@sima.d
|
"Aynı evin içinde yaşamak kimseye aile yapmıyor.." ...
Adliye koridorunun kasveti içimi kemiriyordu. Her köşeye sinmiş o yoğun, boğucu hava sanki nefes almamı zorlaştırıyordu. Karşımda, benden birkaç metre ötede, babam… Dündar Akman. O buz gibi bakışlarını üzerimden hiç ayırmıyordu. Bakışları her zamanki gibi soğuk, sert, ve kibir doluydu. İçimde hep var olan o derin öfke yeniden kabarmaya başladı. Yıllar boyunca beni yok sayan, hayatımdaki her şeyi mahveden adam, şimdi karşımdaydı. Sanki gözleriyle beni cezalandırmak ister gibi bir tavrı vardı.
Yanımda duran Savaş’ın nefesi de hızlanmaya başlamıştı. Bunu fark etmemek mümkün değildi. Dündar’ın bakışları, beni ne kadar sinirlendirdiyse, Savaş’ı da bir o kadar öfkelendirmişti. Neredeyse eli elimdeydi, o sıcaklığı hissetmekle hissetmemek arasında gidip geliyordum. Bir adım öne atsa, Savaş’ın patlayacağını biliyordum.
Ama o adım atmasına gerek kalmadı.
Dündar’ın bir anlığına dudak kenarında beliren küçümseyici o gülümseme, Savaş’ın sabrını tamamen tüketti. Birden Savaş, hızla yerinden fırladı, tüm koridoru inleten sert adımlarla babama doğru yürüdü. Gözlerim büyüdü, ona engel olmaya çalıştım ama çoktan beni aşmıştı. Kalbim göğsümde çarpıyor, adeta durmak bilmiyordu.
" Ne bakıyorsun lan, çek ulan o pis gözlerini bu kızın üstünden artık " Sesi tüm koridoru doldurmuştu. Öyle öfkeli ve sertti ki herkes durup ona baktı. Birkaç saniye boyunca sadece Savaş’ın nefesi ve o yankılanan kelimeler vardı havada. Koridor, onun sesiyle titrer gibi olmuştu.
Babam hiç geri adım atmadı. Gözlerini kısarak Savaş’a baktı, hiç umursamaz bir tavırla. "Bu mesele seni ilgilendirmiyor evlat," dedi alaycı bir ses tonuyla. O ‘evlat’ kelimesini kullanması... İçimdeki öfke kaynayıp taşmak üzereydi. Savaş'ı böyle küçümsemesi, bana güvenmesindendi neticede onu öldürtmeyeceğimi iyi biliyordu.
Savaş’ın yumruğu sıkılıydı. O anda bir şey yapmasından korktum. "Savaş, lütfen," dedim, titreyen sesimle onu durdurmaya çalışarak. Ama gözlerinde sadece öfke vardı. Babama bir şey yaparsa, her şey daha da karışacaktı. Zaten yeterince karmaşa vardı. Dündar ne kadar aşağılık biri olursa olsun, ona bu anı veremeyiz. Onun bizi dağıtmasına izin veremem.
"Sakin ol," diye mırıldandım, sesimi duyurabilmek için biraz daha yüksek sesle. "Bu onun istediği şey. Bir şey yapmanı istemiyorum, burdan onu haklı ederek çıkmak istemiyorum."
Savaş, gözlerini benden babama çevirdi, nefesi hâlâ düzensizdi. Ama adım adım geri çekildi. Babam, sanki bir zafer kazanmış gibi küçümseyici bir gülümsemeyle geri adım atmadı.
Savaş, beni hızlıca kolumdan tutarak kendi yanıma çektiğinde, gerilim daha da tırmanıyordu. Yanımızda duran Kıraç’ın sesi, bu gerilimi yumuşatmaya çalıştı ama yeterli değildi. "Sakın bir delilik yapma, mahkemeden önce bir de başka vukuatlarla yargılanırız," dedi, bakışlarını Savaş’a sabitleyerek. Onun uyarısı mantıklıydı; bu kavgaya girişirsek babamın tam da istediği şeyi yapmış olurduk. Savaş’ın nefesi ise hâlâ hiddetle inip kalkıyordu, adeta bir volkan gibi patlamaya hazırdı.
O esnada, babamın hemen yanında duran avukatı İdil Sözan, ağır başlı bir edayla, kibirli bakışlarıyla konuşmaya başladı. Sesinde bir bilmişlik, bir ironi vardı. "Rica ederim, haddinizi bilin," dedi, sözlerinin her harfi havada asılı kalıyormuşçasına. Ardından bana dönerek alaycı bir gülümsemeyle devam etti. "Ayrıca, Ezim Hanım, sevgilinizi müvekkilimden uzak tutarsanız sevinirim." Sesindeki bilmişlik ve ironi iyice keskinleşti. Sanki tüm bu karmaşa onun elindeymiş gibi kendinden emin bir tavrı vardı. Bu sözleri duyar duymaz içimdeki öfke daha da büyüdü. Ama tam konuşacakken, Savaş beni durdurdu. Gözleri kısık, sesinde derin bir soğukluk vardı. Bana fırsat vermeden, bir adım öne çıkarak söz aldı. "Siz önce müvekkilinizin hal ve hareketlerine bakın, sonra bizi eleştirin, Avukat Hanım," dedi. Savaş’ın son söylediği kelimeler, aramızdaki rekabetin ve öfkenin adeta bir dışa vurumuydu. Ses tonu o kadar kararlıydı ki, İdil’in bile yüzündeki o alaycı ifade bir anlığına silindi.
Koridorun soğuk duvarları Savaş’ın sesiyle yankılanırken, gözler bir anlığına hepimize çevrildi. Birkaç saniyelik bu sessizlik adeta havada asılı kaldı. Sonra, kalabalığın arasında ilerleyen mübaşirin sesi duyuldu. “Kendinize gelin, karşınızda koskoca avukat var” dedi. Kadının duruşu, kendine güvenen bir avukat profili çiziyordu; yüksek topuklu ayakkabılarıyla zemin üzerinde adeta hükümran bir şekilde yürüyüş yapıyordu. Elinde tuttuğu dosyalar, sanki bir orkestra şefi gibi dikkatle kontrol ettiği bir repertuar gibiydi. Ben de bu etkiye tepki vermek isteyerek yerimde konuştum. Gülümseyerek konuşmaya başladım. “Çok sevdiğim bir söz vardır, bilmem bilir misiniz?” dedim. Gözlerimi onunkilerin içine odaklayarak, sözlerimi etkileyici bir şekilde sürdüm. “Herkes tarafından sevilen bir karaktersen, bir yerde bir şeyleri yanlış yapmışsın demektir. Ve ne yazık ki, size bakınca koca bir yanlış görüyorum, Aa-a ama pardon, siz avukattınız değil mi? Maili suçlar failinin AVUKATI " dedim. Cümlemdeki sarkazm, adeta bir bıçak gibi keskin bir şekilde havada asılı kaldı. O an, kalabalığın ve adliye koridorunun uğultusunun arasında, odanın derinliklerinden gelen bir ses yankılandı. " Dündar akman, avukat idil sözan, ezim akman, avukat kıraç erten” dendi. Anonsun ardından, mahkemeden adlarımız yüksek sesle duyuruldu. Başımı dik tutarak, babamın bakışlarını görmezden gelip, mahkeme salonuna doğru adım attım. Adalet, her ne kadar uzak ve soğuk gelse de... artık yüzleşme zamanıydı. Mahkeme salonuna adım atar atmaz içimdeki huzursuzluk dalga dalga yayıldı. O soğuk, yüksek tavanlı odanın her köşesine sinmiş adaletsizlik kokusunu hissedebiliyordum. Yine babamla karşı karşıyaydım. O koltukta oturmuş, bunca yıl beni görmezden gelen adamın pişkin yüzüne bakmamak için kendimi zor tuttum. Savaş yanımdaydı ama bu defa bana en çok destek olan, avukatım Kıraç olacaktı.
Hakim'in sesi yankılandı: "Tutuklu yargılanan Dündar Akman ve savunma avukatları, söze başlayabilirsiniz." Kıraç sakince ayağa kalktı. Onun özgüveni beni bir nebze olsun rahatlatıyordu. Kıraç benim için bir nevi kalkan gibiydi; soğukkanlı, sert ve haksızlığa karşı dimdik duruyordu. Sözlerine başladığında içimdeki gerilim biraz olsun hafifledi. "Müvekkilim Ezim Akman, babası Dündar Akman’ın suçlarının ifşa edilmesi konusunda kararlıdır. Yıllardır yaşadığı acıları dile getirmiş, üzerine atılan iftiraların yalan olduğunu kanıtlamak için buradadır."
Kıraç’ın her kelimesi, salondaki sessizliği delip geçiyordu. Babamın avukatı İdil’in ise kurnaz bir planı olduğu her halinden belliydi. Sırası geldiğinde, ağır adımlarla yerinden kalktı ve yılan gibi kıvrak bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
“Müvekkilim Dündar Akman’a atılan bu suçlamaların tamamı iftiradan ibarettir. Ayrıca burada başka bir mesele daha var. Ezim Akman’ın Savaş Karaarslanlı ile 'dost hayatı' yaşadığını ve bundan mütevelli müvekkilime cephe aldırmak istemesi üstüne üstlük de akli dengesinin yerinde olmadığını düşünüyoruz. Kızının tüm bu olayları kurgulayıp, babasını iftiralarla yok etmeye çalıştığını ve şu anda burda suçlu diye gösterilen adamın tamamen kızı için hâlâ herhangi bir suçlamada bulunmaması kızını korumaya çalışmasındandır. Ezim akmanın ise hâlâ magazinlere veya bir çok haber hususunda gazetecilere müvekkilim hakkında iftiralar atmaktadır.”
İdil’in sözleri mahkeme salonuna ağır bir soğukluk yaydı. Her kelimesi zehirli bir ok gibi üzerime fırlatılmıştı. Ardından hakim babama söz hakkı tanıdı. Babam ağır hareketlerle elleri önünde ayağa kalktı ve mahçup gibi davranarak konuştu.
" Hakim bey, ben bana atılan bu iftiranın kim tarafından yapıldığını bilmiyorum kimseyi de suçlamıyorum fakat benim imzamı taklit edebilecek kadar yakın bir dostum veya bunu yapabilecek bir ortağım yok" deyip oturdu. Doğrudan benden şüphelendiğini söylemiyordu ama okları benim üzerime çeviriyordu böylelikle kızını lekelemeye çalışan baba değil de babasına iftira atan kızını hâlâ savunmaya çalışan fedakar bir baba profilini çizmeye çalışıyordu.
Ama bariz söyledikleri şeyler yalandı. dahası akıl sağlığımı sorguluyorlardı. Yıllardır içimde biriktirdiğim öfkenin, haklı mücadelenin bu şekilde lekelenmeye çalışılması dayanılmazdı. Gözlerim Savaş’a kaydı, kaşları çatılmış, yumrukları sıkılmıştı. Ama onu öfkelendiren, benim içimdeki yangının yanında bir kıvılcım gibiydi. Tam ağzımı açıp bağıracaktım ki Kıraç hemen araya girdi.
"Sayın Hakim, bu iddiaların hiçbir somut delile dayanmadığını belirtmek isterim. Müvekkilim Ezim Akman, sadece babasının işlediği suçları ifşa etmeye çalışmaktadır. Avukat İdil’in, müvekkilimin özel hayatını mahkemeye taşımaya çalışması, tamamen davayı saptırma çabasıdır. Bu mahkemede müvekkilimin şahsına değil, Dündar Akman’ın işlediği suçlara odaklanmamız gerekmektedir."
Kıraç’ın sesi her zamanki gibi sarsılmazdı. Ama İdil de kolay kolay pes edecek biri değildi, yüzündeki o sinsi gülümseme hiç kaybolmamıştı.
"Elbette, sayın Hakim. Ancak bir insanın zihinsel durumu, vereceği ifadelerin güvenilirliği açısından büyük önem taşır. Ezim Akman’ın Savaş Karaarslanlı ile yaşadığı bu 'karışık ilişki' ve kendisinin babasına karşı beslediği nefret, mantıklı bir karardan çok, duygusal tepkilerin sonucudur. Kendisinin bu olayları nasıl kurguladığına dair elimizde sağlam deliller var. Özellikle de bu konuda müvekkilim Dündar akmanın eşi Zümer akman..."
Annemin adı geçtiğinde kalbim sıkıştı. İdil annemi mahkemeye getirmişti, bunu biliyordum. Yıllardır sessizliğini koruyan annem, sonunda konuşacaktı. O an, içimden bir parça daha koptu. Annemin ne diyeceğini bilmiyordum, ama yıllarca babamın gölgesinde kalan o kadın, şimdi tüm bu kargaşanın ortasında duracaktı. Derin bir nefes alıp İdil’in devam etmesini bekledim.
"Annesinin ifadeleriyle, Ezim Akman’ın akli dengesine dair şüphelerimiz daha da güçleniyor. Annesi, kızının yıllardır babasına karşı geliştirdiği bu nefreti körükleyen dış etkenlerin olduğunu söylüyor. Biz sadece adaletin yerini bulmasını istiyoruz, ama burada kişisel kin ve nefretin bu denli büyük bir davaya etki etmesini kabul edemeyiz."
O an sinirlerim iyice gerildi. Savaş'ın gözleri öfkeyle kısıldı ama hiçbir şey söylemedi. Kıraç ise her zamanki soğukkanlılığını koruyarak tekrar ayağa kalktı. Benim yerime o savaşıyordu, ve bunu görmek içimdeki fırtınayı biraz olsun dindiriyordu. Ardından mahkeme salonunun kapısı açıldı ve içeri annem girdi.
mahkeme salonuna adımını attığında, içerideki hava daha da ağırlaştı. Yıllardır suskun kalan o kadın, şimdi gözlerin ona çevrilmesiyle birlikte, adım adım kürsüye yürüdü. Onu bu kadar uzun süre sonra görmek, içimde karmaşık duygular uyandırıyordu. Yüzündeki yorgun ifade ve hafifçe bükülen omuzları, yılların ağırlığını taşıdığını gösteriyordu.
Tanık kürsüsüne oturduğunda, derin bir nefes aldı ve mahkeme salonuna fısıltı gibi yayılan bir sesle konuştu:
"Özür dilerim... Geç kaldım."
Bir an herkes sessizce ona baktı. Hakim, başıyla onay verip ona söze başlaması için izin verdi. Kalbim göğsümde hızla çarpmaya başladı; annemin ne diyeceğini, hangi tarafta duracağını bilmiyordum.
Annem dudaklarını araladı ve konuşmaya başladı:
"Eşim Dündar Akman’ın ne kadar zor bir insan olduğunu yıllardır herkes biliyor. Fakat burada söylemem gereken şey, kızımın akıl sağlığıyla ilgili değil. Ezim, babasının ne olduğunu yıllar içinde öğrendi. Onu her şeyden korumaya çalıştım, ama başaramadım. Babasının hatalarının ve suçlarının ortasında kalması, ona çok zarar verdi."
Annemin sesi titriyordu, ama kelimeler kararlıydı. Herkes dikkat kesilmişti. İdil, sinsice gülümseyip hamlesinin başarıya ulaştığını sanıyordu, ama annem bir an duraksadıktan sonra bambaşka bir yöne saparak devam etti:
"Ezim, akli dengesi yerinde olan, güçlü bir kadındır. Ne yaşıyorsa bunu kendi aklıyla ve sağduyusuyla karşılar. Bunca yıl babasının gölgesinde kalan ben, onun neler yaşadığını en iyi bilenlerdenim. Bu davada önemli olan kızımın değil, Dündar Akman’ın işlediği suçlardır. Ve ben, bu suçları görmezden gelemedim. Bu yüzden buradayım."
Annemin sözleri mahkeme salonunda yankılanırken, İdil'in soğukkanlı duruşu çatırdamaya başladı. Kendi silahını kullanmaya çalıştığı kadının, tam aksine babamın suçlarını işaret etmesi, onun kurduğu stratejiyi altüst etmişti. Annemin söyledikleri, içimdeki öfkenin bir kısmını dindirmişti. Yıllardır duymak istediğim o cümleleri nihayet işitmiştim. Annem, beni koruyamamıştı belki, ama şimdi gerçekleri dile getiriyordu. O anda Hakim söze girdi:
“Tanığın ifadeleri kayda alınmıştır. Ancak, davanın seyrini belirleyecek başka tanık ya da kanıtlar sunulacaksa, savunma veya iddia makamının taleplerini dinlemeye devam edebiliriz.”
İdil, soğukkanlılığını geri kazanmaya çalışarak öne doğru eğildi. Yüzünde hâlâ sinsice bir gülümseme vardı, fakat o güven kaybolmuştu. Yine de pes etmeyeceğini biliyordum. Birkaç dosyayı açıp kapattıktan sonra sakin bir şekilde konuşmaya başladı:
"Sayın Hakim, müvekkilimin suçsuz olduğuna dair ek kanıtlarımız mevcut. Ancak, en önemli hususlardan biri, Ezim Akman’ın yıllardır süregelen psikolojik durumudur. Bu nedenle, bir psikolog tanığı dinlemek üzere talepte bulunuyorum."
Mahkeme salonunda kısa bir mırıltı yükseldi. Babamın avukatının duruşmayı bu noktadan döndürmeye çalıştığını herkes anlamıştı. Kıraç, İdil’in bu hamlesine hazırdı ve sakince ayağa kalkarak itiraz etti:
"Sayın Hakim, müvekkilim Ezim Akman’ın psikolojik durumu, bu davanın konusu değildir. Dündar Akman’ın işlediği suçlara dair kanıtlarımız var ve bu davanın odağı, onun eylemleri olmalıdır. Ayrıca savunma makamının sunduğu psikolog tanığının, müvekkilimle ilgili kişisel bir değerlendirmesi bulunmamaktadır. Bu, davanın seyrini sadece saptırma girişimidir."
Hakim, kaşlarını çatarak dosyalara göz attı. Duraksadı ve ardından İdil’e dönerek:
"Psikolog tanığını dinleyeceğiz, ancak sadece olayla doğrudan ilgisi olduğu sürece. Davanın asıl odak noktasından sapmasına izin vermeyeceğim."
İdil memnun bir şekilde başını eğdi. Psikolog tanığın mahkeme salonuna çağrılması birkaç dakika sürdü. Orta yaşlı, sakin bakışlı bir kadın salona girdi. Kısa bir selamdan sonra, kürsüye yerleşti. İdil, beklediği o anı yakalamış gibiydi, sinsi bir gülümsemeyle sözlerine başladı:
"Tanığım, Ezim Akman’ın küçük yaşlardan itibaren yaşadığı travmatik olaylar ve bu olayların onun zihinsel durumuna etkileri hakkında bilgi verecektir."
Psikolog, dosyalarını önüne alıp yavaşça başını salladı:
"Evet, Ezim Akman’ın geçmişine dair bazı bilgilere sahibim. Babasıyla yaşadığı zorlayıcı ilişkiler ve duygusal çalkantılar, şüphesiz onun zihinsel sağlığını etkilemiş. Genç yaşlarda, bu tür olaylar kişilerin dünyaya bakışını değiştirebilir ve onların karar alma mekanizmalarında sorunlara yol açabilir."
Psikoloğun sözleri mahkeme salonunu tekrar bir gerginliğe sürükledi. İdil’in hedefi, Ezim'in mantıksız ve duygusal tepkilerle babasına karşı komplo kurduğunu kanıtlamaktı. Ama Kıraç’ın bu hamleye karşı bir planı olduğu belliydi.
Kıraç, ayağa kalkıp söz istedi:
"Sayın Hakim, psikolog tanığın söyledikleri ne kadar geçerli olursa olsun, müvekkilim Ezim Akman’ın burada bir komplo ya da kişisel kin güttüğünü kanıtlamaya yeterli değildir. Çünkü elimizdeki somut deliller, müvekkilimin babasının suçlarını ifşa etmeye çalıştığını göstermektedir. Dolayısıyla, psikolog tanığın beyanları, bu suçların varlığını ne ortadan kaldırır ne de haklı çıkarır."
Hakim, Kıraç’ın söylediklerini dikkatle dinledikten sonra, psikoloğa dönüp ona birkaç soru yöneltti:
"Bu travmatik olaylar, Ezim Akman’ın gerçekliği algılamasında ciddi bir bozulmaya yol açmış mıdır? Yani, babasının suçlarını kurguladığına dair somut bir kanıt sunabiliyor musunuz?"
Psikolog biraz duraksadı, sanki doğru kelimeleri arıyordu. Ardından başını yavaşça salladı:
"Hayır, böyle bir durumla ilgili somut bir delil yok. Travmaların etkisi, kişilerin duygusal tepkilerini güçlendirebilir, ancak Ezim Akman’ın babasına yönelik iddialarının gerçek dışı olduğuna dair elimde bir kanıt bulunmamaktadır."
Bu cümle, İdil’in planlarının üzerine dökülen bir kova soğuk su gibiydi. Avukat, zor duruma düşmüştü. Kıraç ise yerinden hiç kıpırdamadan psikoloğun bu itirafını herkesin zihnine kazımıştı. Psikolog birkaç daha genel bilgi verdikten sonra yerinden kalkıp kürsüden ayrıldı.
Tam o anda, salondan gelen kapı sesi tüm dikkatleri arka sıralara yöneltti. Leyla Kozcu, mahkeme salonuna girmişti. Herkesin gözleri ona çevrildi.
Leyla, mahkeme salonuna adım attığında içimdeki gerilim yeniden tırmandı. Gözleri, yıllarca sakladığı acıları ve öfkeleri taşıyor gibiydi. Hemen dikkatleri üzerine çekti; herkes onun ne söyleyeceğini merak ediyordu.
Kürsüye oturduğunda, derin bir nefes aldı. Sesinin titremediğini duyduğumda biraz rahatladım. Yıllardır yaşadığı travmaların ve kayıpların üzerine gitmesi gerektiğini biliyordum. Leyla, benimle birlikte bu savaşta önemli bir oyuncuydu.
Hakim, ona söze başlaması için izin verdi. Leyla, hafifçe başını eğdi ve gözlerini mahkeme salonundaki kalabalığa çevirdi:
Leyla, mahkeme salonundaki tanık kürsüsüne adım attığında, tüm gözlerin üzerinde toplandığını hissetti. Derin bir nefes aldı ve içindeki acıyı, öfkeyi bastırarak söze başladı:
“Ben Leyla Kozcu. Burada, Dündar Akman’ın yaptığı kötülükleri anlatmak için bulunuyorum. Yıllar önce, evlilik vaadiyle kandırıldım. Dündar, o zamanlar evli olduğunu gizledi ve bana vaatlersundu.”
Salon sessizliğe bürünmüştü. Dündar, ifadesiyle yüzleşmekten kaçamayacağını biliyordu ama Leyla’nın her kelimesi onu daha da sıkıştırıyordu. Leyla, kararlılıkla devam etti:
“ ben evli olduğumu öğrendiğimde kendisinden ayrıldım, fakat o beni sevdiğini söyleyip duruyordu. ben öyle aşağılık bir kadın değilim, kendi karısını benimle aldatan bir adamla onu sevmeme rağmen ayrıldım. ama o beni bırakmadı. Zorla üzerimde hakimiyet kurdu ve en acımasız şekilde kendi evimde bana tecavüz etti." Dedi sesi düğüm düğüm olmuştu. Ama devam etmeye kararlıydı. " O an.. hayatımın en karanlık anlarından biriydi. Daha sonra hamile olduğumu öğrendim ona bunu söylediğimde çocuğu kabul etmediğini benimle sadece gönül ilişkisi kurduğunu ve bundan sonra onu aramamı söyleyip karnımda çocuğumla beni öylece ortada bıraktı.”
Sesi titremeye başladı, ama içindeki öfke ona güç veriyordu:
"Cesur, Dündar’ın gerçek yüzünü gördü. Oğlum ve ben, yıllarca bunun Bedelini ödedik. Dündar, ailemizi yok etmeye yemin etmiş bir adam. Üstelik DNA testi yapılmıştır oğlum cesur Dündar'ın oğludur. Dosyası önünüzde var, Ne olur hakim bey kendi oğluna sahip çıkmayan ve kendi kızını deli diye ortada bir delil yokken suçlayan bu adama inanmayın.”
Babam, Leyla’nın sözlerini duyduğunda sabrını kaybetti. Aniden ayağa kalktı, gözleri parlıyordu:
“Yeter! Bu kadının söyledikleri asılsız! Leyla, intikam peşinde koşan bir kadından başka bir şey değil. Hiçbir delil yokken, burada iftira atıyor!”
Kıraç, Dündar’ın öfkesine karşın sakinliğini korumaya çalıştı:
“Sayın Hakim, Dündar Akman’ın şahsi öfkesi, mahkeme salonundaki gerçekleri değiştiremez. Leyla, bir kurban olarak burada duruyor ve yaşadıklarını dile getiriyor.”
Hakim, durumu kontrol altına almak için Dündar’a döndü:
“Savunmanızı yapabilirsiniz ama sesinizi yükseltmekten kaçının. Leyla’nın ifadesi, davanın seyrini değiştirecek önemli bir unsurdur.”
Dündar, sessizliğini korumak zorunda olduğunu anladı ama Leyla’nın cesareti karşısında kaybettiği kontrolün daha da sinirlerini bozduğunu hissetti. Sinirle yerine oturdu, ama gözleri Leyla’dan bir an bile ayrılmadı.
Leyla, Dündar’ın bakışlarındaki tehditi hissetmesine rağmen korkmaktan ziyade güç buluyordu. Yıllardır içinde biriktirdiği travmaları yüzleşmek için cesareti vardı.
“Benim gibi başkalarının da hayatı bu adamın elinde parçalandı,” diye devam etti Leyla. “Dündar Akman, yıllarca insanların hayatlarını mahvetti ve şimdi burada duruyor, bir kurban gibi davranıyor. Ama ben buradayım ve gerçekleri anlatacağım.”
Leyla' nın kararlılığı, salondaki gergin atmosferi Bir nebze olsa da yumuşamıştı. Babam karşısındaki bu direnişi görünce daha fazla sinirlendi. Hakim Leylaya son bir soru yönetti. " Dündar beyin yaptıklarına dair elinizde somut bir delil var mı?" Leyla başını sallayarak devam etti. " Evet, elimde kendisinin evli olduğunu bildiğim zamanlarda bana göndermiş olduğu mektuplar, ve adına göndermiş olduğu imzalı notlar var."
Mahkeme salonunda bir hareketlilik başladı.Hakim, Leyla'nın elindeki dosyayı alıp dikkatlice inceledikten sonra, sesiyle odayı doldurarak, "Evet, Dündar Bey'in yazımı ve imzasıyla uyuşuyor," dedi. Ardından İdil’e dönerek, ciddi bir ifade ile, "Peki, buna nasıl bir savunmanız var İdil Hanım?" diye sordu.
İdil, bir an için derin bir nefes aldı. Ayağa kalktı ve tüm dikkatleri üzerine çekerek, "Sayın Hakim," diye başladı. Ancak, içindeki karamsarlık yüzünden sözü daha fazla uzatmadı. Gözleri, aniden sertleşen yüz ifadeleriyle buluştu ve sessizliğin ağırlığı altında duraksadı.
Düşünceleri, karşısındaki heyetin bekleyişiyle çelişiyordu; bir şey söylemeyecekti. Kendi içindeki korku ve çaresizlik, onun yerine konuşuyordu. Bir savunma yapmayı bırakmıştı, sadece hakimin gözlerinin içine bakarak, kendi kabullenişini ifade eden bir sessizlikle geri oturdu. O an, odadaki gerginlik daha da arttı, herkes onun ne söyleyeceğini bekliyordu ama İdil, kelimelerin onu daha da zayıflatacağını biliyordu.
İdil’in sessizliği odada yankılanırken, hakim, yüzündeki ciddiyeti koruyarak, "İdil Hanım, bu durum ciddi. Savunmasız kalmak, aleyhinize olacaktır," dedi. Hakim, onun gözlerindeki kararsızlığı fark etmişti.
İdil, derin bir nefes alarak kafasını kaldırdı. "Sayın Hakim, ne desem bir önemi yok. Gerçekler, kendi ağırlığında duruyor," dedi. Sesindeki soğukluk, izleyicilerin dikkatini daha da çekti. Herkesin merakla dolu gözleri ona çevrilmişken, o an içindeki yükü hafifletmeye çalışıyordu.
Leyla, İdil’in sözlerinin ardından hayal kırıklığına uğramış bir ifadeyle onu izledi. Dündar’ın geçmişi, ona düşen bu yükü hafifletecek hiçbir şey bırakmamıştı.
Hakim, dosyayı kapatıp odanın ön kısmına döndü. "O halde, savunma yapmadan bu durumu kabul ettiğinizi varsayıyorum. İddia makamı, İdil Hanım’a yönelik delillerini sunmaya başlayabilir," dedi.
Duruşma salonunda gergin bir sessizlik oluştu. Leyla, Dündar’ın cezasını çekmesini istemekte kararlıydı, ama İdil’in bu tavrı, onu derinden sarsıyordu.
Savcı, masasına yaklaşarak belgeleri sıralamaya başladı. "Sayın Hakim, sunmuş olduğumuz belgeler, Dündar Akman’ın suçunu ispatlar nitelikte. İdil Hanım’ın bu durumdaki konumu, sadece bir izleyici olarak kalmayacaktır," dedi.
İdil, söylenenleri dinlerken kalbinde bir sıkışma hissetti. Duruşma devam ederken, geçmişin gölgeleri peşini bırakmıyordu. İçsel bir çatışma yaşarken, en derin korkularıyla yüzleşmek zorundaydı.
Olayların gidişatının bir kurbanı olarak değil, aynı zamanda kararlarının sorumluluğunu alması gerektiğini biliyordu. Gözleri, Leyla'nın üzerindeki ciddiyeti hissettiğinde, içinde bir şeylerin değiştiğini hissetti; artık sadece beklemekle kalmayacaktı. Bir adım atmalıydı.
Duruşma sona erdiğinde, hakim odayı süzdü. "Karar," dediğinde herkes ayağa kalktı. Gerilim her yeri sarmıştı. Hakim, ciddi bir ifadeyle devam etti:
"Dündar Akman’ın işlenmiş olduğu yasa dışı suçlardan ve sanık Leyla Kozcu’ya uygulamış olduğu cinsel istismardan ötürü, mahkeme, sanık Dündar Akman’ın suçlu olduğuna kanaat getirmiştir."
Kalbim hızla çarpmaya başladı. Leyla’nın gözlerinde biriken yaşlar, sevinç ve acı arasında gidip geliyordu. Dündar, öfkeyle yere baktı. Yüzündeki ifadeyi görmek, içimde karmaşık duygular uyandırıyordu.
Hakim kürsüden ağır ve net bir sesle, "Bu nedenle, Dündar Akman’ın hapis cezasına çarptırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir," dediğinde odanın havası bir an için dondu. Odanın her köşesine bir ağırlık çökmüştü; sanki herkes aynı anda nefesini tutmuş, ne geleceğini kestiremiyordu.
"Mahkeme duruşması burada sona ermiştir," diye ekledi hakim, gavel'in tahtaya sertçe vurulmasıyla herkes bir irkildi. O an, tüm dünya üzerime yıkılıyormuş gibi hissettim. Omuzlarımda biriken ağırlık, yıllardır içimde taşıdığım yüklerin ve bugünün stresiyle birleşerek beni adeta yere çakmıştı.
Tam o sırada, Savaş kalabalığı yararak hızla bana doğru geldi. Duruşma salonunun her köşesine dağılmış gözler arasında, kimseyi umursamadan bana ulaştı. Bariyer gibi duran insanları bir bir aşarak önüme geldiğinde, kollarını nazikçe ama kararlı bir şekilde etrafıma sardı. Varlığı, bana sükunet ve güven verirken, gözlerimin önündeki bulanıklık yavaşça dağılıyordu.
"Başardın... Başardık," diye fısıldadı kulağıma. Sesi, yorgun ama bir o kadar da gururluydu. Onun sıcak nefesi, içimdeki soğuk duyguların üzerine bir örtü gibi serildi. Savaş’ın kollarında, hissettiğim karmaşık duygularla baş başaydım. Gözlerimden süzülen yaşlar, içimde kopan fırtınaların yansımasıydı. Ama artık bu gözyaşları, korkudan ya da acıdan değil; bir tür rahatlamadan, özgürlükten akıyordu. Yıllardır üzerimde taşıdığım yüklerden kurtulmuş gibiydim.
Savaş’ın güçlü kollarında sanki bir anlığına tüm dünya durmuştu. Artık ne geçmişin hayaletleri ne de geleceğin bilinmezliği vardı. O an, sadece ikimiz ve etrafımızdaki o tarifsiz huzur. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattığımda, içimde bir hafifleme hissettim; sanki yıllardır süren o sonsuz koşu sonunda bitmişti. Yeniden nefes alabiliyordum.
Duruşma salonunun ağır kapıları ardımızda kapanırken, dışarıdaki hava bile içerideki ağırlığı taşıyordu. Taze havayı ciğerlerime çekmek istediğimde, sanki o yükten tam anlamıyla kurtulamıyordum. Yanımda duran Leyla, sessizce bekliyordu. Onunla göz göze geldiğimizde, ikimizin de yorgun, ama bir o kadar da rahatlamış olduğunu hissettim. Adalet yerini bulmuştu, ama içimizdeki yaraların kapanması zaman alacaktı. O gün, sadece bir adım atmıştık.
İlk olarak anneme yöneldim. Gözlerinde beni anlamak isteyen, ama bir o kadar da üzgün bir ifade vardı. İki elini nazikçe yanaklarımda hissettiğimde, kalbimde bir yer, çocukluğumdan beri eksik olan o sıcaklığı bulmuş gibiydi. Yıllarca aradığım o sevgi, sanki nihayet burada, annemin avuçlarındaydı. Onun bakışlarında bulduğum şefkat ve sıcaklık, içimde derin bir minnet duygusu uyandırdı. Gözlerim dolu doluydu, ama bu defa bu gözyaşları geçmişin acısından değil, geleceğe duyduğum umutla akıyordu.
Sonra Leyla’ya döndüm. Onun gözlerinde büyük bir zaferin yanı sıra, bitmek bilmeyen bir hüzün vardı. Geçmişin izleri her ikimizi de farklı şekillerde sarmıştı, ama artık özgürdük. Adımlarımızı daha hafif hissediyordum.
Birbirimize sarıldığımızda, kelimeler gereksizdi. "Teşekkür ederim," dedim fısıldayarak. Sesim kısık, ama duygularım yoğundu. O, beni sımsıkı kavrarken, ikimizin de kalpleri aynı ritimde atıyordu. İçimizdeki geçmişin ağırlığını hafifleten bu an, ikimizi de yeni bir geleceğe doğru itti. Sarılmamız, yalnızca bir teşekkür değildi; aynı zamanda, birlikte yaşadığımız tüm acılara ve zorluklara karşı bir veda gibiydi. Artık her şey geride kalmıştı. Gelecek, geçmişin gölgelerinden sıyrılmaya başlamıştı ve biz, bu yeni hayata adım atmaya hazırdık.
Bu sahneyi çok severek yazdım ve hikâyenin uzunluğunda kaybolup gitmesini istemedim bu yüzden kısa da olsa bu şekilde atmak istedim.
Umarım beğenmişsinizdir bölümü beğenmeyi ve gelecek bölümler için beni takip etmeyi unutmayın📍🎀 |
0% |