Yeni Üyelik
22.
Bölüm

19. Bölüm GÖZYAŞI

@sima.d

 

Hepinize meraba, yeni bölüm için çok beklettim farkındayım ama yinede sizlerin ve karakterlerin en mutlu olacağı şekilde yazmak istiyorum, bakmayın ezimin tatlı minnoş hallerine o da kaosu seviyor.

 

 

Bu bölüm içime sinen bir bölüm oldu umarım sizde seversiniz iyi okumalar:)

***

 

Savaş'ın yüzünde daima taşıdığı o kontrol edilemez soğukkanlılığı yine yerindeydi. Karşısındaki Arat'a bakarken gözlerindeki gölgeli kararlılık, sözlerinden önce etkisini hissettiriyordu. Bu kadar mesafeli ve kendinden emin bir adamın, bu denli soğukkanlılığını koruyabilmesi, yıllar boyunca tanıdığım birçok insandan farklıydı.

 

Sakin, ama hedefini asla şaşmayan bir tonla Arat'a doğru başını eğip sorusunu yöneltti: "Yaren nerede?"

" Evet nihle, tarık onlar ne yaptı?" Dedim bende araya girerek,

 

Arat, Savaş'ın merakının ardında saklanan endişeyi belki de sezmişti; sakin bir tavırla cevap verdi: "Merak etmeyin, iyiler. Polis baskını sonrası Tarık, Nihle'yle birlikte başka bir eve geçti; Nihle de hemen onun peşinden çıktı. Yaren de şimdi bizimle güvende; onu kimsenin aklına gelmeyecek bir yere götürdüm, başına da bizimkileri diktim." Konuşurken kaşlarını çatıp bir anlık duraksadı, düşüncelerinin arasına kaybolmuş gibiydi.

 

Savaş, yüzünde en ufak bir değişim olmadan sakallarına doğru elini götürdü; sanki bu hareket, düşüncelerini organize etmek için yaptığı bir ritüeldi. Yüzündeki ifade neredeyse hiç sarsılmadan Arat'a döndü ve o kendinden emin ses tonuyla konuştu, "Ezim burada kalacak. Sende benimle gel."

 

Arat, Savaş'ın söylediklerini onaylarcasına başını eğdiğinde, içimde bir şeyler kıpırdandı. Burada öylece kalmam gerektiği fikri aklımda yankılanırken, içimdeki itirazı bastırmamın mümkün olmadığını fark ettim. Bu kadar şey yaşanırken, arka planda bırakılmayı kabullenemezdim.

 

Savaş'ın koluna dokundum ve sesim bir an bile tereddüt etmeden çıktı, "Bir dakika, bir dakika! Burada elim kolum bağlı oturacağımı düşünmüyorsun, değil mi?"

 

Savaş'ın bakışları gözlerimde sabitlenmişti, sesi oldukça emin ama bir o kadar da ikna edici bir tonla çıktı. "Bu çok tehlikeli, Ezim. Bu sefer başına buyruk hareket etmeni istemiyorum. O yüzden, kendin için olmasa bile benim için burada kal... gözünü seveyim, bir de seninle uğraşmıyım."

 

Sözlerinin ardındaki endişeyi hissetmemek imkansızdı. Savaş, her zamanki gibi benimle değil de, koruması gereken bir şeyle konuşur gibiydi. Ama bu sefer pes etmeye hiç niyetim yoktu. Kaşlarımı çatıp dudaklarımı sıkarak karşılık verdim, "Bittiyse, ben de geliyorum." Hızla bir adım attım, gözlerinin önünde olmak için, onunla aynı safta yürümek için...

 

Ama tam o anda, Savaş kolumdan yakaladı. Sert tutmuyor olsa da kararlılığını hissediyordum, neredeyse inatçı bir umutsuzlukla. Gözlerindeki ciddiyet, bana koruyucu bir duvar örüyordu adeta.

 

"Hayatında bir kez olsun benim için bir şey yap, Ezim. Çok bir şey istemiyorum, sadece güvende olmanı istiyorum," dedi, sesi bir an bile titremeden.

 

Kolumda hissettiğim sıcaklığı görmezden gelmeye çalışarak gözlerimi ona dikerek sert bir tonda fısıldadım, "Bırak kolumu."

 

Savaş, elini hızla çekti ama yüzündeki o ciddi ifade kaybolmadı. Bakışları gözlerime kenetlenmişken, sadece "Uslu dur," dedi ve aniden başıma bir öpücük kondurdu. Bu, onun kontrol altına almak istediği, bir yandan da koruma içgüdüsüyle hareket ettiği bir andı; ama bende uyandırdığı his, ona karşı daha da direnme isteği uyandırıyordu.

 

Savaş, Arat'la birlikte kapıya yönelirken hızla çıkıp gittiler. Kapının kapanışıyla birlikte derin bir nefes aldım, ama içimdeki isyanı bastırmak yine de zor geliyordu. Kapının kapanışını izledikten sonra hızla pencereye doğru yürüdüm, perdeyi aralayıp dışarı baktım.

 

Bahçede en az 20, belki 30-40 koruma vardı, Evin etrafını sarmışlardı görünen o ki. Elleri silahlarının üzerinde bekleyen, her an bir şey olacakmış gibi tetikte duran insanlar... Kollarımı göğsümde birleştirip gözlerimi Savaş'ın durduğu yere diktim. Arabaya binmeden önce, elini belindeki silaha atıp çıkardı, ardından duraksadı. Birkaç saniye, gözlerini direkt bana doğru kaldırdı. Uzaktan da olsa bakışlarımız buluştu.

 

İçimdeki sinir ve onun koruma çabası arasında sıkışıp kaldığım o anın gerginliğini hissederken, Savaş elindeki silahı sıkıca kavrayıp beline yerleştirdi. Ardından Arat'a kısa bir bakış attı ve ona "Gidelim," dercesine bir işaretle arabaya bindi.

 

Savaş'ın o araca binişiyle içimde biriken huzursuzluk, bana bir adım daha atmam gerektiğini hatırlatıyordu; ama o, her zamanki gibi beni ardında bırakıp gitmişti.

 

Savaş ve Arat'ın arabaları gözden kaybolur kaybolmaz, içimdeki sabırsız isyan kendini gösterdi. Herkes bu tehlikenin ortasındayken burada, güvende bir köşede beklemek... Bu, benim tarzım değildi. Hele ki Savaş'ın kendini böyle göz göre göre riske atarken benim hiçbir şey yapmadan beklemem, asla kabul edemeyeceğim bir durumdu. Savaş ne derse desin, ben ona boyun eğecek biri değildim.

 

Yukarı, yatak odasına hızla çıktım. Savaş'ın geçen gece gizlice sakladığı silahı gözümden kaçırmamıştım. Yatak başlığının arkasındaki bölmeye elimi uzattım ve soğuk metalin parmaklarıma değmesiyle içimde bir güven hissi belirdi. Savaş silahı buraya saklayarak beni korumak istese de, şimdi o silahı alarak ona en büyük iyiliği yapmış olacaktım.

 

Silahı belime yerleştirirken dolaba dönüp üzerime rahat ama hareket kabiliyetimi kısıtlamayacak, siyah bir kıyafet seçtim. Savaşçı içgüdülerim beni ele geçirirken, tek bir planım vardı: Bu evden çıkmak ve Murat'ı bulmak.

 

Beline taktığım silahı ve bıçağı güvenli bir şekilde yerleştirdikten sonra aşağıya indim. Aşağıda, evin etrafının korumalarla dolu olduğunu ve her köşenin gözetlendiğini biliyordum. Bu evden kaçmak, sıradan bir çıkış olmayacaktı.

 

Etrafı dikkatlice tarayıp gözlerimi gezdirdim. Bu kadar koruma arasından geçmek, en az kırk kişiyi atlatmak demekti ve bunu yapacak tek yol zekice bir plan kurmaktı.

 

bir anlığına durdum; Savaş'ın ne kadar ileriye gitmiş olduğunu, beni koruma amacıyla nasıl önlemler aldığını düşündüm. Ama artık geri dönüş yoktu. Aklımda hızlıca bir plan oluşturdum: Çıkış yolu, arka bahçeye açılan bodrum kapısından geçmekti. Oraya göz ucuyla baktım, birkaç koruma bodrumun girişi ve çevresinde nöbet tutuyordu, ancak bu, onları atlatamayacağım anlamına gelmiyordu.

 

İlk hamlem, dikkatlerini dağıtmaktı. Mutfaktaki cam kavanozlardan birini alıp girişin hemen yakınındaki çalıların içine fırlattım. Kavanoz yere çarptığında camın kırılma sesi, beklediğimden çok daha sert yankılandı. Birkaç koruma başlarını çevirip sesin geldiği yöne yönelince, fırsatı kaçırmadım. Eğilerek, dikkat çekmeden bodruma doğru hızla ilerledim. Adımlarımı olabildiğince hafif tuttum; kalbim güm güm atarken, zihnimde tek bir düşünce vardı: Savaş'a ulaşmak.

 

Bodrumun karanlık koridorlarından geçip arka bahçeye açılan kapıyı bulduğumda, derin bir nefes aldım. Kapının ardında belki daha fazla koruma vardı, ama artık kararımı vermiştim. Kapıyı yavaşça aralayıp kendimi bahçeye attım. Çevreme hızlıca göz gezdirip, en uygun rotayı belirlemeye çalıştım.

 

Bahçenin kenarındaki büyük çalılıklar, tam da saklanmak için idealdi. Eğilerek çalıların arasına sızdım, korumalara görünmeden bahçenin diğer ucuna ulaşmam gerekiyordu. Yaklaşan iki korumanın konuşmalarını duyabiliyordum:

 

"Bu gece de mi burada bekleyeceğiz? "

 

" Söylenme oğlum bu bizim işimiz"

 

" Ezim hanımı gözden bile kaçırmayalım, eğer olur da kaçarsa patron bizi öldürür."

 

" kuş bile uçurtmuyoruz kim nerden nasıl çıkıyor bu evden"

 

İkisinin aralarındaki mesafe artarken, bu fırsatı değerlendirip ağaçların arasından hızlıca ilerledim. Arka kapıya doğru yaklaşırken, gözetlemeden geçemeyeceğim bir başka koruma grubuyla karşılaştım. Ancak çevreyi hızlıca incelediğimde, evin yan tarafında kısa bir çitin üzerine dizilmiş boş varilleri fark ettim. Eğer dikkatlice tırmanabilirsem, varillerin üzerinden geçerek sessizce bahçeden çıkabilirdim.

 

Nefesimi tutarak varillere tırmandım. Dengeyi kaybetmemek için yavaşça bir adım daha attım ve sonunda kendimi bahçenin dışına, dar bir patikanın üzerine attım. Etrafıma hızlıca bakarak, başka bir koruma olmadığına emin olduktan sonra yola koyuldum. Şimdi, hedefim Murat'ı bulmaktı.

 

Kapüşonumu başıma çekerek yürümeye başladım. Dışarıdaki soğuk rüzgar, yüzümü okşadı ama beni durdurmaya yetmedi. Şehir yoluna doğru ilerlerken, dikkatimi dağıtmadan çevreme bakıyordum. Uzakta, bir benzin istasyonu görünmeye başladı. Dikkat çekmemek için hemen markete girdim. İçerisi boştu; birkaç rafın arasında kaybolmuş gibiydim.

 

Bir şey alıyormuş gibi davranmalıydım. Kasada genç bir kız vardı. Yaklaştım ve "Bir dakika bakabilir misiniz?" dedim. Ama içimdeki gerginliği hissetmemek için gözlerimi sürekli dışarıda, arabaları izleyerek dolaştırdım. Kız, "buyrun? Ben yardımcı oluyum" diye sordu, ama ben onun yerine dışarıda bir arabanın dikkatimi çektiğini fark ettim.

 

O arabaya doğru giden bir adam vardı. Yanındaki pompacı başka biriyle konuşuyordu. Gözlerim o arabada sabitlendi. Hızla düşünmeye başladım. " Ben şu içeceğin vişnelisini istiyorum da sizde bulunmuyor sanırım" derken kız çözüm arar gibi bakınca, gülümseyerek devam ettim," belki bir depoya bakarsanız " dedim, kasiyere. Gayet soğuk kanlı duruyordum.

 

Kız gülümseyerek, " doğru haklısınız Ben bir depoya bakayım," dedi. Boşuna zaman kaybetmek istemiyordum. Kıza sahte gülümsememi takınarak gülümsedim ve sesimi bozmayaya çalışarak dikkat çekmeden hızla marketten dışarı çıktım.

 

Etrafıma bakınarak temkinli adımlarla arabaya doğru ilerledim. Arabaya yanaştığım da, etrafa bakarak dikkat çekmeden hareket etmeliydim. Kapıyı açıp içeri atladım ve hemen motoru çalıştırdım. Benzin istasyonundan hızla çıkarken dikiz aynasından arkama baktığımda arabanın sahibini ve görevliyi gördüm adam çırpınıp duruyordu.

 

Motorun gürültüsü kulaklarımda yankılanırken, hızla gaza bastım. Arabanın sahibi ve görevlinin şaşkın bakışları dikiz aynasında giderek küçülürken, kalbim çarpıyordu ama yüzümde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Yollar boş sayılırdı; şehir yoluna çıkarken, sanki bu gün her şey beni hızla ileriye gitmem için cesaretlendiriyordu.

 

Birkaç kilometre ilerledikten sonra, yol kenarındaki loş bir ara sokağa saparak hızımı azalttım. İçimdeki heyecan dalgası, yerini sakin bir düşünceye bıraktı. Bu kaçış anı, sadece bir başlangıçtı.

 

Telefonumu çıkardım ve adresi doğrulamak için ekrana baktım. Yoluma devam ederken arkamda kimsenin olmadığından emin olmalıydım. Bu yüzden her birkaç dakikada bir dikiz aynasına bakıyor, hiçbir detay gözümden kaçmasın diye dikkatle izliyordum.

 

Aklımdaki plan netti ama yine de küçük detaylar, her zaman olduğu gibi, her şeyi değiştirebilirdi. Arabayı hızla sürerken, zihnim bir sonraki adımı düşünüyordu.

 

Kapüşonumu başımda, loş sokağın kenarına doğru arabayı yavaşça çektim. Motoru durdurup birkaç saniye derin bir nefes aldım, sessizlikte kalbimin atışlarını duyabiliyordum. Telefonumu çıkararak Tarık'ı aradım. Çaldı, sonunda sesi duyuldu.

 

"Ezim, neredesin?" diye sordu endişeyle.

 

"İyiyim, merak etme. Asıl siz iyi misiniz? Nihle seninle mi, güvende misiniz?" diye sordum, sesi sakin tutmaya çalışarak.

 

Tarık'ın sesi de endişeliydi ama beni rahatlatmaya çalıştı. "Biz iyiyiz, Nihle de yanımda. Merak etme."

 

İçimden derin bir "ohh" çektim, ama tam o sırada telefondan Nihle'nin sesi yükseldi; Tarık'ın elinden telefonu almış olacak ki, sesi net ve endişeliydi. "Asıl sen nerdesin, Ezim? Savaş aradı demin, kaçtığını söyledi. Neler oluyor?"

 

O an içimdeki endişeyi yatıştırmak için sakin görünmeye çalışarak, geçiştirir bir tonla cevap verdim. "Olması gereken oluyor, Nihle. Her şey benim yüzümden oldu; şimdi fare gibi saklanamazdım."

 

Telefonun diğer ucunda kısa bir sessizlik oldu, ardından Tarık'ın endişeli sesi duyuldu, "Ezim bu çıkan haberler doğru mu? Ne yaptın sen?"

 

Nihle hemen araya girdi, hâlâ telefonu elinde tutuyordu. "Bir sus Tarık, ben sana anlatırım sonra," dedi.

 

Bir an için her şeyin kontrolümden çıkacakmış gibi hissettirdiğini anladım ve telefonu kapatmam gerektiğini biliyordum. "Her neyse," dedim, "sakın Tarık'ın yanından ayrılma, dikkat edin."

 

"Ama" Nihle'nin sesi kesik bir itiraz gibi geldi ama telefonu hızlıca kapattım.

 

Telefonu kapattıktan sonra, derin bir nefes aldım ve numarayı bir kez daha çevirdim. Bu sefer çaldıktan sonra, Murat'ın sesi duyuldu. Her zamanki alaycı tonu hemen hissediliyordu.

 

"vay vay vayy sen beni arar mıydın ya" diye sordu alayla. Sözleri ve tonlaması, gerginliğimi daha da körüklüyordu.

 

"Kes sesini de beni dinle fazla vaktim yok," dedim soğuk bir tonla. "buluşmamız lazım."

 

O ise bu isteğimi ciddiye almadan gülerek, "Ah, kıyamam sana, beni mi özledin?" diye alay etti. "Kaçış planında beni de mi kullanacaksın yoksa?"

 

"Murat" diye karşılık verdim sertçe. "konuşmamız lazım. ÖNEMLİ!"

 

Sözlerimin ağırlığını hissettiğini anladım çünkü ses tonu biraz daha ciddileşti. "sonunda bana muhtaç oldun demek" dedi bu kez daha dikkatli bir sesle.

 

Bir an duraksadım, ona ne kadarını söyleyebileceğimden emin değildim. "Sen bi gel görürsün," dedim, biraz da kendimi kontrol etmeye çalışarak.

 

" Peki Nerede görmek istersin beni, sevgili kaçak?"diye güldü, sözlerinde sinsice bir memnuniyet vardı.

 

Kısa bir an için duraksadım, dikkat çekmeyecek bir yer düşünerek. "Ben sana konum atarım," dedim. "Sen Yarım saat içinde burada ol yeter."

 

"tamam" dedi, hafif bir alayla. "Eskiden bana mesafeli dururdun, şimdi gizli işler için beni arıyorsun. Büyük konuşmamak lazımmış değil mi?"

 

"Çok mu konuşuyorsun yoksa fazla mı merak ediyorsun, Murat?" diye çıkıştım, sakinliğimi korumaya çalışarak. " Daha fazla zevzevlik etme de bir an önce gelmeye bak"

 

Kısa bir sessizlik oldu, ardından derin bir nefes aldığını duydum. " tamam tamam geliyorum " dedi. Alaycı tonu biraz yumuşasa da ciddiyetini hala koruyordu.

 

Telefonu kapattıktan sonra başımı arkama yaslayıp gözlerimi bir an için kapattım. Zihnimde, Murat'la yapacağım konuşmanın bir sonraki adımlarını tartıyordum.

 

...

 

Bir saat sonra, Karşıdaki ağaçlık yolun sonunda, bir araba bana doğru yaklaşmaya başladı. Murat'ın siyah arabası yavaşça önümde durdu. siyah son model araba önümde yavaşça yanaştı. Motorun sesi, bir anlığına ortamın sessizliğini bozdu. Gözlerimi açıp geri yaslandığım yerden, ona doğru döndüm. Yüzümdeki ifadenin, onun alaycı tavırlarına karşı durmasını sağlamaya çalışıyordum.

 

Kapıyı açtıktan sonra, arabadan çıkarken üzerindeki deri ceket, onun kendine güvenen duruşunu pekiştiriyordu. Kısa bir süre bana bakıp gülümsedi. "Ah, kıyamam sana, hala burada bekliyorsun. Merak etme, geliyorum," dedi yine alaycı bir tonla. Gözleri, aradaki gerginliği geçiştiren bir mizah ile parlıyordu.

 

Murat, yürürken dikkatimi çekti. Hızla, ama bir o kadar da kayıtsız görünerek yanımda durdu. "Seni bu kadar meraklandırdığım için özür dilerim, trafik vardı" diye söze başladı, ama gözlerim ona odaklandığında, ciddiyetin arifliğini hissettim.

 

"Beni böyle tenha yerlere çağırman için çok geçerli bir sebebin olmalı," diyerek bana doğru birkaç adım attı. Ellerini cebine sokmuş, her zamanki rahat ve umursamaz havasındaydı.

 

"Laf kalabalığına gerek yok, Murat," dedim ciddi bir tonla. "Yardımına ihtiyacım var."

 

Murat kaşlarını kaldırarak hafif bir kahkaha attı. "Senin gibi biri, benden yardım isteyecek kadar dibe vurmuşsa, gerçekten büyük bir olay var demektir," dedi, gözlerinde merak ve biraz da eğlenceyle. "Peki, anlat bakalım. Ne istiyorsun?"

 

Ona güvenip güvenmemem gerektiğinden emin değildim ama başka seçeneğim de yoktu. Derin bir nefes alıp doğrudan konuya girdim. "Peşimdeler, Murat. Haberleri görmüşsündür Bunu babamın yaptığına eminim ama olayın arkasında daha büyük bir oyun var gibi, veya birileri bilmiyorum. Seni de bu yüzden aradım bu olup bitenler hakkında bilgiye ihtiyacım var ve senin bu tür bağlantıların olduğunu biliyorum."

 

Bu sefer ciddileşmişti. "Demek sonunda o büyük lafların altına sıkıştın," dedi, bir adım daha atarak. "Savaş'ın seni bu işten çekip kurtaracağını sanırdım."

 

Sözlerinde alay vardı, ama aynı zamanda gözlerinde dikkatli bir bakış da hissettim. "yardım edecek misin?," diye cevap verdim.

 

Bir an gözlerini kısmış, beni baştan aşağı süzüyordu. "İyi de, bu iş bana ne kazandıracak?" dedi sinsi bir gülümsemeyle. "Öyle bedava çalışmam, biliyorsun."

 

"tamam istediğin paraysa misilliyle vereceğim," dedim, ona kendimden emin bir bakışla karşılık vererek.

 

Bir süre sessizce bakıştık, sonunda başını hafifçe eğip sır vermekten hoşlanan bir ses tonuyla konuştu.

" İstediğim şeyin para olduğunu kim söyledi?"

 

Murat'ın gözlerindeki sinsice parıltı, aklımdan geçen her türlü pazarlık ihtimalini zorlaştırıyordu. Sözlerine karşılık verebilmek için soğukkanlılığımı korumam gerektiğini biliyordum.

 

"Para değilse, o zaman ne istiyorsun?" dedim, sesimdeki kararlılığı belli etmeye çalışarak.

 

Murat, alaycı bir tebessümle omuzlarını hafifçe silkti. "Bunu senin bulmanı istiyorum," dedi. "Sonuçta her şey parayla satın alınmaz, değil mi? Bazen doğru bilgi ya da doğru insanın yanında olmak... değer biçilmezdir."

 

Ona ters bir bakış attım. Oyun oynamak için yanlış zaman olduğunu biliyordu. Ama bunu keyifle yapmaya devam ediyordu. " açık konuş, Murat. Ne istiyorsun?" Sesimdeki sertliği koruyarak devam ettim.

 

Murat'ın yüzünde ince bir sır perdesi vardı. "Sadece bir iyilik istiyorum," dedi sonunda, bir an gözlerini bana dikerek. "Bir gün senin de bana aynı şekilde yardım etmeni... ama öyle bir gün gelecek ki, vereceğin karşılık seni zorlayacak."

 

Duraksadım, onun sözlerinde gizlenen anlamı tartmaya çalışarak. Böylesine bir anlaşmaya varmak düşündüğümden daha fazla risk taşıyordu, ama şu an başka çarem yoktu. "Yardımın karşılığında bir iyilik borcu ha?" dedim, sesimde hafif bir ironiyle.

 

"Bunun da üstesinden gelebilirsin," dedi gülümseyerek. "Senin kadar cesur bir kadın için çok da zor olmasa gerek."

 

Murat'ın niyetini kestiremiyordum ama şu an için başka seçeneğim yoktu. Kendime hakim olarak gözlerine baktım. "Tamam," dedim sonunda. "İstediğin iyiliği borç biliyorum. Ancak şunu unutma; bu anlaşmanın bozulmasına neden olacak bir şey yaparsan, o iyiliği unuturum."

 

Murat, gözlerini devirip alaycı bir şekilde güldü. "Anlaşmamız beni korkutacaksa, gerçekten de büyük bir oyun oynamam lazım," dedi, ama sesinin altındaki ciddiyet kaybolmamıştı. "Şimdi konuşalım, bunu sana kim yaptı? bilmem gerek. Eğer bağlantıları kurabilirsem, yardım edebilirim."

 

Derin bir nefes alarak anlatmaya başladım. "Babamın bana bir tuzak kurduğunu düşünüyorum. İlk önce mahkemede itiraz etmeyince şaşırdım ama şimdi taşlar yerine oturuyor bunu o yaptı, kısasa kısas yapmak istedi onun gibi olmamı istiyor." Deyince murat murat kaşı havada sorar gibi baktı. Ardından devam ettim." Hapis 'i boylamamı" dedim net şekilde.

 

Murat, düşünceli bir şekilde başını salladı. " bu durumda dediğin doğru, tüm bu olanlar tesadüf olamaz ayrıca o yayılan ses kaydının da Sadece babanda olduğuna eminim" dedi, gözlerinde hafif bir dikkatle. "Babanın hapisteyken bunu nasıl yaptığını bilmiyorum ama belliki dışarda gezen ajanları var bunlardan biri de rıza ya da onu şimdilik sana karşı kullanmış olabilirler."

 

Bir an sessiz kaldık, ikimiz de bu işin karmaşıklığını tartıyorduk. Sonunda, Murat derin bir nefes aldı ve gözlerini tekrar bana çevirdi. "Pekala, anlaştık. Ama bu işin sonunda ne olursa olsun beni suçlama, tamam mı?"

 

İçimde küçük bir şüphe kıvılcımı belirse de, başka seçeneğim yoktu. "Tamam," diyerek başımı salladım.

 

Tam arabaya binerken, arabaya yaslanmıs kollarımı bağlamış şekilde konuştum. " Arabayı çaldım" dedim bi seferde.

 

Arabanın kapısını kapatıp bana doğru döndü. O bıyık altından gülüşü hiç sönmüyordu, " bir de araba mı çaldın?" Dedi.

 

" İhtiyacım olmasa yapmazdım herhalde" dedim gözleri devirerek,

 

" Tabi canım, ihtiyaçtır o. bende ara sıra depo patlatıyorum, tehdit şantaj filan benimkisi de hep ihtiyaç" dedi bir eli cebinde diğer eli havada konuşurken,

 

" Yanlız biz seninle aynı kumaştan değiliz o yüzden kendini sürekli benimle eşleştirmeye çalışma" dedim yüzümden her şey yeterince net şekilde belli olurken,

 

Gülümsemesi soldu ama somurtmadı da, ardından eliyle arabayı işaret edip, "hadi atla," dedi, hafif bir sırıtışla.

 

" Ana yola çıkınca merkeze doğru inerim"dedim, arabaya doğru ilerlerken, o da kıs kıs tekrar güldü.

 

Murat, arabasına binerken yüzündeki sırıtışı yeniden takındı. Motoru çalıştırdı ve kısa bir süre sessizce yola çıktık. Yolda giderken, gergin bir hava ikimizin de etrafını sarmıştı; o kendinden emin bir rahatlık içinde direksiyona hakimken, ben sinirlerimi dizginlemeye çalışıyordum.

 

"Şimdi," dedi Murat, bana yan gözle bakarak, "bu babanın sana kurduğu tuzağın detaylarını gerçekten paylaşmak istiyor musun? Yoksa benden sakladığın başka şeyler de var mı?"

 

Ona kısa bir bakış attım, sözlerinin beni daha da sinirlendirdiğini biliyordu. "Zaten bildiğinden fazlasını söylemedim," dedim soğuk bir sesle. "Bu işin içine daha fazla girmeye niyetin yoksa, burada durabilirsin. "

 

"Tatlı kaçak," dedi alaycı bir şekilde, gözlerini yoldan ayırmadan, "sen de biliyorsun ki bu işler sadece senin baş edebileceğin kadar basit değil. Ortada bir düşman varsa, yalnız başına olmayacağını biliyorsun. Ve açıkçası... bana güvenmen gerek. Başka kim var ki bu kadar... yardımcı?"

 

Bir an için duraksadım, gözlerimi camdan dışarı çevirdim. Haklıydı; onu sevmiyor olmam, işe yarayabileceği gerçeğini değiştirmiyordu. "Güven demişken, seni oyunun sonunda benim karşıma geçerken görmeyeceğime dair söz vermiyorsun, değil mi?"

 

Murat hafifçe gülümsedi. "Kendi kendine karşıma çıkmana gerek kalmazsa, ben de oyun değişmeyecektir," dedi gizemli bir şekilde. "Ama sen de bir şeyleri gizleyip bana kurnazca oyun oynuyorsan... sonuçlarına katlanman gerekecek."

 

Onun bu imalı sözleri daha fazla dayanabileceğimden fazlaydı. "beni bulmuşken söylemek istediklerini söylemeye devam mı edeceksin?" dedim. "Yoksa sürekli sınırları zorlamaya devam mı edeceksin?"

 

Murat, direksiyonu hafifçe kırarak bir köşeden dönmeye hazırlanırken gülümsedi. "Her şey bir denge, Sen bana güvenini ne kadar gösterirsen, ben de o kadar fazla açılırım."

 

Sonunda ana yola çıkmıştık, merkeze doğru hızlanarak ilerliyorduk. İçimdeki öfke, bir türlü yatışmıyordu, ama daha fazla bir şey söylemenin bu anı bozacağını biliyordum. Arabadan inerken ona dönüp son bir kez baktım.

 

"Umarım sözünde durursun," dedim.

 

Murat, gözlerinde o sinsice parıltıyla başını hafifçe salladı. "Merak etme. Ben oyunumu kurallarına göre oynarım. Ama asıl soru şu: Sen kurallarına ne kadar sadık kalacaksın? Malum senin sağın solun pek belli değil"

 

Ona kısa bir bakış atarak kapıyı sertçe kapattım ve yürümeye başladım. Bu işin sonu nereye varacak, bunu sadece zaman gösterecekti.

 

Murat'ın telefonunun çalması, aracın içinde kısa bir sessizlik yaratmıştı. Telefonun ekranına bakınca kocaman "Barlas" ismini gördüm. Murat telefonu meşgul 'e atınca Gözlerimi ona çevirmeden, kaşımı kaldırarak sordum.

 

"Barlas'ın ve o çetenin, benimle birlikte olduğundan haberi yok mu?"

 

Murat'ın gözlerindeki alaycı ifade bir anlığına kayboldu, dudaklarını hafifçe aralayarak kısa ve net bir cevap verdi. "Hayır."

 

Bu kısa cevabın ardında ne sakladığını anlamaya çalışarak daha da meraklandım. Düşüncelerim hızla akarken, gözlerimi tekrar yola çevirdim ve bir başka soruyla üstüne gittim. "Sen onlarla beraber değil misin?" dedim, sesimdeki şüpheyi gizleyemeyerek. "Beni ilk bulduğunda bile yardım edeceğini bırak, aksine beni o adamlara teslim etmek isteceğini bile düşünmüştüm."

 

Murat, gözlerini yoldan ayırmadan, yüzünde o soğukkanlı ifadesini koruyarak konuşmaya devam etti. "O mesele ayrı, bu ayrı," dedi, sesinde kararlı bir ton vardı. "Anlaşmayı bozdun ama bu anlaşmayı benimle yapmadın, o yüzden sorun yok."

 

Bu yanıtın ardında gizli bir anlam yatıyordu; ancak onun gerçek niyetini anlamak zordu. İçimdeki şaşkınlık giderek büyüyordu. Neden bu kadar alakasız bir sebep sunmuştu? Sözlerinin ardındaki mantığı sorgulamaya başladım ama bunu açıkça belli etmedim.

 

Bir anlığına düşüncelerime daldım. Murat'ın söyledikleri mantıklı gelmiyordu, ya da bana öyle gelmesi gerekiyordu. İtiraf etmeliyim ki, ne zaman onun yanındaysam her seferinde böyle hissediyordum. Anlattıklarının ardında hep başka bir anlam gizliydi sanki, ne dediğini anlamakta zorlanıyordum, ya da o bana anlamak istediğim kadarını gösteriyordu. Fakat yine de bu kadar sakin, net ve kendiyle barışık durmasına sinir oluyordum.

 

Derin bir nefes aldım, bakışlarımı Murat'a çevirdim. "Bu 'sorun yok' tavırların var ya..." dedim, bir an duraksadım, kendimi fazla açık etmeyeceğim bir şekilde devam ettim, "dediğin gibi değilse ve gerçekten o çeteyle iş birliği içinde olup beni kandırmaya kalkarsan... ben de seninle fena uğraşırım."

 

Murat, yüzünde hafif bir gülümsemeyle omzunu silkti. "O çeteye dair duyduğun her şey doğru olabilir, yanlış da olabilir. Beni bir yargıya varman için beklemene gerek yok. Zaten her şeyi bildiğini düşünüyorsun," dedi, sesinde ucu kapalı bir meydan okuma vardı.

 

Sessiz kaldım. Tam o sırada telefon yeniden çaldı. Yine Barlas. Bu sefer açmaya karar verdi. Telefonu hoparlöre aldı, ve Barlas'ın gür sesi arabanın içinde yankılandı.

 

"Murat! Nerdesin? Seninle konuşmamız gereken önemli bir konu var," dedi Barlas, sesinde hafif bir öfke ve sabırsızlık tonu vardı.

 

Murat, hafifçe kaşlarını çatarak cevap verdi. "Meşgulüm, sonra konuşuruz," dedi, sesine bir nebze ciddiyet katmıştı.

 

Barlas'ın alaycı bir şekilde güldüğünü duydum. "Bu kadar işin arasında bizi unutmamanı öneririm ayrıca seninki sevgilisiyle kaçmış bu kız akıllanmayacak bu durumun içinde bile işleri zorlaştırmaya devam ediyor," diye ekledi, sözlerinde ince bir tehdit gizliydi.

 

Bu konuşma, baştan aşağı bir güç gösterisiydi. Murat, gerilmiş hattağa tabiri caizse konuşması onun epey bir rahatsız etmişti. Ama cevap verdi. "bunları söylemek için mi? aradın beni" dedi, sesindeki soğukkanlılık ve taviz vermezlik dikkatimi çekti.

 

Barlas bir şey söyleyecekti ama Murat, "şimdi işim var daha sonra ararım seni" diyerek konuşmayı sonlandırdı ve telefonu kapattı.

 

İçimdeki merak iyice artmıştı. Murat'ın bu kadar soğukkanlı olmasının ardında yatan şey neydi? Bir an göz göze geldik. Kaşımı kaldırarak sordum, " sende bir tuhaflık var, birlikte çalıştığın adama böyle rest çekmen sonra bana yardım etmen filan"

 

" Yardım ettim diye kabahatli mi oldum şimdi" dedi dümdüz,

 

Murat'ın lafı ağzıma tıkayan cevabı, sinirimi daha da körüklüyordu. Beni bu kadar kolay manipüle edebileceğini, sırf birkaç laflık bir soğukkanlılıkla tavır alabileceğini sanıyordu anlaşılan.

 

Gözlerimi ona dikip soğuk bir gülümsemeyle cevap verdim, "Sorun yardım edip etmemende değil, Murat. Senin hangi tarafta olduğun. Barlas gibi biriyle çalışıyorsan, yardım etmeni değil, niyetini sorgularım."

 

yüzündeki o hafif gülümseme kayboldu. Yüzündeki çizgiler sertleşti, bakışları ciddileşti. "Sen de herkes gibi düşünüyorsun, değil mi? Hangi tarafta olduğumu bilmediğini söylüyorsun ama aslında kafanda bir yargın var," dedi, sesi alçaktı ama sözlerinde keskin bir alay vardı.

 

Bir anlık sessizlik çöktü aramıza. Yoldan geçen arabaların ışıkları arabanın içine vurdukça, Murat'ın bakışlarının derinleştiğini görebiliyordum. Sanki söylemek istediği ama kendine sakladığı bir şeyler vardı.

 

Beni baştan aşağıya süzdü ve gözlerini tekrar yola çevirdi. "Barlas, güç gösterisi yapmayı seven bir adamdır, onunla nasıl başa çıkacağımı bilirim. Ama o, beni tanıdığını sanıyor ve bu onun en büyük yanılgısı," dedi, sesi her zamanki gibi sakindi ama bu sefer içinde bir kararlılık vardı.

 

Bir anlık tereddütle onu dinledim. O kadar şey ima etmiş, sorularla dolu cümleler bırakmıştı ki; gerçek niyetini ya da neyi gizlediğini anlamak imkansızdı. Ama biliyordum ki, bu durumda geri adım atmak bana yenilgiyi kabul etmek gibi gelecekti.

 

Ona doğru biraz daha yaklaşıp alaycı bir ifadeyle sordum, "Peki, ben de senin hakkında yanılıyor muyum? Bana gerçekten yardım etmek mi istiyorsun? yoksa bu da bir oyunun parçası mı?"

 

Murat, başını bana çevirip gözlerimin içine baktı, yüzünde hiçbir ifade yoktu, ama gözleri garip bir şekilde parıldıyordu. "Senin ne düşüneceğin umurumda değil, Ama bir şeyden emin olabilirsin; bu oyunu benim kurallarım belirler. O adamlardan korumak mı? Belki, belki de değil. Ama bu oyunda tek bir şey kesin: Sana zarar vermelerine izin vermem," dedi ve tekrar önüne döndü, direksiyonu sıkıca kavradı.

 

Sözlerinin arkasında gizlenen asıl anlamı çözmeye çalışıyordum, ama ne kadar düşünsem de bu adamın tam olarak neyi amaçladığını kestirmek zordu. Her kelimesi bana meydan okurcasına seçilmiş gibiydi, beni neyi çözmeye çalışırsam çalışayım tekrar bir bilinmeze çekiyordu.

Bir an için sessiz kaldım ve sonra içimdeki merakı daha fazla bastıramayıp sordum, "Peki, ya Barlas? Ona meydan okuyorsun ama tehlikesini biliyorsun. Sadece güç gösterisi mi yapıyorsun yoksa daha fazlası mı var?

 

hafif bir gülümsemeyle omzunu silkti, gözlerini hiç kaçırmadan cevap verdi, "Onun bana ne yapabileceğini biliyorum. Ve inan bana, onun gücünden korkacak en son kişi benim. Ama bu iş Barlas'ı geçiyor, sadece ona değil, benden saklamaya çalıştıkları her şeye meydan okuyorum. Sadece ben mi kötüyüm sanıyorsun"

 

Sözleri yankılanırken içimde bir huzursuzluk hissettim. Başka bir şey daha gizliyordu; bir adım ötesinde, tüm bu oyunun altında yatan asıl amacı saklıydı sanki. Ama o, ne olduğunu açıklamadan gözlerini tekrar yola çevirdi, bana hiçbir cevap daha vermeyecekmiş gibi.

 

Kafamdaki sorular ve kalbimde beliren tuhaf bir hisle, derin bir nefes alarak sessizce bekledi.

 

arabayı kenara çektiğinde, güneş hâlâ yüksekti. İçimdeki gerilim, rüzgarın serinliğiyle biraz olsun hafiflese de, onun robotik duruşu beni sinirlendiriyordu. Kendine bu kadar güvenmesi, beni derinden rahatsız ediyordu. Ne düşünüyordu? Belki de her şeyin kontrol altında olduğunu sanıyordu, ama içten içe ne kadar karmaşık bir durumda olduğunun farkında değildi.

 

Göz göze geldiğimizde, hissettiğim belirsizlik ve kaygı, kafamı karıştırıyordu. Onun yanındayken kendimi güçlü hissetmem gerektiğini biliyordum ama bu belirsizlik içinde kaybolmak istemiyordum. İçimdeki çatışma, sanki bir duvarın arkasında yankılanıyordu. Ardından kapıyı açıp indim ve o da hızla yanımdan uzaklaştı.

 

Ama şu an asıl mesele o değil, Savaş'tan uyku sersemiyken aldığım cümlelerdi. Zihnimde yankılanıp duran kelimeler, hafızamda kök salmıştı: silah mühimmiyatları, ülke krizi yaratacak protokol. Bu kelimelerin ağırlığı, içimdeki çatışmayı daha da derinleştiriyordu.

 

Aramızdaki mesafe kısalırken gecenin sessizliğinde kulağıma fısıldar gibi söylediği sözler, hatırlamak istemediğim eski korkularımı uyandırıyordu. Yıllarca bu tür meselelerden kaçmıştım; politik entrikalar, savaşlar, ölüm tehditleri... Ama şimdi, istemeden de olsa bu girdabın içinde kaybolmaya başlamıştım. Savaş'ın gözlerindeki karanlık, gecenin içinde bile parlayan bir gerçekti.

 

Gece boyunca duyduklarım zihnime dolanırken, Murat'ın neden bu kadar keskin bir oyun kurduğunu daha iyi anlıyordum. Savaş'ın o kelimeleri ağzından kaçırması, koca bir sır perdesinin ucundan bakmamı sağlamıştı. Murat'ın, Rıza'nın ve Savaş'ın bu olayların hangi noktasında kesiştiğini düşünmek içimde düğüm üstüne düğüm yaratıyordu. Herkes kendi kartlarını kapalı oynarken, ben bir yol bulmak zorundaydım.

 

Artık kaçmak ya da saklanmak yoktu; hesaplaşma zamanı gelmişti. Asıl yapmam gerekeni yapmanın şimdi tam sırasıydı. Karaarslanlı holding 'e doğru yürürken, dün akşama kadar kollarında olduğum adama şimdi bunu yapacak olmanın verdiği hırs vardı, öfkeliydim hem de çok öfkeliydim.

 

Şirket binasına gizlice girdiğimde koridorların boş ve sessiz olduğunu görmek içime bir nebze olsun su serpti. Bu saatlerde burada olmamı bekleyen kimse yoktu; herkesin gözü, 'katil' olarak ilan edilen Ezim'in şehirdeki izini sürmekle meşguldü. Oysa ben, beni yok etmek isteyenlerin oyununu bitirmek için çok daha yakınlarındaydım.

 

Savaş'ın ofisinin kapısına gelene kadar attığım her adımda, kalbim ritmini hızlandırıyordu. Ellerim titriyordu ama bu sefer korkudan değil, hakikatin yükünden. İçeriye girdiğimde etrafıma hızlıca göz gezdirdim. O tanıdık, güçlü kokusu hâlâ odada dolanıyordu. Bir an için duraksadım; bu odada yaşanan onca anı, onca mücadele ve yakınlaşma... Ama geçmişe dair her şeyi bir kenara bırakmam gerektiğini biliyordum.

 

Kasaya yaklaştım ve parmaklarım, şifreyi hatırlamanın verdiği tedirginlikle numaraları çevirdi. Bir klik sesi duyulduğunda, nefesimi fark etmeden tuttuğumu fark ettim. Kapak açıldığında, içerideki dosyalar, belgeler ve bir protokol kağıdı beni bekliyordu. İşte aradığım, bu karmaşanın merkezinde yatan sır buydu. Sedef'in ölümünü benim üzerime yıkmaya çalışırlarken, beni susturmak isteyen herkesin korktuğu bu belgeler...

 

Dosyayı hızla alıp çantama tıkarken, o an içeride yankılanan küçük bir ses içimi titretmişti: ayak sesleri. Birinin geldiğini anlamıştım.

 

odadaki her ayrıntıyı hızlıca taradım. Zihnim, saniyeler içinde bir çözüm bulmamı emrediyordu. Dosyayı aceleyle masasının altındaki gizli çekmeceye kaydırdım. Savaş'ın bu gizli bölmeyi sadece acil durumlar için kullandığını biliyordum, ama şimdi onun bile planladığı bir şeyi tersine çevirmek zorundaydım. Kapağı kapatmamla kapının kolu aynı anda döndü ve nefesimi tutarak yan duvarın gölgesine sindim.

 

Kapı yavaşça açıldığında içeri giren topuk sesleri, sessizliğe dolan keskin bir yankı gibi odada dolaştı. Başımı hafifçe çevirip baktığımda, sekreterin elinde birkaç evrakla masaya doğru ilerlediğini gördüm. Gözlerimi kısarak, ses çıkarmamaya çalışarak orada öylece bekledim. Evrakları masaya bıraktıktan sonra kısa bir an durdu, sanki bir şeyin farkına varmış gibi etrafına bakındı. Nefes alışverişlerime bile düzen verirken , farkedilmemek için çıt çıkarmıyordum.

 

Bir an için bakışları benim saklandığım tarafa doğru kaydı ve kalbim yerinde dondu. Ama sonra omzunu silkip kapıya yöneldi. Kapı arkasından kapanırken içimdeki gerginliği biraz olsun gevşettim. Artık zamanım daralıyordu. Bu belgeleri buradan çıkmam gerekiyordu. Savaş'ın bu oyunda ne kadar ileri gittiğini bilmek zorundaydım; hem kendim için hem de kaybedilen her şeyin hesabını sormak için.

 

Şirketin koridorlarını sessizce adımlarken, içimdeki gerginlik her adımda daha da yoğunlaşıyordu. Belgeleri bulmuş, tehlikeli bir oyunun ipuçlarını ele geçirmiştim ama buradan çıkmadan bu zaferin hiçbir anlamı yoktu. Arka kapıyı bildiğimden, kimseye görünmeden oradan çıkmak en mantıklısıydı. Bu kapı, genellikle sadece personel tarafından kullanılırdı ve bu saatte orada birine rastlamak pek olası değildi.

 

Sırtımdaki çantanın ağırlığını dengelerken, gözlerim koridorun ucundaki merdivenlere kaydı. Her basamak, beni bir adım daha özgürlüğe yaklaştırıyordu, ama aynı zamanda tehlikeyi de beraberinde getiriyordu. En aşağı kata indiğimde, koridorun sonunda sadece tek bir güvenliğin nöbet tuttuğu o arka kapıya odaklandım.

 

Güvenlik görevlisi, sandalyede hafifçe öne eğilmiş, bir monitörü izliyordu. Bu, kaçmak için ihtiyacım olan fırsattı. Gölge gibi sessizce yaklaştım, adımlarım halının yumuşaklığında kaybolurken içimdeki adrenalin dalgası tüm bedenimi kapladı. Arkamdan gelebilecek herhangi bir tehdidi hissetmemek için kulaklarımı her sese açık tuttum.

 

Bir metre kala duraksadım ve derin bir nefes alıp güvenliğin omzuna ani bir hareketle vurup dengesini bozarak onu yere serdim. Şaşkınlıkla inleyen adam, hızla doğrulmaya çalıştı ama reflekslerim daha hızlıydı. Birkaç seri hareketle adamı etkisiz hale getirdim ve onu sessizce yere bıraktım. Derin nefesler alarak, başımı kaldırıp kapıya baktım. Bu anın her saniyesi, içimdeki gerginliği biraz daha hafifletiyordu.

 

Arka kapıya ulaşıp kolu çevirdiğimde, serin akşam havası yüzüme çarptı. Özgürlüğün keskin kokusunu içime çekerken, dışarı adım attım. Şimdi, karanlık sokaklarda yalnızca maskemin ardındaki gözlerimle, kimliğim hâlâ gizemli bir gölgeydim. Etrafımı hızla tarayıp sokaklarda bir gölge gibi ilerledim, içimdeki kararlılık beni ileri itiyordu. Her adım, bu tehlikeli oyunun sonuna bir adım daha yaklaştırıyordu ve bu kez kontrolü ben elime almıştım.

 

O an, arkamdan gelen ağır ve otoriter bir sesle irkildim: "Hey! Orada kim var?"

 

Dondum kaldım. Kaçmak için çok geç olduğunun farkındaydım. Sessizliğimi koruyarak yerimde kaldım, nefesimi tutarak yaklaşan ayak seslerini dinledim. Adam birkaç adımda yanıma ulaşmıştı. Elleri omzuma dokunduğu an, içgüdüsel olarak kasıldım.

 

Bir an için zamanı durdurmak istercesine gözlerimi kapattım. Nefesinin enseme dolandığını hissettiğimde, tüm tüylerim diken diken oldu. Sakin kalmalıydım. Döndüğümde gözlerimde en masum ve sakin bakışları toplayarak, şüpheleri üzerimden atmak zorundaydım. Ama içimdeki adrenalin, kendimi savunmak için hazır bekliyordu.

 

Adamın elleri omzuma dokunduğu an, içimdeki adrenalin patladı. Gözlerimi kararlılıkla açtım ve bir saniyelik şaşkınlıktan yararlanarak bedenimi hızla yan tarafa döndürdüm. O an yüzümdeki maskenin sadece gözlerimi açıkta bıraktığı gerçeği, kimliğimi gizlemek için son kozumdu. Adamın gözlerindeki şaşkınlığı ve öfkeyi gördüğümde, içimdeki o tanıdık, soğukkanlı savaşçı uyandı.

 

Elimle adamın bileğini kavrayarak hızla yana çekildim, dengesini kaybetmesine sebep oldum. Adam sendelediğinde dirseğimle göğsüne sert bir darbe indirdim. Soluğunun kesildiğini ve gözlerindeki ani korkuyu hissettim. Bu yeterli değildi; harekete geçmeden durmamalıydım. Ayaklarımı sabitleyip sağ dizimi hızla karnına geçirdim. Bir inleme sesi yankılandığında, gözlerim her zamankinden daha fazla tetikteydi.

 

Adamı yere serdiğimde ellerini kavrayıp sırtına doğru kıvırdım. Hareketlerim hızlı ve çabuktu. Ses çıkarmasına fırsat vermeden başını hafifçe yere bastırdım. Ellerim titremedi, ne bir tereddüt vardı ne de bir pişmanlık. Onu etkisiz hâle getirmem gerektiğini biliyordum. İçimdeki tüm korkuyu ve belirsizliği bu eylemde yok ediyordum.

 

Adamın nefesi kesik kesik çıkarken, o anın her saniyesi uzuyordu sanki. Birkaç saniye daha öylece kaldım, nefes alışverişim düzenli ve kontrollüydü. Emin olduktan sonra ellerini bağlayacak bir şey arandı gözlerim. Kemerini hızla çıkartıp ellerini sırtında sıkıca bağladım.

 

Kapşonumun altından saçlarımın bir kısmı yüzüme düşmüş, maskemin kenarından ter damlaları sızıyordu. Adrenalinin etkisiyle titreyen parmaklarımı kontrol altına alarak odadan çıkmak için yeniden doğruldum. Artık kimliğim hâlâ gizemliydi, ama bu oyunun kuralları benim tarafımdan yazılacaktı.

 

Mekanın soğuk taş zeminine bıraktığım güvenliği arkamda bırakıp hızla adımlarımı attım. Kapüşonumun altında alnıma yapışan birkaç tutam saç, yüzümdeki terle birleşerek soğuk bir ürperti yayıyordu. Gecenin karanlığına adım attığımda derin bir nefes alarak etrafımı kontrol ettim. Sokaklar, sabaha karşı olan saatlerin sakinliğiyle ürkütücü bir sessizliğe bürünmüştü. Bir an için içimdeki gerilimin hafiflediğini hissettim, ama bu sadece birkaç saniyelik bir yanılsamaydı.

 

Telefonum cebimde titreştiğinde kalbim yeniden hızla çarpmaya başladı. Ekranı aydınlatıp baktığımda, cevapsız çağrılar listesi önümde parlıyordu. Savaş'ın ismi defalarca görünüyordu; aralarına Arat'ın aramaları da karışmıştı. Gözlerimi kısa bir an kapatarak nefesimi kontrol altına almaya çalıştım. Telaş ve merak birbirine karışmıştı. Ne olursa olsun, bu gece gerçeği öğrenmek için gereken her adımı atmam gerekiyordu.

 

Bir mesaj geldiğinde titreyen ellerimle ekranı kaydırıp açtım. Gönderici Murat'tı.

 

"Haklıydın. Kayıtları Barlas'a veren babanmış, Rıza da işin sadece maşası. Attığım konumda haraç için buluşacaklar. Beni bekle ve beraber gidelim."

 

Mesajı okuduğumda içimdeki öfke ve şaşkınlık dalgası birleşti. Babamın adını görmek, içimde yıllardır birikmiş acıların ve anlaşılmaz boşlukların aniden yüzeye çıkmasına neden oldu. Demek ki oyun bu kadar derinmiş... Beni yok etmeye çalışan herkesin aslında çok daha karmaşık ilişkiler ağıyla örülü olduğunu anladım.

 

Titreyen parmaklarımı yavaşça sıkarak kendimi toparladım. Bu bir fırsattı; hem Murat'ın dediklerini doğrulamak hem de bu düğümü çözmek için.

 

Konumun beni getirdiği yere bakarken içimde garip bir his vardı. Karşımda, ışıklarıyla geceyi delen lüks, iki katlı bir bar yükseliyordu. İçimden sessizce mırıldandım, "Demek ki haraç için buraya gelmiş. Başka bir açıklaması olamaz." Buraya gelen herkes, bu tür bir mekâna adım atmanın bedelini bilirdi; özellikle de rıza gibi biri.

 

Etrafıma dikkatlice baktım. Girişte bekleyen korumaların yüzleri sert ve dikkatliliği elden bırakmayan bir ifadeyle doluydu. Her biri, burada olmayı hak edecek kadar önemli görünüyordu. Ama ben de öyleydim. Planımı hızlıca gözden geçirdim. Kapüşonumu indirip saçlarımı düzelttim, üzerimdeki basit siyah kıyafetin ince detaylarını belirginleştiren birkaç dokunuş yaptım. Şimdi, sıradan görünmenin ötesindeydim; göz alıcı ve tehlikeliydim.

 

Adımlarımı yavaş ama kararlı bir şekilde barın girişine doğru yönlendirdim. Korumalardan biriyle göz göze geldim; şüpheyle bana bakıyordu. Henüz tanımadıklarından emin olduğum o bakışı fark eder etmez, yüzüme masum ama baştan çıkarıcı bir gülümseme yerleştirdim.

 

"Burada eğlenmeye gelen herkese kapılarınız hep böyle mi kapalı olur?" diye sordum, sesimde alaycı bir tını vardı. Beni içeri almakla almamak arasında kalırken, kafasında dönen düşünceleri okuyabiliyordum.

 

Zihnimde tek bir cümle yankılandı: Bir yolunu bulacaksın, Ezim. Hep buldun.

 

Gözlerim kapıdaki korumanın ifadesiz yüzünde gezindi. Sert çizgileri ve profesyonel duruşuyla caydırıcı görünüyordu, ama bu gece amacım ne olursa olsun içeri girmekti. İçimdeki cesur ve umursamaz yan harekete geçti. Kendimi toparlayıp saçlarımı ellerimle savurdum, omuzlarımdan kayarak aşağı inen ince askılı elbisemi düzelttim ve ona doğru adım attım.

 

"Burada bütün gece beklememi mi istiyorsun?" dedim, sesime flörtöz bir ton ekleyerek. Gözlerim onun gözlerine kilitlenmişti, orada bir anlık şaşkınlık aradım. Sert duruşuna rağmen dudaklarının kenarındaki kasın bir an seğirdiğini fark ettim.

 

"Burası sadece özel davetlilere açık," dedi, profesyonelliğini korumaya çalışarak. Yaklaştım, aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdim ve eğilip alçak bir sesle, "Sıkıcı kuralları kim sever ki? Hem, içeri girmemin sana ne tür bir ödül kazandıracağını öğrenmek istemez misin?..." dedim.

 

Gözlerimdeki ışıltıyı ve dudaklarımda beliren umursamaz gülümsemeyi fark ettiğinde, korumanın gözlerinde belli belirsiz bir tereddüt belirdi. Bir an, nefesinin hızlandığını hissettim. Elimi yavaşça göğsüne koyup, "Şimdi, burada beni bekletmektense, içeri girip birer içki almamız daha eğlenceli olmaz mı?" dedim, parmaklarım göğsündeki sert kasları nazikçe okşarken.

 

Koruma, kontrolünü kaybetmemek için son bir çaba gösterse de, sonunda yüzünde istemsiz bir gülümseme belirdi ve kapıyı araladı. "Çabuk ol," dedi, sesinde istemsiz bir kabullenmişlik.

 

İçeri adım attığımda, zaferin sıcak hissi damarlarımda dolaşıyordu. İçerideki kalabalığın arasında Rıza'yı gördüm ve planımın asıl kısmına hazırdım.

 

Korumanın bakışlarındaki tereddüdü fark ettiğim an, oyunu kazanmıştım. Yüzümde hafif bir gülümseme, gözlerimde ise saf bir merak ifadesiyle ona yaklaştım. Birkaç kelime ve içten gelen bir kahkaha sonrası, içeriye adım atarken üzerime düşen bakışların gücünü hissedebiliyordum. Karanlık, kalabalık bir dünya... Müzik kulağımı doldururken, sigara dumanı ve pahalı parfümlerle dolu bir hava içimi yaktı.

 

Etrafımı taradığımda, gözlerim locaya kaydı. İşte oradaydı, Rıza. Yanında oturan adam ise ilk bakışta liderliği üstlenen, güçlü birine benziyordu. Kalabalığın uğultusu arasında, onların sessiz anlaşmalarını hissedebiliyordum. Rıza'nın yüzündeki alaycı gülümseme ve adamın kasvetli ifadesi, konuşmanın önemini gözler önüne seriyordu.

 

Derin bir nefes aldım ve yanımdaki korumaya dönüp, "İkimize de içki alır mısın?" dedim. Sözcükler dudaklarımdan zarifçe döküldü ve adamın gözlerindeki tereddüt bir anda hevesle yer değiştirdi. Barmene yönelirken, içimde yükselen adrenalin tüm varlığımı kapladı.

 

Şimdi dikkatler üzerimde değilken, bakışlarımı yeniden locaya çevirdim. Her kelimenin, her hareketin altında gizli bir tehlike seziliyordu. Rıza'nın elleri masanın üzerinde, parmakları yavaşça tıklarken, yanındaki adam başını hafifçe eğip dinliyordu. Zaman daralıyordu ve her anın önemi vardı.

 

Bu dünyada kazanmak istiyorsam, her hamlemi dikkatle yapmalıydım.

 

Adamın elindeki içkiyi alırken, gözlerimin köşesinde belirginleşen bir yapmacık gülümsemeyle kadehi tek dikişte bitirdim. Şaşkınlıkla genişleyen gözlerine aldırış etmeden, "Bakıyorum da hızlısın," dediğinde, dudaklarımdaki gülümsemeyi bir cilveye dönüştürdüm.

 

"Her zaman," dedim, sesime hafif bir meydan okuma ekleyerek. Adamın ilgisinin giderek tehlikeli bir noktaya doğru kaydığını fark ettim. Parmakları belime dolanırken içimde bir uyarı çanı çaldı. O, dudaklarını bana yaklaştırmaya çalışırken elimi hemen dudaklarıma koyup onu durdurdum.

 

"Dur bakalım, yakışıklı," dedim, gözlerimi kısıp bakışımı daha çekici hale getirmeye çalışarak. "Öyle hemen atlama boynuma." Sesim nazik ama kesin bir tondaydı, kontrolü kaybetmemek için en önemli silahım.

 

Kısa bir an gözlerinde tereddüt belirir gibi oldu, ama o anda arkasında açığa çıkan hırsını yitirmedi. "Çok güzelsin," dedi, sesi titrek bir hayranlık taşıyordu. Boynuma doğru eğilip tenimin kokusunu içine çektiğinde içimden yükselen rahatsızlık dalgasını bastırmaya çalıştım.

 

Bu iş böyle olmaz, adam her hareketimle halleniyor kudurmuş gibi gözlerime kitleniyordu. Onu ateşleyip kontrolünü kaybettirmek saçmalıktı.

 

Rıza'nın yerinden kalkıp yanındaki adamın elini sıkarak merdivenlere doğru yöneldiğini gördüğüm an, içimdeki uyarı çanları daha da kuvvetlendi. Zaman daralıyordu ve Rıza'nın beni görmesi her şeyi mahvedebilirdi.

 

Kendime bir çıkış yolu bulmak için korumaya yaklaşıp kulağına doğru eğildim, nefesimi sıcak bir rüzgar gibi teninde hissettirecek kadar yakın. "Tuvalete gidelim mi?" dedim, sesim alçak ve kışkırtıcıydı. Adamın gözlerinde beliren şehvetle karışık şaşkınlık, planımın işe yaradığına dair bana güven verdi.

 

Elini kavrayıp hızlıca tuvaletlerin olduğu koridora doğru sürükledim, kalabalığı yararak ilerlerken Rıza'nın merdivenlerden inip çevresine bakındığını gördüm. Şansım yaver gidiyordu; bakışları beni görmemişti.

 

Tuvaletin loş koridoruna adım attığımız anda, adam elimi tutup bir an bile tereddüt etmeden beni duvara yasladı. Sırtım, sert olmamakla birlikte yeterince güçlü bir darbe ile duvara çarptı. Adamın gözleri, avına ulaşmış bir avcı gibi parlıyordu. Dudakları boynuma hızla indi, nefesini ve sıcaklığını cildimde hissederken mideme bir yumru oturdu.

 

Ellerini belimde, beni kendine daha da çekmeye çalışırken, içimdeki soğukkanlılığı korumaya çalıştım. Bir anlık tereddüt, her şeyi mahvedebilirdi ve bu adamın dokunuşları, sabrımın sınırlarını zorluyordu.

 

Dişlerimi sıktım ve içimdeki tiksintiyi bastırarak bir an için gözlerimi kapattım. Ardından, en kurnaz ve masum ses tonumla, "dur, burda olmaz" dedim, hafifçe nefes nefese. Parmaklarımı boynunun arkasına geçirip, ellerimin hafif bir baskıyla onu kendimden uzaklaştırmasını sağladım. "Bunu doğru yerde yapalım, burası değil," dedim, sesime hâlâ cilveli bir ton ekleyerek.

 

Adam gözlerinde şaşkınlıkla geri çekildi, bir an için planıma dair hiçbir şey anlamadığı belliydi. İşte şimdi, kontrol bende olmalıydı.

 

Adam beni kolumdan sertçe çekip tuvalete sürüklerken içimdeki gerginliği bastırmaya çalışıyordum. Etrafıma son bir kez göz gezdirdim, Rıza'nın arkamızdan gelip gelmediğinden emin olmak için. Neyse ki, kalabalık içinde fark edilmemiştim. Erkekler tuvaletine girdiğimizde içeride dört adam vardı; elleri cebinde, kafaları öne eğik ve birbirlerinden kopuk bir şekilde kendi işlerine bakıyorlardı.

 

Koruma, yanımdaki varlığından güç alarak göğsünü kabarttı ve sert bir tonla, "Defolun buradan!" diye bağırdı. Birkaç kelimeyle racon kesti ve tuvaletteki adamlar, karşılarına çıkmak istemediklerini belli eden hızlı adımlarla dışarı çıktılar. Ardından bana döndü, gözlerinde zaferin ateşi parlıyordu.

 

"Gel bakayım buraya," dedi, sesinde meydan okuyan bir heves vardı. Adımlarını bana doğru atarken, ben de yavaşça gülümseyerek onu karşıladım. Planım tam da bu anı bekliyordu.

 

Bir anda, bütün enerjimi toplayarak dizimi hızla kaldırıp kasıklarına tekmeyi indirdim. Gözlerindeki şaşkınlık ve acı karışımı, beni en zorlu sınavlarımda bile ayakta tutan gücü hatırlattı. Adam, kıvranarak dizlerinin üstüne çökerken ellerini kasıklarına bastırdı, inlemeleri yankılanıyordu.

 

Onun bu hâline eğilerek, yüzümü ona daha da yakınlaştırdım. "Ne oldu koçum, sesin kesildi Yoksa çükün bir yerlerine mi kaçtı ha, bebeğim?" dedim alaycı bir tonla, sesim soğuk ve keskin. Adamın gözleri, hınç ve acı arasında gidip gelirken, benim zaferime tanıklık ediyordu.

 

Adam yere düştüğünde, öfkeyle bana "kahpe" diye haykırdı. Hemen üzerine gelmeye çalıştı ama onun hamlesini bekliyordum. Tek bir hareketle onu nakavt ettim. Adam sırtı yere çarpınca, ayağımı tam cinsel organının olduğu yere bastırdım. Kıvranırken sesi yükseldi, bu sırada eğilip belindeki silahı hızla çekip kafasına dayadım. "Kes sesini, yoksa beynini dağıtırım," dedim, sesimdeki tehditin tonuyla gözlerindeki korkuyu arttırarak.

 

O hala kıvranmaya çalışıyordu ama sesini kesmeye mecbur kalmıştı. Adamı tuvaletlerden birine sürükledim ve klozetin kapağını kapatarak oturtarak ellerini kemerinden bağladım. Çantamdan çıkardığım ip ile ayaklarını da sıkıca bağlayarak onu tamamen kontrolüm altına aldım.

 

Adam, zorlanarak "Kimsin sen? Ne için geldin buraya?" diye sordu. Son düğümü de attıktan sonra, ayakta durup elimdeki silahı sallayarak ona alaycı bir şekilde baktım. "Sen o güzel kafanı bunlara yorma, güzelim. Şimdi sana ne olacağını düşün," dedim. Gözlerindeki korkunun parlaması beni besliyordu.

 

"Ne de olsa çok geçmeden seni burada bulurlar ama en azından işimi bitirene kadar o sesini kesmenin bir yolunu bulmak lazım, öyle değil mi?" dedim, sesimdeki ciddiyetin artmasını sağlarken.

 

Adam panik içinde "Yemin ederim seni ele vermeyeceğim," diye mırıldandı. Ama sözünü bitirmeden, elimdeki silahı yüzünde gezdirmeye başladım. "Şşşt, çeneni hiç yorma Sana lazım olacak. Dilini kesmişken, bir de çenenden olmanı istemem," dedim, sesimdeki tehdidi arttırarak.

 

Onun korku dolu bakışları beni daha da motive etti. Burada artık sözlerimin ötesinde bir gücüm vardı; onu kontrolüm altına almıştım ve hedefime adım adım yaklaşmak için sabırsızlanıyordum.

 

Bütün kaslarım gergindi, her bir hareketim anı ya da karşımdaki adamın ne yapacağına dair keskin bir dikkat gerektiriyordu. O anı beklemek... her şeyin son noktasını görmek için sabırla beklemek zorundaydım.

 

Adam hala inlemeye devam ederken, bir adım ileri attım. Korkusunu hissetmek, gözlerindeki çaresizliği görmek beni besliyordu. Gözlerim bir anda kararmıştı; her şey bir anda çok daha net, çok daha keskin görünüyordu.

 

Kendimi tutamayarak hızla hamle yaptım. Ensesine bir tane geçirip onu sersemlettim. Gözleri büyüdü, fakat o şaşkınlık ve korkunun karıştığı ifadeyi görmek bana yetti. Hızla bir adım daha atıp, elimdeki bıçağı diline doğru savurdum. Adam kıvranarak çırpınsa da, bıçağın keskinliği ona bir fırsat bırakmadı. Dilini tam ortadan kestim. O an, karnımdaki boşluk bir anlığına doldu, içimdeki o karanlık, derin boşluk bir nebze rahatladı.

 

Adamın acı dolu çığlıkları yerini inlemelere bırakırken, gözlerindeki canlılık yok oluyordu. Her şey bittiğinde, o nehrin sularının, o sesi boğarak kesilmesinin huzurunu hissettim. Dilini tam anlamıyla kesip, adamın şuurunu kaybetmesine neden oldum. Gözleri donmuştu.

 

Sadece birkaç saniye, her şeyin bittiğinden emin olmak için kaldım. Ardından tuvaletten dikkatlice çıktım.

 

tuvaletten çıkar çıkmaz omuzlarımı dikleştirip kalabalığın içine karıştım. Barın gürültüsü, her zamanki kaotik havasını koruyordu. Alkol kokusu ve sigara dumanı havada ağır bir perde gibi asılı dururken, gözlerimi çevrede gezdiriyordum, Barın yanında Rıza'nın Murat'la bir şeyler konuştuğunu görünce avını bulmuş aslan gibi gözlerim onların üzerinde fırsat kolladı beni görmelerine asla izin vermemeliydim.

 

Derin bir nefes alarak planını hatırladı. Yavaşça barın diğer tarafına doğru yürürken, köşede duran ve etrafına dağılmış bakışlarla bakan genç bir kadını fark etti. Kısa, parlak elbisesi ve düzensizce boyanmış dudakları, bu geceyi unutmak isteyen biri olduğuna dair her şeyi anlatıyordu.

 

Ezim, kararlı adımlarla kadına yaklaştı ve kulağına eğilerek fısıldadı, "Bak, Rıza'yı görüyor musun? O burada kimsenin bilmediği bir iş çeviriyor. Alt kattaki depoda ne kadar mal olduğunu bilsen şaşırırsın." Kadın, gözlerini kocaman açarak Ezim'e döndü, yüzündeki gülümseme kafasının ne kadar iyi olduğunu ele veriyordu. Ezim, onun dikkatsizliğinden faydalanarak ekledi, "Şimdi gidip malını istersen, hayatının en güzel gecesini geçirebilirsin."

 

Kadın, gözlerindeki ışıltıyla hemen harekete geçti ve hızla Rıza'nın olduğu tarafa

 

Tuvaletin kapısını arkamdan sessizce kapatırken, içimdeki adrenalin dalgasının bedenime yayılışını hissettim. Nefesim hafifçe hızlanmıştı ama yüzümdeki sakin ifadeyi bozmamaya kararlıydım. Barın içindeki gürültü ve kalabalık, maskemin ardına saklanmam için yeterliydi. Bakışlarım hızla barın diğer ucuna kaydı; orada, Rıza ve Murat'ın bir şeyler konuştuğunu gördüm. Sırtımı hafifçe dönüp yüzümü gölgeye sakladım. Onların beni fark etmelerine asla izin veremezdim.

 

Derin bir nefes alarak bir çıkış yolu düşündüm. Planımın ikinci aşamasına geçme zamanıydı. Gözlerimi hızla kalabalığın içinde gezdirdim ve kısa, parlak bir elbise giyen kadını gördüm. Yüzündeki dağınık makyaj ve etrafa dağılmış, odaklanmaktan uzak bakışları, kafasının iyi olduğunu ve uyuşturucunun etkisi altında olduğunu belli ediyordu. İşte ihtiyacım olan kişi.

 

Adımlarımı yavaşça ona doğru yönelttim, gözlerimi tam odaklayarak. Yanına vardığımda, sesimi alçaltıp kulağına doğru eğildim. "şurdaki adamı görüyor musun?" dedim, sesime sanki bir sır paylaşıyormuşum gibi bir ton ekleyerek. Kadın, gözlerini kocaman açarak şaşkın ve heyecanla bana baktı. "O, buranın gerçek patronu. Alt kattaki depoda tonla mal var diye duydum."

 

Kadının yüzünde beliren heves dolu gülümseme, planımın işe yaradığını gösteriyordu. Yalanlarım, sarhoş zihninin ve madde etkisinin altında kolayca yerini bulmuştu. " gitmeden yetişsen iyi edersin" dedim. Kadın, yüzündeki mutlu şaşkınlıkla hızla Rıza'nın olduğu tarafa yöneldi.

 

Ardından birkaç adım gerileyerek kalabalığın arasında kayboldum. Artık işin devamı, tek bir kıvılcımın ateş alması gibiydi.

 

Kadının, Rıza'ya doğru sendeleyerek ilerleyişini izlerken, kalabalığın uğultusu zihnimde bir uğultu gibi dönüyordu. Aralarındaki ilk kelimeler işitilmese de, Rıza'nın yüzündeki sert ifade, hızla yerini ince bir gülümsemeye bıraktı. Onun daima fırsatları kollayan bir avcı olduğunu biliyordum. Kadının kolunu kavradığında, içimde bir an için beliren suçluluk duygusunu bastırmak zorunda kaldım. Rıza, kadını salondan çıkarırken, gözlerim daralan kalabalığın içinden onların arkasından takip ediyordu.

 

"Hay aksi..." diye mırıldandım. Planımın gereği peşlerinden gitmeliydim ama içimde tuhaf bir merak kabardı. Kadına söylediğim yalan, acaba gerçeği mi yansıtıyordu? Alt katta gerçekten de bir şeyler olabilir miydi? Rıza'nın karanlık işlerini, kirli bağlantılarını iyi bilirdim ama bunu ispat edecek hiçbir şeyim yoktu. Belki de yalanım gerçeğin ta kendisiydi.

Adımlarımı hızlandırarak kalabalığın arasından geçtim, duvarların gölgelerinden faydalanarak onların izini sürdüm. Merdivenlerin başında bir an durup derin bir nefes aldım ve içimdeki karanlık dürtüyle merdivenleri inmeye başladım. Her basamakta, kalbim daha da hızla çarpıyordu. Bu sefer gerçekten büyük bir şeyin eşiğinde olduğumu hissediyordum.

 

Rıza, kadını depoya doğru iterken, kapının metalik sesi yankılandı.

 

Depodan gelen sesleri dinlerken nefesimi tuttum, gölgelerin ardına saklanarak dikkatle izlemeye devam ettim. Rıza, kadını şüpheyle süzdü, kaşları çatılmıştı. "Orta yerde ne söylüyorsun bunu?" dedi, sesi sert ve otoriterdi. Kadın ise sabırsızca titreyen ellerini ovuşturup, "Bir haftadır çok kötüyüm," diye mırıldandı. İçindeki kırılganlık ve bağımlılığın gölgesi gözlerindeydi.

 

Rıza'nın şüpheci bakışları arasında, ceketinin cebinden üç paket eroin çıkardığını gördüm. Kadının gözleri bir anlığına canlandı ve ona doğru atılmak istedi ama Rıza paketi geri çekip, "Önce para," dedi, sesi daha da sertleşmişti. Kadın, titreyen elleriyle çantasını karıştırıp tüm parasını çıkarırken yüzündeki çaresizlik açıkça okunuyordu. Rıza, paraya kısa bir bakış attı ve alaycı bir gülümsemeyle, "Bu parayla ancak bir paket veririm, işine gelirse," dedi. Kadın boyun eğmiş gibi başını salladı ve Rıza sonunda elindeki paketi ona uzattı.

 

Kadın, aldığı paketi sıkıca kavrayarak hızla kapıdan çıktı ve benim gizlendiğim koridorun yanından fark etmeden geçti. Onun ayak sesleri yukarıdaki barın kalabalığına karışırken, içimdeki gerginlik doruğa çıktı. Artık yalnızdık. Rıza'nın dikkatini dağıtmak için başka bir fırsat aramama gerek kalmamıştı; o sırada telefonunun çalması, tam da ihtiyaç duyduğum anı verdi. Arkası dönükken, soğukkanlılıkla elime silahımı aldım ve namluyu ona doğrulttum.

 

Sakin bir nefes alarak, tetik parmağımın altındaki ağırlığı hissettim. "Oyun bitti, Rıza," diye içimden geçirdim. Sesim çıkmasa da varlığım, her an patlamaya hazır bir volkan gibi ona yönelmişti.

 

Rıza'nın gözleri, beni gördüğü an bir anlığına büyüdü, yüzündeki soğukkanlı maske çatırdayarak yerini şaşkınlık ve korkunun karışımına bıraktı. Elindeki telefon parmaklarının arasından kayarak yere düştü ve zeminde yankılanan tok bir sesle parçalandı. O anda depoda bir sessizlik çöktü; dışarıdaki barın uğultusu bile sanki bu anı bölmeye çekiniyormuş gibi azalmıştı.

 

Gözlerim, Rıza'nın yüzündeki tereddütü ve korkuyu okurken, elimdeki silahı daha da sıkı kavradım. "Merhaba, Rıza," dedim, sesim soğuk ve tehditkârdı. Onun, zihninde kaçış planları yapmaya çalıştığını görebiliyordum. Ama bu sefer kaçış yoktu. Bu sefer kontrol bende, oyun benim kurallarıma göre oynanacaktı.

 

Rıza, ağzını açtı ama ses çıkmadı; gözleri bir yandan depodaki çıkış kapısına kayarken, diğer yandan beni göz hapsine alıyordu. "Elini oynatmadan önce iki kez düşün," dedim, sesimdeki kararlılığı fark etmesini umarak. Silahımın namlusu, parmağımın en ufak bir baskısıyla harekete geçecek kadar hassastı ve bunu anlamıştı.

 

Derin bir nefes aldı, ter damlaları şakaklarından aşağı süzülüyordu. "Ne istiyorsun, Ezim?" diye sordu, sesi çatallı ve titrekti.

 

Gözlerimi ondan ayırmadan, dudaklarımda hafif bir gülümseme belirdi. "Adalet," dedim, kelime depoda yankılanırken. "Ve bunu kendi yöntemlerimle alacağım."

 

Ona doğru yaklaştım ve arkasında eski tip bir sandalye gözüme çarptı. Sesim kesinlikle boş bodrumda ürkütücü çıkarken konuştum, "arkandaki sandalyeye otur" dedim. Çekine çekine oturdu ama gözleri hâlâ beni tarıyordu.

 

Silahı belime yerleştirip bıçağı boynuna dayadığımda, odadaki sessizlik tüm gerginliğiyle üzerimize çökmüştü. Rıza'nın gözlerindeki korku ve şaşkınlık, her şeyin kontrolüm altında olduğunu hissettirdi. Artık sorularıma net cevaplar almanın zamanı gelmişti.

 

"Sedef olayını polise senin verdiğini biliyorum," dedim, sesim soğuk ve tehditkârdı. "Ama o ses kaydını nereden buldun?"

 

yüzünde alaycı bir gülümsemeyle beni izledi, kendini toparlamaya çalışıyordu. "Baban verdi," dedi. Sözleri o kadar rahat ve kendinden emindi ki, içimdeki öfke daha da büyüdü. "Hapishanede çağırıp delillerin yerini söyledi. Böylece ekmeğimize yağ sürdü."

 

"Yalan söyleme!" diye bağırdım, yakasını daha da sıkarak onu sarstım. "O, böyle bir şeyi asla yapmazdı. Elindeki bu kozu kullanacak biri olsaydı, çoktan harekete geçerdi."

 

gözlerinde hain bir parıltı belirdi. Gülmeye başladı, sesi odada yankılandı. "Ezim, sen hâlâ babanı tanımamışsın," dedi. "O her detayı düşünür, her adımı sinsice planlar ve asla bir fırsatı kaçırmaz."

 

gözlerimin içine bakarak, "Kim olduğunu biliyorum," demesi, içimde ani bir soğuk dalga gibi yayıldı. Bir anlığına dizlerimin titrediğini hissettim, ama hemen toparlandım. Yüzümdeki ifadesizliği koruyarak, ellerimle kontrolü sağlamaya çalıştım. Elimdeki bıçağın soğuk metalini hissettim, ona olan baskımı kaybetmedim. "Ne saçmalıyorsun sen?" dedim, sesim umduğumdan biraz daha sert ve kırılgan çıktı.

 

Rıza, yüzünde beliren o alaycı gülümsemeyle, "Bırak hâlâ oyun oynamayı, rus istihbarat ajanı olduğunu biliyorum... galiba bir tek biliyorum," dedi. Kahkahası boğuk ve tehditkârdı. Sözcükleri zihnimde yankılandıkça, içimdeki panik, göğsümde bir kurşun ağırlığı gibi oturdu. Telaşımı bastırmaya çalışarak, ifademi kontrol ettim. Kalbim, damarlarımda atıyordu ama buna izin veremezdim. Sakin kalmak zorundaydım.

 

"Ölüm korkusu senin beynini sulandırdı herhalde, saçmalamaya başladın," dedim, sesimi olabildiğince inançlı ve rahat tutmaya çalışarak. İçimde fırtınalar koparken dışarıya tamamen farklı bir yüz göstermeyi başardım. İnkârın, bu anı kurtarabileceğini umuyordum.

 

Rıza, bana doğru hafifçe eğilip sinsi bir sırıtışla, "İyi, sen inkar et. Ne olsa, sen de ben de söylediklerimin doğru olduğunu biliyoruz," dedi. Gözlerinde sinsilikle karışık bir zafer parıltısı vardı.

 

O an, kontrolü kaybetmenin ne anlama geleceğini çok iyi biliyordum. İçimdeki o soğuk, sessiz korku, yerini daha karanlık bir şeye, amansız bir kararlılığa bıraktı.

 

Sözleri zihnimde şimşekler gibi çaktı ama devam etti: "Ayrıca, dünkü küçük dedektiflik oyununu da unutma. Bu yaptıklarınla bizi şaşırttın, ama takdir ettim. Yine de, bu saatten sonra işimize yaramazsın. En iyisi, kendine ve kandırdığın kapamana mezar kazmaya başla. Çünkü Barlas, seni yaşatmayacak."

 

Rıza'nın meydan okuyan sözleri damarlarımdaki kanı kaynattı. Saçından tutup başını yukarı kaldırdım, yüzünü zorla bana çevirdim. "Ayıldığında patronuna söyle," dedim, gözlerim onunkilere kilitlenmişti. "Kaçacak bir delik bulsun, çünkü döndüğümde onu yerle bir etmeden bırakmayacağım."

 

Son bir bakış attım ve başına sert bir darbe indirdim. Rıza'nın gözleri kaydı ve bilincini yitirdi. Onu oracıkta öldürmek istedim; parmaklarımın titremesi ve

bunu yapmam için beni zorluyordu. Ama Nihle'nin yüzü gözlerimin önüne geldi Ne kadar kötü olursa olsun, Rıza onun babasıydı ve bu, ona yapılacak en büyük yıkım olurdu.

 

Rıza'dan öğrendiklerim içimdeki düğümleri birer birer çözerken, onu bayıltıp yerde bıraktım. Derin bir nefes alıp geri çekildim. Hâlâ etrafta bir ses ya da hareketlilik var mı diye kulak kabarttım, ama koridor sessizdi. Temkinli adımlarla depodan çıkarken gölgelerin arasında bir şeyin kıpırdadığını fark ettim. İçimdeki his doğruydu; birisi bizi izliyordu.

 

Tam bulunduğum yerden dikkat çekmeden çıkmayı başarmıştım ki, arkamdaki ayak seslerini duyunca duraksadım. Bir an tereddüt etmeden, hızlıca arkamı döndüm ve oradaydı. Gizem, meraklı gözlerle her şeyi anlamaya çalışırken, fırsatı kaçırmadan harekete geçtim. Bir elimle ağzını kapatıp, bıçağı boynuna dayadım.

 

Gizem'in ürkek gözleri gözlerime kilitlenmişti, soğuk metal bıçağı boynuna dayarken kalp atışlarımın hızlandığını hissediyordum. Parmaklarım titremiyor, ama beynimdeki düşünceler hızla dönüyordu.

 

"Kıpırdarsan, sonuçlarını tahmin bile edemezsin," diye fısıldadım, sesimdeki sertlik karşısında gözleri hafifçe kısıldı. Onun korkusunun, bir anlık kararsızlığını avantaja çevirme şansım olduğunu biliyordum.

 

"Neler döndüğünü bilmiyorsun, Gizem," dedim. "Ve sana kötü bir haberim var, gördüklerin yüzünden burdan canlı çıkışın yok"

 

nefesini tuttu, dudakları titredi ama direnç göstermedi."Seni durduracak kimse yok mu sanıyorsun?" dedi, sesi korkudan çatallıydı. İçimdeki soğuk intikam duygusu, bu soruya karşı yükseldi.

 

Tam o anda, yukarıdaki odalardan gelen bir gürültü dalgası koridorun derin sessizliğini yırttı. Şangırtılar, bağırışlar; belli ki ortalık karışmıştı. Başımı istemsizce yukarı çevirdim, o bir anlık dikkat dağınıklığı, Gizem'in beklediği fırsattı.

 

Birden, ellerimi sert bir hareketle kendisinden uzaklaştırdı ve hızla merdivenlere doğru koştu. Kısa bir an afalladım, ama çabuk toparlandım ve peşinden atıldım. Adımlarımızın yankısı, duvarlarda yankılanıyordu. Gizem'in nefesi tıkanmış gibi çıkıyor, benimse damarlarımda adrenalin patlıyordu. Yukarı çıktığımda gözlerim hızla ortamı taradı.

 

Salonun ortasında insanların itişip kakıştığı, seslerin birbirine karıştığı kargaşa vardı. Gizem, bu kaosun arasında kaybolmak için mükemmel bir fırsat bulmuştu. Gözlerim onu ararken, silüeti kalabalığın arasından kayıp gitti. Nefretle dişlerimi sıktım.

 

Artık o, kim olduğumu ve en büyük sırrımı biliyordu. Bir an bile tereddüt etmeden, kaçmanın ve bir sonraki adımımı düşünmenin vaktinin geldiğini anladım. Burada daha fazla kalamazdım; yoksa işler çok daha kötü bir hal alacaktı. İçimdeki öfkeyi ve paniği bastırmaya çalışarak, eve gitmeye karar verdim. Annem, bu karmaşanın içinde tek başına kalmamalıydı. Üstelik çıkan haberlerden sonra iyice endişeli olduğuna emindim o koca evde bi başına çaresizdi. Ne kadar güçlü görünmeye çalışsam da, içimdeki karanlık beni annemin karşısında zayıf kıldı. Hızlıca bardan çıktım ve bir taksi çevirdim.

 

Taksiye bindiğimde Sokak lambaları, şehrin bu sessiz köşesini solgun bir ışıkla aydınlatıyordu. Şoför, dikiz aynasından meraklı gözlerle bana baksa da bir şey sormaya cesaret edemedi. Sessizlik, taksinin içinde ağır bir sis gibi asılıydı; tek duyulan şey motorun ve yoldaki su birikintilerinin sesi.

 

Eve vardığımızda, hızlıca kapıyı açtım ve taksiden indim. Henüz birkaç adım atmıştım ki şoför arkamdan seslendi, "Hanımefendi, ücret?"

 

Bir an duraksadım, derin bir nefes aldım. İçimdeki yorgunluk ve sabırsızlık, tüm kontrolümü zorlayan bir sınav gibiydi. Yavaşça dönüp belimdeki silahı çıkararak adama doğrulttum. Yüzümde en ufak bir tereddüt belirtisi yoktu, sesim soğuk ve sakindi. "Hadi yaylan, hadii!"

 

Adamın gözleri korkuyla büyüdü, elleri direksiyonda titremeye başladı. "Tamam abla kızma," diye yalvardı, sesi ince bir fısıltı gibiydi.

 

Cevap vermedim, sadece bakışlarımın ciddiyetiyle onu yerinde çivilemiştim. Bir an sonra, taksici aniden gaza bastı, lastikler gıcırdayarak döndü ve araç hızla gözden kayboldu.

 

Silahı yavaşça belime geri koyarken, derin bir nefes aldım. Gecenin sessizliği tekrar çöktü, ama içimdeki fırtına hâlâ dinmemişti. Kapıya yöneldim; şimdi, içeri girip annemle yüzleşme vaktiydi, Annemden kaçıp yine anneme sığınıyordum..

 

Kapıyı hızla çaldım, ellerim titremese de içimdeki sıkıntı gittikçe büyüyordu. Birkaç saniye sonra kapı açıldı. Annemin gözleri beni görür görmez o an her şey dondu kaldı sanki, Gözlerimdeki boşluğu, yüzümdeki kasveti, tüm bu karmaşayı fark etti ve hiç tereddüt etmeden bana doğru adım attı. Ardından, bir çırpıda boynuma sarıldı.

 

Bunu beklemiyordum, kollarım ona sarılmak için harekete geçmek yerine olduğu yerde donup kaldı. Parçalanan geçmişimin, içimde biriken öfkenin ve kırgınlıkların arasında o eski duyguları hissedebilmek, belki de o kadar kolay değildi.

 

Annemin sesindeki korku ve huzur karışımı titreşim, "Ezim, sen..." diye başladı, ama kelimeleri ağzından dökülmeden önce, aniden geri çekildi. Birkaç saniye boyunca gözlerimiz birbirine kilitlendi. Ardından, mahçup bir ifadeyle başını hafifçe kaldırdı. "Nasılsın, neler oldu? Bütün bu... her şey... doğru mu?" dedi, gözleri hala korku ve endişeyle parlıyordu.

 

Yavaşça derin bir nefes aldım. Anneme hâlâ gözlerimdeki karanlığı fark ettirememek için elimden geleni yapıyordum. "İzleniyor olabiliriz uzun süre kalamam." dediğimde sesimdeki soğukluk, onun daha fazla soru sormasına engel oluyordu.

 

"Gel içeri geçelim," dedi. bir an daha ona bakıp, ardından başımı sallayarak içeri geçtim.

 

Kapı kapanıp da içeride yalnız kaldığımızda, annemin gözleri bana odaklanmıştı. Cevapsız kalan bir çok soru vardı.

 

gözleri, salondaki boş duvarın ardından bir yere odaklanmıştı. Sessizlik, içimdeki tüm çatlakları derinleştiriyordu. Nihayet, bir adım daha atarak yanımda durdu ve biraz çekingen bir şekilde sordu:

"Sedef hakkında çıkan haberleri gördüm, Ezim... Gerçekten... ne oldu?"

Cevabını duymaya hazırlıklı değildim, ama sormadan edemedi. Annemin sesi, bir zamanlar bana her şeyi anlatan o sakin ve güven veren tonunda değildi. Her kelime, kaybolmuş bir güvenin, belirsiz bir geleceğin izlerini taşıyordu.

 

annemin yüzünde o eski suçlayıcı bakışların yerine, daha çaresiz, hattağa savrulup giden çocuklarına geç kalmış bir kadın vardı. ne yazık ki ona gerçekleri söylemek, boğazımı tıkayan o ağır kelimeleri dile getirmek kolay değildi. Sedef yaşıyordu ama bunu ne kadar az kişi bilirse o kadar iyiydi üstelik annem için ne kadar az bilgi o kadar güvenliydi.

 

Bir an düşündüm, sonra derin bir nefes alıp, sadece bir cümleyle karşımda duran kadına söylenebilecek en makul cümleyi söyledim. "sedef benim arkadaşımdı sende biliyorsun." diye fısıldadım. " Ama bu Bir kaza değildi."

 

Annemin dudağı hafifçe titredi. Gözlerindeki o eski korku yine belirdi, ama bu sefer ne soracak gücü, ne de cesareti vardı. Bir süre sessiz kaldık. İçimden her şeyin yükü biraz daha ağırlaşıyordu. Bir başka nefesle, kendimi toparladım ve ekledim: "O, benim yüzümden öldü."

 

Annem, şaşkınlıkla bakarken, söylediklerimi sindirebilmesi için birkaç saniye daha bekledi. "Ne diyorsun sen ezim bir kazaydı desene.. sen ne dediğinin farkında mısın kızım?" dedi, ama sesindeki titreme, bir kadının en büyük korkusunun ne olduğunu anlatıyordu. Kızının, eski dostunun ölümüne, daha doğrusu ölümüne neden olmuş olma düşüncesi, onu daha da savunmasız bırakıyordu.

 

" onun ölümüne ben sebep oldum, isteyerek veya istemeyerek" dedim, ne kadar soğuk, ne kadar acımasız bir şekilde söylediğimi fark etmeden. "Benim yüzümden öldü çünkü ben bir adım geri atmadım her zamanki gibi, inadıma yenik düştüm direttim sonunda da sedef beni kendimi hiç affedemeceğim şekilde ölümüyle cezalandırdı."

 

Annemin gözlerinde bir kırılma noktası vardı, ama o kadar derin bir kırılmaydı ki, sözlerimi kabul etmek bile ona ağır geliyordu. Sessizliğimizin ortasında, her şeyin içime nasıl battığını hissediyordum.

 

Gözlerim annemin yüzüne kilitlenmişti, her kelimesi, her hareketi bir başka yük gibi yığılıyordu omuzlarıma. O an, zaman durmuş gibiydi, sanki etrafımdaki her şey silinip sadece annemin sesi kalmıştı.

 

" Bu senin suçun değildi hep o babanın suçu, sen de abin de gözümüzün önünde kayıp gittiniz" dedi annem, gözlerindeki korku ve kırgınlık karışımı bir ifadeyle. "Ama yinede senin masum olan birini incitebileceğini ummazdım Bunu gerçekten yaptın mı? Bu kadar mı değiştin sen ezim"

 

Sözleri, içimdeki buzlu duvarları sarsıyordu, ama ben onları hissetmemek için ellerimi sıktım. Bunu kabul etmek, kendi karanlık yüzümle yüzleşmek demekti ve ben buna cesaret edemezdim.

 

Ona cevap vermedim. Cevap versem, her şey daha karmaşıklaşırdı. Yavaşça derin bir nefes aldım, gözlerimdeki boşluğu ondan saklamak için elimden geleni yaparak.

 

Annem birkaç adım daha atarak, bana daha da yaklaştı ve başını eğerek, gözlerimdeki değişimi okumaya çalıştı. "O savaş denen adama aşıksın, değil mi?" dedi. Cümlesi, sanki tüm geçmişimi tek bir anda ortaya dökmek gibi ağır ve beklenmedikti.

 

Bir an için, tüm vücudumda bir donma hissi oluştu. Ne diyeceğimi, nasıl bir açıklama yapacağımı bilemedim. "Hayır," dedim, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak. "Bunu da nerden çıkardın."

 

Annemin bakışları daha da keskinleşti. "Ben anlarım," dedi, sesinde kararlı bir ton vardı. Gözlerimdeki inkarı görüyordu,

 

"Öyle olsa bile bu hiçbir şeyi değiştirmez," dedim, dudaklarım neredeyse kasvetli bir gülümsemeye kaymıştı. Ama onun bakışları beni yeniden o anın içine çekti, ona gözlerimle anlam veremedim.

 

yalnızca gerçekleri bildiğimi, ama her şeyin bir bedeli olduğunu söylemek istedim. Ama annem araya girdi, sesindeki kırılganlık bir anda kayboldu. "Çok şeyi değiştirir, Ezim," dedi, her kelimesi sanki bir gerçekliğe dönüşüyordu. "Ben babanı sevdim. Ama bak halimize... sadece benim sevgimle bu aile ancak bu kadar ayakta durabildi. Ama o adamın adliyenin önünde sana nasıl baktığını gördüm. Üstelik sana destek olmak için duruşmaya bile gelmişti... işte o zaman anladım."

 

Kelimeleri, içimi daha da acıtıyordu. Sanki annem, yıllarca süren bir yalnızlıkla sonunda en zor gerçeği öğrenmiş gibiydi. Ama ben, yine de ondan başka bir şey beklememeliydim.

 

"Neyi?" dedim, gözlerimi sabit tutarak.

 

Annem bir süre sustu, sonra derin bir nefes alıp, başını hafifçe eğerek bana doğru baktı. "Neden onu seçtiğini," dedi, cümlesi bir ok gibi içimi delerek geçti.

 

Annemin gözlerinde, yılların birikimi olan o keskin acıyı, sessiz öfkeyi ve yarım kalmış hayalleri gördüm. İçimde ona karşı hissettiğim o derin kızgınlık, yerini hüzünle karışık bir ağırlığa bırakıyordu. O an fark ettim ki, yıllarca ayakta kalmaya çalışmış, kendini feda eden güçlü bir kadının ardında, kimsesizliğin onu nasıl içten içe ezdiğini kimse görmemişti. Onun sertleşmiş, soğuk kabuğunun altında gizlenmiş yaraları, ilk kez anlamaya başlamıştım.

 

" ben senin gibi değilim " dedim, sesimde istemediğim bir kırılganlık vardı, çocukluğumdan kalan o savunmasız yönüm, annemin karşısında bir anlığına da olsa kendini açığa vurmuştu. " bu dünya hiçbirimize adaletli yaklaşmadı benim istediğim kendi adaletimi kendim yaratmak. savaşmış ya da başka biri umrumda filan değil, benim hayatımda önemli olan tek şey vardı o da artık yok.."

 

Annem derin bir iç çekti, gözlerinde o geçmişten gelen gölgeler bir kez daha belirdi. "Bir gün sen de göreceksin," dedi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar inceydi. " kendine yalan söyleyince hayat sandığın gibi kolay olmuyor. Bak ben Babanı sevdim; ama o sevgi beni de, sizi de mahvetti. Aşk, bazen sana en büyük bedeli ödetir bu sakın unutma."

 

O an yıllarca içime gömdüğüm her şey, tek tek yüzeye çıkıyordu. Kendimi toparlayıp bir şeyler söylemek istedim ama kelimeler boğazıma düğümlendi.

 

Annem sessizce beni izliyordu, yüzünde soğuk, donuk bir ifade. İçimde bir öfke dalgası yükseldi. Yıllardır beni dinlememiş, hep kendi doğrularını dayatmıştı bana. Ve ne içindi bu babam için, bu evde bir şeylerden tatmin olması gereken kişi hep babamdı.. dudaklarımdan sadece yorgun bir fısıltı çıktı: "Özgür olmak istiyorum anne.. ve zalim olan herkese asıl zalimliği göstermek istiyorum."

 

Yavaşça başını salladı, yüzünde alışık olduğum o kırgın ifade belirdi. "Belki de," dedi, gözlerini benden kaçırarak, "bu yüzden sen de benim gibi yalnız kalacaksın. Ben hayatımı olmayacak birine bağlayıp özgürlüğümden vazgeçtim. sende, değer gördüğün adamda özgürlüğü bulamadın."

 

Sözleri, sanki üzerime atılmış bir kehanet gibi ağırdı. Sözleri kulağımda yankılanan bir gerçek, geleceğimin acımasız bir portresiydi.

 

Her şey bir anda sarsıldı, kapının tiz sesiyle,

Annem garip bir bakışla yerinden kalkıp kapıya doğru yürüdü, ben ise olduğu yerde donup kaldım. Kapının deliğinden dışarı baktığında, yüzünde aniden bir ürperti belirdi. Ardından bana dönüp gözleriyle bir telaş fırtınası estirdi.

 

"Dündar kapıda," dedi fısıltıyla, sesinde beni harekete geçiren bir korku vardı.

 

Tüm bedenim irkildi. "Ne? Onun burada ne işi var?" diyebildim sadece, sesim yetersiz ve kırılgandı.

 

Annemin gözlerinde bir anlık tereddüt belirdi ama hızlıca üzerini örttü. "Bilmiyorum," dedi. "Bir yere saklan, seni burada görmesin"

 

Telaşla etrafıma baktım. Gözüm, salonun uzak köşesinde annemin eski konsolunun yanındaki perdeye takıldı. Oraya sığınabilirdim, gölgelerde kalabilirdim belki. Hızla saklanırken annem derin bir nefes aldı, elleri titriyordu. Bir an için dönüp bana baktı,

Nefesimi tutarak onu izledim. eli kapının tokmağında, yüzünde zoraki bir soğukkanlılıkla kapıyı araladı. Karşısında duran adam, her anıma kâbus gibi işlemiş babam Dündar, gözlerinde karanlık bir kararlılıkla içeriye baktı.

 

Annem, "Hapisten mi kaçtın? " Deyince babam hiç bir şey söylemedi. Ardından annem tekrar konuştu. "Niye geldin buraya Dündar?" dedi, sesi soğuk ama hafif titrek çıkarken,

 

Ama Babamın sesi, ürkütücü bir sükunetle salonu doldurdu. " Gelmek istedim geldim illa bir sebep olacak değil"

 

Ardından içeri adımlar atarken, "kocana bir hoşgeldin demek yok mu?," diye başladı, annemi baştan aşağı süzerek. "Demek güçlü kadın olmaya karar verdin?Benim sayemde nefes alabilen, benim sunduklarımla ayakta durabilen bir kadın olmana rağmen." derken, annem suspus duruyordu karşısına,

 

"Mahkemede çok cesurdun, leyla ve kimden olduğu belli olmayan o piçle bana plan kurdunuz." dedi sert bir tonla. " Bugün buradaysam, seni tekrar ayaklarımın altında görmek için buradayım."

 

Annem, bir an gözlerini kaçırır gibi oldu, ama hemen kendini toparladı. "Ayaklarımın üstünde durmam seni rahatsız mı ediyor?" dedi, sesi titrek ama inatçıydı. "O kadar mı yaralıyor seni, Dündar?"

 

Babam alaycı bir kahkaha attı, gözlerindeki soğuk parıltı daha da keskinleşti. "Sana acıdım yıllarca," dedi, sesi zehirliydi. "Çünkü ne kadar dirensen de, aslında hiçbir yere ait olamayan, yalnız bir kadından başka bir şey değilsin. Çocukların bile senden utanç duyuyor, farkında değil misin? Sen onlardan benden daha fazla nefret ettin. oğlunun ölümüne üzüldün kızında katil çıktı sen kendini suçluyorsun eminim ama onlar senden utanıyor."

 

Bu sözler annemin yüzünde acı bir iz bıraktı, ama hemen toparlanarak kendini dikleştirdi. "Senin gibi birinden bu lafları duymak bana bir şey kaybettirmez," dedi, sesi daha soğuktu şimdi. "Asıl utanç verici olan sensin, Hâlâ geçmişsin karşıma beni suçluyorsun, beni aldatan çocuklarına ailesine ufacık sevgiyi çok gören zalim bir adamsın. Buraya gelmiş hâlâ neyi kanıtlamaya çalışıyorsun?"

 

Babam, annemin sözlerine bir anlık öfkeyle baktı, ama bu bakışında onu daha da kızdırmanın bir zafer olduğunu gösteren kibirli bir gülümseme vardı. "zalim olan benim öyle mi?" diye homurdandı. " sen ve çocukların dönüp bir kendinize baktınız mı? Bir kızın fahişenin teki olup birilerini öldürüyor oğlun da o aşiftenin uğrunda ölüyor ve sen de benim evimde onları koruyorsun yok öyle şey zümer hanım, "

annem, bu kez sessiz kalmayacak gibiydi; ama belli ki kendini zor tutuyordu.

 

"Sana kendini güçlü hissettiren tek şey bu mu, yani " dedi annem, sesi her zamanki o sakin ama sarsılmaz tonundaydı. "Yıllarca beni ve çocuklarımı sindirerek, bizi korkuyla ve yalanlarınla kontrol altında tutarak mı güçlü olduğunu sanıyorsun sen, Hiç kimse seni sevmiyor, Dündar. Çocukların, KENDİ ÖZ BE ÖZ ÇOCUKLARIN bile nefret ediyor senden. Ne bıraktın geriye? Yıkılmış bir aile, tahrip olmuş bir hayat..."

 

Babam gözlerini kısmış, onu küçümser bir ifadeyle dinliyordu. Alaycı bir kahkaha patlatarak cevap verdi, "Beni sevmemeleri mi?" dedi, gülümsemesinde acımasız bir haz vardı. "Ben onların sevgiye ihtiyaçları olmadığını göstermek için burdayım. Sevgi zayıflıktır, Zümer. Bunu sana öğretemedim demek ki. Ama çocuklarımızı bu saçma zaaflarınla zehirliyorsun, farkında değilsin!"

 

Annem, babamın üzerine adım attı, sanki bu defa gerçekten de karşısında durmaya cesaret ederek konuşuyordu. "Çocuklarımı zehirleyen sensin" dedi kararlı bir sesle. "Senin bencilliğin, zalimliğin ve hastalıklı gururun onları bu hâle getirdi. Oğlum senin yüzünden öldü kızım senin yüzünden, katil oldu."

 

Bu sözler, babamın yüzüne soğuk bir öfke yerleştirdi. Elleri yumruk olmuştu, ama kendini tutarak, daha da acımasız bir şekilde gülümsedi. "O zaman hatırlatayım," dedi sessiz ama tehditkâr bir sesle. "Benim kanımdan olanlar, bana karşı gelmenin bedelini her seferinde öder. Bu böyleydi, böyle olacak."

 

Salonda babamla annemin karşılıklı duruşlarını izlerken nefes almam gerektiğini bile unutmuş gibiydim. Kalbim göğsümde çılgınca atıyordu. Babamın zehirli bakışları annemin üzerinde gezinirken, annemin soğuk ve dik duruşunun ardında yatan kırılganlığı görebiliyordum. Ne zaman bu kadar cesur olmuştu? Ya da yıllarca bu cesareti göstermekten mi çekinmişti?

 

Saklandığım yerden biraz daha çıktım. Annemin sözleri yankılanırken, içimde her biri daha ağır bir yük haline gelen anılarla sarsıldım. Babamın kendini beğenmiş gülümsemesini ve küçümseyici bakışını görünce, o an hissettiğim öfkeyi tarif edemem.

 

Nefesimi tutarak perdelerin arasından sıyrıldım ve nihayet onların görüş alanına girdim. Babam, beni fark ettiğinde gözleri sert bir parıltıyla daraldı. Annem şaşkınlıkla bana bakarken, onun bakışlarındaki o tedirginliği fark ettim; ama artık geri dönüş yoktu.

 

"Bu korkaklık bana yakışmıyor, değil mi baba?" dedim, sesimin titrememesi için kendimi zor tutarak. "Yıllarca hep gölgelerde kalmamı, sana karşı susmamı bekledin. Ama al işte her seferinde karşındayım."

 

Babam bana döndü, yüzünde sinsice bir gülümseme belirdi. "Ooo iftiracı kızın da burdaymış" dedi, alayla. "senin annen gibi olmaya bile cesaretin yok ezim, ki seni en iyi ben tanıyorum."

 

Bir adım ona yaklaştım, gözlerimi onun karanlık bakışlarından ayırmadan. "haklısın," dedim. "ben Annem gibi olamam, çünkü annem yıllarca senin zulmüne katlanmış, sesini çıkarmamış. Ama ben öyle değilim, Dündar Akman. Senin çetrefelerini yıllar önce öğrendim ben."

 

Babam, gözlerinde bir an için beliren öfkeyle bana baktı, ama kendini toparlayarak yüzünü sertleştirdi. "Sen de annenden farklı değilsin, Hırçın bir kedi gibi tırnaklarını gösteriyorsun ama sonuç aynı: yalnızlık ve çaresizlik. Hayatında benden başka kimseye güvenemezsin, çünkü ben olmasam, ayakta duramazsınız hiçbiriniz"

 

Yavaşça güldüm, ama kahkahamın altında yatan acıyı belli etmemeye çalıştım. "Hayatta sana borçlu olduğum tek şey, güçlü olmamı sağladığın karanlık yanın. Senin sayende kendimden başka kimseye ihtiyacım olmadığını öğrendim. Ve senin aksine, ben kimseyi yıkmadım, kimseyi korkuyla sindirmedim."

O sırada annemin bana destek veren, titrek ama kararlı bakışlarını hissettim. Babama gözlerimi kısarak bakarken sesime en sert tonu kattım. "Senin kanından olmak, senin gibi olmak demek değil, senin o pis kanın da sende kalsın"

 

Babamın bana attığı her kelime, içime bıçak gibi saplanıyordu. Yüzündeki aşağılayıcı gülümsemeye ve alaycı bakışlarına karşı soğukkanlı görünmeye çalışsam da, içimde kopan fırtınaları bastırmak giderek zorlaşıyordu. Ağzından çıkan her kelime daha fazla öfke doğuruyordu içimde.

 

"Senin gibiler hep böyledir," dedi tiksintiyle. "Kendi hayatını kontrol edemediğin için silaha sarılıyorsun. Korkudan başka hiçbir şey bilmiyorsun!"

 

Kelimeleri, bir tokat gibi yüzüme çarptı. Parmaklarım, istemsizce cebimdeki soğuk metale doğru uzandı. Babamın bu kadar soğukkanlı, bu kadar umursamaz oluşu, gözlerini bir an bile kırpmaması... Beni zayıf görmesine, bu kadar küçümsemesine daha fazla dayanamadım.

 

Elimi arka cebin yerindeki silahı çekip ona doğrulttuğumda, o en ufak bir korku belirtisi göstermeden yine aynı küçümseyici ifadeyle bana baktı. "Evet, işte böyle," dedi alayla. "Tam da düşündüğüm gibi. Güçsüzler, ellerine silah aldıklarında kendilerini güçlü zannederler."

 

Dudaklarım titredi. Sakin olmaya çalıştım ama başaramıyordum. "Senin yüzünden neler yaşadım bilmiyorsun. Bu zamana kadar nasıl durduğumu nasıl kendimi dizginlemek zorunda kaldığımı bilmiyorsun sana nasıl tahammül ettiğimi bilmiyorsun," dedim, sesim çatallaşarak. " Sırf senin o pis kanın bulaşmasın elime diye, canını almadım sen babalık nedir bilmezken bir kurşun da sana sıkıp şu boktan hayattan siktirolup gitmek istedim."

 

Babam alayla güldü ve üstüme doğru adım atmaya başladı. Silahı ona doğrultmama rağmen hiçbir tereddüt belirtisi göstermiyordu. " Benden bu kadar nefret ediyorsan sıkta bitsin bu mavra" dedi, bana doğru yaklaşarak. "Seni iyi tanıyorum, Elinde silah olsa da bana asla zarar veremezsin.. Çünkü ben senin damarlarındaki kanım!"

 

Nefesim daralıyordu; silahı tutan ellerim titremeye başladı. İçimdeki öfke, korkuyla karışıyordu. Onun bana bir adım daha yaklaşmasını izledim; her adımı, beni daha da kışkırtıyordu. Üzerime yürüdü, gözlerinde hiç korku olmadan, adeta beni sindirmek istercesine.

 

"Haydi, Ezim," dedi, dudaklarında şeytani bir gülümsemeyle. "Yapabileceksen, şimdi yap. Yoksa bu fırsatı bir daha vermem sana!"

 

Gözlerim doldu; ellerimi sıkılaştırdım, nefes almayı unuttum. Kafamda yankılanan tek şey, onun yok edici sözleriydi. Bu kadar güçlü durabilmek için kendimi zorlayıp sustuğum anlar birer birer zihnimde patlıyordu.

 

Ve artık onun sesini daha fazla duymak istemiyordum.

 

O an, sanki etrafımdaki her şey Elim tetikteydi, ama zihnimde sürekli bir çatışma vardı; onu vurmak mı, yoksa bir adım geri çekilmek mi?

 

Bir anda annemin sesini duydum. Beni durdurmaya çalışmak için, korkuyla titreyen adımlarla yanıma yaklaştı. Elleri titriyordu, gözleri yaşlarla doluydu, bana bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama duyamıyordum. O an içimdeki karanlık duygular annemin varlığına bile engel oldu; zihnimde yalnızca babamın sözleri yankılanıyordu.

 

Tetiği çektiğim an... her şey sessizleşti. Babamın göğsünden kanın sıcaklığı yayılırken, gözlerinde bir anlık korku gördüm. Sanki o da, yıllarca benden esirgediği korkuyu ilk kez tatmıştı. Ama o kısacık an geçtiğinde, gözlerinde o küçümseyici bakış yerini yeniden aldı. Bu kez farklıydı; sanki benim ona karşı koyamayacağımı bir kez daha ispatlamış olmanın huzuruyla yüzünde bir zafer gülümsemesi belirdi.

 

Bu gülümseme, içimdeki her şeyin, ona karşı beslediğim tüm kırgınlığın ve acının sonu oldu. Gözyaşlarım istemsizce yanaklarımdan süzülürken, sadece ona değil, kendime de kaybetmiş gibi hissettim. O gülümseme, onun her şeye rağmen yenildiğini değil, beni hâlâ avucunun içinde tuttuğunu hatırlatıyordu.

 

Babam'ın yavaşça sendeleyerek yere yığıldığını gördüğümde, içimde tuhaf bir boşluk hissettim. Onu vurmuş, yıllarca içimde biriktirdiğim tüm öfkeyi tek bir hamlede dışarı kusmuştum ama şimdi... şimdi sanki hiçbir şey çözülmemiş gibi, derin bir uçuruma düşmüş gibi hissediyordum. Gözlerim, babamın yere cansız bir şekilde uzanan bedenine takılı kaldı; daha önce defalarca ölüme meydan okumuş, gözümü bile kırpmadan canlar almıştım. Ama bu sefer, öldürdüğüm kişi... ölmeyi en çok hak eden adam.

 

Ansızın, annemin elleri silahımı sımsıkı tutarak benden çekip aldı ve yere attı. Yerdeki silahın sesiyle irkildim. Elimdeki ağırlığın gitmesiyle bir an ne yapacağımı bilemedim, dizlerimin bağı çözülmüş gibi hissettim. O sırada annem, kolumdan tutarak beni kendine çekti, sıkıca sarıldı ve titreyerek ağlamaya başladı. Sıcak gözyaşlarının omzuma döküldüğünü hissettim. Bir an için her şey, bütün dünya sessizliğe gömüldü.

 

O an ikimiz de tek kelime etmeden yerde yatan babamın cansız bedenine baktık. Annemle birlikte sırt sırta vermiş gibiydik, ama ikimizin de yüzünde yalnızlık ve derin bir pişmanlık vardı. Annemin ellerinin titremesi, acısının derinliğini hissettiriyordu. İçimdeki karmaşa, pişmanlık, öfke ve acı birbiriyle savaşırken, sanki babamın hayaleti hâlâ üzerimizde dolaşıyormuş gibi hissediyordum. O an, yalnızca annemin gözyaşları, sessizliğimizi bozan tek şeydi.

 

Zaman durmuş gibiydi; her şey olduğumuz yere sıkışıp kalmıştı. Annemin kollarında, hayatım boyunca yaşamadığım bir sarsıntıyla titriyordum. Ellerimden bir hayat kayıp gitmiş, yıllarca süregelen korkularım gerçek olmuştu. Babamın gözlerinde gördüğüm o kısa korku, yerini gururlu bir ölüme bırakmıştı; sanki yenilmiş gibi değil de, yine kazanan oymuş gibi. Bana bıraktığı o bakış, şimdi içimde yankılanan suçlulukla, öfkeyle birbirine karışıyordu. Beni yendiğine mi, yoksa sonunda onu öldürdüğüm için mi kaybettiğime karar veremiyordum.

 

Annem bir yandan hıçkırıklarını tutmaya çalışıyor, bir yandan da beni sarmaya devam ediyordu. Sanki onun gözyaşları, geçmişte yaşadığımız tüm acıları temizlemek ister gibi, sessizce yere dökülüyordu. "Ezim..." diye fısıldadı, sesi kırık ve titrek. İlk defa, annem bana böyle seslenmişti, sanki gerçekten yanımda, benimle birlikte acı çeker gibi. Bir yanım ondan güç almaya çalışırken, diğer yanım her şeyin yıkıldığını ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu.

 

Yerde yatan babama baktım. Öfkeyle çıktığım bu yolda, sonunu görememiştim. O gücünü benden almış, beni kullanarak zaferini sürdürmüştü, ve şimdi... beni tamamen yok etmiş gibi hissediyordum. Annem, derin bir nefes alarak kolumu bırakıp, titreyen elleriyle yüzümü tuttu. "Senin bir suçun bir suçun yok ben yaptım" dedi, ama sesindeki korku ve acı hâlâ canlıydı. "Bu kabustan kurtulmak zorundasın onun ölüsünün bile sana acı çektirmesini istemiyorum."

 

Gözlerimi babamın cansız bedeninden ayıramıyordum. Yıllarca bana korku salan, her sözünde içime işleyen o adam şimdi karşımda ölüydü. Ama yinede hiç pişman hissetmiyordum. ben mi? Fazlasıyla acımazsızdım yoksa gerçekten onu öldürdüğüm için pişmanlık duymalı mıydım? Annemin gözyaşları yanaklarımdan süzülen yaşlara karışırken, ellerini yüzümden çekip gözlerime baktı.

 

"kendini suçlama" dedi, sesi çatallı ama kararlıydı.

 

Sesi titriyordu ama kararlılığı içinde yankılanan bir söz veriş vardı. Annemin bu acılı ama kararlı hali, bana bir an olsun nefes aldırdı. Ama içimde bir ağırlık, bir türlü hafiflemiyordu. Ona yaşattıklarım, kendime bile itiraf edemediğim o derin suçluluk, içimde fırtınalar koparıyordu.

 

"Bize bunları yaşatan biri bile olsa... kendi kanımızdan birini yok ettim." dedim, sesim zorlukla çıkıyordu.

 

Annem beni daha sıkı sarmaladı. "Bunu biz seçmedik, Ezim. O bizi bu yola sürükledi. Onun yüzünden.. hırsları bizi bu noktaya getirdi. Sen sadece bu dünyayı bir pislikten kurtardın kızım"

 

Sözleri, içimdeki sessiz çığlıkları biraz olsun yatıştırıyordu. Ama kalbimde bir yara açılmıştı, öyle bir yara ki, kapanması mümkün değildi. Babamın karanlık gölgesi, şimdi sadece bir hatıraya dönüşmüştü ama bize bıraktığı izler, içimde derin bir iz olarak kalacaktı.

 

Annemle birlikte o soğuk odada, babamın cansız bedenine bakarken, hayatta kalmak uğruna verdiğimiz mücadeleyi ve geride bıraktığımız acı dolu anıları içimde bir düğüm olarak sakladım. Artık yeni bir hayata adım atmalıydım, ama bunu nasıl yapacağımı, nereden başlayacağımı bile bilmiyordum. Tek bildiğim, bu gece yaşananların bizi geri dönülmez bir şekilde değiştirdiğiydi.

 

Annemle yerde oturmuş, her şeyin sona erdiğini düşündüğüm bir anda, aralık kapının sessizce açıldığını duydum. Başımı kaldırdığımda, içeri giren Barlas ve adamlarının gölgeleri yere düşüyordu. Babamın cansız bedenine doğru bakarken yüzünde bir şaşkınlık ya da öfke izi yoktu; aksine, dudaklarının kenarında sinsi bir gülümseme belirmişti. Alaycı bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

 

"Eh, Dündar Akman, sonunda hikayen burada son buldu demek..." diye mırıldandı. Odaya yayılan soğuk sesi, babamın ölü bedeni üzerinden bir zafer havası estiriyordu. Babamı aşağılarcasına bir bakışla süzdü ve ardından beni hedef alarak gözlerini bana dikti. Bakışlarında bir tehdit, bir kararlılık vardı. Sanki buraya gelme sebebi yalnızca babamın ölümünü görmek değilmiş gibi...

 

Annem, Barlas'ın yüzündeki o tehditkâr ifadeyi gördüğünde, hızla ayağa kalktı ve beni arkasına çekti. Barlas, yavaşça adımlarını bize doğru yönlendirdi. Gözlerinde karanlık bir niyet vardı; uzun süredir bana musallat olan o tehlikeli adam, şimdi karşımdaydı.

 

"Öyle bakmayın," dedi, sesindeki alaycı ton tüm odaya yayıldı. "Dündar'ın yarım bıraktığı işi tamamlamak için geldim. Savaş'ın yanında ne işler çevirdiğini duydum, ama bu kez senden kurtulacağım."

 

Bir an duraksadı, odadaki sessizliğin keyfini çıkarıyor gibi gözlerini kapattı. "Savaş'ın elinden kaçmışsın, ona nasıl sırt döndüğünü bilmiyorum ama bu kadarını yapabiliyorsan, çoktan tehlikeli bir yola girmişsin demektir," dedi tehditkâr bir gülümsemeyle. "Ve o yolun sonu burada bitiyor, Ezim."

 

Kalbim hızla çarpmaya başladı, Barlas'ın tehditkâr adımları içimdeki korkuyu körüklerken, annem elimi sımsıkı tuttu. Ancak gözlerimden yaşadığım korkuyu okumasına izin vermemek için kendimi toparladım. Bu adam, babamın izlerini silip beni yok etmeye kararlıydı. Babamın gölgesinden kurtulduğumu düşündüğüm anda, Barlas'ın gölgesi üzerime çökmüştü. Kaçmanın ya da saklanmanın bir çözüm olmayacağını biliyordum.

 

"Babamla işin bitti. Şimdi ne istiyorsun?" dedim, sesimdeki kararlılığı hissettirmeye çalışarak. Ama o, umursamaz bir kahkaha atarak, babamın cansız bedenine bir bakış daha attı.

 

"Ah, Ezim," dedi alaycı bir sesle. "Ne sanıyorsun? Sadece Dündar'ın işini bitirmeye gelmedim buraya. Senin gibi başına buyruk, Savaş'a sırtını dönüp kaçan biri, zaten uzun süre hayatta kalamazdı, ha bi de anlaşmayı bozmuştun."

 

O an, üzerime doğru eğildi, yüzündeki soğukkanlı ifadeyle gözlerimin içine baktı. Adamlarına bir işaret verdi ve onlar da hemen etrafımızı sardılar. Annem, beni bırakmamaya çalışsa da Barlas'ın bakışlarından gözlerimi alamıyordum. Beni yok etmeye kararlıydı.

 

Annemin arkasından sıyrılıp Barlas'ın önünde durdum, gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayırmadan.

 

"Buradan kimse canlı çıkmayacak, biliyorum," dedim kararlı bir sesle, ama içimde fırtınalar koparken bunu ona hissettirmemeye çalışıyordum. "Ama bari annemi bu işe karıştırma. Hiçbir suçu yok."

 

Barlas, söylediklerimden en ufak bir etki almamış gibi, sanki anlamsız bir şakayı duymuşçasına keyifli bir kahkaha attı. "İyi, peki," dedi alaycı bir tavırla ve yanındaki adamlardan birine işaret etti. Adam, hızla annemin yanına yaklaşıp kollarından tuttu ve onu sürükler gibi benden uzaklaştırdı. Kalbim hızla atarken, sinirden dişlerimi sıktım. Kendimi tutamayarak tekrar konuştum.

 

"Bırak gitsin," dedim dişlerimi sıkarak. "Onun bu işle hiçbir alakası yok."

 

Barlas'ın yüzündeki alaycı gülümseme bir anda silindi ve gözlerindeki karanlık parıltıyla bana yaklaştı. "Hiç olur mu? Ben hiç bir anneyi kızından ayırır mıyım?" dedi, gözlerindeki o tehditkâr bakış içime kadar işliyordu. Ardından yüzündeki o sinsi ifade birden ciddileşti ve sert bir sesle ekledi, "Kimse bir yere gitmiyor. Annen, kızının ölümünü gözlerinin önünde görmek zorunda."

 

Annemin sesi anında kulaklarımda yankılandı. Barlas'ın sözleri ona ağır gelmişti; hıçkırıklarla ağlamaya, çırpınmaya başlamıştı. "Yapma, bırak onu! Ne olur, bırak kızımı!" diye haykırıyordu. Sesi her bir hücremi titretiyordu. Ona yardım edememenin acısı içimde derin bir yara açıyordu ama kendimi bir an olsun zayıf göstermemem gerektiğini biliyordum. Barlas'ın önünde güçsüz görünmek, sadece ona istediği zevki vermek olurdu.

O an, Barlas başıyla yanındaki adamlardan birine işaret etti. Adam ağır adımlarla yanıma yaklaştı ve kafama bir silah dayadı. Soğuk metalin alnıma dokunmasıyla birlikte nefesim hızlandı, ama içimde korkuya yer olmadığını kendime hatırlattım. Bu adam, korkularımla besleniyordu ve ona bunu göstermeye niyetim yoktu.

 

Dudaklarımı araladım, başım dikti. Silahın soğuk namlusunu kafamda hissetmeye devam ederken, hiç korkmuyordum Belki de hayatımın son anlarıydı, belki de buradan çıkışım yoktu ama ben ölürken bile kimseye boyun eğmezdim.

 

Adam, parmağını tetikte gezdirirken nefesimi tutmuş, gözlerimi kapatmamak için kendimi zorluyordum.

Adam, tam silahın tetiğini çekmek üzereyken dış kapının hızla açıldığını duyduk. Başımı çevirdiğimde, Murat'ı içeri girerken gördüm. Aniden ortamın havası değişmişti. Soğuk ve kararlı bakışlarıyla direkt Barlas'a yürüdü. Barlas'ın adamları bir adım geriye çekilirken, Murat'ın yüzündeki öfke her halinden okunuyordu.

 

"Bu kadar yeter!" diye bağırdı, sesi odanın duvarlarında yankılanıyordu. Hemen yanıma geldi ve vücudunu benimle Barlas arasında bir kalkan gibi siper etti. Yüzüme dönüp gözlerime baktı, ardından tekrar Barlas'a çevirdi bakışlarını.

 

" Kendi meselelerini hallettin, ama masum insanlara dokunmayacaksın. Özellikle de ona."

 

Barlas, Murat'ın bu beklenmedik çıkışı karşısında bir an için duraksadı. Yüzündeki o alaycı gülümseme silinmiş, yerine bir merak ifadesi yerleşmişti. Başını yana eğdi ve kısık sesle, "senin burada ne işin var? Bu mesele seni ilgilendirmez çekil aradan."

 

Murat, kararlı bir sesle konuşmaya devam etti. "Beni ilgilendirir, çünkü Ezim'i ilgilendiriyor. "

 

Murat'ın sert duruşu ve kararlılığı karşısında Barlas bir an geri adım atacak gibi görünse de, hemen toparlandı ve alaycı bir ifadeyle yüzünde bir gülümseme belirdi. Gözlerini Murat'tan ayırmadan konuştu, sesi tehditkâr bir tonda yankılandı.

 

"Demek öyle, ha?" dedi Barlas. "Ezim senin için bu kadar önemli yani. onun için ölümü bile göze alıyorsun bu çok cesurca" Ardından alaycı bir kahkaha attı ve yanındakilere başıyla işaret etti. Adamları, Murat'a doğru bir adım attılar.

 

Murat kollarını açarak beni arkasına sakladı, omuzlarını dikleştirip Barlas'ın adamlarına meydan okuyan bir bakış attı. Tüm sakinliğini koruyarak konuştu. "Bir kez daha uyarıyorum, Barlas. Bu işin sonu kötüye varacak, bunu sen de biliyorsun. Ezim'e dokunursan, bedelini çok ağır ödetirim sana"

 

Barlas'ın gözleri bir an parladı, öfkeyle kıvılcımlar saçıyordu. "Bedel ödemeye gelince... bence burda bedel ödeceyecek en son kişi ben gibi duruyorum." Ardından yanındaki adamlarından birine başıyla işaret etti. Adam, Murat'a doğru yaklaştı ve elini belindeki silaha götürdü.

 

Ben, Murat'ın arkasında bir anlık korku hissederken, Murat'ın gözlerinin kararlılıkla dolu olduğunu fark ettim. En ufak bir geri adım atmıyordu. Bir yandan Barlas'ın adamlarını dikkatle izlerken, diğer yandan bana dönüp göz ucuyla bakarak güven veriyordu. Sanki, "Buradayım. Seni koruyacağım," der gibiydi.

 

Murat, gözlerinde kararlı bir ifadeyle elini beline götürdü ve hızla silahını çekip Barlas'ın adamlarına doğru ateş etmeye başladı. Kurşun sesleri odada yankılanırken, adamlardan bazıları şaşkınlıkla yere yığıldı. Fakat ateşlenen mermilerden biri, odadaki perdelere isabet etti. Aniden, perde alev aldı ve alevler hızla büyüyerek tüm odayı saran bir yangına dönüştü.

 

Sıcaklık hızla yükseliyor, duman odanın içinde dolmaya başlıyordu. Nefes almak giderek zorlaşırken, kalp atışlarım kulaklarımda yankılanıyordu. Murat bir an bile tereddüt etmeden bana döndü, bakışlarında sarsılmaz bir kararlılık vardı. "Çabuk, buradan çıkmalıyız!" dedi, sesi güçlü ve kararlıydı.

 

Duman ve alevlerin arasından geçmeye çalışırken, Murat'ın elini sıkıca tuttum. Geriye dönüp baktığımda Barlas'ı yerinden kıpırdamadan, gözlerinde öfke dolu bir bakışla bizi izlerken gördüm. Yangının ortasında bile ifadesi değişmemişti. Dişlerini sıkarak, içinden kopan öfkeyi neredeyse haykırarak seslendi: "Bu iş burada bitmedi! İkinizden de intikamımı alacağım!"

 

Yangının sıcak nefesi yüzüme çarptı; alevlerin kızıllığı gözlerimi yakarken, her nefes dumanla dolup ciğerlerime saplanıyordu. Murat'ın beni dışarı çıkardığı o an, kendime gelebilir miyim bilmiyordum. Gözlerim bulanık, kulaklarım uğuldayarak çevreme bakınırken, ansızın içimde bir his yükseldi. Annem... İçeride kalmıştı!

 

Sarsılarak ayağa kalkmaya çalıştım, "Annem içeride!" Kelimeler dudaklarımdan neredeyse bir çığlık gibi döküldü. Ayaklanmaya çalışırken Murat'ın elinin omzumda olduğunu hissettim, beni yavaşça yere geri oturttu. Yüzünde sert ama şefkatli bir kararlılıkla, "tamam sen bekle burda" diye fısıldadı. Onun o sarsılmaz bakışı bir an için bile tereddüt etmiyordu. Hemen arkasını dönüp alevlerin arasına yeniden dalmak üzereyken...

 

Evin girişinde bir patlama oldu sanki; kapı çerçeveleri, menteşeler gürültüyle yerinden koparak düştü. Harlı alevler kapıyı yuttu, çatırtılar büyüyerek evin her köşesini sardı. Murat bir adım bile atamadan, alevlerin yayılışını izledi. Kendini yeniden ateşe atmaya hazırlanırken dahi ifadesi değişmemişti ama ben gözlerinden geçen o küçücük tereddüdü gördüm. O an, her şey içimde parçalandı.

 

Boğazımda yükselen bir acıyla "Anne!" diye haykırdım, sesim bahçede yankılandı, çaresizliğimle birlikte havada asılı kaldı. Kendimi yerden hızla fırlatıp eve doğru koşarken, duman gözlerimi yakıyor, her nefesim yanan ahşabın acı kokusuyla doluyordu. Kapıya yaklaştığımda alevlerin sıcaklığı neredeyse tenimi yakacak kadar güçlüydü; ama geri adım atmayı düşünmüyordum bile. Adımlarımı hızlandırdım, annemi bulmalıydım, onu o cehennemin içinde yalnız bırakamazdım.

 

Tam kapıya uzanacakken, bir el sertçe kolumdan kavrayıp beni geriye doğru çekti. Murat'tı... Yüzüme bakan kararlı ve sert ifadesi bir an bile değişmemişti. Kendini beni korumaya adamıştı, ama ben bunu kabullenemezdim. "Bırak beni! Bırak diyorum!" diye çırpınarak bağırdım, ama o beni sıkıca tutuyordu, geri adım atmamı sağlamak için var gücüyle çekiştiriyordu.

 

Çırpındıkça omzumdaki eli daha da sıkılaştı. Murat'ın beni bırakmaya hiç niyeti yoktu. Gözlerindeki o sert, sarsılmaz bakış beni bir an dondurdu. Onun beni koruma isteğini anlayabiliyordum ama içimdeki korku ve çaresizlik o kadar büyüktü ki... Kendimi zapt edemiyordum.

 

İçimdeki korku, yanan alevler gibi hızla büyüyordu. Her şey paramparçaydı; annemi orada, o alevlerin arasında bırakma düşüncesi ruhumu lime lime ederken, çaresizliğim etrafımı sarıyor, bedenimi kuşatıyordu. İçimdeki o delici acı, bedenime sığmayacak kadar yoğundu. Kalbim göğsümde sertçe çarpıyor, her atışı beni biraz daha içeriye, ona doğru koşmaya zorluyordu.

 

Gözlerim Murat'ın gözlerinde bir an asılı kaldı; bakışlarındaki kararlılık, beni burada tutma azmi içimi yakıp geçen bir öfke dalgasına dönüştü. Onun beni durdurmaya çalışması, içimdeki korkuyu bir kenara itip yerini bir başkaldırıya bıraktı.

 

"Bırak beni!" diye haykırarak çırpındım. Sesim titriyordu; öfke, acı, korku... Her şey birbirine karışmış, boğazımdan düğüm düğüm dışarı taşmıştı. Kendimi onun kollarından kurtarmak için tüm gücümle uğraşıyordum. Ama Murat, beni bırakmıyordu, bırakmak istemiyordu. Kollarının sıkıca beni sarmasındaki kararlılığı hissettikçe, içimdeki çaresizlik daha da büyüyordu.

 

O an, dünya gözümde küçüldü; duman ve ateş arasında tek hissettiğim şey annemi göz göre göre ateşe atmış olduğumdu. Onu o alevlerin arasında bırakamazdım... Onu kurtaramazsam bu yangınla beraber içimde bir şeyler yanıp kül olacaktı, bunu hissediyordum.

 

Tam o anda, arka arkaya gelen araçların far ışıkları bahçeye vurdu. Murat bunu fark edince bir an duraksadı, ardından bakışları tekrar bana döndü. Ellerini omuzlarıma koyarak gözlerimin içine baktı, yüzünde kaçınılmaz bir kararlılık vardı.

 

"Hadi, Ezim. Artık yapacak bir şey kalmadı, gitmemiz lazım," dedi, sesi titremeyen ama acı dolu bir fısıltıya dönüştü. Kelimeleri zihnimde yankılandı, fakat içimdeki umut kırıntısını söndürmeye yetmedi.

 

"Hayır! Annem... Belki hâlâ yaşıyordur..." dedim, sesim hıçkırıklarla karışıyordu, gözlerim yeniden alevlere yöneldi. Bu düşünceye sarılmak, o acı gerçeği kabul etmekten daha kolaydı.

 

Murat, ellerini yüzüme getirdi ve yüzümü avuçlarının arasına alarak bakışlarını gözlerime sabitledi. Başımı hafifçe eğip beni kendi gerçeğine çekmek istercesine, sesi hiç olmadığı kadar ciddi ve sert bir tonda, "Ezim... Bu yangında kimse sağ kurtulamaz," dedi. Sözleri kalbime bir bıçak gibi saplandı. "Anneni kaybettik."

 

Gözlerim yaşla doldu; tüm bedenim bir an hareketsiz kaldı, sanki hislerim dondurulmuş gibiydi. İçimde yankılanan acı, bir anda öyle derinleşti ki, kelimelere dökmek imkansızdı. Ama Murat, beni burada tutmaya çalışmıyordu. Parmakları ellerimi sıkıca kavrayarak beni bir an bile bırakmayacakmış gibi tuttu ve gözleriyle arkamızda beliren polis araçlarına baktı. "Araba arka tarafta," diyerek, beni hızla yanına çekti.

 

Ellerimiz kenetlenmişti, arka araziye doğru hızlı adımlarla yürüdük, sanki her adımdan sonra bir parçamı daha geride bırakıyordum. Her adım, içimdeki o yarayı daha derinleştiriyor, ama ilerlemekten başka çaremiz olmadığını biliyordum. Arabaya bindiğimizde, gözlerimdeki yaşlar artık kontrol edilemez bir şekilde akıyordu;

 

Araba gecenin içine doğru hızla ilerlerken, geride kalan her şey yanan ev, annemin alevler arasında kaybolan silueti, kalbime çöken o tarifsiz acı karanlığın içinde kayboluyordu. Gözlerimi kapattım, ama içimdeki yangın sönmüyordu; aksine, her geçen saniye biraz daha büyüyordu. O an, hiçbir şeyin bu acıyı hafifletemeyeceğini biliyordum. İçimdeki vicdan her şeyi yutacak kadar büyüktü; çaresizlik, karanlık bir deniz gibi üzerime çökmüştü.

 

Yanımda sessizce direksiyona sarılan Murat'a baktım. ellerimin titremesini hissettiğinde bir an gözlerini bana çevirdi; bakışlarında, bana ve bu acıya inatla direnme isteği vardı.

 

Gözlerimi tekrar yola çevirdiğimde, kaderin beni kopardığı geçmişime, o kül olmuş hayallere bir kez daha veda ettim. Şimdi yanımda sadece, yanımda Murat vardı, ama ben yine de paramparçaydım. Yine de, içimde hâlâ yanmakta olan tek şey, bu yangından sağlam çıkacak kadar güçlü olma umuduydu. Ve belki de, o yangının küllerinden doğacak yeni bir başlangıca inatla tutunmaktı.

 

 

 

Bölümü okuduğunuza göre, afişi nasıl buldunuz?

 

 

Bu arada kurgumuz için yüz olarak Deniz Baysal 'ı uygun buluyorum siz de bir ezim enerjisi alıyor musunuz? Veya murat içinde murat Yıldırım güzel bir model olabilir.

 

 

her zamanki gibi buraya kadar gelmişken yıldıza dokunmayı unutmayın ve takipte kalmayı devam edin ki bir sonraki bölümlerde tekrar buluşalım (yorumlarda da buluşalım unutmayın) 🎀📍

Loading...
0%