Yeni Üyelik
21.
Bölüm

18. Bölüm ŞEHVETİN KISKACI

@sima.d

Araba şehirden uzaklaştıkça, yol daraldı. Çevremdeki ağaçlar sıklaştı, etrafımızı sessizlik ve gece karanlığı kapladı. Belli ki şehri çoktan geride bırakmıştık. İçimde bir merak uyandı. Savaş'ın beni nereye götürdüğünü bilmiyordum, ama onunla birlikteyken güvenli hissettiğimi fark ettim. Yol boyunca, parmaklarının direksiyonu nasıl sıktığını izledim. Gözleri sürekli yoldaydı, ama bazen bir şeyler söylemek ister gibi kısa anlık bakışlar atıyordu.

 

Bir süre sonra, araba yavaşça döndü ve toprak bir yola saptı. Çevremizdeki ağaçlar öylesine sıklaştı ki sanki bir tünelin içinden geçiyor gibiydik. Yolun sonunda, ağaçların arasından, büyük ve ihtişamlı bir evin silueti belirmeye başladı. Savaş, arabayı yavaşça bir yana çekip durdurdu. Gözlerim karşımdaki yapıyı incelemeye başladı. Dubleks bir ev, şehrin gürültüsünden uzakta, doğanın kalbinde duruyordu. Burası Savaş'ın eviydi, ama bu kadar görkemli bir yerde olduğunu tahmin etmemiştim. Evin hemen arkasından bir şelalenin sesi geliyordu. Sessizliği bozmak istemeyen bir müzik gibi sürekli arkada yankılanan bir şelale...

 

Savaş, arabadan inip bana bakmadan ön kapıya doğru ilerledi. O ilerlerken ben de arkasından adımlarımı hızlandırdım. Kapıya yaklaştığımızda, anahtarı çevirdi ve kapıyı açtı. İçeriye adım atmamla birlikte, huzur dolu bir ortam beni karşıladı. İçerisi geniş, ahşap detaylarla donatılmıştı. Büyük bir salon, kocaman bir şömine, yüksek tavanlar... Dışarıdaki doğa ile içeriği harmanlayan bir yerdi. Savaş'ın kişiliğini yansıtan bir yer. Sessiz, güçlü ve ihtişamlı.

 

"Burası..." dedim, kelimeleri ararken. Etrafıma bakıyordum, ama ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Böyle bir yere ait olmadığımı hissediyordum.

 

"Benim kaçış yerim," dedi. "Şehirden, karmaşadan uzak. Bazen her şeyi geride bırakmak için geldiğim bir sığınak."

 

Onu dinlerken gözlerim camdan dışarı kaydı. Şelale evin hemen yanında, öyle sakin ve sürekli akıyordu ki insanı hipnotize eder gibi. Bu yerin tam Savaş'a ait olduğunu düşündüm. Tıpkı onun gibi derin, dingin ama aynı zamanda güçlü bir varlığı vardı. Şelalenin sürekli akan sesi, benim içimdeki karmaşaya zıt bir huzur yayıyordu.

 

Yavaşça masaya yaklaştım, gözlerim sofradaki özenle hazırlanmış yemeklerin üzerinde dolaştı. Her şey neredeyse kusursuz görünüyordu. Masada çeşit çeşit tabaklar, zeytinyağlılar, özenle sunulmuş mezeler ve ana yemekler sıralanmıştı. Bu kadar detaylı bir sofra, son dakika alınmış bir kararın ürünü olamazdı. Savaş'ın burada bir planı olduğu ortadaydı.

 

Gözlerimi masadan ona çevirdim ve hafifçe gülümseyerek sordum, "Arabada 'bir yere gideceğiz' dedin, hatta neredeyse bir sürpriz havasındaydın. Bunlar... planlı mıydı?"

 

Savaş, derin bir nefes alarak başıyla beni onayladı, yüzündeki ifade sakin ama dikkat çekiciydi. "Sabah erkenden burayı hazırlattım. Hizmetlileri de erkenden gönderdim ki her şey hazır olsun. Evet, arabada söylediklerim doğruydu, bu bir sürprizdi. Ama... sadece bu kadar değil," dedi, gözlerini bana dikerek. Sesinde ciddi bir ton vardı, ama aynı zamanda altında gizlenmiş bir heyecan seziliyordu.

 

Kaşlarımı hafifçe kaldırarak merakla ona baktım. "Sadece bu değil mi?" diye tekrar sordum, kafamın içinde birkaç olasılık dönmeye başlamıştı.

 

Savaş duraksamadan devam etti. "Bu ev... senin, Ezim."

 

Bir anlığına ne demek istediğini anlamadım, sadece ona baktım. Sözleri zihnimde yankılanıyordu ama anlamı tam olarak yerleşmemişti. "Ne dedin?" diye neredeyse fısıldadım, cümlesinin büyüklüğünü kavramaya çalışarak.

 

Savaş, gözlerini benden ayırmadan, kararlı ve sakin bir sesle konuştu. "Duyduğunu biliyorum," dedi, kendine has bir karizmayla. Yüzündeki güven dolu ifade, söylediklerinin basit bir jest olmadığını gösteriyordu. Onun gözlerinde saklı olan derinliği her zaman sezmiştim ama bu... bu başka bir şeydi.

 

Bir anlığına şaşkınlıkla bakakaldım. Gerçekten mi bana bir ev mi veriyordu? Bu kadar büyük, bu kadar değerli bir şey... bu anın ağırlığını taşımak kolay değildi. Birkaç saniye sonra, kendimi toparlayarak tekrar sordum, "Gerçekten mi?" Sesim, şaşkınlığımı gizleyemeyecek kadar zayıftı.

 

Savaş, omuzlarını hafifçe silkti, sanki söylediği şey dünyanın en doğal şeyiymiş gibi. "Evet," dedi. "Bu ev artık senin."

 

Ona doğru adımlarımı hızlandırdım, hissettiğim duyguların baskısı altında hareketlerim daha ani ve içgüdüseldi. Savaş'ın yanına vardığımda kollarımı onun güçlü omuzlarına doladım, yüzümü göğsüne yasladım. Kalbim göğsümde hızla çarpıyordu, bu kadar büyük bir jestin altında yatan derin anlamı içimde hissettim. O da beni hemen sardı, güçlü kollarını belime doladı. O an, güvenle karışık bir rahatlama hissettim. Savaş'ın sıcaklığı bana huzur veriyordu, ama bu huzur aynı zamanda büyüyen bir şaşkınlık ve minnettarlıkla karışıktı.

 

Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda, içimde beliren o tanıdık dalgalanmayı hissettim. Savaş, gözlerini benden hiç ayırmadan karşımda duruyordu. Ellerim boynuna dolanmış halde, aramızda bir nefeslik mesafe bile yoktu. Ama bu yakınlık bile yetmiyordu sanki. O her şeyi kontrol eden, her adımını hesaplayan adamı bir an için şaşırtmak, onun etrafında dönmeyen bir dünya olduğunu hatırlatmak istedim. Bir kaşımı hafifçe kaldırarak, dudaklarıma alaycı bir gülümseme yerleştirdim.

 

"Bu ev, bana olan hislerinin ne kadar büyük olduğunu anlamam için mi?" dedim, sesimdeki meydan okumayı saklamaya gerek duymadan. Beni çözmeye çalıştığı o anlarda hep bu bakışı takınırdım, tam ona karşı koyduğumu hissettiği anlarda. Bu oyunu iyi oynuyorduk, belki de gereğinden fazla iyi.

 

Savaş, yüzündeki o her zamanki sakinliğiyle ellerini belime yerleştirdi. Bir anda beni kendine çekti, öyle yakınlaştık ki nefesinin tenimde bıraktığı sıcaklığı hissettim. Gözlerinde ciddi bir ifade vardı ama sözleri her zamanki gibi beni alt üst edecek kadar sakin ve kararlıydı.

 

"Sana bir ev vermek, hislerimi göstermek için küçük bir jest olur," dedi.

 

Kelimeleri içimde yankılandı, ama bu sefer farklıydı. Onunla bu şekilde konuşmalarımız hep eğlenceli olmuştu ama bu sefer farklı bir şey vardı. Derin bir nefes aldım, gözlerim yüzünde gezindi. Bana bir ev vermek... Gerçekten ne yapmaya çalışıyordu? Düşüncelerim karışık olsa da ona bunu hissettirmek istemedim. Elleri boynumdan usulca sıyrıldı, ben de ondan birkaç adım geri çekildim.

 

"Göreceğiz," diye mırıldandım. Yüzümdeki o ince gülümsemeyi kontrol etmeye çalışarak arkamı döndüm ve ağır adımlarla bahçeye çıktım.

 

Bahçeye adım attığım anda nefesim kesildi. Gözlerim bir anlığına sersemlemişti. Siyah güller... Bahçeyi tamamen sarmışlardı, her bir köşede, her bir kıvrımda onlar vardı. En sevdiğim çiçekler, derin ve gizemli. Tıpkı benim gibi... Elimi hafifçe bir gülün kadifemsi yaprağına dokundurdum. O an, içimde garip bir kıpırtı hissettim. Savaş'ın beni bu kadar iyi tanıması, her adımını beni etkilemek üzerine kurması... Bu her şeyin ne kadar ciddi olduğunu fark ettiriyordu.

 

Arkamdan onun ayak seslerini duydum. Ne zaman peşime düşse, kendimi o adımlarla güven içinde bulurdum ama bu kez başka bir duyguyla doluydum.

 

"Bu da mı küçük bir jest?" diye sordum, gözlerimi ondan kaçırarak, siyah güllere bakmayı sürdürdüm. Gözlerimdeki parıltıyı görmesini istemiyordum, sesimdeki hafif gülümsemeyi fark etmesine izin veremezdim.

 

Onun sesi daha da yakından geldi, neredeyse arkamda olduğunu hissettim. " Bilmem," dedi. Yüzüme bakmaya devam ederken, " bu kadar hoşuna gideceğini bilseydim sana bir ev hediye etmektense, bir ilçeyi kompile siyah güle boğardım." Hoşuma gittiğini oda biliyordu, gerçi hangi kadın bu kadar Gül'ü görümce mutlu olmazdı ki,

 

"Sen benim en sevdiğim çiçeği nereden biliyorsun?" dedim Merakım, onu daha da yakına çekmek için bir bahane olmuştu.

 

"Kuşlar söyledi," dedi, gülümsemesinin ardında gizli bir anlam saklayarak.

 

"Tam olarak hangi kuş o? Şu gollum cinsi olan mı?" diye yanıtladım, alaycı bir tonla. Gözlerimdeki parıltı, ona olan ilgimin bir göstergesiydi.

 

" bırak kuşu filan da," diye ekledi, sesi yumuşak ama kışkırtıcıydı. "senin şu sivri diline bayılıyorum, biliyorsun değil mi?"

 

"Öyle mi?" dedim, ona daha da yaklaşarak. Tam dudaklarına uzanacakken, bir an için durdum. "Söyle," dedim, dudaklarıma doğru bir adım daha yaklaşarak. Geri çekildi, derin bir nefes alırken,

"Bir sürpriz yapmama bile izin vermiyorsun," dedi, sıkıntıyla nefesini vererek. "Kim söylediyse söyledi, bu kadar önemli mi?"

 

"Tamam, tamam, küsme hemen," dedim, dudaklarımı büzerek ona masumca baktım. O iğrenç çiftler gibi görünmektense, bu anın tadını çıkarmayı tercih ediyordum.

 

Dudakları tek bir tarafa kıvrıldı, gülümsemesi içindeki gizemi daha da derinleştiriyordu. Ellerini cebinden çıkardığında, dikkatimi daha fazla çekti.

 

"Sen nasıl bir şeysin ya?" dedi, gözlerinde beliren hayret ve hayranlık karışımıyla.

 

"Ben mi?" dedim, alaycı bir tonla. "Güzel, güçlü, zeki, seksi..." Cümlemi tamamlayamadım, çünkü beni durdurdu.

 

"Aklını fikrini bel altında kullanan, herşeye burnunu sokan, arsız," dedi, sesi alaycı ama içten bir kıvılcımla doluydu. O an gözlerimi kısarak ona bakıyordum; bu yargı beni hem rahatsız ediyor hem de heyecanlandırıyordu.

 

"Arsız mı? Ne arsızlığımı gördün?" dedim, meydan okurcasına. İçimdeki ateşin kıvılcımlarını hissediyordum.

 

"Burada anlatmayayım istersen," diye yanıtladı. O ihtiraslı bakışlarıyla bana baktığında, her kelimesinin ardındaki gizli anlamı hissettim. Ama bel altı imaları sürekli kendisindeydi; bu beni daha da kışkırtıyordu.

 

" ah, neyse tamam başka zaman anlatırsın," dedim, sesimde bir ukalalık hissiyle.

 

Bana sanki dünyadaki en sinsi şeye bakar gibi bakıyordu, kurnaz ve zeki olduğum bir gerçekti.

Ardından ellerini cebine yerleştirdi.

 

" Şu zekânı başka işlerde kullansaydı şimdiye iç savaş başlatmıştın" dedi,

 

" Nerden biliyorsun belki de katarım, senin kadar olmasam da bende fena sayılmam bu katakulleli işlerde"

 

" Ona ne şüphe," dedi gözleriyle hareketlimi takip ederken, bende bir an dalmış gözüktüm. Ardından gözlerini üzerimden hiç ayırmadan bana doğru yaklaştı. Yavaşça eğilip saçlarımın yanından süzülen bir tutamı parmaklarıyla aldı, dudaklarında beliren o küçük ama kendinden emin gülümsemeyle. İkimizin de çok iyi bildiği bir oyunun daha başındaydık. Gözlerim onun gözlerine kilitlenirken, içimde hafif bir huzursuzluk belirdi ama kendime belli etmemeye çalıştım.

 

"Ne düşünüyorsun?" dedi, sesi alçak ve yumuşaktı. Parmakları saçlarımda gezinmeye devam ediyordu, o dokunuşu, en derinlerde bir yerlerde kaybettiğim hisleri canlandırıyor gibiydi.

 

"Düşünmüyorum," dedim cilveli bir gülümsemeyle. "Sadece keyfini çıkarıyorum."

 

Savaş'ın bakışlarında bir meydan okuma vardı, beni sürekli köşeye sıkıştırmak için fırsat kollayan o bakış. Ama ben de kolay pes edenlerden değildim. O her ne kadar beni çözmeye çalışsa da, ben de bu oyunun bir parçasıydım. "Keyif, ha?" dedi, parmaklarını çenemin altına getirip başımı hafifçe kaldırarak gözlerimin içine baktı. "Senin için keyif biraz karmaşık bir kavram galiba. Sanki her an benden bir şey saklıyormuşsun gibi."

 

Gözlerimi devirdim, ama yüzümde hâlâ o cilveli gülümseme vardı. "her şeyin altında bir sır aramaktan vazgeç karaarslanlı."

 

O ise geri çekilmedi, ellerini omuzlarımdan aşağı doğru kaydırıp belime doladı. Beni kendine doğru çekerken, nefesi boynuma yakın hissedilecek kadar yakındı. "Her sırrın bir bedeli vardır, Ezim. Seninkini öğrenmeye değer mi, onu merak ediyorum."

 

Bu sözü içimde bir kıpırtı yarattı. Bana bu kadar yakın olup, beni bu kadar derinlemesine çözmeye çalışması sinir bozucu olabilirdi; ama bir yandan da tuhaf bir şekilde çekici geliyordu. "Değer mi, değmez mi, öğrenmek senin için pek eğlenceli olmayabilir," dedim alaycı bir tonla.

 

O an Savaş hafifçe gülümseyip parmağını dudaklarıma dokundurdu, gözlerindeki o kendine güvenen bakışla. "Seninle uğraşmak eğlenceli," dedi, sesi şimdi daha da yumuşaktı. "Ama sormadan edemiyorum... bu duvarları neden hep örüyorsun? Tamam bir kısmını biliyorum haklı sayılır sebeplerin de var, ama insan tek bir şeyle bu kadar değişmez."

 

İçimde bir şeylerin harekete geçtiğini hissettim. Kendi geçmişimle ilgili her şey, yıllardır kimseye açmadığım o sırlar yavaş yavaş boğazımda düğümlenmeye başlamıştı. Ama oyunu bozmak istemiyordum. Bu kadar kolay teslim olmak, bana yakışmazdı. "Sana her şeyi anlatacak olsam, bu kadar ilgini çekmezdim, Herhalde" dedim, dudaklarımı hafifçe büzerek.

 

Savaş'ın parmakları şimdi belimde geziniyor, bana daha da yaklaşıyordu. "Anlatsan da anlatmasan da, ilgim hep sende bunu hâlâ anlamadın mı?," dedi, gözleri şimdi daha ciddi bir ifadeyle benimkilere kilitlenmişti. "Ama sana böyle dokunduğumda," diye ekledi, parmakları hafifçe belimde sıvazlayarak, "hâlâ bir şeyleri sakladığını hissediyorum."

 

Nefesim hızlanmıştı. Her zamanki cilveli oyunun bir adım ötesine geçiyorduk şimdi. Onun soruları daha derine iniyordu, bu da beni zayıflatıyordu. İçimdeki duvarlar yavaş yavaş çatırdamaya başlamıştı bile. "Hukuk okudum," dedim birden, kontrolsüzce dilimden dökülen sözler. Savaş şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı, ama gözlerinde merakın kıvılcımlarını gördüm. O, alaycı bir yanıt beklerken, birden ciddi bir şey duymuştu.

 

"Hukuk mu?" dedi, elini biraz geri çekip bana tekrar baktı, şimdi oyun bir kenara bırakılmış gibiydi. "Sen hukuk mu okudun?"

 

Başımı salladım, derin bir nefes alıp gözlerimi kaçırdım. "Evet... son tercihimdi." Sesim titremeye başlamıştı, sanki her kelimeyi çıkarmak daha da zorlaşıyordu. "Hayallerim vardı.."

 

Savaş'ın bakışları daha da ciddileşmişti. Oynadığımız cilveli oyunun yerini artık daha gerçek bir şey almıştı. Parmakları şimdi yavaşça ellerimin üzerine düştü, sessiz bir destek veriyor gibiydi.

Yıllar geçmişti ama o geceyi hatırlamak hâlâ içimde bir yara açıyordu. " İstanbul'a gelecektim Ama babam İstanbul'a gitmeme izin vermedi. adamlarını peşime taktı, beni Türkiye'den kaçarken sınırda yakaladı " Derin bir nefes aldım. Bunları anlatırken hiç bozmayaya çalışıyordum.

 

"Tam kurtuldum, her şey bitiyor demiştim. Ama beni saçlarımdan sürükleyerek babamın önüne attılar. O akşam sabaha kadar dayak yedim. O vurdukça ben bağırdım, her sesim yüksek çıktıkça daha sert vurdu." Derken, savaşın yüzüne sanki normal bir şey anlatır gibi ufak bir bakışla baktım.

 

Savaş, sessizce dinliyordu. Ama bakışlarında bir sertlik vardı, sanki bu anlattıklarıma tepki göstermek istiyor ama kendini frenliyordu. Gözlerindeki karanlık, hafifçe çatılan kaşlarıyla birleştiğinde, sesine bir soğukluk olarak döküldü. "Abin ne yapıyordu o sırada? Sen bu hallere düşene kadar hangi cehennemdeydi?"

 

Derin bir nefes daha aldım. Savaş, gerçekte neler yaşadığımı bilmiyordu. O evin içinde neler çektiğimi anlatmak kolay değildi, kelimeler yetmezdi. Her detay, bir başka karanlık kuyuyu hatırlatıyordu bana.

 

"Abim..." diye başladım, boğazımdaki düğümü çözmeye çalışarak. "O sırada yurt dışındaydı. Küçüklüğümden beri beni babamın karşısında savunurdu. Benim için siper olur, babamın gazabından korumaya çalışırdı. Ama... babam bu durumdan memnun değildi tabi. bizi birbirimizden koparmak için Abimi evden uzaklaştırdı, onu yurtdışındaki bir okula gönderdi." O zaman anladım ki, abim de benim gibi tutsaktı. Babamız, sadece bizi değil, birbirimizi de kaybetmemizi istemişti.

Derin bir hüzünle sahte bir gülümse yerleştirdim yüzüme ve bakışlarımı ona çevirip, dudaklarımı araladım.

 

" Öyle işte, herkesin nefret ettiği ezim akmanın hayat hikâyesi de bu" dedim, duygularımı bu yaşadıklarımı perde arkasından anlatmış gibi rol yaparken, bu rol öyle sahteydi ki savaşın da bunun farkında olduğunu biliyordum.

 

Savaş'ın gözleri şimdi daha da kararmıştı. Öfkesi açıkça belli oluyordu, fakat neye öfkeli olduğundan emin değildim. Babama mı? Abime mi? Yoksa tüm bu yaşadıklarımı yıllarca içinde saklayan bana mı?

 

Savaş'ın gözleri bir an bile benden ayrılmadı. Dudaklarımda sahte bir gülümseme belirse de, gözlerimin ardında gizlediğim acıyı fark ettiğini biliyordum. O, her zamanki gibi, maskelerimin ardını görmeye çalışıyordu. Fakat bu defa ona her zamankinden daha fazla şey vermiştim; ve bu onu derinden etkilemişti.

 

Savaş, ellerini tekrar belime doladı ama bu kez dokunuşu daha yavaş, daha düşünceliydi. Sanki söylediklerimin ağırlığını tam anlamıyla hissetmek için durup düşünüyordu. Yüzündeki o sert ifade hâlâ geçmemişti, ama gözlerinde şimdi başka bir şey vardı. öfkenin altında bir yerde saklanan koruyucu bir his.

 

"Ezim," dedi, sesi bir fısıltı gibiydi. "Sana bunları yaşattıkları için seni onlardan koruyamamış olduğum için, seni geç bulduğum için, özür dilerim." Dedi gözlerimin içine bakarken öyle inandırıcıydı ki gerçekten bana aşık gibi, beni seviyormuş gibiydi. Ama ben hâlâ bu aşkın altında bir şey arıyordum. " Ama sana söz veriyorum, bundan sonra kimse seni incitemeyecek."

 

Bir an sessiz kaldım, içimde karmaşık bir his belirdi. Savaş'ın bu sahiplenici tavrı beni hem rahatlatıyor hem de boğuyordu. Onun güveni, benim kendi zayıflıklarımın üzerine yüklediğim duvarları yıkmak üzereydi. Ama yine de bu kadar çabuk teslim olmak istemiyordum. Kendimi yeniden toparlayıp, hafifçe omuz silktim.

 

"hadi ya korumalık mı yapacaksın bana" dedim hafif bir alayla, duygularımı geri itmeye çalışarak. " baştan söyliyim, 10 para vermem"

 

Savaş, gözlerimi bırakmadan, yüzüne yine o meydan okuyan ifadeyi yerleştirdi." Senden para isteyen kim, ben zaten gönüllüyüm." Dedi yine mest eden cümleleriyle,

 

Derin bir nefes aldım. Onunla aramızda bu kadar derin bir bağ kurulması beni korkutuyordu. Bir yandan güvenlik, diğer yandan bağımlılık. İkisi de aynı anda boğucu olabilirdi. Ama Savaş, kararlıydı. Gözlerindeki bu kararlılık, beni daha da geriye çekilmek yerine, ona doğru bir adım daha atmaya zorluyordu.

 

Savaş'ın gözleri bir an bile benden ayrılmadı. Elleri hala belimdeydi ama bu kez dokunuşları daha kararlıydı, daha sahipleniciydi. Dudaklarımda beliren sahte gülümsemenin ardında saklamaya çalıştığım acıyı çoktan fark etmişti. Bana daha fazla yaklaşırken, sesindeki ciddiyet her kelimeyi bir yemin gibi kıldı.

 

"Kimse seni incitemeyecek," diye tekrarladı, parmakları belimde gezinirken. "Sana ne yapmış olurlarsa olsunlar, bundan sonra hiçbir şey, hiçbir kimse seni benden alamaz."

 

Kalbim hızlı atıyordu, ama bu sözler bende hem bir güven hem de kaçma isteği yaratıyordu. Kollarının arasında savunmasız olmak, kendi duvarlarımı parçalamak zorunda kalmak beni korkutuyordu. Savaş'ın bu sahiplenici tutumu beni bir yandan ona çekerken, diğer yandan özgürlüğümün sınırlarını daraltıyordu.

 

"Ne kadar emin konuşuyorsun," dedim alaycı bir tonda, duygularımı bastırmaya devam ederek, çünkü daha fazla kapılmak cidden bünyeme fazlaydı.

 

Savaş'ın elleri belimde, gözleri üzerimde ağır ağır dolaşıyordu. Her bakışıyla tenimde bir sıcaklık dalgası hissediyordum. Aramızda görünmez bir çekim vardı, o sınırı geçmemi istiyor, ama ben onu zorlamayı tercih ediyordum. Geri adım atıyor gibiydim, ama aslında içten içe ateşi daha da körüklüyordum.

 

"Kimse seni benden alamaz," dedi, sesi bu kez daha derin, daha sertti. Sahiplenici ve kararlıydı. Gözlerindeki öfke, geçmişime, beni kıran her şeye karşıydı. Ama beni tutuşa bakışındaki ihtiras... o tamamen bana aitti.

 

Başımı eğip, kendimi hafifçe geriye çekerken alaycı bir kahkaha attım. "Ne yapacaksın? Benim için herkesi öldürecek misin? Senin hayatın zaten silahlarla çevrili değil mi galiba burda bana Özel bir şey yok."

Sözlerim meydan okurcaydı, ama içimde bir yerlerde, bu oyun daha da derinleşiyordu.

 

Savaş'ın yüzünde ince bir gülümseme belirdi. Alnını hafifçe benimkine dayadı, dudakları tehlikeli bir şekilde kulağıma yaklaştı. "Ayrıntılarda boğulma" diye fısıldadı, sesi baştan çıkarıcı bir melodi gibiydi.

 

" Beni böyle kışkırtarak kendine tutsak etmeye çalışıyorsun farkındayım, ama yemezler senin gibi kaslı, yakışıklı çok adam gördüm bana işlemez" derken, evet onun gibi adam çok adam görmüştüm ama onu hiç görmemiştim farklıydı sadece kalbiyle değil bedeniyle de bu farkı hissettiriyordu. Yüzünde o kendini beğenmiş ifadesini takındı, bazen ona bakınca kendimi görüyordum.

 

"Seni tutsak etmeye gerek yok, Sen zaten gönüllü geliyorsun. Direniyormuş gibi yapıyorsun o kadar."

 

Kalbim deli gibi atarken nefesimi tuttum. O kadar yakınındaydım ki, tenimde hissettiğim sıcaklık neredeyse yakıcıydı. " Pardon da hangi hayal aleminde yaşıyorsun?" dedim, " baştan beri benden uzak duramayan sensin bi kere"

 

Savaş'ın eli belimden yukarı kaydı, boynuma kadar ulaştı, parmakları tenime hafifçe dokunurken bir ürperti dalgası geçti. "Evet, ben senin gibi inkar etmiyorum" dedi, sesi bir kükreme gibi, ama bir o kadar da baştan çıkarıcıydı. " Ben bir şey istiyorsam dümdüz yüzüne söylerim, Kendini bana teslim etmekten korkma sen de o ateşi hissediyorsun biliyorum."

 

Onunla oynamak istiyordum, her sözü beni daha da zorladıkça, içinde bulunduğum bu ihtiras dolu savaşı kazanmaya kararlıydım. "Burnumun dibinde durmaya devam edersen tabi o ateşi hissederiz,"

 

Savaş gözlerini kısarak yüzüme baktı, dudaklarının köşesinde tehlikeli bir gülümseme belirdi. " Hayatımda sana benzeyen bir kadın bile hiç görmedim, kimseye hiçbir şeye benzemiyorsun," dedi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar yakındı.

 

Gözlerim onun büyüsünde hafifçe kapanmışken onun gibi fısıldadım. "Ayarlarımla oynama,"

 

Elini boynumdan çekip çenemi tutarak yüzümü kendine çevirdi. "Beni istiyorsun, inkâr etme," dedi, gözleri gözlerime kilitlenmişti. "ben de seni istiyorum. Hem de sadece bedenini değil, bütün ruhunla, bütün inadınla, bütün hırsınla seni istiyorum. Bu savaş bizim aramızda."

 

Savaş'ın yüzünde o tanıdık, meydan okuyan ifade belirdi. Ellerini belimden yavaşça sıyırarak yüzüme doğru yaklaştı, parmak uçlarıyla çenemi okşadı.

 

Bir an sessiz kaldım. Onun bu kadar derinlemesine konuşması, içimde bastırdığım bir şeyleri tetikliyordu. Kaçmak istiyordum, ama aynı zamanda kalmak ve bu gerçeği kabul etmek de beni kendine çekiyordu.

 

Savaş'ın dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi.

Sözleri yavaş yavaş bir meydan okumaya dönüyordu. Gözlerimi tekrar ona çevirdiğimde, içinde kaybolduğum o derin karanlığı gördüm. Savaş, beni tamamen çözmek istiyordu. Onunla bu savaşı ne kadar sürdürebilirdim bilmiyordum.

 

"Beni çözmeye çalışman, seni ne kadar ileriye götürür ki?" dedim, sesimdeki meydan okumayı artırarak. "Beni elde ettiğinde ne olacak?"

 

Savaş'ın gözleri daha da karardı. Yavaşça yüzüme yaklaşıp fısıldadı, "Seni tamamen elde etmek değil benim amacım, Ezim. Seni tamamen benimle yapmak." Parmakları şimdi boynumda geziniyor, tenime bıraktığı izler adeta yanıyordu.

 

Derin bir nefes alıp geri çekildim, ama Savaş'ın bakışları peşimi bırakmadı. O, ne olursa olsun her hamlesinde bana daha da yaklaşıyor, beni her seferinde kendine çekiyordu. Bu kez kaçış yoktu. Gözlerinde gördüğüm o kararlı bakıştan anladım ki, bu oyunun sonunda kaybedecek olan kişi ben olabilirdim.

 

"Her zaman bu kadar emin olma," dedim alçak bir sesle. "Bir gün seni yanıltabilirim."

 

Savaş, başını eğip hafifçe güldü. "bu bir oyun değil, artık bunun farkındasın, değil mi?"

 

Gözlerimi Savaş'tan kaçırmak, bu sözlerin altında ezilmemek için derin bir nefes aldım. Fakat o an, onun kararlılığına ve bana olan bağlılığına karşı koyamayacağımı fark ettim. Dudaklarımı hafifçe büzüp, ona daha ciddi bir ifadeyle baktım.

 

"Eğer bu bir oyun değilse, o zaman neyi bekliyorsun?" dedim, sesimdeki ciddiyetle ona meydan okuyarak. "bana gerçekten ne hissettiğini göster."

 

elleri belimde daha sıkı bir tutuşla beni kendine bağlıyordu. Tüylerim diken diken olmuş, içimde bir ürperti dalgası yükseliyordu. Ellerim farkında olmadan göğsüne kaydı, kaslarının sertliği parmaklarımın altında hissediliyordu. Kalbim hızla atmaya başlamıştı, vücudum onun dokunuşlarına karşı her zamankinden daha duyarlıydı.

 

"Ezim..." diye hırladı, sesi o kadar kısık ve derindi ki, adımı sanki bir sır gibi mırıldandı. Parmakları belimden yukarı doğru çıkarken dokunuşları içimde derin bir yankı uyandırıyordu.

 

"Kimse seni benden alamaz," dedi, sesi bu kez daha derin, daha sertti. Sahiplenici ve kararlıydı. Gözlerindeki öfke, geçmişime, beni kıran her şeye karşıydı. Ama beni tutuşa bakışındaki ihtiras... o tamamen bana aitti.

 

Başımı eğip, kendimi hafifçe geriye çekerken alaycı bir kahkaha attım. "Ne yapacaksın? Benim için herkesi öldürecek misin? Senin hayatın zaten silahlarla çevrili değil mi galiba burda bana Özel bir şey yok."

Sözlerim meydan okurcaydı, ama içimde bir yerlerde, bu oyun daha da derinleşiyordu.

 

Savaş'ın yüzünde ince bir gülümseme belirdi. Alnını hafifçe benimkine dayadı, dudakları tehlikeli bir şekilde kulağıma yaklaştı. "Ayrıntılarda boğulma" diye fısıldadı, sesi baştan çıkarıcı bir melodi gibiydi.

 

" Beni böyle kışkırtarak kendine tutsak etmeye çalışıyorsun farkındayım, ama yemezler senin gibi kaslı, yakışıklı çok adam gördüm bana işlemez" derken, evet onun gibi adam çok adam görmüştüm ama onu hiç görmemiştim farklıydı sadece kalbiyle değil bedeniyle de bu farkı hissettiriyordu. Yüzünde o kendini beğenmiş ifadesini takındı, bazen ona bakınca kendimi görüyordum.

 

"Seni tutsak etmeye gerek yok, Sen zaten gönüllü geliyorsun. Direniyormuş gibi yapıyorsun o kadar."

 

Kalbim deli gibi atarken nefesimi tuttum. O kadar yakınındaydım ki, tenimde hissettiğim sıcaklık neredeyse yakıcıydı. " Pardon da hangi hayal aleminde yaşıyorsun?" dedim, " baştan beri benden uzak duramayan sensin bi kere"

 

Savaş'ın eli belimden yukarı kaydı, boynuma kadar ulaştı, parmakları tenime hafifçe dokunurken bir ürperti dalgası geçti. "Evet, ben senin gibi inkar etmiyorum" dedi, sesi bir kükreme gibi, ama bir o kadar da baştan çıkarıcıydı. " Ben bir şey istiyorsam dümdüz yüzüne söylerim, Kendini bana teslim etmekten korkma sen de o ateşi hissediyorsun biliyorum."

 

Onunla oynamak istiyordum, her sözü beni daha da zorladıkça, içinde bulunduğum bu ihtiras dolu savaşı kazanmaya kararlıydım. "Burnumun dibinde durmaya devam edersen tabi o ateşi hissederiz,"

 

Savaş gözlerini kısarak yüzüme baktı, dudaklarının köşesinde tehlikeli bir gülümseme belirdi. " Hayatımda sana benzeyen bir kadın bile hiç görmedim, kimseye hiçbir şeye benzemiyorsun," dedi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar yakındı.

 

Gözlerim onun büyüsünde hafifçe kapanmışken onun gibi fısıldadım. "Ayarlarımla oynama,"

 

Elini boynumdan çekip çenemi tutarak yüzümü kendine çevirdi. "Beni istiyorsun, inkâr etme," dedi, gözleri gözlerime kilitlenmişti. "ben deseni istiyorum. Hem de sadece bedenini değil, bütün ruhunla, bütün inadınla, bütün hırsınla seni istiyorum."

Sonunda dudakları dudaklarıma değdiğinde, içimdeki tüm engeller yıkıldı. Öpücüğü sert ama dikkatliydi; beni daha fazlasını istemekten çekinir gibi. Kısa bir an sonra, bu dikkat yerini yoğun bir tutkuyla değiştirdi. Ellerim boynuna dolandı, onun beni kendine çekmesine izin veriyordum. Dudaklarının her hareketinde, içimdeki duvarların birer birer çözüldüğünü hissediyordum.

 

Savaş'ın elleri şimdi saçlarımda dolaşıyor, diğer eli ise sırtımda geziniyordu. Vücudum ona daha da yakınlaştıkça, aramızdaki o çekimin gücü tüm benliğimi sarıyordu. Onun sıcaklığı ve dokunuşları bana çok uzun zamandır unuttuğum bir güven ve derin bir arzu hissettiriyordu. Öpücüklerimiz daha derinleşiyor, tutuşu daha da sertleşiyordu. Gözlerimi araladığımda, onun karanlık ve derin bakışlarının bana kilitlendiğini gördüm. Dudaklarımda hâlâ onun tadı vardı ve kalbim onunla aynı ritimde atıyordu.

 

Savaş, dudaklarını boynuma doğru indirirken sıcak nefesi tenime dokunuyor, başımı hafifçe geriye yaslamama neden oluyordu. İçimdeki tüm karışık hisler yerini yoğun bir arzuya bırakmıştı. Ellerim onun vücudunda dolaşırken, bu fiziksel yakınlık aramızdaki bağı daha da kuvvetlendiriyordu. Bu an, konuşulmayan ama derinden hissedilen bir çekimin ifadesiydi.

 

"Ezim..." diye tekrar fısıldadı, dudakları boynumdan omuzlarıma doğru inerken. "Sana dokunmak seni hissetmek istiyorum."

 

Savaş'ın beni bu şekilde sahiplenmesi, yıllardır bastırdığım duyguları harekete geçirmişti. Onun kollarında olmak, kısa bir süre için de olsa, tüm direncimi kaybettiriyordu. Bu sıcaklık, bana güvenin ötesinde bir teslimiyet hissi veriyordu.

 

Ellerim onun sırtında, kaslarının her hareketini hissettikçe, onunla bu anın içinde kayboluyordum. Dudakları boynumdan göğsümün üzerine doğru yavaşça inerken, gözlerimi kapatıp ona tamamen teslim oluyordum. Ancak içimde bir çelişki vardı. Bu kadar savunmasız hissetmek beni ürkütüyordu. Yıllardır ördüğüm duvarların bu kadar çabuk yıkılması, içimde bir savaş yaratıyordu. Bu savaşı Savaş'a değil, kendime karşı veriyordum. Direnmek istesem de, onun kollarında eriyip gitmekten kendimi alamıyordum.

 

Savaş, ellerini yüzümün iki yanına koyarak gözlerimin içine baktı. "Seni inciten her şeyi unutturmak istiyorum," dedi, sesi ihtirasla, karışık bir tondaydı.

 

Yakasından tutup dudaklarına doğru, "unuttur o zaman ne bekliyorsun" dedim o sinsice gülümsememi takınarak,

 

Dudaklarımı öpen adam savaş karaarslanlı, adı gibi vahşi, ihtiraslı, yakıcı dokunuşları tehlikenin tam adresiydi. Ben adam öldürmüş olabilirdim. ama savaş... O benim gibi olamazdı, o katil olmaktan daha öte biriydi.

 

Dudaklarımdan yavaşça ayrıldığında, ağır ağır ona bakan bakışlarım soluk alışverişlerimiz birbirine dolandı. Dolgun dudakları arasında derin bir nefes alırken kor gibi yakan bakışları gözlerimde dikkatle gezinirken eli parmaklarıma gitti ve sıkıca sardı.

 

" Buraya çok seveceğinden eminim" kendinden emin bir şekilde, dudakları tek bir tarafa kıvrılmış o emin duruşundan taviz vermezken, elini elimden çekmedim. Hevesli dokunuşlarına izin verdim.

 

" Evi bana gezdirmeni istiyorum, ve sanırım yakınlarda su var. "

 

" Nerden anladın?"

 

" Burası merkezden daha soğuk"

 

Gözleri kısılmış şekilde, " bu dikkatli ve gözlemci halin seni daha da istememe sebep oluyor"

 

Bende yine hiç mütevazi olamayarak,

" biliyorum" dedim.

Yavaş adımlarla arkamdan gelirken, ben bir yandan konuşuyordum.

" Sen ne tuhaf bir adamsın, daha birlikte olmadan seni bu hâle getirdiysem benimle yatarsan tüm servetini üstüme yaparsın herhalde" bir yandan tam onun tarzı olduğunu bildiğim bir şekilde evi döşeğini anladım siyah ağırlıklı kullanılmış bir dekarasyon, spor ama şık duran ev eşyaları, sanat camiyasından sadece anlamsız portreler ve milyonluk duran biblolar hepsi tam savaşın evindeki gibiydi.

 

O sırada o bana göz kırparak, üzerindeki beyaz gömleğinin kollarını kıvırdı.

 

" Eski bir yer gibi,"

 

" Öyle, buranın daha önceden kime ait olduğunu bilmiyorum ama satın aldığım adam buranın çok eski iki sevgilinin sığınağa ait olduğunu söylemişti."

 

" İki sevgili mi?"

 

" Evet, birbirine o kadar aşıklarmış ki tüm hayatlarını bir geceden silip bu eve kaçmışlar. Kaçtıklarında kız da çocuk da bunun bir kurtuluş olduğunu düşünmüş. Çocuk kızı çok sevmiş hattağa o kadar sevmiş ki kendi ailesine kızı istemedikleri için düşman kesilmiş. Ama gel zaman git zaman bu genç aşıkların kaderini tıpkı bir gecede değiştiği gibi o gece kızın çocuğa bıraktığı bir mektupla son bulmuş"

 

" Kız çocuğu terk mi etmiş?"

 

" Orasını kimse bilmiyor, çocuğun bulduğu mektupta kızın gitmek zorunda olduğunu bir daha kendisini aramamasını bu aşkın burda bitmesi gerektiğini yazıyormuş."

 

" Vay be böylesine destansı kayıp bir aşkın, senin gibi bir adama kalması ne acı ne talihsizlik" dedim onunla uğraşarak,

 

O da gözlerini devirmiş sinsi gülümsemesini takındı.

 

" Gerçekten benimle sevişmeyi bu kadar mı istiyorsun?" Dedim bakışlarımı kısık kısık üzerinde gezdirerek,

 

" Ne alakası var şimdi bununla?" Dedi ellerini göğüsünde birleştirip kapının pervazına yaslanarak,

 

" Yapma. çalışansız takılmayan senin, bu evi bilerek boş tutmadığına inanmamı beklemiyorsun Herhalde"

 

" Zaten devamlı kalan kimse olmadığından bir kaç ayda bir temizlik yapılır. Buraya geldiğim aralarda da yemek işi hal olur, ama evet bilerek bu gün kimseyi istemedim." Dedi derin bir nefes alıp,

 

" Ama evimi beğendim, bu hızla gidersem artık birilerini öldürmek için adam bile tutabilirim" dedim kıs kıs gülümseyerek,

 

" Toplasan kaç adam öldürdün ki?" Dedi sesi yumuşamışken

 

" Yani adam öldürmek demeyelim çünkü öldürdüklerimin hiçbiri adam değildi. Kadın tüccarı, uyuşturucu işinde insanları ölüme sürükleyenler, ve kadınların içkilerine ilaç atıp onlara tecavüz eden çok değerli sanılan iş insanları gibi. ama bunlar birer cinayet sayılmaz benimki ölümü hak eden devletin sağlamadığı adalet sistemine ufak bir yardım" derken çapkın bakışlarımla göz kırptım.

 

" Bundan sonrakiler için yardım lazım mı?" Dedi, o ihtiraslı bakışları tekrar dönmüşken,

 

" Ben tek çalışırım karaarslanlı, ama senin gibi bir yardımcıyı başka şekilde kullanmak isterim"

 

Gülümseyerek bakarken, " yorulmadın mı?" Diye sordu.

 

" Ben bu kadar kolay yorulmam ama sen yorulduysan su yorgunluğunu alır"

 

" Bu havada mı?"

 

" Neden olmasın? Vücuduma da iyi gelir, bu gün epey bir canım sıkıldı zaten ayrıca karşımda böyle Kasım Kasım kasılmana da bir yararı olur."

 

" Karşımda böyle konuşursan tabi gerilirim, senin tuzun kuru olan bana oluyor"

 

" Amma şikayet ettin konuşmada götür beni" dedim omzumun üstünden ona bakarken, tekrar çıkışa yöneldik ve bu koca evden çıktık. Evden çıktıktan sonra orman yoluna girdik, burası sığ ve uzun ağaçlarla çevrili tam gizem havası yaratan bir yerdi. Burayı seveceğimden neden olduğunu şimdi anladım, benim neyin hoşuma gidip neyin gitmediğini artık o da biliyordu.

 

Sesin geldiği yöne yaklaştığımızda uzun bir şelale karşıladı bizi, taşlar yanında şelalenin alanını sınırlamış ufak da olsa bir derinlik sağlamıştı. Hava hafiften kararmış çok geçmeden karanlık çözecekti.

 

Ardından ben savaşı umursamadan üstümdeki tişörtü tek bir hamlede çıkardım. Ve şelaleye doğru biraz daha yaklaştım. karanlığın ve suyun yansımasının şelalenin verdiği o kabarık su sesi öylesine huzur vericiydi ki, savaş arkamda, " hava suya girecek kadar iyi değil üşüteceksin" diye uyardı. Ama bana bir şey olmaz diyerek takıntığım vurdumduymazlığım bu eşsiz suyun güzelliğine daha fazla kayıtsız kalamadım. Onu hiç dinlemeyerek, pantolonumu da çıkardım ardından elimi sütyenimin kopçasına atıp tek seferde ondan da kurtuldum. Savaş yanıma biraz daha yaklaştı. Hiçbir şey söylemeden bir kaç adım ötemde durmuş beni izliyordu.

 

Omzumun üstünden son bir bakış atarak, ayağımı şelalenin önünde birikmiş göğsümü kapatacak derinlikte olan suya bıraktım. Üzerimde sadece kırmızı ipli bir iç çamaşırı vardı. Hava biraz esintili olduğundan ürperdim suya temas eden vücudum gerilmişken bir kaç adım daha attım. Savaşa bakmadan ufak bir an suya alışmaya çalıştım.

 

Ardından ona doğru yaklaştım ve, suya biraz daha yakın geldi gözleriyle tüm hareketlerimi takip ediyor, tüm dikkatiyle onun bakışlarıyla buz gibi suda yanıyordum. Vücudumun bir kısmını suyun şeffaflığından görüyordu ve bunun onu daha da dizginlenemez hâlâ getirildiğini biliyordum.

 

Ardından şelalenin altına doğru ilerledim ve sırtım ona dönükken sudan çıktım. Tüm vücudumda gezinen su, onu daha da tahrik ediyordu eminim. Bir yandan da ellerimle saçlarımı geri doğru yatırıp başımı omzumun üstünden doğru çevirdim.

 

Yüzünde öyle bir ifade vardı ki, hem bir kaplan gibi üzerime atlacak bir adam profili görüyordum hem de iradesine hakim olmaya çalışan bir adam. Suyun gürültüsünü bildiğimden yüksek sesle ona doğru seslendim.

" Gelemeyecek misin?"

 

" Geliyim mi?" Dedi bu andan aşırı zevk alırken,

 

Ona doğru tüm çıplaklığımla dönerken, ellerim saçlarımda ardından tüm vücudumda gezindi.

 

" Bilmem, sen bilirsin" dedim o tutkuyla bakan bakışlarımla,

 

Ardından daha fazla dayanamamış olacak ki, gömleğinden ve pantolonundan bir an önce kurtuldu beklemediğim şekilde baksırına kadar üzerinde tek bir kıyafet bırakmadı. Derin bir iç çektim. " Çok büyük ve benim için fazlasıyla hazırdı" o gerçekten adının hakkını taşıyordu, karşımda tüm çıplaklığıyla mükemmel bir adamdı. Gözlerimi kısmış onun vücudunun her bir santimetresinde gezinen gözlerim, gözleriyle buluştuğunda onun da bakışlarının tüm vücuduma değdiğini gördüm.

 

Gizemin şimdi yıllardır ondan neden vazgeçemediğini iyi anlıyordum. Ben içimden tüm bunları geçirirken o koca cüssesiyle suya bir hışımda girdi sanki beklemeye mecali kalmamış gibi. Ben onun çıplaklığını arsız gözlerimle takip ederken o bana doğru yaklaştı. Ve şelalenin tam altına gelince elini uzattı.

" Gel de seni ısıtıyım, prenses" dedi.

Elini tutup kucağına doğru kendimi atınca, benim boynumu bulan su onun göğsündeydi. İri elleri biraz daha bana uzanacağı sıra ellerim göğsündeyken,

 

" Benim için hep hazır gibisin" derken, kucağında hâlâ ona kur yapmaya devam ediyordum.

 

" Yeni mi fark ediyorsun" dedi eli belimi bulurken,

 

" Hayır da, görmek hoşuma gitti" ciddi ciddi, bir süre yüzüme baktı ardından nefesini vererek sırıttı.

 

" Beğenmene sevindim," dedi o da arsız gülümsemesini takınarak,

 

" Buz gibi suyun içinde benim için bu kadar sıcak olman beni daha da azdırıyor" dedim dudaklarına doğru,

 

O da sanki bu anı bekler gibi çenemden tek eliyle yakaladı ve o sıcak nefesi dudaklarıma doğru değerken konuştu.

 

" Seni burda öyle bir bece" derken dudaklarım dudağının çevresinde gezindiğinden devam edemedi.

 

" Sadece bir süre herkesi herşeyi unutmak istiyorum" diye fısıldadım. Serin hava vücudumun dışında kalan yerleri soğurturken, ona biraz daha yakınlaştım.

 

" Alelade bir kadın olmamana rağmen nasıl bu kadar masum bakıyorsun anlamıyorum" galiba işin en can alıcı kısmı da buydu.

 

" Bu da başka bir aşk itirafın mı?" Gamzesi belli olurken gözlerini kıstı. Konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki izin vermedim. Daha da sohbet etmeye halim kalmamıştı onun kucağında tüm gece sohbet edemezdim. Onun olmak istiyordum. Dudaklarımı sertçe onunkilere bastırdım. O da benim gibi aç dokunuşlarla karşılık verdi, ardından eli bacağıma giderek kendine çekti ve bacaklarımı beline dolayabildim. Diğer eli belime giderek duruşumu sağlamlaştırdı. Soğuk suda göğüslerim göğsüne yaslamıştı. Ereksiyonunu bacaklarımın arasında hissediyordum ve bu onu isteme arzusunu iki kat ediyordu.

 

Elleri her yerimdeydi, o kadar profesyonel bir şekilde yapıyordu ki bu işte iyi olduğu belliydi.

Elleri vücudumun dokunmadık yerini bırakmazken, kucağında hareketlendim ve ayaklarımı serbest bırakıp ona tutunarak arkasındaki koca taşlardan birine yasladım. Taş soğuktu biliyordum ama şu anda öyle ateşliydik ki bu şu an ikimizin de umrunda değildi. Karşımda hareketlerime ve onun gibi baskın olmamdan zevk almış gibiydi.

 

" Gel buraya" dedi ellerini tekrar belime yerleştirip, kesik kesik çıkmış o muhteşem cazibesiyle, dudakları beni her şekilde öpmeyi deniyor dili ağzımın içinde kendini gösteriyordu. Sonra ayrıldı dudaklarımı dudaklarımdan, kalçalarımdan tutarak havaya kaldırdı ve göğüs ucumu dudaklarının arasına aldı. Dirseklerim omuzlarının üzerindeyken ellerim gür ve tüm bedenine nazaran kuru olan saçlarının arasında gezindi.

Ereksiyonunu tek eliyle tuttu ve yumuşak tenini kasıklarıma sürttü. Bakışları her hamlesinde yüzümü seyrediyordu. Ellerim saçlarından ayrılmış ereksiyonuna dokunduğumda ikimizin de bakışları dayanılmaz oldu o kesik kesik nefesler alıyor bende onun almış olduğu zevkle daha da kendimden geçiyordum. Suyun içinde hissettiğim ona kadifemsi dokusunu yukarı aşağı hareket ettirerek okşadığımda elini boynuma atarak başını geriye doğru attı. Ardından sıra kendimi de biraz arşa çıkarmaya gelmişti iç çamaşırımı kalçama doğru çekip ereksiyonunun başını yavaşça kasıklarıma doğru yasladığımda ikimizde daha şimdiden geliyorduk. Ardından savaş yavaşlığıma dayanamamış gibi sertçe avuçladığı kalçamı biraz daha havaya kaldırarak kendine doğru çekip deminden beri içime gömülmesini bekleyen kasıklarıma o zevki verdi.

 

İçimi dolduran iriliği dudaklarımı aralamama neden oldu. İçimde ilerlemeye devam ediyordu.

 

" Seni ilk gördüğünde bunu yapmalıydım" dedi.

 

zevkten boğuklaşmış ormanda yankılanan sesimizle, sesimizin ormanın ter tarafında duyulduğuna nerdeyse emindim. Kalçasını bana daha fazla getirerek, harektelerini hızlandırdı. Tamamen bir bütün haline geldiğimizde ikimizde derin bir nefes aldık.

 

" Bunu yaptığına pişman olabilirsin?" Dedi nefesi dudaklarıma çarparken,

 

" Niyeymiş?" Dedim suyun içinde olmamıza rağmen kuruyan dudaklarımla,

 

" Bir daha içinden çıkmamı istemeyebilirsin" dedi sevişirken bile iki inatçı keçiydik.

 

" Sonrasını bilmem de şu anda içimden çıkarsan, ceset koleksiyonuma sende eklenirsin" dedim kendimi ona bastırarak,

 

O da dudağıma uzandı ve büyük bir iştahla tekrar öptü. İçimde çok yavaş olmasa da gidip geliyor. Ardından bacaklarımı tamamen ayırıp ellerimi omuzlarından aldığım destekle yukarı doğru çektim. Ardından hareketleri hızlanmaya başladığında aldığım zevkle tırnaklarım ensesine batırıyordum. Başım aldığım zevkle dönüyor, gelebilecek en uç noktaya beraber geliyorduk. Gözlerim zevkten tersine kayıyor aldığım zevkle savaşın da başını döndürüyordum.

 

Bedenlerimiz birbirine her çarptığında ikimizde bu anın son bulmamasını istiyorduk. Teni tenime öyle çok yakışmıştı ki adeta birbini tamamlamış iki ayrı bedendik. Ardından ikimizde rahatladık ve hareketlerimiz durulmuş şekilde nefes nefese birbirimize baktık.

 

" Sakın bu kadarla bittiğini söyleme" dedim kısık çıkan sesimle,

 

" Bu daha hiç bir şey " dedi o vahşi gülümsemesiyle, durmalı mıydık? Hayır ama savaşın bu aşk ve abazalıkla ertesi güne kadar bu ormandan çıkamayız gibi görünüyordu.

 

İçimden çıkmadan karaya doğru hareketlendi. Ardından sudan tamamen çıktığımızda kucağında kendimi ona doğru sürtüyordum. Onun da dudağını ısırarak bana bakan o haliyle kalbim yeniden onu isteme arzuna kapılıyordu. sırtımı Ordaki taşlardan birine yatırdı. Suyun kıyısındaydık. Hava iyice kararmış vücudumuzu gözler önüne seren ayın ışığıydı. Onu üstümden itip yana attığımda pek rahat sayılmasada aldığımız zevk bunların hiçbirini görünür kılmıyordu. Seri bir hareketle üstüne çıkıp, ereksiyonunu tutup tekrar içime yerleştirdiğimde, savaş edepsiz bir küfür savurarak başını geriye doğru attı. Bense onun üzerinde oturarak, dudaklarım kıvrılmış şekilde

Kucağında hızla inip kalkıyordum. Savaşın elleri kalçalarımdan tutmuş arada avuçlayıp okşuyordu. Hareketlerimi artık iyiden iyiye hızlandığında gözlerini yumdu. İkimizde ter içinde kalmışken içimi sıcaklığıyla doldurdu. Ama durmadım dudaklarımı onun üzerine örterek dudaklarıyla tekrar birleştirdim ve o açlık tekrar tüm vücudumu sardı.

Ellerimi çıplak göğsüne yasladım ve ondan güç alarak biraz daha hızlandım. Şelaleden akan suların damlaları sırtıma çarpıyordu. savaş içimi öyle bir doldurmuştu ki her seferinde birbimizi daha fazla istiyor tenim teniyle bir olana kadar bu dolu dizgin gösteriye son vermek istiyordum.

Savaş içime bir kez daha kendini sertçe ettiğinde zevkten sıkılan gözlerimi açtım, ardından bu bize yetmemiş olduğundan doğruldu. Hareketlerimiz artık suya susamış gibi bir hal alırken, ellerini yeniden belimin iki yanına koydu. Sadece oturup kalkmıyor kalçamı sağa sola hareket ettiriyor onu daha da çıldırtıyordum.

 

" Hızlann" dedim net bir şekilde, onu daha da tahrik etmişken, Yüzüme yaklaşıp Burnumu ucunu ufak bir öpücük kondurdu ve beni diğer tarafa atıp üzerime doğru gömüldü. Öylesine hızlıydı ki, inlemelerim nerdeyse çığlığa dönüşecekti onun da benden farksız hali yokken dudağımdan çıkan inlemeleri dudağıyla örttü. Olmuyordu yetmiyordu. " Daha sertt" dedim nefes nefese çıkan sesimle, gözlerime bu da yetmemiş gibi baktı. Hareketlerinin asiliği tüm vücudumu bir kez daha uyardı.

 

Beni olduğum yerde kaldırdı ve arkamda duran koca taşa yasladı ardından vücudumu ters çevirerek yanaklarımı aralayıp, bir eliyle kalçamı tutarken diğer kolunu göğüslerimin üzerine örtmüştü.

Ardından o naziklikten uzak sabırsız sesiyle,

" bacaklarını arala, başını geri doğru at" dedi. Dediğini yaptım. Yerinden biraz doğrularak içime yerleşti Ve içimde daha hızla gelip gelmeye başladı. Başımı geriye doğru attığımda, aldığım zevki görünce daha da hızlandı. Artık öyle hızlanmıştı ki bedenlerimizde hal kalmamıştı. İkimizde artık bizi ele geçiren bu tutkunun esirleri olmuştuk. Biz ezim ve savaştık tutkunun vücut bulmuş hali..

 

Ardından beni tekrar kendine doğru çevirdi. Kolları belimi dolamış şekilde boynuma gömüldü. Bende ensesinden destek alarak boynumda daha fazla yer açıyordum. Ardından biraz da olsa yavaşladı ve dudaklarını araladı.

" Seni istemeyi durduramıyorum" biraz daha gevşemenin verdiği rahatlamayla sesi daha normal çıktı derken devam etti. " Bana ne yaptın bilmiyorum ama bu anın bitmemesi için, ne gerekiyorsa yaparım" vücudumda tarifsiz bir rahatlama, saattlerdir bıraktığı izler vardı. Alnını alnıma yasladı göğsü göğüslerime çarparken, kahverengi o gözleri beni izlemeye devam ediyordu. Bedenim öyle bir ateşte kavrulmuştu ki hem kolumu bile kaldıracak halim kalmamışkken hem de hâlâ enerjik hissediyordum. Bir süre öylece kaldık, nefeslerimiz düzene girince de yanağıma uzun ve sert bir öpücük bıraktı. Alnımda oluşan terle yapışmış saçlarımı eliyle düzeltip yanağıma belli belirsiz dokundu. Parmakları çenemde durunca,

" üşüteceksin" dedi. Tüm vücudum ve zihnim öyle sarsılmıştı ki, hazır bir cevapla işi eğlenceye bile vuramadım.

Giysilerimizi suyun yanındaki yerden çıkardığımız gibi geri giydik ve savaş elimi tutarak ışıkları takip ettik. Ona karşı koymadım, elimi tutmasına izin verdim. Ardından eve geldiğimizde sürgülü olan bahçe kapısını açtı ve içeri girdiğimizde içerden kapıyı kilitledi.

 

İçeri girdiğimizde, odanın ferah ve ışıklı hali biraz olsun aklımı başıma getirdi. Ona döndüğümde hâlâ çok enerji atılası duruyordu. kapıyı kapattığından emin olduktan sonra yorgunlukla kanepeye oturup bakışlarını ıslak kıyafetlerle üzerime yapışmış vücudumda gezdirdi ve yanını işaret etti. Üzerinde hiç bir şey yoktu, kolları, göğsü, six pack 'leri ortada karşında bir roma heykeli gibi duruyordu. ağır adımlarla ona yaklaşırken, kucağına oturdum. Anında belimi kavradı ve kucağında yerimi sabitledi. tutkusunu hissetmek neredeyse nefesimi kesiyordu. Ardından gözlerime bitkinlikle bakarken Dudakları bir an aralandı.

 

"Yoruldun mu?" diye sordu, sesindeki derin tını adeta bedenime yayıldı.

 

Gözlerimde o alıştığı cilveli bakışla gülümsedim. "Yorulmam mı gerekiyordu?" dedim, her kelimemi oyunbaz bir şekilde süsleyerek.

 

Savaş'ın dudaklarında beliren o kışkırtıcı gülümseme beni bir anlığına sersemletti. Elleri daha da sıkılaşarak belimdeki tutuşunu güçlendirdi, beni biraz daha kendine çekerken istifini bozmuyordu. "Sana yaptıklarımın 10 da birini başkasına yapmış olsaydım 3 gün oturamazdı," sesindeki karanlık ton beni daha da çekiyordu.

 

Başımı hafifçe yana eğip, ona meydan okuyan bir bakış attım. " Ben alışkınım " dedim yüzündeki o eski ifade belirdi, "şöyle şeyler söylemesen olmuyor değil mi?" Dedi gözlerini kısmış bozulmuş şekilde bakıyordu.

" Sanki bilmiyorsun" dedim umursamaz tavırlarımla,

" Biliyorum diye her fırsatta hatırlatmana ya da şöyle anlarda söyle demiyorum sana" derken cidden bozuluyordu hattağa diretirsem bu ateşli sevişmenin üzerine kavga bile edebilirdik. Ama şu anda istediğim tam olarak bu değildi.

boynuna ellerimi dolarken, teninin sıcaklığını parmak uçlarımda hissediyordum. Aramızdaki gerilim, kelimelere dökülmeyen bir oyun gibiydi; ikimiz de kurallarını biliyorduk. Gözlerim onun gözlerine kenetlendiğinde, bakışlarında sadece arzu değil, meydan okuma da vardı.

 

"Merak etme, sen en iyisisin," diye fısıldadım. Sözcüklerim, onun sert bakışlarını yumuşatmak için değildi, aksine, aramızdaki ateşi körüklemek içindi. Gözlerinde bir an için beliren o koyu, hakimiyet dolu ifade, kazananın kim olacağını umursamayan birinin bakışıydı.

 

"Ezim," dedi, adımı söylerken sesi karanlık bir derinlik kazandı. İ harfini uzatışındaki tını, neredeyse bir uyarı gibiydi.

 

Gözlerim meydan okurcasına parladı, dudaklarımda alaycı bir gülümseme belirdi. "Savaş," dedim, onun adını aynı oyunbazlıkla uzatarak.

 

adını söylerken içimde yükselen dalga, aramızdaki o gerilimi daha da yoğunlaştırdı. Ellerini belimde gezdirirken, nefes alış verişimiz senkronize olmuş gibiydi. Gözlerini benden ayırmıyor, sanki her an bir hamle yapmamı bekliyordu. Bedenimde hissettiğim ağırlığı ve sıcaklığı görmezden gelmek imkansızdı. O an, her şeyin ötesinde yalnızca ikimiz vardık.

 

"Ezim," dedi tekrar, bu sefer sesi daha yavaş, neredeyse uykulu bir tehdit gibi. "Islaksın, "

 

Gözlerim yine onun gözlerine kilitlenmişti, bu defa kollarımı boynundan çekmeden, daha yakınlaşıp alnımı alnına dayadım. " Evet, karşımda şöyle bakarken senin için ne kadar ıslandığımı bi bilsen" Sesim hafif, neredeyse fısıltıydı ama meydan okumam her kelimemde netti.

 

Savaş, dudaklarını büzerek, hafifçe başını iki yana salladı. "Beni zorluyorsun," dedi, sesi daha da karanlık bir hal almıştı. " Yanlız Bu sefer o kadar nazik davranmam"

 

İçimde bir yerlerde, bu tehlikeli çekim beni ürkütmeliydi belki de, ama tam tersine daha da ileri gitmek istiyordum. Başımı geri çekip yüzüne baktım, dudaklarımın köşesi hâlâ kıvrılıyordu. "İçimde olmanı istiyorum hemen şimdi burda sertçe becer beni " dedim.

 

Savaş bir an derin bir nefes aldı, gözleri daha koyu bir gölgeye büründü. Aniden dudaklarını her zamanki vahşiliğiyle dudaklarıma mühürledi ve ellerini sırtıma doğru gezdirip beni bir hareketle tamamen kucağına çekip kanepeye yatırdı. Aramızdaki mesafe sıfırlanmıştı. Bacaklarımın arasından yüzüme uzanmış, elbisemi yukarı doğru çekerken bacaklarımı okşamaya devam ediyordu. Ellerim sakalının üzerindenken, öpüşünü yönlendiriyor saatlerdir süren susuzluğumu dudaklarında solduruyordum. dudakları boynuma indi, ordan da göğüslerime duracak diye beklerken daha da aşağı indi. Hafifçe aşağı indiğinde beni kanepenin üzerinde ileri doğru itti. Dudaklarını bacaklarımın iç tarafından öperken, öptüğü her yeri yakıyor Dudaklarını kasıklarıma yasladığında bacaklarımla ona daha fazla yer açıyordum. elleri bacaklarımı sımsıkı tutmuş kıpırdamamı bile istemiyordu, hareketleri deminki sevişmemizden farklıydı az önce baskın olan benken şimdi beni mahvetmenin peşindeydi.

Dili klitorisimde gezinirken dudaklarımdan yüksek sesli bir inilti çıktı. Dil darbeleri beni zevkten zevke taşırken, bacaklarımın arasından gözlerimin içine baktı, dili içime kayarken aldığım zevki görmek istedi. Bir elim başımın üzerindeki kanepenin kolundan destek almaya çalıştı diğer elim de omzundan. uzun süre öyle işkence yapmaya devam etti, ara ara belim kavisleniyor olduğum yerde bacaklarım kapanırken, tekrar aralıyor verdiği zevke devam ediyordu artık dayanamadığımı fark edince dudakları göbeğime geldiğinde üzerimdeki kıyafeti tek seferde üzerimden çıkardı. Karşısında artık tamamen çırılçıplaktım. Gözleri sanki hiç öpmemiş, gömülmemiş gibi göğüslerimde gezindi.

 

" Yiyecek gibi bakma, ne yapacaksan bir an önce yap sabrım kalmadı." dedim, artık dayanacak gücüm kalmamıştı.

 

Dudaklarıma doğru inceden gülümsedi, ve kollarımı başımın üzerinde birleştirdi.

 

" İçine girmem için yalvaracaksın" der demez diğer eli göğsümü sertçe yoğururken dudakları vahşiye dudaklarıma saldırdı.

Sertti ama hızlı değildi ve nalet olsun ki bu beni altında inletmekten başka bir işe yaramıyordu. Aldığım zevk muazzamdı ama her hareketi onu içimde istememi daha da körüklüyordu.

Dudakları boynuma inerken, sesim belli belirsiz çıktı." Yeter-r" kollarım ellerinden kurtulurken, başını kaldırdığında gözlerindeki hâkimiyeti ve tutkuyu gördüm. Ellerimle göğsünden iterek, onu üzerimden atıp kanepede dikleştirdim Ardından yakalarından tutarak, diğer kanepeye kadar öpüşürken bir hışımla tekli kanepeye doğru ittirdim arkasından, pantolonuna doğru uzanırken oda pantolonunun düğmesini ve fermuarını açtı ayak uçlarından tek seferde pantolonu çıkardım. Dudaklarında hoşuna giden gülümseme ikimizi bu gecenin bitmemesini ister gibi bir girdaba sokuyordu. bana karşı koymuyor üzerinde hâkimiyet kurmam Birbirimizi daha çok istememize neden oluyordu. Kucağına tekrar otururken kalçam havada iken ereksiyonunu dikleştirip üzerine tek seferde yerleştim. Deminden beri atan klitorisim içimi dolduran iriliğiyle derin bir zevke bıraktı. Kucağında hızlı hızlı inip inip kalkarken, savaşın da terlediğini ve birbirine karışan inlemelerimizin bizi ait oluşu hareketlerimizi daha da hızlandırdı. kollarım ensesinde saçlarını okşarken, onun da elleri kalçalarımı yoğuruyor, aldığı zevkle başı kanepenin arkasına sarkıyordu. Ardından İçimden çıkmadan beni kucaklayıp, salondaki soğuk cama yasladı. Doymuyordu bu hoşuma gidiyordu. Sırtım soğuktan terli cama yaslıyken, o aceyle sertliğiyle içimi dolduruyordu. Bacaklarım artık ona tutunacak kadar iyi değildi, istemsiz vücudundan kayarken Elleriyle bacaklarımı kaldırdı ve içimdeki hareketlerini artık durdurulmaz boyutta hızlandırdı. Saçlarım camın üzerinde gidip geliyor vücut sıcaklığımı bir nebze de olsa alıyordu. Sonunda içime b*şaldığında bende onunla beraber gelmiştim. Kucağında nefes alışverişlerim göğüslerimle göğsünde sürtünüyor durmayı daha da imkansızlaştıyordu. Hafifçe başımı boynundan kaldırdım ve yüzüne doğru döndüm.

" İçimdeyken, bir posta daha atsak fena olmaz" dedim durmak istemediğimi açıkça söylerken,

Gülümsemesi genişlerken, beni kucağından indirdi. Burnumun ucundan makas alırken, diğer eli sezgili şekilde belimdeydi.

" Bir de hasta olup, başımıza iş almayalım. bir duş alsak iyi olur, vücudun buz gibi oldu." Dedi beni düşünen bakışlarıyla, gözlerimi devirip ondan uzaklaşıp merdivenlere doğru yürürken bakışlarının bende olduğunu biliyordum.

 

Tam merdivenlerin ucundayken ona doğru döndüm.

" Duş Alıcam istersen bana katılabilirsin" dedim. başını iki yana sallayarak, arkamdan bakarken Merdivenlerde hızlıca yukarı çıktım açık olan yatak odasını görünce kendimi direkt oraya attım. Odanın Camlı kaplı banyosuna girdiğimde jakuziyi es geçip duş başlığının altına girdim. Ellerim saçlarımın arasından geçerken, bedenimdeki soğukluğu sıcak suyla akıtmaya çalıştım. Elim şampuana ulaştığında kapının arasından savaşın gölgesi belirdi, arkamdan gelip içeri girdi karşımdaki tezgaha kendini yasladığında gözlerimle onu takip ediyordum.

Ellerim son bir kez saçlarımın arasından geçerken, karşımda tam karşımdayken ona bakarak konuştum.

" Ne duruyorsun?"

Kollarını bağlamış halde,

" Seni izlemeye devam mı etsem? yoksa bu mükemmel tabloya bende mi katılsam?" Dedi tüm karizmatikliğiyle,

" Ordan o kadar güzel mi görünüyorum " bu hoşuma gitmişti. Sinsice ellerim saçlarımda gezinirken bakışlarımı onun gözlerinden çektim.

" Sen her şekilde güzel görünüyorsun " derken, gülümsemem biraz daha büyüdü

Elimi şampuana attığım sıra bana doğru yaklaştı ve şampuanı elimden alıp, bir tutam eline yerleştirip kolumdan tutup çevirdi. elindeki şampuanı saçlarıma sürerken, fazlasıyla nazikti. Tam ona doğru dönecekken beni belimden yakaladı ve köpüren saçlarımı omzumun üstünden alıp diğer omzuma yatırdı Elleriyle omzumun üzerinden parmaklarının ucuyla başlıyıp kolumun aşağısına kadar indirdi, Vücudum yaptıklarıyla keskin bir ürpermeyle irkildi. Ardından ellerini belime dolayıp, başını omzumun üstünden kafa kafaya verdi.

" Teşekkür ederim" dedi tüm samimiyetiyle banyonun fayanslarıyla yankılanan sesiyle, Yavaşça ona doğru döndüm.

" Performansım içinse bir şey değil " dedim çapkın bir edayla göz kırparken, dudakları tek bir çizgi halinde bana bakmaya devam ediyordu. Ardından usulca sokuldu.

" Hayatında yaşayıp yaşabileceğim en güzel şeyi bana yaşattığın için " derken dudaklarıma doğru fısıldadı.

 

Tam o an, gözlerindeki derinliği fark ettim. O, yalnızca fiziksel bir yakınlıktan bahsetmiyordu, hissettiklerimi yüreğimin en derinlerinden çekip çıkarıyordu. Gözlerimi onun dudaklarından çekip gözlerine baktım. "Savaş..." diye fısıldadım ama devam edemedim. O, yavaşça dudaklarını dudaklarıma yaklaştırırken, tenime dokunuşu bile beni daha derinlere çekiyordu.

 

kollarını belimde biraz daha sıkarak beni kendine çekti. Dudaklarımız arasındaki mesafe kapanmadan önce gözlerimdeki tereddütü sezmiş olmalıydı çünkü yavaş hareket ediyordu, bana zaman tanıyordu. Oysa içimdeki her şey onun bu yakınlığını, bu güven dolu dokunuşlarını istiyordu.

 

alnını benim alnıma dayadı. İkimizin de nefesleri karışmıştı. "bir seks... Nasıl bu kadar anlamlı olabiliyor, " dedi fısıldayarak. Sesi, odadaki yankıyla daha da derinleşti. Bir an için sadece suyun sesi vardı, ikimizin nefesi ve sıcaklığımız. Sanki dünya sadece burasıydı, o anın ötesinde hiçbir şey yoktu. Daha fazla oyalanmadan duşta ikimizde birbirimize dokunarak bu gecenin kalıntılarını attık.

 

Duştan çıkıp havluyu alıp vücudumu sardım. Savaş, hala gözlerini üzerimden ayırmadan beni izliyordu. Ardından o da bornozlardan birini vücuduna sardı. Hareketlerimde bir sakinlik vardı ama içimdeki hisler dalgalanıyordu. Yavaşça banyodan çıkarken o da peşimden geldi. Odaya adım attığımızda odanın loş ışığı bizi karşıladı; her şey sanki bu ana özel hazırlanmış gibi. Hafif bir serinlik hissettim, tenimdeki su damlaları odayla temas edince üşümenin sınırlarında gezinirken, Savaş bir adım daha yaklaştı.

 

"Bu kadar güzel olmayı nasıl başarıyorsun?" dedi usulca, sesi her zamanki gibi etkileyici ve karizmatikti.

 

Hafifçe gülümsedim, ona doğru dönüp bakışlarımı gözlerine diktim. "Seninle olduğumda mı?" dedim, bu sefer ben de biraz çapkın bir tonla.

 

Yavaş adımlarla yatağa doğru ilerledim ve üzerimdeki havluyu düzelterek yatağın kenarına oturdum. Savaş, hala beni izliyordu; gözlerindeki sıcaklık beni sarıyordu. Sessiz bir anın ardından yanımdaki koltuğa geçti ve aramızdaki mesafeyi koruyarak oturdu. Ama bu mesafe, hiçbir şey ifade etmiyordu. Aramızda görünmez bir bağ vardı ve bu bağ, bedenlerimizden daha güçlüydü.

 

"Biliyor musun, bazen her şeyin bu kadar basit olabileceğini düşünmemiştim," dedim, gözlerimi hafifçe yere kaydırarak. "Hayatım boyunca her şey karmaşıktı, hislerim bile. Ama sen... Sen işin içindeyken, tüm bunları unutmak istiyorum."

 

Savaş, gözlerini benden ayırmadan dinledi. " galiba bu da ezimce seni seviyorum demenin başka bir tercümesi," dedi yumuşak bir sesle, " bu da şükür, bunu da söylemeyebilirdin" dedi şakayla karışık,

 

Savaş'ın, her şeyiyle yanımda olduğunu hissetmek, bana hem huzur hem de korku veriyordu. İçimdeki boşluklar bir an için doluyordu, ama aynı zamanda bu kadar yakınlık beni ürpertiyordu. Bunu hak ediyor muydum? O kadar çok yara almıştım ki, bu kadar güzel sevilmeyi hak edip etmediğimi sorguluyordum.

 

Savaş bir adım daha yaklaşıp yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Düşüncelerini okuyabiliyorum, Ezim," dedi. "Beni bu kadar uzak tutmana gerek yok. Seni, olduğun gibi seviyorum."

 

Bir an için hiçbir şey diyemedim. Ellerim, Savaş'ın kollarına uzandı ve başımı hafifçe eğerek onun sıcaklığını hissettim. Sessizlik içinde sadece birbirimize bakıyorduk. Bu an, kelimelerden daha fazlasını söylüyordu.

 

Savaş, alnını tekrar benim alnıma yasladı. "Her ne olursa olsun, birlikteyiz," dedi fısıldayarak. "Ve her zaman öyle kalacağız."

 

Bu cümle, içimdeki tüm tereddütleri bir an için silip süpürdü. Ardından yanağıma masum ama sahiplenici bir öpücük kondurdu.

 

tatlı öpücüğüyle dudaklarımda hala hafif bir tebessüm varken, gözlerim onun bakışlarına kilitlenmişti. Yavaşça yana çekildim, "Tamam, öpmeyi bırak, giyinmem lazım artık," dedim hafif bir sitemle.

 

Savaş geriye yaslandı, ama gözlerini benden ayırmadı. "Dolapta senin için kıyafetler var. Üzerindekileri tekrar giymeni istemiyorum," dedi kararlı bir ses tonuyla. Beni baştan aşağı süzerken, gözlerindeki derinlik ve sahiplenme duygusu her zamanki gibi belirgindi.

 

Ayağa kalktım ve dolaba yöneldim. Elimle kapıyı açtığımda, içeride benim için seçilmiş kıyafetlerin özenle katlandığını gördüm. İçimde bir anlık bir sıcaklık hissettim. Bu kadar ince düşünceli olmasına hem şaşırıyor hem de hoşuma gidiyordu.

 

Tam kıyafetleri alıp banyoya geri dönmek üzereydim ki, Savaş da yerinden kalktı. O da üzerine bir şeyler giymek için kendi tarafına yöneldi. Göz ucuyla onu izledim. Üzerine tişörtünü geçirdiği sırada, bana doğru bakarak, alaycı bir gülümsemeyle, "Herhalde seni çıplak görmek, görmediğim bir şey değil," dedi.

 

Sözlerinin cüretkar tonu beni biraz gülümsetti. Bu oyun hoşuma gidiyordu. Ona doğru döndüm ve kışkırtıcı bir bakışla karşılık verdim. "Eğer tekrar duşa girmeyi düşünüyorsan, yanında giyinebilirim," dedim, dudaklarımın köşesinde beliren hafif bir gülümsemeyle.

 

gözlerini kısarak bana baktı, yüzünde yavaş yavaş yayılan bir gülümseme vardı. Adımlarını yavaşlatarak bana doğru yaklaştı. "Bu bir davet mi?" diye sordu alaycı ama çekici bir ses tonuyla.

 

Omuzlarımı hafifçe silktim, aldırış etmiyormuş gibi yaptım. " Söylediğim herşeye böyle yükselirsen seninle işimiz var," dedim, elimdeki kıyafetlerle banyoya doğru yönelirken.

 

Banyonun kapısına doğru yürürken, onun sıcak bakışlarını arkamda hissetmek bile içimde tatlı bir heyecan uyandırıyordu. Kapıyı yavaşça kapattım.

 

Banyodan çıktığımda, Savaş yatağın kenarına oturmuş, telefonu elinde bir şeyler inceliyordu. Benim çıkış sesimi duyunca başını kaldırdı ve gözleri bir anlığına üzerimde gezindi. Üzerime giydiğim sade ama şık kıyafetler, onun benim için seçtiği şeylerdi. Hafifçe bir kaşını kaldırıp onaylar gibi başını salladı, sonra bakışları tekrar yüzüme döndü.

 

"Yakışmış," dedi, gözlerinde sıcak bir parıltı.

 

Bir an için duraksadım, sonra o parıltının arkasında başka bir şey olduğunu fark ettim. Savaş'ın ciddiyetine alışkındım, ama bu kez sanki kafasında dolaşan başka düşünceler vardı. Onun yanına yürüdüm, telefonunu yavaşça elinden aldım ve kenara koydum. Gözlerimle onu sorgulayan bir ifadeyle baktım.

 

"Bir şey mi var?" diye sordum hafif bir endişeyle.

 

Savaş bir an derin bir nefes aldı, sonra bakışlarını benden kaçırmadan, "Bu kadar sakin olmamı bekleme," dedi alçak bir sesle. "Seni her an kaybetme korkusu varken, sanki hiçbir şey olmamış gibi devam edemem."

 

Kalbim bir an duracak gibi oldu. Onun bu kırılgan tarafını çok nadiren görürdüm. İkimizin de yaşadığı her şeyin ağırlığı altında nasıl ezildiğini fark etmemek imkânsızdı.

 

"Savaş," diye fısıldadım, "Buradayım, gitmiyorum. Şu an seninleyim."

 

Oturduğu yerden doğruldu ve gözlerime derin bir ciddiyetle baktı. "Ama her an bir şey olabilir, Ezim. Seni kaybetmek istemiyorum." Sesinde bastırdığı bir korku vardı, duyguları kontrol ediyormuş gibi görünse de ben onun ne kadar hassas olduğunu anlıyordum.

 

Elimi yavaşça omzuna koyup hafifçe sıktım. "Bir şey olmayacak," dedim, güven vermeye çalışarak. Fakat içimde derin bir tereddüt vardı. Sözcüklerim inandırıcı görünse de, yaşadıklarımızın ağırlığı her zaman üzerimizde asılıydı ve hiçbir şeyin garantisi yoktu.

 

Savaş, başını hafifçe eğdi, alnını avucuma yasladı. Sesi alçak, neredeyse bir fısıltı kadar kırılgandı. "Sensiz yaşayamam," dedi.

 

Bu kelimeler içimde bir yerlerde yankılandı, beni sarsarak durdurdu. Parmaklarım, saçlarının arasında gezinirken, ona sarılmak, onu rahatlatmak ve her şeyin yoluna gireceğine dair bir umut aşılamak istedim. Fakat derinlerde, neyle yüzleştiğimizi tam olarak bilmediğim gerçeği beni de ürkütüyordu. Ama bildiğim tek bir şey vardı: Onun yanında olmak istiyordum, her ne olursa olsun, her zorlukta.

 

"Hani ben senin yanında güvendeydim? Hani ben yanındaysam, bize hiçbir şey olmazdı?" dedim yumuşak ama sorgulayıcı bir tonla. Ona, birlikteyken bile tehlikeden tamamen uzak olamadığımızı hatırlatmaya çalışıyordum.

 

Savaş gözlerini bana dikti, derin, yoğun bakışlarının altında kırılganlık ve bir o kadar da keskin bir kararlılık vardı. "Korktuğum şey bu değil ki," dedi sessizce. "Bizden vazgeçersen, benden gidersen... işte o zaman ölürüm. Bir kez gözümün önünde kaybolmana dayanamam."

 

Bu sözleri duyduğum an, kalbime saplanan bir hançer gibi hissettim. Bensizlik onun için bu kadar ağır mıydı? Onu, bu derece zayıf ve savunmasız kılan neydi? Savaş'ın gücünü ve sertliğini her zaman bilirdim ama şimdi o sert kabuğun altında, kaybetme korkusuyla boğuşan bir adam vardı. Bu, onun aşkının ne kadar derin olduğunu gözler önüne seriyordu.

 

Başımı hafifçe salladım, gözlerimi ondan ayırmadan, sessizce ona ulaşmaya çalışarak. "Ama şimdi buradayım," dedim, sesimdeki kararlılıkla. "Ve burada olmak istiyorum."

 

Savaş derin bir nefes aldı, sanki bu sözler ona biraz olsun rahatlık vermiş gibiydi ama hala tereddüt doluydu. "Bu ne kadar sürer?" diye sordu, sesinde saklamaya çalıştığı bir korku vardı ama yine de onu güçlendiren kararlılığı hissedebiliyordum. "Burada kalman, benimle olman... Ne kadar sürecek?"

 

Sözleri içime buz gibi bir gerçeklik getirdi. Gelecek konusunda hiçbirimizin bir garantisi yoktu. Sessizce, ona bakarken bu gerçeklikle yüzleşmek zorundaydım. Soğuk bir sessizlik birkaç saniye boyunca aramızda asılı kaldı, sonra yavaşça cevap verdim. "Şimdilik sadece bugünü düşünsen daha iyi. Geleceği hiçbirimiz bilemeyiz," dedim, sözlerim kadar soğuk bir ses tonuyla. Gerçekleri yadsımak anlamsızdı; anı yaşıyorduk, yarın belirsizdi.

 

Savaş, sinirle saçlarını karıştırırken, elini nazikçe tuttum. Bu hareketim ona bir anlık teselli sağladı mı bilmiyorum ama benim içimde bir sıcaklık uyandırdı. Onun bu hali, beni daha da ona bağlayan bir şeydi.

 

"Ama.." dedim, hafifçe gülümseyerek, "Bu gece başımı göğsüne yaslayıp uyuyabilirim. En azından beni bu kadar isteyen adama küçük bir iyilik yaparım." Sesimdeki oyunbazlık, aramızdaki gerginliği hafifletmeye çalışıyordu.

 

Savaş'ın gözleri yavaşça yumuşadı, dudaklarının kenarına belli belirsiz bir gülümseme yerleşti.

 

Elimi Savaş'ın eline uzattım, parmaklarım onun güçlü parmaklarının arasına karıştı. Bu basit temas bile içimde bir şeyleri yatıştırıyordu. Onu sessizce yatağa doğru çekerken, bakışlarımdan bir şey anlamaya çalışıyordu. Benim içimde fırtınalar koparken, onun göğsüne yaslanmak istiyordum; o sıcaklığın ve güvenin içinde kaybolmak.

 

Beraberce yatağa uzandık. Savaş'ın kolu, beni korumak istercesine açıldı ve göğsünde bana yer açtı. Başımı yavaşça onun göğsüne yasladım. Kalbinin güçlü atışlarını duyabiliyordum, her bir ritim, beni daha da içine çekiyordu. Bu, yalnızca fiziksel bir yakınlık değildi; onun ruhunu, korkularını, sevincini hissediyordum. Göğsüne yaslandığımda, onun içindeki fırtınaların tam ortasında olmama rağmen huzur buluyordum.

 

Savaş'ın parmakları saçlarımın arasında dolaştı, sanki o da bu sessizlikte kaybolmuştu. "Bensiz olamazsın," dediğinde hissettiğim o yoğunluğun altına sığınmıştım şimdi. Göğsüne biraz daha sokuldum, gözlerimi kapatırken derin bir nefes aldım. O an, ikimizin de ihtiyacı olan tek şey buydu.

 

"Buradayım," dedim fısıldayarak. "Ve seni bırakmaya hiç niyetim yok."

 

Ona alttan altan bakmamı takmadı, aksine odanın ışığını tamamen kapatıp bizi sadece ayın pencereden içeri vuran odaya ışığında bıraktı. Ardından gözlerini yumdu. bende

Çenemi nemli göğsüne yasladım.

 

" Sevişirken, daha çekici ve karizmatikdin" dedim açıkça,

 

" Öyle mi? Nedense bunu bana söyleyen ilk kadınsın"

 

Kaşlarım havada, " Sakın kimseyle böyle sevişmedim diye bir klişe uydurma" gözlerini açtı.

" Ne var olamaz mı?"

" Olabilir de pek inandırıcı değil " gülüşümü bastırırken, yüzünü izlemeye devam ettim.

 

" Sevişirken işin içine duygu katmam. ama seni bu kadar istememin sebebi bu değildi."

 

" Neydi peki"

 

" Bence çok iyi biliyorsun" dedi karanlıkta parlayan gamzeleriyle.

 

" Yanlız bu kadar iyi olacağını bilseydim, beni kurtardığın gün bunu yapardım. Sen daha önce nerdeydin listeme seni daha önce eklemeyeliydim" verdiği nefesi saçlarımın arasına kayboldu.

 

" Hakkını yiyemem, sende çok iyiydin" dedi imalı imalı

 

" Sana söyledim bebeğim, karşında senden daha azgın bir kadın var üstelik benim olduğum her yerde baskın olan benimdir. Sende farkındasın umarım tüm Türkiye'nin birlikte olmak için iç geçirdiği kadınla seviştin bu herkese nasip olmaz" gülmedi, eğlenmedi de burnuna fiske attı.

 

" Ego sana yakışıyor"

 

" Ee yani " dedim inanmamış gibi, bu sefer güldü. İki kolunu da belime sardı sıkıca. Yanağımı tekrar göğsüne yasladım.

 

Saatlerdir bedenimin her yerini saran kokusunu derince soludum. Ardından gözlerimi yumdum savaşın yorgunluğu mücadele etmedim ve bu gece ona teslim oldum.

 

 

***

 

Onun göğsünde uyanmaya alışmıştım.

Uzun saatlerdir uyuyor olmalıyız ki güneş ışıkları odayı doldurmuş tam tepemizde gözlerimizi alıyordu. Savaş düzenli nefes alıp veriyor, derin bir uykuda olduğunu gösteriyordu. İnsan uyurken hiç mi hareket etmezdi? Lego gibi girmiştik birbirimize,

 

Ardından gözlerim tavanda gezinirken savaşın telefonuna üst üste mesaj geliyordu. Göğsünden yavaşça sıyrıldım. Ve komidinin üzerinde diran telefonuna uzandım. Ekranı açmaya çalışırken önüme gelen şifre ekranı, beni kısa bir an duraksattı tabi ki şifre koymuştu, ne olabilir diye düşündüm. 1,2,3 yapmayacak kadar zeki bir adamdı o yüzden onu pas geçerek onun için önemli olan tarihleri girdim. İlk yarenin doğum tarihini girdim ama hata verdi. Ardından yamanın doğum tarihini girdim onu da yaren o kadar bahsetmişti ki adamın doğum tarihine kadar biliyordum telefon tekrar hata verdiğinde öyle basit şifre koymadığını ama bunları koymadıysa nasıl bir şifre koyabilirdi ki.

bu ne biçim iş ya, sanki merkez bankasının şifresi bu kadar zor bir şifre koymuş dedim kendi kendime ya da mırıldanmış da olabilirim allahtan sesimle irkilmedi bile.

Sonra bizim tanışma tarihi girdim ekran birden açıldı. Demek benimle tanıştığı günü yapmıştı uykusunda uzaktan bir öpücük attım ve yatak başlığına yaslanarak telefonu kurcalamaya başladım. Arat aramıştı üstüne bir ton da mesaj atmıştı. Mesajlara girip attığı mesajlara baktım.

Nerdesin?

Savaş nerdesiniz? Adliyeden sonra ortadan kaybolmuşsunuz insan bir haber verir.

Mesajlarıma bile bakmıyorsun, o cadı yanında değil mi? Bu kız ortada çıktı çıkalı sikine bile takmıyorsun, valla en sonunda o mu? Ben mi? Diyeceğim ha

Beni o kara kuruya tercih ediyorsun ha, tamam savaş

Ardından aşağı indiğimde dayanamayıp bir mesaj daha attığını gördüm.

Lan kitapsız insan bari nerde olduğunu söyler çok zor değil hani iki satır bir şey yazmak

Anlaşılan arat dünden beri epey bozulmuş tüm gece savaşa sarmıştı. Parmaklarım klavyede gezinirken mesaj yazdım.

Savaş uyuyor, ne bu dünden beri bir rahat bırakmadın

Mesajı gönderdikten sonra yataktan kalkıp giyinecek şeyler aradım dolapta ardından üzerime giyinirken bir bildirim daha geldi.

Savaşın telefonunun sende ne işi var sinsi cadı

Yatağa oturarak cevap yazdım.

A-aa insan hiç yengesine cadı der mi gollum

Sonuna da sırıtan surat koydum.

Savaş nerde?

Savaşa ver telefonu

Ardından telefonunun kamerasına girip savaşın huzur içinde uyuyan halini attım.

Sevgilim dün epey yorudu

Bu yorgunlukla 100 yıl uyur daha

​​​​​​Altına da övgü dolu duran bir emoji attım.

Ne yaptın kız adama, savaş hayatta bu saatlere kadar uyumaz.

Mesajları beni keyiflendirirken bende buna devam ediyordum.

Ee düşün artık dün akşam nasıl yorulduysa kafasını yastığa koyar koymaz uyudu

Ardından devam edecektim ki bir mesaj daha attı.

Ayrıca sevgilim mi?

Sakın bana savaşın sana evlenme teklifi ettiğini söyleme!

Sonuna da ünlem koymuştu. Telefonu elimde büyük bir keyifle tutmaya devam ederken, bir mesaj daha yazdım.

Yok daha o kadar ileri gitmedik ama belli mi olur bakarsın yakında oda olur. Hem dün geceden sonra beni elinden kaçırmamak için parmağıma yüzüğü takarsa şaşırmam

Tabiki böyle bir şeyin hayalini kurmuyordum ama şu anda gollumu sinir etmek için öylesine söylüyordum.

Mesajımı gördü ve bir süre cevap vermedi ardından telefonu kapattım.

 

Ardından banyoya girdim, Üzerimde rahat ama şık parçalar gayet güzel duruyordu. Banyonun önünde duran makyaj malzemeleriyle hafif bir makyaj yaptım makyajı hep sevmiştim gelinin kız kardeşi gibi olmadığı takdirde taşıyanda güzel duruyordu. Ben nerdeyse bitirmek üzereyken savaş banyonun kapısında bir eli kapı pervazındayken, bana doğru baktı.

 

" Günaydın" dedi pürüzlü sesiyle,

 

" Günaydın prenses," derken tuhaf tuhaf baktığını biliyordum.

" Bir prenses ben değilmişim sanırım öğlen oldu hâlâ uyuyorsun" yorucu bir günün ardından tüm akşam sevişmiş hattağa sabaha karşı bile desek daha doğru olurdu. Yorulması gayet doğaldı ama benim gibi gece hayatıyla haşır neşir olan üstüne seks konusunda mantır yapmış biri ertesi sabah bomba gibi uyanırdı tabi bunun içinde sürekli spor yapışım var mıydı? Bilemiyorum.

 

" Umarım benden kahvaltı beklemiyorsundur, "

Bir şey söylemedi, bakışları kısa bir an beni izledi.

 

" Benim için hazırladığını görseydim fena olmazdı ama neyse, ben senin için hazırlarım sende bir öpücükle telafi edersin" her şey de muhakkak bir çözümü vardı ama savaş ve yemek pek mantıklı durmuyordu.

 

" Sen ve yemek bir arada, iyi yapalım aşağıda bekliyorum seni giyin gel" dedim yanında geçerken, aşağı indiğimde mutfağa geçtim kahvaltıdan önce bir kahve içsem fena olmazdı kahveyi içerken yanında da bir sigara yaktım.

 

Mutfağın dezgahının üzerindeki pencereyi açtım ve kahve makinasında hemen hazırlanan kahveyi alıp masaya geçtim ardından sigarayı yaktım ve kaç gündür şöyle zevkle içermediğim sigaranın keyfini sürdüm. Duman da mutfağa sarmasın diye pencereyi açmıştım dışardan gelen rüzgar saçımı havalandırırken ara ara kahveden birer yudum aldım sigara bitince söndürüp attım kahvede nerdeyse bitmişti camı da kapattıktan sonra savaş üstünü giyinmiş bir şekilde mutfağa girdi her zamanki gibi şık ve sportif bir giyim yakalamıştı.

Ellerini birbirine vurup köşede asılı duran önlüklerden birini bana doğru uzattı. Ona ve uzattığı önlüğe sanki yabancı bir şeye bakar gibi kaşlarımı çatarken, o alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdi.

 

"Öyle far görmüş tavşan gibi bakma. Tek başıma iki kişilik kahvaltıyı nasıl hazırlarım, değil mi?" dedi, alaycı bir ses tonuyla.

 

Elindeki önlüğü alırken gözlerimi devirdim, ama o halime bakıp gizlice gülüyordu.

 

"Peki, ne yapıyoruz?" dedim, bir elim tezgaha yaslı, diğer elim belimde, suratımda açıkça hoşnutsuz bir ifade.

 

"Menemen yapalım," dedi. "Ne dersin?"

 

"Olur. Ben soğanları getiririm, sen de domatesleri çıkar," dedim ve harekete geçmeye hazırlanırken beni durdurdu.

 

"Yalnız, menemen soğansız olur," dedi kendinden emin bir şekilde.

 

Kaşlarımı kaldırıp ona ters ters baktım. "Yemekten anlamam belki, ama bu güne kadar 28 yıllık yiyiciyim, menemen soğansız bir halta benzemez, nokta."

 

Gözlerini devirdi. "Soğan tadını bozuyor. Hem dünyanın en iyi şefleri de orijinal meneminin soğansız olduğunu söylüyor, benim gibi."

 

Kaşlarımı kaldırıp alaycı bir şekilde gülümsedim. "Dünyanın en iyi şefleri mi? Şeflerin de bilmediği bir şey var o zaman, çünkü menemende soğan şart," dedim.

 

Savaş, masaya doğru yürüyüp domatesleri çıkardı, elleri hızlıca hareket ediyordu. "Ben bir yapıyım sen bir gör ," dedi.

 

"Tabii, tabii. Hele bir de soğansız yap da görelim," diye karşılık verdim, eğilip dolaptan soğanı çıkardım. Elimde tuttuğum soğanı ona doğru sallarken devam ettim, "Ama bu, bu soğan mutlaka girecek menemene. Başka türlü ben o menemenin yanına bile yaklaşmam."

 

Savaş bir kahkaha atıp bıçağı aldı, domatesleri kesmeye başladı. " çocuk gibi inadın yok mu? Kahretsin ki onu da çok seviyorum Tamam, soğanı sen hallet, ama birazını koy, bütün tadını mahvetme," dedi göz kırparak.

 

Soğanları ince ince doğrarken, onun yanındaki enerjik halini izliyordum. Aramızdaki bu tatlı atışmaların bana nasıl huzur verdiğini fark ettim. Soğanları doğrayıp tavaya atarken, Savaş da domatesleri ekledi.

 

"Sana her sabah böyle kahvaltı hazırlatsam, belki yemek yapmayı öğrenirsin," dedi hafif bir alayla.

 

"Ha ha, çok komik,"

 

" Şu haline bak yemekten anlamadığın o kadar belli ki" dedi hâlâ benimle uğraşarak,

 

" sen bir bana baksana, kocası uyurken ona kahvaltı hazırlayan çocuklarına bakan bir kadın profili görüyor musun? Hayır yani tüm ev hanımlarına saygım var da, fakat bende o kumaş yok" dedim açıkça,

 

Savaş, güldü ve bir yandan tavaya yumurtaları kırmaya başladı. "Yani, seni mutfakta hayal etmek zor olabilir ama belki bir gün sürpriz yaparsın, kim bilir?" dedi, göz ucuyla bana bakarak.

 

"Tabii, tabii. Benim yapacağım en büyük sürpriz ne olur biliyor musun?" dedim, elimdeki kaşığı sallayarak. "Bir sabah uyanırsın, mutfak bomboş, hiçbir şey yok. Çünkü o sabah kahvaltıyı dışarıda yapıyoruz, tatildeyiz," diye ekledim göz kırparak.

 

Savaş, gülümseyerek omuz silkti. "Fena olmaz. Ama yine de tatilde bile kahvaltı hazırlamak zorunda kalırsam, tatilin tadı kaçmaz mı?"

 

"Bak, tatilin en güzel yanı da bu zaten. Sen hazırlarken ben güneşin altında keyif yapıyorum. Sonra getiriyorsun bana kahvaltıyı, tabii yanında çayım da var," dedim, hafifçe gülerek.

 

Savaş, bir an durdu, kaşlarını kaldırıp bana döndü. "Yani, tatilde de mi iş başa düşecek? Ne kadar şanslıyım." Sesinde hafif bir sitem ama gözlerinde o alıştığım sıcaklık vardı.

 

Tavaya eklenen yumurtalar yavaşça pişerken, ben de ona yaklaşıp omzuna hafifçe dokundum. "Söylemesi kolay ama seninle tatile gitmek bile başlı başına bir macera olurdu." dedim, bir yandan da gözlerimle onun tepki vermesini bekliyordum.

 

Savaş bir süre sessiz kaldı, sonra yumurtaları karıştırırken alaycı bir ses tonuyla, "Macera diyorsun ha? emin ol, sadece kahvaltı hazırlamakla kalmaz. Muhtemelen beni dağ başında kovalamaca oynarken bulurlar."

 

Gözlerimi devirip hafifçe gülümsedim. "Hah! Ben mi seni kovalayacağım? Senin peşinden koşmam için bayağı bir sebep bulman lazım."

 

Savaş göz ucuyla bana baktı ve ciddi bir tonla, "İnan bana, peşimden gelmen için bin türlü sebebi yaratırım," dedi.

 

Sözlerinin altında yatan derin anlamı hissedince, bir an kalbim hızlandı. Her zaman böyleydi; en beklemediğim anlarda, en basit konuşmaların ortasında bir şeyler söyler ve beni tamamen hazırlıksız yakalardı. Ama bu sefer alttan almak istemedim.

 

"Bir de bu kadar emin olmasan?" dedim, kollarımı göğsümde birleştirerek ona meydan okuyan bir bakış fırlattım.

 

Savaş, menemenin son dokunuşlarını yaparken ben de tezgaha yaslanıp onu izlemeye devam ettim. Aramızdaki atışmaların bitmeye yakın olduğunu hissediyordum ama hâlâ küçük bir kıvılcım kalmıştı. Yumurtaları iyice karıştırıp ocaktan aldı, özenle tabağa koyarken bana dönüp sırıttı.

 

"İşte, az soğanlı menemen. Bakalım beğenecek misin?" dedi, tabağı masaya bırakırken hafif bir meydan okuma vardı sesinde.

 

Ona doğru bir adım attım ve elimdeki çatalı alıp tabağa daldırdım. Bir lokma alıp ağzıma attım, lezzeti damağımda yayılırken yüzümde istemsiz bir memnuniyet oluştu ama belli etmemek için dudaklarımı büzüp bir an sessiz kaldım.

 

Savaş sabırsızca bekliyordu, gözlerini kısmış, dudaklarının köşesinde bir gülümseme belirmişti. "Ne oldu? Beğenmedin mi?" dedi, biraz daha yaklaşarak.

 

Biraz daha ağırdan alarak gözlerimi ona diktim. "Yani... Fena değil. Ama soğan olmasaydı kesin berbat olurdu," diye karşılık verdim, kaşığımı tekrar tabağa daldırırken.

 

Savaş kahkahasını tutamayıp başını iki yana salladı. "Tabii, tabii. Hep o soğanın başarısı," dedi dalga geçerek. Sonra yanımda oturup kendi tabağını aldı.

 

Biz kahvaltıya dalmışken, kapı çaldı. İkimizde bir an birbirimize baktık.

 

" Birini mi bekliyordun?" Dedim, merakla

 

" Hayır" dedi net şekilde,

 

Savaş kapıyı açmaya giderken, arkasından baktım. Ardından kapının açılma sesiyle aratın sesi duyuldu. Dayanamamış buraya kadar gelmişti gollum işte ne beklenirdi ki

İçerden sesini duyuyordum.

 

" Nerdesin, dünden beri arıyorum açmıyorsun sabah da o cadı açıyor telefonu"

 

Bana cadı diyordu, sanki kendisi çok matrak bir şeydi. Mutfaktan çıkıp salona geldiğimde, kanepeye oturmuş kanepenin önündeki masadan aldığı krakerlerden birini kemiriyordu.

 

" Hoşgeldin, sabah ki son mesajdan sonra kalpten gittin diye düşünüyordum da görünen o ki yine dokuz canlısın, bizde tam kahvaltı yapıyorduk ki her zamanki gibi damladın" dedim gözlerimi devirerek savaşa yaklaşırken,

 

" Nerden buldun burayı?" Dedi savaş deminden beri gözlerini ayırmadan golluma bakarken,

 

" Telefonundaki sinyalden" dedi, bir de yüzsüz yüzsüz söylüyordu. bu gollum, savaşa aşık gibi her fırsatı kolluyordu.

 

" Kim sana gel dedi, gelirken ya birilerini de peşine taksaydın" dedi gollumun rahat tavırları onu köpürtüyordu.

 

Gollum yerinde doğrulurken, dikkatle savaşa bakıyordu. " O kadarını düşündük Herhalde gelirken dikkat ettim"

 

Savaş sıkıntıyla nefesini verirken, ben hiç istifimi bozmuyordum.

 

" Sorguya almanız ve laf sokmalarınız Bittiyse benimde soracaklarım var" dedi."Birincisi burda ne işiniz var?, ve en önemlisi ne olur bu kazanovayla evlilik hayali kurduğunu söyleme savaş"

 

Son söylediğine gülerek, " ziyaretinin asıl sebebi belli oldu, " dedim. Gollum komik mi der gibi bakarken,

 

Savaş sinirli bir şekilde dişlerini sıktı, ama yüzündeki sert ifade, Arat'ın rahat tavırlarına tepki vermemek için kendini zorladığını gösteriyordu. Salona yaklaştım, Savaş'ın omzuna hafifçe dokundum.

 

Savaş derin bir nefes aldı, gözlerini hala Arat'tan ayırmadan başını hafifçe salladı. "Ne yapacağız seninle, arat? Her fırsatta gelip ortalığı karıştırıyorsun."

 

Arat, krakeri ağzına atıp arkasına yaslandı, umursamaz bir gülümsemeyle. " alla alla merak ediyoruz da suç, gelmeseydim insan bir arayıp sorar demesini bilirdin ama. Hem Bu cadı," dedi başıyla beni işaret ederek, "başını hattağa hepimizin başını belaya sokacak.."

 

Bir an bile etkilenmiyordum çünkü onunla atışmalarımız artık spor gibiydi, ayrıca Alayla karışık söylemesine rağmen hâlâ beni kıskandığını düşünüyordum. Savaş ise kaşlarını çatmış, sertçe Arat'a baktı. "Ezim'le konuşma şekline dikkat et," dedi soğuk bir tonla. " laf cambazlığı yapma da Buraya gelmenin bir sebebi var mı yoksa laf olsun diye mi geldin?"

 

Arat, yüzündeki alaycı ifadeyi bir anlığına kaybedip ciddileşti. "Gerçekten de bir sebep var. Yine Rıza'dan haber geldi. Senin izini sürmeye başlamış. Sadece seni değil, etrafındaki herkese seninle ilgili konuşup seni kışkırtmaya çalışıyor. Bu sefer işi ciddiye bindirmiş."

 

Savaş'ın yüzündeki sinir yerini bir anlığına dikkat kesilmiş bir ifadeye bıraktı. "Rıza mı?" diye sordu, sesi alçalmıştı. O an gerginlik salonun havasına iyice yerleşti. Arat, yavaşça yerinden kalktı, Savaş'ın karşısına dikildi.

 

"Evet, bu sefer işler daha karmaşık. O yüzden seni uyarıyorum. Gözün sürekli açık olsun, özellikle Ezim konusunda. Ona dokunabileceklerini sanmıyorum ama kimseye güvenemeyiz. Adamı bilirsin, hep beklenmedik yerden vurur."

 

Savaş sessizce başını salladı, bir an düşündükten sonra bana döndü. "Bu işin peşini bırakmamız mümkün değil. Hazırlıklı olmalıyız."

 

Gözlerim istemsizce Arat'a döndü. Onun bu kadar ciddileşmesini beklemiyordum ama Rıza ismi geçtiğinde herkesin tavrı değişirdi. Aratın bile...

 

"Peki," dedim derin bir nefes alarak, "ne yapmamızı öneriyorsun?"

 

Arat kaşlarını kaldırdı. "Bir süreliğine Savaş'ın yanında kalman iyi olur, Ezim. Senin güvenliğin için "

 

Gollum tekrar dudaklarını konuşmak için araladı.

" Bir şey daha var?"

 

Savaş sıkıntıyla nefesini verirken,

" Yine ne oldu ya geldin geleli bir hayırlı birşey çıkmadı ağzından"

 

Gollum cebinden telefonunu çıkarıp sessizce bize uzattı. Savaş bir an tereddüt etti, sonra hızlıca telefonu elinden aldı. Midemde bir düğüm oluştu, sanki aniden her şey birbirine karışmıştı. Sessizlik ağırlaştı. İkimiz de pür dikkat ekrana kilitlendik. Telefonun hoparlöründen gelen spikerin ciddi ve soğuk sesi odayı doldurdu:

 

"Son dakika bilgisine göre, Dündar Akman ve oğlu arasında gerçekleşen telefon görüşmeleri basına sızdırıldı. Bu kayıtlarda, Dündar Akman'ın, Sedef Acar'ın ölümünden kızı Ezim Akman'ı sorumlu tuttuğu ve oğlundan bunun hesabını sorduğu duyuluyor. Kayıtların ardından, Ezim Akman'ın Sedef Acar'ın ölümüne sebebiyet verdiği iddiaları gündeme gelirken, Karaarslanlı Holding'in sahibi Savaş Karaarslanlı'nın da suçluya yardım ve yataklık yaptığı gerekçesiyle aranmakta olduğu öğrenildi."

 

Nefes almakta zorlandım. Bu nasıl olmuştu? Bu kayıtlar nereden çıkmıştı? Gözlerim bir an için Savaş'a kaydı. Yüzünde sert bir ifade vardı ama o da ne diyeceğini bilmiyordu. Arat ise sessizce köşede duruyor, yüzünde her zamanki ciddiyetsiz haliyle olayları izliyordu. Ama bu sefer alay etmiyordu; bu işin ciddiyetinin farkındaydı.

 

"Bu saçmalık!" diye haykırdım. "Bu nasıl olabilir? Kayıtlar nereden çıkmış?"

 

Savaş telefonu kapatıp sessizce yanıma geldi. Ellerini omuzlarıma koydu, gözlerinde kararlılık vardı. "Halledeceğiz," dedi sakin bir sesle. "Ama şimdi dikkatli olmalıyız. Bu işler bu kadar büyümüşken, her adımımızı doğru atmalıyız."

 

"Ben hiçbir şey yapmadım," dedim, sesi titreyerek. "Sedef'in ölümü bir kazaydı. Bu iftiralar nasıl..."

 

"Rıza," dedi Arat, köşeden seslenerek. "Bu herifin işi olabilir. Zamanlaması fazla manidar."

 

Savaş'ın gözleri, kararlılıkla doluydu, ama aynı zamanda bir endişe de barındırıyordu. Düğüm gibi sıkan duygular içinde kendimi kaybetmek istemiyordum. Olayların ne kadar tehlikeli bir hal aldığını biliyordum. Babam ve Sedef'in ismi, tüm bunların içinde gizli bir kıvılcım olmuştu.

 

"Dündar, bizi bu duruma düşürmek istiyor," dedim, sesimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak. "Ama nasıl? Kayıtlar nereden çıktı? Rıza'nın parmağı kesinlikle işin içindedir."

 

Savaş, gözlerini benden ayırmadan derin bir düşünceye daldı. "Bunu anlamanın tek yolu, Dündar'ın bu kayıtları neden çıkardığını çözmek. Sadece seni değil, beni de hedef alıyor. Suçlamalarla bizi köşeye sıkıştırmak istiyor."

 

Arat, sessizliğini bozarak, "Dündar, Sedef'in ölümünden bir başkasını sorumlu tutarak kendi imajını kurtarmaya çalışıyor. Ama bunun altında yatan asıl sebep ne?" dedi, sesindeki ciddiyetin tonunu yükselterek. "Bizi bir hedef olarak seçtiği kesin."

 

Kafamda çarklar dönmeye başladı. Savaş'a dönerek, "O zaman yapmamız gereken, bu durumu tersine çevirmek," dedim. "Kayıtların nereden geldiğini araştırmalıyız. Ve Rıza'yı... onu sıkıştırmalıyız. Bu işin arka planında başka birileri var."

 

Savaş, ellerini omuzlarımdan çekerek, "Doğru," dedi. "Ama ne yaparsak yapalım, dikkatli olmakta fayda var Rıza'nın ne yapacağı belli olmaz."

 

Arat, duruşunu değiştirerek, "Bu herifin izini kaybetmemek gerek. Sadece kayıtlar değil, başka şeyler de peşinde olabilir," dedi. "Belki de her şey planlarının bir parçasıdır. Meseleyi çözeceğiz diye her an her şey daha karmaşık hale gelebilir."

 

Nefesimi tutarak, Arat'ın söylediklerini dinledim. "Ama elimizde bir şey yok," dedim. "Rıza'nın ne yapacağını bilemiyoruz. Yarın ya da yarından sonra ne olacağını kestiremiyoruz. Aslında Bizimle asıl sorunu olan değil, onu bize karşı kullanıyorlar ama şimdilik kullanılan piyonun fişini çekelim"

 

Savaş, soğukkanlılığını koruyarak, "Kayıtların kaynağını bulmalıyız. Gerekirse gizli bir araştırma yaparız. Bir yolunu bulmalıyız," dedi. "Eğer bu iftiraları geçersiz kılabilirsek, hem seni hem de beni korumuş oluruz."

 

Ben, o an anladım ki, bu olayların iç yüzünü çözmek için çok çalışmalıydık. Kayıtların kaynağını bulmak, gizli bir araştırma yapmak, Rıza'yı sıkıştırmak için bir plan oluşturmak gerekiyordu. Ama önce, elimizdeki bilgileri derleyip bir araya getirmeliydik.

 

Rıza'nın ve Babamın ne yapacağını bilmeden hareket etmek oldukça tehlikeliydi. Gözlerimi önümüzdeki yolda sabitledim; Savaş'ın yanında olduğum için bir nebze rahat hissediyordum ama olayların ne kadar derinleşeceğini kestiremiyordum. Gelecek, sırlarla dolu bir kabus gibi yaklaşıyordu.

 

Bölümü nasıl buldunuz?

En sevdiğiniz replikler hangileri oldu?

Gelecek bölümler için teorileri olanlarınız var mı?😉

bildiğiniz gibi bir süredir yeni bölüm gelmemişti, ama takdir edersiniz ki şu anda Wattpad kapalı ve bölüm yazıp yayınlamak zor oluyor. Ama sizin için dolu dolu bir yeni bölüm yazdığımı düşünüyorum.

Herneyse gelecek bölümlerde görüşmek üzere, ve buraya kadar gelmişken yıldıza dokunmayı unutmayın takipte kalmaya devamedin🎀📍

Loading...
0%