Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 3

@silaymea

Yavaşça yanın da uyuyan güzel kadının koluna dokundu uçak inişe geçmişti ama bu güzel kadın hala uyuyordu.

Vedat'a bu görev verildiğinde bir öğretmenden bahsetmişlerdi ama bu kadar güzel bir kadın olduğundan kimse bahsetmemişti.

İki senedir Karanları içeri tıkmak için bin türlü plan kurulmuştu. Ufacık bir köyde kendi krallıklarını kurmus beş kardeş, uyuşturucu, silah kaçakçılığı, kadın ticareti, teröre yardım ve yataklık her şey vardı bu adamlarda. Yıllar önce bir baskın da iki kardeşleri suç üstü yakalanmıştı tabi çılgına dönmüşlerdi.

Durulmak yerine saldırıya geçmişlerdi. Daha çok düşüldü peşlerine. Bir çok plan suya düşürülmüştü. İstihbarattan bile adamları vardı. Her yere rüşvet sokmuşlardı ve bir çok şantajla büyütmüşlerdi işlerini. Her yerde adam bulundurmalarına rağmen kendilerini ele vermişlerdi. Geçen sene yapılan bir baskında bir çok delil bulunmuştu ve kapanan dosyalar tekrar açılmıştı tek farkla bu sefer işin için profesyoneller girmişti.

Vedat'ta bu görevde başı çekiyordu tabi.

"Maral hanım, uyanın inişe geçiyoruz"

Yanın da melekler gibi uyuyan gibi kadın seslenmesine rağmen uyanmamıştı. Bir kaç kez daha seslenmiş sonun uyanmıştı Maral.

Mahçup bir şekil de yüzüne bakmış sonra hemen toparlanmaya başlamıştı bal gözlü kadın. Vedat bu güzel gözlerin neden bu kadar kırgın baktığını düşündü. Ne kadar saklamaya çalışsa da Maral'ın bal rengi gözleri kırgınlıkla bakıyordu.

Uçaktan indiğinde Vedat'ı yakın arkadaşı Turgay karşıladı.

Nerdeyse bir yıldır görüşmüyorlardı. Iki dost bir birini tekrardan görmenin sevinciyle sarıldılar.

Nerdeyse herkes bu iki dev gibi adamin sarılmasına bakmıştı böyle iki yakışıklı adamı yan yana görmek pek olağan bir durum değildi.

Turgay ela gözlerini kısarak biricik arkadaşını süzdü bir eksiği olup olmadığını ölçer gibiydi bakışları.

Turgay da Vedat gibi bir askerdi. Yıllarca beraber çalışmışlardı ama sonun da onlarda ayrılmak zorun da kalmışlardı.

Hemen arabaya bindiler Erzurum da felaket bir soğuk vardı. Saat üçtü ama koyu bulutlar sayesinde güneşin parlamasi hiç bir fayda vermiyordu. Arabaya bindiklerinde az da olsa ısınmışlardı. Şehrin geniş sokakların da ilerlemeye başlamışlardı.

"Sonunda geldin dostum. Gözüm yollarda kaldı biraz daha geç gelseydin başına bir şey geleceğini düşünecektim."

"Anca gelebildim bir kaç işim vardı İtalya da yeni bir iş kurdum biliyorsun ondan biraz sıkıntılar çıktı çözmek uzun sürdü. Bir de tabi öğretmenle aynı uçakta gelecektim nasıl konuşacağımı düşünüyordum ama neyse ki bir mazeretim oldu. Yerime oturmuş bende ordan çıktım yola pek birşey öğrenemedim kadın bir süre sonra uyudu hem de tüm yolculuk boyunca." Dedi Vedat o an fark etti tüm yol boyunca bulutları değilde kadının güzel yüzünü izlediğini.

Kıvrık gür kirpiklerinin nasıl yanaklarına gölge yaptığı düşmüştü aklına. Beyaz pürüzsüz yanakları.

"Turgay biz bu kadının onlardan olduğuna emin miyiz?"

"Aslında bakarsan hayır daha kesin bir şey yok. Köye öğretmeni Abdullah abi istedi ama öğretmenin getirilmesini sağlayan tabi ki Karanlar. O yüzden şuan da beklemedeyiz. Bir aksilik çıkmazsa bu akşam Abdullah abiden haber gelir ona göre düzenleriz planı üs bölgesinden bir kaç haber bekliyorum ona göre yarın akşam atağa geçeriz. Neyse ee anlat bakalim İtalya nasıldı umarım ordan güzel bir sevgili bulmuşsundur..."

Vedat bir yıldır Italya'daydı tatil için gitmiş daha sonra bir iş kurmaya karar vermişti.

Güzel havası sakin sokaklarıyla çok beğenmişti İtalya'yı. Karanlar yakalanamamıştı bunun verdiği sinirle uzaklaşmak istemişti ama görevine İtalya da

devam etmişti.

Bankada biriken tüm parasını iş kurmaya harcamıştı çokta kârlı olmuştu küçük olan işi bir senede iki kat büyümeye gitmişti.

Iki arkadaş tüm yol boyunca havadan sudan konuşmuşlardı. Konuşacak çok şeyleri vardı.

Bir saatlik yolun ardından bir dağın tepesindeki bir eve gelmişlerdi. Genelikle arıcıların kullandığı bir bölgeydi ama yıllar önce askeri bölge için boşaltılmıştı.

Her yer ağaç doluydu. Karanlar köyüne kırk, kırk beş dakika bir mesafedeydi ama arasalar da bulamayacaklari kadar ormanın derinliklerindeydi.

Iki katlı bir yapıydı dışı siyah bir boyayla boyanmıştı. Eve gelene kadar yürümeleri gereken bir mesafe vardı yapım aşamasında olan bir yol vardı ev için. Ama hala tamamlanmıştı geldikleri araba bu yol için uygun değildi. Bir arazı aracı olsaydı bu soğukta bu kadar yürümelerine gerek kalmazdı.

Yürüdükleri için üşümüşlerdi üstlerinde ki kaliteli kabanlar bile soğuktan sertleşmişti.

Eve vardıklarında Turgay hemen girip ışıkları yakmış ve şömineyi bir kaç parça odun atıp tutuşturmuştu. Içeri girildiğinde hemen sağ da bir oturma odası vardı. Geniş fazla eşyası olmayan bir evdi. Bir duvarın köşesinde şömine duruyordu içerisi dış cephenin aksine aydınlık renklerle döşenmişti. Kullanışlı ve en önemlisi güvenilir bir evdi.

"Ee nasıl buldun yeni evini." Dedi Turgay dalga geçen bir ifade vardi yakışıklı suratında. Dolgun karakteristik dudaklarının bir kenarı kıvrılmıştı.

"Çok beğendim, bayıldım da hatta. Daha uzağa yapamadınız mi evi cehennem bile daha yakındı."

"Elimizde olan buydu aslanım ve burası köye çok az bir mesafede ama onların bile bulamayacağı bir yerde. Açsındır sen şimdi vallahi bende çok acıktım dolabı doldurmuşlardı yaparım şimdi bir şeyler yeriz." dedi Turgay.

Gerçekten de çok acıkmışlardı hava da kararmak üzereydi.

Vedat deri koltuklardan birinin üzerine attı kendini yorgun olduğu her hâlinden belliydi eliyle Turgay'ı onaylayan bir hareket yaptı

"Atıştırırız bir şeyler sonra şu dosyanın üstünden geçelim yarın çok işimiz var."

"Tamamdır. Şömine de yandı, şimdi ısınır her yer. Ben ara da gelip istediklerini getireceğim. Aşağıda bir depo var sığınak tarzında ora da istediğin tüm mühimmat var. Eşyalarının hepsi üstü katta yatak odasında ama yerleştirilmedi. Bu odadan çıkınca tuvalet banyo ve fazladan boş bir oda daha var. Istediğin gibi kullana bilirsin. Bilgisayar sistemin üst katta tüm herşeyiyle hazır ayarlandı. Bir kaç güne kadar bir arazi aracı da gelmiş olur. Alt katta bir sığınak var çok lazım olmaz ama içerisi dolu. Silahlar ve diğerleri de üst katta. Eğer istediğin başka bir şeyler daha varsa gelirken ben getiririm."

"Yok hayır zamanla yerleşirim. Bir seyler çıktıkça haber veririm sana zaten." Dedi Vedat.

Aklı hala Maral öğretmekteydi içinden onlardan biri olmaması için dua etmişti nedense.

Kadınla konuşmak için ne çok gevezelik etmişti. Normalde insanlar bu suskun adamın ağzından iki kelime laf alamazdı.

Iki yıl önce terör örgütünde casus olduğu ortaya çıkmıştı. Bilgi alabilmek için bin türlü işkence de bulunmuşlardı ama adam ağzını açıp tek bir şey söylememişti. Tabi öleceğini düşünüyordu ama son anda yapılan baskınla kurtulmuştu.

Turgay mutfağa geçip hazır bir çorba ve makarna yapmıştı. Pek güzel yemek yaptığı söylenemezdi ama her Türk erkeği gibi mangalda tam bir ustaydı.

Vedat'sa yol yorğunluğunda uyuya kalmıştı önce ki gece Italya'dan dönmüştü ve çok uykusuzdu.

Turgay'ın hazırladıklarını ile o gece karınlarını doyurdular. Daha sonra ust kata çıkmışlardı. O sırada Turgay'ın telefonu çaldı. Arayan Abdullahti.

"Alo Turgay benim Abdullah."

"Biliyorum abi numaran vardı."

"Tamam Turgay. Yeni gelen Öğretmen hakkında aradım. Kızın hiç bir şeyden haberi yok. Yani onlar hakkında hiç bir şey bilmiyor. Olan bir kaç olayı da Perihan ana anlattı kız çok korktu gider mi kalır mı bilemem ama şimdilik bu kızı bu olaya dahil etmemek en doğrusu"

"Tamam abi bunu haber verdiğin iyi oldu. Biz yarın gece gireceğiz köye Vedat da bu gün geldi. Yarı gece yarısı görüşürüz."

"Tamamdır Turgay. Vedat'a selamlarımı söyle yarın görüşürüz."

                                     ****

Hava kararmak üzereydi. Maral izin isteyip dışarıya çıkmıştı. Hemen Menekşeyi aramıştı.

"Alo Menekşe canım çok özür dilerim o telaşla arayamadım seni."

"Sorun değil canım anladim zaten başının kalabalık olduğunu sevdin mi köyü, kimlerle tanıştın, yolculuğun nasıl geçti?" Maral arkadaşının sıraladığı merak dolu soruları tatlı bir gülümsemeyle dinledi.

"Köyü sevdim, küçük bir köy çok nüfusu yok ama manzarası yerleşiği çok güzel bir köy. Ev sahibi Perihan teyzeyle tanıştım. Yolculuğum da güzel geçti yanlışlıkla geveze bir adamın yerine oturmuşum onu da sonra anlatırım. Çünkü sana anlatmam gereken daha önemli bir şeyler var."

"Ne oldu kötü bir şey mi? Maral yoksa yanlış köye mi gittin?"

"Yok canım öyle şey mi olur ama keşke öyle olsaydı." Başından geçen herşeyi en kısa haliydi anlattı Menekşeye tedirgin olduğunu belli etmemeye çalışıyordu çünkü eğer tedirgin olduğunu korktuğunu Menekşe'ye belli ederse tek sıkıntıda olan Maral olamayacaktı.

"Maral, orada kalmak istediğinden emin misin? Bak eğer istemiyorsan hemen gelebilirsin. Daha öğretmenliğe başlamadın bile hatta bence hemen yarın yola çıkmalısın. Bu böyle olmaz Maral ben çok korkuyorum. Her gün senin başına bir şey gelecek diye düşünmek istemiyorum."

"Menekşe lütfen böyle yapma. Her gittiğim yerde her şey güllük gülistanlık olacak diye bir şey yok ki. Hem bak ben hiç korkmuyorum bura da çok tatlı bir arakadaş bile edindim. Korkulacak hiç bir şey yok eğer bir gün buraya gelirsen bu köyü bir görsen inan sende benim gibi düşüneceksin."

" Tamam, ısrar etmeyeceğim seni üzmek, sıkmak istemiyorum ama lütfen çok çok dikkatli ol tamam mı? Beni hep sık sık ara sakın merakta bırakma beni."

"Tamam canım söz veriyorum seni merakta bırakmayacağım ama şimdi kapatmam gerekiyor. Perihan Teyze yemek hazırlamıştı sofrayı kurmaya yardım etmeliyim seni çok öpüyorum görüşürüz."

"Tamam görüşürüz bende seni çok öpüyorum."

Telefonu kapatıp içeriye girecekti ki Meryem çıktı dışarı Maral'ı çağırmaya çıkmıştı.

"Öğretmenim Peri ninem sizi çağırıyor sofra hazır."

"Tamam Meryemcim geliyordum bende..." Maral durakladı iki saniye sonra seslendi Meryem'e. "Meryem seninle bir anlaşma yapalım mı?"

Hemen gülümsemişti meraklı çimen yeşili gözler.

"Ne anlaşması."

"Bak şimdi sen bana okul dışında Maral abla diye bilirsin ama bu ikimizin arasında kalıcak bende sana istediğin tüm kitapları veririm okursun." Kıkırdadı ikisi de. Mantıklı bir rüşveti doğrusu. Tabi bu anlaşmaya balıklama atladı küçük kız.

"Annem duyarsa çok kızar ama sen ona açıklarsın değil mi Maral abla?"

"Açıklarım tabi korkma sen gel hadi küçük hanım içeri geçelim." İki genç kız kolkola içeri girdiler. Maral bunu istemişti çünkü özel bir ilgi yerine herkes gibi olmak istiyordu bu köyde. Normal bir insanın yaşamını istiyordu.

İçeri girdiğinde sobanın onu ne kurulmuş yer sofrasının üstünde yok yoktu. Bilmediği bir kaç çeşit yemek vardı.

"Kusura bakmayın sizide beklettim arkadaşımı aramalıydım haber bekliyordu benden."

"İyi yapmışsın yavrum merakta bırakma insanları. Gel otur bak Hamide sana çok güzel dırş yaptı. Bura da dırş derler ama Türkçesi ekşi demek. Ekşinin içine şeker şu koyup haşlanırız mis gibi olur bak ekmeğin üstüne döktüm senin için beğenirsen sana da yapmayı öğretirim." Maral, Perihan teyzenin heyecanla anlatıklarını dinliyordu.

Meryemse kıkırdayıp oturdu sofraya.

"Peri ninem dur bir Maral ablam yesin sonra anlatırsın." Abla dediği an annesinin gözleri üstüne dönmüştü Maral hemen açıklama yapmıştı.

"Dur, dur Hamide kızma çocuğa ben söyledim abla demesini. Tabi okul dışında değil mi Meryem?"

"Evet annecim söz veriyorum sadece sizin yanınızda Maral abla diyeceğim."

"Ama öyle şey mi olur Maral? Sen onun öğretmenisin."

"Ne olucak bir şey olmaz izin ver çocuk istediği gibi davransın hem inan benim için daha iyi olucak kendimi daha iyi hissedeceğim."

"Peki , iyi bakalim siz nasıl isterseniz öyle olsun kızlar."

Meryem izni kopardığı için mutluydu. Annesi çok kuralcıydı. Köyde büyümesine rağmen hiç çıkıpta doya doya gezememişti. Hem zaten Babasının kasabadan getirdiği kitapları okumayı daha çok severdi.

Maral Perihan teyzenin bahsettiği yemeği çok sevmişti. Başta ağzında ekşimsi bir tat bırakıyordu daha sonra geriye tatlı bir tereyağı tadı kalıyordu. Tüm yemekler çok güzeldi. Maral yıllardır kalabalık sofrada yemek yememişti.

Kaybettiği ailesine tekrar kavuşmuş gibi hissetmişti ilk günden böyle hissetmesi normal gelmiyordu. Hatta çok da çekiniyordu ama bal rengi gözleri bu çekinme işini çok güzel bir şekilde saklıyordu. Abdullah bir ara sofradan kalkmış biriyle konuşup gelmişti.

O sıra da da Maral,Hamide ve Meryem de sofrayı toplamışlardı el birliğiyle bulaşıkları halletmişlerdi. Sobanın üstündeki güğüm de kaynayan suyla çay yapmışlardı. Maral bu çayı Izmir'in lüks cafelerinin hiç birinde bulamayacağını biliyordu.

"Abdullah oğlum bu gece sizde burda kalın yerimiz çok gecenin karanlığında hiç yürümeyin şimdi."

"Evet babacım lütfen peri ninemde kalalım hem sabah ninem bize pişi de yapar. Maral abla Perim'in pişileri çok güzeldir. Bir yedin mi bir daha bırakamazsın." Maral güzel bir kahkaha atmıştı.

"Eğer böyle giderse iyice kilo alacağım desene." Herkes gülmüştü bu dediğine.

"Yok kızım inceciksin hatta birazcık kilo bile alsan iyi olur." Demişti Perihan Teyze. Maral bu dediğini düşündü bir an aslında tatlı, minik bir göbeği bile vardı.

O sıra da Hamide de Meryem'i onayladı.

"Evet canım bu gece burada kalalım Hem Maral da yeni geldi. Bu gece bura da onunla kalalım."

"Tamam o zaman siz ne derseniz o hanımlar. " Bu karara en çok Meryem sevinmişti. Yıllardır bu köyde tıkılı kalmış bir genç kızdı. Dışarıdan gelen tek kişi Maral'dı ve Meryem bu kadını deli gibi sevmişti. Olmayan ilk arkadaşı öğretmeni olmuştu. Belki de bu da onun için büyük şanstı.

Çaylarını içip sohbet etmişlerdi. Abdullah, Hamide'ye nasıl aşık olduğunu anlatmıştı. Tabi her şeyi en ince ayrıntısına kadar Hamide"den dinleyecekti Maral. Erkekler bu konuda hep en kısa olanını anlatırlardı.

Gece geç saate kadar oturmuşlardı. Kızlar Perihan teyzenin odasında yatmışlardı. Geniş dikdörtgen bir odaydı. Duvarda oturaklı bir cam vardı. Hemen yanında Perihan teyzenin yatağı vardı.

Abdullah yere üç tane döşek sermişti. Bir başta Hamide bir başta Maral yatıyordu aralarına da küçük Meryem girmişti. Abdullah'ta kendi yatağını güvenlik açısından oturma odasına sermişti. Kimseye belli etmemeye çalışsa da Hamide ve Perihan teyze anlamıştı. Yarın bu saate Vedat ve Turgay gelmiş olurlardı. Abdullah hala bu olaya Maral'ın girmesini istemiyordu. Köye daha yeni gelmişti. Her an pes etme payı vardı. Bunu göze alamazlardı. Abdullahta kapadı gözlerini yarın ola hayır ola diye geçirdi içinden.

'Küçük bir kızın sesi vardı kulakların da Maral'ın. Bu ses daha çok acı bir çığlığa benziyordu. Sanki bütün dünya etrafında dönüyordu. Dumandan hiç bir şey göremiyordu. Bağırdı bir kaç kez ama Maral bağırdıkça küçük kızın çığlıkları uzaklaşıyordu.

'Kimse yok mu? Neredeyim ben' durmadan aynı şeyleri tekrar ediyordu Maral. Sonra bi anda tüm dumanlar kayboldu. Her yer de su vardı. Yerler ıslaktı nerede olduğunu kavrayamadı bir anda. Koluna biri çarpıp geçmişti. Arkasını döndüğünde kocaman bir ev alevler içindeydi. Önünde Nuray annesiyle Kemal babası vardı. Onları görünce yanlarına gitmek istedi ama ayaklarını hareket etiremiyordu. Biri daha çarptı koluna bu koşanlar itfaiye erleriydi. Nuray annesi elinde bir kız çocuğuyla duruyordu. Maral daha dikkatli bakınca o çocuğun kendi küçüklüğü olduğunu anladı. Nuray annesine seslendi ama Bir anda her yerini alev kaplamıştı. Çığlık atıyordu ama sesi bir türlü çıkmıyordu. Bacağında çok feci bir acı hissetti yanan bir ödün parçası ayağına düşmüştü. Annesinin sesini duyunca çığlık atmayı bırakmıştı. Bu öz annesiydi tam karşında duruyordu. 'Maral'ım sakın ağlama bak ora da ki senin yaranı iyileştirecek sakın ağlama annecim' dönüp arkasına baktığında kocaman bir yeşilliğin içinde biri tek başına duruyordu. Maral annesine doğru uzandı "anne ben çok korkuyordum lütfen tut elimi" annesini kafasını sallamıştı hayır anlamında Maral tekrar uzattı elini annesini tutabilmek için ama tutamamıştı koca bir yangının içine girmişti annesi acı bir çığlık daha duydu Maral. Bu onun çocukluluğunun çığlıydı.'

"Maral,Maral uyan canım sadece rüya." Maral gözlerini açtığında karşısında Hamide vardı. Derin bir nefes aldı. Çok korkmuştu. Bir an her şey gerçek sanmıştı.

"İyi misin Maral."

Annesini hep görürdü rüyasında ama her seferinde saçlarını okşar giderdi. O yangın gecesini hiç hatırlamıyordu. Yangın olduğunda daha beş yaşındaydı. Hatirlamamasi çok doğaldı ama anne ve babasını çok iyi hatırlardı. Yangından kurtulan bir kaç fotoğrafları vardı. Yüzlerini unutmamasina çok yardımcı oluyordu.

"Evet, iyiyim kötü bir rüya gördüm sadece. Özür dilerim seni de uyandırdım." Hamile kadın da endişeyle Maral'ın korkudan bembeyaz olmuş yüzüne bakıyordu.

"Belki yatağını yadırgamışsındır. Al şu suyu iç iyi gelir yüzün bembeyaz olmuş korkudan." Maral Hamide'nin uzattığı suyu içip girdi tekrar yatağına. Hamide kalkıp ışığı söndürmüştü sonra o da girdi yatağına. Maral yan dönüp göz yaşlarını saklamıştı. Kafasını kaldırıp tavanı izledi bir damla yaş aktı gözünden. Küçükken o yangında sol bacağına bir odun parçası girmişti. Şimdi derin bir yara izi vardi sol bacağında. "Keşke bende ölseydim o yangında" diye geçirdi içinden. Iki sene yurtta kalmıştı sonunda Nuray ve Kemal çifti onu alabilmişlerdi. Maral şimdi iki ailesi de olmadan yapayanliz kalmıştı bu dünya da. Zorda olsa uyumuştu. Sabaha kadar sadece bir saat uyuya bilmişti.

"Kalkın hadi kalkın eğer hemen kalkmazsanız tüm pişileri ben yerim"

Maral çimen kızın sesini duyunca açtı gözlerini. Hamide de uyanmıştı.

"Ama Meryem böyle mi uyandırır insan annesini gelir iki öper, sarılır." Meryem hemen atlamıştı yatağa annesinin hamilelikten tombullaşmış beyaz yanaklarını öpmüştü. Maral sevgiyle baktı anne kıza.

"Öper tabi annecim ama eğer hemen uyanmazsanız tüm pişileri yerim ona göre."

"Tamam deli kız. Baban uyandı mı?"

"Evet uyandı. Soba için tezek getirmeye gitti. Şimdi gelir. Perim de mutfakta pişileri kızartıyor. Hadi Maral abla sende uyan hemen. Bende gidip nineme yardim edeyim."

Meryem koşarak çıkmıştı odadan iki kadın kalkıp giyindiler. Erzurumda feci bir yağmur vardı bu gün. Maral yünlü beyaz kazağı ve krem rengi midiboy eteği ile çok güzel görünüyordu.

Ustune bir tane hırka aldı. İçeriye girdiğinde Abdullah sobayala uğraşıyordu. Meryem elinde kahvaltılıkların olduğu tepsiye girdi içeri. Maral kalkıp yardım etmişti Meryeme. Hemen kurmuşlardı sofrayı.

Hamide koca bir tabak pişiyle girdi içeri. Bir elinde olan pişiyi zevkle mideye indirmişti. Abdullah hemen karısının elinde almıştı tabağı sonra şakağına sevgi dolu bir öpücük kondurmuştu.

"Günaydın Maral kızım. Hadi çocuklar oturun sofraya soğumasın yiyecekler."

"Günaydın Perihan teyze niye bu kadar zahmete girdin. Ellerine sağlık her şey çok güzel görünüyor."

"Afiyet olsun kuzum ne zahmeti ben sizin gibi güzel yavrularıma değilde o mendebur Hasan'la uğursuz Gülere mi yapacaktım."

Abdullah bu dediğine gülmüştü abisi ile hiç bir zaman iyi anlaşamamışlardı. Hep kötü anılarla doluydu yaşantıları. Rahmetli babaları öldüğü günden beri tüm köyün burnundan getirmişlerdi hele ki büyük ağabeyi Hasan.

Kahvaltı boyunca gülüp eğlenmişlerdi. Hamide yaptığı şakalar ile Maral'a büyük kahkahalar atırmıştı.

Kahvaltıdan hemen sonra tekrar çay konmuştu. Maral'ın bu iki günde bu köyde öğrendiği ilk şey Erzurumluların çok fazla çay içtiğiydi. Bu kötü bir şey değildi çünkü Maral da çok severdi çayı.

Çay içip Maral'ın evine geçmişlerdi. Daha gelmeden Perihan teyze evi temizlemişti. Sadece eşyaların yerleştirilmesi kalmıştı. Perihan teyzenin evinden bir bahçeye çıkılıyordu.

Ortak bahçeden Maral'ın evine giriliyordu. Geniş bir salon vardı hemen bahçeye bakan.

Mutfakta hemen oturma odasının yanındaydı arka bahçeye açılan bir balkonu vardı. Arka oda da yatak odasıydı ağaçlık alana bakıyordu Maral bu eve bayılmıştı. Izmır de ki evinden bile güzeldi. Bir saate kadar eşyaları gelmişti. Nakliye şirketinde ki çocuklar tüm eşyaları eve indirmişlerdi. Abdullah da onlarla yardım etmişti.

Bu gece yine Perihan teyze de kalacaktı evinin oturma odasına yerleştirmişti bile koltuklarını ve sehpasını hemen düzenlemişti. Meryemin de yardımıyla tüm kitaplarını duvara monte ettiği kütüphaneye yerleştirdiler. Oturup muhabet etmeye başladılar.

"Kızım sana şimdi bir soba da lazım çok üşürsün bu evde olmaz böyle."

"Elektirikli sobam var Perihan teyze eğer çok lazım olursa alırız bir tane merkezden."

"Tamam yavrum sen nasıl istersen öyle yaparız."

Maral'ın telefonu çalınca izin alıp bahçeye çıkmıştı arayan Hakan'dı. Açıp açmamak arasında kaldı. Ne olabilirdi ki birde çok önemsiyormuş gibi yüzüne mi kapatacaktı. Çok fazla konuşmaz kapatırdı.

"Efendim"

"Alo Maral, ben...şey nasılsın diye aramıştım" Hakan'nın sesi mahçup gibi geliyordu. Oysa sahil de hiç de mahçup gibi değildi. Hatta yetmezmiş gibi Maral'ı tehdit bile etmişti.

"Iyiyim Hakan teşekkür ederim de bunun için mi aradın."

"Aslın da hayır. Evine geldim ama taşındığını söyledi ev sahibi. Maral lütfen neredeysen söyle bir defa görüşelim, konuşalım çok aradım seni ama hiç birine cevap vermedin. Haklısın da o son söylediklerim de ayıp ettim. Bir anlık sinirle çıktı her şey ağzımdan." Maral dediği hiç bir mazereti umursamamıştı.

"Hakan biz buluşamayız."

"Hemen hayır deme geleyim neredeysen konuşalım."

"Hakan ben Erzurumdayım yani görüşmemiz imkansız ki zaten ben seninle artık görüşmek bir kenara dursun konuşmak bile istemiyorum. Sana kızgın ve ya kırgın değilim lütfen bir daha arama beni"

"Ne bir dakika bir dakika sen o lanet olası yere gittin mi? Maral sen nasıl gidersin sana oraya gitme demiştim."

"Bundan sanane, kimseye hesap vermek zorunda değilim hele ki sana hiç değilim ben burda gayet mutluyum."

"Aklım almıyor bunun nasıl bir yanlış olduğunu nasıl göremezsin sen."

"Bana bağırma Hakan. Ne yanlışından bahsediyorsun burayı bilmiyorsun bile."

"Ben senin için dedim yani sen Izmır de doğdun büyüdün ya hani orda zorlanirsin diye dedim senin için."

"Sen benim için hiç bir şey söyleme Hakan. Kendine iyi bak kapatıyorum."

Cevap bile vermesine izin vermemişti. Keşke hiç açmasaydı telefonu boş yere canını sıkmıştı. Bir de utanmadan seni düşünüyorum demişti. Onu düşündüğü zamanları da görmüştü. Hemde sarışın bir güzelle öpüşürken.

Kafasını çevirip ağaçların üzerine sertçe çarpan yağmur damlalarına baktı. Aklına deniz kenarında ağladığı gün gelmişti.

Nasıl da berbat hissetmişti o gün kendini. Yok olmak istemişti. Her şeyiyle her zeresiyle yok olmak istemişti. Tüm suçu kendine yüklemişti başta. Her yönden yetersiz, beceriksiz hissetmişti. Mutlu olmayı beklediği adam başka bir kadının kollarında mutluydu. Başkasının bakışlarıyla dokunuşlarıyla mutluydu. Belki de Maral'a her sarıldığında o kadını düşünmüştü. Gözlerine bakıp seni seviyorum diye fısıldadığı tüm anlar artık yalan geliyordu. Insan bir yerde vazgeçmesi gerektiğini anlardı, oradan uzaklaşması gerektiğini tüm kapıların yüzüne kapandığını ama asla umut etmekten vazgeçmezdi aşk dediği merete en kalın halatlarla bağlardı kendini, umudunu. Bilmiyordu ki aptal gönül bağladığı tüm halatlar incecik bir dala bağlıydı ne kadar çok sıksa o kadar hızlı kırılacaktı. Maral bunu bilmiyordu aşk sandığı şeyin kuru bir dal olduğunu. Işte şimdi vazgeçmişti. Erzuruma gelip yeni bir hayat kurmuştu. Içinde aşk olmayan sadece mutluluk ve huzur olan bir hayat kurmuştu ve tüm halatlarını kendi bileğine dolamıştı istediği zaman istediği yere bağlayacaktı.

"Maral üşümedin mi dışarıda?" Gelen Hamide'ydi kapı pervazına yaslanmış sevimli karnıyla öylece duruyordu.

"Aslında hayır, baksana hava ne güzel mis gibi toprak kokuyor."

"Evet burası dağların çevrelediği bir yer ondan havası mis gibidir. Ilk geldiğim zamanlar hep Abdullahla çıkardık gezerdik her yeri Meryem o zamanlar iki yaşındaydı. Tabi bende daha çok gençtim. Abdullah Meryem'i omuzlarında taşırdı. Akşam eve geldiğimizde her yerleri toprak olurdu. Aynı şimdi ki gibi toprak kokarlardı."

"Evlendiginizde sen kaç yaşındaydın"

"On dokuz yaşındaydım evlenir evlenmez Meryem oldu. O daha iki yaşındayken geldik bu köye. Başta hiç alışamayacağımı düşünüyordum ama insan bir dayanak bulunca her şeyin üstesinden geliyor. Çok kötü şeyler yaşadık ama hep iyi şeyler yaşayacağız diye bir şey de yok değil mi?"

"Evet haklısın. Her zaman peşinden koştuğumuz şey mutluluk oluyor ama aslında aradığımız tek şey huzur." Bunu yağan yağmura bakarak söylemişti.

"Hiç aşık oldun mu Maral. Özel bir soru ama ayıp olmuyor değil mi?"

"Hayır hayır tabii ki de ayıp olmuyor. Aa... aslında bakarsan aşık olduğumu düşündüğüm zamanlar oldu. Hiç bir şey görmediğim deli divane olduğunu düşündüğüm zamanlar. Bu aşk mi bilemem ama kalp kırıcıydı."

"Aşk değilmiş o halde."

"Nasıl yani. Nerden anladın bunu?" Çok ciddi bir konuşma gibi değil de sanki yıllardır tanıdığı bir arkadaşıyla ayak üstü sohbet ediyormuş gibi hissediyordu kendini.

"Hiç bir şey görmediğim zamanlar oldu dedin ama insan aşık oldumu her şeyi daha farklı görür tabii aşık olduğunu düşündüğü zaman her şeyi görmezden gelir. Onun için her şey boştur çünkü sadece anı yaşar kimse umrunda olmaz. Bu aşk degil insan aşık olduğu zaman her şeyi daha çok dikkate alır her ayrıntıyı önemser en küçüğünü bile."

"Haklısın." Dedi Maral. Hamide'nin dediği her şey doğruydu çünkü tam da dediği gibi olmuştu her şey.

"Buraya geldiğin için mi ayrıldınız?"

"Hayır aslında daha farklı bir şeyden" Maral bunu itiraf etmeye çok utanmıştı ama onun hiç bir suçu yoktu.

"O beni aldattı buraya gelmeden önce de bitirdik ilişkimizi."

"Ben özür dilerim Maral bunu sormamalıydım." Hamide gerçekten de bu soruyu sorduğu için çekinmişti.

"Niye özür diliyorsun ki beni sen aldatmadın sonuçta." Maral gülümsemişti. Kadının üzülmesini, kendini kötü hissetmesini istemiyordu.

"Anne gelsenize içeri ne yapıyorsunuz burada"

"Maral ablanla muhabbet ediyorduk kızım. Dalmışız geç sen biz de geliriz şimdi."

"Tamam annecim." Iki kadın da girmişti içeri Meryem'in arkasindan. Içeri girdiklerinde Abdullah televizyonun bağlantılarını yapıyordu. Perihan teyze de elinde ki patiği örüyordu.

Abdullah bağlantıyı yapmıştı sonra da hep beraber eve dönmüşlerdi. Perihan teyze akşam yemeğe davet etmişti onları. Maral ve Perihan teyze de geçmişti eve. Çok yorulmuşlardı Maral hemen bir duş almış sonra da sobanın Önüne oturup ısınmıştı. Bu güzel aile olmak bile öyle iyi gelmişti ki kırgın ruhuna.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%