Yeni Üyelik
6.
Bölüm

3. Bölüm KÖRELMİŞ DUYGULAR

@sima.d

Bahçenin köşesinde, giderek uzaklaşan abimin sırtını izlerken içimde bir boşluk hissettim. O boşluğun, abimle birlikte giden masumiyetim olduğunu fark ediyordum. İçimdeki bu sarsıcı üzüntü, kararlılığımla gölgelenmişti. Abim beni korumak için gitmişti, bu savaşın dışında kalmasını sağlamak için belki de en doğrusu buydu. Ama içimden bir ses, bu ayrılığın ardında başka bir anlam olduğunu fısıldıyordu; beni durdurabilecek son kişi de gitmişti. Artık kimse beni yolumdan çeviremezdi. Bu savaşı tek başıma, kimsenin müdahalesi olmadan kazanmalıydım.

 

Abim beni hep korumak istemişti. Babamın işlerinden, kavga ve dövüşten uzak tutmaya çalışmıştı. Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ben büyüdükçe gerçeklerin farkına varmış ve kendimi savunmak için dövüş ile silah eğitimi almıştım. O, hep benim masum küçük kız kardeşi olarak kalmamı istiyordu. Ama gerçekte o masumiyet çoktan yitirilmişti. Ellerim kana bulanmış, dönülmez bir yolda savaşan güçlü bir kadına dönüşmüştüm.

 

Abimin uzaklaştığını gördüğüm an, gözlerimi kısıp ardımda bıraktığım yolu zihnimde mühürledim. Ardından sessizce eve döndüm. Kapı sürgüsünün sesiyle Savaş'ın da içeri girdiğini anladım. Kanepede derin düşüncelere dalmış otururken, onun arkamdan geldiğini hissettim. Salona girdiğinde yanında köpeği de vardı. Odanın sessizliği, içimde biriktirdiğim duygularla dolmuştu. Savaş'ın sesi bu sessizliği parçaladı.

 

"Üzüldün mü?" diye sordu.

 

"Hayır," dedim, sesimde soğuk bir mesafe vardı.

 

Yüzümü ellerimle ovuşturup derin bir nefes aldım, içimdeki boşluğu dağıtmak ister gibi. Ardından, duygusuz bir ifadeyle, "Eğer vazgeçmek istiyorsan, şu anda gidebilirsin," dedi

 

"Hayır, başladığım işi bitirmek zorundayım. Bu, artık kendimle olan bir savaşa döndü," diye ekledim, sesimdeki kararlılık Savaş’ın gözünden kaçmamıştı.

 

"Pişman olacağını bilsen bile mi?" diye sordu, hâlâ içimdeki zayıflıkları ararcasına.

 

Ona doğru dönüp gözlerinin içine baktım. Bu sorgulama, onun bende gördüğünü düşündüğü tereddüdü doğrulamak ister gibiydi. İçimdeki öfke bir anda yüzeye çıktı, sözlerim birer ok gibi fırladı.

 

"Gitmeyeceğimi biliyorsun. Ona rağmen beni kışkırtıyorsun ama senin bu mafya babası tavırların bana sökmez. Karşındakini hafife alma. Eğer yapamayacağımı düşünseydim, seninle asla iş birliğine girmezdim," dedim, sesim kararlılıkla doluydu.

 

Savaş, tek kaşını hafifçe kaldırarak bana baktı. Gözlerinde bir an için beliren kurnazlık, karşısındakini dikkatle analiz eden bir avcı gibi duruyordu. Sözlerimdeki kararlılığa rağmen, yüz ifademin içimdeki acıyı ele verdiğini biliyordu.

 

"Sözlerin ne kadar kendinden emin olsa da yüz ifaden seni ele veriyor. Abinin sözlerinin seni paramparça ettiğini görmedim sanma," dedi, o kadar sakin ve kendinden emindi ki, bu cümle içime bir ok gibi saplandı.

 

Savaş, sandığımdan da kurnazdı. İçimdeki fırtınayı görmüştü, ama bu fırtına beni daha da güçlendiriyordu. Abimin sözleri beni yaralamış olabilir, ama bu yaralar savaşın bir parçasıydı ve ben bu savaştan geri adım atmayacaktım.

 

Gözlerimi Savaş’ın yüzüne dikmiştim. Sessizlik, aramızda bir duvar gibi yükseldi. Ardından, hiçbir şey söylemeden yanından geçip Gollum’a doğru yöneldim. Soğukkanlılığımı koruyarak, "Telefonum o gün otelde kaldı. Yeni bir telefona ihtiyacım var, ve patronun benim ihtiyaçlarımı karşılayacağını söyledi. Kendisi boy gösterirken, sen de bu telefon işini hallet," dedim, alaycı bir gülümseme dudaklarımın kenarına yerleşmişti.

 

Gollum’un gözlerinde kısa bir an için beliren şaşkınlık, tüm soğukkanlılığına rağmen dikkatimi çekmişti. Onun gibi biri için bu tepkiyi görmek, içimde bir zafer hissi yarattı. Savaş ne kadar kurnazsa, ben de en az onun kadar kararlıydım. Duygularımı ustalıkla gizlemekte bir usta olduğumu biliyordum. O, beni çözmeye çalışırken, ben çoktan bir sonraki adımı planlıyordum.

 

Ona sırtımı dönüp sessizce merdivenlerden yukarı çıktım. Yüzeyde sakin görünüyordum, ama odaya adım atar atmaz içimde biriktirdiğim her şey patladı. Gözlerim istemsizce doldu ve yatağın ucuna çökerek gözyaşlarımın özgürce akmasına izin verdim. Kalbimdeki yük, omuzlarıma çökmüştü. Abimin gidişi, verdiğim kararların ağırlığı... Hepsi, odanın duvarları arasında yankılanan sessiz bir çığlığa dönüşmüştü.

 

Saatler geçmişti. Yerden kalktığımda akşamın karanlığı odayı sarmıştı. Gözlerim ağlamaktan kızarmış, yorgun düşmüştüm. Toparlanmak için banyoya yöneldim, suyun soğuk dokunuşu, zihnimdeki karmaşayı biraz olsun dindirmişti. Banyo kapısına yöneldiğimde kapı çaldı. Aklıma yarenin gelmiş olabileceğini geldi, bu yüzden "Gir," diye seslendim, üzerime aceleyle bornozumu geçirip banyodan çıktım.

 

"Yaren, eğer teselli için geldiysen boşuna nefesini tüketme," diyerek odaya girdim. Ama karşımdaki manzara, beklediğimden çok farklıydı. Koltuğa rahatça kurulmuş olan Savaş, odada bulunmaması gereken bir misafir gibi oturuyordu.

 

"Yaren yok ama ben varım," dedi, o derin ve erkeksi sesi odayı doldurdu.

 

Anında bir savunma mekanizması devreye girdi. "Salonda yeterince tartıştık, şimdi de odama gelip mi tartışmak istedin?" diye sert bir şekilde karşılık verdim.

 

Savaş, her zamanki rahat ve umursamaz tavrıyla, "Eğer tartışmalarımızı bu kadar ciddiye alırsan, seninle hiç ilerleyemeyiz," dedi. Sesi, sanki aramızdaki gerilimi hafifletmeye çalışıyormuş gibi sakindi, ama aynı zamanda alttan alta bir meydan okuma barındırıyordu.

 

Savaş’ın bu denli rahat tavrı, içimdeki öfkeyi daha da körüklüyordu. Onun bu durumu hafife alması, sanki benim hissettiğim her şeyin bir oyunmuş gibi algılanmasına sebep oluyordu. Ama derin bir nefes alarak, kontrolümü kaybetmemeye çalıştım. Bu odada yaşanan her şey, başlattığım savaştan bir parça, bu yüzden duygularımın beni ele geçirmesine izin veremezdim. Savaş karşısında güçlü ve kararlı olmalıydım, tıpkı ona her zaman gösterdiğim gibi.

 

Savaş’ın sözleri havada asılı kalırken, ona karşı koyamadığım o tehlikeli çekimi, bir silah gibi kullanmaya karar verdim. Yanağıma sahte bir cilve yerleştirip, "O zaman gelişin beni aynı evin içindeyken bile özlediğin için olmalı. Gerçi, sen de haklısın, biliyor musun? Benim gibi bir kadın yan odanda uyusun ama sen ona dokunama," dedim, sesimde alayla karışık bir meydan okuma vardı.

 

Savaş, gözlerini gözlerime dikti, sanki içimdeki her şeyi okuyormuş gibi. "Eğer seni isteseydim, şimdiye kadar çoktan yatağımda olurdun," dedi, kelimeleri buz gibi soğuk ama bir o kadar da yakıcıydı.

 

"Sen istesen bile, ne yapmış olursan ol, seninle olmazdım, Karaaslanlı," diye karşılık verdim. Sesim kararlıydı ama içimde onun söylediği her kelimeye meydan okuma arzusu kabarıyordu. O, beni baştan aşağı süzerken, bakışlarındaki soğukluk yerini belli belirsiz bir ilgiye bırakıyordu. Sigarasını yavaşça yaktı ve dumanın arasında kaybolan yüz ifadesi, sanki derinlerde sakladığı düşünceleri gizlemeye çalışıyordu.

 

"Sen ne kadar kendini gizlemeye çalışsan da, aslında nasıl hissettiğini gözlerinden okuyabiliyorum. Duygularını sakladığında görünmez olduğunu sanıyorsun ama gözlerin seni tüm çıplaklığıyla ele veriyor," dedi, sanki tüm zırhımı delip geçen bir kılıç gibiydi sözleri.

 

Ona karşı bir koz olarak kullandığım alaycı tonumu sürdürdüm. "Bu, karşında üzerimi giyinmemi isterim demenin başka bir yolu mu?" diye sordum, kur yaparken bile sesimdeki alaycılık belirgindi.

 

Savaş, umursamaz bir şekilde yüzünü buruşturarak, "Karşımda soyunsan bile sana heveslenmem, emin ol," dedi.

 

Ona karşı olan meydan okumamın sınırlarını zorlamak istedim. Yandan bir gülümsemeyle bornozumun ipini yavaşça çözmeye başladım. Savaş’ın gözleri beni takip ederken, onun beni gerçekten umursayıp umursamadığını anlamaya çalışıyordum. Tam o sırada, kapı çaldı. Hareketlerimi yarıda kesip dikkatim kapıya kaydı.

 

"Ezim, müsait misin? İçeri geliyorum," diye seslendi yaren, cevabımı beklemeden odaya girdi. Beni bornozla, abisini ise karşımdaki koltukta sigara içerken görünce şaşkınlığı yüzünden okunuyordu.

 

"Sanırım çok uygunsuz bir zamanda geldim," dedi mahcup bir ifadeyle.

 

Benim için bu sahne, utanacak bir şey değildi, ama yaren’in yüzündeki utanç, onun ne kadar masum olduğunu gösteriyordu. Savaş ayağa kalktı, bir şey demeden sigarasını söndürdü ve yarenin yanından geçerek odadan çıktı. "Neyse, ben de çıkıyordum zaten," dedi, kapıyı arkasından kapatırken.

 

Yarende, abisinin ardından bakarak, "Galiba sizi böldüm," dedi, biraz endişeli, biraz da meraklı bir tonla.

 

Umursamazca omuz silktim. "Senin bu abin gerçekten bana aşık. Aynı evin içinde beni özlüyormuş falan filan, klasik," dedim, sanki bu tür iltifatlar beni hiç etkilemiyormuş gibi.

 

yüzünde anlamlı bir gülümsemeyle, "Bunu başka bir kadın söylese inanmazdım ama sen söyleyince inanıyorum. Aranızdaki bu anlam veremediğim etkileşim, abime hiç söylemeyeceği şeyleri söyletebilir," dedi, gözlerinde bir parça merak ve eğlence parlıyordu.

 

"Ne yaparsa yapsın, beni elde edemez. Ben diğer kadınlara benzemem," diye hâlâ ezbere konuşarak. Savaş’ın beni etkileme çabalarını hafife almadığımı, ama onun için asla kolay bir hedef olmadığımı vurgulamak istedim.

 

rahat bir şekilde gülümseyerek, "Bence abimin ilgisini de bu çekti," dedi, dişlerini göstererek sıcak bir gülüşle.

 

"Her neyse, abi kardeş odama dalmanız bittiyse, giyinmek istiyorum, müsaadenizle," dedim, bu tuhaf sahneyi daha fazla uzatmak istemiyordum.

 

başını hafifçe salladı ve kapıdan çıkarken, "Birazdan yemek hazır olur, giyin gel istersen," diye ekledi, ardından kapıyı kapatıp gitti.

 

Odanın kapısı kapandıktan sonra, kısa bir süre durup derin bir nefes aldım. Savaş’ın varlığı, hissettirdiği karmaşık duygular, bu evde oluşum.. Hepsi birer fırtına gibi zihnimde dönüp duruyordu. Ama bu savaşı kazanmak için ayakta kalmak zorundaydım. Ne Savaş ne de başkası, beni yoldan çıkaracak kadar güçlü değildi.

 

Üzerimi her zamanki şıklığımla giyinirken, aynadaki yansımama kısa bir bakış attım. İçimdeki karmaşaya rağmen, dışarıya hiçbir şey yansıtmayacak kadar ustalaşmıştım. Ne olursa olsun, yüzümde hiçbir şey olmamış gibi bir ifade vardı. Bu, benim savunma mekanizmamdı: zayıflıklarını gizle ve her zaman güçlü görün.

 

Aşağı indiğimde, salonun sıcak ışıkları beni karşıladı. Yaren, yanında oturan biriyle konuşuyordu, ancak Savaş ortalarda yoktu. Yemekler henüz hazır değildi, ancak odadaki hava, bekleyişin yarattığı sessizlikle doluydu. Yaren beni fark eder etmez, yüzünde her zamanki sıcak gülümsemesiyle seslendi.

 

"Gel, Ezim, tam da sizden bahsediyorduk," dedi, sesinde hafif bir alay vardı.

 

Nazik bir gülümsemeyle karşılık verdim, "Öyle mi?"

 

Yarenin gözlerinde bir parıltı belirdi. "Abim ve senin hakkında konuşuyorduk. En son yaptığınız açıklama hakkında," dedi, sonra yanındaki adama dönerek, "Her neyse, siz tanışmadınız daha. Avukat Kıraç Erten, aile dostumuz sayılır."

 

Kıraç Erten, elini uzatarak, "Tanıştığımıza memnun oldum, Ezim," dedi. Sesi, yılların getirdiği bir güven ve otoriteyle doluydu. Gözlerim, onun yüzünde gezinirken, bu adamın bana ne kadar tanıdık geldiğini düşündüm. Neredeyse daha önce bir yerde görmüş gibiydim ama belki de sadece bir yanılsamaydı. Bunu çok fazla düşünmemeye karar vererek başımı salladım.

 

Ancak Savaş hâlâ ortalarda yoktu. Bu tuhaf bir durumdu. Kıraç, bakışlarını bana dikti, yüzünde düşünceli bir ifade vardı. "Savaş’ın nerede olduğunu biliyor musun? Geldiğimden beri ona ulaşamıyorum," dedi, sesi sakin ama içinde ince bir merak barındırıyordu.

 

Ona doğru hafifçe eğildim, omuz silkerek, "Hayır, onu en son sabah gördüm. Daha sonra konuşmadık," diye yanıt verdim. Sesim, kayıtsız gibi görünmeye çalışıyordu ama içimde bir huzursuzluk belirmeye başlamıştı. Savaş genelde bu kadar uzun süre kaybolmazdı.

 

Kıraç kaşlarını çattı, belli ki durumun ciddiyetini anlamaya çalışıyordu. "Bu saate kadar gelmese bile haber verirdi. Geldiğimden beri arıyorum, ama ona ulaşamıyorum," dedi, sesi hafifçe gerilmişti.

 

"İşleri yoğundur, ondan cevap verememiştir," dedi, Yüzünde zoraki bir rahatlama ifadesi yerleştirmişti, sakin durmaya çalıştığını, ancak gözlerindeki tedirginliği fark etmemek imkânsızdı. Ortamdaki gerginliği daha fazla körüklemek istemiyordu, ama içten içe onun da Savaş için endişelendiğini biliyordum. Yemek masasındaki konuşmaların ardından Kıraç kalkıp gitti ve ben de yaren'i, biraz kafasını dağıtması için bir arkadaşının evine gönderdim. Burada kaldıkça abisi için daha fazla endişeleneceğini biliyordum. Onun gitmesiyle yalnız kaldığım salonun sessizliği, içime bir huzursuzluk saldı.

 

Dışarıda güneş batarken, içerideki hava ağırlaşıyor, her an bir fırtına kopacakmış gibi bir his yaratıyordu. Savaş’ın neden


bu kadar uzun süredir ortadan kaybolduğunu anlamaya çalışırken, içimdeki endişe giderek büyüyordu.

 

Sürgülü ön kapının açılma sesini duyduğumda, bir şeylerin ters gittiğini hissettim. Hemen ayağa kalktım ve karanlık koridorda gözlerimi kıstım. Işığı açtığımda, gözlerime inanamadım: Savaş yaralı bir halde, kolunu Gollum’un omzuna atmış şekilde duruyordu. O an tüm dünyam durdu ve tek yapabildiğim, hızla yanlarına koşmaktı.

 

"Ne oldu?" diye sordum, sesim endişeden titreyerek.

 

Gollum, kısık bir sesle, "Soru sormadan Savaş’ı bir yere yatıralım," dedi. Savaş’ın diğer koluna girip onu destekledim ve güçlükle de olsa yukarı, odasına kadar taşıdık.

 

"Savaş’ı buraya getireceğine, bir hastaneye götürseydin," diye itiraz ettim, gözlerim korkuyla doluydu.

 

Gollum dişlerini sıkarak, "Hastaneye götürseydim, polisler anında başına üşüşür ve sana bunu kim yaptı diye sorguya çekerlerdi," diye cevap verdi.

 

"Böylesi daha mı iyi? Belki de durumu ciddi!" diye çıkıştım, endişem giderek büyüyordu.

 

Savaş, yaralı olmasına rağmen hâlâ bilincini koruyordu. Birden, sesini yükselterek, "Bir susun artık!" dedi. Ancak bu ani çıkış, yarasına dokunmuş olacak ki, küçük bir inleme sesi duyuldu. Onu odasına götürüp yatağına yatırdığımızda, acıyla kıvranmasına rağmen güçlü görünmeye çalışıyordu.

 

Gollum, "Doktor birazdan gelir. Ben aşağıyı kontrol edeyim, sen burada kal, ne olur ne olmaz. Bir şey olursa bana haber ver," dedi ve ben de başımla onaylayarak odada kaldım.

 

Savaş’ın gözleri yarı kapalıydı, ama hâlâ bana bakıyordu. "Yaren nerede?" diye sordu, sesi zayıftı.

 

"Seni çok merak ediyordu. Kafası dağılsın diye arkadaşına gönderdim," dedim yumuşak bir sesle.

 

"İyi yapmışsın. Zaten beni bu halde görmesini istemezdim," diye mırıldandı.

 

Ona ne olduğunu sormak istedim, ama cevabını bildiğimden emin olduğum bir soru sormanın faydası yoktu. Yine de, "Ne oldu? Anlatmayacak mısın?" diye sordum.

 

"Önemli bir şey değil," diye geçiştirdi, sesinde bir direniş vardı. Belli ki, başına ne geldiğini bilmemi istemiyordu.

 

Çok geçmeden doktor odaya girdi ve ben sessizce dışarı çıktım. Koridorda, içimdeki endişe giderek büyüyordu. Yaklaşık bir saat sonra doktor odadan çıktı, yüzünde ciddi bir ifadeyle, "Ne kadar şanslıymış ki, kurşun kemiğine isabet etmemiş, sadece sıyırmış. Ancak kafasını vurmuş ve beyin sarsıntısı geçirmiş olabilir. Ne olur ne olmaz, bu gece onu uyutmayın. Yazdığım ilaçları da muhakkak kullansın," dedi.

 

Gollum, reçeteyi alırken gözleriyle beni süzdü, "Sen git, ben yanında kalırım," dedim, kararlılıkla.

 

Gollum, tereddütle baksa da sonunda, "Gönlüm onu bu halde seninle bırakmaya el vermiyor ama... neyse, tamam," dedi ve çekip gitti.

 

Savaş’ı yalnız bırakmam mümkün değildi. İçimdeki merak ve endişeyle odaya geri döndüm. Kapıdan içeri girer girmez, yarı kapalı gözleriyle bana baktı. Üstü çıplaktı, göğsünün üstü sargıyla sarılmıştı. Göğsündeki her sargı, içimdeki korkunun daha da büyümesine neden oldu.

 

Kapıyı kapatıp, derin bir nefes aldım. Korkularımı bir kenara bırakıp ona destek olmak için güçlü görünmeliydim. Yatağın yanına otururken, sessizce onun yanında olduğumu hissettirmeye çalıştım. O da yaralı ve yorgun bakışlarını benden ayırmıyordu. Bu gece uzun olacak, ama onun yanında olmaktan başka bir şey istemiyordum.

 

"Galiba elime düştün," dedim, kafasını dağıtmak isterken,

 

Savaş, yorgun ve bitkin gözleriyle bana baktı. "Sen niye geldin, arat nerde?" dedi, sesi yorgun ama sertti.

 

"O seni terkedip gitti. Yalnız kalan tek kişi benim, Kıymetimi bil," dedim, gözlerimde bir miktar umursamazlık ve belki de biraz alay vardı.

 

Savaş, gözlerini sabit bir şekilde bana dikti, cevap vermeden önce bir an düşündü. ben ona bakmaya gelmiştim, ama o bana neden geldiğimi sorguluyordu. Bu kaba tavırları sinirimi bozuyordu; mafya bozuntusuydu işte ne beklenirdi ki.

 

"Bu ilginin sebebi, Gollum'un bu saatte nöbetçi eczane aramaya gitmesi," dedim, olayın özünü tek kalemde açıklayarak

 

Savaş, cevabını alınca sustu.

"Doktor uyumamanı söyledi," dedim, bu kez daha ciddi bir tonla.

 

Bir iç çekiş duyduğumda, "Zaten hangi gün uyuyorum ki?" dedi, kendi durumuna alışmış bir şekilde. Yatağın yanındaki kanepeye oturdum, gözlerim onun üstündeydi.

 

"Kurulduğuna göre, bu gece benimle kalmaya niyetlisin," dedi, yüzünde hafif bir alayla.

 

"Gollum gelsin, çıkarım. Yaralı adamı burada tek başına bırakacak kadar kalpsiz değilim," dedim.

 

Savaş, suratında şaşkın bir ifade belirdi. "Senin kalbinde mi vardı?" dedi hâlâ bu durumda bana laf yetiştirerek

 

"Evet, senin aksine," dedim, "ne de olsa menfaat uğruna çalışan adamsın, şaşırmıyorum."

 

"Abisini intikam için karşısına alan kadın mı bunu söylüyor?" dedi, alaycı bir gülümsemeyle.

 

Yaralı olmasa, onu bırakıp gideceğimden emindim. Şu anda bana mecburmuş gibi konuşması sinirimi bozuyordu. Ancak, bir cevap vermedim.

 

Uzun bir süre sessizlik hakim oldu aramızda. Saatin ilerlediğini fark ettiğimde, saat çoktan sabah beşi bulmuştu. Bir ara ona baktığımda, gözlerinin yavaşça kaydığını gördüm. Yanına geçip hafifçe sıktım.

 

"Savaş, uyan," dedim, onu nazikçe sarsarak.

 

Tam o sırada, elimi tuttu. Onu tekrar sarstığımda Gözlerini açtı ve elimi tuttuğunu görünce küçük bir panikle doğrulup elimi bıraktı. "Uyumaman gerek, o yüzden yanına geldim," dedim.

 

Savaş, başını sallayarak kabul edercesine yüzüme baktı. Yanından kalkıp balkona geçtim. Bir sigara yaktım; başımın çatladığını hissetmiştim. Ayak seslerinden, Savaş'ın yanımda olduğunu fark ettim. Sigara istediğinde, emin misin der gibi yüzüne bakarak bir tane de ona uzattım.

 

"Başımda hasta bakıcı gibi beklemene gerek yok, iyiyim ben," dedi, sigarayı aldıktan sonra.

 

"Bende meraklısı değilim zaten," dedim, sigaramı söndürüp balkondan çıktım. Tekrar odaya girdiğimde koltuğa tekrar oturdum, kısa bir süreden sonra Savaş, sigarasını bitirmiş olmalıydı ki, arkamdan çıktı.

 

Bende Tam odadan çıkarken, bir inilti sesi duydum ve dönüp baktığımda, Savaş'ın telefonunu koltuğun önündeki sehpadan almaya çalıştığını gördüm. Yanına gidip kolunu omzuma atmasını sağladım, ardından onu tekrar yatağa yatırdım. Yatağa yatırırken, yaranın kanadığını fark ettim. Dikişleri patlamış olabilir, bu geceyi oldukça zor geçirecekti.

 

"Yaran kanıyor, ilk yardım çantası falan var mı?" diye sordum, endişeyle.

 

"Çekmecede," dedi Savaş, bir şekilde yorgun gözlerini bana çevirdi. Berjerin çekmecesini açıp çantayı aldım. Yanına yaklaştığımda, Savaş kolumu tuttu ve beni durdurdu.

 

"Sen bırak, ben hallederim," dedi, sesi ağrının getirdiği zorlanmayı yansıtıyordu.

 

"Saçmalama, kolumu bırak da yapayım," dedim, kendimden emin bir şekilde. Canı acıyorsa, yüzündeki ekşimenin derinliği bunu kanıtlıyordu. Kolumu bıraktı ve ben yanına oturdum. Yarayı açtım; dikişler zorlandığı için kanamıştı. Kanı temizleyip üzerine tentürdiyot sürdüm, ardından sargıyla sarma işlemine başladım.

 

Gözleri bir anlığına bana kaydı ve tam elimi yarasının üstüne koyarken, elini üstüme koydu. Ağzını aralayacakken, kapı açıldı ve Gollum içeri girdi. Ben hemen toparlandım, Savaş ise yatağın başlığına yaslanmıştı.

 

"Neredesin sen, saatlerdir?" dedi Savaş, Gollum'a doğru dönerken.

 

"Nöbetçi eczane arıyordum, anca gelebildim," diye yanıtladı Gollum.

 

"Sen geldiğine göre, ben gidiyorum," dedim ve odadan çıktım.

 

Kendi odama attım saat 6’ydı. Gözlerim uykusuzluktan yanıyordu. Yatak üstüne bırakır bırakmaz, gözlerim kapandı ve derin bir uykuya daldım.

 

Sabah uyandığımda üzerimi giyinip, Savaş’a bakmaya gittim. O gece bana ne söyleyecekti merak ediyordum. Odaya yaklaştığımda, kapının aralığından bir şeyler konuşuyorlardı. Kulağımı kapıya verip dinlemeye başladım.

 

"Saçmalama Savaş, bunu yaparsan her şeyin sonu olur. Kardeşine ve kendine bunu yapamazsın. İşleri halledilmeyecek boyutlara taşıma," dedi Gollum, sesinde kaygı barındırıyordu.

 

"Kardeşim gibi bana inanıyor. Hayatımı mahvedicek her gün kendimden daha fazla iğrenmeme sebep oluyor," dedi Savaş, sesinde derin bir umutsuzluk vardı.

 

"Başta böyle düşünmüyordun, ne değişti birden bire?" diye sordu Gollum, şaşkın bir tonla.

 

"Ben değiştim," dedi Savaş, kararlı bir şekilde.

 

Ne hakkında konuştuklarını ve söylediklerinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışırken, ayak sesleri yaklaştı. Kapıdan uzaklaşıp merdivenlerden birkaç basamak indiğimde, Gollum da odadan çıkmıştı. Aşağı indiğimde, doğrudan Gollum’u yakaladım.

 

"Dün ne oldu?" diye sordum, doğrudan konuya girerek.

 

Gollum, bir an duraksadı ve sonra bana yönelttiği soruyla karşılık verdi: "Savaş sana söylemedi mi?"

 

"Hayır," dedim. "Sorduğumda 'önemli bir şey değil' dedi ama görünen o ki bilmem gereken bir şey var."

 

Gollum derin bir nefes aldı ve açıklamaya başladı: "Harun Karabağ, Barlas Öcal'la bir anlaşmaya oturmuş. Galiba senin için, öldürtmek istedi. Savaş'a sıkan adamların kim olduğunu da bilmiyoruz."

 

"Bu Barlas’ın Savaş'la ne derdi var?" diye sordum, kafamda birçok soru var.

 

"Savaş’la ezeli rakipler. Harun, bu işi tek başına halledemeyeceğini anlamış olacak ki, Savaş'ın düşmanlarıyla birleşmiş," dedi Gollum, öfke ve kaygı arasında bir ifadeyle.

 

"Sen nereye gidiyorsun şimdi?" diye sordum, konuyu değiştirmeye çalışarak.

 

"Adamı konuşturmaya depoya iniyorum. Beni yeterince lafa tuttun zaten," dedi, sert bir tonla.

 

"Bende geliyorum," dedim, kararlı bir şekilde.

 

"Savaş’ın haberi bile yok, nereye geliyorsun?" Gollum’un sesi, endişe ve kararsızlık taşıyordu.

 

"Söylemesi gereken şeyleri söylemeyen o, bende ondan izin alacak değilim. Yürü," dedim, kendinden emin bir şekilde.

 

Gollum, sert bir adamdı ama benimle baş edemezdi. Ona keskin bir bakış attığımda, pes etmiş gibi göründü ve önde yürümeye başladı. Ben de arkasından, adımlarımızı depoya doğru yönelttik. Dışarıda, metal merdivenleri indik ve karşıda yalnızca bir oda vardı.

 

Kapının önüne geldiğimizde, Gollum bana dönüp, "Emin misin? Burası pek prenseslere uygun değil," dedi, küçümseyici bir bakışla.

 

"O zaman girme, ben girerim," dedim, kararlı bir şekilde.

 

Gollum, bana küçümseyerek baktı, ardından yandan bir gülümseme ile kapıyı açtı. Önden girerek, içeri adım attım. Odanın ortasında elleri ve kolları bağlı, hırpalandığı belli olan bir adam vardı. Adam, içeri girdiğimi fark edip kafasını kaldırdı ve gözleriyle bana baktı. Bu adam, kadın tüccarı Salim Karcı'nın en yakın adamlarından biriydi ve daha önce birçok kez hapisten kaçmıştı. Şimdi ise, konunun Barış Öcal ve Harun Karabağ ile ne ilgisi olduğunu anlamaya çalışıyordum. Salim Karcı'nın neden devreye sokulduğu hala muammaydı.

 

“Bu sefer bu kadınla mı beni tehdit edeceksiniz? Öldürseniz dahi tek kelime etmeyeceğim,” dedi, yüzü yara bere içinde, bana dik bir şekilde bakarak.

 

Sözleri üzerine, gözlerinin derinliklerine, neredeyse ruhunu görebileceğim kadar dikkatle baktım. “Öyle mi? Seni öldüreceğimizi kim söyledi?” diye sordum, sesimde soğuk bir tehdit barındırarak.

 

Adam, söylediklerime anlam veremeyen bir ifadeyle bana baktı. “Ölmek için yalvaracaksın ama yine de seni öldürmeyeceğim,” dedim ve onun karşısında dikildim.

 

Adam, bana alaycı bir gülümsemeyle bakarak, “Kadın halinle mi?” dedi.

 

Ben de ona gülerek yanıt verdim. Kaşla göz arasında, bacağımın arasından bıçağımı çekip, adamın ayağına sapladım. Adam, bıçağın acısıyla neye uğradığını şaşırmış bir şekilde bağırırken, “Şşşş, erkek adam hiç bağırır mı? Ne biçim erkeksin?” diye çıkıştım.

 

Adam, acıyla kıvranırken, “Daha hiçbir şey yapmadım, kıvranmaya başladın,” dedim. Bıçağı çekmemiştim; kan kaybından ölmeyecek kadar özen göstermiştim.

 

“Şimdi, Salim Karcı’nın bu işle ne ilgisi var, bana onu söyleyeceksin,” dedim, sesimde tehditkâr bir sertlik vardı.

 

Adam, şaşkın bir şekilde yüzüme bakarak, “Salim Karcı da kim? Ne saçmalıyorsun?” dedi.

 

“Tamam, belli ki hâlâ kıvama gelmemişsin. Böylesi benim için daha iyi,” dedim ve yanına yaklaştım. Bıçağı ayağından çıkardığımda, adam yüksek bir çığlık attı. Ardından bıçağımı sırtına dayayıp, aşağıya doğru indirmeye başladım. Üzerindeki giysiler ve derisiyle birlikte yırtılmaya başladı. Adamın inleme sesleri, odada yankılanarak bir yankı oluşturdu. Her inlemesi, içimi soğutuyordu; kadın düşmanı olan herkesin derisi, bu adamınki gibi indirilebilirdi. Dünyanın en güzel melodisi bile, bu adamın yakarışları kadar zevk vermiyordu.

 

Sırtında yırtacak yer kalmadığında ve acıdan bayılmak üzere olduğunu fark ettiğimde, bıçağı sırtından çektim. Bacağına baktığımda, bıçak nedeniyle kan kaybediyordu. Arkamı dönüp Gollum’a baktım; şaşkın gözlerle beni izliyordu.

 

"Şuradaki iplerden birini bana versene," dedim.

 

Gollum, yandaki masanın üzerindeki iplerden birini alıp bana uzattı. İpi alıp adamın ayağına sıkıca bağladım; kan kaybından erken ölmemeliydi. Adamın yakarışları artık küfürlere dönüştü, sinir bozucu bir öfkeyle doluydu.

 

Ona baktım ve, “Acaba hangi parmağını kessem? Dilin çok uzadı, dilini mi kessem?” dedim. Adamın gözleri, korku ve çaresizlik içinde büyüyerek arkamdaki Gollum’a yöneldi.

 

“Alın şu manyak karıyı başımdan!” diye çığlık attı.

 

“Beni mi karı olarak nitelendiriyorsun? Bence önce kendini adam sandığın uzuvlarından başlayayım,” dedim, soğuk bir alaycılıkla. Adamın gözleri, korkuyla gözlerimin derinliklerine bakarken dehşet içinde parlıyordu.

 

Henüz “Yapma, etme” demeye fırsat bulamadan, adama yaklaşıp iki bacağının arasına bıçağı, derin olmayacak şekilde sapladım. Eğer bıçağı daha derine saplasaydım, dayanamayacak kadar acı çekebilirdi. Ama ben, istediğimi almadan ölmeyecekti. Bıçağı tekrar çektiğimde, paçalarından kanlar akmaya başladı.

 

“Öldür beni, yalvarırım öldür,” dedi, sesi titrek bir umutsuzlukla doluydu.

 

“Daha yeni başladık, ne ölmesi?” dedim, soğuk bir şekilde.

 

“Oruspu sürtük!” diye bağırdı, sesi öfke ve nefretle dolu.

 

“Sen anlamayacaksın, anlaşıldı. Bari o dilini kökünden söküp alayım da bir kadınla nasıl konuşulur öğrenmiş ol,” dedim. Tam o sırada adama yaklaşırken, “Tamam, konuşacağım; yeter ki benden uzak dur,” dedi.

 

“Çabuk pes ettin, biraz daha uzun sürebilirdi,” dedim, geri çekilerek. Adamın acı içinde kıvrandığını izlerken, biraz duraksadım.

 

“Salim Bey, sizi bulmamız için bizi gönderdi,” dedi.

 

“Beni bulduğunuzda kime götürecektiniz?” diye sordum.

 

“Salim Bey’e. Sizin asıl peşinizde olan Barlas Öcal, sadece cephe almış gibi gözükmek için Salim Bey’i devreye soktu. Ardından, siz ne olduğunu anlamadan kendi saldırısını yapacaktı.”

 

“Barlas Öcal’ın benimle derdi ne? Beni aldığında Harun Karabağ’a mı teslim edecekti?” diye sordum.

 

“Orasını bilmiyorum; bize sadece bilmemiz gereken yere kadar bilgi verildi,” diye yanıtladı.

 

Arkamı dönüp odadan çıktım. Arkamdan bir silah sesi duyuldu. Koridorda yürürken Gollum’un sesi arkamdan geldi, “Bekle,” diye.

 

Yavaşladım ve bana yetişmesine izin verdim.

 

“Bu Salim Karcı, kadın tüccarı olan mı?” diye sordum.

 

“Evet,” dedi Gollum.

 

“Sen onun adamı olduğunu nereden bildin?” diye merak ettim.

 

“Orasını karıştırma,” dedi.

 

“Adamların derdi seninleymiş ama Savaş’ı vurdular,” dedim.

 

“Çünkü Savaş bir aldatmacaydı. Savaş’ı vurarak asıl derdlerinin Savaş’la olduğunu düşünmemizi sağlamak istediler. Böylelikle açık hedef olarak ben devreye girecektim,” dedi Gollum.

 

Bahçeye kadar birlikte çıktık. Bahçede Nihleyi görmek, beni şaşırtmıştı. Beni görünce koşarak yanıma geldi ve sıkıca sarıldı. Ben de onu aynı şekilde kucakladım, bu kısa an, tüm gerilimin ve acının üzerine bir anlık huzur getirdi.

 

“Nihle, burada ne işin var?” diye sordum, şaşkınlık ve endişe içinde.

 

“Babamın yaptıklarını öğrendim,” dedi, sesi titreyerek. “Haberim olmadan beni de kendi suçuna alet ediyormuş. Ona bunun hesabını sordum, kavga ettik ve artık onun yanında kalamayacağımı düşündüm. Senden başka gidecek bir yer aklıma gelmedi.”

 

“Tamam, burada konuşmayalım,” dedim, onu içeriye davet ederek. “Gel, hadi içeri geçelim.”

 

Beraber içeriye geçtik ve onu kanepeye oturttum. Ben de yanına oturdum. Gözlerimi ondan ayırmadan, “Babanın yaptığı işlerle bir alakan yoktu, değil mi?” diye sordum.

 

“Bana inanmıyor musun, Ezim? Gerçekten doğruyu söylüyorum,” dedi gözleri dolu dolu. “Seninle yıllardır tanışıyoruz. Beni tanıyorsun; böyle bir şeyi yapar mıyım?”

 

“Elbette seni tanıyorum,” dedim, yumuşak bir ses tonuyla. “Sadece soruyorum. Bu saatten sonra yapacak pek bir şey de yok zaten; doğru olanı yapmışsın.”

 

Gözleri dolu dolu bakarken, ona sarıldım. Bu sırada, Savaş merdivenlerden aşağı doğru iniyordu. Bizim bulunduğumuz odayı gördü ve hızla yanımıza yöneldi.

 

“Ne oldu, baban mı seni af dilemeye yolladı?” dedi Savaş, sesi sert ve meraklı bir ses tonuyla,

 

Nihle, kafasını kaldırmaya bile cesaret edemiyordu. Babasının pislikleri onu utandırmışken, kızı onun yerine utanıyordu.

 

“Kızın hiçbir şeyden haberi yok, ona yüklenme,” dedim, Savaş’a sert bir edayla,

 

“Babasıyla işlerin büyük bir kısmıyla ilgileniyordu,” dedi Savaş, sesi yüksek ve keskin. “Her şey ortaya çıkınca haberim yoktu yalanının arkasına sığınmasın.”

 

“Tamam benim yüzümden kavga etmeyin” dedi nihle, başını iyiden iyiye eğerek. “Zaten buraya gelmem başta hataydı. Senden de özür dilerim, bu araya gelmemeliydim”

 

kapıya yöneldiği sırada, kolundan tuttum. “Sen gidiyorsan, ben de gelirim,” dedim, kararlı bir sesle. “Madem burada kalamıyorsun, o zaman beraber gideriz.”

 

Savaş’a bakarken gözlerini kısıp, dikkatle izledi. Arkamı dönerken, Savaş’ın sesi geldi: “Tamam, madem yapmadığını söylüyor, ona itimat edip seni burada tutmaktan başka çare bırakmıyorsun bana.”

 

Nihle ile birlikte Savaş’a döndüm, ardından yanından geçip yukarı çıktım. Nihley’i odama bıraktıktan sonra, “Birazdan döneceğim,” diyerek aşağı inmeye başladım. Salondan gelen sesler, gitmekte olan bu karmaşanın ne kadar derin olduğunu fısıldıyordu.

 

Gollum’un sesi, odada yankılandı. “Bu kadın sandığımızdan daha tehlikeli. Aşağıda adama yaptığı işkenceyi görseydin, bugüne kadar hiçbir kadının yanında tüylerim böyle ürpermedi. Hafife alınacak biri değil.”

 

Tam aşağı indiğimde, “Beni övmen şaşırtıcı,” diyerek salona adım attım. İçeri girdiğim anda, konuşmalar kesildi ve tüm gözler üzerime toplandı. Savaş, beni dikkatle süzerek sordu:

 

“Barlas Öcal’ı tanıyor musun?”

 

“Hayır,” dedim, “ama birkaç kere şirkette görmüştüm. Babamla ortaklardı.”

 

“Peki, şu Salim Karcı’yı nereden tanıyorsun? Adam kadın tüccarı.”

 

“Adamı sadece Barlas sayesinde biliyorum. Barlas, Salim’i pis işlerini yürütmesi için yanında tutuyor. Yoksa çoktan enselenirlerdi,” dedim.

 

“Seni vurarak hedef şaşırtmaya çalıştılar,” dedi gollum, sesinde kararlılık vardı.

 

“ asıl hedef baştan beri sendin,” dedim. “Ama beni vurduklarında, okların senin üzerinden çıktığını düşünmüştüm.”

 

“Nihan nerede?” diye sordu Savaş.

 

Gollum, araya girerek, “Gelmesi için araba yolladım, birazdan gelir,” dedi.

 

Kanepeye geçip oturdum. “Yaran nasıl?” diye sordum.

 

“Kötü desem iyi mi edersin?” dedi Savaş, sigarasını tüttürürken.

 

“Ellerim büyülüdür,” dedim, “En son senin de büyüsüne kapıldığını hatırlıyorum.” Yüzüne bakarak hafifçe gülümsedim.

 

“İtiraf et artık, benden hoşlanıyorsun, değil mi? Dünyanın sonu değil ki, seni anlıyorum da,” dedim, kendimi övmeyi de ihmal etmeden.

 

Savaş, alaycı bir şekilde gülümsedi. “Bunca durumun arasında nasıl bu kadar rahatsın, anlamıyorum,” dedi.

 

“Ne yapayım, ağlayayım mı? Ki çok beklersin beni ağlarken görmeyi,” dedim.

 

Savaş, yüzünde tatlı bir tebessümle baktı.

Gözleri, daha da çekici bir ışıltı ile parlıyordu. Bu adamın gerçekten sevgilisi yok muydu? Hayatta inanmazdım. O esnada ben bunları düşünmekle meşgulken, salona yaren girdi. Girer girmez “Abii!” diyerek savaşın boynuna atladı.

 

Savaş, kardeşinin sıcak kucaklamasında rahatlamış görünüyordu. Yarenin sevinçle atıldığı kucak, odadaki gerilimi aniden dağıttı. Savaş’ın yüzündeki gerginlik yerini samimi bir gülümsemeye bıraktı. Bu an, savaşın zorluğu ve yorgunluğu arasında nadir bir huzur anı gibi görünüyordu.

 

Savaş’ın sesi, kardeşine duyduğu özlemin samimiyetiyle yumuşaktı. “Bir günde çok özledim seni,” dedi.

 

Yüzünde en ufak bir acı belirtisi yoktu. Canı gerçekten yanmıyor muydu? Yoksa kardeşi üzülmesin diye duygularını saklayan, korumacı bir abi olarak mı davranıyordu?

 

Yaren, endişeli gözlerle ona baktı. “İyi misin, abi?”

 

Savaş, gülümseyerek kardeşinin saçlarını okşadı. “İyiyim ben, beni merak etme. Asıl sen nerdesin? Eve geliyorum, yoksun.”

 

Yaren derin bir nefes alarak, geceden kalma tedirginliğiyle konuştu. “Seni düşünmekten kafayı yiyecektim. O gece Ezim de halimi görmüş olacak ki çık biraz hava al dedi. Dışardayken de bir arkadaşım aradı, dün gece onlardaydım. Sabah geldiğini duyar duymaz geldim.”

 

Savaş’ın kardeşine olan sevgisi gözlerinden okunuyordu. Ona her dokunuşunda, sanki kırılmasından korkarcasına, incitmeden sevgi dolu bir dokunuşla yaklaşıyordu. Tıpkı benim abimle aramda olan o derin bağ gibi, Savaş’ın da kardeşine olan bağlılığı belirgindi.

 

Bu düşüncelerle Nihle'yi bulmak için yukarı çıktım. Odama girdiğimde, banyonun kapısı aralıktı ve içeriden su sesi geliyordu. Banyoya adım attığımda, Nihle’nin yüzünü yıkadığını gördüm.

 

“Biraz daha iyi misin?” diye sordum.

 

Yüzünü kurularken, gözlerindeki soğukluk dikkatimi çekti. “İyiyim,” dedi. “Çabuk alıştım sanırım. Artık benim için hiçbir şey ifade etmiyor.”

 

Banyodan çıkarken, Nihle’nin sözleri kulaklarımda yankılandı. “Ne kadar beklemediğimiz yerden vurulsak da, insan nelere alışıyor,” dedim.

 

“Öyle,” diye onayladı. Sonra bir an duraksayıp yüzüme baktı. “Peki sen neden buradasın? En son ayrıldığımızda bana bu adamdan bahsetmemiştin. Nereden çıktı şimdi bu?”

 

Kısaca olan biteni anlattım. Savaş’ın hayatına nasıl girdiğimi, onunla olan bağımın nasıl karmaşık bir hale geldiğini açıkladım.

 

“Demek Savaş sana, sen de Savaş’a yardım ediyorsun. O yüzden mi gitmene izin vermedi?”

 

“Evet,” diye başımı salladım.

 

Nihle, yüzünde beliren düşünceli ifade ile derin bir nefes aldı. “Ezim, bana sorarsan işin içinde başka bir şey var. Bu adam öyle, çok gidene dur diyen biri gibi görünmüyor. Kaldı ki yanında ben de varım.”

 

Nihle’nin sözleri içime bir şüphe tohumunu ekti. Gerçekten beni durdurmasının ardında başka bir neden olabilir miydi? Gözlerimin önünde bu kadar güçlü ve kararlı görünen Savaş’ın, aslında gizlediği başka bir amacı var mıydı? Bu düşüncelerle baş başa kaldım, zihnimde beliren soruların cevabını bulmaya çalışarak.

 

Nihle’ye odasını gösterdikten sonra, birlikte aşağı indik. Aşağıda, abi-kardeşin sıcak bir sohbet içinde olduğunu gördüm. Yaren, yanımda Nihle'yi fark ettiğinde, yüzünde en ufak bir şaşkınlık belirtisi bile yoktu. Anlaşılan Savaş, yarene her şeyi anlatmıştı. Yanlarına geçip oturduk. Yaren, hafif bir tebessümle başını kaldırıp Nihle’ye döndü.

 

“Tanışmadık sanırım,” dedi, sesi nazikti. “Ben yaren.”

 

Nihle, soğukkanlılığını koruyarak karşılık verdi. “Ben de Nihle.”

 

Yemek masası özenle hazırlanmıştı; her bir detay titizlikle düşünülmüş gibiydi. Masaya hep birlikte geçtik. Göz ucuyla Gollum’un arada bir Nihle’ye attığı kaçamak bakışları fark ettim. Onun bu bakışlarını yakaladıkça, ona dikkatlice bakıp utandırmaya çalışıyordum. Yemeğin atmosferinde bile bu tür küçük oyunlar oynanıyor, ortamın gerginliğiyle karışık bir hava yaratıyordu.

 

Yemek biter bitmez, sandalyemi geri itip ayağa kalktım. Benimle birlikte Nihle ve yaren de kalktı. Birlikte odama doğru yürüdük, Savaş da sessizce arkamızdan geliyordu. Nihle ve yaren odaya girdikten sonra, ben de kapının eşiğinde duraksadım. Savaş’ın bakışlarını üzerimde hissettim; gözleri adeta beni inceliyor, her bir hareketimi takip ediyordu. Ancak onun bu dikkatli bakışlarını fark etmemiş gibi, umursamaz bir tavırla içeriye adım attım. İçeri girdiğimde, yan yana oturmuş, sohbet etmeye başlamış olduklarını gördüm. Az önce tanışmış olmalarına rağmen bu kadar hızlı kaynaşmaları bana tuhaf gelmişti.

 

Saat henüz bir buçuk olmuştu. Nihle’ye göz ucuyla baktım; yaren’in yanında, bir nebze de olsa huzurlu görünüyordu. Bu beni rahatlatmıştı. Ancak içimdeki huzursuzluk bir türlü dinmek bilmiyordu. Hemen yerimden kalkıp üzerimi değiştirmek üzere banyoya yöneldim. Banyonun aynasında kendime bir süre baktım, ardından dolabımdan siyah, şık bir elbise seçtim. Saçlarımı açık bırakmıştım, makyajım ise sadece hafif bir dokunuşla sınırlıydı; neredeyse yok gibiydi. Banyodan çıktığımda,

 

“Ooo, çok şıksın! Nereye böyle?” diyen yarendi, gözleri üzerimde parıldıyordu.

 

“Babamın şirketine, malum almam gereken bir intikam var,” dedim, ona hafifçe göz kırparak. Ardından hızlıca odadan çıktım.

 

Koridora adım atar atmaz, karşımdaki Gollum’la göz göze geldim. Gözlerinde sinsi bir parıltı vardı.

 

“Ne oldu? Birden odamın kapısında belirdin,” diye sordum, kaşlarımı hafifçe kaldırarak.

 

“Savaş’ın yanına gidiyordum, doğal olarak senin odanın önünden geçiyorum. Hemen malzeme arama,” dedi, alaycı bir gülümsemeyle.

 

“Kızı masada gözlerinle yedin; tek fark etmeyen oydu. Masadaki herkes anladı,” dedim, onu köşeye sıkıştırmanın keyfini çıkararak.

 

“Öyle mi? Bu kadar belli oluyor mu?” dedi, şaşkınlıkla.

 

“Ee, yani... Hoşlandın mı Nihle’den?” dedim, lafı dolandırmadan.

 

“Ne yalan söyleyeyim, onu gördüğüm ilk dakikadan itibaren elim ayağım birbirine dolandı. İlk defa ne yapacağımı bilemedim,” dedi, yüzünde dürüst bir ifade vardı.

 

“Orasını anladık da, senin niyetin ne onu anlamadım. Sadece hoşlanmak mı yoksa ilerisi var mı?” diye sordum, gözlerimi ona dikerek.

 

“Tabii ki ilerisi var. Daha önce kimseye hissetmediğim şeyleri hissediyorum. Beni bu kadar etkilemişken öylesine bir şey olur mu?” dedi, kelimeleri dikkatle seçerek.

 

Gollum’un bu beklenmedik açıklaması karşısında şaşkınlıkla yüzüne baktım. Bu koca, sert görünüşlü adamdan böyle romantik sözler duymak gerçekten de alışılmadık bir durumdu.

 

“Sen nereye gidiyorsun?” diye sordu, gözlerindeki merakla.

 

“Patronun unutmuş olabilir ama benim de kendi hesaplaşmalarım var,” dedim, kısa ve net bir cevap vererek.

 

Kapıya yöneldim ve dışarı çıktım. Otelin önüne geldiğimde arabam çoktan hazırdı. Araca binecekken, arkamdan Gollum’un seslendiğini duydum.

 

“Bekle, beni de!” dedi, hızlı adımlarla yanıma yaklaşarak.

 

“Nerden çıktı bu şimdi? Neden benimle gelmek istiyor ki?” diye düşündüm, içimde bir huzursuzlukla.

 

“Gelmene gerek yok, ben tek başıma hallederim. İhtiyaç olsaydı, gelmeni isterdim zaten. Senden çekinecek değilim,” dedim, sesime biraz sertlik katarak.

 

“Muhakkak kendin halledersin de, benim gelmemin sana bir zararı olmaz. Ayrıca seni Savaş’la sevgili sanıyorlar; tek gitmen olmaz, o yüzden Savaş da geliyor,” dedi, yüzünde ciddi bir ifadeyle.

 

Ardından, Gollum’un arkasından Savaş’ın evden çıkıp bize doğru geldiğini gördüm. İçimde bir şeylerin iyice kontrolden çıkacağını hissediyordum. Savaş, kararlı adımlarla yanıma yaklaşırken, beni bir kez daha hayatımın karmaşasına sürükleyeceklerinin farkındaydım.

 

Savaş’ın sesi keskin ve buyurgandı. “Hadi yürü, benim arabayla gidiyoruz.”

 

“Emredersiniz,” diye karşılık verdim, dudaklarımda hafif bir alayla. Ancak içimdeki huzursuzluk da büyüyordu.

 

Savaş, yüzündeki o tanıdık gülümsemeyle gözlerini üzerime dikti. “Somurtma, bensiz gideceğini düşünmüyordun herhalde.”

 

“Vallahi gayet de gidiyordum, birileri engel olmasaydı,” dedim, Savaş’ın hemen yanındaki koltukta oturan Gollum’a bakarak. Onun bu işe dahil olmasından hoşnutsuzluğum açıktı.

 

Gollum, savunmaya geçmekte gecikmedi. “Ben ne yaptım şimdi? Savaş söyleyince mecbur geldim,” dedi, ellerini havaya kaldırarak.

 

Tek başıma gitmeyi planlamıştım, ama şimdi hem Savaş hem de Gollum ve birkaç koruma peşime takılmıştı. Bir erkeğin sözde korumacı kollarına atılan kız imajı çizmekten nefret ediyordum, ama bu sefer karşı koymak boşunaydı. Peşimden gelmeye kararlıydılar.

 

Babamın şirketinin önüne vardığımızda, Savaş önde, ben arkasında ve Gollum da en arkada olmak üzere arabadan indik. İçeriye adım attığımızda herkesin gözleri üzerimize çevrildi. Kimileri fısıldaşıyor, kimileri meraklı bakışlarını üzerimize dikiyordu. Doğrudan üst kata, babamın ofisine yöneldik. Kapıdan içeriye ilk giren ben oldum, Savaş hemen arkamdan geldi. Babam toplantıdaydı ve beni görünce şaşkın bir ifadeyle sadece “Ezim...” diyebildi.

 

Hiç vakit kaybetmeden, keskin bir ses tonuyla konuşmaya başladım. “Uzun zamandır görüşmüyoruz, baba. Ne o, yine başın sıkıştı da beni ortaya atmak için yeni ortaklıklar mı kuruyorsun?”

 

Odadaki hava bir anda gerildi. Toplantı masasında oturan herkes, şaşkınlık içinde bir bana bir de babama bakıyordu. Sözlerim, odanın dört bir yanında yankılandı.

 

Babam, sert bir tonla araya girdi. “Ezim, yeter! Sus artık!” diye çıkıştı bana, sesinde öfke ve otorite vardı. Ardından, toplantıdakilere dönerek, “Toplantı bitmiştir. Dağılabilirsiniz,” dedi.

 

Toplantıya katılanlar, şaşkın bakışlarla ve kendi aralarında fısıldaşarak odadan çıkmaya başladılar. Kapı kapanır kapanmaz, babam bana doğru öfkeyle döndü. Gözlerindeki öfke neredeyse dokunulacak kadar yoğundu.

 

“Sen ne yaptığını sanıyorsun? Ne hakla buraya gelirsin!” diye bağırdı, sesi odada yankılanarak,

 

Babamın karşısında durduğumda, içimde biriken yılların acısı ve öfkesi dile gelmeye hazırdı. Gözlerimi babamın gözlerine dikerek, kararlı bir sesle konuşmaya başladım. “Buraya senin kızın olarak gelmedim. Zaten beni kızın olarak görmüyorsun, ama çıkarların için beni başkalarına peşkeş çekmekten geri durmuyorsun. Yine de yüzüne bakarak sormak istiyorum: Bana bunu nasıl yaptın, baba?”

 

Babamın yüzündeki ifade, sanki suçsuz olduğunu kanıtlamaya çalışır gibi savunmaya geçti. “Ne yapmamı bekliyordun? Ölümle tehdit edildim. O dönem sen de başımda dertten başka bir şey değildin. Belki aklın başına gelir diye düşündüm. Yani, senin iyiliğini düşündüm diye beni mi suçluyorsun şimdi?”

 

Sözleri bittiği anda, içimdeki öfke kontrol edilemez bir dalga gibi yükseldi. Babamın kendi çıkarlarını benim iyiliğimle örtmeye çalışması, tüylerimi diken diken ediyordu. Artık ona "baba" demek bile içimden gelmiyordu, ama kelimeler dökülmeye başladı. “Kendi çıkarlarını, bana yaptıklarınla örtmeye çalışıp baba gibi görünmeye çalışma. Seni bırak baba olarak görmeyi, insan olarak bile göremiyorum artık. İğrenç birisin. Ama sakın bana yaptıkların yüzünden geri çekileceğimi sanma. Sana rahat vermeyeceğim. Bana yaptıkların için seni bin pişman edeceğim, o zaman göreceğiz kim kimin sınırlarını zorluyor.”

 

Babam, beklemediği bu saldırı karşısında şaşırmış, gözleri büyümüştü. Ama çabucak toparlandı ve öfkeyle üzerime yürüdü. Elini kaldırdı, bana vurmak üzereydi. Ancak, tam o an arkamdan bir el onun elini yakaladı. Başımı çevirip baktığımda, Savaş’ın sert ve kararlı bakışlarıyla karşılaştım. Beni hızla yanına çekti, sonra babamın karşısında dimdik durarak soğukkanlı bir sesle konuştu. “Benim yanımda ona vuramazsınız. Haddinizi bilin.”

 

Savaş’ı ilk kez bu kadar korumacı ve sahiplenici bir tavırla görüyordum. Artık sadece bir koruyucu değil, sevdiği kadını sahiplenen güçlü bir adamdı. Bu hali, onu her zamankinden daha etkileyici ve güçlü kılıyordu. Ancak acı bir gerçek de vardı; bu korumacılığın arkasında çıkarlar yatıyordu. Tüm bu yaşananlar, bir oyunun parçasıydı. Bu oyunun içine bir kere girmiştik ve artık geri dönüş yoktu. O zaman en iyisini oynamalı, Oscar’lık bir performans sergilemeliydim.

 

Baba-kız yüzleşmesi bir anda farklı bir yöne evrilmiş, odada gerilim doruğa çıkmıştı. Savaş’ın kararlılığı, babamın öfkesini biraz olsun söndürse de gözlerinden hâlâ bir fırtına kopacağını hissedebiliyordum. Ama ben, bu fırtınanın ortasında dimdik durmaya kararlıydım.

 

Babamın bakışları öfkeyle doluydu. Gözlerinde, onun için ne kadar büyük bir hayal kırıklığı olduğumu görebiliyordum. Sonunda, alaycı bir gülümsemeyle konuştu, “Bir de bu adamı mı aldın arkana?”

 

Bu sözler, derin bir nefes almamı sağladı. Savaş’ın elini hafifçe bırakarak, bir adım ileri çıktım ve babamın gözlerinin içine bakarak kararlı bir sesle karşılık verdim. “Kimsenin arkasına saklandığım yok, baba. Bunu bir tek senin için yapıyor olabilirim. Ama madem bu kadar merak ediyorsun, açıkça söyleyeyim: Savaş benim sevdiğim adam. Senin bana asla vermediğin sevgiyi, bu adamdan gördüm. Şimdi otur ve düşün, asıl kaybeden kimmiş. Ben kaybetmedim, baba. Ama sen... Sen çoktan insanlığını kaybettin.”

 

Babamın yüzünde, bir anlık bir şaşkınlık belirdi, ancak bu duyguyu çabucak bastırdı. Onun sessizliği, bu anın ağırlığını daha da belirgin hale getiriyordu. Söyleyecek bir şey bulamadığını biliyordum; belki de artık söyleyecek hiçbir şeyi kalmamıştı. Savaş’ın elini tuttum, avucumda hissettiğim sıcaklık, bana bu zor anda destek veren bir güç gibiydi. Savaş’ın da söylediklerime şaşırdığını hissedebiliyordum; elinin hafifçe titremesinden bunu anlamak zor değildi. Ama bu anı zayıf bırakmak istemedim. Kendisini bu kadar kararlı bir şekilde savunmuşken, onun elini tutmam da doğal bir sonuçtu.

 

Neticede biz dışarıdan bakan herkesin gözünde bir çifttik. İçimdeki duygu karmaşasına rağmen, bu rolü en iyi şekilde oynamam gerektiğini biliyordum. Bu, sadece bir oyun değil; aynı zamanda hayatımın en büyük mücadelesiydi. Babamın karşısında dikilip, yüzüme nefretle bakan o adamın gözlerine tekrar baktım. “Bana yaptıklarını sana ödetmeden, seni mahvetmeden durmayacağım. Bunu iyi anla,” dedim, sesimdeki kararlılık yankılandı odada.

 

Babamın yüzündeki ifade, artık her şeyin sonuna gelindiğini gösteriyordu. Savaş’ın yanında dururken, onun güçlü varlığı beni daha da cesaretlendirdi. Babamdan bir tepki beklemiyordum; ama onun sessizliği, her şeyden çok daha ağırdı. Bu sessizlikte, hayatımın en önemli kararlarından birini verdiğimi biliyordum. Babamın gözlerindeki düşmanlık, kalbimdeki kararlılığı daha da pekiştiriyordu. Bu savaşı kazanmadan geri çekilmeyecektim.

 

Savaş’ın elini sımsıkı tutarak odadan çıkarken, artık geçmişteki kırgınlıkların ve acıların hükmünü kaybettiğini, yerini kararlılık ve intikam ateşine bıraktığını biliyordum. Babamın sessizliği arkamızda kalırken, geleceğe doğru adım atıyorduk. Ama içimdeki yangın, bu sessizliğin ardındadurmaksızın yanmaya devam ediyordu.

 

 

Bölüm umarım hoşunuza gitmiştir

 

 

Ezim ve savaşın bu sahte sevgililik oyunu onların kendileri dâhi itiraf edemedikleri ilgilerini mi depreştirecek?

 

 

Dündar ezimi kolay lokma görürken babasının tahmin etmediği kadar güçlü dönüş yapması olayın seyrini nasıl değiştirecek?

 

 

Hepsini cevabı için bir sonraki bölüme

 

 

Buraya kadar gelmişken yıldıza dokunmayı unutmayın. Bir dahaki bölümde görüşürüz📍🎈

 

 

Loading...
0%