@sim_onjja
|
Nasıl olduğunu söylemeden gitmeseniz, olur mu?
7 YIL ÖNCE
Kulaklığımdaki müzik bir anda kesildi. Kafamı kaldırdığımda, üç metre ötemde iki araba çarpıştı. O an her şey öylesine hızlı gerçekleşti ki ne gördüğümü ne de duyduğumu tam olarak anlayabildim. Ancak saniyeler sonra gelen büyük bir patlama, bedenimi geriye doğru savurdu.
Yere düştüğümde zaman durmuş gibiydi. Derin bir nefes almayı başardığımda, göğsüme inip kalkan elimle birlikte kalbimin sıkıştığını fark ettim. Gözlerim hızla patlamanın olduğu yere kaydı. Alevler yükseliyordu. Sesler karmaşık, görüntüler silikti. Ama tek düşündüğüm şey, orada kimin olduğuydu.
Zorlukla ayağa kalktım. Düşe kalka arabaların olduğu yere koştum. Beyaz arabanın kaportasından alevler yükseliyordu ve içinde kimseyi göremiyordum. “Beni duyabiliyor musunuz?” diye bağırarak sırt çantamı yere fırlattım ve siyah arabaya koştum.
Yerde ters dönmüş bir plaka vardı. Ayağımla dokunduğumda plaka yuvarlanarak yüzünü gösterdi: "58 ELF 1900." Kalbim duracak gibi oldu. Gözlerim karardı, zihnimde yankılanan tek bir düşünce vardı: “Bu onların arabası olamaz. Hayır, mümkün değil...” Gözlerim hızla doldu. O an her şey sustu.
Korkuyla haykırdım ve siyah arabanın yolcu koltuğunun kapısını zorlamaya başladım. Ellerim titriyordu. “Beni duyan var mı?” diye bağırdım. Kapı inatla açılmıyordu. “Lütfen anne! Baba! Siz içeride olmayın, lütfen!” Çığlıklarımın arasından bir el omzuma dokundu. Biri beni kendine doğru çekti.
“Hemen ambulansı arayın!” dedi sert bir erkek sesi. Bana sarılmaya çalışan adamın kollarından sıyrılarak bağırdım: “Abi bırak! Annemle babam içeride, lütfen bırak!” Adam, beni durdurmaya çalışarak, “Kızım, sakin ol! Kurtaracaklar!” dedi.
Fakat hiçbir şey beni tutamazdı. Adamın kollarından kurtulup arabaya koştum. Kırılan camlardan içeri baktığımda onları gördüm. Annem… Babam…
Annemin yüzü kan içindeydi, babamın kulağından ince bir kan sızıyordu. Gözlerimi kapatıp çığlık attım. “HAYIR!” O an her şey bitti. Gözlerimin önünde onları kaybetmiştim. Sesler sustu, görüntüler bulanıklaştı ve dünya benim için karardı.
---
HİÇBİR ŞEYİN AYNI KALMADIĞI GÜN
Gözlerim tavana boş boş bakıyordu. Odamın karanlığı, bedenimi bir kefen gibi sarıyordu. Annemin kokusunun sindiği eski sweatshirt’üne sıkıca sarıldım. Halam sessizce odama girip yatağımın yanına oturdu. “Kalk kızım. Bir lokma bir şeyler ye. Günlerdir açsın,” dedi. Kolumu okşuyordu, ama ben donuk bakışlarla ona bakmaktan başka bir şey yapamadım.
“Gözümün önünde oldu… Saniyeler içinde,” dedim kısık bir sesle. Derin bir nefes aldım, annemin kokusunu tekrar içime çektim. Halamın oğlu Meriç içeri girdi ve halama seslendi: “Anne, aşağıda dayımla çarpışan aracın sahibinin bir yakını varmış.”
O an kalbim yeniden sıkıştı. Halam hızla odadan çıkarken istemsizce kalkıp yavaş adımlarla peşine düştüm. Merdivenlerin birkaç basamağını inip salona baktığımda, halam ve eniştemin karşısında oturan takım elbiseli bir adamı gördüm. Adam kırklı yaşlarda, ifadesiz bir yüzle oturuyordu. “Bize bıraktıkları tek şey kızları Lavinia,” dedi eniştem sessizce.
“Benim oğlum bana hiçbir şey bırakmadı,” dedi adam soğuk bir şekilde. Sesindeki duygusuzluk tüylerimi ürpertti. Halam dayanamayarak sordu: “Buraya geliş sebebiniz nedir?”
Adamın yüzünde tuhaf bir tebessüm belirdi. “Merdiven basamağında bizi dinleyen küçük hanımla konuşmak istiyorum,” dedi. Hepsinin bakışları bana döndü. Boğazımı temizleyip yavaşça aşağı indim.
“Başın sağ olsun,” dedi adam kısa bir nefes vererek. Beni süzüyordu. “Kazayı gören tek kişi sensin. Okuldan mı dönüyordun?” diye sordu. Birkaç saniye bekledikten sonra alaycı bir tonda devam etti: “Ya da intihar etmeyi mi düşünüyordun?”
Bu sözler beynimde yankılandı. “Ne saçmalıyorsun sen?” diye haykırdım. Halam hızla yanıma gelerek beni kendine çekti. “Bu ne saygısızlık!” diye adamı azarladı. O adam kimdi? Ve böyle bir şey söyleme cüretini nereden bulmuştu?
---
22 GÜN SONRA: OKUL ÇIKIŞI
Yağmur ince ince atıştırıyordu. Kolumdaki saate göz attım. 16:45. Yine aynı saat, aynı yer. Okulun önü her zamanki gibi kalabalıktı; öğrencilerin gülüşmeleri, şemsiyelerin tıkırtıları ve yere düşen damlaların melodisi… Ama ben sadece sessizdim.
Çantamın askılarını sıkıca tuttum, başımı öne eğip yürümeye başladım. Her adımımda insanların üzerime dikilen gözlerini hissedebiliyordum. Annemle babamın ölümü okula hızla yayılmıştı. Beni gördüklerinde yüzlerinde aynı ifadeyi takınıyorlardı: Acıma, ama biraz da tuhaf bir mesafe. "Başın sağ olsun." Bu sözler her geçen gün daha da boş gelmeye başlamıştı. Artık duyduğumda bir yankı gibi uzaklaşıyordu.
Tam okul kapısından çıkarken, siyah bir araba önümde durdu. Camları filmle kaplanmış, motor sesi ağır ama kesindi. Kalabalık, doğal bir refleksle geriye çekildi. İnsanların meraklı bakışlarına aldırmadan, araba yavaşça önümde durdu. Kapı açılmadı, içeriden kimse inmedi. Sadece bir şey oldu: Arabadan bir zarf fırlatıldı ve yere düştü. Ardından araç, aynı hızla uzaklaştı.
Zarf, yağmur damlalarının altında usulca ıslanıyordu. Birkaç saniye yerimde donup kaldım. Çantamın askıları hâlâ ellerimdeydi, sıkıca tutuyordum. İnsanlar mırıldanarak uzaklaşmaya başladı. Kimi bana baktı, kimi arabaya. Sanki içimden bir ses, o zarfı yerden almamam gerektiğini söylüyordu. Ama bir başka ses daha baskındı: "Bu hayatında bir değişiklik olabilir."
Eğildim ve zarfı aldım. Parmaklarım titrerken hızla çantamın içine sıkıştırdım. Okulun kalabalığından uzaklaşırken başımı eğdim ve hızla yürümeye başladım. Yağmur daha da şiddetlenmişti. Çantamdaki zarfı sürekli hissediyor, fakat açmaya cesaret edemiyordum.
---
EVE DÖNÜŞ VE GİZEMLİ MESAJ
Eve vardığımda herkes uyuyor gibiydi. Halamın oğlu Meriç’in odasından derin bir uyku sesi geliyordu. Halam ise belli ki mutfakta yemek yapmış ve sonra odasına çekilmişti. Ayakkabılarımı sessizce çıkarıp odama geçtim. Kapıyı kapatır kapatmaz çantamı yatağın üstüne fırlattım. Zarfı çıkarırken ellerim titriyordu.
Zarfın üzeri boştu. Ne bir isim ne de bir adres… Sadece sade bir beyaz zarf. İçini açtığımda, yazılmış not kağıdını çıkarıp okudum. Kelimeler, içimde bir korku ve merak karışımı bir his uyandırdı:
---
**"Acın tarif edilemez, biliyorum. Hiçbir kelime yarana merhem olmaz, hiçbir söz babanı ve anneni geri getirmez. Sen yalnızsın, Lavinia. Arkanda koskoca bir dağ vardı, şimdi yıkıldı. Kimsen kalmadı.
Ama yalnız olmak, her zaman zayıf olmak anlamına gelmez. Sana bir teklifim var. Karşına çıkmak isterdim ama korkacağından eminim. O yüzden bunu okuduğunu hayal ederek yazıyorum.
Sivas’ın en büyük yeraltı patronu Ulaş Paşa, kanatları altına aldığı insanları yeni bir hayata kavuşturur. Gücün, şefkatin ve düzenin adamıdır. Eğer hâlâ bu hayatta bir yerin olduğuna inanıyorsan, Z****** Mahallesi’ne git ve Ulaş Paşa’yla görüşmek istediğini söyle. O, seni anlayacaktır."**
---
Kağıt elimde titriyordu. Yağan yağmurun cama vurduğu sesi dinledim bir süre. Kalbim kafesinden çıkacak gibi çarpıyordu. Kafamda binlerce soru dönüyordu. Kimdi bu Ulaş Paşa? Neden benimle ilgileniyordu? Ve bu teklif gerçek miydi?
Ama bir şeyden emindim: Artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Bu hayatı kendi başıma taşıyamazdım. Çaresizce o kağıda tutunmaya karar verdim. Yarın, o mahalleye gidecektim.
---
Z**** MAHALLESİ**
Ertesi gün öğleden sonra yağmur durmuş, yerini gri bir gökyüzüne bırakmıştı. Z****** Mahallesi’nin girişine geldiğimde, derin bir nefes alıp çevreme baktım. Mahalle yıkık dökük evlerden ve dar sokaklardan oluşuyordu. Sokaklarda gençler grup grup oturmuş, beni baştan aşağı süzüyorlardı. Aralarında fısıldaştıklarını hissediyordum ama umursamıyordum. Başımı öne eğdim ve yürümeye devam ettim.
Sokağın köşesindeki bakkal gözüme çarptı. Camları buğulu, içeriden soba kokusu geliyordu. Kapıyı itip içeri girdiğimde, sıcacık bir hava yüzüme çarptı. Sobanın yanında oturan yaşlı bir adam bana döndü. “Bu soğukta burada ne işin var, güzel kızım?” dedi. Sesi yumuşak ama gözleri sorgulayıcıydı.
“Ulaş Paşa’yla görüşmem gerekiyor,” dedim çekingen bir şekilde. Adamın gözleri irileşti. Birkaç saniye duraksadı. Sonra eliyle sobanın yanındaki sandalyeyi işaret etti. “Otur kızım. Biraz ısın, kendine gel. Acelemiz yok,” dedi.
Sandalye çekip oturdum. Çantamı kucağıma aldım, sessizce ellerimi ovuşturdum. Adam bir süre bana baktı. Sonunda, “Buraya kolay kolay kimse yolu düşmez. Yaran mı derin kızım?” dedi.
Gözlerim doldu. Elimdeki çantanın fermuarıyla oynarken sessizce cevap verdim: “Annemle babamı kaybettim. Kimsesiz kaldım. Buraya gönderildim.” Adam başını salladı, sıkıntılı bir nefes alarak yerinden kalktı. Telefonu çaldığında, kısa bir konuşma yaptı ve ardından bana dönüp eliyle kapıyı işaret etti:
“Bak kızım. Şu karşıdaki kahveye gideceksin. Sor Ulaş Paşa’yı. Allah yardımcın olsun,” dedi.
---
ULAŞ PAŞA
Kahvehanenin kapısına geldiğimde, içim daralıyordu. Kapının önünde duran iki adam, beni baştan aşağı süzdü ve içeri girmeme izin verdi. İçerisi loş bir ışıkla aydınlanıyordu. Ortada büyük bir masa, masanın başında oturan gri saçlı, kilolu bir adam vardı. Etrafında birkaç adam sessizce oturuyordu.
“Gel bakalım, hanım kızım,” dedi Ulaş Paşa, tok bir sesle. Sandalyeyi işaret etti. Sessizce oturdum. Tüm gözler üzerimdeydi, ama kimse doğrudan bakmıyordu.
“Nedir seni buraya getiren dert?” dedi. Tesbihini ağır ağır çevirirken yüzüme baktı. Gözlerim dolmuştu ama dik durmaya çalışarak cevap verdim: “Anne ve babamı kaybettim. Kimsesizim. Beni size yönlendiren bir mektup…” Çantamdan zarfı çıkarıp masaya koydum.
ULAŞ PAŞA’NIN ZARFI OKUMASI
Zarfı masanın üzerine bıraktığımda, kahvehanedeki herkes bir an sessizliğe gömüldü. Ortamdaki ağır hava, nefes almayı zorlaştırıyordu. Ulaş Paşa, tesbihini yavaşça bırakarak zarfı eline aldı. Kalın, nasırlı elleri, zarfa garip bir özenle dokunuyordu. Gözleri kısıldı, dudakları hafifçe büküldü.
Zarfı yavaşça açtı. İçindeki kağıdı çıkardı ve gözlerini yazıya dikti. Harfler boyunca sessizce ilerledi, ama yüzü bir anda değişmedi. Kırışık alnındaki çizgiler derinleşti, nefesi biraz daha ağırlaştı. Etrafındaki adamlardan biri öne doğru eğildi, sanki zarfın içeriğini öğrenmek istiyormuş gibi. Ama Ulaş Paşa, kağıdı göğsüne yaslayarak bir işaretle onu yerine çekilmeye zorladı.
Okuma bittiğinde, zarfı masanın ortasına bıraktı. Kısa bir sessizlik oldu. Parmaklarını birbirine kenetleyip birkaç saniye gözlerini kapadı, ardından yavaşça bana döndü.
“Bu yazı…” diye mırıldandı, sesi alçak ve derindi. Bakışlarını bir süre üzerimde gezdirdi. “Kim verdi sana bu zarfı?” diye sordu.
“Bilmiyorum,” dedim, boğazımı temizleyerek. “Okul çıkışında siyah bir arabadan önüme atıldı. Ne yazan kişiyi gördüm ne de zarfın kimden geldiğini biliyorum.”
Paşa’nın kaşları çatıldı. Elindeki tesbihi yavaşça döndürmeye başladı. Gözleri, kağıda dönmeden önce beni baştan aşağı süzdü. Yanında ayakta duran sakallı adama bir işaret yaptı. Sakallı adam, dikkatle zarfı eline aldı ve içindeki kağıda bir kez daha göz gezdirdi.
“Ne diyorsunuz, Paşam?” dedi sakallı adam, kağıdı masaya geri bırakırken.
Ulaş Paşa derin bir nefes aldı. “Bu yazı, bana eski bir dostun selamını hatırlatıyor. Ama niyeti temiz mi, yoksa başka bir amaca mı hizmet ediyor, işte bunu bilmemiz lazım.”
Ardından gözlerini tekrar bana çevirdi. “Evladım, belli ki senin başına gelenlerle ilgilenen birileri var. Ama bu kişiler seni korumak mı istiyor, yoksa daha fazla batırmak mı, işte orası meçhul. Zaten koca şehirde başına bir felaket gelmiş bir kuşun kanatlarına dokunmadan önce iyice düşünmek gerekir.”
Sözlerinin ağırlığını hissettim. Her kelimesi, sanki boğazıma oturuyordu. Ama oradan kalkmak istemiyordum. Ya da kalkamıyordum.
“Ben…” diye başladım, sesi çıkmayan kelimelerle. Gözlerim dolmuştu. “Ben yardım istiyorum. Başka bir şey değil. Artık bu acıyı taşımaya gücüm kalmadı.”
Paşa, bu sözlerimi bir süre sessizlikle karşıladı. Derin bir düşünceye dalmış gibiydi. Sonunda alnını ovmaya başladı, ardından adamlarından birine bir işaret yaptı. Arkamdaki bir adam sessizce dışarı çıktı, kahvehanenin kapısı yavaşça kapanırken çıkan rüzgar yüzüme vurdu.
“Evlat,” dedi Paşa, gözlerini üzerime dikerken. “Yolunu bulmak istiyorsan bu dünyada iki şey gerekir: Cesaret ve sabır. Senin cesaretin var mı, bilemem. Ama sabrını kaybedersen bu işten çıkamazsın. Sana kimin yardım edeceğine karar vermek için önce seni tanımamız lazım.”
Arkasına yaslanıp kağıda son bir kez baktı. Ardından tesbihini yeniden eline alıp sessizce çevirmeye başladı. O an, bu kahvehanede tek bir kararın benim hayatımı nasıl değiştirebileceğini hissettim. Ama bu değişimin iyi mi kötü mü olacağını kestiremiyordum.
|
0% |