian orada olduğunu belli etmek için boğazını temizledi.


"Meşgulsen seni rahatsız etmek istemem."


Thranduil duyduğu sesle beraber hızlı bir şekilde başını kaldırıp tebessüm etti. Ne zaman Lillian'ı ya da onunla ilgili bir şey görse tebessüm edesi geliyordu. Hatta şu an içinde cebelleştiği can sıkıcı durumu bile unutmuş gibiydi.


"Aslında çok meşgul değilim. Cüceler yine kendi bildiklerini okudukları için onları ziyaret etmemiz gerekebilir."


Aslında bu bir nevi Thranduil'in kendi suçuydu. Ne zaman ki babasına Lillian'ı Valinor'lu elçi diye tanıtmıştı o da her türlü diplomatik işte yanında bulunmasını istemişti. Gerekçesi ise onun engin bilgilerinden faydalanmak istemesiydi. Doğruyu söylemek gerekirse bundan hiç şikayetçi değildi. Lillian'ın bir şekilde onun yanında bulunmasını ve cıvıl cıvıl sesiyle bir şeyler anlatmasını seviyordu.


"Dertlerinin ne olduğunu bilmiyorum henüz ama canını sıktıkları belli."


Thranduil eliyle karşısındaki koltuğu gösterdiğinde Lillian rahat bir şekilde oturdu ve bacak bacak üstüne attı. Normalde kimse prensin karşısında böyle laubali bir şekilde oturmaya cüret edemezdi ama arkadaş olmalarından ve rütbe olarak birbirlerinin dengi olmalarından cesaret alıyordu elleth.


"Sınır bölgelerimizden birinde önemli zümrüt rezervleri var bunu biliyorsun ve cüceler oldukça kaba bir dille topraklarımızı onlara vermemizi istiyorlar. O arkentaşı Thror'un ruhunu çaldı diyorum da kimse bana inanmıyor."


İnanamaz bir şekilde hıhladı ve alnını ovmaya başladı. Genel olarak prens olmayı sevse de cücelerle uğraşmak oldukça can sıkıcıydı. Derin bir nefes aldı ve elindeki kağıtları meşeden yapılma masaya koydu. Dikenli jel ağacının yaprağından yapılma kalemiyle yaz dönümünden sonra ziyarete geleceklerini belirten bir mektup yazmaya koyuldu.


"Eğer ihtiyaçları olsaydı anlardım ama onlardaki maden ocaklarının eşi benzeri Orta Dünya'da görülmemişken sizin olana göz dikmelerini yanlış buluyorum Duil."


Thranduil öne doğru eğildi ve dikkatli bir şekilde mavi gözlerini karşısındaki kaşlarını çatmış ellethe dikti.


"O güzel başının içinden neler geçiriyorsun Lily?"


Birbirlerinin isimlerini kısaltıp önemli konularda fikir alışverişi yapmayı seviyorlardı. Thranduil'in kuvvetli bir elf olduğu daha ilk bakışta anlaşılıyordu ama Lillian onun içindeki nezaketi gördüğü için ona bahar anlamına gelen Duil ekiyle seslenmeyi seviyordu. Aynı şekilde Thranduil yarın bir gün Lillian'ın azametli bir kraliçe olacağını kestirse de şu an narin bir zambaktan farkı yoktu onun için.


Aslında ikisi gece ve gündüz gibiydi. Lillian her zaman makam rütbe dinlemeden halkına yardım ederdi ve adeta içlerinden biri olurdu. Onu bir gün etekleri çamur içinde çiftçilere yardım ederken diğer bir gün çocuklara masal okuyup dert dinlerken görebilirdiniz. Sesi ise gecenin karanlığının ardındaki ilk öten kuşların cıvıltısına benziyordu. Ona hayat veriyordu ve hiç bilmediği yerlere uçuruyordu.


Thranduil bunları düşünürken Lillian göğsündeki dantellerle oynuyordu. Elleth ikisinin arasındaki uyum yerine buradan ayrılınca ne yapacağını düşünüyordu. Evinde daha rahat olurdu ve herhangi bir sınırlama olmadan hükmedebilirdi ancak hayatı çok sıkıcı olurdu. Evet bir çok arkadaşı vardı ama Thranduil farklıydı işte. Çıkmaz sandığı sokaklara girdiğinde her zaman elinden tutmuştu onun ve zamanlı zamansız ona iltifat etmesi hoşuna gidiyordu, normalde sinirlenirdi ama prensin gülüşü cidden kalbini kulaklarında attırıyordu.


"Yarın bir gün orman elflerinin rahat yuvalarından çıkması gerekirse inan bana başka diyarlarla ilgili oldukça bilgi sahibi olman gerekecek ki onlar seni sıkıştırdıklarını sandıklarında sen onları tuzağa düşürmüş olacaksın."


Her ne kadar fikir alışverişi yapsalar bile diplomasi konusunda Lillian, Thranduil kadar iyi değildi ve bunu fark eden prens bu sözleri söylemişti. Aslında kendini geliştirip geliştirmediğini görmek için Yalnız Dağ iyi bir fırsat olabilirdi.


Yine anılara dalıp gittiğini fark ettiğinde gözlerini kırpıştırdı. Ne kadar zamandır o pozisyonda düşündüğünü bilmiyordu ama Duil hâlâ ona bakıyordu. Sanki bıkıp usanmadan günlerce onu seyredebilecekmiş gibiydi.


"Sizin diyarınız bizim için oldukça önemli bir konumda bu yüzden onlarla konuşmamız cüceler için iyi bir gözdağı olacaktır."


Thranduil tebessüm ederek bir anda Lillian'ın ipek gibi ellerini tuttuğunda az kalsın kalbine inecekti. Arkadaşlar birbirlerinin ellerini tutabilirlerdi bunu biliyordu ama mavi gözlü elfin ona hissettirdikleri hiçbir şekilde arkadaşça değildi.


"O zaman sen ve ben Lillian, yaz dönümünden sonra Yalnız Dağ'a gidiyoruz. Bu arada benimle kahvaltı etmek ister miydin peki?"


Aslında yapacak pek bir işi yoktu ve kabilesinden gelen yardımcısıyla kısa bir süre önce Thranduil sayesinde görüşmüştü. O yüzden tebessüm ederek kabul ettiğini belirtti ve gelecek olan kahvaltıyı beklemeye koyuldular. Envai çeşit reçeller,sütler ve meyvelerle sessiz bir keyif içerisinde bitirdiler yemeklerini.


"İşin olmadığına göre yaz dönümü için diğerlerine yardım edebiliriz diye düşünmüştüm ne dersin?"


Lillian masum bir sesle bunları söylediğinde Thranduil şaşırmamıştı onun bu isteğine. Normalde olsa kendisi halkla karışmayı pek sevmez sadece uzaktan gözlemlerdi. Bu yüzden ilginç bir deneyim olacağını düşünerek kabul etti ve elleth onun elinden tutup çekiştirmeye başladığında kahkahalar eşliğinde sarayın bahçesini geçip ormanın içine daldılar.


Loading...
0%