Yeni Üyelik
4.
Bölüm

1. Bölüm KAOS

@sima.d

Kaslı kolları, beni sıkıca göğsüne bastırırken, omuzları gerilmiş ve gözleri çevreyi dikkatle tarıyordu. Kalp atışlarım hızlanmış, tüm kaslarım gerilmişti. O anın karmaşasında, gözlerimi ona dikmiş, bir anlığına duraksamıştım. Üzerindeki karanlık kıyafetler ve soğuk bakışları, adeta bir savaş makinesi gibi görünüyordu. Yandan, sert bir şekilde silahını çekip ateş etmeye başladı. Mermilerin metalik sesi ve duvarlardan sıçrayan taşlar, beni gerçeklikten daha da uzaklaştırmıştı.

 

Gözleri, hızla etrafı tararken bir anlığına bana odaklandı. Sert bir bakışla, hafifçe titreyen dudakları arasından fısıldadı, "Böyle bakmaya devam edersen, dikkatimi dağıtıp ikimizin de vurulmasına sebep olacaksın."

 

Sözleri, adrenalin dolu beynimde yankılanırken, sesimi çıkarmak için çabaladım. "Benden ne istiyorlar ki? Hem sen kimsin beni kurtarıyorsun?" diye sordum. Aslında onu tanımıştım, Rıza Amca ile konuşan adamdı bu.

 

"Şimdi bunu tartışmanın zamanı değil," dedi. Ses tonu sakin, ama emredici bir tını taşıyordu. "Sakın çıkma, burada kal."

 

Silahı boşalmış olacak ki, beline yerleştirdi ve diğer elinde tuttuğu silahı çıkardı. Koridorun karşısındaki duvara doğru ilerlemeye başladı. O sırada, panik içindeki ellerimle kolunu sıktım.

 

"Ne yapıyorsun?" dedi, şaşkınlıkla.

 

Koridor boyunca birkaç koruma vardı. Hemen iki adım ilerimizde duran bir korumayı başımla işaret ettim. "Silahını vermesini söyle," dedim, sesimde kararlılık vardı.

 

"Saçmalama," dedi, sinirli bir şekilde.

 

"Şu durumda benimle inat etme. Sayıca fazlalar, yardımım dokunacak," diye ısrar ettim. Cevabımın geçerliliği ve aciliyeti gözlerimden okunuyordu.

 

"Senin mi?" dedi, garipsediği belli olan bir ifadeyle.

 

"Sana daha sonra bu lafını yedirteceğim, unutturma. Ama şimdi ver şu silahı," dedim, telaşlı bir şekilde. Sesimdeki telaş, kafamın içindeki kaotik düşünceleri yansıtıyordu.

 

"Ne inatçı kızsın sen," dedi, kaşlarını çatmış ve sesindeki sinirli ton giderek belirginleşmişti. "Korkup bir yere tüneyeceğin yerde ne yapmak istiyorsun?"

 

Duvarda patlayan kurşun sesleri ve arka plandaki kargaşa, çevremdeki her şeyi daha da karmaşık hale getiriyordu. Gözleri, durumu değerlendirmeye çalışırken, kısıtlı alan ve zamanın hızla tükendiğini fark etmiştim.

 

Cevap vermek üzere ağızımı açtığım anda, kafamın hemen yanından bir kurşun geçti. Ani bir refleksle, yanımdaki adam hızla elini uzatarak başımı korudu. Metalik bir zıplatma sesi, havada bir çığlık gibi yankılanıyordu. Bu garip, elektrikli anın etkisi altında, vücudumdaki alkolün etkisiyle mi, yoksa başka bir sebepten mi olduğu konusunda tam bir fikir edinememiştim. İçimdeki duygular, hem tuhaf hem de karmaşıktı; belki de tehlike algısının yarattığı bir kafa karışıklığıydı.

 

Kafamı kaldırıp ona baktığımda, gözlerinde tereddüt ve endişe karışımı bir ifade gördüm. Gözleri, savaşın ortasında dahi sakinliğini korumaya çalışan bir insanın ifadesini taşıyordu. Sonra, kollarını gevşetti ve en yakındaki adamlarından birine sert bir komut verdi. Adam, silahı ona doğru attıktan sonra hızla geri dönüp beni izlemeye başladı.

 

"Umarım söylediğin gibi kullanmasını biliyorsundur," dedi, sesinde hafif bir alay ve gerilim vardı. Sözleri, içinde bulunduğumuz karmaşık durumun ciddiyetini vurguluyordu.

 

Kendimden emin bir tavırla, " kahramanlık gösterin bittiyse, kenara çekil" dedim ve hızlıca ateş ederek koridorun diğer tarafına geçtim. Mermilerin havada yankılanması, çığlıklar ve patlamalar arasında bir an için göz göze geldik. Onun karşısında kalmak, bana bir güven hissi vermişti. O sırada, iki taraftan da ateş açılıyordu. Çevremdeki korumalar, birbirlerinin üzerine ateş ediyor, aralarındaki kaosun içinde belirsiz silüetler görünüyordu.

 

Adamların sayısı kalabalıktı; birdenbire ortaya çıkmışlardı. Rıza Amca'nın mekânında böyle bir kaosun yaşanması, tamamen beklenmedik bir durumdu. İçerideki düzeni ve güvenliği daha önce hiç bu şekilde bozan olmamıştı. Ve Görünen o ki, bu adamlar öldürmek niyetinde değildi; eğer öyle olsalardı, içeri girip bizi doğrudan hedef alırlardı. Ancak, şu anda yalnızca ateş ediyorlardı, bu da niyetlerinin sadece bir uyarı olabileceğini gösteriyordu.

 

Bir süre ateş kesildi ve etraftan araç sesleri gelmeye başladı. Kafamı yavaşça çıkarıp etrafa baktım; ortalıkta kimse görünmüyordu. Karşıya dönüp baktığımda, hala kolumdan tutan adamı gördüm. Temkinli adımlarla ona doğru yürüdüm, her adımda çevreyi kontrol ederek.

 

"Şimdi anlatabilirsin herhalde, neydi bu saçmalık?" diye sordum, sabırsızlıkla sesimi yükselterek. Soru, hem endişemi hem de rahatsızlığımı açıkça ortaya koyuyordu.

 

"İlk önce buradan çıkalım. Sende ne sabırsız çıktın," dedi, soğukkanlı bir şekilde. Sözleri, durumun ciddiyetini göz önünde bulundurarak acele etmenin gerekmediğini belirtiyordu.

 

O sırada, adamlarından biri yanımıza geldi. "Arka kapıda adamlardan birini yakaladık," dedi, sesindeki titreme ve yüksek ton, onun üst düzey biri olduğunu ve durumu yakından takip ettiğini gösteriyordu.

 

"Tamam, eve gidelim. Adamı da getirin. Araba hazır mı? Arka kapıdan çıkalım, ön taraf karışık. Polis ana yoldan gelir şimdi," dedi, komutlar verirken dikkatle.

 

"Araba hazır, hemen çıkalım," dedi adam, endişeli ama çözüm odaklı bir tavırla.

 

Hızla arka kapıya yöneldik. Koşuşturma ve kaos arasında, kafamda hala bir sürü soru vardı, ancak bu an için en önemli şey, güvenli bir yere ulaşmaktı. Kalbimdeki endişe ve belirsizlik, adımlarımı hızlandırıyordu.

 

Adını dâhi bilemediğim bu adamın peşinden gidiyordum. İçimde, bu kişinin kim olduğunu ve bizi neden hedef aldığını öğrenme konusunda giderek büyüyen bir merak vardı. Arabanın arka koltuğuna oturduğumda, onu bir şekilde tanımak ve durumun iç yüzünü anlamak istiyordum. Güvenmiyordum, hatta tamamen güvenemediğim bu adamın yardımıyla ne yapacağım konusunda da endişelerim vardı. Ancak, olayın derinliğini öğrenmeden rahatlayamayacaktım. Ailem, bu tür meselelerle genellikle ilgili olmadığından, kendi başıma bir şeyler bulmak oldukça zordu.

 

Arabaya bindiğimizde, içimdeki gerilim her geçen dakika arttı. Araba sessiz bir şekilde ilerliyordu; her iki tarafta da yolları aydınlatan sokak lambalarının titrek ışıkları, karanlığın içinde kaybolmuş gibi görünüyordu. İçerideki sessizlik, tüm gerilimi ve belirsizliği daha da derinleştiriyordu. Kafamda, bu adamın kim olduğu ve niyetinin ne olduğu üzerine pek çok soru dönüyordu. Konuşmak, bu yoğun atmosferde neredeyse imkânsız gibiydi; cümlelerin ve kelimelerin hiçbiri bu anın ağırlığını hafifletmeye yetmiyordu. Ben de bu sessizliği bozmamaya karar verdim; zira, konuşacak kişi bendim ve cevap almak zorunda olan kişi de bendim.

 

Araba nihayet durdu ve kapı açıldı. İlk olarak, adam dışarı adım attı. Sonrasında ben, arabanın kapısından çıkarak onun peşinden yürüdüm. Önümüzdeki ev, bizim evimizden çok daha büyük ve görkemliydi; geniş bir bahçe, ihtişamlı bir giriş kapısı ve zarif bir mimari, buranın sıradan bir yer olmadığını gösteriyordu.

 

Adam içeriye doğru ilerlerken, ben de arkasından adım attım. İçeri girdiğimizde, eve adım atar atmaz beni büyüleyen bir iç mekânla karşılaştım. Salon, lüks ve zarif bir şekilde döşenmişti; geniş pencerelerden gelen hafif ışık, mekanın şıklığını ortaya çıkarıyordu. Hemen bir tekli koltuğa oturdum, biraz olsun rahatlamak istedim. Adam ise ceketini çıkararak salonun ortasına doğru yöneldi.

 

Kısa bir süre içinde, ceketini çıkarmış ve rahatlamış bir şekilde karşımdaki kanepeye oturdu. Yüzündeki ifade ciddi ve kararlıydı; o an, her şeyin ciddiyetini bir kez daha hissettim. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. Sesindeki ton, tüm durumu açıklığa kavuşturmak için hazır olduğunu gösteriyordu. İçimdeki merak ve gerilim, onun sözlerine odaklanmamı sağlıyordu. Bu gece, cevapları bulmak için geçirdiğim uzun ve endişeli bekleyişin sonu gelmiş gibiydi.

 

Her şey, bu anın ve bu adamın ne söyleyeceğinin üzerine odaklanmıştı; çünkü onun vereceği cevaplar, tüm sorularımı yanıtlayacak ve belki de hayatımı yönlendirecek bilgiye sahip olacaktı.

 

Adam, koltuğuna yerleşirken rahat bir tavır sergiliyordu. "O barın sahibi Rıza Şahenk, eğlence mekanı adı altında madde satıyor," dedi, ciddiyetini kaybetmiş gibi görünmeden. Yüzündeki rahatlık, sözlerinin ağırlığını biraz hafifletiyordu, ama söyledikleri hâlâ kulağımda yankılanıyordu.

 

"Ne? Rıza Amca böyle bir şey yapmış olamaz," dedim, sesim titreyerek şok içinde. Rıza Amca'nın ismi, yıkıcı bir haber gibi doldurmuştu beni,

 

"Bugün bu yüzden oradaydım," diye devam etti adam. "Yaptıklarını herkes öğrendi. Onu uyarmak için gittim ve buna devam ederse karşısında beni bulacak."

 

Sözleri, dişlerini sıktığında bile bir anlam taşıyordu; bu, söylediklerinin gerçek olduğunu düşündürüyordu. Ama içimdeki şüpheler, hala yatışmamıştı.

 

"Söylediklerinin doğru olduğunu nereden bileceğim? Belki de beni başından savmak için uyduruyorsun," dedim, kuşkularımı dile getirerek.

 

Adam, sakin bir şekilde yanıtladı: "Akman Holding'de hisse sahibisin. Rıza'nın bu olay basına yayılmasa da, tanıyan insanlar neyin içine bulaştığını öğrenecek. Holding'de olduğun için duymaman imkansız." Sözleri, bir bilgi akışının ne kadar derin olduğunu ve etrafımdaki ağın genişliğini gözler önüne seriyordu.

 

Kafam karışmış gibi baktım, ama adamın konuşma tarzı, ya olağanüstü bir oyunculuk yeteneğini ya da büyük bir yalan ustalığını gösteriyordu. İkisi arasında gidip geliyordum.

 

"Beni tanıyor olmalısın," dedim, "Adımı dahi sormadın ve o kurşunlardan kurtardın?"

 

Adam, kendinden emin bir ifadeyle, "Aslına bakarsan, sağda solda duyduklarım dışında pek bir şey bilmiyorum," dediğin sanki bunu bekliyormuş gibi ekledim, "Ben senin adını bile bilmiyorum ama,"

 

"Ben Savaş, Savaş Karaarslanlı. Bu karanlık dünyanın lideriyim," dedi, kendi egosuyla övünür bir edayla. Sözlerinde, kendi yüceliğini vurgulayan bir hava vardı.

 

"Yani Rıza Amca gibi sözde iş adamlarının liderisin öyle mi?" dedim, küçümseyici bir bakışla. Her zaman ego sarsıcı hareketler yaparak karşımdakilerin tepkilerini izlemekten hoşlanıyordum.

 

Savaş, bu tavrıma tek kaşını kaldırarak yanıt verdi. "Rıza'nın böyle bir işe bulaşacağını biliyordum. Ona rağmen engel olmadım. Eğer beni ve benimle olanları karşısına alacak kadar aptalsa, yanımda yeri yok demektir. Ayrıca maddeyle işim olmaz, oradan bakınca uyuşturucu baronu gibi mi duruyorum?" dedi, bir yandan yüzünde alaycı bir ifade vardı.

 

"Hayır da pek kendi halinde biri de değilsin, kabul edelim," dedim, yüzümde anlamlandıramadığım bir ifade ile.

 

Savaş, bu yorumuma anlamlı bir şekilde bakarak, "Peki, beni neden kurtardın? Sonuçta bir çıkarın yoktu?" diye sordum.

 

"Çıkarım olmasına gerek yok. Senin yerinde olayla ilgisi olmayan başka biri de görseydim, aynı şeyi yapardım. Fazla önemseme kendini," dedi, hafifçe gülümsedi.

 

"Nedense bana başka biri olsa, orada kurşunlanarak ölmesine seyirci kalırmışsın gibi geliyor," dedim, içimdeki kuşkuyu ve onun bu durumu ciddiye alıp almadığını sorgulamaya devam ederek.

 

"Fazla şüphecisin," dedi, sakin bir tavırla.

 

"Bu şüpheciliğim hiç yanıltmaz. Madem söylemiyorsun öyle olsun," dedim, kalkmak üzere yeltendiğim sırada.

 

Kalkışımı engelleyen bir soru geldi: "Şu Dündar Akman senin baban değil mi?"

 

"Evet, neden sordun?" dedim, biraz tedirgin bir şekilde.

 

"Önemli değil," dedi, konuyu geçiştirerek. Ancak, cevapsız kalan bu soru, içimdeki gizem ve belirsizlikleri daha da artırmıştı.

 

benimle ilgili bazı şeylerden emin olmaya çalıştığını fark ediyordum, ama amacı neydi, ne yapmaya çalışıyordu bilmiyordum. Ama bu onun aslında kim olduğu ve niyetlerinin derinliği hakkında daha fazla bilgi edinme arzusunu pekiştirdi; Koltuktan kalkıp salondan ayrıldım.

 

Bahçeye adım attığımda, kafamda bir sürü düşünce vardı. Nihle babasının uyuşturucu işinde olduğunu biliyor muydu? Babamla Rıza Amca'nın iş ortaklığı hakkında bilgisi var mıydı? Babamın bu işlerden haberi var mıydı? Bu sorular kafamda dönüp dururken, yanıma yaklaşan adamı fark etmedim. Kafamda bir karmaşa, düşünceler arasında kaybolmuş durumdaydım.

 

"Sizi eve bırakalım, tek gitmeyin," dedi adam, ısrarcı bir tavırla. Sesindeki bu ısrar, beni rahatsız ediyordu. İçimdeki gerginlik, endişe ve belirsizlik bu adamın bana ne kadar baskı yapacağını düşündürüyor, üzerimde fazladan bir yük oluşturuyordu.

 

"Ben kendim giderim," dedim, kararlı bir şekilde. Yalnız başıma gitmenin riskini göze almak istiyordum, ama bu adamın ısrarı sinirlerimi geriyordu.

 

"Savaş Bey, tek gitmenizi istemiyor. Beni zor durumda bırakmazsanız," diye ekledi, endişeli bir ifadeyle. Sesindeki bu ses titremesi ve isteksizlik, onun bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunu gösteriyordu. Bu yüzden, bir an bile duraksamadan, kendimi yola koymam gerektiğini düşündüm.

 

Sıkılarak derin bir nefes aldım. Kibirli ve burnu havada bir adam; mafya işte, ne beklenirdi ki zaten? İstemeyerek de olsa arabaya bindim. Bu adamın, Savaş'ın önemli adamlardan biri olduğu belliydi; çünkü diğerlerini yönlendiren oydu. İçimdeki huzursuzluk, bu adamla geçirdiğim her anın benim için daha da zorlaşmasına neden oluyordu.

 

"Sen Savaş'ın sağ kolu musun?" diye sordum, dikkatle. İlgimi çekmekle birlikte, onunla ilgili daha fazla bilgi edinmek istiyordum. Kendimce içsel bir soruşturma yapıyor, adamın nasıl biri olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

"Evet," dedi soğuk bir tonla. Sesindeki kesinlik, bu adamın ne kadar profesyonel olduğunu gösteriyordu. İçimdeki merak, daha da alevlenmişti.

 

"Aranızda patron-çalışan ilişkisinden daha samimi bir ortaklık var gibi görünüyor," dedim. Bu tip ilişkilerde, genellikle bir hiyerarşi yerine bir bağlılık ve güven olurdu.

 

"Savaş'la beraber büyüdük. Aramız o kadar resmi değil," dedi. Savaş'ın çevresindeki insanların, onunla kişisel bir bağ kurmuş olabilirdi.

 

"Öyle mi? O zaman senden bir şey saklamıyor olmalı," dedim, şüpheyle. İçimde, savaşın bu adama ne kadar şeffaf olduğunu öğrenme isteği vardı.

 

"Ağzımdan laf almaya kalkışma. Zaten istesen de alamazsın," diye yanıtladı, sert bir tavırla. Bu tür bir yanıt, kesin bir dille o kadar aptal değilim demenin bir başka deyişiydi.

 

"Bunu nereden çıkardın? Öğrenmem gereken her şeyi Savaş anlattı," dedim. Savaş'ın bana ne kadar bilgi verdiğini düşündürmek isteyerek,

 

"Savaşı tanımıyor olsam, sözlerine inanabilirdim," dedi.

 

"Cidden, bu adam neden bu kadar gizemli?" diye sordum. Savaş'ın ve etrafındaki insanların gizemliliği, normalde bu beni farklı şekilde cezbedebilirdi ama savaşın karşı hissettiğim şeyin büyüsü farklıydı. Onda sanki bana ait bir şey var gibiydi ya da ben iyice paranoyaklaşmıştım.

 

"Senin de bu kadar gücün ve düşmanların olsaydı, gizemli olurdun," dedi. Belli ki, Bu onun kendini koruma yöntemlerinden biriydi.

 

"Olmadığını nereden biliyorsun?" dedim. Onun bu kadar emin olması, beni inceden sinir etti.

 

"Olsaydı, şu anda yanımda benimle konuşmak yerine kasılmaktan ölürdün. Ama sen, tanımadığın insanlarla rahatça konuşuyorsun," dedi, hafif bir alayla.

 

"Bunu cesarete bağlıyorum," dedim.

 

"Artık cesaret mi, aptallık mı, bilemiyorum. Sonuçta senin yerinde başka biri olsaydı, farklı düşünürdü," dedi.

 

"Benim sıradan olmadığımı anlaman kısa sürdü. Bu iyi," dedim, her zamanki gibi üstünlük kurarak. Kendimi ne kadar güçlü ve önemli hissetsem de, içimde bir tatminsizlik vardı.

 

Adam, bana üstten bakarak dudağının köşesinde hafif bir tebessümle karşılık verdi. Soğuk görünüşüne rağmen, biraz konuştuğunda önyargılarımın kırıldığını hissettim. İçimdeki endişe, yerini biraz da olsa rahatlamaya bırakmıştı.

 

Sonunda evin önüne vardık. Arabadan inerken, "Her neyse, muhabbetine doyum olmuyor. Görüşeceğimizi sanmıyorum ama yine de görüşürüz," dedim. Ardından Kapıyı açmadan önce, sadece kafasıyla bana onay verdiğini gördüm. Ardından adımlarımı evin kapısına yönelttim. İçeri girdiğimde, dışarıda kalan adamın gitmiş olduğunu fark ettim. Eve adım attığımda, tüm aile üyelerimin oturmuş beni beklediğini gördüm. Bir şeylerin ters gittiği açıkça belliydi, ama ne olduğunu başta anlamakta zorluk çektim. Babamın yüksek sesle konuşmaya başlamasıyla, işlerin ciddi boyutlara ulaştığını fark ettim. Aslında bağırmak derecesindeki konuşması, gerilimin boyutunu gösteriyordu.

 

"Bu rezillik ne böyle?" Babamın sesi, sinir ve öfkeyle doluydu. Yüzündeki ifadenin ne kadar öfkeli olduğunu görmek, içimi iyice karıştırıyordu. Annem de, en az babam kadar sinirliydi; gözleri kısılmış, suratında derin bir tiksinti vardı.

 

"Defalarca seni uyarmama rağmen beni dinlemedin. Artık olacakları düşün, ne biçim evlatsın sen!" Babamın sesindeki üzüntü ve öfke, açıkça anlaşılır bir şekildeydi. Bu seferki tartışmanın ciddiyeti, artık tahammül edilemez bir noktaya gelmişti.

 

Büyük bir öfkeyle bana bakarken, konuşmasına devam etti. "Seni uyarmama rağmen dinlememeye devam ediyorsun. Yeter artık, senin yüzünden bu ailenin böyle lekelendiği yetmezmiş gibi, bir de bu evde kalman doğru değil. Aklın başına gelene kadar bu evde yerin yok. Bu herkes için en iyisi."

 

Bu noktada, abim de olaya müdahil oldu. "Ezim bir hata yapmış olabilir, ama onu bu evden göndermek için bir sebep değil, baba. O benim kardeşim, senin de kızın. Bu kadarı fazla."

 

Babam, abimin sözlerini dinlemeyip ona karşı nefretini kusuyordu. "Sen karışma. Aklı başına gelene kadar bu evde yeri yok."

 

Babamın bu nefreti, içimde derin bir anlam arayışına yol açtı. Şimdiye kadar susmuş olmam, artık boğulmamı sağlayan bir yük gibi hissediliyordu. İçimden, ona karşı söylediklerimi dile getirme isteği büyüyordu.

 

"Bütün katı kuralların ne işe yarar, bilmiyorum ama," dedim, sesim titreyerek ama kararlı bir şekilde. "Bu sözleri duyduktan sonra, bir dakika bile yanınızda kalmam."

 

Yukarı çıkarken, ardımda babamın hakaretleri yankılanıyordu. Odaya girdiğimde, eşyalarımı toplamaya başladım. Çabuk bir şekilde, hayatımı bir yere koymak istiyordum. Çok geçmeden, abim odaya girdi. Gözlerinde endişe vardı.

 

Odaya girdiğinde huzursuz olduğunu hissedebiliyordum. yumuşak bir ses tonuyla. " söylediğim yere git, orda güvende olabilirsin."

 

Abimle aramızda, evden gitmenin makarası hep vardı. Birbirimize güvenceler vermeye çalışırdık. Her zaman "Seni yalnız bırakmam, fıstık" derdi, ama ben genelde bu yardım elini reddederdim.

 

"Beni bu evden kovan babam, buradan gidip yine onun olan eve dönemem, abi. Başımın çaresine bakarım, sen de beni düşünme."

 

"Peki, nereye gideceksin?" diye sordu abim. "Böyle olmayacak, gidip babamla konuşacağım. Bu defa çok ileri gitti, başına bir şey gelirse yanında olamayacağım."

 

Abimi durdurdum ve ona gözlerimle böylesinin en doğru seçenek olduğunu belirttim. Derin bir nefes aldı ve sıkıntıyla "Ama bak, gittiğin zaman beni ara. Merakta bırakma. Bir şeye ihtiyacın olursa, hemen ara. Gelirim" dedi.

 

Ardından topladığım Eşyalarımı birlikte bahçeye taşırken Salonda annemi gördüm ama o, bir an bile dönüp bana bakmadı. umursamaz şekilde beni görmemiş gibi yapıp yukarı çıktı.

Abim bu anı görüp benim için daha fazla üzülsün istemiyordum, bu yüzden hızlıca valizimi alıp evden çıktım.

 

Kocaman Bahçede abimle beraber dururken, abim son kez bana bakıyormuş gibi bir hüzne kapıldı ardından beklediğim gibi konuştu.

 

"seni böyle son kez uğurluyormuş gibi oldum, bari beraber gidelim," dedi abim, gözlerinde kararlı bir ifade ile. Cümlesi, tüm endişelerini

ve korumacı içgüdüsünü yansıtıyordu.

 

Kolundan nazikçe tuttum, gözlerinin içine bakarak ona kararımı anlatmaya çalıştım.

 

"Hayır abi, bu babam ve benim aramda, senin karışmanı istemiyorum," dedim, sesimdeki kararlılığı vurgulamak için biraz daha sıkı tutarak.

 

Abim, söylediğime öfkelenmiş gibi baktı. Gözleri, içindeki endişeyi ve hayal kırıklığını açığa çıkarıyordu.

 

"Karşında kimin olduğunu unuttun herhalde?" dedi, sesi sertleşmişti. "Abinim kızım ben senin, abin. Ne demek 'karışmanı istemiyorum' filan"

 

Yüzümde hafif bir tebessüm belirdi, onun bu abartılı tavrını biraz yumuşatmaya çalışarak, "Tamam şampiyon, bir şey demedim," dedim. Yüzündeki ciddiyeti ve öfkeyi yumuşatmaya çalışıyordum.

 

O hâlâ fazla ciddiye almış gibi görünüyordu, yüzündeki çizgiler ve öfkeli bakışlar, endişesini bir hayli ortaya seriyordu.

 

"Abi, gerçekten böylesi daha iyi. Ve gerçekten, benimle gelmene gerek yok," dedim, ona sakinleşmesi için nazik bir şekilde yaklaşarak, "Hem, unuttun mu? Biz seninle göklerin yıldızıyla ateş böceğiydik. Biz ayrıyken de bir takımız akıllım"

 

Küçük yaşlarımızda birbirimize taktığımız bu lakapları anımsatarak, onu biraz olsun rahatlatmak istiyordum. Elimi yumruk yapıp ona doğru uzattım,

Abim, sözlerimi duyduğunda yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi. Bu gülümseme, endişesinin yavaş yavaş eridiğini gösteriyordu. Ardından elini yumruklayıp, elime doğru hafif bir şekilde vurdu.

 

Birlikte küçük bir ritüel gibi görünen bu hareketin ardından, abim kollarını bana sardı. Sarılışında, yılların getirdiği kardeşlik bağı, sıcaklık ve güven vardı. Bu kucaklaşma, hem vedanın hem de bağlılığın bir ifadesiydi. Sıcak bir güven duygusu, kalbimi sardı; bu an, ikimizin de yıllardır değilmeyen şeyi hatırlamamı sağladı, biz hep abi kardeşten çok bir elmanın iki yarısı gibiydik ben ara ara sorun çıkarsam da ( şüpheli ) o benim herşeyi üstlenirdi. Hayattaki ilk ve tek kahramanım abimdi. Bunu ona hiç söylememiştim çünkü beceremiyordum birine gerçek duygularımdan bahsederken, sanki tüm çıplaklığımla karşısında duruyordum. Bu da benim herkesten sakladıklarımı döküyormuş gibi gelirdi..

 

Abim, beni son bir kez kucaklarken kulağıma yaklaştı ve hafifçe fısıldayarak, "Ben hep seninleyim biliyorsun, uğur böceğim," dedi. Sesindeki samimiyet, bana olan bağlılığını derinden hissettiriyordu. Ardından, boynuma yumuşak ve sulu bir öpücük bıraktı. O sulu öpücüğü bilerek yaptığını biliyordum ve nefret eder biçimde yüzümü ekşiterek, Anında bunu da belli etmiştim.

 

"Ya abi, bin defa söyledim şöyle öpme diye," dedim, hafifçe rahatsız olmuş bir ses tonuyla, başımı eğerek.

 

Abim gülümseyerek cevap verdi, "Ters ters konuşulmaz abiyle, ne var ki alt tarafı bir öpücük," dedi, hafifçe göz devirdiği belli olan bir gülümseme ile. Bu basit şaka, her zaman olduğu gibi beni biraz olsun rahatlatmayı başarmıştı.

 

"Neyse, tamam bu kadar duygusallık yeter. Yolcu yolunda gerek," dedim, abimin muzip ruhuna uygun şekilde espri yaparak. İçimdeki duyguların yoğunluğunu biraz hafifletmeye çalışıyordum.

 

Abim, gözlerini devirdi ve " hakkikaten Ayarsızsın kızım sen. Şu durumun içinde bile böyle konuşuyorsun ya, hayretle bakıyorum sana," dedi, gülümsemesi biraz daha genişleyerek. Bu sözler, onun beni ne kadar tanıdığını ve bu zor anlarda bile bana olan sevgisini ifade ediyordu.

 

Kucaklaşmamız sona erdiğinde, aramızdaki bu özel anı kalbime kazıdım. Abimle paylaştığımız bu son duygusal veda, beni hem üzdü hem de biraz olsun rahatlattı. Ona son bir kez daha baktım, gözlerinde sevgi ve endişe karışımı bir ifade gördüm. Ardından, eşyalarımla birlikte arabama yöneldim. Eşyalarıma son dokunuşu yaparak valizi arabanın bagajına yerleştirdi. Ben ise, pencerenin kenarına doğru bakarak babamın bahçeye bakan odasından bana baktığını gördüm. Onun soğuk ve uzak bakışları, buraya ait olmadığımı bana hatırlatıyordu. Bu seferki evden bir süre uzaklaşmak değildi, evden temelli gitmekti. Son zamanlarda kavgalarımız sıklaşmış eve ara sıra uğrar olmuşken sonunda beni evden kovacak derecesine gelmişti. Beklemiyordum desem Herhalde komik olur, çünkü bu ailede zamanla en yapılmaz sandığım şeyleri bile bir bir görür olmuştum.

 

Araba kapısını kapattıktan sonra, abime bir kez daha baktım. Gözlerim sanki abimin yüzünde kalan gülümsemeyi ve bana olan bağlılığını bir kez görmek istedi. Bu an, aramızdaki bağın ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha hissettirdi.

Çok duramadan gaza bastım ve evden çıktım.

 

Evden uzaklaşırken, Kafamda hala birçok soru vardı ama şu an için önemli olan, yaşananların nasıl sonuçlanacağıydı.

 

Hiçbir arkadaşımın evine gidemezdim. Şu durumda babama haberi gider. Benim zayıf düştüğümü ve bir arkadaşıma sığındığımı düşünmesini istemiyordum. Bu yüzden en mantıklı karar oteldi.

 

Abim çıktıktan 5 dk sonra lazım olacağını düşündüğünden olacak ki tanıdığı olduğu bir oteli atmıştı. Bende gönderdiği konumdaki otelin önüne kadar geldim. Kocaman 5 yıldızlı bir oteldi. İçeri girdim. Ve bir oda istedim. Oda numara mı ve anahtarımı alıp asansöre bindim. Eşyalarımı otel görevlileri yukarı taşımama yardım ettiler ve sonunda odaya girip kendimi yatağa attım.

 

Telefonumu elime aldım ve hakkımda çıkan en son haber kabak gibi ortadaydı, ve şu anda en çok görüntülenen magazin sayfasındaydı. Babamın uğruna beni evden kovduğu habere tıkladım. Önüme kocaman karaarslanlıyla benim fotoğrafımız çıktı. Fotoğrafta benim bileğimden tutmuş vaziyette mekandan çıkarkenki resim ve arabaya binerkenki resimleri koymuşlardı. Altına da kocaman harflerle "YENİ BİR AŞK MI DOĞUYOR" yazıyordu, gerisinde ise,

 

" Ezim akman iş adamlarından olan aynı zamanda bir çok eğlence mekanı sahibi rıza şahenk 'in mekanında çıkan saldırıda rıza beyin ortaklarından olduğunu bildiğimiz savaş kararslanlıyla çıkması akıllara adını sürekli başka başka isimlerle duyduğumuz ezim akmanın yeni sevgilisi iddiaları atıldı. Savaş bey ' in adı genellikle bu tür magazin olaylarına karışmasada ezim hanımın cazibesi ünlü iş adamını cezbettiğini düşünülüyor. Bir çok isimle gizli kapaklı görüşmelerini gördüğümüz Ezim akmanın gönlünü bu sefer bir milyardere kaptırması hayranlarını şaşırtırken sevmeyenleri,

 

" Ne kadar ayran gönüllü bir kadın!"

" Ailesi bu kadınla nasıl baş ediyor?"

" Herkes bu kadında ne buluyor?"

 

Gibi yorumlar yaptı. Ezim akman ve savaş karaarslanlı ise şu anda bu durumda sessiz. Ortaya atılan iddialar doğru mu? Kendilerinden açıklama gelir gelmez sizlerle paylaşıyor olacağız.

 

Haberini görünce başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bu fotoğraf hangi ara çekilmişti. Ve altında yazan saçma sapan iddia da neydi böyle, yorumlar zaten felaketti. İşin garip yanı mekanla ilgili sadece saldırı olduğu yazılmış üzerinde daha durulmamıştı. Ama bizim haber patlamıştı. İnsanlar nerde gereksiz asılsız haberler var onlara bakıyordu. Fakat asıl mevzu Bu sefer gerçekten adım çıkmıştı. Şimdiye kadar ne kadar kapanmaya çalışılsa da bu büyük bir skandal 'dı. Tüm magazin haberlerinde hattağa iş haber sayfalarında bile bizden bahsediyorlardı. Başımda yeterince dert yokmuş gibi bir de bu çıkmıştı. benim en kısa zamanda bir açıklamayla yalan haber olduğunu duyurmam lazımdı, aksi halde sessiz kaldığım için haberi doğruladığım anlamına gelecekti. Bir yandan da şu mekanda olanları da çözmem gerekiyordu bana öyle geliyordu ki, benim bilmediğim çok şey vardı.

 

Telefonumu bırakarak valizleri dolabın yanına bıraktım ve içinden pijama takımını giyip yatağa girdim.

Çok yorgundum ama bu yorgunluk uykusuzluk kadar belirgin değildi. Gözlerim kapanmış mı?, yoksa sadece uykuya dalma isteğim mi vardı?, anlamamıştım. Sabah uyandığımda saat üçtü. Yatakta biraz daha kalmak istedim, ama uykusuzluğum yüzünden kalkmak zorundaydım. Hazırlanıp kahvaltı yapmak için aşağı indim. Bir fincan kahve içip kendime gelmek istiyordum. Kahvaltılık birkaç şey tabağıma koyduktan sonra, filtre kahvemi hazırlarken, cep telefonumda hakkımda çıkan haberlerin yorumlarına göz gezdirdim.

 

Bir yandan kahvemi yudumladım, bir yandan da yorumlara bakıyordum: "Sessiz kaldıklarına göre haber doğruymuş.", "Yakışıyorlar gerçekten, kimyaları çok iyi." gibi yorumlar vardı. Bu yorumlar arasında iyi olanlar azınlıktaydı; çoğu yorum ise oldukça olumsuzdu. Magazin dünyasında tanınan biri olmanın getirdiği zorluklardı bunlar.

 

Kahvaltımı yaparken, bir yandan da karşımdaki adamın konuşmasına dikkat kesildim. Kafamı kaldırdığımda, gözlerim Murat'ı gördü. Otele lobisinde bir adamla konuşuyordu ve bu konuşma sırasında dikkatli gözleri, beni fark etti. Yanıma doğru yürümeye başladı.

 

"Sanırım çok şanslıyım, sizi tekrar görmek için can atarken, karşılaştık," dedi, kendinden emin bir şekilde.

 

"Ne tesadüf," dedim, biraz kabaca. Sonuçta bu adam kimdi ki ona kibarlık gösterecektim? Bu soğuk ve resmi cevap, Murat'ın ilgisini kesinlikle kesmeyecekti.

 

"Arkadaşımın oteli burası. Sizi burada göreceğimi bilseydim, daha önce gelirdim," dedi, hafif bir gülümsemeyle.

 

Bu adam, benim ne yaparsam yapayım, hızını düşürmeden yürümeye devam ediyordu. Hatta ters davranışlarımı bile hoş buluyordu gibiydi.

 

"Ben de daha dün geldim. Korkarım, daha önce gelseydiniz, beni göremezdiniz zaten," dedim.

 

Murat'ın bana olan ilgisi gayet olasıydı. Hem güzel, hem akıllı, hem de eğlenceli bir kadındım. Kim benim gibi bir kadına hayır diyebilirdi ki?

 

"Özel olmayacaksa, neden burada olduğunuzu sorabilir miyim?" dedi.

 

"Ailevi nedenlerden desem, kabalık etmiş olur muyum?"

 

"Konuşmak istemiyorsanız, üzerinize varmam. Anlıyorum. Madem buradasınız, sizi yemeğe çıkarmak isterim. Eminim benim için bir yemeklik vaktiniz vardır," dedi, kendinden emin bir şekilde.

 

Onun bu ısrarcı tutumu karşısında hayır demek istiyordum ama çok ısrarcıydı. Bu akşam yemek teklifini reddetmek yerine kabul etmeye karar verdim.

 

"Sakın susmaya devam ederseniz, bu akşam için sizden söz alıyorum," dedi.

 

"Peki, bu ısrarcı tutumunuz bana pes dedirtti. Bu akşam için bu nazik teklifinizi geri çevirmeyeceğim," dedim.

 

sanırsın raliyetten çıkmaydık resmiyet arş 'taydı ama eminim ki onu yatağa atsam bu kibarlıktan eser kalmazdı.

 

Çok uzatmadan görüşürüz, dedikten sonra, yukarı odama çıktım. İçimde bir yorgunluk vardı ama bu akşam yemeği teklifinin gereksiz olduğunu düşünüyordum. Belki de basit bir yemekti, fazla büyütmenin anlamı yoktu. Üzerimi değiştirmek üzere kıyafet ararken, kapının aniden çalınmasıyla irkildim. Bu saatte otelde kimse rahatsız edilmezdi.

 

Kapıyı açtım ve karşımda Savaş'ı gördüm. Savaş Karaaslanlı. Onun buradaki varlığı, oldukça şaşırtıcıydı. Savaş'ın bu saatte benim kapıma kadar gelmesi, aklımda bir sürü soru işareti bıraktı. Yüzüme baktığında, neden burada olduğunu anlamış olmalı ki, sanki düşüncelerimi okuyormuş gibi bir ifadeyle,

 

"Beni içeri davet etmeyecek misin?" dedi, sesindeki hafif alaycı ton, bu ani karşılaşmanın ciddiyetini biraz hafifletiyordu.

 

Kapıyı tamamen açarak ona içeri girmesi için yol verdim. Savaş, odama adımını atarken, yerleşik bir karizma ve kendine güvenle içeri girdi. Yatak odama ilerleyip, karşımda bir köşedeki koltuğa oturdu. Gözleri odanın köşelerine bir tarama yaptıktan sonra, yerleştiği koltukta ciddi bir duruş sergiledi.

 

"Buraya bilmen gereken şeyler olduğu için geldim," dedi, sesi dikkat çekici bir ciddiyet taşıyordu.

 

"Neymiş bilmem gereken şeyler? Söylemen gereken ne varsa, en son konuştuğumuzda söyledin diye hatırlıyorum," dedim, sinirli ve meraklı bir tonda. İçimdeki belirsizlik, yüzümdeki soğuk ifadeyle belirginleşiyordu.

 

"Arkandan neler döndüğünü bilmiyorsun," dedi, koltuğuna iyice otururken. Bu sözler, aramızdaki mesafenin sadece fiziksel olmadığını, duygusal bir engelin de mevcut olduğunu hissettiriyordu.

 

Gözlerimi kısarak ona baktım, bu durumda ne yapacağımı, ne hissetmem gerektiğini anlamaya çalışarak. Savaş'ın açıklamaları, kafamdaki soruları daha da artırmıştı.

 

"Bana doğruyu söyle, sen bana aşık mı oldun? En beklemediğim zamanda karşıma çıkıyorsun, beni bir şeylerden koruma çalışıyormuş gibi davranıyorsun ki benim korunmaya ihtiyacım da yok," dedim. Ellerimi bağdaş yaparak, sorgulayan bir bakışla ona odaklandım. İçimdeki karmaşa ve tedirginlik, yüzümde belirgin bir şekilde yer alıyordu.

 

Savaş, yüzünde sadece hafif bir gülümseme ile karşılık verdi. Onun bu gülümsemesi, adeta bir sanat eserinin etkileyici güzelliği gibiydi. İlk kez gülerken gördüğümde, onun bu doğal ve etkileyici hali, tüm odanın atmosferini değiştirdi. Hem yakışıklı, hem seksi, hem de güçlü bir adamdı; gülümsemesi, onun karakterinin derinliklerini ve çekiciliğini gözler önüne seriyordu.

 

Bu düşünceler kafamda hızla geçerken, niyetimi bozmadan, içimdeki tüm karmaşayı bir kenara bırakmaya çalıştım. Savaş'ın bu anki etkileyici hali, duygusal bir gerilim oluşturmuştu. Gözlerini tekrar bana çevirdiğinde, içimdeki karmaşayı daha iyi anlamaya başladım. O an, Savaş'ın

varlığı, hem huzur verici hem de kafa karıştırıcı bir etki yarattı.

 

"Magazinin dahi sayamadığı binlerce adamla düşüp kalkan bir kadına mı? Hiç sanmıyorum, bunu düşündüğüne göre senin aşık olman daha olası görünüyor," dedi Savaş, sesindeki hafif alaycılıkla beni sinirlendirdi. Ancak, ona karşı verdiğim tepkiyi kontrol ederek, sahte bir gülümsemeyle yanına doğru adım attım. İçimdeki öfkeyi bastırmak için derin bir nefes aldım.

 

"Sözde iş adamı kılıfıyla karşıma geçen bir mafya mı? Bunları söylüyor, kendini çok önemsiyorsun," dedim, soğuk ve keskin bir tonla.

 

Savaş, gözlerini benden ayırmadan, ciddi bir şekilde cevap verdi. "Ben en azından kim olduğumu inkar etmiyorum. Ama sen bir Akman değilmiş gibi davranıyorsun."

 

Savaş'ın bu söyledikleri, içimde birikmiş olan kızgınlığı daha da artırdı. Ne biliyordu ki benim hakkımda böyle konuşabiliyordu?

 

"Sen ne biliyorsun ki?" dedim, sesimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak.

 

"Kısa zamanda öğrenilebilecek her şeyi, ki benim öğrenmek isteyip de öğrenemediğim bir şey yoktur," dedi Savaş, kendinden emin bir şekilde.

 

"Buraya neden geldin?" diye sordum, merakla ve biraz da umutsuzlukla.

 

"Seni görmeye desem çok mu mutlu olacaksın?" dedi Savaş, gözleriyle beni değerlendirerek. Mevzuyu ortaya ben atmıştım, ama benimle uğraşan oydu. Altta kalmayı hiç sevmem; bu huyum kurusun, dediğim bir şeydi. Savaş'a yaklaşarak, ellerimle ceketinin yakalarıyla oynamaya başladım. Cazibem, benim en güçlü silahlarımdan biriydi ve bunu kullanmak istiyordum.

 

"Evet, beni kurtaran adama bir teşekkür etmek isterim," dedim, dudaklarımı onunkine yaklaştırarak. Ancak, Savaş, hızla beni kollarımdan tutarak durdurdu.

 

"Tamam, benim gibi otoriterine önem verdiğini anladım ama benimle oynamaya çalışma. Seninle ben oynarsam canın sıkılır," dedi, sesinde kararlı bir ton vardı.

 

"Öyle mi?" dedim, hâlâ devam ederek. Savaş, benden uzaklaştı, aramızdaki mesafeyi yeniden oluşturdu.

 

"Seninle bir iş birliği yapmak istiyorum," dedi Savaş, konuşurken elindeki sigarayı yaktı. Sigara dumanı odanın içindeki havayı yavaşça kaplamaya başladı. Bu açıklama, tamamen beklenmedikti. Ne için olduğunu sormak üzere ağzımı açmadan önce Savaş, devam etti.

 

"Ailenin nelerin içinde olduğunu, peşinde olan düşmanlarını, ve benim kim olduğumu hâlâ bilmiyorsun. Ailen, hiç bulaşılmayacak birine bulaştı. Şimdi hiçbirinin can güvenliği yok, senin de tabii ki. Baban, herkesi harcamak pahasına köşe bucak kaçtığı Harun Karabağ'ın oğluna kendisine zarar vermemesi için seni verdi. Kendi elleriyle o adama teslim edeceği gece, magazin haberlerini görmüş olmalı ve seni evden gönderdi. Seni evden göndererek olayın kendisinden çıkmasını istedi muhtemelen."

 

söyledikleri, içimdeki huzursuzluğu daha da derinleştirdi. O an, odanın içindeki sessizlik, Savaş'ın sigarasından çıkan dumanla dolarken, onun söyledikleriyle gerçekliğin karanlık yüzü gözlerimin önüne seriliyordu. Her şey, sanki bir bulmacanın parçaları gibi yavaş yavaş yerine oturuyordu ve bu parçaları bir araya getirmek, oldukça karmaşık bir hal alıyordu. bu açıklamaları, hem bir tehdit hem de bir çözüm teklifiydi; ancak hangi tarafın daha etkili olacağını anlamak için pekte uygun değildi.

 

"Bunları neden bana söylüyorsun?"

 

Sözlerim keskin ve merakla doluydu. Onun gözleri, bir anlığına sessizleşmişti. Sigarasını hafifçe kıvırdı, dumanı tavanda kaybolurken gözleri benimkilerle buluştu.

 

"Çünkü, seni vermek istediği Harun Karabağ'ın oğlu benim kardeşimi öldürdü," dedi, sesi sarkastik bir ton taşıyordu. "Şimdi, ben onların istediğini ellerinden alacağım. Bunun için de sana bir ortaklık teklif ediyorum. Bu işte ben sana yardım edeceğim, sen de benim yanımda olacaksın."

 

Bir an sessizlik çöktü. Odanın soğuk duvarları arasında bir fısıldama gibi yayıldı bu cümleler. Gözlerimdeki sorgulayıcı ifadeyi fark etti, ama kendini bir adım geri atacak kadar endişelenmedi.

 

"Bunların hepsini planladın mı?" dedim, sesimde şüphe vardı. "İlk defa karşıma çıktığın gün ve söylediklerin sonra bunları söylemek için tekrar karşıma çıkman, hepsi planlı mı?"

 

"O gün orada olacağını bilmiyordum ama seni o çatışmada kurtarmamın işime yarayacak bir şey olduğunu görmüştüm. Söylediklerime gelirsek, senin kim olduğunu biliyordum, hem de senin tahmininden daha ayrıntılı. O gün sadece seni ölçüyordum."

 

Sözleri içimi kemiriyordu. Yüzüme doğru eğildi, gözlerinde bir güvence arıyordu ama ben onu bulamıyordum. "Ve şimdi beni kendine bir piyon yapmak için kapıma kadar geliyorsun, öyle mi?"

 

"Senin bana ihtiyacın olacak. Ben sen olmadan da onlardan almam gerekeni alırım, ama benim derdim onları istedikleri şeyle vurmak. O yüzden buradayım."

 

Sözlerinde bir ciddiyet vardı ama ben buna inanmak istemiyordum. "Benden bir eşya gibi bahsetme, ben sizin oyuncağınız değilim," dedim,

 

Yüzüme dik bir şekilde bakarak, cevabımı bekliyormuş gibi durdu.

 

" Sana güvenmiyorum. Senin de bana güvenmediğin aşikar. Bu böyle olmaz."

 

Sözlerim, odanın soğuk duvarlarına çarptı, yankılanarak yok oldu. O, ifadesinde bir anlık bir değişiklik yaşadı, ama hemen kontrolünü sağladı.

 

"Peki, şimdilik sadece korumalar yanında olsun. Sana kısa bir zaman verebilirim ama bir an önce karar vermelisin, seninle vakit kaybedemem."

 

Sırf kurduğu şu cümle yüzünden bile onu reddebilirdim. Derken, Usulca geldiği gibi çıktı odadan.

 

odadan çıkışı, tüm bu konuşmaların ve gerilimlerin ardından yaşadığım bir rahatlama anı gibiydi. Dahil olmamaya çalıştığım bu karmaşanın asıl meselesinin benimle ilgili olduğunu düşünmek, içimi ürpertiyordu.

 

Bu beklenmeyen teklif, ilk kez beni üstünde düşünmeyi gerektirdi. Kendimi bu noktada nasıl bulduğumu bile anlamıyordum. Oda, gözlerimden süzülen belirsizlikle daha da karanlık görünüyordu. Onun soğuk bakışları, karar verme sürecimdeki zamanla yarışımı iyice belirginleştirdi. Konuşmanın ardından odadan çıkarken, ardımda bıraktığım sükunet ve belirsizlik hissi, karanlığın içindeki yalnızlığımı daha da derinleştirdi.

 

 

5 SAAT SONRA

 

Düşünceler içinde kaybolmuşken, Savaşın gidişinden kaç saat geçmişti, bilmiyorum. ama normalde evde olmaktan boğulan ben, nasıl bir yol ayrımında bulmuşsam kendimi, hayatımın kararını verir gibi düşünüyordum.

 

telefonumun ekranı yanıp sönmeye başladı. Ekranın görüntüsünü açmak için yandan bastığımda Murat'ın mesajı ekranda belirdi: "Nasıl gidiyor? Akşam yemeği için hazır mısın?"

Numaramı nerden bulmuştu bilmiyordum ama, onu gibi bir adam için belli ki zor bir şey değildi.

 

Murat'ın bu kadar olayın içinde hâlâ yemek teklif etmesi, beni hem güldürüyor hem de sinirlendiriyordu. Çok şık olmak zorunda olmadığını düşünerek, sade ama zarif bir siyah elbise tercih ettim. Elbisenin yırtmacına, her ihtimale karşılık olarak, küçük bir tabanca yerleştirdim. Bu tedbirli yaklaşım, beni biraz rahatlatıyordu. Yüzümde dikkat çekici bir göz makyajı yaptım ve ruj olarak hafif bir renk seçtim, böylece görünümüm hem etkileyici hem de doğal oldu.

 

Makyajımı yaparken, abimden bir mesaj geldi. "mesajımı görünce beni ara." yazmıştı. Abimi arayacak vakit yoktu. Bu yüzden Kısaca iyi olduğumu, ve şu anda müsait olmadığımı daha sonra arayacağımı belirten bir mesaj attıktan sonra çantamı aldım ve odadan çıkarken, kapıda korumalarımı bulmam bir oldu.

 

" Ezim hanım nereye gidiyorsanız bırakalım" dedi bir tanesi

 

" Gerek yok yemek yiyip gelicem bir arkadaşla "

 

Tam gidiyordum ki önüme korumaların başı olan beni eve bırakan adam çıktı bu adam gollum gibi her yerden çıkıyordu.

 

" Gollum gibi bir ordan bir burdan çıkıyorsun"

 

" Gollum mu? çok mu düşündüğün bunu, Nereye gidiyorsun? gideceğin yere bırakalım yanlız gitme, "

 

" Ben başımın çaresine bakarım. ördek gibi peşimde gezip durmayın. ayrıca sana bakınca zaten otomatik karakterler ağzıma geliyor öncesinde düşünmeme gerek yok."

 

" Normalde olsa senin gibi biriyle konuşmam bile, bırak ilgilenmeyi ama savaş seni yanlız birakmamızı söyledi o yüzden küçük hanım kaprisleriniz boşuna"

 

Bana küçük hanım demişti. Hiç de küçük değildim ama haklı olabilirdi benden en az beş yaş büyüktü.

 

" Ben peşimde korumalarla korkak gibi gezmem. Peşinden kimse gelmesin. Kimseyi yanımda görmek istemiyorum."

 

Tam da bir şey söyleyecekti ki ona sinirli bir bakış attım. Uyarıyla gerçekten de kimseyi peşimden yollamadı. Kendisi de gelmedi. Aşağıya lobiye indim. Murat Lobide beni bekliyordu zaten. Yanına geldiğimde,

 

" Göz kamaştırıcısın, bu kadar güzel bir şey daha önce görmedim"

 

" iltifatların için teşekkür ederim ama bir an önce gitsek fena olmaz. Bir şey yemedim ve bu güzellik aç olunca sinirli oluyor."

 

Bana güldü ve çıkışa doğru yürüyorduk ki içeri orta yaşlı bir adam girdi. Murat bu adama donmuş gibi baktı. O sırada ben olayı anlamaya çalışıyordum. Adam bize doğru geldi. Murat,

 

" Baba" diye şaşırmış bir niğdayla adama bakıyordu.

 

Ben içimden madem babası neden bu kadar şaşırdı. Gördüğüne dedim. Adam bana dönerek,

 

" Merhaba ben harun Karabağ" dedi.

 

Adam cümlesini bitirir bitirmez beyninden vurulmuşa döndüm. Bu adam babamın beni verdiği adamdı. Adama bir an donmuş gözlerle baktım. Ama hemen kendimi toparladım. Ardından,

 

" Beni tanımamanızın imkanı yok. amacınız ne sizin baba oğul"

 

" Babanın seni bize vermesi yeterince açık sanıyordum. Dündarı cesaretli bir adam sanırdım zora gelince kızını ortaya attı. Ne yapalım babanın yaptıklarını sen çekeceksin Olayı zorlaştırma bizimle geliyorsun" son söylediğini tehditkar düz şekilde söylemişti.

 

" ben kimseyle gelmiyorum." Dediğim gibi elbimin yırtmacından silahı çıkarıp adamın ayağına sıktım. Ve geri geri giderek sığınacak bir yer aradım. En yakın da koltuk vardı arkasına geçtim. Ve ateşlemeye başladım. Harun 'unun korumaları da gelmişti. Sayıca fazlalardı. Arkamdan silah sesleri geldi. Ve arkama baktığımda savaşın adamları savaş ve gollum arkamda ateş ediyorlardı. Ne yalan söyliyim bu kadar adamı burda hal edemeyebilirdim. Otelin ortasındayım ve kaçacak pek fazla yerde yok. Ayağa kalktığım gibi hedefdim. Savaş yanıma geldi.

 

" İyi misin? "

 

" İyiyim iyiyim sen nerden çıktın?"

 

" Korumaları yanında neden istemedin? illa benim mi gelmem gerek"

 

" Sende meraklısıymışsın soluğu hemen yanımda aldın"

 

Çatışmanın ortasında yaptığımız konuşma rahatlığın hangi boyutuydu. Koltuğun arka tarafından bir adam bana yaklaşmıştı konuşurken fark etmemiştim. Adam kolumu tuttu. Ben hemen adamın kolunu ters çevirdim. Adamı kendime siper

ettikten sonra kafasına silahın arkasıyla vurdum. Ve hemen eğildim.

Savaş benden beklemiyordu belliki bu hareketleri,

" Dövüşmeyi ve silah kullanmayı nerden biliyorsun?"

 

" Ordan bakınca çıt kırıldım mı duruyorum?"

 

" Ne yalan söyliğim senden beklemediğim şeyler bunlar"

 

" Bu daha ne ki bende daha ne numaralar var" dedim imalı.

 

" Ne numaralar varmış görmek isterim."

 

" Bu kadar etkilendiğini belli etme istersen, malum yanlışla fahişe iması yarattığın kadınla yatarsın. Dokunur sana"

 

"Seninle yatmak istediğimi de nerden çıkardın" dedi o da ima yaratarak.

 

" Sonuçta benim gibi bir kadını gören herkesin ilk düşüncesi o kadını yatağa atmaktır"

 

O hiç bir şey söylemedi.

 

" Ne o sessiz kaldın"

 

" Şu anda bunları seninle tartışmak istemiyorum"

 

Gözüme bir an yangın merdiveni takıldı. Sonunda bir çıkış yeri bulmuştum.

 

" Ben sıkıldım çıkıyorum"

 

Ve öne takla atarak diğer tarafa geçtim. Ve ordan da yangın merdivenine girerek. Allahtan ikinci kattaydık çok yürümek zorunda kalmadım. Yangın merdiveninden indikten sonra arka tarafdan çıktığım için arabam ön tarafta kalmıştı. Arkamdan savaşın çıktığını gördüm. Elimi tuttu. Ve,

 

" Gel benimle" dedi.

 

Onun elini bırakmadım başkası olsa bırakırdım ama onunkini bırakmak istemedim. Beraber onun arabasına bindik.

 

" Çabuk sür şu arabayı"

 

Diye emir verdi. Biz hâlâ el ele arabadaydık. Gollun arabada bizi el ele görünce savaşa elimizi işaret etti. Savaş bir an kendine gelip elimi bıraktı.

 

Bense nerdeyse ağlayacaktım elimi bıraktı diye. Ne oluyordu bana böyle saçma düşünceleri kafamdan atmaya çalıştım. Ama inkar edemediğim bir şey hariçti. Bu adamda bizi birbirinize çeken bir şey vardı. Şimdi ne olacaktı. Adama düşünücem dedikten sonra kendimi adamın arabasında bulmuştum.

 

Güzel bir bölüm olduğunu düşünüyorum.

 

Acaba ezim bundan sonra neye karar vericek?

 

Harun Karabağ 'a ve babasına karşı ezim nasıl bir yol izleyecek?

 

Yorumlar benim için çok önemli çünkü hikâyenin akışı hakkındaki fikirlerinizi merak ediyorum ve inanın sizin düşünceleriniz hikâyenin akışını değiştiriyor buraya kadar gelmişken yıldıza dokunmayı unutmayın. bir dahaki bölümde görüşürüz.📍🎈

 

Loading...
0%