Yeni Üyelik
8.
Bölüm

5. Bölüm SONUN BAŞLANGICI

@sima.d

Salonda sessizlik ağır bir örtü gibi üzerimize çökmüştü. Gözler, Savaş’ın otoriter sesiyle hareket etti. Bana döndü, bakışları sert ve kararlıydı. Hiç beklemediğim bir anda kolumdan kavrayarak yanına çekti.

 

"Artık burada benim kadar söz hakkına sahip tek kişi Ezim," dedi, sesi odanın içinde yankılanırken, her bir kelime üzerine düşünülmüş gibi sertti.

 

Neden yapıyordu bunu? Herkesin önünde bana bu denli güven veriyormuş gibi davranıyordu. Oysa ben ona, aramızda hiçbir şey olmadığını defalarca söylemiştim. Bu adam deli miydi? Tutarsız davranışları beni iyice huzursuz ediyordu.

 

Salonun içinde fısıltılar kesilmiş, herkes bir cevap bekliyordu. Masanın başındaki adamlardan biri, sessizliği bozarak konuştu.

 

"Bu teklifi sana sunduğumuzda düşünmeden reddetmiştin. Bugün ne oldu da hisselerinin büyük bir kısmını Ezim'e devretmek istiyorsun?" dedi, merak ve şüphe dolu bir tonla.

 

Bir diğer adam, yaşça diğerlerinden daha olgun, alaycı bir gülümsemeyle lafa girdi. "Biz senin ortakların değil miyiz? Bu şirkette hepimizin emeği var. Üstelik bu kadar hissedar varken, gerçekten o mu?" Son cümlesi iğneleyiciydi, salondaki atmosfer daha da ağırlaştı.

 

Savaş, kolumu bırakarak birkaç adım öne geçti. Gözleri buz gibi soğuktu ve sesinde sabrının son sınırında olduğunu hissediyordum.

 

"Size bir açıklama yapmak zorunda değilim. Ezim benim sevgilim ve buradaki herkesten çok ona güveniyorum. Eğer itiraz edecek biri varsa, toplantının başında çıkmasını söyledim. Şimdi ise... kapayın çenenizi!" Savaş’ın sesi daha fazla bastıramadığı öfkesiyle doluydu.

 

Daha önce konuşan adam hızla ayağa kalktı, elleri titriyor ama sesi kararlıydı. "Savaş, buradaki çoğu kişiden daha genç olmana rağmen kimse kararlarını sorgulamadı. Şimdiye kadar hep arkandaydık, ama bu kız için hepimizi ezip geçmeni kabul etmeyeceğiz!" Salondaki diğerleri başlarını hafifçe sallayarak adamı onayladılar, sessiz bir direniş işareti gibiydi bu.

 

Savaş’ın öfkesi yüzüne yansımıştı, gözleri ateş saçıyordu. Ellerini masanın üzerine sertçe koydu, eğilerek karşısındaki adamlara meydan okurcasına baktı.

 

" Ortaklığın başında, aranızdaki en güçlü olarak beni seçtiniz. Daha o gün size söylemiştim eğer bir gün lafımın üzerine laf söylerseniz ortaklığı bitiririm. Ki bu hiçbirinizin işine gelmez. Ne de olsa şimdiye kadar benim tarafındaydınız kimsenin size güveni yok. Bunca yıllık emekleriniz çöp olduğunda ne yapacaksınız?"

 

Sözleri odanın soğuk havasını daha da keskinleştirdi. Savaş, her zamanki gibi kontrolü elinde tutuyordu. Salondaki herkes sessizdi, kimse onun kararlılığına karşı gelemiyordu.

 

Salondaki ağır sessizlik, Savaş’ın az önce söylediklerinin yankısıyla daha da yoğunlaşmıştı. Herkes onun haklı olduğunu biliyordu. Kimse karşı çıkmaya cesaret edemedi. Sözleriyle çatışmayı göze alan adam, öfkesini bastırmaya çalışarak bakışlarını Savaş’tan kaçırdı ve dişlerini sıkarak odayı terk etti. Peşinden, masanın ön sıralarında oturan genç bir adam, kafasını kaldırıp tedirgin bir şekilde lafa girdi.

 

"Savaş, bunun gerçekten iyi bir fikir olduğuna emin misin? Hepimizin bu şirkette yatırımları var. Ayrıca bu kıza nasıl güvenirsin? O senin—"

 

Tam cümlesini bitirecekken, Savaş sabrını daha fazla zorlama ihtiyacı duymadan onun sözünü kesti.

 

"Bu şirketi ve Karaarslanlı koltuğunu en iyi idame ettirecek kişi Ezim. Ona olan güvenim tam," dedi. Sesi sakin ama kesin bir tondaydı. Bu, tartışılacak bir karar değil, bir bildiri gibiydi.

 

Ardından odadaki insanlar, birbirlerine bakarak birer birer dışarı çıkmaya başladılar. Sessizlik tekrar çöktüğünde, geriye sadece ben, Savaş, Gollum ve birkaç koruma kalmıştı. Ortamdaki gergin hava, biraz önceki tartışmanın yankılarıyla doluydu. Son kişi de odayı terk ettiğinde Savaş’a döndüm. Gözlerimde öfke vardı ve ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışarak sertçe sordum.

 

"Bu ne içindi şimdi?" dedim, bakışlarımı yüzüne sabitleyerek. Her bir mimiğini dikkatle izliyordum, ama o her zamanki gibi kontrolü elinde tutuyordu.

 

"Şirketin hisse dağılımını yeniden masaya yatıracaklardı," dedi. Sesi sakin ve soğuktu, adeta bir açıklama yapıyormuş gibi değil de bir gerçeği söylüyormuş gibiydi. "O yüzden sana devrettim."

 

Gözleri, sözlerinden daha derin konuşuyordu. Yüzünde hiçbir duygu belirtisi yoktu, ama o bakışlar... Söyleyemediklerini, gözlerindeki o derinlik anlatıyordu.

 

"Tamam da neden ben?" dedim, şaşkınlık ve öfkeyle. "Kardeşine de devredebilirdin. Bu yaptığın için pişman olursan ne olacak? Zaten herkesin gözünde sevgili görünüyoruz, şimdi bir de bu ortaklık meselesini ortaya atarak herkesi bana karşı cephe aldırmaya mı çalışıyorsun? Bu benim için sorun değil, ama amacın ne?" Sesim, karşımda duran adamın ne yapmak istediğini anlamaya çalışırken, haklı bir isyanla yükselmişti.

 

Savaş, bana bir an sessizce baktı. Ardından hafifçe başını eğerek konuştu.

 

"Görmüyor musun?" dedi, sakin ama baskın bir tonla. "Tüm bunları senin dışında kimseye devredemem. Ayrıca bu, belli bir süreliğine olacak bir sözleşme. O yüzden fazla heveslenme."

 

"Nasıl yani, sözleşme süreli mi olacak?" dedim, sesimdeki ciddiyeti vurgulayarak.

 

"Evet," dedi Savaş sakin bir tavırla. "Belli bir süre boyunca bu şirket için yatırımlar yapacağız ve senin de bu şirketten çıkarın olacak. Daha sonra hisseleri tekrar üzerime alacağım."

 

Sözleri kafamda tam oturmamıştı. "Bunu yapmandaki amaç ne?" diye sordum, biraz kuşkuyla.

 

Savaş, her zamanki kibirli tavrıyla, "Çünkü, diğer şirketler gibi bu şirketin de uzun süredir çalıştığı ortakları var ve onlar gibi yatırımın arttırılması için hisse dağılımı önerisini sundular. Eğer bu toplantıda başka birine devretme şansım olsaydı, emin ol sana böyle bir şey teklif etmezdim," dedi.

 

Ona bakarken içimde biriken itirazları bastırarak, "Söylediklerine bu sefer cevap vermeyeceğim, çünkü nihayetinde benim de çıkarıma olacak bir şey. O yüzden bu seferki sözlerini duymazdan geliyorum," dedim, istemeye istemeye de olsa.

 

Savaş, kısa bir süre sessiz kaldı. Ardından yüzüne hafif bir tebessüm yerleşti, "İyi bari, en azından bir süre kafamızı dinleriz."

 

Gözlerimi devirdim, ama alttan alır gibi görünmek istemiyordum. "Bence şansını zorlama," dedim ona bakarken, ifademdeki hafif öfkeyi gizlemeye çalışıyordum.

 

Sözleri basit ve netti, ama altında yatan anlam çok daha derindi. Gözlerindeki kararlılık, bu işin bir oyun olmadığını, sadece stratejik bir hamle değil, kişisel bir bağlılık olduğunu haykırıyordu. Savaş’ın dünyasında, güven çok nadir verilen bir şeydi ve o güven bana verilmişti.

 

Konuşmamız burada noktalanmıştı. Şirket binasından birlikte çıkarken, aramızdaki sessizlik o kadar ağır değildi, ama her zamanki gibi gergin bir enerji vardı. Bu adamla bir yolculuğa çıkmıştım ve nereye varacağımı bilmiyordum, ama bilmediğim bir şey daha vardı ki: hiçbir şey kolay olmayacağıydı.

 

*ERTESİ GÜN*

 

 

Ertesi sabah hava son derece güzeldi. Güneş doğmuş, gökyüzü açık ve berraktı. Bugün Karaarslanlı Holding’in en büyük hissedarı olacaktım. Bu, benim için bir fırsattı. Gücüme güç katacak ve en önemlisi, bu güçle etrafımdaki herkesin saygısını kazanacaktım. Sabah erkenden kalkıp hazırlandım. Üzerime zarif ama iş dünyasına uygun bir kıyafet giydim. Her zamanki kararlılığımla kapıdan çıktım ve şirkete doğru yola koyuldum.

 

Şirkete vardığımda, Savaş’ın odasına girdim. Her zamanki yerinde oturmuş, sırtı dönük, telefonla konuşuyordu. Ses çıkarmadan içeri süzüldüm ama beni fark etmedi. Boğazımda bir gıcık varmış gibi hafifçe öksürdüm, varlığımı belli etmek için. Beni duyunca telefonunu kapatıp döndü, yüzünde her zamanki kendinden emin ifadesi.

 

"Sonunda gelebildin mi?" dedi, sanki onu bekletiyormuşum gibi alaycı bir sesle.

 

"Her neyse," dedim umursamaz bir tavırla. "Bir an önce halledelim şu işi."

 

"Görende senin bana iyilik yaptığını sanır," diye mırıldandı, sakin ama alaycı bir tonla.

 

Ben de gülerek karşılık verdim, "Ben senden istemiyorum. Sen bana veriyorsun hisselerini, o yüzden beni oradan vurmaya çalışma."

 

Savaş’ın kaşları hafifçe kalktı. "Neticede sana bir iyilik yapıyorum, karşılığı böyle mi olmalı?" dedi, sesi biraz daha ciddileşmişti.

 

Ona muzip bir ifadeyle baktım. "Ne yapmamı bekliyorsun?" dedim, dudaklarımda hafif bir gülümsemeyle.

 

Savaş beni baştan aşağı süzdü. Bakışlarında bir anlam aradım ama belli ki sadece beni tahrik etmek için yapıyordu. Alayla gülümsedim. "Şirketinin büyük bir çoğunluğunu bana devrediyorsun diye seninle yatacak değilim herhalde," dedim, tahrik edici bir tavırla.

 

Savaş gözlerini kısmıştı, soğuk bir ses tonuyla cevap verdi. "Merak etme, dünyadaki son kadın olsan yine seninle olmazdım."

 

Bu sözüme biraz daha alay kattım. "Zevksiz oluyorsun," dedim. "Yine de kör olmadığını hesaba katarsak, bunu es geçiyorum."

 

Savaş’ın gözleri bir anlığına keskinleşti. "Sen kendine gerçekten güzel diyorsan," diye alaycı bir şekilde omuz silkti.

 

Gözlerimi devirdim, sabırsızca, "Off, tamam. Ne yapacaksak yapalım."

 

Savaş hafifçe eğildi, dudaklarında sinsice bir tebessüm vardı. "Küçük prenses arada agresifleşiyor demek. Bak, bu gerçekten görmek istediğim bir şeydi."

 

Soğukkanlılığımı bozmadan karşılık verdim. "Bu prenses, çok güzel yüz dağıtıyor, biliyor musun? Tatmak istersen, zevkle tattırabilirim."

 

Savaş'ın yüzü biraz daha ciddileşti, alaycı ifadesini koruyarak, "Bir kadın olarak yaptıklarına bak. Kendine gerçekten kadın mı diyorsun?"

 

Sözleri sinirlerimi iyice zorluyordu. Artık sakinliğimi koruyamayarak, sert bir tonla karşılık verdim. "Neyse ki bu sözleri, kardeşini bile koruyamamış bir adamın ağzından duymak, ciddiye almamamı sağlıyor."

 

Bu sözüm onu öfkelendirmişti. Gözlerinde aniden beliren alevi fark ettim. Hızla ayağa kalktı, sert adımlarla yanıma geldi ve kolumu tuttu, sıkıca. Gözleri benimkilerle buluştuğunda, içindeki fırtınayı görebiliyordum.

 

Savaş’ın gözlerinde fırtınalar kopuyordu. "Sakın bir daha kardeşimi boş konuşan ağzına mazeme yapmaya kalkma, Seni buna pişman ederim." dedi, sesi tehdit doluydu.

 

Kolumu sertçe elinden kurtardım ve gözlerinin içine bakarak, "Neden? İyi ki kardeşin ölmüş. Yoksa abisinin ne kadar kötü biri olduğunu görmek onu daha da üzerdi," dedim, içimde biriken tüm öfkeyi sözlerime yansıtarak.

 

Savaş’ın nefesi hızlanmıştı. Tekrar üzerime doğru hamle yaptı ama tam o anda kapı açıldı. Gollum içeri girdi ve ortamın gerginliğini bir anda fark etti.

 

"Herkes sizi toplantı salonunda bekliyor," dedi, sesi her zamanki gibi soğukkanlıydı.

 

Savaş, sinirini kontrol altına almaya çalışarak derin bir nefes aldı ve hızla odadan çıktı. Onun arkasından ağır adımlarla toplantı odasına doğru ilerledim.

 

Salona girdiğimizde herkes Savaş’ın öfkeli hâlini fark etmiş olacak ki bir anda toparlandılar, üzerlerinde bir gerginlik dalgası yayıldı. Savaş, yüzündeki katı ifadeyle masaya yaklaştı ve herkesin bakışları üzerinde toplanmışken konuşmaya başladı.

 

"Sözleşmeyi hepinizin önünde imzalayacağım. Beş aylık bir süre zarfında sevgilim Ezim Akman’a şirketimin %51’lik hissesini devrediyorum. Hâlâ itirazı olan varsa, şimdi konuşsun," dedi, sesi agresif bir tonla salona yayıldı. Öfkesi her kelimesinde kendini hissettiriyordu.

 

Toplantı salonunda derin bir sessizlik oluştu. Kimse Savaş’ın bu hâliyle baş edebilecek cesareti gösteremedi. Birbirlerine sessiz bakışlar attılar, ama kimse tek kelime etmedi. Savaş bakışlarını salonda dolaştırıp, bir anlık sessizlikten sonra soğuk bir şekilde konuştu.

 

"Güzel, en azından çabuk anlıyorsunuz," dedi, alaycı bir tonda.

 

Gollum, elinde taşıdığı sözleşmeyi sessizce masanın üzerine bıraktı. Savaş’ın yanında durarak kağıtları önüme doğru itti. Kalemi elime alıp tereddütsüzce imzaladım.

 

Bir önceki toplantıda Savaş’a itiraz eden adam, bu defa beklenmedik bir teklifle öne çıktı. "Madem hisse dağılımı yapıldı, bunu güzel bir davetle kutlayalım," dedi, sanki biraz önceki gerginlik hiç yaşanmamış gibi.

 

Diğerleri de bu fikre katıldı, birkaç baş sallaması ve onaylayan mırıldanmalar arasında.

 

Savaş sadece, "Tamam," diyerek kısa bir yanıt verdi ve toplantıyı bitirdi.

 

Toplantı salonundan çıkan son kişi Savaş’tı. Onun arkasından ağır adımlarla ilerleyip odasına girdim. Çantamı almak için masaya uzandım. Tam çantamı kavrayacağım sırada, Savaş’ın eli aniden koluma uzandı. Bir anlık şaşkınlıkla dönüp baktığımda, beni kendisine doğru sertçe çekti.

 

Göz göze geldiğimiz o an, odadaki tüm hava değişmişti.

 

Savaş’ın gözlerindeki karanlık, odadaki havayı daha da ağırlaştırıyordu. "Ne konuştuğunu bilmeyen bu hâlin canımı sıkmaya başladı," dedi dişlerinin arasından, öfkesini bastıramadığı her hâlinden belliydi. "Eğer demin söylediklerini bir daha tekrarlarsan, karşında çok farklı bir Savaş göreceksin."

 

Sakin kalmaya çalışarak ona alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdim. "Sen kendini ne sanıyorsun? İki tehditle beni köşeye sıkıştırabileceğini mi? Hayatında kardeşin dahil kimse seni istememiş ki, bugün böyle yalnızsın."

 

Bu sözlerim onu deliye döndürmüştü. Kolumu daha da sert kavradı, parmakları adeta derimi yakıyordu. Gözleri öfke ve acıyla dolmuştu, her bir kelimesi zehir gibi döküldü dudaklarından.

 

"Canından çok sevdiklerini kaybetmek ne demek, biliyor musun? Sen kardeşini toprağa vermek nasıl bir his, biliyor musun?" Sesindeki titreme, derin bir acının yankısıydı. "Kendini suçlamaktan ölecek gibi olurken, herkesin 'anladıklarını' söylemesi ama kimsenin gerçekten ne yaşadığını bilmemesi ne demek, biliyor musun? Sen ne anlarsın kardeşten..abini bile intikam için ezip geçtin!"

 

Son sözüyle birlikte kolumu bir öfke patlamasıyla fırlattı, beni sarsarak serbest bıraktı. Ardından yüzüme bile bakmadan arkasını döndü ve kapıyı büyük bir gürültüyle çarparak çıktı. Odanın sessizliği bir anda üzerime çöktü. Olduğum yerde kala kalmıştım, dizlerimin titrediğini hissederek.

 

Onu kardeşiyle vurmak fazlaydı, belki de acımasızdım. Onu en hassas noktasından yakalamış, haksız bir şekilde ailesiyle ilgili yaralarını deşmiştim. Ama o da benim yaralarıma dokunmuştu; ağzından çıkan son söz, içimde yankılandı: "abi ' ni bile intikam için ezip geçtin."

 

O ağır cümle, beynimde defalarca tekrarlandı. Onun söyledikleri beni içten içe kemiriyordu. Şirketten hızla çıkıp eve döndüğümde hâlâ düşüncelerimden kurtulamamıştım. Bir köşeye oturup başımı ellerimin arasına aldım.

 

Ona gerçekten haksızlık etmiş miydim? Evet, sinirlenmiştim. Öfkemin kölesi olup onu ailesiyle vurmuştum. Ama kendi aileme hiç bakmadan, onun yaşadığı acıyı hiç düşünmeden… Beni sevmeyen ailemi görmezden gelip onu sevilmemekle suçlamıştım.

 

Belki de bu savaşı kazandığımı sanırken, aslında çoktan kaybetmiştim.

 

Yemek daveti için hazırlandığımda, içimde belirsiz bir his vardı. Nasıl geçeceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama belli ki bu akşam, her zamankinden farklı olacaktı. Dolabımdan dikkat çekici, zarif bir elbise seçtim. Saçlarımı serbest bıraktım, hafif dalgalı bir şekilde omuzlarıma dökülmesine izin verdim. Makyajım, elbisem ve saçlarımla uyumlu bir zarafet taşıyordu. Aynadaki yansımamdan emin bir adımla odadan çıkıp aşağı indiğimde, Savaş beni çoktan bekliyordu. Dimdik, ciddi, ama her zamanki gibi mesafeli duruyordu. Tam ona bir şey söylemek üzereydim ki sesi soğuk bir rüzgar gibi aramızdaki mesafeyi aşarak geldi.

 

“Hazırsan çıkalım,” dedi, bakışlarını üzerimde hiç gezdirmeden.

 

Soğukluğunu görmezden gelerek, mecburen uyum sağladım. “Evet, hazırım,” dedim, sesimde birazcık da olsa bir şeyleri yumuşatma çabasıyla.

 

Gollum ve birkaç koruma eşliğinde mekâna doğru yola çıktık. Vardığımızda, dışarıda bizi bir kalabalık bekliyordu. Gazeteciler, kameralarıyla dört bir yanımızı sardılar. Korumalar, önümüzü açarken mekâna zor da olsa girebildik. Organizasyon oldukça şatafatlıydı. Zengin iş adamları, pahalı takım elbiseler ve parlayan mücevherler, her şey kusursuz görünüyordu. İçeriye adım atar atmaz, ev sahipleri tarafından karşılandık. İş adamlarıyla kısa bir selamlaşmanın ardından masaya doğru yöneldik.

 

Daha yerimize oturur oturmaz, dikkatler hemen üzerimize çevrildi. Salonun dört bir yanından bakışlar üzerimizdeydi, özellikle de Zafer Kara ve kızı Gizem’in gözleri. Zafer’in kızı, her zamanki gibi Savaş’a odaklanmıştı, ama bu defa beklediğim gibi hemen yanımıza gelmedi. Gizem’in bakışları hâlâ üzerimizdeydi, ama yaklaşmamıştı. Aklımdan istemsizce geçti: *Bu kız bu adamın nesini seviyordu ki? Kibirli, uyuz ve fazlasıyla mesafeli…*

 

Yemek sırasında herkes keyifli bir sohbete dalmıştı. Ancak, bir an gözüm Zafer ve Murat’a takıldı. Dikkat çekmeden koridora doğru yönelmişlerdi. Şüphelerim bir an için kabardı. Ne yapıyorlardı? Neler konuşuluyordu orada? Bu iki adamın arasında ne olduğunu öğrenmeliydim. Savaş’a dönüp, aldırışsız bir ifadeyle konuştum.

 

“Ben birazdan dönerim,” dedim, fazla dikkat çekmemeye çalışarak.

 

Savaş, anlam veremeyen bir ifadeyle kaşlarını çattı, gözleri sorgularcasına üzerimdeydi. Ancak bir şey söylemedi. Gözlerim ona kısa bir bakış atıp, ne pahasına olursa olsun merakımın peşinden gitmeye kararlıydım. Koridora doğru ilerlerken, kalbim atmaya başladı. O akşam sadece bir yemek olmaktan çok daha fazlasına gebeydi, bunu hissediyordum.

 

Koridorun loş ışıkları altında sessizce ilerlerken kalbim hızla atıyordu. Zafer ve Murat’ın peşine düşmüştüm, ne konuşacaklarını öğrenmeliydim. Onların fark etmemesi için ayak seslerimi duymamaya çalışarak adımlarımı yavaşlattım. Koridorun sonuna yaklaştıklarında etraflarına hızlıca bir bakış attılar, kimsenin olmadığından emin olduktan sonra durdular. Duvara yaslanıp kulak kabarttım, fısıltılar daha net duyulmaya başlamıştı.

 

Zafer, alaycı bir gülümsemeyle Murat’a döndü. “Rıza’nın işi tamam. Geriye diğer üyeler kaldı,” dedi, sesinde zafer kazanmış bir adamın kibri vardı.

 

Murat sinsice güldü. “Savaş’ın haberi olmasına rağmen Rıza’ya müdahale etmedi. Ta ki biz Rıza’yı patlatana kadar,” dedi ve kısa bir kahkaha attı. Bu adamların ne kadar tehlikeli oldukları artık daha netti.

 

“Peki, bu olaylardan Salim’in haberi var mı?” diye sordu Murat, temkinli bir ses tonuyla.

 

Zafer’in yüzüne kendinden emin bir ifade yerleşti. “Tabii ki var. Onun adamlarından birini Savaş’ın üstüne saldım. Adam zaten öldürülecekti, hâlâ ses seda çıkmadığına göre, demek ki adam ötmedi,” dedi sinsi bir gülümsemeyle. “Bundan sonrası daha kolay olacak, yeter ki düşmanımızı yakınımızda tutalım.

Tam geri dönmek üzereydim ki, ayağım koridorun ortasına konulmuş bir vazonun ayağına takıldı. Buz gibi bir ses arkamdan yankılandı.

 

“O ses neydi? Biri mi var orada?” diye sordu Zafer, sesi aniden sertleşmişti. Panik içindeydim, ne yapacağımı bilemiyordum. Ayak seslerinin yaklaştığını duyabiliyordum. Eğer şimdi koşarsam köşeyi dönmeden beni kesinlikle görürlerdi. Kalbim küt küt atarken dona kalmıştım, hareket edemiyordum. Birkaç adım daha atarlarsa beni bulacaklardı.

 

Tam o sırada, bir el belime sarıldı ve beni hızla koridordaki boş odalardan birine çekti. Daha ne olduğunu anlayamadan biri elleriyle ağzımı kapattı. Refleksle bıçağıma davranmak üzereyken, kulağımda tanıdık bir ses yankılandı.

 

“Kıpırdanıp durma. Benim, Savaş,” dedi alçak ama sert bir sesle.

 

Savaş’ın sesini duyduğum anda üzerimdeki korku bir anlığına da olsa kayboldu. Ellerimle ağzımı kapatan elini yavaşça indirdim, içimdeki rahatlamayla derin bir nefes aldım.

 

Savaş, ceketini çıkarırken üzerindeki öfke izleri hâlâ belirgindi. Gözleri, Tarık’ın gitmesinden sonra hala gerilimle parlıyordu. Benimse bu gerilimi fark etmem gecikmemişti.

 

“Ne oldu, yine öfkeli öfkeli bakmaya başladın?” dedim, sesimde hafif bir alay vardı.

 

Savaş, cevabını vermeden önce derin bir nefes aldı ve, “Kimdi o adam?” diye sordu, dikkatle gözlerini yüzümde gezdirerek.

 

“Eski bir arkadaşım,” dedim, fazla detay vermeden.

 

Savaş’ın gözleri, Tarık’ın varlığının üzerimde yarattığı etkiyi hala tartıyordu. “Kimsenin seni sevmediğinden bahsediyordun ama görünen o ki, sevenin varmış. Adam senin için gelmiş, baksana,” dedi, gözlerinde ince bir alay ifadesiyle.

 

Ben bu sözlerin altında yatan anlamı iyi biliyordum ve cevap vermek zorunda hissettim. “İyi ki sana bir şey söyledim, her şeyde böyle başıma mı kakacaksın?” dedim, gerginliğimi hafif bir tebessümle örtmeye çalışarak.

 

“Yalan mı?” Savaş’ın sesi keskin ve sorgulayıcıydı.

 

“Yalan. Ben çevredeki herkesin aksine hep yalnızım. Abim varken de yanlızdım, şimdi de yanlızım,” dedim, içimdeki yalnızlığı yansıtan bir gülümsemeyle.

 

O sırada merdivenlerden Nihle ve Nihan indi. Nihan, hafif bir gülümsemeyle yaklaşıp, “Nasıl geçti yemek bakalım?” diye sordu.

 

“Sıradan bir kutlama yemeği işte. Gerçi bu yemek de nereden çıktı onu anlamadım. Bana devredilmesini istememelerine rağmen, bu gün bu yemeği organize ettiler,” dedim, biraz şaşkınlık ve anlam verememe duygusuyla.

 

Savaş, yanıtımı dinledikten sonra açıklama getirdi. “Çünkü ne olursa olsun, hiçbir şey olmamış numarası yapmak hepsinin stratejisi. Yarını düşünerek, dikkatleri üzerlerine çekmemek için böyle yapıyorlar.”

 

Gollum, Savaş’ın arkasında sessizce durmuş, Nihle’yle göz göze gelmişti. Aralarındaki bakışma, sözlerin ağırlığını ve ortamın gerginliğini yansıtıyordu.

 

Salonun atmosferi, bu yeni açıklamayla biraz daha gerilimli bir hal almıştı; gözlerdeki öfke ve belirsizlik, görünmeyen bir ağırlık gibi havada asılı kalmıştı.

 

Gözlerim, Gollum’un mahcup bir şekilde bakarkenki ifadesini inceledi. Onun utanç içinde kalışı, bir öğrenci yakalanmış gibi karşımda durmasına neden oluyordu. Hemen ardından, Nihle bana mahcup bir ifadeyle bakarak, “Bize söyleyeceğine kendine bak sen. Tarık’ın burada ne işi vardı acaba?” dedi.

 

“Ne işi olacak? Babamın yaptıklarını öğrenmiş, onun için gelmiş,” dedim, tamamen rahat bir şekilde, çünkü Tarık’ın buraya gelişi bununla ilgiliydi.

 

Nihle’nin bu açıklamanın ardından, “Tarık hep sana karşı bu kadar ilgiliydi. Şimdi gelmesi de beni şaşırtmadı diyemem,” demesi, onun bu durumu ne kadar ciddiye aldığını gösteriyordu.

 

“Öyle mi?” diye atıldı Nihan, konuyu saptırarak. “Yine de abimle aşık atamaz. Ne de olsa biz Karaarslanlılarız, kimsenin bizim karşımızda şansı yok,” dedi, abisi gibi kibirli bir edayla.

 

Savaş, Şahin’in gitmesinden sonra sergilediği ifadesiz yüz ifadesiyle yanımızdan ayrıldı. Gollum, Nihan ve Nihle, kesintisiz bir şekilde konuşurken, arada Nihle’nin Gollum’a hayran hayran bakışlarını fark ettim.

 

Odaya gidip üzerimi değiştirmek üzere yola çıktığımda, Savaş’ın odasının kapısının açık olduğunu gördüm. Normalde kapısını her zaman kapatırdı. Merakla kapıya yaklaştığımda, kapı tam benim elimi atmadan açıldı ve sıcak, kaslı bir bedenle burun buruna geldim. Kafamı kaldırıp gözlerim Savaş’ınkiyle buluştu. Aramızdaki elektrik, kısa bir süreliğine havayı gerdi. İkimiz de bakıştık; ama ilk geri çekilen ben oldum.

 

Bu ani karşılaşma, iki taraf için de şaşırtıcıydı. Savaş’ın gözlerinde beliren derinlik ve sessizlik, her şeyi anlatıyordu. Kapının arkasında kalan bu sessizlik, ikimizin de bu anın etkisinden kurtulmasına izin vermiyordu.

 

Savaş, odanın kapısında beklediğimi fark ederek, alaycı bir şekilde, "Ne işin var senin odamın kapısının önünde? Yoksa beni mi dikizliyorsun?" dedi.

 

Yüzümde bir gülümseme belirdi. "Aynen öyle, sana bakıyordum. Bu kadar kötü fiziği olan bir adama sadece hayretle bakabilirim zaten," dedim, onun yanına doğru yaklaşıp mesafeyi azalttım. Kalbim, hızla çarpıyor ve neredeyse dışarıdan duyulacak kadar yüksek sesle atıyordu.

Savaş, kıvrak bir gülümseme takınarak, "Vücudumu kötüleyen ilk kadınsın belki de yeterince yakından bakmadığın içindir," dedi, daha da yaklaşıp bedenimi adeta içine çekerek.

 

Ben kendimi kontrol etmeye çalışırken, Savaş, bu çabamı anlamış olacak ki, "Bence gayet iyiyim, bak istersen," dedi, beni teşvik edercesine.

 

Bir adım daha yakınlaşarak, "Benim fiziğim de çok güzeldir, öyle ki birçok erkekten bu yorumları duydum. Görmek ister misin?" dedim. Bu sözlerim, Savaş’ın yüzünü biraz olsun düşürdü. Karşımda, rahat ve kendinden emin görünmeyen bir ifade vardı.

 

Savaş'ın bu halini tanıyordum. Bozulduğunu söyleyebilirdim, ama neden bozulacak ki? O da aynı imaları yaratıyordu.

 

Tam bu anın tadını çıkartırken, Savaş arkamdan kolumu tutarak, bedenlerimizi şimdi daha da yakınlaştırdı. Ben, bileğimi bırakması için göğsünden itmeye çalışırken, ellerini belime koydu ve, iki elimle göğsünde asılı kalmış şekilde, kucağında kalakaldım. Savaş’ın sıcak, güçlü kolları etrafımı sardığında, kalbimin çarpıntısı daha da hızlandı. Birbirimizin nefesini duyacak kadar yakındık; aramızdaki gerilim, her geçen saniye artıyordu.

 

Savaş, kollarını açarak, "Benimle oynama derken uyarıcıydın, şimdi kollarını açıyorsun benim için," dedi, cilve yapmanın ötesinde bir tavırla bana bakarak.

 

Ben, gözlerimi onun üzerindeki ciddiyetten kaydırmadan, "Sen de çok hevesliydin başta. Hareketlerin rahatsız edici olmaktan çıktı ve şimdi beni keyiflendirmeye başladı," dedim, hafif bir gülümsemeyle.

 

Savaş, omuzlarını silkerek, "O zaman şansına küs. Kendime oyuncak arayan bendim; başkalarına oyuncak olmak gibi saçma sapan fantezilerim yok," dedi, gözlerinde bir parıltı ile.

 

"Belliki hoşuna gidiyor. Seni tanıyorum artık, Ezim. Eğer rahatsız olsaydın, çoktan beni kendinden uzaklaştırmış olurdun," dedi, burnuma gelen mest edici kokusuyla.

 

Tam o sırada arkamda, Gollum’un sesi yankılandı. "Yuh, a**k! Bize bakışmayın diyen çifte bak. Sarmaşık gibi birbirinize dolanmışsınız. Bizde buradayız, özelinizi içerde yaşayın, kapının önünde değil," dedi, benden intikam almış gibi gülerek.

 

Savaş, Gollum'un sözleri üzerine ellerini belimden çekti ve bana dönerek, "Patronun galiba hayatında hiç kadın görmemiş. Ahtapot gibi sarıldı, manyak," dedi, alaycı bir tonla.

 

Ben, bu sözlere tepki göstererek, "Savaş, çok kadın görmüştür. Madem senin bubi tuzağı gibi olan odanın kapısında ne işin var?" dedi, sırıtarak.

 

Savaş, "Kapısı açıktı, kapatacaktım. Aman be, size de iyilik yaramıyor," dedi, laubali bir şekilde.

 

Ben, Savaş’a dönerek, "Sende bir dahaki sefere odanda üzerini değiştirirken kapını kapat. Bu evdeki tek kadın ben değilim," dedim, net bir şekilde.

 

Savaş ve Gollum, arkamdan gülerek, bu durumu daha da eğlenceli hale getirdiler. O an, aramızdaki gerilim ve mizah, ortamı rahatlatan bir hava oluşturdu.

 

Odama girdiğimde, derin bir nefes aldığımı fark ettim; sanki demin havayı ciğerlerime çekme eylemim yarıda kalmış gibiydi. Heyecanla dolu bu anın ardından, odama adım attığımda nefesim yavaşça normale dönmüştü. Bu saçma heyecan neydi böyle? Ellerim ve ayaklarım buz kesmiş, adeta kıpırdamaktan aciz kalmıştım.

 

Kendimi, onun yanında gerçek anlamda ben gibi hissetmiyordum; bu, bir tür yersizlik hissiydi. Her şeyin sadece bir oyun olduğuna kendimi sürekli hatırlatıyordum. O oyundaki en güvenilmez kişiye güvenmem mümkün olamazdı; ne olursa olsun, o kişi benim için hiçbir şey ifade edemezdi. Güvendiğimden tut, sevdiğime kadar, kimse beni gerçekten sevemezdi. Benim sevgiye ve sevilmeye hakkım yoktu zaten. Dışarıdan güçlü bir kadın imajı sergiliyordum; içimde ise paramparça olmuş bir kadın vardı. Dağılan tüm parçalar, insanlığımı da götürmüş, geriye sadece etten ve kemikten bir Ezim kalmıştı eğer buna kalmak denirse.

 

**ERTESİ GÜN**

 

Sabahın erken saatlerinde, uykunun kalıntılarını hâlâ üzerinde taşıyarak merdivenlerden aşağı indim. Savaş ve Gollum dışında, evin diğer sakinlerinin henüz kalkmamış olması muhtemeldi. Mutfağın köşesine geçip sessizce oturdum. Havanın keskinliği, zihnimdeki düşünceleri daha da belirginleştirdi.

 

"Şimdi hisseler bende olduğuna göre, istediğim her şeyi yapabilirim herhalde," dedim, Savaş’a ilk defa bu kadar ciddi bir tonla hitap ederken. Cümlemin ağırlığı, odadaki hava ile bütünleşti.

 

Savaş’ın yüzündeki garipsediği ifadeyi fark ettim. Yüzünde beliren yarım ağız bir gülümseme, ciddiyetimi yumuşatmaya yetmedi. "Ne yapacaksın?" diye sordu, merakla.

 

"Orası sana kalmış değil, soruma cevap ver," dedim, kararlı bir şekilde.

 

Savaş’ın gözleri bana dikkatle baktı. "Evet, ama benim onayım da gerek," dedi, bir yandan da hafifçe omuz silkerek.

 

"Senin onayın sadece tescillenmesi için," dedim, kendime güvenli bir tavırla.

 

"Bir nevi evet, ama yine de kendi kafandan iş yapmadan önce söylemen, birlikte hareket etmemizi kolaylaştırır."

 

"Babanla olan olayına karışmam, sen de benim işime karışma; bunu başta bana sen söyledin," dedim, vurgulu bir şekilde.

 

"Tamam, ne de olsa beni dinlemeyeceksin, ama bir delilik yapıp ikimizi de batırma yeter," dedi, biraz umursamaz bir tavırla.

 

Kahvaltıyı birlikte bitirdikten sonra şirkete yöneldik. Şirkete adım attığımızda, Savaş’ın üzerindeki otorite havasının bir kısmının bana geçmiş olduğunu fark ettim. Herkes etrafımda pervane olmuştu.

 

Savaş’ın odasına girdik ve onun yerine ben oturdum.

 

"Yerin rahatmış, neden yerinden kalkmadığın şimdi anlaşılıyor," dedim, rahat bir ifadeyle.

 

"Çok yerleşme; sonuçta kalıcı değilsin," dedi, elleri cebinde karşımda dikilirken.

 

Savaş’a cevap vermeden, içeriye sekter girdi.

 

"Ezim Hanım, istediğiniz her şey hazır," dedi, ciddi bir ifadeyle.

 

Savaş bana bir bakış attı; bu bakış, sanki yüzümdeki düşünceleri çözmeye çalışıyormuş gibiydi. "Ne yapmaya çalışıyorsun, prenses?" dedi, yüzüne dikkatle bakarken. Bu sorunun, gerçekte düşüncelerimi mi okuduğunu düşündüm.

 

"Akman Holding'den babamdan daha fazla hisse sahibi olan Talat Fuat var. Kendisiyle görüşmek istediğimi ve zamanı varsa bu gün onu beklediğimi söyleyin," dedim, kararlı bir şekilde.

 

"Tabii efendim," dedi, elindeki dosyaları masanın üzerine bırakıp odadan çıktı.

 

Savaş, gözlerini yüzümden ayırmadan, "Ne yapmaya çalışıyorsun, prenses?" dedi. Bu soru, yüzümdeki gerçeği mi okuduğunu yoksa sadece kendi merakını mı ifade ettiğini düşündürdü.

"Görürsün" dedim, kısa ve öz.

 

Savaş ellerini kaldırdı, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Madem senin için önemli, karışmıyorum."

 

"Eğer hep böyle söz dinlersen, iyi anlaşırız seninle," dedim, karşılık vererek.

 

"Söz dinlemek pek adetim değildir; daha çok dinletmeyi severim. Ama madem bir ortaklığımız var, sana bu sınırı tanıyorum," diye yanıtladı Savaş, jestini bitirirken.

 

Konuşmalarımızın ortasında kapı çaldı ve içeriye Talat Fuat girdi.

 

"Hoş geldiniz," dedim, ayağa kalkıp elini sıktım ve tekrar oturduğumda, "Hoş buldum. Aslında benimle görüşmek istememene şaşırmadım desem yalan olur," dedi, otururken gözleri merakla bana odaklandı.

 

"Bence birazdan duyacaklarınız sizi daha fazla şaşırtabilir," dedim, dosyanın kapağını açarken.

 

Önümdeki dosyanın kapağını açıp, dikkatle Talat’ın üzerine kollarımı koydum. "Kendi hisselerinizi bana satmanızı teklif ediyorum," dedim, gözlerim onunkiyle buluşurken.

 

Talat’ın yüzü, beklenmedik bir teklif karşısında şaşkınlığa düşmüştü. "Ezim kızım, seni tanırım. Babanla olan husumetini de duydum; sana hak veriyorum ama Dündar benim eski dostum, ona bunu yapamam," dedi, sanki babamın durumu gerçekten umurundaymış gibi.

 

"Şu anda karşında Dündar Akman’ın kızı değil, Karaarslanlı Holding’in sahibi duruyor ve sana şirket için iyi bir teklifle geliyorum," dedim, kendimden emin bir şekilde.

 

Dosyanın içinden bir çek çıkardım ve onu masanın üzerine doğru uzattım. Talat, şaşkın bir şekilde bana baksa da, çeki eline aldı. O an, karşımda gururlu bir adamın parayı görünce nasıl bir değişim geçirdiğini gözlemlemek, beni şaşırtmadı. Şirketle ne kadar ilgilenmiyor olsam da, kimin kim olduğunu biliyordum; Talat’ın parayla yapmayacağı şey yoktu.

 

"Bu cömert teklifini reddetmeyeceğim, ne de olsa sen yabancı değilsin," dedi Talat Fuat, çekin üzerinde bulunan meblağı göz önünde bulundurarak.

 

Çek, şirketinin gerçek değerinden çok daha fazlasını sunuyordu—reddedilmesi olanaksız bir teklifti. Beklediğim gibi, Talat hemen bu fırsata atladı.

 

"Güzel, madem anlaştık," dedim, dosyaları masanın üzerine doğru iterek.

 

Talat dosyayı inceledi ve hızla imzaladı. Ayağa kalktı ve elini uzattı. "Anlaştık," dedi, gözlerinde memnuniyetle parlayan bir ifade ile.

 

Savaş, koltukta otururken sigarasından bir duman daha çekip, bizi izliyordu. Bir an onunla göz göze geldik ve bana dudağının kenarıyla hafif bir tebessüm gönderdi.

 

"Tamam, herhalde ben artık gidiyorum. Umarım daha sonra tekrar görüşürüz, Ezim. Seni böyle görmek gerçekten güzel," dedi Talat, pis pis gülerek.

 

Para, herkese şifa gibi görünüyordu; parayı gören herkes sanki derdine derman bulmuş gibi hemen üzerine atlıyordu.

 

"Görüşürüz," dedim, sadece soğuk bir şekilde.

 

Talat, ağzı kulaklarında odadan çıkarken, Savaş yerinden kalktı ve yanımıza yaklaştı.

 

"Doğrusu etkilendim. Bu kadar zekice bir hamle ancak senin gibi uçarı birinden gelebilirdi, prenses," dedi.

 

"Bu daha hiçbir şey, daha neler gelecek başına," dedim, kendimden emin bir şekilde.

 

"Sen gerçekten tehlikeli bir kadınsın. Dışarıdan tırnağın kırılsa ağlarmışsın gibi duruyorsun ama seni bu duruşla koltuğumda görmek daha ilgi çekici geldi. Bu oyun, sandığımdan daha keyifli geçecek sanırım," dedi Savaş, gözlerinde bir parıltıyla.

 

"İçinde benim olduğum şeyin kötü geçmesi imkansız. Babam kadar insafsız değilim, desem de zalim insanlara karşı her şeyi bir kenara atabilirim. Ne de olsa beni bu hale getirenler onlar. Şimdi yarattıkları eserle övünme vakti," dedim, odadan çıkarken.

 

Savaş ve Gollum, adımlarımın arkasında sessizce bana eşlik ettiler. Şirket binasına vardığımızda, babamın içeride olmadığını öğrendik. Sekreter, birazdan geleceğini söyledi.

 

Babamın odasına girdik ve koltuğa oturdum. Savaş ve Gollum da odadaydı. Koltuğu, arkam dönük ve tam trabzalara gelecek şekilde ayarladım. Kapı açıldı ve babamın sesini duydum. Arkam dönüktü, fakat sesini duyduğum anda döndüm. Yüzündeki ifadeyi görmek, beni tatmin etti—düşmüş, şaşkın ve dumur olmuş bir yüz.

 

Bu an, babamın gelecekteki durumunu daha da karmaşık hale getirecek bir başlangıçtı. Kuyruğunun kısıldığını görmek, bana sadece daha fazla hırs kattı. Şartlar artık eşitlenmişti ve onun karşımda elini kolunu bağlamıştım. Bundan sonra onun için hiçbir şey kolay olmayacaktı. Onu en zayıf noktalarından vuracaktım. İçimdeki intikam yemini beni gitgide kavuruyordu; şimdi sıra onu yakmaya gelmişti.

 

 

Ezimin bu intikam hırsı acaba onun ne kadar sınırlarını zorlayacak?

 

Babasının manipülasyonları Ezimi geri tutmaya yetecek miydi?

 

Savaşın ezimin yaptıklarına hayran olması aralarındaki buzları eritecek miydi?

 

Murat ve zafer ' in ezim ve savaş için planları ne ve bunun kokusu ne zaman çıkacak?

 

Bölümü umarım keyifle okumuşsunuzdur:)

 

Hepsi için bir sonraki bölüme

 

Bölümü sevdiyseniz ve buraya kadar gelmişseniz yıldıza dokunmayı unutmayın bir sonraki bölümde görüşürüz📍🎀

 

​​​​​

 

 

Loading...
0%