Yeni Üyelik
17.
Bölüm

14. Bölüm KIVILCIM

@sima.d

Murat’ın sinirli sesi odanın her köşesine yayılıyordu. "Ben bu dünyada en fazla sana değer veriyorum. Senin için her şeyi yaparım. Yakarım her şeyi, anladın mı?" diye bağırdı. Bu sözleri, sanki odanın duvarlarına çarpıyor, beni daha da boğuyordu.

 

Ben, acıyan bakışlarımı Murat’a yöneltirken derin bir nefes aldım. Sonra, sesimi kararlı ve keskin bir şekilde yükselttim. "Beni severken bile bencilsin," dedim, ona acıyan bakışlarımı göndererek. "Seni sevmedim ve seni sevmemekten bir an bile pişman olmadım. Sen anladın mı beni? Anlamadıysan tekrar söyleyeyim BEN SENİ SEVMİYORUM, SEVMEYECEĞİM DE! Duydun mu? Murat Karabağ, hiçbir zaman benim seni sevdiğimi duyamayacaksın!"

 

Sözlerim bitmeden, Murat’ın gerilmiş sinirleri, kendi içindeki karanlıkta karışıyordu. Elindeki bardağı sıktığı anda, kırılan camların sesi, kalbimde ürperti yaratmıştı. Kanlar yere damlarken, Murat’ın yüzündeki acıyı umursamadığını görmek, beni hem tedirgin etti hem de sinirlendirdi. Umursamadan yaralı elini kaldırdı ve yemek masasının örtüsünü çekti. Masanın üzerindeki her şey devrildi, etrafa yayıldı.

 

Murat, sinirden titreyen sesiyle "SUS ARTIKK!" diye bağırdı, gözleri öfkeyle parlıyordu.

 

Ben, onun öfkesini daha da alevlendirmekten geri durmadım. "Sen tam bir canavarsın, kalbi ve hisleri olmayan vahşi bir adamsın sen!" diye söyledim.

 

Murat, sabrının tamamen tükendiği bir noktada arkasını döndü ve "YETER!" dedi, sesi boğuk bir öfkeyle titriyordu.

 

Ben, onun bu öfkesini daha da alevlendirmekten geri durmadım. Gözlerimdeki tiksinti, her kelimemde kendini gösterdi. "Kalpsiz,” dedim, bu kelimeyi söylerken içimdeki tüm duygularımı dile getirdim.

 

öfkesi, odanın her köşesine yayılmıştı. Sesinin yankıları, içimdeki gerilimi artırıyordu. Murat’ın gerilmiş sinirleri, kendi içindeki karanlıkta karışıyordu. Elindeki bardağı sıktığı anda, kırılan camların sesi, kalbimde ürperti yaratmıştı. Kanlar yere damlarken, Murat’ın yüzündeki acıyı umursamadığını görmek, beni hem tedirgin etti hem de sinirlendirdi.

 

Murat, her şeyi dağıttıktan sonra, öfkesi gözlerinde patlıyordu. Masanın üzerindeki tabaklar ve yiyecekler yere saçıldığında, ortamın kaosuna gözlerimi kapatıp Murat’ın öfkesinin bir yansıması olarak gördüm. O an, onun bu kadar acımasız olabilmesi, beni içsel bir boşluğa itti. Kendime bir an için Murat’ın gerçek yüzünü görme fırsatı verdim; o yüz, vahşi ve kalpsizdi.

 

Ben, bu öfkeyle yüzleşirken, içimdeki ona karşı duyduğum öfkeyi, nefreti bastıramadım. "Senin ne olduğunu anladım, Murat,” dedim, sesimi kalbimdeki soğuklukla sabırla yükselterek. "Sen, her şeyinle bencilin tekisin. Senin kalbin yok, duyguların yok. Sadece kendi dünyanda yaşıyorsun."

 

Murat, arkasını dönerken, sesindeki titreme öfkesinin sınırlarını zorluyordu. "Sus artık!" diye bağırdı. Sesindeki bu öfke, onun içsel çöküşünün bir yansımasıydı. Murat’ın sabrının tükendiğini ve artık kendisini kontrol edemediğini görmek, bana onun gerçek doğasını görmek onun nasıl biri olduğunu tekrar tekrar önüme seriyordu.

 

Murat’ın arkasından bakarken, onun karanlık dünyasında kaybolduğunu ve beni asla anlayamayacağını fark ettim. İçimdeki bu karanlık ve soğukluk, onun öfkesini körükledikçe, ben de bu duygularla yüzleşmek zorundaydım. Murat, arkasını dönerken ben de kendi içsel savaşımı sürdürdüm, bu savaşta kalbim ve duygularım her an sarsılıyordu.

 

Ardından bu sefer bana doğru döndü. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki sanki kendinde bile değildi. gözleri dönmüş şekilde üstüme yürümeye başladı. Öfkeyle parlayan gözlerinde delirmiş bir ifade vardı. "Sen benim olacaksın!" diye hırladı.

 

Panikle geri adım attım, ama Murat’ın kararlılığı beni köşeye sıkıştırıyordu. Elimle onu itmeye çalıştım, fakat gücüm yetmedi. Öylesine çıldırmış bir vaziyetteydi ki normalde beni zorlamazdı bile, Murat’ın elleri belimi kavradı ve beni kendine çekerek boynuma o iğrenç öpücüklerini bıraktı. "Bırak beni, Murat!" diye bağırdım, tüm gücümle karşı koyarak.

 

Ama beni dinlemiyordu. Onunla boğuşurken, gözlerim öfkeden parlıyordu. Kendimi kurtarmak için onu ittim, o da bana aynı şekilde karşılık verdi. Bir an için birbirimize üstün gelmeye çalışarak sürüklendik. Sonunda, tüm gücümü toplayıp Murat'ı güçlü bir şekilde ittim.

 

Murat geriye doğru sendeledi ve arkasındaki antika vitrine çarparak onu kırdı. Vitrinin cam parçaları yere saçıldı. Öfkesi daha da kabarmıştı, hızla ayağa kalkarak tekrar bana saldırdı. Bu sefer beni tuttu ve kendine çekti.

 

Dengemizi kaybedip birlikte yere düştük. Kırılan vitrinin parçaları üzerine düştüğümde, keskin cam parçaları kolumu derin bir şekilde kesti. Acıdan nefesim kesildi, ama Murat hâlâ üzerimdeydi, öfkesi ve deliliği gözlerinden okunuyordu.

 

" Karşı koyma bana!, uslu dur ki bu işten ikimizde zevk almaya bakalım." diye bağırdı tekrar, ama ben, acıya rağmen, ona karşı koymaya devam ettim. Elimle onun yüzüne vurup onu itmeye çalıştım, ama Murat beni bırakmıyordu.

 

Murat’ın ağırlığı ve kesiklerden akan kanın acısı, beni yavaşça zayıflatıyordu. Ama asla pes etmeyecektim. "Bırak beni!" diye bağırdım, tüm gücümle ona karşı koyarak. " Dokunma bana!"

 

Murat, yüzündeki öfke ve delilikle, "benim olacaksın" diye mırıldandı. Fakat o an, gözlerinde bir anlık tereddüt gördüm. Bu, bana bir fırsat verdi. Tüm gücümü toplayıp, onu bir kez daha ittirdim ve bu sefer onun etkisiyle biraz olsun uzaklaşabildim.

 

Ama acı ve kan kaybı beni zayıflatıyordu. Kolumdan akan kan, yerde birikmeye başlamıştı. Bu vahşi mücadele, ikimizin de sınırlarını zorlamıştı. Ardından tekrar üzerine atıldı vahşi bir hayvan gibiydi şimdiye yerde kapaklaması gerekirken o bana saldırmaya devam ediyordu.

 

O esnada dışarıdan gelen silah sesleri içeriye kadar yankılandı. Murat'ın yüzünde bir an için endişe belirdi. Kolumu sıkıca kavradı, tırnakları tenime batıyordu. "Hiçbir yere gitmiyorsun," diye hırladı, diğer elini silahına götürürken.

 

Acı içinde kıvranarak kolumu kurtarmaya çalıştım ama onun demir gibi kavrayışından kurtulamıyordum. Tam o sırada kapı aniden açıldı ve Savaş elinde silahla içeri girdi. Gözleri bir an için benim üzerimde durdu ve Murat'ın kolumu tuttuğunu görünce öfkeden deliye döndü.

 

"Muratt!" diye haykırdı Savaş, sesi odada yankılandı.

 

" Bıktım ulan senden! yeter, artık rahat bırak bizi."

 

Savaş, murat ve benim üzerimize doğru geldi.

 

" Uzak dur lan! bak yoksa bu uğurda kaybın çok olacak önce ezim sonra diğer kardeşin.

Ezim tüm bunlara değer mi lan sen bencil herifin tekisin değer mi ezim için!" Murat da savaşa tüm nefretiyle bağırıyordu.

 

" Senin yediğin dayak yetmedi herhalde, yine saçma sapan konuştuğuna göre temiz bir façanı indirmek lazım. "

 

Murat, Savaş'ın sözlerini duymazdan gelerek alayla güldü. " Ezimi asla benim sevdiğim kadar sevmeyeceğini biliyorsun" dedi, sesi titriyordu.

 

Savaş'ın gözlerinde kararlılık ve öfke parlıyordu.

 

Ardından murat devam etti.

 

" Niye sustun bununla yüzleşmek ağır mı geldi savaş. yoksa daha düne kadar sahip olduğunu sandığın kadının beni tercih etmesi canını mı yaktı?"

 

Savaşa baktığımda yumruklarını var gücüyle sıkıyordu. Öfkesi öyle hidettliydi ki şu anda murat beni kendine siper diye kullanmasaydı, şimdiye onu öldürmüş bile olurdu. Ama o bana zarar gelmesin diye sakin durmaya çalışıyordu.

 

"Senin derdin benimle," dedi, adım adım Murat'a yaklaşarak. "Onu bırak ve bu işi benimle hallet."

 

Murat iyice çılgına dönmüştü. "Hiçbir şey beni ondan ayıramaz!" diye bağırdı, sesi öfke ve çaresizlikle doluydu.

 

Tam o anda, Murat'ın sinirinin verdiği dalgınlıktan faydalandım. Elindeki silahı diğer elimle kavrayıp çevirdim ve tüm gücümle uzağa fırlattım. Silah yere düştü ve metalin zemine çarpmasıyla çıkan ses odada yankılandı. Murat irkildi ve beni bırakmak zorunda kaldı.

 

Savaş bir an bile tereddüt etmeden Murat'a doğru atıldı. İkisi arasında kısa ama yoğun bir mücadele başladı. Savaş, Murat'ı yere serdiğinde, nefesi hızlanmıştı ama diğer yandan yumruk darbeleriyle Murat'a olan öfkesini bağıra bağıra kustu. " Kolay mı lan bir kadına tehditle, zorla sahip olmaya çalışmak. Bi de o kadın ezimse bırakır mıyım lan sana. kardeşimi aldın ezimi de sana bırakır mıyım!" diye haykırıyordu her darbesinde. Murat, Savaş'ın öfkesi karşısında tamamen savunmasız kalmıştı.

 

Öyle bir vuruyordu ki murat bu dayağa karşı daha fazla dayanamazdı. Savaşı durdurmak için atıldım.

 

" Dur savaş"

 

Sonunda, Savaş durdu ve derin bir nefes aldı, göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu. Gözlerinde hala öfke ve kararlılık parlıyordu. hâlâ gözü dönmüş şekilde Murat'a bakıyordu. Ardından bakışlarını bana çevirdi.

 

" Sen bi de hâlâ bu herifi koruyor musun?" Dedi Murat'ı gösterirken fakat ellerinden Murat'ın yüzünü dağıttığından akan kanı eline bulanmış bir bir yere düşüyordu.

 

" Sedefin yerini biliyor " dedim savaşa bakan çaresiz bakışlarımla

 

Murat o sırada yerde gülmeye başladı onun bu manyaklığını gördükçe ona olan nefretimin üstüne kat be kat yenileri ekleniyordu.

 

Savaş Murat'ın bu kahkahasını görünce bir tekme daha vurdu. O an Murat'ın sesi tüm evi inletti.

 

Ardından savaş yerde bir ölüden farksız duran Murat'ın yakalarından tutup biraz kendine doğru kaldırdı ve bağıra bağıra konuştu iyice duysun diye.

 

" Bana bak lan bu seferde ölmedin, azrail kaç seferdir seni elimden alıyor. Ama yaptıkların yüzünden seni öldürmedim sanma, eğer ezim istemeseydi yemin ederim hiç düşünmem gebertirdim seni." Dedi yakalarını sertte fırlatır gibi bıraktı.

 

Ardından ayağa kalktı. Bir şey söyleyecek olacak ki tekrar murata doğru döndü ve elindeki silahı sallayarak konuştu.

 

"Ben sevdiğim kadın için intikamımdan vazgeçtim. sen ise, ciğeri beş para etmez geldin öyle de öleceksin. O yüzden bir daha beni kendinle kıyaslamadan önce bir kendi haline, sonra yaptıklarımı hatırla."

 

Sırtını döner dönmez de direkt bana döndü. Kolumdaki kanamayı görünce yüzünde derin bir panik belirdi. aceleyle ceketini çıkarıp kanayan koluma bastırdı. "Kolun fena kanıyor," dedi, sesi endişeli ve sertti. İçimden ona bu kadar endişelenmemesi gerektiğini söylemek geçse de, dilimin ucuna gelen kelimeleri yuttum.

 

Acıyla yüzümü buruşturdum, ama gözlerimde öfke parıltısı vardı. "Beni bırak Savaş. Bu işin çaresine kendim bakabilirim," dedim, kendimi geri çekmeye çalışarak.

 

Savaş, kaşlarını çattı ve beni yerden kaldırmaya çalıştı. "Saçmalama, bu halde seni burada bırakmam," dedi, sesi gittikçe daha da gerginleşiyordu.

 

İnadımı sürdürerek Savaş'ın elini itmeye çalıştım. "Ben senin yardımına muhtaç değilim," diye çıkıştım. "Özür dilemek veya teşekkür etmek benim tarzım değil, biliyorsun."

 

Savaş, derin bir nefes alarak gözlerini gözlerime dikti. "Bu inatçılığın seni öldürecek, farkında mısın?" dedi. "Hayatın boyunca tek başına savaşmak zorunda değilsin."

 

Gözlerimi devirdim ve başımı salladım. "şu an gerçekten tartışmanın sırası mı?" diye sordum, sesim hem öfkeli hem de yorgundu.

Savaş, kolunu belime dolayarak beni ayakta tutmaya çalıştı. "Benimle gelmeni istiyorum," dedi, gözlerinde ciddiyetle. "Sana yardım etmeme izin ver."

 

Derin bir nefes alarak Savaş'ın yüzüne baktım. İçindeki endişeyi ve koruma arzusunu görmezden gelmek zordu. Ama yine de, gururum ve inadım buna izin vermiyordu. "Beni neden bu kadar umursuyorsun, Savaş?" diye sordum, sesim biraz yumuşamıştı ama hala kararlıydım.

 

Savaş, bir an duraksadı ve gözlerini benden ayırmadan konuştu. "Çünkü seni seviyorum," dedi. "Ve seni kaybetmek istemiyorum. Lütfen, benimle gel."

 

"Gelmiyorum," dedim, her bir harfe bastırarak, gözlerimi Savaş'ın gözlerine dikerek.

 

"Gelmiyorsun, öyle mi?" Savaş, kaşlarını hafifçe kaldırarak sorgulayan bir ifadeyle bana baktı. Sesindeki meydan okuyan ton, beni daha da kızdırdı.

 

"Evet, gelmiyorum," diye tekrarladım, sesimdeki kararlılığı koruyarak. Bir anda kendimi kucağında bulduğumda, şaşkınlıkla gözlerimi açtım. "Ne yapıyorsun? İndir beni!" diye emrettim, sesimdeki sertliği vurgulayarak,

 

Savaş, dudaklarında hafif bir gülümsemeyle gözlerime baktı. "Hadi, şimdi de inat et de göreyim," dedi, beni daha sıkı tutarak.

 

"Savaş, bırak beni," diye hırladım, ellerimle onu itmeye çalışarak. " Son kez söylüyorum bırak beni!"

 

"İstediğini söyle, bu sefer seni bırakmıyorum," dedi umursamaz bir tavırla. "Bağır, bağır, elinin hali yetmiyormuş gibi bir de direnmeye devam et." Sesi sakin ve kararlıydı, beni yere bırakmaya hiç niyeti yoktu.

 

Çaresizce çırpınırken mantığımı korumaya çalıştım. "Şu anda ne kadar çocukça davrandığının farkında mısın," dedim, soğukkanlılığımı kaybetmemeye çalışarak. "Bu şekilde hiçbir şeyi çözemezsin."

 

Savaş omuzlarını silkerek alaycı bir ifadeyle cevap verdi. " Sana benimle gel dedim çocuk gibi ısrar eden sensin."

 

inatla gözlerinin içine bakarak.

" Böyle yaparak Hiçbir şeyi çözemezsin" sesimdeki vurguyu bastırarak.

 

O ise söylediklerimi umursamıyor gibi arabaya doğru ilerliyordu." Belkide çözmek istemiyorum."

 

" Şu anda beni kaçırdığın mı yani, istesem bu kolla bile senden kurtulabilirim." Dedim diğer yandan kanayan kolumu tutarken,

kafasını bana doğru çevirdi.

 

" O zaman neden gitmiyorsun?"

 

" Sen beni sorgulacağına şu yaptığına bak, kendisi çok mantıklı davranıyormuş gibi bi de beni sorguluyor" Dedim ona burun kıvırarak,

 

" En çok da bu halini seviyorum "dedi bu sefer benimle atışmak yerine direkt ve yekten cevap verdi.

Söylediği şeyle dudağım istemsiz kıvrıldı.

 

Savaş'ın dudaklarındaki gülümseme genişlerken, yavaşça yürümeye başladı. Kollarında taşınırken, etraftaki korumaların bize bakışlarını hissettim ama umursamıyordum. Şu anda tek düşündüğüm şey, bu durumdan nasıl kurtulabileceğimdi. Sonunda arabaya yanaştı ve bana kırılgan bir vazo muamelesi yapar gibi yavaşça koltuğa bıraktı.

 

"Tamam bu kadar yeter," dedim, yerimden kalkmaya yeltenmişken

 

" Dur be kızım" dedi beni tekrar koltuğa yaslayarak, gözlerini bir an bile benden ayırmıyordu. " Seni korumak istemekten başka bir çıkarım yok." Dedi bana doğru eğilerek,

 

"daha kaç kez söylemem lazım Sana ihtiyacım yok," diye yekten suratına konuştum. Derken bir kez daha kaçmaya çalıştım Ama Savaş'ın tutuşu demir gibi sağlamdı.

 

"İhtiyacın var," dedi, sesi yumuşayarak. "Bunu ikimiz de biliyoruz. Öyle olmasa bile benim sana var."

 

Bu sözleri beni duraklattı. Gerçekten de bazen güçlü görünmek için herkese karşı koyuyordum ama içimdeki kırılganlığı sadece Savaş görebiliyordu. Kendimi toparlayarak, sesimdeki kararlılığı yeniden bulmaya çalıştım.

 

"Savaş, bunu yaparak sadece işleri daha da zorlaştırıyorsun," dedim, gözlerimi ona dikerek. "Eğer gerçekten beni önemsiyorsan, beni bırak ve bu işten uzak dur "

 

Kısa bir an düşündü ardından kapıyı üzerime kapattı ve direksiyonun başına geçti. "Madem inat etmeye devam edeceksin prenses, buyur et bakalım." dedi, ön koltuğa geçip motoru çalıştırarak.

 

"Manyak mısın? Durdur şu arabayı" diye bağırdım, kapıyı açmaya çalışarak. Ancak kilitlenmişti. " Çıldırdın mı?, şuna bak ya eşkiya mısın?"

 

Savaş, gözlerini yoldan ayırmadan konuştu. "Kolunun halini görüyorum, gel şu koluna bakalım, sonra istersen yine gidersin ama böyle olmaz seni böyle bırakmam."

 

Sözlerindeki yumuşaklık beni şaşırttı. Koluma baktım, kan hâlâ akıyordu ve ağrı giderek dayanılmaz hale geliyordu. "Kolum bu şekilde daha fazla dayanamaz," dedim içimden.

 

"Birini bulmak en az iki saatini alır ve o zamana kadar kolun daha kötü olabilir." diye devam etti.

 

İçimdeki inatla mantık arasındaki savaş devam ediyordu. Savaş'a güvenmiyordum ama kolumun acısı da gerçekti. Bir süre sessiz kaldım, düşündüm. " sadece tedavi için." Dedim

 

kısa bir bakış attı. "Sadece tedavi için," diye onayladı. Arabayı hareket ettirirken, sessizliğin içindeki motor sesi kulaklarımda yankılandı.

 

Yol boyunca birbirimize tek kelime etmedik. Kafamda binbir düşünce dönüyordu. Savaş'a ne kadar güvenebilirdim? Bu kadar yakınken bana zarar verebilir miydi? İçimdeki şüpheler ve korkularla boğuşurken, kolumun acısı giderek daha belirgin hale geliyordu.

 

Nihayet varış noktamıza ulaştık. Savaş, arabadan inip benim tarafıma geçti, kapıyı açtı ve bana yardım ederek çıkmama yardım etti. "Dikkat et " dedi yumuşak bir sesle.

 

İçeriye adım atarken, içimdeki huzursuzluk bir an olsun dinmedi. Ancak Savaş'ın ciddi ve kararlı ifadesi, belki de gerçekten niyetinin sadece beni korumak olduğunu düşündürdü. Tedavi odasına götürülürken, içimdeki korku ve şüpheler, Savaş'ın bana olan duygularıyla çelişiyordu. Kolum tedavi edilirken, Savaş'ın gözlerinden bir an olsun ayrılmadığını fark ettim.

 

Tedavi tamamlandığında, kolumdaki ağrı biraz hafiflemişti. Savaş, sessizce bekliyordu.

 

"Tamam herhalde," dedim yerimden doğrularak. Savaş'ın bu durumda ne yapacağını merak ederken, birden kolumu yakaladı.

 

Yüzünde kararlı ama yorgun bir ifade vardı. "Ezim" dedi.

 

Kolumdaki sıcak dokunuşu hissettim, ama içimdeki karışıklık ve öfke, Savaş'ın gözlerindeki samimiyeti görmeme engel oluyordu. "Savaş, gitmek istiyorum."

 

Söylediklerim sanki onu bir çıkmaza sokuyor gibiydi, derin bir nefes aldı ve gözlerini gözlerime kilitledi.

 

Odanın karanlığı, dışarıdaki yağmurun pencereden gelen hafif tıkırtılarıyla birleşmişti. Pencerenin önündeki eski, solmuş perdeler, aralık kalmış pencerenin rüzgarıyla hafifçe dalgalanıyordu. Odanın ortasında, üzerinde dağınık mektuplar ve boş bir şişe viski bulunan masanın yanında duruyorduk. Her şey, içinde bulunduğumuz karmaşıklığın bir yansıması gibiydi.

 

"Gidemezsin!" dedi Savaş, sesi odanın her köşesinde yankılanarak.

 

O an, kalbimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. "Sen iyice kaptırmışsın kendini bu sevgililik oyununa, bitti savaş bitti oyunda değiliz uyan artık. Biz ancak bir yalanın içinde yan yana dururuz seninle," dedim, içimdeki hayal kırıklığını saklayamadan.

 

Savaş'ın gözlerindeki öfke daha da belirginleşti. "Bilerek yapıyorsun canın yandı diye canım yansın istiyorsun ama benim canım yanmaz artık. O soysuza gittiğin gün canımdan can gitti zaten. Şimdi istediğini söyle, koyar mı sanıyorsun?" dedi.

 

Her kelimesi, içimdeki acıyı daha da derinleştiriyordu. "Doğru ya, sen hep bildiğin doğruyu yaparsın. Bu da onlardan biri. Ona gitmemi istemediğin için yapıyorsun bunları. Gidersem hepten planın suya düşer, değil mi?"

 

"Umrumda bile değil," dedi Savaş, sesi artık daha yumuşaktı ama hâlâ öfkeliydi. "Gitmeni istemiyorum çünkü sana zarar verecek. Bu yaptıkları sadece bir başlangıç, bana olan hırsını senden çıkaracak. Ben de burada elim kolum bağlı oturacağım, gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

 

"Ben kendimi koruyabilirim. Daha önce hayatımda sen yoktun. şu ana kadar nasıl tek başımaysam bundan sonra da tek başıma olurum. Hem yaren ne olacak? Güya abisin, kardeşini benim yüzümden tehlikenin içinde olmasını göze alabiliyor musun?" dedim, gözlerimdeki yaşları bastırarak.

 

Savaş bir adım daha attı. "Bana o kadar laf söylüyorsun ama tek seferde lafını çiğneyip geçtiğin abin ne yapar ne eder umrunda olmadı, düşünmedin," dediğinde, cümlelerim boğazımda düğümlendi.

 

"Düşündüm onu ve se..." dedim ama cümlem yarıda kaldı. İkimiz de birbirimize kısa bir an baktık. "Onu düşünmediğim tek bir an bile yoktu. Ya başına benim yüzünden bir bela alırsa, ya peşimdekiler ona da zarar verirse diye gözüme uyku girmedi aylarca. Düşünmüyorum, öyle mi? Ben hayatım boyunca bir tek onu düşündüm. tepe taklak olmuşken, şimdi karşıma geçmiş abimi düşünmediğimi söyleyemezsin, buna hakkın yok! Benim tüm hayatım babamdan alacağım bir hayat diye yola çıkmışken, çıktın karşıma. Yaram var dedim, merhem olurum dedin. Ben aşka da sevgiye de inanmam dedikçe, kafamı her çevirdiğimde en savunmasız yerimden sarıldın bana. Sonra da tüm bunların bir oyun olduğunu söyledin. Söyle, şimdi ne yapıyorum ben? Tüm hayatım yalan olmuşken, benden doğru olmamı bekleyemezsin!"

 

Savaş'ın yüzündeki öfke bir an için yerini hüzne bıraktı. "Tamam, sen haklısın. Ama yine de bunlar seni tekrar bırakmama neden değil. Seni bir kere bıraktım, Ezim. Bir daha bırakırsam, bir daha bulamayabilirim. Seni kaybedemem anlamıyor musun!"

 

Odanın köşesine sıkışmış durumda, düşüncelerim sanki duvarlardan fışkırıyordu. Savaş’ın sert bakışları ve sözleri, yüzüme çarpıp duruyordu. odanın içine sinmiş ve loş ışık, yüzümdeki derin çizgileri vurguluyordu. Her kelime, yüreğimin derinliklerine saplanan bir bıçak gibi hissediliyordu.

 

“tamam, burda kalmayı kabul ettim diyelim,” dedim, sesim titrek ama kararlı bir şekilde. “sedef ne olacak? Onu onların eline bırakamam. Bunca yıl sonra bulmuşken, onu tekrar kaybedemem!"

 

Savaş, bu sözlerime başını eğdi. Yüzündeki kasvetli ifadeyi belirginleştiren gölgeler, düşüncelerinin derinliğini yansıtıyordu. “Seni anlıyorum, anlamak istiyorum. Ama bunun sonuçlarını da düşünmelisin,” dedi, sesi ağır bir yorgunluk taşıyordu. Sesindeki bu hüzün, içsel çatışmasının izlerini taşıyordu.

 

Gözlerim, derin bir umutsuzlukla parlıyordu. “Onun için ne gerekirse yaparım, hiçbir şeyi umrumda değil,” dedim, sesim odada yankılanırken, bir orkestra gibi çığlık çığlığa. Duygularımın şiddeti, sözlerime tamamen yansıdı.

 

Savaş, bu sefer sakin değildi, sesi içinden iyiye yükselirken, gözlerini derin bir şekilde bana odakladı. “Tamam, madem onun için herkesi yakarsın. O zaman bu uğurda Tarık ve Nihle de umrunda değil, Sonuçta, abine olanların onların başına gelme olasılığı yok değil mi? Beni de istemiyorsun yanında onları ve kendini nasıl güvende tutmayı planlıyorsun. Sadece o koruduğun kız değil, birçok insanın hayatı tehlikede olacak. Bunu göze alabiliyor musun?” dedi. Bu sözler, içimde bir sarsıntıya neden oldu. Sanki bir patlama yaşanmış, tüm duygularım yerle bir olmuştu. Konuşma öyle bir şeye dönmüştü ki, ben sedefi düşünürken, ötekilerin de hayatını elinden alıyormuşum gibi hisettim.

 

Sedef, yıllarca süren bir arayışın meyvesiydi, ama aynı zamanda Tarık ve Nihle’nin hayatları da benim için vazgeçilmezdi. Onların güvenliği, bu sorumluluğun ötesindeydi; kalbimde bir boşluk, bir korku yaratıyordu.

 

Savaş’ın söyledikleri, bir gerçekliği çarpıcı bir şekilde yüzüme koymuştu. Her iki tarafı korumak, neredeyse imkansız gibi görünüyordu. Sedefi seçmek, bu mücadelelerin, fedakarlıkların ve umutların hepsini boşa çıkarır. Tarık ve Nihle’nin güvenliği, benim içsel denge unsurun haliydi. Onların hayatlarının, kendi kararlarım yüzünden tehlikeye girmesi, öyle kötü bir duyguydu ki en acısı da bunu savaş söylemese düşünemeyecek kadar kör oluşumdu.

 

Savaş’ın söyledikleri doğru; her iki tarafı korumak bir hayal olabilir.

Savaşın önerisi, bana bir yol sunuyordu, ama bu yolun sonuçları konusunda yine de bir netlik sağlamıyordu. Ama şu an seçebilecek en mantıklı şey diğerlerinin hayatını düşünmekti çünkü benim yüzünden sevdiklerimi daha fazla kaybedemezdim, buna da artık dayanamazdım. Bu doğru bir kararsa hem sedefi hem de sevdiklerimi koruyabilirdim zaten

değilse de, her iki tarafta kaybetmiş olacaktı zaten.

 

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Ve elimle yüzümü kapatıp saçlarımı geriye doğru yatırdım.

Savaşda , sessizce beni izliyordu,

 

Kapının aniden çalınmasıyla ikimiz de irkildik. Savaş, bana bakarak derin bir nefes aldı ve kapıya yöneldi. Ben ise içimde büyüyen huzursuzluğu bastırmaya çalışarak yerimde kaldım. Kapı açıldığında, gelenin kim olduğunu görmek için merakla bekledim.

 

"Beni beklemiyordun değil mi?" dedi tiz bir sesle Gizem. İçeri girerken yüzündeki gülümseme, bir bahaneyle savaş için geldiğini açıkça belli ediyordu. Savaş ise, Gizem'in bu beklenmedik ziyaretine şaşırmış görünüyordu.

 

"bu saatte burada ne işin var?" dedi Savaş, kapıyı kapatırken.

 

Gizem, odanın ortasına doğru ilerleyip beni fark ettiğinde yüzündeki gülümseme soldu. "Ezim," dedi soğuk bir tonla. "Seni burada görmek şaşırtıcı."

 

"Savaş'la konuşuyorduk," dedim sakin kalmaya çalışarak. İçimdeki rahatsızlığı bastırmak için derin bir nefes aldım.

 

Gizem, gözlerini devirdi ve Savaş'a döndü. "Savaş, babamın seninle konuşması gereken önemli şeyler var. Hemen gitmemiz gerekiyor."

 

Savaş, Gizem'in yüzündeki endişeyi görünce kaşlarını çattı. "Bu kadar acil mi?" diye sordu, bana kısa bir bakış atarak.

 

"Evet, acil," dedi Gizem, kararlı bir şekilde. "Babam bekliyor."

 

Savaş, derin bir iç çekerek bana döndü. "Ezim, bu konuşmayı sonra devam ettirebilir miyiz? Belli ki önemli bir şey var."

 

İçimdeki hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak başımı salladım.

 

Gizem, zafer dolu bir gülümsemeyle bana baktı ve Savaş'ın koluna girerek onu dışarıya yönlendirdi. Kapı kapanmadan önce Savaş, bana bir kez daha döndü ve "Söz veriyorum, uzun sürmeyecek ," dedi.

 

Kapı kapandıktan sonra, içimdeki gitme arzusu daha da şiddetlendi. Burda böylece onun gelmesi beklemek öyle acizce geldi ki bi an kendimi hiçbir zaman görmek istemediğim bir kadın profinde hissettim. Çantamı hızla alıp kapıdan dışarı çıktım. Yağmurun ince ince yağdığı bu gece, beni gitmeye teşvik eder gibiydi.

 

Bahçeye adım atar atmaz, karşımda Gollum'u gördüm. O her zamanki gibi dikkatli ve tetikteydi.

 

"Ezim, nereye gidiyorsun?" dedi sert bir sesle, gözlerini üzerime dikerek.

 

" Beni durdurmaya çalışma," dedim, onu geçmeye çalışarak.

 

Gollum, yolumu kesti ve kollarını göğsünde bağladı. "Savaş, senin gitmemen gerektiğini söyledi. Burada kalman daha güvenli."

 

"O burnu havada herif, her şeyi kontrol edemez. Hem bana bir şey olmaz," dedim, sinirlenerek. "Zaten beni burada tutmasının da bir anlamı yok. Bu sadece onun kibri."

 

Gollum derin bir nefes alarak başını salladı. "Ezim, mesele Savaş'ın kibri Ya da senin inadın değil Sen ve savaşın güvenliği. Dışarısı tehlikeli sende bunu biliyorsun."

 

"Tehlike mi? Ne tehlikesi? Her şey zaten tehlikeli! Tutturmuşsunuz bir tehlikenin götünü hep aynı lafları tekrarlayıp duruyorsunuz" dedim, sesimi yükselterek. "Burada kalsam ne değişecek? Bana bir zarar gelmeyeceğinin garantisini mi vereceksin?"

 

Gollum, bana yaklaşarak bakışlarını daha da ciddileştirdi. "Evet, bunu garanti edebilirim. Çünkü Savaş, senin güvende olman için elinden geleni yapıyor ve sen burda kalırsan yapmaya da devam edecek.. Üstelik sen şimdi gidersen işimden bile olabilirim. "

 

Bu sırada, bahçe kapısından içeri giren bir figür gördüm. Yaren'di bu, ama o da yağmurdan ıslanmıştı ve yüzündeki ifade, endişe yerine netti.

 

" Ne oluyor?" dedi, sesi sert ama endişeli bir tonla.

 

"Savaş sayıyla mı gönderiyor sizi bana anladım ki," dedim, gözlerimi ona çevirerek.

 

Yaren, Gollum’a dönüp, " abimi gizemle çıkarken gördüm ne oluyor yine," dedi

 

Gollum bıkmış usanmış gibi bir tonda cevap verdi.

 

" gizem yine savaşla ezimin arasını açtı" dedi.

Öfkeyle golluma baktım. Bakışlarımı görür görmez gözlerini kaçırdı.

 

" Şu kadın da en olur olmadık yerlerden çıkıp duruyor, abim belkide affettirecekti kendini. çiyan ya girdi yine araya" dedi elini tühh diyerek hareketle çaktı.

 

O anda öfkeli olan bakışlarım yumuşamış olsa da bunu belli etmedim.

 

" Sen bizi mi izledin"

 

" Arka bahçedeydim zaten camlarda bildiğin gibi boydan sizde alt katta konuşunca görmüş bulundum. " Dedi bi de kendince kulp bularak,

Gollumda tabiki bu konuşmada geri planda kalmadı.

 

" Savaş ezimin burda olmadığı her gün kendini yiyip bitiriyordu zaten, korumaları bile evden uzaklaştırdım tartışma ince işe dönebilir diye " dedi.

 

Sıkıntıyla nefesimi verirken, elimdeki çantamı daha sıkı sıkıya tutuyordum.

 

" Sizden kurtuluş yok anlaşılan önce savaş, sonra siz. Hayır laftan da anlamıyorsunuz" dedim ikisine bakarak,

 

" Bu gitmeyeceğin anlamına mı geliyor"

 

" Gideceğim " Dedim.

 

O an Gollumun ve yarenin bakışları kırılmış ikna edecek başka bir kozda bulamamış gibi birbirlerine baktılar.

 

" Ama beni buraya zorla getirmek neymiş göstereceğim ona" dediğimde nihan sevinçle gülmüş gollum ise tebessümle gülümserken sanki bunu söyleceğimi biliyormuş gibi bilmişlikle gözlerini kıstı.

 

" Sonunda yine burdasın" dedi nihan

 

" Yine yanacak buralar belli oldu." Dedi gollum. Sıkıntıyla nefesini vererek ama yüzünden bal gibi okunuyordu şapşalın kararıma sevindiği,

 

İkisi evin kapısına doğru giderken, ben hâlâ içeri girmeye tereddütdeydim. Yaren, bir adım geri atarak, “Ezim, hadi içeri dönelim,” dedi. “ abimi mi bekliyorsun? Yoksa sadece yağmura karşı bir duruş sergilemek mi istiyorsun?”

 

Gollum, hafifçe gülümsedi. “ya da belki yağmur altında bir film sahnesi oynuyorsun. ‘ yağmurda kal, kahraman gelene kadar’ türünden bir şeyler.” diyerek sırıttı.

 

“ senin sinema kariyerin olduğunu bilmiyordum,” dedim, alaycı bir şekilde. “Bu kadar yorum yapabildiğine göre, mafya koruması değil de belki de bir yönetmen olmalıymışsın”

 

Yaren, gözlerini devirmiş bir şekilde. “arat ve yönetmenlik ikisi cümle içinde bile çok komik duruyor"

 

Gollum, “bak bunda haklısın. Benim gibi bir adam öyle yönetmenlik gibi entel dantel şeylerle uğraşmaz zaten. " Dedi kendini övmeyi de ihmal etmeyerek, "O neyse de Savaş’ın bu akşamki performansı ne kadar dram içeriyordu, peki?” dedi, hafifçe gülerek. “Ya da belki bir aşk filmi; en azından Gizem gelmeden önceye kadar”

 

Yaren, gözlerini kısıp, “ sensiz eskisi gibi değil belki onun sözlerine inanmıyorsun ama bunca yıllık kardeşiyim abimi hiç bu kadar çaresiz görmedim. Ona biraz sabır gösterirsen bence sana kendini kanıtlamak için her şeyi yapacaktır,” dedi.

 

“böyle dışardan konuşmak kolay,” dedim,

Gollum ve nihanın bakışları sözlerimden sonra yerini umutsuzluğa bağlarken, başımı hafifçe sallayarak. “ama yinede her şey bir kenara bu geceyi kaçırmak istemiyorum. Savaş’ın bana söyledikleri arasında her şeyin netleşmesi istiyorum ve bu sefer kimsenin onunla konuşmamıza engel olmayacağı şekilde.”

 

“Bunu anlamaya başladığını düşünüyorum,” dedi Gollum, gözlerini kısarak. “Savaş’ın neler yaptığını görünce, seni ne kadar kötü durumda bıraktığını daha iyi anlayabilir. Özellikle Gizem’le olan durumunu.”

 

“Gizem mi?” dedim, dudaklarımı büzerek. “ "Savaş’ın Gizem’le yaşadıkları bana biraz fazla klişe geliyor. Adama aşık kadın ve kadının aşkından haberi olmayan adam.”

Yaren, “Belki de Gizem sadece seninle bir karşılaşma istiyor. Belki de Savaş’ın seni unutmasını istiyor. Senin varlığın, onu ne kadar sinirlendiriyor bir çok kez gördük,” dedi, tatlı bir şekilde. “ özellikle de bir ara olan beraberliğiniz onu iyice kudurtuyor çünkü o da farkında abimin senden vazgeçmediğine.”

 

Gollum, “seni unutmak istemiş olabilir ama senden vazgeçmiyor, ” dedi. “ eğer burada kalırsan, belki Savaş’ın kendini yeniden kanıtlamasını izleyebiliriz. Belki de bu gece senin için bir fırsat olabilir.” dedi bana göz kırparak,

 

Gollum ve Yaren, kapıdan içeri girerken aralarındaki konuşmaların yankısı bahçede kalmaya devam etti. Yaren, Gollum’un yanında, adeta bir planın parçası olarak belirmişti. Bahçede yalnız kaldım, yağmur damlalarının soğukluğunu hissettim, her bir damla ruhumun derinliklerine işleyerek içimdeki boşluğu doldurmaya çalışıyordu. Gollum’un söyledikleri, içimdeki karanlık köşelerde yankılanıyordu; Savaş’ın bu kadar umursadığı, belki de bu kadar endişelendiği bir şey vardı ve bu düşünce beni tedirgin ediyordu.

 

Tam içeri dönmeye karar verdiğim sırada, kapının çarpma sesi dikkatimi çekti. Gözlerim, bahçenin karanlık köşesine kaydı. Tarık ve Nihle, evin kapısına doğru ilerliyordu. Yüzleri, akşamın karanlığında beliren yorgunluk çizgileriyle doluydu, merak ve endişe içindeydiler. Tarık'ın cesur ve rahat tavırları her zamanki gibiydi ama Nihan’ın gözlerinde bir tedirginlik vardı, sanki her an bir şey olacakmış gibi.

 

"Ezim," dedi Tarık, sesinde endişe vardı, gözleri ise beni baştan aşağı tarıyordu.

 

Nihan, kaşlarını çatarak sordu, "Buraya nasıl geldiniz?" Sanki bahçedeki tüm karmaşayı çözmek için bir ipucu arıyordu.

 

"O herifin sana saldırdığını duydum, iyi misin sen?" diye sordu Tarık, kaşlarını çatarak koluma bakıyordu. "Bu herif canına mı susamış? Beni durdurmasaydınız, gidip ağzını yüzünü dağıtacaktım."

 

Yaren, Tarık’a dönüp hafifçe gülümsedi. "O iş sana kalmadan abim halletmiştir zaten," dedi, ardından ekledi, "Beraber geldiler."

 

Tarık, Gollum ve Yaren’e bir bakış attı, kafasını salladı. "Ezim, niye burada?"

 

Yaren, uzaklara, bahçedeki boşluğa bakarak cevap verdi, "Abim burada güvende olduğunuzu düşünüyor," dedi, sesi yumuşak ama kararlıydı. "Üçünüz de burada kalmalısınız."

 

Tarık, Savaş'ın planını anlamış gibi göründü. Bakışlarını bana çevirdi. "Sen ne diyorsun? Bak, eğer istemiyorsan bize gidelim. Burada kalmak zorunda değilsin."

 

Nihle de Tarık’a hak vererek konuştu. "Biz senin her şekilde yanındayız, mecbur hissetmeni istemiyoruz," dedi, her zamanki hassas kalbiyle ne düşünebileceğimi hesap ederek.

 

Tam bir şey söyleyecekken, Yaren araya girdi, "Bu gece geçsin, yarın ne yapacağınıza karar verirsiniz. Hem abim de burada yok. O burada olmadan gidersen işler iyice karışır. Sonra başa dönmeyelim."

 

Savaş’ı da kendimi de bildiğim için ağır ağır kafamı sallamakla yetindim. Bahçede gerilim yavaşça çözülürken, ben de adımlarımı yavaşça içeriye yönelttim. Tarık ve Nihan, Gollum ve Yaren’le birlikte eve doğru ilerlediler. İçeri girdikten sonra, bu geceyi geçireceğimiz yerin huzurlu bir mekân olduğunu bilerek, odama yöneldim.

 

Balkona çıktım ve bahçeye bakarak derin bir nefes aldım. Yağmurun damlaları, geceyi daha da karanlık ve hüzünlü kılarken, içimdeki düşünceleri daha da belirginleştiriyordu. Savaş’ın bu akşamki yokluğu, içimdeki tüm güvenlik duvarlarını sarsmıştı. Onun bu gece evden çıkması, belki de evin huzurunu tehdit eden bir şeylerin habercisiydi. Kafamdaki şüpheler bir an olsun dinmek bilmiyordu. Savaş'ın planlarının bir parçası mıydım yoksa onun oyununda sadece bir piyondan mı ibarettim?

 

Savaş’ın arabasının motor sesini duyduğumda, içimdeki gerilim bir an için daha da arttı. Bahçenin uzak köşesinden gelen seslere dikkat kesildim. Araba, evin önüne yanaştı ve yavaşça park etti. Savaş, arabadan indi ve karanlığın içinden süzülerek eve doğru yürüdü. Yüzündeki ifade, gece kadar karanlık ve anlaşılmazdı. Savaş’ı böylesine derin bir düşünce içinde görmek beni tedirgin ediyordu. O her zaman planlı, her zaman kontrol sahibiydi. Ama bu gece, yüzündeki kararlılık çizgileri, derin bir çatışmanın izlerini taşıyordu.

 

bu akşamki davranışlarının sebebini anlamak için bir fırsat olabilirdi. Ancak içimde bir yerde, bu geceyle birlikte büyük bir yüzleşmenin başlayacağını biliyordum. Gözlerim onu takip ederken, içimdeki karışıklık giderek büyüyordu. Belki de bu gece, içsel bir savaşın başlangıcı olacaktı. Kendi korkularımla, şüphelerimle yüzleşeceğim bir gece. Her şey netleşmeye başlamıştı, ama belki de her şeyden önce, kendimle olan bu savaşım, bu geceyi en belirgin hale getirebilirdi.

 

ağır adımlarla tekrar eve girerken. Bu gece, belki de içimizdeki düğümleri çözmek için bir fırsat olacaktı. doğru olan böyle olması değildi ama her seferinde bu evden uzaklaştığım zaman kendimi eksik hissediyordum.

 

Ardından içeri geçip yatağa uzanıp sırtımı yastığa yasladım.Yatakta uzanmışken Savaş’ın odanın kapısından girdiğini fark ettim. Usulca adım atarak kapıyı ardında kapattı. Odaya girdiğinde, bana doğru bakarak, “Hâlâ buradasın,” dedi.

 

Sırtımı yastığa yasladım, gözlerim tavana çevrilmiş halde. “Harbiden beni burada tutuyorsun diye siperinde ağlayacağımı mı sandın?” dedim, hiddetimi saklamadan. “Karar verdim, bu evi sana dar edeceğim.”

 

Savaş, sözlerime sadece bir gülümsemeyle yanıt verdi. “Gül, gül… Sen ne de olsa burada kaldığım her an beni bırakmadığına pişman olacaksın,” dedim o ise yavaşça yatağa doğru yaklaştı.

 

Gözlerimi ona çevirdim. “Dur bakalım, seni yatağıma çağırdımı hatırlamıyorum,” dedim.

 

“Çağırmadın mı?” diye sordu, şaşkın bir ifade ile.

 

“Biz en son tartışıyorduk. Hangi ara bu hâle geldik?” dedim, kafa karışıklığım daha da belirginleşmişti.

 

O, dudaklarının kenarında hafif bir tebessümle bakıyordu. Gözleri, bir şeylerin peşinde olduğunu gösteren o bilindik ışıltıyla parlıyordu. "Hatırlatayım istersen," dedi, sesi yumuşak ve alaycıydı.

 

" Sıkıcı hayatına renk kattığımı kabul ediyorsun yani " dedim, dudaklarımda zafer dolu bir gülümseme belirdi. Her zaman olduğu gibi, altta kalmak pek benlik hareketler değildi.

 

O ise bakışlarını yere indirip, derin bir nefes aldı. Gözlerini tekrar bana diktiğinde, içten bir samimiyetle doluydu. "Renk mi?" dedi. Sesi titrer gibi oldu, bu durumun onu ne kadar etkilediğini belli ediyordu. " Hayatıma gökkuşağı gibi girdin.. Her bir gülüşün, bakışın içimde kan yangını alevlendiriyor, bir bilsen."

 

Sözleri içimde bir yerde yankı buldu. Dudaklarım hafifçe aralandı ama ne diyeceğimi bilemedim. Bu itirafı beklemiyordum. Gözlerimiz buluştuğunda, aramızdaki tüm o gerilim yerini başka bir şeye bırakıyordu.

 

"Demek öyle," dedim, gözlerimdeki alaycı parıltıyı saklamaya çalışmadan. "O zaman neden her fırsatta benimle tartışıyordun?"

 

Gözlerini hafifçe devirdi, ama gülümsemesi kaybolmadı. "Belki de seninle tartışmak, sana olan ilgimi saklamanın tek yoluydu, olamaz mı?" dedi. Sesinde hafif bir meydan okuma vardı.

 

"İlginç bir taktik," dedim, kollarımı göğsümde kavuşturarak ona doğru bir adım attım. " O zaman sana kötü bir haberim var, belli etmek bir kenara her kavgamız da üstüme atlamak için fırsat kolluyormuş gibi duruyordun."

 

Gözleri bir anlığına gözlerimden kaçtı, "Sen de pek farklı değilsin," diye mırıldandı. " Her inatçılık ettiğinde seni daha da çekici bulduğumu bilmene rağmen bana kur yapmaya, beni zorlamaya devam ettin."

 

" hoşuna gidiyordu seninde kabul et" dedim parmağım havada onu doğru sallayarak,

" Sen insan nasıl bu kadar seviliri öğrettin, hoşuma gitmesini orda bırak" derken bi an sanki aydınlanmış gibi baktı yüzüme,

" Kızım sen beni iyice deli divane ettin, bu gidişle ben sana kul da olacağım köle de" derken tatlı tatlı yüzüme bakıyordu.

 

" Ne o şikayetçi misin yoksa"

 

" Şikayette neymiş, bir gün bile söylenirsem vursunlar." Derken ikimizde gülüyorduk.

 

Beni izleyen gözleri, sıradışı bir merakla parlıyordu. Sözlerinde bir merhamet yoktu, sadece sorgulayıcı bir ton vardı. “Bu saatte kadar ne yaptığımı sormadın,” dedi, konudan bağımsız bir şekilde.

 

Başımı çevirmeden, soğuk bir şekilde yanıt verdim. “O kadınla ilgili sana hesap soramam,” dedim. Sesimde, gerginliğimi ve hislerimi gizlemeye çalıştığım bir sertlik vardı.

 

Savaş, hafifçe kaşlarını kaldırarak, “Sor ulan, sor. Belki seni ne kadar ilgilendiriyor, onu duymak istiyorum,” dedi. Sözleri, meydan okurcasına, bir açıdan cesur ve öte yandan umutsuzdu. Beni bu konuda ne kadar derinlemesine düşündüğüne dair ipuçları veriyordu.

 

“İyi, tamam, soruyorum,” dedim, ve yanıtımı vermek için içsel bir hazırlık yaparak başladım. “İşte bana böyle gel, ilk önce şirkete gittim. Gizem’le hisse mevzusunu konuştuk. Ben ofisteyken Kıraç geldi, babanın duruşması olduğunu söyledi. Avukatı Kıraç’la görüşmüş, yarın babanın duruşması varmış. Baban olduğu için duruşmaya gitmeni söylemiş. Zaten babanın durumuna bulaştın, daha fazla dikkat çekme ya da çekmek istiyorsan seni tutmuyorum.” Cümleleri, bir rapor edasıyla döküyordu.

 

“Duruşma yarın mı?”

 

“Evet,” dedi nefesini sıkıntıyla verirken,

 

“Yarın o duruşmada da ben olacağım, O avukat elinden geleni yapacaktır babamı çıkarmak için. Madem başına bu kadar çorap ördüm, onu içeri tıkmak farz oldu.” dediğimde,

 

Savaş, gözlerini bana sabitleyerek, “Babanın tutuklanması senin yüzünden mi?” diye sordu. Sesi, anladığı gerçeğin ağırlığını taşıyordu, ama yanıtımı netleştirmeyi umuyordu.

 

“Yani, kısmen,” Kısmi bir itirafla, sesimdeki suçlu tonunu zerre gizleyemedim.

 

Savaş, derin bir nefes alıp, “Üzerine suç attın, değil mi?” Olayı zaten anlamıştı ama sesli olarak tekrar etmek, her şeyin netleşmesini sağlıyordu.

 

Savaş’ın yüzündeki karışık ifadeyi incelerken, sessizliğin verdiği rahatsızlık odayı doldurdu. Bir an boyunca ikimiz de düşüncelerimizle boğulduk. Ardından Savaş, ani bir kararlılıkla sözlerini sıraladı, sesi beklenmedik bir kesinlik taşıyordu.

 

"Bu gece seni bir yere götüreceğim," dedi. Gözlerindeki kararlılık, kararından geri dönmeyeceğini gösteriyordu.

 

"Ne? Şimdi mi?" diye sordum, şaşkınlığımı gizleyemeyerek. Onun bu ani çıkışlarını ne zaman çözebileceğimi bilmiyordum.

 

Savaş, yüzündeki belli belirsiz bir tebessümle bana baktı.

Başka bir şey söylemeye çalışırken, cümlelerim havada asılı kaldı. Savaş'ın yüzünde kararlılık vardı ve gözlerinde de alışkın olduğum o gizemli parıltı. Ne yapmaya çalıştığını anlamasam da, onu sorgulamayı bir kenara bırakıp, gözlerimle onun ne yapmak istediğini anlamaya çalıştım.

 

Başımı hafifçe sallayarak, yataktan kalktım. Gecenin bu saati ve dışarı çıkma fikri garipti, ama içimdeki merak ve onun ne planladığını öğrenme arzusu beni bir adım öteye sürükledi.

 

“Tamam,” dedim sonunda, onu takip etmeye hazırlanarak. “Gidelim.” Savaş, cevap vermedi, sadece başıyla onaylayarak odayı terk etti.

 

Savaş’ın peşinden, bu gizemli gece yolculuğunun nereye varacağını bilmeden yürüdüm. İçimde bir yerlerde, bu gece bir şeylerin değişeceğini hissediyordum.

 

Savaş, odadan çıkarken ardında bıraktığı sessizlik, kalbimin atışlarını daha da hızlandırmıştı. Hâlâ ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken, gözlerimle onu takip ettim. Yatak odasından çıkıp koridorda ilerlerken, evin her zamanki sessizliği geceye karışıyordu. Savaş'ın adımları, halının yumuşak zemininde neredeyse duyulmazdı, ama ben her bir adımını hissedebiliyordum.

 

Birkaç dakika önce huzurlu olan odam, şimdi bana bir hapishane gibi görünüyordu. Savaş’ın gizemli tavrı, bu geceyi sıradan bir geceden çok farklı kılıyordu. Kendi içimdeki endişeyle başa çıkmaya çalışarak, hızla üzerime bir şeyler geçirip, ona yetişmek için aceleyle peşine düştüm.

 

Koridordan geçerken, evin her bir köşesi karanlığa gömülmüştü. Geniş salonun loş ışığında adımlarımı hızlandırdım. Bahçe kapısına ulaştığımızda, Savaş çoktan dışarı çıkmıştı bile. Kapıyı açarken, gecenin serinliği yüzüme vurdu. Sıcak yaz gecesine rağmen, bu ani serinlik tüylerimi diken diken etti. Gökyüzü yıldızlarla doluydu, ancak ay ışığı bulutların ardında gizlenmişti. Bahçede sadece Savaş'ın adımlarının yankısını duyabiliyordum.

 

Savaş, arabaya doğru ilerlerken adımlarını ağırdan alıyordu. Peşinden yürürken, ayağımın altındaki çimenlerin çıtırtısı, geceyi bölen tek sesti. Arabaya doğru yaklaşırken, motorun o soğuk metal kokusu burnuma çarptı. Savaş, arabanın kapısını açtı ve içerideki ışık bir anlığına karanlığı delip geçti.

 

Onun yanında yürüyerek, arabanın yanına vardım. Kapıyı açıp içeriye adım attım. Derin bir nefes alarak, koltuğa yerleştim. Arabanın içi, dışarının serinliğine karşı sıcak bir kucaklama gibiydi. Deri koltukların hafif kokusu ve gösterge panelinin loş ışığı, gecenin gizemini daha da artırıyordu.

 

Savaş, direksiyonun başına geçti ve arabanın kapısını kapattı. Motorun düşük bir uğultuyla canlanışı, bu gece nereye gideceğimizin habercisiydi. Ona bakmak için başımı çevirdiğimde, gözlerinin derinliklerinde bir şeyler aradım. Ama ne düşündüğünü anlamak imkansızdı. Bakışları önüne dönük, elleri direksiyonun üzerinde sabitti.

 

Araba yavaşça bahçeden çıkarken, evin ışıkları geride kaldı. Gecenin karanlığında ilerlerken, içimde bir yerlerde bu yolculuğun sıradan bir gezintiden daha fazlası olduğunu biliyordum. Savaş’ın beni nereye götürdüğünü bilmesem de, bu yolculukta ikimizin de öğreneceği çok şey olduğunu hissediyordum. Gecenin serinliğiyle birlikte, içimdeki merak ve kaygı karışımı hisler, beni bir an olsun bırakmıyordu.

 

Sessizliğin ortasında, motorun düşük vınlaması, yolun hafif sarsıntıları ve Savaş’ın kararlı bakışlarıyla bu gizemli yolculuğa çıkmıştık. Nereye gideceğimizi bilmiyordum ama nereye varacağımızı öğrenmek için sabırsızlanıyordum.

 

Gece karanlığının içine süzüldüğümüzde, Savaş’ın yüzündeki gülümsemeyi fark ettim. Elimi sıkıca tuttu, her zamanki kararlılığıyla. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama onunla beraberken yolun sonunu düşünmeye gerek yoktu.

 

Nihayet durduğumuzda, Savaş kapıyı açtı ve beni içeri davet etti. Gözlerimin önünde beliren manzara karşısında nefesim kesildi. Bahçenin ortasında, çimenlerin üzerine serilmiş geniş bir örtü, üzeri pamuk şekerleri, battaniyeler ve bir masal kitabıyla doluydu. Sanki çocukluğumun masal diyarına adım atmış gibiydim.

 

“Küçük bir sürpriz,” dedi Savaş, o muzip gülümsemesiyle. “Nasıl, beğendin mi?”

 

Gözlerimi kırpıştırarak, “ güzel gözüküyor ama bunu 5 yaşındayken görseydim daha mutlu olabilirdim” dedim, alaycı bir tavırla. Ama içten içe, kalbim sevinçle dolmuştu. Derken, elime bir pamuk şeker tutuşturdu, sanki her zaman yanımda olacak bir armağan verir gibi.

 

“sanki çok büyümüş gibi,” dedi, hafifçe gülerek. “Bu, sadece sana özel bir yer. Bazen büyüklere de masal okumak gerekir, küçük hanım”

 

Pamuk şekeri yerken, yanına oturdum. Battaniyenin sıcaklığı, Savaş’ın yanımda olmasının verdiği güvenle birleşmişti. Onun bu kadar düşünceli olabileceğini hiç düşünmemiştim. Her zaman güçlü, sert ve ketum görünürdü. Ama şimdi, yanımda oturan bu adam, bana masal okuyacak kadar nazik birini gösteriyordu.

 

“Bugün sana Külkedisi’ni okumak istiyorum,” dedi, masal kitabını eline alarak. Gözlerimi ona dikmiş, sessizce bekliyordum. Bir masalın ortasında kendimi bulmak garipti. Külkedisi… Küçüklüğümden beri hep tanıdığım bir masal. Prens tarafından kurtarılan zavallı kız.

 

“Cinderella mı? Gerçekten mi?” diye mırıldandım, biraz alayla. “Yani, prensin gelip beni kurtarmasını mı beklemeliyim? Kendi kendime yapamıyor muyum?”

 

Savaş, beni sakinleştirici bir ifadeyle süzdü. “Belki de kurtarılmak, bazen kendine izin vermek demektir,” dedi. “Hem, kim demiş Külkedisi’nin prens tarafından kurtarıldığını? Belki de Külkedisi, kendi ayakları üzerinde duracak kadar güçlüydü ve prens sadece onun özgürlüğüne giden yolda bir adımdı.”

 

Onun bu sözleri, düşüncelerimi bir an için allak bullak etti. Savaş’ın bu kadar derin düşünebileceğini tahmin etmezdim. “Güçlü olabilir,” dedim, pamuk şekerinden bir ısırık daha alarak. “Ama neden bir prense ihtiyaç duyuyor? Neden kendi başına kurtulamıyor? Bu tür masallar, kızlara sürekli olarak bir erkeğe ihtiyaçları olduğunu söylüyor. Bu hiç mantıklı değil.”

 

Savaş kitabı kapattı, yüzünü bana çevirdi ve gözlerimin içine baktı. “Belki de masalların amacını yanlış anlıyoruz,” dedi. “Belki de onlar bize bir şeyler öğretmek yerine, bir şeyi sorgulamamızı istiyorlar. Külkedisi'nin kendi kaderini çizmesini, masalın dışına çıkmasını sen mi engelleyeceksin?”

 

Onun gözlerindeki kararlılığı görünce bir an sustum. “Belki de,” dedim yavaşça, “kendi masalımızı yazmamız gerekiyor. Bize sunulanları değil, kendi istediğimiz şekilde bir masal.”

 

Savaş’ın gülümsemesi büyüdü. “Belki de,” diye fısıldadı, “bizim masalımız çoktan yazılmaya başladı. Ve bence bu masalın en güzel kısmı, pamuk şekerli, battaniyeli bu anlar.”

 

Ona yanıt vermek yerine başımı omzuna yasladım. Gecenin serinliği, battaniyenin yumuşaklığı ve pamuk şekerin tatlılığı arasında, kalbim huzur buldu. Belki de gerçekten, kendi masalımızı yazıyorduk. Belki de bu masalın en güzel yanı, birbirimizi bulmuş olmamızdı. Gecenin sessizliğinde, pamuk şekerler ve masal kitapları arasında, Savaş ve ben, kendi hikayemizi yazmaya devam ettik.

 

Savaş’ın omzuna yaslanmış, pamuk şekerin tatlılığını damağımda hissederken, gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Yıldızlar parlıyordu, tıpkı bu gecenin büyüsünü tamamlarcasına. Savaş’ın yanında olmak, onunla bu anı paylaşmak… Kalbimin bir yerinde, bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. Güvende hissettiğim nadir anlardan biriydi.

 

“Ezim,” dedi Savaş, yumuşak bir ses tonuyla. Gözlerimi ona çevirdim. Gözlerindeki ifade, ciddiyetten uzaktı ama yine de bir şeyler anlatıyordu. “Külkedisi, prens olmadan da mutlu olamaz mıydı sence? Yani, belki de onun için mutluluk, bir sarayda yaşamak değil de, kendini değerli hissetmekti.”

Bu sözler beni düşünmeye sevk etti. Evet, Külkedisi kendini değerli hissetmek istiyordu. Ama neden bir prense ihtiyaç duyuyordu? “Bence,” dedim, “mutluluk kendi içimizde olmalı. Başkasının bizi tamamlamasına gerek yok. Kendi kendimize yetmeyi öğrenmeliyiz. Ama…” Sesim durakladı, kelimeleri bulmakta zorlanıyordum. Savaş’ın sabırla bekleyen bakışları arasında derin bir nefes aldım. “Ama bazen, birinin yanında olmak da güzel olabilir. Yani, tamamlanmak değil, paylaşmak. Yan yana yürümek, birbirini desteklemek…”

 

Savaş, dudaklarının kenarında hafif bir gülümsemeyle başını salladı. “İşte bu,” dedi. “Belki de Külkedisi’nin istediği şey de buydu. Yanında biri, onunla eşit bir şekilde yürüyen biri. Kurtarılmak değil, birlikte olmak. Prens veya başkası, fark etmez. Önemli olan, o kişinin yanında nasıl hissettiği.”

 

Ona baktım, bu sözlerin ardında yatan anlamı kavramaya çalışarak. Savaş her zaman böyle miydi? Sert dış görünüşünün ardında, bu kadar derin bir kalbi mi vardı? “Savaş,” dedim yavaşça, “neden buradasın? Yani, benimle, bu gece… Neden?”

 

Savaş, başını hafifçe yana eğerek bana baktı. Gözlerinde bir sıcaklık vardı, bu geceye özgü bir samimiyet. “Çünkü seninleyken, gerçek olduğumu hissediyorum. Her şeyden, herkesten uzakta, sadece sen ve ben. Kendi masalımızı yazarken, sana anlatacak hikayelerim var. Ve belki de senin de bana anlatacakların…”

 

Kalbim hızla çarpmaya başladı. Bu adam, bana kendimi olduğum gibi hissettiren tek kişiydi. Onun yanında, hiçbir rol oynamaya gerek yoktu. Sadece ben… Ve o.

 

“Belki de haklısın,” dedim, gülümseyerek. “Masalların amacı, sadece mutlu sonlar değil. Belki de yolculuğun kendisi… Yanında kimin olduğunun farkında olmak, kiminle yürüdüğünü bilmek.”

 

Savaş elini uzattı ve pamuk şekerimi elimden aldı, sonra kendi dişlerinin arasına soktu. “Bence,” dedi, çiğnerken, “bizim masalımız henüz yeni başlıyor. Ve ben, bu masalda seninle birlikte olmayı seçiyorum.”

 

Pamuk şekerin tatlılığı, gecenin serinliği, Savaş’ın yanımda olmasının verdiği güven… Hepsi bir araya gelmişti. Bu anın içindeydim ve bir an bile olsa, geleceği düşünmeden sadece bu anda kalmak istiyordum.

 

Başımı yeniden onun omzuna yasladım, yıldızlar üzerimizde parıldarken. Belki de gerçekten, kendi masalımızı yazıyorduk. Ve bu masal, en güzel haliyle devam ediyordu. Savaş’ın yanımda olduğunu bilmek, onunla bu anı paylaşmak… İşte, bu benim masalımın en güzel sahnesiydi.

 

Başımı Savaş’ın omzuna yaslamış, yıldızların altında sessizce otururken, içimde huzurun ve mutluluğun tatlı bir karışımı vardı. Ama bu huzurlu anı bir şakayla bozmak, Savaş’la eğlenceli bir atışmaya girmek istedim.

 

“Biliyor musun,” dedim, hafifçe gülümseyerek, “eğer gerçekten bir masal prensi olsaydın, kesinlikle uyuyan güzelin değil, daha çok Shrek’in yanında olurdun. O da sürekli birilerini kurtarmaya çalışıyordu, değil mi?”

 

Savaş bana döndü, gözlerinde o tanıdık muzip parıltıyla. “ güzel bu durumda sen de Fiona olacaksın. Biz de mutlu birer dev çift olacağız,”

 

Güldüm, “Evet, ama bir farkla. Fiona, Shrek’in onu kurtarmasına ihtiyaç duymuyordu. Kendi başına gayet iyi idare ediyordu.”

 

“Bunu biliyorum,” dedi Savaş, alaycı bir bakışla. “Ama biliyorsun, Shrek sonuçta koca bir ejderha ile savaştı. Benim ejderham nerede?”

 

“Ejderha mı?” dedim kaşlarımı kaldırarak. “Sanırım senin ejderhan kendin. Bazen o kadar kızgın ve sert oluyorsun ki, ateş püskürtmene az kaldı diye düşünüyorum.”

 

Savaş bir kahkaha attı. “Demek öyle düşünüyorsun ha? Peki ya sen? Sürekli dikenli sözlerinle saldırıyorsun. Senin gibi biriyle baş etmek ejderha avlamaktan daha zor.”

 

Gülüşümüz, gecenin sessizliğinde yankılanırken, ikimiz de birbirimize takılmanın verdiği eğlenceden keyif alıyorduk. Onunla geçirdiğim her an, her konuşma, kalbimi biraz daha ısıtıyordu.

 

Bir an duraksadım, onun gözlerine bakarak. “Savaş, ciddi misin? Yani, gerçekten bu masalı benimle mi yazmak istiyorsun?”

 

O, sesindeki ciddiyetle başını salladı. “Evet, Ezim. Bunu yapmayı gerçekten istiyorum. Seninle her günü bir maceraya çevirmek… Birlikte gülmek, bazen ağlamak, bazen tartışmak. Ama her ne olursa olsun, birbirimizin yanında olmak.”

 

İçimde bir şeylerin yerinden oynadığını hissettim. Onun bu kadar dürüst ve açık olmasını beklemiyordum. “Ama seninle olmak… Kendi kurallarına göre yaşamak demek. Ben her zaman bu kurallara uyabilecek biri olmayabilirim.”

 

Savaş, hafifçe omuz silkti. “Kurallar, uyulmak için değil, bazen de yıkılmak içindir. Hem, belki de benim kurallarım seninle birlikte değişecek. Bizim masalımızda kuralları biz koyarız, Ezim.”

 

Gözlerimi onun gözlerinden ayıramıyordum. Bu adamın, sert kabuğunun altında bu kadar yumuşak, bu kadar derin bir yüreği olduğunu bilmek… Belki de gerçekten yanılmıştım. Belki de masallar sadece çocuklar için değildi. Belki de hepimizin bir masala ihtiyacı vardı.

 

“Peki, benim kuralım ne olacak?” dedim, hafifçe gülümseyerek. “Her zaman pamuk şeker ve masallarla beni kandıramazsın”

 

Savaş gülümsedi, gözlerinde o alaycı ışıkla. “Pamuk şeker, battaniyeler ve masallar… Evet, bence bu bizim kurallarımızdan biri olabilir. Ama en önemlisi, her zaman birbirimize dürüst olacağız. Ve her ne olursa olsun, birlikte olacağız.”

 

Onun bu sözleri, içimde bir sıcaklık yarattı. Belki de gerçekten masalımın prensi oydu. Ama ben bir prenses değil, kendi hikayemi yazan biriydim. Ve bu hikayede, Savaş’la birlikte, kendi kurallarımızı koyarak yürümek… İşte, bu bizim masalımızın en güzel kısmıydı.

 

Başımı omzuna yasladım ve gözlerimi kapattım. Gecenin sessizliği, yıldızların altında sadece ikimiz. Belki de gerçekten, kendi masalımızı yazıyorduk. Ve bu masalın kahramanları, pamuk şekerli gecelerde, birbirine takılmaktan, birlikte gülmekten vazgeçmeyen iki insandı.

 

Gece ilerlerken hafif bir rüzgar esmeye başladı. Battaniyeye sarılmış, Savaş’ın yanında otururken, içimdeki huzur yerini yavaş yavaş tatlı bir heyecana bırakıyordu. Savaş’ın yanında olmak, onun sıcaklığını hissetmek… Bu anı daha fazla uzatmak istiyordum. Belki de sadece birbirimize daha fazla açılmak, bu gecenin büyüsünü tamamlayacaktı.

 

Savaş, yanımızdaki küçük sehpanın üzerine bırakılmış kitabı aldı ve sayfaları çevirdi. Gözleri sayfalarda gezinirken hafif bir gülümsemeyle bana döndü. “Külkedisi'ni okuduk ama sanırım başka bir masal daha var bu gecede,” dedi, gözlerindeki muzip ışıkla.

 

“Başka bir masal mı?” diye sordum merakla. “Ne anlatacaksın?”

 

Savaş, ciddi bir tavır takınarak kitabı eline aldı ve sahte bir ciddiyetle okumaya başladı. “Bir zamanlar, uzak diyarlarda, inatçı bir prenses varmış. Bu prenses, her zaman kendi bildiğini okur, kimseyi dinlemezmiş. Krallıkta kimse onunla baş edemezmiş, ta ki…”

 

Sözünü bitirmeden önce bana göz kırptı. Gülerek omzuna hafifçe vurdum. “ beni mi anlatıyorsun?”

 

“Hayır,” dedi, kahkahasını tutmaya çalışarak. “Sadece bir masal anlatıyorum. Ama dinle, bu prensese günün birinde cesur ve yakışıklı bir şövalye gelmiş. Şövalye, prensesin inatçılığından etkilenmiş, onu daha da fazla tanımak istemiş.”

 

Bir an sustu, gözlerimle onun gözlerini ararken kalbimin hızlandığını hissettim. Savaş devam etti, sesi yumuşak ve derindi. “Ve bu şövalye, prensesin inatçılığının ardında bir kalp yattığını fark etmiş. Birlikte geçirdikleri her an, şövalye prensesi daha çok sevmiş, ona daha fazla bağlanmış.”

 

Beni anlatmaya devam ettiğini biliyordum. Gözlerimdeki ışıltıyı gizleyemeden gülümsedim. “Peki, prenses ne yapmış?” diye sordum. “Şövalyeyi reddetmiş mi?”

 

başını iki yana salladı. “Hayır,” dedi yavaşça. “Prenses de şövalyeyi sevmiş. Ama bunu itiraf etmek kolay olmamış. Çünkü güçlü ve bağımsız olmanın yanında, birini sevmek ve ona güvenmek zor bir kararmış onun için. Ama sonunda, prenses şövalyeye güvenmiş, ona kalbini açmış. Ve işte böylece, kendi masallarını birlikte yazmaya başlamışlar.”

 

Savaş’ın bu kadar açık ve içten olması, kalbimi ısıttı. “Bu çok güzel bir masal,” dedim, sesim titrerken. “Ama gerçek hayatta masallar genellikle böyle bitmez,”

 

Savaş, ellerimi tuttu, parmaklarını parmaklarımın arasına geçirerek. “Belki de,” dedi yavaşça, “gerçek hayatta masallar biz onları nasıl yazarsak öyle biter.”

 

Bir an için ne diyeceğimi bilemedim. Savaş’ın söyledikleri içimi ısıtmış, kalbimin daha hızlı atmasına sebep olmuştu. Ancak, bu kadar kolay teslim olmayı içime sindiremiyordum. Gözlerimi ondan kaçırarak, hafif bir gülümsemeyle başımı eğdim.

 

"Bilmem ki, belki de o prenses kendi masalını kendi yazmak istemiştir," dedim kaçamak bir şekilde. "Kendi kahramanı olup, kendi hikayesinin kontrolünü elinde tutmak istemiştir."

 

Savaş, gözlerimdeki muzip ışıltıyı fark edip gülümsedi. “Öyleyse,” dedi yavaşça, “bu masalda ben de figüran olayım, fark etmez. Yeter ki senin hikayende bir yerim olsun.”

 

İçimdeki tatlı heyecan dalgası daha da büyüdü. Savaş’ın bu kadar istekli ve anlayışlı olması beni şaşırtmıştı. "Figüran mı?" dedim, başımı kaldırıp gözlerine bakarak. “Belki de başrolü paylaşabiliriz, ne dersin?”

 

Savaş'ın yüzünde geniş bir gülümseme belirdi. “Bu teklif hiç de fena değil,” diye mırıldandı. “Ama başrolü paylaşmak demek, her kararı birlikte vermek demek, değil mi?”

 

Omuzlarımı silkerek hafifçe güldüm. “Eh, belki de şövalye ve prenses, birlikte yeni bir hikaye yazmaya karar verirler."

 

Ve işte o anda, yıldızların altında, rüzgarın hafifçe yüzümüze dokunduğu o gece, kendi masalımızın ilk sayfasını birlikte yazmaya başladık.

 

Savaş’ın gözlerinin üzerimde olduğunu hissettim. Bir süredir böyleydi, ama nedense bugün bu bakış farklı geliyordu. İçimde hafif bir huzur dalgası yayılıyordu, sanki birisi gizlice kulağıma tatlı bir melodi fısıldıyormuş gibi.

 

“Mutlu olduğunda gözlerin bir başka bakıyor,” dedi ansızın, sesi beklediğimden daha yumuşak çıkmıştı.

 

Başımı ona doğru çevirip kaşlarımı kaldırdım. Ne demek istediğini anlamaya çalışırken gülümseme isteği dudaklarımın kenarında belirdi. “Nasıl başka?” diye sordum, gerçekten merak ediyordum.

 

Savaş’ın yüzündeki ifadeyi izlerken, her zaman ki o ciddi havasının altında saklı duran şefkati görebiliyordum. “Sanki sen gülünce etrafındaki her şey de bir anda güzelleşiyor,” dedi. “Herkese nasip olmaz bu.”

 

Bir an durakladım. Savaş’tan böyle bir şey duymak, bir anda göğsümde tuhaf bir sıcaklık yaratmıştı. Yüzümde oluşan gülümsemeyi bastıramadım, ama yine de ona hafifçe meydan okuyan bir sesle cevap verdim. “İyi, sen de nasiplen o zaman. Dediğin gibi, herkese nasip olmaz benim gülümsemem.”

 

bu cevabımla daha da büyülenmişti. Gözlerini benden yana alamıyordu. “Zaten nasiplenmeye başladım bile,” dedi içten bir itirafla.

 

Gözlerim gözlerine kenetlenmişti ve o anın içindeki her şey benim kontrolümdeymiş gibi hissediyordum. Savaş’ın hafifçe gülümsemesi, gözlerindeki o parıltı… Bana nasiplenmenin tadını çıkarıyor gibiydi.

 

Bir an için dünyanın geri kalanını unuttum. Sadece onunla buradaydım, onunla ve o sözlerin yarattığı o sıcaklıkla. Belki de haklıydı; belki de gülümsemem gerçekten de bir şeyleri güzelleştiriyordu. Ama şimdi, onun bu anı güzelleştirdiği kesindi. Ve ben de bu güzelliğin tadını çıkarmaya karar verdim.

 

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra, Savaş’ın ellerinin sıcaklığı omuzlarımda huzur verici bir rahatlama hissi uyandırmıştı. İçimdeki fırtına yavaşça dinmeye başlamıştı. Ancak içsel sükûnetin getirdiği sessizlikte, Savaş’ın meraklı ve endişeli bakışları beni düşündürmeye devam ediyordu.

 

Gözlerimi açtım ve onun dikkatli bakışlarına odaklandım. Savaş’ın endişesi, içimdeki travmanın yankılarına dair derin bir anlayış arayışını yansıtıyordu. İçimden bir şeyler söylemek, bu karanlık anı açıklığa kavuşturmak istiyordum.

 

“Neden böyle bir şey yapıyorsun?” dedim, sesim titreyerek. “Neden geçmişin bu acı dolu izlerini temizlemeye çalışıyorsun?” Savaş’ın gözlerinin içine baktım. Savaş’ın bakışları, geçmişin karanlık tarafıyla yüzleşmek için yanımda durduğunu biliyordum.

 

Savaş, derin bir nefes alarak ellerini omuzlarımda tuttu. “Bir karar verdim,” dedi. “Tüm kötü anıların yerine, güzellerini koyacağım."

 

Cevabı, içinde bulunduğum ruh halini anlamaya yönelik bir adım gibiydi. Bu sözler, içimi biraz daha aydınlatmıştı. Ama yine de içimdeki sorular sona ermiyordu. “Bu karar çok önceden verilmiş gibi görünüyor,” dedim. “Daha önce de lunaparka götürmüştün. Senin bu tür güzellikleri yerine koyma çaban, daha önceden alınmış bir karar mıydı?”

 

Savaş, gözlerini hafifçe kısarak gülümsedi. Bu gülümseme, yüzümdeki gerilimin biraz daha azalmasına neden oldu. “belki seni tanıdım tanıyalı vermiş olduğum bir karardır "

 

Savaş’ın bu sözleri, içimdeki karanlıkla baş etmenin ne kadar önemli olduğunu vurgulayan bir ışık gibi parlıyordu. Onun samimi ve içten yaklaşımı, geçmişin acı dolu anlarını yavaşça silmeye çalışırken, aynı zamanda gelecekteki güzelliklere odaklanmamı sağlıyordu.

 

 

En çok hoşunuza giden hangi sahneydi?

 

Sizce bundan sonra neler olacak?

 

İşler yeterince karışıkken ezim sizce doğru mu yapıyor?

 

Buraya kadar gelmişken yıldıza dokunmayı unutmayın bir sonraki bölümde görüşmek üzere📍🎈

Loading...
0%