Yeni Üyelik
16.
Bölüm

13. Bölüm GÜVENİN TEMENNİSİ

@sima.d

...

Mezarlığın sessizliği içinde duruyorum, etrafımda sözde sevenlerin hüzünlü bakışlarıyla çevrili. Birinin hayatı bir gecede ikinci kez nasıl dağılabilirdi. Abimin cenaze töreninde, içim paramparça. Onun yanımda olmayışı, hayatımda şimdiden derin bir boşluk yarattı. Meğer Abini kaybetmek, sadece bir aile üyesini değil, en yakın dostumu, güven limanımı kaybetmek demekmiş, Çünkü yasladığınız tek yer onun omzu olunca kalan içinde ölüm kadar acı oluyormuş. beni herşeyin geçeceğine inandırmaya çalışırdı şimdi bu acıyı abim olmadan kime anlatabilirdim.

 

gözlerim Kalabalığın arasında dolaşırken bir anda onu gördüm. annem.. utanmadan gelmiş feryat figan ağlıyor. Yıllarca bizi umursamayan sevgisini bizden esirgeyen kadın, şimdi burda sahte gözyaşları döküyordu.

Kalabalığın arasından anneme doğru yürüdükçe, içimdeki öfke dayanılmaz bir hal aldı. Abimin tabutunun başında durması bile içimdeki acıyı daha da derinleştiriyordu. Artık dayanamıyordum. Bu sahneye bir son vermeliydim.

 

"Ne yüzle buradasın?" diye bağırdım, sesim titrerken kalabalığın dikkatini çekti. Herkes bir anda sustu, gözler bana döndü. Ama umursamıyordum. Gözlerimden öfke fışkırıyordu. "Yıllarca bizi umursamadın! Sevgini bizden esirgedin! Şimdi, abim toprağın altındayken mi vicdanın sızladı?"

 

Annemin gözleri bana dikildi, ama onun şaşkın bakışları bile öfkemi dindirmiyordu. "Abim burada yatarken mi, anne olduğunu hatırladın!" dedim, sesim gittikçe yükseliyordu. "Yoksa kocan gibi mükemmel anne pozları kesmeye mi geldin sen zannediyor musun ki ben susacağım. Onun hayatı boyunca hiç yanında olmadın, şimdi mi ağlıyorsun?"

 

Kalabalık sessizdi, ama ben devam ediyordum. "Bize ufacık bir sevgiyi çok gördün, annelik nedir bilmedin. Şimdi buraya gelip bu rolü kesmene izin verir miyim! anne olduğunu mu sandın sen." dedim, gözlerimden yaşlar akarken. " Burda olmayı hak etmiyorsun Git buradan!"

 

Annemin gözlerinden yaşlar süzüldü, ama ben onun bu yaşlarına inanmayacak kadar kırılmıştım. Kalabalıkta bir uğultu başladı, ben artık hiçbir şey duymuyordum. İçimdeki öfkeyi kusmuş, içimi bir nebze olsun rahatlatmıştım. Annem bir adım geri çekildi, gözlerindeki ifade çaresizlikle doluydu. O an, ona olan nefretim yerini derin bir boşluğa bıraktı.

 

Herkes yavaş yavaş ayrılırken, Murat ve Savaş yanımda kaldı. Ancak onların varlığı, bana destek olmaktan çok gerilimi artırıyordu.

 

Murat, aniden Savaş'a dönüp, alaycı bir tonla konuşmaya başladı. " burada ne işin var, Şimdi de kendini göstermeye mi karar verdin? "

 

Savaş, soğukkanlı ama sinirli bir şekilde cevap verdi. " Bu bir cenaze töreni herkes neden burdaysa bende o yüzden burdayım"

 

Murat, öfkeyle ileriye doğru bir adım attı. " Ezim'e destek olmak için buradasın öyle mi?" Dedi ve yapmacık bir şekilde sırıttı." Senin asıl amacın kendini göstermek. Sadece kendini düşünüyorsun, Ezim'i değil."

 

Savaş'ın gözleri öfkeyle parladı. " Ne diyorsun lan sen senin yüzünden ezim ölecekti ben burda susmuşken sen konuşuyor musun hâlâ"

 

Onları izleyen topluluğun arasından birinin sesi duyuldu.

 

"Şu an tartışmak için uygun bir zaman değil."

 

Murat, alaycı bir kahkaha attı. " Ezime yaptıklarından sonra burada olman bile Ezim için bir sorun. Gerçi Senin nerede olduğun önemli değil, çünkü her zaman problem çıkarmaktan başka bir işe yaramacaksın."

 

Bu noktada sabrım tükenmişti. İçimdeki acı ve öfke, daha fazla bastırılamaz hale geldi. Sesim titreyerek ama kararlı bir şekilde araya girdim. "Yeter artık!"

 

bana döndüler. Ama ben durmadım, içimdeki öfkeyi daha fazla bastıramayarak devam ettim. Sesim yükseldi, gözlerim doldu. "Susun! İkiniz de susun!" dedim, sesimdeki öfkeyi saklamadan. "Beni daha fazla zorlamayın. Eğer tartışmaya devam edecekseniz, burada olmanıza gerek yok. Gidin! Burada kavga eden kimseyi istemiyorum."

 

Murat ve Savaş, bir an sessiz kaldılar, sözlerimin ağırlığını hissetmiş gibiydiler. Murat' ın yüzünde öfke vardı. Savaş da derin bir nefes aldı ve başını eğdi. Murat, öfkeyle geri adım attı, gözlerinde hala kızgınlık vardı. Bana son bir bakış attıktan sonra hızla dönüp uzaklaştı. Arkamdan, öfkeyle söylenerek uzaklaşırken, adımlarının öfkesi mezarlıkta yankılandı.

 

Savaş, Murat'ın gidişini izlerken, yüzünde karışık bir ifade vardı. Gözlerinde hem öfke hem de pişmanlık görüyordum. Yanındaki Arat'a baktı, ikisi kısa bir süre birbirlerine sessizce baktılar. Sonra, Arat'ın omzuna hafifçe dokunarak sessizce uzaklaştılar. Sessizlik tekrar mezarlığa çöktü.

 

Yavaşça abimin mezarına doğru ilerledim. Dizlerim yorgunluktan ve duygusal ağırlıktan titriyordu. Mezarın başına geldim, çimenlerin üzerine oturdum. Elimi toprağa koydum, sanki onun varlığını hissedebilirmişim gibi. Gözlerim onun kaybını her anımsadıkça doluyordu.

 

"Abim," dedim, sesim titrerken. "Seni böyle uğurlamak istemezdim. Bu kadar kavga, bu kadar öfke... Sen bunları hak etmedin. Keşke buradayken, sana daha fazla destek olabilseydim."

 

Gözlerimden süzülen yaşlar, sessizce toprağa düştü. Ellerim titrerken, mezar taşına dokundum. Kalbimdeki ağırlık tarifsizdi, ama şu an sadece onunla, onun hatırasıyla baş başa kalmak istiyordum.

 

mezarına baktım, gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Bu acı, onların kavgasıyla kendini daha fazla hatırlatıyordu. yaşananların gerçekliğiyle yüzleşmeye çalışıyordum. Kaybımı hissediyordum kime dokunsam kelebeğin ömrüne dönüyordu hayatı. naletli bir mezar gibiydim, yakınımdakileri de o çukura çekiyordum.

 

"Abim... Senin mezarının başında durmak, içimi yakan bir acı. O, seni kaybettiğim an içimde kanayan bir yara. Burada, sessizliğin ortasında, sensizliğin ne kadar derin olduğunu bilemezsin...

 

Biliyor musun? dün gece rüyamda seninle konuşuyordum. Sana sarılmak, sesini duymak istiyordum. Ama sabah uyandığımda bu boşluk, bu tarifsiz acı yeniden buldu beni, Senin yokluğun, hayatımdaki en büyük eksiklikmiş abi, eğer benden bu kadar erken gideceğini bilsem yemin ederim bu yaptıklarımdan vazgeçerdim, senin için yapardım bunu. ama Seninle birlikte, hayatımdaki renkler de kayboldu şimdi, kapkara bir gelecek ve bizi bu hâle getiren herkesin birer birer hayatını söndüreceğim..

Burada, bu toprağın altında yatıyorsun. Beni niye bıraktın abi..

sen benimle konuşmasan bile hâlâ yaşadığını bilmek umut' du bana şimdi temelli beni bıraktın tek dayanağım sendin gitmene gerek yoktu beni böyle kimsesiz bırakmaya hakkın yoktu" dediğimde ellerimle toprağını sıkıyor hündür hündür ağlıyordum.

 

Bir süre hiç konuşmadım ardından o kuruyan dudaklarımı araladım.

 

" Kalbim çok acıyor, Sanki şu göğsümün üstüne bir şey oturdu ve onun verdiği yük seni aldı benden, canımdan can gitmiş gibi hissediyorum. O son anını düşündükçe, çıldıracak gibi oluyorum. Keşke bir an için bile olsa geri dönebilsem, sana tekrar sarılabilsem...

 

Ölürken bile haklı olduğun halde benden özür diledin asıl ben özür dilerim bundan sonra yapacaklarım için sen beni affet abi, çünkü bu sefer kardeşin gerçekten öldü."

 

Abimin mezarı başında, derin bir yalnızlık hissiyle diz çökmüştüm. Gözlerim yaşlarla dolu, dudaklarım titriyor. İçimdeki acı, bir volkan gibi patlamaya hazır. " seni şimdiden çok özledim" diye fısıldadım. Sesim neredeyse duyulmazdı ki sadece mezarın soğuk taşına çarpıp geri dönen bir yankı gibiydi.

 

Zorlukla ayağa kalktım, gözlerim bulanık. O anda arkamı döndüğümde, Savaş'ı gördüm. Şaşkınlığım, derin bir iç çekişle yerini bir nebze öfkeye bıraktı. "Sen... Gitmedin mi?" dedim, sesim titreyerek.

 

"Seni böyle bırakamadım," dedi Savaş, gözlerinde endişeyle.

 

Gitmesini söylemiştim. Neden anlamıyordu? "Neden geri döndün? Gitmeni söylemiştim," diye çıkıştım ona.

 

Adımlarını bana doğru atarken, " bu durumda seni yanlız bırakacağımı mı düşündün " dedi.

 

" Evet, daha önce de yaptığın gibi arkanı dön ve git " dedim fakat bu cümle onun bakışlarını değiştirmişti.

 

" İntikam alıyorsun değil mi Böyle konuşarak, ama yanlış taktik prenses, ben seni iyi tanıyorum. Gitmem için daha yaratıcı düşünmelisin"

 

gözleri eskisi gibi beni anlar gibi bakıyordu öyle ihtiyaç doluydum ki gözlerim onun harelerine takıldı kaldı.

 

" Seni anladığıma şaşırmıyor musun hâlâ oysa biz birbirimizi ilk gördüğümüzde anlamamış mıydık." sözleri yumuşaktı.

 

" yanında olmak istiyorum o kadar." Dedi art niyet olmadığını vurgulamak isteyerek.

 

Fakat ben hâlâ direnmeyi sürdürüyordum.

 

"Bu benim acım. Kendim başa çıkarım," dedim, bakışlarımı kaçırarak. Kendi içimdeki kargaşayı, kendi başıma çözmem gerektiğine inanıyordum.

 

"Kendi içinde yaşamak zorunda değilsin. Senin yanındayım, hep de yanında olacağım," diye cevap verdi. Bu kadar kararlı olması beni daha da huzursuz ediyordu.

 

Gözyaşlarımı gizlemeye çalışarak, "Bu yükü kaldırabileceğini sanmıyorum. " dedim. Kimse benim içimdeki fırtınayı anlayamaz, kaldırmaya gücü yetemezdi.

 

"Bunu bizim için birlikte kaldırabiliriz. Beni uzaklaştırmaya çalışma, yara aldığın her anında yanında olmak istiyorum, yalnızken hiçbir şey kolay unutulmaz" dedi. Ve Bir adım daha attı, elleri neredeyse bana dokunacak kadar yakındı.

 

Bir an duraksadım, ama sonra derin bir nefes aldım. " Daha fazla konuşma. tamam, gitmek istemiyorsan gitme ama bu şu anda burda konuşmak, isteyeceğim en son şey"

 

sessizlik, belki de en büyük ilaçtı şu anda benim için.

 

Savaş, sessizce bir adım daha yaklaştı. "Tamam, hiçbir şey söylemeyeceğim. Sadece burada olacağım, yanında," diye fısıldadı.

 

Bu sözleri beni biraz rahatlattı. gözlerim yerde, kalbim bi an olsun huzur bulmuştu.

 

Ve o sessizlik içinde, Savaş'ın varlığı bana bir nebze olsun teselli getirdi. Tek istediğim buydu; kimse konuşmasın, kimse tartışmasın. Sadece yanımda bjr dayanakmış istediğim Çünkü şu anda, tek başıma değil, onun yanında olmak istiyordum.

 

Abimin mezarının başında geçirdiğimiz dakikaların ardından, Savaş sessizce beni arabaya doğru yönlendirdi. Onun yanında olmayı hem istiyor hem de ona karşı duyduğum karmaşık duygularla boğuşuyordum. Arabaya bindik ve sessizce yola çıktık. İçimdeki ağır kederle boğuşurken, nereye gittiğimizin pek farkında değildim. Gözlerim dışarıda ama zihnim hala abimin mezarındaydı.

 

Bir süre sonra, araba sahil yoluna çıktı. Denizin kokusu ve uzaktaki hafif dalga sesleri, içimde hafif bir huzur dalgası yarattı. Savaş'ın nereye gittiğimizle ilgili bir şey söylemeden, sadece sessizce arabayı sürdüğünü fark ettim. İçimdeki kargaşa biraz olsun duruldu, ve onun bu sessizliğiyle, bir şeyler planladığını hissettim ama ne olduğunu anlamıyordum.

 

Araba aniden yavaşladı ve kenara çekildi. Savaş, bana dönmeden kapıyı açtı ve dışarı çıkmamı işaret etti. Bir an için şaşırdım, ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Ama yine de, onun bir bildiği olabileceğini düşündüm ve yavaşça arabadan indim.

 

Ayaklarım kumlara değdiğinde, hafif bir serinlik hissettim. Gözlerimi kaldırıp etrafa baktım. Gün batımının muhteşem renkleri, gökyüzünde bir tablo gibi yayılmıştı. Turuncular, pembeler ve altın sarıları, ufukta birleşip denize dökülüyordu. Sahilin bu güzelliği, içimdeki tüm karanlığı bir an için dağıttı. Derin bir nefes aldım, tuzlu deniz havası ciğerlerimi doldurdu. Bu, uzun zamandır hissetmediğim bir rahatlama anıydı.

 

Savaş, sessizce yanımda durdu. Onun ne düşündüğünü, ne hissettiğini bilmiyordum ama bu anı bana hediye etmek istediğini anlayabiliyordum. Bu sessizlik, bu huzur dolu an, içimdeki acıyı biraz olsun hafifletiyordu.

"Gün batımını izlemek," dedim, fısıldar gibi, "belki de tam da şu anda ihtiyacım olan şeymiş."

 

Gözlerim hala ufukta, renklerin dansını izlerken, içimdeki düğüm yavaşça çözülmeye başladı. Abimin kaybının yarattığı boşluk ve acı, burada, bu muhteşem doğa karşısında bir nebze olsun hafifliyordu. Savaş'ın bu anı benimle paylaşmak istemesi, bana düşündüğümden daha fazla iyi gelmişti.

 

Onun varlığı, beni bu zor anlarda ayakta tutuyor gibi hissediyordum. Geçmişin acılarını bir kenara bırakmak zor olsa da, şu an, sahilin bu huzurunda, Savaş'ın yanımda olması bana gerçekten iyi geliyordu.

 

Gözlerimi tekrar gün batımına çevirdim ve bu anın güzelliğine kaptırdım. Belki de, Savaş'la birlikte, geçmişin yaralarını iyileştirmek için küçük bir adım atmıştık. Ve şu anda, bu sessiz huzurda, onun yanımda olmasına izin vermek bana gerçekten iyi gelecekti.

 

gözlerim denizin derinliklerine dalmışken, Savaş'ın yumuşak sesi beni gerçek dünyaya geri çekti.

 

"ben de kardeşimi kaybettiğimde senin gibi boşluğa düşmüştüm. Hiç beklemediğin zaman hayatına anlam katan tek kişinin senden bi anda böyle bitmesi ne demek bilirim..

İlk başta inanmak istemezsin, kabullenmek zor olur. Sanki dünya bir anda durdu ve sende onunla birlikte donup kaldın Uzun süre ne yapacağını bilemezsin. Her an her saniye onu düşünüyor ve ölmediğini bir gün bir şekilde çıkıp gelmesini umut edersin Ama zamanla, onun gerçekten gittiğini kabul etmek zorunda kalırsın." dedi derin bir nefes alarak Gözleri uzaklara, denize daldı, sanki o anıları tekrar yaşıyor gibiydi. "Onunla ilgili her şey bir süreliğine hayatımı durma noktasına getirdi. İsyan ettim, hayata karşı öfkelendim. Kendime sürekli 'Neden o?' diye sordum. Fakat ne kadar acı verici olursa olsun, zaman bu soruların cevabı olmadığını anlamamı sağladı."

 

gözlerimin içine bakarak devam etti. "Senin acını çok iyi anlıyorum. Kardeşini kaybetmek, hayatının bir parçasının kopması gibi. O boşluğu dolduracak hiçbir şey yok. Ama bu acıyı yaşamak, onu unutmamak demek. Ve biliyorum ki, o acı kalbini sararken, yanında birinin olduğunu bilmek bazen o ağırlığı taşımayı biraz daha kolaylaştırıyor. Benim yanımda kimse yoktu ama bırak da senin yükünü hafifletiyim"

 

Onun bu sözleri kalbimde bir kapıyı araladı. Gözlerim dolarken, Savaş'ın empati ve şefkat dolu bakışlarına karşılık verdim. "Bana sarılır mısın?" dedim bunu söylerken dudaklarımın titrediğine yemin edebilirdim.

 

Savaş, kollarını genişçe açtı ve beni sıkıca kucakladı. Onun sıcaklığı içimdeki fırtınayı biraz olsun dindirdi. Gözyaşlarım kontrolsüzce akmaya başlamış Savaş'ın gömleğini ıslatıyordu.

 

"Acını içinde tutma" diye fısıldadı kulağıma doğru,

 

Bu kelimeler, kalbimdeki düğümleri çözmeye başladı. Savaş'ın kollarında, başımı omzuna yasladım. O nazikçe başımı öptü. Onunla paylaştığımız bu an, kafamdakileri silip atmasa da, kendimi bir an için de olsa anlaşılır ve yalnız olmadığımı hissettirdi.

 

Ardından ayrıldık ve ne kadar öylece denizi seyrettik bilmiyordum. Ama bi ara savaş konuşmak için dudaklarını araladı.

 

"Ezim," dedi yumuşak bir sesle, " abin şimdi seni böyle görseydi bence çok üzülürdü." Dedi ona anlamamış gibi bakınca hafiften tebessümle kafasını çevirdi.

 

"Ağlayınca çok çirkin oluyorsun." Dedi altında ima yatan sözleriyle

 

Bende Ona bakmadan, derin bir nefes aldım. "Benimle uğraşarak kafamı dağıtmaya çalıştığının farkındaydım ama inan seninle tartışmak bile istemiyorum" dedim sessizce

 

" Madem öyle, bir süre cevap vermeyeceğin için istediğimi söyleyebilir miyim sana" dedi rahatlamamı ister gibi dolu dolu bakarken

 

Hafifçe göz ucuyla ona baktım ve gözlerimi kaçırdım istemsiz göz devirmiştim dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. Ardından hemen toparlayarak konuştu.

 

" Seni herkesten çok anlıyorum Ama o şerefsizin yanında neden olduğunu bir türlü anlamıyorum sırf bana inat olsun diye onun yanına geçmiş olamazsın" dedi bir cevap bekler gibi bende sadece denizin bu durgun haline pür dikkat bakıyordum. Fakat o devam etti.

 

" Bu konuya gireceksen, bu anın güzelliği bile beni senin yanında tutmaz."

 

Sesi normale döndü. Merak ve şüphe dolu soruları da kesti.

 

"herneyse her şey bir kenara seni yalnız bırakmam Özellikle de o herifin evine gitmene izin veremem"

 

Devam ettirmek istemiyordum ama Bu sözler beni rahatsız etmişti. Gözlerimi denizden ayırmadan, onunla yüzleşmek istemedim. "O kadar uzun boylu değil," dedim soğukkanlılıkla. "Bana sarıldın diye yaptıklarını unuttum sanma."

 

Savaş gülümsemeyle karşılık verdi. "Bana sarıl diyen sendin."

 

Ona doğru döndüm ve gözlerinin içine baktım. "Evet, çünkü o an sadece sen vardın. Ama seni yanıma alırken bile gözümün bir ucuyla tehlikeye bakmayı bırakmadım," dedim. Sesim titrek ama kararlıydı.

 

Savaş ciddileşerek, "Tehlike her zaman burada, prenses. Ama ben seni korumak için buradayım,"

 

"Tehlikeden korunmak için kime güveneceğimi seçmek zorundadır insan," dedim. "seni yakınıma alırken de, her anı sorgularım."

 

Savaş bir an duraksadı, sonra gözlerime bakarak, "Sorgula, ama beni yanlış anlama. Seni korumak için ne gerekiyorsa yapacağımı bil" dedi.

 

Gözlerimi ondan ayırmadan, derin bir nefes aldım. "Belki de en büyük tehlike, bana bu kadar yakın olmandır, Savaş." Öyle güzel bakışmaydı ki aramızdaki şeyde öyle bulanıktı ki hem onunla ömür boyu burda kalıp gözlerine bakabilirdim hem de burdan giderek bir daha onun suratını bile görmeye bilirdim.

 

"görüşüne göre bir süre kafamı her çevirdiğimde seni göreceğim. Ama unutma ne kadar yakın olursan ol, her adımında seni izleyeceğim." Dedim son söylediklerimi parmağım havada onu uyarır nitelikte söylemiştim.

 

Savaş bir an sessiz kaldı, ardından yavaşça başını salladı. " Bu sefer Adımlarımı dikkatle atacağım, Çünkü biliyorum, bu sefer hata yaparsam seni tamamen kaybederim."

 

Ona sert bir şekilde baktım.

 

Sahilde hafif bir rüzgar esiyordu. Kumların üzerinde ayak izlerimiz, denizin kıyıya vuran dalgalarıyla yavaşça kayboluyordu. Güneş, ufkun altına doğru inerken altın rengi ışıkları suyun üzerinde parıldıyordu. Ben ve Savaş yan yana oturmuş, dalgaların huzurlu sesini dinliyorduk. Ama içimdeki huzursuzluk, dışarıdaki bu sakin manzarayla çelişiyordu.

 

Derin bir nefes aldım. Aklımda gitmekten başka bir şey yoktu. Her şey karmaşık ve bulanıktı, ama tek bir şey açıktı: Burada daha kalamazdım. "Sanırım gitsem iyi olur," dedim yavaşça. Sözlerim, dalgaların arasında kaybolan bir fısıltı gibiydi. Gözlerimi Savaş'a çevirdim; bakışlarımda kararlılık vardı, ama içimde biriken öfke de yüzeye çıkmak istiyordu.

 

Savaş'ın yüzünde beliren endişeyi görmemek imkansızdı. İçinde bir huzursuzluk dalgasının kabardığını hissedebiliyordum. "şimdi gitmek zorunda mısın?" dedi, sesi umutsuz bir umut kırıntısıyla doluydu. Bu soruyu defalarca sormuş gibiydi.

 

Onun gözlerinden kaçındım, denize baktım. Dalgalara baktıkça içimdeki karmaşa biraz olsun yatışıyordu. "Evet, gitmeliyim," dedim. Ama onun beni anlaması zor olacaktı. İçimde taşıdığım sırları bilemezdi.

 

Savaş, ellerini saçlarına geçirdi, çaresizliği yüzünden okunuyordu. "Murat'la ne işin var? Ona güvenemezsin, biliyorsun. Ve hâlâ onun suyuna gidiyorsun." dedi, sesi çaresizlikle doluydu.

 

İçimde derin bir nefes daha aldım, ama bu sefer rahatlamak için değil, öfkemi kontrol etmek için. Savaş'a döndüm, gözlerimde birikmiş öfkeyi saklamadan. "Bu seninle alakalı değil, Savaş. Murat'ın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorum. Ama bu onu düşündüğümden değil. Gitmezsem ne yapabileceğini sen bilmiyorsun. Özellikle de sana zarar vermeye kalkarsa."

 

Savaş'ın yüzünde bir karışıklık belirdi. Ona karşı hala endişelendiğimi fark etmesi, içinde bir umut ışığı yaratmış olabilirdi. Ama ben bunu reddettim. "Beni düşünmene gerek yok. Benim için endişelenme. İlla beni düşünüyorsan kendini düşün çünkü Benim derdim sensin. o herifin de senin yanında olmasına üstelik onunla aynı evde kalmanı da istemiyorum. "

 

Bu sözler, içimdeki karmaşayı daha da derinleştirdi. Gözlerimi kapattım, başımı eğdim. Onun korumacı tavırları, şu an başa çıkmak istediğim son şeydi. "Bu sadece seninle ilgili değil," dedim sessizce. Ama gerçeği söylemekten kaçınıyordum. "Her şey karmaşık, Savaş. Seninle kalmak şu an mümkün değil. Gitmek zorundayım."

 

Savaş, ellerini umutsuzca hareket ettirdi. "Ezim, lütfen kal," dedi, sesi yumuşak ama çaresizdi. "Bu gece kal. Belki sabah farklı bir çözüm buluruz. Seni Murat'a teslim etmek istemiyorum."

 

Başımı hafifçe salladım. "Kalmak istesem de burada duramam," dedim, gözlerimde karışık duygularla. "Seninle burada kalmak, şu anda yapabileceğim bir şey değil."

 

Onun yüzündeki öfkeyi ve çaresizliği görebiliyordum. "Neden bu kadar inatçısın? Neden gitmek zorundasın? Söyle bana, gerçekten neyin peşindesin?" diye sordu, sesinde bir kırıklık vardı.

 

Bir an duraksadım, ona gerçeği söylemek için içimde bir dürtü hissettim. Ama bu dürtüyü bastırdım. Gözlerimde bir tereddüt belirdi ama çabucak toparlandım. "Sana bunu açıklayamam," dedim, sesim daha da sertleşerek. "Ve açıklamak zorunda da değilim. Ama şunu bil ki, seninle ilgili değil."

 

Savaş'ın yüzündeki ifade değişti. Daha da çaresiz hissediyordu, çünkü ona güvenmediğimi biliyordu. "Tamam," dedi zoraki bir kabullenmeyle. "Ama lütfen dikkatli ol. Ve ne olursa olsun, bana haber ver."

 

Başımı hafifçe salladım.

 

Güneş yavaşça batarken, aramızdaki sessizlik ağırdı. Bu anın ne kadar kıymetli olduğunu biliyordum ama aynı zamanda ne kadar kırılgan olduğunu da. İçimde bir parça, Savaş'a sarılmak ve kalmak istiyordu. Ama bu mümkün değildi. Aramızdaki yalanlar ve kırgınlıklar, bu anın güzelliğine gölge düşürüyordu.

 

Ayağa kalktım ve ona son bir kez baktım.

O an, sahilde hafif bir rüzgar esmeye devam ederken, yolumu belirledim. Her adımımda, içimdeki karmaşa daha da büyüyordu. Ama ne olursa olsun, gitmek zorundaydım. Murat bizi şu anda yan yana görürse bunun izahı yapmasam bile aramızdaki anlaşmayı bozardı üstelik işin içinde barlas denen o adamda vardı. Böylesine tehlikeli bir durumda savaşın yanımda olması çılgınlıktı.

 

Sonunda ikimizde ayaklandık ve arabaya doğru ilerledik ve savaş sürücü koltuğuna bense yanındaki koltuğa geçtik fakat savaş kapıyı kapatırken öylesine sert çarpmıştı ki kapıyı bir an kırdı diye düşündüm. Ardından Arabanın motorunu çalıştırdı ve sahilden uzaklaştık. Savaş'ın direksiyondaki yüzündeki ifadesi sertti, ama gözlerinde bir endişe parıltısı vardı. Onu bu durumda bırakmak istemediğim için içimde bir sızı hissettim, ama gitmek zorundaydım. Bu yolculuk, sadece Murat'a ulaşmak için bir adım değil, aynı zamanda Savaş'tan uzaklaşmanın da bir yoluydu. Aramızdaki her şey karmakarışıktı ve bu karmaşıklık, kalbimi ağırlaştırıyordu.

 

Sahil yolu, şehir ışıklarıyla dolu bir sokakta birleşti. Arabadaki sessizlik, aramızdaki gerginliği daha da yoğunlaştırıyordu. Savaş'ın yüzündeki sertliği hissedebiliyordum, ama bu kez onun bana karşı bir öfkesinden değil, beni koruma isteğinden kaynaklandığını biliyordum. Bu da işleri daha da zorlaştırıyordu.

 

"Ezim, senin için endişeleniyorum," dedi Savaş, sonunda sessizliği bozarak. "Bu kadar tehlikeli bir karar alman beni deli ediyor."

 

Gözlerimi ona çevirdim, ama cevap vermedim. İçimde, onun endişesini anladığımı ama Murat'a gitmenin ne kadar zorunlu olduğunu açıklayamamanın çaresizliği vardı. Sedef'in güvenliği ve Murat'ın ne yapabileceği beni burada tutamayacak kadar ağırdı. Ama bunları Savaş'a söyleyemezdim. En azından şimdi değil.

 

Savaş, bir yandan yol gözlüyor, bir yandan da beni ikna etmeye çalışıyordu. "Murat'a gitmek zorunda değilsin, Başka bir yol bulabiliriz. Seni koruyabilirim."

 

Ona bakışlarımı yönelttim. "Bu sadece benimle ilgili değil," dedim. Sesimde bir yorgunluk vardı, ama aynı zamanda kararlılığımı da saklamıyordum.

 

Savaş, ellerini direksiyona sıkıca sararak içini çekti. "Sana zarar vermesine izin veremem. Orada güvende olmayacaksın."

 

Gözlerimi camdan dışarı çevirdim, sokak lambalarının geçip gidişini izledim. "Bunu ben de biliyorum," dedim yavaşça. "Ama başka bir seçeneğim yok."

 

Savaş bu söylediğime daha da kızmıştı.

 

" Ne demek başka bir seçeneğim yok. O şerefsiz seni bir şeyle mi tehdit ediyor bak eğer öyle bir şey varsa söyle bana" dedi direksiyonu elleriyle sımsıkı sıkarak

 

Nefesimi sıkıntıyla verdim ardından en az onun kadar agresif şekilde konuştum.

 

" Öyle bir şey yok ki olsa bile bunu sana söylemem hem söylesem bile sen kimsin ki hangi sıfatla beni murata karşı koruyorsun."

 

Hâlâ burnundan soluyordu fakat söylediğim şeylerin gerçekliğini ikimizde biliyorduk.

 

Araba, Murat'ın evine yaklaştıkça, içimdeki gerilim daha da arttı. Savaş, arabayı kenara çekti ve motoru durdurdu. "Burada in," dedi, sesi soğuk ama çaresizdi.

 

Onun gözlerinde karışık duygular vardı. Beni bırakmak istemiyordu, ama benim kararımı da değiştiremiyordu. Elimi kapı koluna götürdüm ve bir an duraksadım.

 

"Teşekkür ederim," dedim kapıyı açmadan önce

 

" Ne için"

 

Yanımda olduğun için dememi bekliyordu.

 

"Beni buraya kadar getirdiğin için." dedim.

 

O an yüzündeki sinirli ifadesinin tebessüme döndüğüne emindim. Çünkü hep böyle idi öfkelense bile bu uzun sürmüyordu. Ardından derin bir nefes aldı. "Sadece dikkatli ol, ve yanında olduğumu bil" dedi.

 

Kapıyı açtım ve kendimi dışarı adım attım. Arkamdan Savaş'ın gözleri üzerimdeydi. Bir an, ona dönüp her şeyi anlatmak, gerçek nedenlerimi paylaşmak istedim. Ama bu mümkün değildi. Onun güvenliği, Sedef'in durumu ve Murat'ın tehditleri arasında sıkışmıştım. Bu yolda yalnız yürümek zorundaydım.

 

Arabanın kapısını kapattım ve adımlarımı Murat'ın evine doğru yönelttim. Savaş'ın beni izlediğini hissediyordum, ama dönüp bakmadım. Yolumu belirlemiştim ve bu, benim vermem gereken bir karardı. Ne olursa olsun, bu tehlikeli yolda kendi başıma ilerleyecektim. Bahçeye girene kadar arkamdaydı gitmemişti. İçeri girdikten sonra umuyordum ki gitmişti. Murat'ın evine doğru yürüdüm. Kapıya yaklaştığımda, içimde bir titreme hissettim. Derin bir nefes alarak her zamanki gibi bahçe kapısından girdim çünkü salona çıkıyordu direkt onunla karşılaşmadan odama çıkmayı hedeflemiştim. İçeriye girdim, etrafıma bakındım. Evin içi benim ruh halim kadar kasvetliydi. Murat'ın evine her gelişimde, bu yerin karanlığı beni sarıp sarmalıyordu.

 

Salona geçtiğimde, Murat'ın kuzenleri Cemre ve Dağhan'ı gördüm. İkisi de Murat'ın yanında oturuyorlardı, gözlerinde meraklı bir ifade vardı.

 

kimseyle konuşacak halim yoktu.

salondan çıkıp odama yöneldim. Arkama bakmadan, üçünün 'de gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Her adımımda, bu bakışların ağırlığı daha da hissediliyordu. Merdivenleri çıkarken, sanki bu evin soğuk duvarları bile benim üzerime geliyordu.

 

Odaya girer girmez kapıyı kapattım ve derin bir nefes aldım. Burası benim kaçış noktam olacaktı. Bir süre sadece durup etrafı dinledim. Sessizlik... Bu sessizlik, içimdeki fırtınayı biraz olsun dindirdi. Ardından, banyoya gidip sıcak bir duş aldım. Su, vücudumdan akarken, zihnimdeki karmaşıklığı biraz olsun yıkıyordu.

 

Duştan çıkıp üzerime rahat bir şeyler giydiğimde, telefonuma bir mesaj geldiğini gördüm. Mesaj Savaş'tandı. Kalbim bir an hızla çarptı. Bu mesaj, içimde bir yerlerde hala onun için bir şeyler hissettiğimi kanıtlar gibiydi. Ama ben Ezim Akman'dım; dik başlı, inatçı ve cesur bir kadındım. Savaş'ın bir mesajıyla duygularımı alt üst edecek kadar zayıf değildim. Yine de, telefonumun ekranında Savaş'ın ismini görmek beni bir çocuk gibi mutlu etmişti.

 

Mesajı açtım:

 

" Orda olduğun süre boyunca dikkatli ol. Bana ihtiyacın olursa, bir mesaj uzağındayım. Her ne olursa olsun, seni koruyacağım prenses,

yanlız değilsin."

 

Sözleri, kalbimde bir sıcaklık i için elimden geleni yapıyordum. Ama içten içe, onun beni hala önemsediğini bilmek bir şekilde içimi ısıtıyordu.

 

Telefonumu bir kenara bıraktım ve yatağa uzandım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Bu gece ne olursa olsun, güçlü kalmalıydım. Hem Sedef'in güvenliği hem de Savaş'a olan inatçılığım beni ayakta tutacaktı. İçimdeki fırtına ne kadar şiddetli olursa olsun, ben bunun üstesinden gelebilirdim.

 

Ama yine de, Savaş'ın sözleri zihnimin bir köşesinde yankılanıyordu. Onun beni koruma arzusu ve benim yalnızlık kararlılığım, bir an için içimde karmaşık bir düğüm oluşturuyordu. Gözlerimi kapatıp bu düşünceleri bir kenara itmeye çalıştım. Bu gece, sadece kendimle baş başa kalmalıydım. Ve her şeyin üstesinden gelmek için, içimdeki güce odaklanmalıydım.

 

Beni sürükleyen Düşüncelere dalmışken, kapının vurulmasıyla irkildim.

Ardından içeri tarık ve nihle girdi. Buraya nasıl gelmişlerdi.

 

" Nerden çıktınız?" Dedim toparlanarak

 

" Cenazeye yetişemedik bari şimdi yanında olalım" dedi nihle

 

" Nasılsın?" Dedi tarık yanıma yerleşip,

 

" Nasıl olabilirim ki göründüğü gibiyim" dedim sesim artık ağlamaktan ve günün ağırlığıyla bitkin çıkarken

 

" Her şey geçecek biliyorsun değil mi?.. Arelin lafıydı bu küçüklükten beri sen ne zaman üzülsen bunu söylerdi." Dedi tarık acı dolu bir gülüşle

 

Bi an gözümün önünde eskiler canlandı. Her şey kötüydü fakat abim yanımdaydı.

 

" Keşke sizin gibi şu kapıdan çıkıp gelse, o zaman tüm bunları bırakırım. onun için öleceğimi bile bile o bunu istemiyor diye herşeyden vazgeçerim." Dedim

 

üzerimdeki yük yeterince kendini gösteriyordu.

 

Tarık bir abi edasıyla arkadan sarıldı. Bende onun bana sarılan kollarına yavaşça ellerimi koydum.

 

" Bende de nihle de senin yanındayız, biliyorsun. hem arel hep senin yanında unutma küçükken de öyle yapardık arel üniversite için yurt dışına gitmişti bizde seninle kendimize bir yıldız belirlemiş, her gece o yıldızı arel diye iyi geceler derdik. Hatırlıyor musun?"

 

13 yaşında bir kızın etrafındaki tek yıldız ve güvendiği ilk yıldızdı..

 

Derin bir iç çektim. Ve kafamı hafifçe salladım.

Ardından bu kadar ilgi fazla gelmişti bünyeme,

 

" Siz nasıl geldiniz buraya" dedim titreyen sesimi koruyamaya çalışarak,

 

" Savaş bizi evden aldı ve senin bize ihtiyacın olduğunu ve yanında olmamız gerektiğini söyledi. Bizde zaten seni nasıl bulacağımızı düşünüyorduk haberi alır almaz yanına gelmek istedik. Bizi buraya bıraktı ve sana dikkat etmemizi muratla yanlız bırakmamamızı söyledi ve gitti." Dedi nihle

 

" Sizi buraya o getirdi demek"

 

Bunu neden yapıyordu ki bir yanım hâlâ onu ilk tanıdığım yalan söylemeyen, bana dürüst olan o adam olduğuna inanırken etrafıma bakındığımda nerde olduğuma bakınca tüm inançlarımı yitiriyordum.

 

" Bu adam niye hâlâ sana böyle davranıyor." Dedi şüpheli şekilde soran tarık.

 

" Neden olaca" demeye kalmadan nihleye bir bakış attım. Ardından nihle lafını yarıda bırakıp sustu.

 

" Ne oluyor aranızda şifreli konuşuyorsunuz."

 

" Tarık sen çantamı aşağıdan getirsene ezime bir şey göstermem gerek telefonum da içindeydi. " dedi nihle mahsustan söylediğini tabiki anlamıştım.

 

" Kızım bir çantan var ona da sahip çıkarmıyorsun. bu kadınların hepsi mi aynı olur"

 

" Alt tarafı bir çanta hadi koca adam kaldır şu poponu " diyerek onunla dalga geçti.

 

" Şuna bak bir de alay ediyor" dedi ve huysuz bir edayla odadan çıktı.

 

"Sizin burda olmamanız gerekiyor. O yüzden söylediğim gibi geri dönün" dedim bi an olabilecekleri düşünürken

 

" Saçmalama seni bu psikolat adamla burda bırakamam aşağıda iki kişi daha vardı onlar kimdi?"

 

" Cemreyle Dağhan Murat'ın kuzenlari abimin cenazesi için gelmiş olmalılar." Dedim abimin adını anar anmaz tekrar gönlümü siyah bir bulut kaplarken

 

Nihle bir an düşündü ardından tekrar konuştu.

 

" İşin aslı ne ezim, tarığın yanında söylemedim ama ne oluyor bir açıklama da yapmadın hem senin bu adamın yanında ne işin var söyleyecek misin? artık" Dedi endişeli ve meraklı şekilde hararetli konuşurken

 

" İşin özeti şu, murat beni öldü bildiğim arkadaşım hatta arkadaşım da değil kardeşim dediğim sedefle tehdit ediyor. Sedef yaşıyormuş ve ben eğer dediklerini yapmazsam sedefi bir daha göremem."

 

nihleye bu durumu artık söyleyebilirdim. Buraya kadar gelmişti ve zaten artık tehlikedeydi ayrıca ondan artık bunu gizlemek istemiyordum. tarıkta bilse iyi olabilirdi fakat tarık bunu öğrense nihle kadar sakin kalmaz. Abim gibi korumacı abi triplerine girerdi.

 

Nihle söylediğime anlam katmaya çalışır gibi baktı.

" Şu sedef bahsettiğin sedef mi?"

 

Ona sedeften bahsetmiştim fakat ölümü hakkında bir şey bilmiyordu gerçi bende bilmiyordum yıllarca ölü biliyordum.

 

" Sedefin ölümüne ben sebep olmuştum ama şimdi bunlar bana sedefin yaşadığını söylüyorlar. Sırf bunun yüzünden burda değilim onun fotoğraflarını gördüm, gerçekten yaşıyor olabilir."

 

" Yine de bu çok saçma ezim o kız için kendini böyle riske atman ve ki yaşıyor olsa bile bu adamlara güvenmek, çok tehlikeli. belkide tüm planları seni ellerinde oynatmak değil" dedi nihle benim için endişeliydi gerçi haklıydı da bu çok parlak bir fikir değildi ama bende birinin elinde bu şekilde kukla olmaya meraklı değildim de barlasın bir süre oyalamam güvenini kazanmaya mecburdum. bu süre zarfında da eskisinden daha güçlü bir ezim olmalıydım. Saygı duyulmalı ve eski haberin üstüne başarılarımdan bahsedilmeliydi. Ancak bu şekilde güçlü bir kadın olduğumu ve yargılamadan hayatta kalabilirdim.

 

" Bende farkındayım durumun saçmalığının ama sedef ve sava" demeye kalmadan ne söylediğimin farkına varıp konuyu çevirmeye çalıştım.

 

" Sedef ve bu savaşı durdurmamın tek çaresi bir süre sularına gitmek" dedim ancak nihle bana ufaktan sırıtıp inceden tuhaf bir bakış attı.

 

" Ne?" Dedim bir şey söylememişim gibi soğuk şekilde ifademi korumaya çalışıyordum.

 

" Sen biraz önce savaş mı dedin?"

 

" Bu savaşı dedim nihle dinliyor musun sen beni" dedim oflayarak yerimden kalkarken

 

" Yok yok savaş dedin sonra çevirdin ee ne olmuş savaşa" dedi benimle uğraşarak

 

" Korkuyor musun? Yoksa Ona bir şey olur diye" dedi nispeten

 

" Evet çok korkuyorum ona bir şey olur diye hattağa ölüyorum onu görmediğim her dakika. buraya da sırf onun yüzünden geldim, malûm ben aptalın tekiyim adam beni öldürmek için düşmanına karşı beni kullanıyor, bende şimdi onun için kendimi feda ediyorum." dedim cümlemin sonlarına doğru gülümsemesi soldu.

 

" Yani evet böyle söyleyince haklısın ama yine de o çabalıyor ezim baksana sırf sen mutlu ol güvende hisset diye bizi senin yanına getirdi."

 

" Bunları yapıyor çünkü beni sevdiğini söyledi şimdi bunları yapmazsa söylediği cümlelerin bende bir anlamı olmadığını biliyor." dedim

 

Nihle kaşlarını garip bir şekilde kaldırdı.

 

" Muratta seni sevdiğini söylüyor o zaman muratın aşkıyla savaşın" iki elini havaya kaldırıp tırnak işareti yaparak devam etti. " Tırnak içinde sözde aşkı ne oluyor" dedi.

 

" Muratın beni sevdiği filan yok onunki sadece bir saplantı, elde edememenin verdiği takıntılık işte..

 

Ama savaş o öyle değil o beni anlıyor anladığı içinde ne hissettiğimi de biliyor. Bu yüzden ona güvenemiyorum beni görebildiği için mi bunları yapıyor yoksa beni gerçekten seviyor mu?" Dedim mırıldanır gibi konuşurken

 

" Seni isteyen bir adamla, hak eden adam

Arasında fark vardır ezim, savaş seni hak ediyor mu meçhul ama murat gibi biriyle o sözde saydığımız aşkı tartışmaya açık bile değil."

 

Bu konu iyiden iyiye canımı sıkmışken nihleye ufaktan sesimi yükselttim.

 

" Aman sende iyice savaş 'cı oldun çıktın adamın kardeşi senin kadar korumuyor onu"

 

Nihle bu sefer ellerini yatağın üstünde geriye doğru yatırdı ve hafif geriden bana baktı. " yakışıklı, hoş adam allah için ayrıca güven veriyor"

 

" bende senin gibi düşünüyordum sonra o güvendiğim dağlara kar yağdı."

 

İnceden bana göz devirerek baktı.

 

"onunla öpüştüğünü biliyorum ezim"

 

dudağının kenarını gülmemek için ısırıyordu.

 

Bakışlarımı kaçırdım.

 

" Atma öyle bir şey olmadı"

 

" Savaş söyledi " dedi kıkırdarken

 

kanepede duran yastığı elime geçirdiğim gibi ona fırlattım.

 

" Adamı öpen sensin ama bunu söyleyince kabul etmeyen yine sensin"

 

Ardından kapı açıldı ve tarık içeri girdi.

 

" Bu Dağhan denen adamı hiç gözüm tutmadı ne yav*ak adam lan"

 

"Ne var? ne oldu?"

 

" Nihle 'yi sorup durdu değişik, yok kardeşim mi? Yok sadece arkadaş mıyız? Dikkat et şuna Murat'ın kuzeni pek kaliteli bir kumaşı yok bu ailenin, hepsinin geni bozuk zaten" dedi sinirli şekilde nihlenin çantasını nihleye uzatırken

 

" Aman bende önemli bir şey sandım. " Dedi umursamaz şekilde nihle

 

Tarık bu sefer iyice gerilmişti.

 

" Kızım bir iken iki oldunuz başıma dikkat edin şu heriflere gözleri göz değil bunların" dedi ikimizi uyarıcı tonda ikaz ederek.

 

Telefonumu şarj takarken elimde bir bildirim sesi duyuldu odanın içinde, ikisininde bakışları bana döndü.

 

Mesaja baktığımda yazan savaştı.

 

" Kimden?" Dedi nihle

 

" Sanane" telefonu elimden bırakıp şarja taktım.

 

Tarık nihleye anlayalım diyerek bir göz kırptı.

Nihle kısık sesle " savaş" dedi ama tabiki bunu duymuştum.

 

" Nihle cidden sıktı bu, her konuyu savaşa bağlama"

 

Şaşırmış gibi yerinden fırladı ve bana doğru geldi.

 

" Ama bak ben demedim sen savaş dedin" dedi ardından sustu ve bana sarıldı.

 

" Seni çok seviyorum" dedi. Beni yumuşatmaya çalışarak şu an trip atacak halim yoktu kollarımı kaldırdım ve bende ona sarıldım.

 

" Saçma sapan konuşmadığın zaman bende seni"

 

Nihle elini tarığa uzattı ve,

 

" Tarık gelsene"

 

Tarık yerinden kıpırdamaz şekilde

 

" Yok ben böyle iyiyim" dedi sahte bir ifadeyle

 

" Nazlanma yeni gelin hadi" dedi elini uzatarak

 

Tarık yüzündeki memnuniyetsizlikle yaklaştı ve ikimize birden sarıldı.

 

O an

çocukça bir mutluluk vardı içimde günlerdir bu evde kendimi hiç huzurlu hissetmediğimi anlamıştım sanki.

 

🥀

kafamda sadece tek bir düşünce vardı artık, Savaş'ın bana devrettiği şirketin kontrolünü tam anlamıyla ele almak ve kendi gücümü daha da arttırmak. Uzun zamandır bunun için hazırlık yapıyordum ve artık harekete geçme zamanı gelmişti. Çünkü Gözlerimi kapattığımda abimin son sözlerini söylediği hali geliyordu gözümün önüne ve çıldıracak gibi oluyorum. Sanki aynı acıyı defalarca yaşıyordum.

 

İçimdeki hırs ve öfke bir araya gelerek içimdeki adalet düşkünü kızı alevlendiriyordu. abimin ölümünden sorumlu olanları bulmalı ve onun adına adaleti sağlamalıydım hiç değilse abime bunu borçluydum. Ve bunu da dik durarak ve güçlü olarak yapabilirdim o yüzden o hisselerin tamamına da ihtiyacım vardı.

 

Hazırlandım ve soluğu Savaş'ın şirketinde aldım ya da birazdan tamamen alacağım şirkete geldim. Ardından toplantı odasına geldim tüm cesaretim İle içeri girdim.

 

Karaarslanlı Şirketi'nin büyük toplantı odasında, sabahın ilk ışıkları içeri süzülürken, yönetim kurulu masanın etrafında toplanmış durumdaydı. odanın önünde güçlü bir duruş sergilerken, kurul üyelerinin yüzlerinde kızgınlık ve belirsizlik açıkça görülüyordu. Savaş, odanın köşesinde sessizce duruyordu, yüzünde kararlı bir ifade ile olanları izliyordu.

 

Sanki herkes beni bekliyordu. Ya da savaş herkesi benim için hazır ola sokmuştu bile

 

Salonun ortasına geldiğimde savaş oturduğu yerden,

 

" Hisselerin tamamının sana devretmem konusunda toplandık ve takdir edersin ki bu açıklamayı senin yapman gerekir" dedi ne söyleyeceğimi, nasıl bir tutumla yaklaştığımı göstermemi istiyordu. Böylelikle onları bastırmak daha kolay olacaktı.

 

Odada toplanmış kalabalığa bakarak, güçlü ve kararlı bir sesle konuştum.

 

"Bugünden itibaren, Karaarslanlı Şirketi'nin liderliği benim ellerimde. Savaş 'ın bana olan güvenini boşa çıkarmayacağım. Bu şirketi birlikte daha ileriye taşıyacağız."

 

Kurulun deneyimli ve sert üyesi Osman Bey, öfkeyle sandalyesinden kalktı.

 

Osman Bey, öfkeyle yerinden kalktı. "Ne cüretle buraya gelip bu hisseleri almaya kalkarsın? Abinin ölümü yetmedi mi, şimdi de şirketin peşine mi düştün?" diye bağırdı.

 

Gözlerinin içine bakarak, soğukkanlılıkla cevap verdim. "Bu şirketin sahibi savaş ve bu da onun kararı Osman Bey. Burada kişisel bir mesele yok," dedim, sesimdeki kararlılığı kaybetmeden.

 

Osman Bey'in yüzü kıpkırmızı olmuştu. "Arel'in ölümünü bile fırsat bildin, öyle değil mi? Abinde şimdiye seninle gurur duyardı eminim," diye alaycı bir şekilde konuştu. Sözleri kalbime bir hançer gibi saplandı, fakat acıyı belli etmedim.

 

"Abimin ölümünün acısını hâlâ yaşıyorum," dedim, sesim titremedi. "Ama bu, iş hayatımı ve aldığım kararları etkilemez. Abimi anıyorum, ancak onun anısına ve kendime saygım var. Bu yüzden buradayım."

 

Ben adamın sert tavrına karşılık soğukkanlılığımı korudum.

 

"Dimdilik burdayım çünkü Savaş bana güvendi. Bu şirketin potansiyeline ve geleceğine inanıyorum. "

 

Toplantıdaki o tek kadın osman beye katıldı.

 

"Sizin gibi dışarıdan gelen biri, bu şirketin iç dinamiklerini nasıl anlayabilir? Biz yıllardır burada çalışıyoruz ve sizin varlığınız bizim için bir tehditten başka bir şey oluşturmaz."

 

Adam üzerime doğru bir adım attı, gözlerinde öfke ve meydan okuma dolu bir bakışla.

 

"Sen kimsin de bize ne yapacağımızı söylemeye cüret ediyorsun? Bu şirkete zarar vermene izin vermeyeceğiz!" Dedi.

 

Tam bu sırada Savaş, odanın köşesinden ileri doğru adım attı, Yüzünde kararlı bir ifade ile adamın önüne geçti ve sert bir ses tonuyla konuştu.

 

"Ezim'i hafife almamanız gerektiğini anlamalısınız. O, bu şirkete yeni bir vizyon getirecek. Eğer bu değişime ayak uyduramazsanız, bu sizin sorununuz. Ama şunu net olarak söyleyeyim: Ezim'e karşı gelmek, bana karşı gelmek demektir. Ve bunu hiçbirinizin istemeyeceğinden eminim."

 

Savaş'ın sert ve tehditkar tavrı, odadaki gerginliği arttırdı. Kurul üyeleri birbirlerine bakıp durdu, kimse konuşmaya cesaret edemiyordu. Bende Savaş'ın yanında duruyordum o da ona güvenmem konusunda beni rahatlatan bakışlar atıyordu.

 

kadın tekrar derin bir nefes aldı ve sessizce başını salladı. Osman Bey'in yüzü hala öfkeli, ama hiçbir şey söylememişti. Savaş ise gözlerini tüm kurul üyeleri üzerinde gezdirdi. Ardından o kararlı sesi odada tekrar yankılandı.

 

"Bu, sizin son şansınız. Ya Ezim'le birlikte bu şirkete çalışmaya devam edersiniz ya da yollarımızı ayırırız. Seçim sizin."

 

Odada bir sessizlik oldu. Kurul üyeleri, ben ve Savaş'ın kararlılığını kabul edercesine sessizce başlarını salladılar. Ardından biz birlikte odadan çıkarken savaşın yüzünde yeni bir dönemin başlangıcını işaret eder gibi bir ifade görmüştüm.

 

Herkesin etrafında oturduğu masanın ortasındaki dosyayı savaş eliyle önüne çekti ve gözleriyle bana işaret etti.

 

Dosyayı açtım ve ufak bir göz gezdirdikten sonra imzaladım. Ardından savaş herkese göz gezdirerek konuştu.

 

" Görünen o ki kimsenin söyleyecek bir şeyi, itiraz edecek cesareti de kalmadı." Dedi hâlâ bir patron edasıyla

 

Toplantı odasında herkesin gözleri üzerimdeydi. Osman Bey'in bakışları, hissettiği öfkeyi ve hayal kırıklığını açıkça yansıtıyordu. Savaş'ın hisselerini bana devredeceğini duyduğundan beri içindeki huzursuzluk iyice artmıştı.

 

" Bunu yaptığına pişman olacaksın savaş, bu kadın için bunca insanın fikrini,emeğini yok saymak neymiş göreceksin" dedi tehditkar şekilde

 

Savaş tam konuşacağı sıra araya girdim.

 

" burdan çıktığınız an yaşacağınızın temennisi karşınızda durduğunuz adamın elinde farkında mısınız? laflarınızı ölçüp tartıp öyle konuşun. Ecelime susadım diyorsanız kapı orda. yıllardır burdasınız bu şirkete emek harcadınız şimdi burdan çıktığınız gibi rakip şirketler tarafından yem halindesiniz. Siz sanıyor musunuz ki bu tehditlerinizi yapabilecek kadar yaşayabileceksiniz" Dedim kararlı şekilde adamla üsten konuşurken

 

Savaşın yandan gururlu bakışını gördüm.

Adamım yüzü daha aksileşti ve bana doğru döndü.

 

" Bu şirket hakkında konuşacak son kişi sensin. İmzanın bende bir yükmü yok ezim hanım. savaşa güvenerek ettiğin bu lafların bana sökmez. Kabarma boşuna" diye bağırdı. Sözleri odada yankılandı. İçimdeki tedirginliği belli etmemek için sakin kalmaya çalıştım ve ona soğukkanlı bir şekilde baktım.

 

Savaşın Yüzünde, gözlerinde öfkeyle dolu bir ifade vardı. Odanın içindeki herkesin dikkatini çekti. Osman Bey'e doğru ilerledi ve durdu.

 

"Osman Bey," diye başladı Savaş, sesi sert ve kararlıydı, "yıllarını bu şirkete verdiğini biliyorum ve emeğine saygı duyuyorum. Ancak, hisselerimi Ezim'e devretmek benim kararımdı. Bu şirkette bir gelecek görmek istiyorsan, benim kararlarıma saygı duymanı beklerim."

 

Osman Bey'in yüzü daha da gerildi, ama Savaş devam etti. "Senin öfken, Ezim'e ya da bana karşı değil. Bu değişime karşı olan korkun. Ama şunu bilmelisin ki, Ezim bu şirket için en doğru kişi ve ona olan güvenim tam. Hisselerimi devretmek, şirketin geleceğini korumak içindi."

 

Savaş, bir adım daha atarak Osman Bey'in gözlerinin içine baktı. "Bu şirkette kalmak istiyorsan, Ezim'e saygı duymak zorundasın. Aksi halde, burada yerin yok. Ve şunu da unutma, bu şirkette bana ya da Ezim'e karşı en ufak bir hareketinde, sonuçlarına katlanırsın. Artık benden bekleyeceğin hiçbir hoşgörü de kalmadı."

 

Osman Bey'in yüzü bembeyaz olmuştu. Ağzını açıp bir şey söylemeye çalıştı ama kelimeler boğazında düğümlendi. Savaş'ın kararlılığı ve sözlerindeki otorite, onu tamamen susturmuştu.

 

Savaş, bana dönerek gözlerindeki sıcak bir bakışla "Bu şirketin geleceği senin ellerinde, ve burda olman için ne gerekirse yapacağım" dedi. Odanın içindeki sessizlik, Savaş'ın otoritesini ve bana olan güvenini açıkça ortaya koyuyordu. Osman Bey, yüzünde çaresiz bir ifadeyle odadan çıktı.

 

Bu olay, benim için bir dönüm noktasıydı. Şirketteki herkes, artık yalnız olmadığımı ve arkamda Savaş gibi güçlü bir destekçim olduğunu biliyordu.

 

Herkes toplantı odasından çıktıktan sonra, odada sadece ben, Savaş ve koruması kaldık. Gollum, her zamanki gibi köşede sessizce duruyordu. Onun orada olması, bu özel anı daha da gergin hale getiriyordu. Savaş'ın gözleri beni delip geçiyordu, bakışlarında hem öfke hem de merak vardı.

 

Savaş, nihayet sessizliği bozarak konuştu. "Ezim, Abin daha yeni kaybetmişken gerçekten hissselerin sırası mıydı?" dedi, sesi soğuk ve kontrollüydü, ama altında yatan öfkeyi hissetmemek imkânsızdı.

 

Derin bir nefes alarak ona döndüm." bu şirketin geleceği için en iyi kararları almak zorundayım. Bu hisseleri almak, onun hatırasını yaşatmanın bir yolu, çünkü o bunu isterdi." dedim, sesimde kararlılıkla.

 

Savaş, birkaç adım atarak bana daha da yaklaştı. "Sence bu hamlen, Arel'in anısına uygun mu? Onun izinden gittiğini mi düşünüyorsun?" dedi, gözleri benimkilerle kilitlenmişti.

 

"Abimin izinden gidiyorum, evet. Ama aynı zamanda kendi yolumu çiziyorum," dedim, sesimdeki titremeyi bastırarak. "Bu şirketin hisselerini alarak onun hatırasını yaşatacağım. Ve bunu yaparken kendi kararlarımı alacağım."

 

Savaş, bana daha da yaklaşarak fısıldadı. "Bu hamlenin bedelini ödeyebilirsin, Ezim. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunun farkındasındır umarım. Artık senden başka nefret edenler listen epey bir kabarık olacak."

 

Gözlerimi ondan ayırmadan cevap verdim. "Bedeli ne olursa olsun, bu benim yolum. Kendi kararlarımın arkasında dururum. Senin gibi yalana, dolana başvurmayacağım."

 

Savaş, bir an duraksadı. " seni korumaya çalışıyorum. Ama sen her seferinde işimizi zorlaştırıyorsun."

 

Bu sözler beni daha da öfkelendirdi. "Beni korumaya mı çalışıyorsun? Senin korumanın ne anlama geldiğini çok iyi biliyorum. Ben kendi kendimi koruyabilirim, Savaş."

 

O anda Gollum, köşede hafifçe öksürdü, varlığını hatırlatmak istercesine. Savaş ona döndü ve elini kaldırarak susturdu. Gözlerini tekrar bana çevirdiğinde, bakışlarında farklı bir ifade vardı. "Bu işin peşini bırakmayacaksın, değil mi?"

 

Başımı salladım. "Hayır, bırakmayacağım. Bu benim savaşım ve sonuna kadar gideceğim."

 

Savaş, derin bir nefes alarak geri çekildi. "Peki, Ezim. Madem böyle daha iyi hissedeceksin bu seferde dediğin gibi olsun."

 

Gözlerimi ondan ayırmadan cevap verdim. " Beni düşüyormuş gibi davranma" dedim donuk duran ifademle

 

O ise ciddiyetini hiç bozmadı.

 

" Rol yaptığımı mı sanıyorsun"

 

" Gerçek olduğuna inanamayacağım kadar sahte" dedim.

 

" O halde gerçek olduğuna inandırmam gerekiyor." Dedi gollum arkasında kalmasının verdiği cesaretle çapkın bakışlarını üzerimde gezdirirken

 

Bense sadece onun bu çabasına daha doğrusu onunla konuşmalarımızın sürekli yatak odası konuşmasına dönmesine gülümsedim.

 

Gözüm bi an golluma takıldı bize gülüyordu. O an Sessiz ama anlamlı bir konuşmaydı. her kelimenin altında bir dünya yatıyordu. O sırada kapı aniden açıldı ve Murat adamlarıyla birlikte içeri girdi. Yüzünde her zamanki kibirli ifade vardı ama beni gülümserken görünce öfkesi barizdi.

 

"Ne bu neşe? Sana eğlenmek için izin mi verdim, Ezim?" diye sertçe sordu.

 

Umursamaz bir tavırla cevap verdim. "Senin iznine ihtiyacım olduğunu sanmıyorum."

 

Savaş hemen yanıma geldi. Murat'ın tavrına rağmen sakinliğini koruyordu ama onun gözlerindeki kararlılığı görebiliyordum.

 

"Burada olmana gerek yok, Murat. Biz kendi aramızda konuşuyorduk," dedi Savaş durgun ama kararlı bir şekilde.

 

Murat öfkeyle cevap verdi. "Kendi aranızda mı? Ezim'le ilgili her şey benim meselem."

 

Alaycı bir şekilde araya girdim. " senin bu kontrol takıntın gittikçe komikleşiyor farkında mısın? "

 

Savaş, Murat'ı sakinleştirmeye çalışıyordu ama Murat'ın tavrı onun sabrını giderek tüketiyordu. "Murat Yeter!? Ezim'le ilgili meseleyi biz halledeceğiz. Sen de daha fazla zorlama beni!" dedi Savaş, sakin ama sert bir sesle.

 

Murat daha da öfkelenerek ileri atıldı. "Sen kim oluyorsun da bana ne yapacağımı söylüyorsun? Ezim benim. Onun üzerinde söz hakkın yok."

 

Artık yeterdi. Sert bir şekilde araya girdim. " Kes artık murat, Ben kimsenin malı değilim. Ne senin, ne de başka birinin."

 

Bu sözler Murat'ın sabrını taşırdı. Odanın havası iyice gerilmişti ve Savaş da artık sessiz kalamadı.

 

Savaş, öfkeli bir şekilde Murat'a döndü.

" Onun kararlarına saygı duymak zorundasın."

 

Murat gözleri alev alev bakarak karşılık verdi. "Saygı mı? Beni delirtmeyin!"

 

Savaş kararlılıkla cevap verdi. " Kimsin oğlum sen! buraya gelip ezimden hesap sormalar falan sen gerçekten ezimin nişanlısı olduğunu mu zannediyorsun!"

 

Savaş ve Murat, Savaş'ın odasında hararetli bir tartışmanın ortasındaydı. Savaş'ın yüzü öfkeyle kıpkırmızı olmuş, Murat ise sakin kalmaya çalışıyordu. Aralarına girmek zorunda kaldım.

 

İki adam arasındaki gerilim patlama noktasına gelmişti. İkisi de birbirine meydan okuyordu. Ortada kalmıştım ama kontrolü yeniden ele almalıydım. Murat ve Savaş'ın arasında durarak sesimi yükselttim.

 

"Tamam! Bu kavga bir yere varmaz," dedim, sesim odada yankılandı.

 

Tam bu sırada kapı birden açıldı ve içeri avukat girdi. Gözleri keskin bir kararlılıkla parlıyordu, sesi tehditkardı.

 

"Üzgünüm, ama bu tartışma daha sonra devam edebilir mi?" dedi.

 

Savaş ve Murat şaşkınlıkla avukata döndüler. Dikkatle izledim. "Ne oluyor?" diye sordum.

 

Avukat bana doğru birkaç adım attı.

" Ben avukat idil sözan. Ezim baban Dündar Akman büyük bir belanın ortasında. Yasal olmayan işlerle suçlanıyor ve bu suçlamalar çok güçlü kanıtlarla destekleniyor. Onun lehine ifade vermeni istiyorum Aksi takdirde, bu işin içinden çıkamayabilir ki sende babanın böyle bir suça alet olmayacağını da biliyorsun" dedi.

 

Sözlerini duyduğumda, içimde bir soğukkanlılıkla gülümsedim. Planımın parçasıydı bu. "Benim bu durumda yapabileceğim ne olabilir ki? Zaten her şey ortada. Babamın başına gelenler beni neden ilgilendirsin? Onunla bir derdim kalmadı" dedim kayıtsız bir sesle.

 

Avukatın yüzü kızardı, bana daha da yaklaştı. "Gerçekten mi?, Yoksa zaten planın bu muydu? Dündar Akman'ın başına gelenler, onun imzasını taklit edebilecek ve ona bu kadar yakın olan tek kişi sensin."

 

Ona doğru adım attım. Gözlerinin içine bakarak konuştum. "Eğer bu kadar emin olsaydın, buraya tehditlerle gelmezdin. Bu şüphelerin yersiz. Babamın başına gelenler de onun kendi hatalarının sonucu. Ayrıca Beni burda yapmadığım bir şeyle suçlamak yerine gerçek suçluları bulmaya odaklansan daha iyi olur"

 

Avukat bir an duraksadı. O an, oyun tamamen benim kontrolümdeydi. Avukat tehditkar bir şekilde devam etti, ama ben kazanacağımı biliyordum.

 

" Senin ifadenle olay biraz olsun şüpheye dönebilir ve suçsuz olduğunu kanıtlamak için bize zaman kazandırabilir. Eğer söylediğimi yapmazsan, tüm bu işlerin arkasında olduğun ortaya çıkar. Herkes her şeyi öğrenir "dedi.

 

Gözlerimin içine bakarak bana meydan okuyordu. "Benim için sorun değil, ne de olsa suçlu olan ben değilim." dedim, sesimdeki kesinlikle ona meydan okurken.

 

benim cevabıma karşı sessiz kaldı, ama gözlerinde hâlâ bir şüphe vardı. gözleri araştırıcı bir şekilde üzerimde gezindi, sanki bir şeyler arıyormuş gibi. O an, beni yakalamak için her şeyi yapmaya hazır olduğunu biliyordum. Ama gerçekler onun düşündüğü gibi değildi. Bu oyunun sonunu bekleyip görmeliydim.

 

Odaya derin bir sessizlik çöktü. Herkesin gözleri üzerimdeydi, ama ben kazanacağımı biliyordum. Planımın parçasıydı her şey. Ve şimdi, nihai zaferime bir adım daha yaklaşmıştım. Bu günün acısı yarının gücüdür. Ve bu güçü her geçen gün sona yaklaşmak için kullanmaya devam edeceğim.

 

 

 

Bölümü sevdiniz mi?

 

Bir sonraki bölüm hakkında düşünceleriniz neler?

 

Buraya kadar gelmişken yıldıza dokunmayı da unutmayın 📍 🎀

 

sonraki bölümde görüşürüz.

Loading...
0%