Yeni Üyelik
9.
Bölüm

6. bölüm GİZLİ SIRLAR

@sima.d

iyi okumalar umarım seversiniz:))

🍷 

 

İçeri adım attığımda kapıyı usulca arkamdan kapattım. Odadaki gerilim, bir tokat gibi yüzüme çarptı ama umursamadım. Babamın sandalyesine kurulmuş, keyfini çıkarmam gereken bu anı erteleyemezdim. Ortada dikildim, gözlerimle onu tartarken yüzündeki şaşkınlık net bir şekilde okunuyordu.

 

"Senin ne işin var benim koltuğumda?" dedi, ne olduğunu anlamaya çalışır gibi. Bu adamın kontrolü kaybettiği anları görmek, içimde bir tür tatmin hissi uyandırıyordu. Kaç zamandır beklediğim an işte bu, dedim içimden.

 

Alaycı bir gülümsemeyle cevap verdim, sesimdeki sakinlik onu daha da çileden çıkarmak için bilerek seçtiğim bir silah gibiydi.

 

"Eski koltuğun, demek istedin herhalde."

 

Sözlerim bıçak gibi keskin bir şekilde havada asılı kaldı. Yıllarca onun beni nasıl yok saydığını, nasıl küçümsediğini hatırladım. Şimdi ise sırf onun bu hâlinden keyif almamı istemediği için yine beni görmezden gelmeye çalışıyordu. Ama bu kez farklıydı. Gözlerindeki o nefret… O eski, tanıdık bakış geri dönmüştü. Dudakları titredi, bir şeyler söylemek istiyor ama dili varmıyordu. Biliyordum, içindeki öfke ve çaresizlik onu esir almıştı.

 

“Ne diyorsun sen? Ne eski koltuğu?” diye mırıldandı.

 

Gözlerimi kırpmadan ona baktım. Bu anın tadını çıkarmalıydım. Her kelimeyi dikkatle seçip, daha derin bir darbe vurmak istiyordum.

 

"Bu şirketi satın aldım," dedim sakin bir tonda. "Ve koltuğu da…"

 

Onun o anki yüz ifadesini asla unutamayacağım. Zihninde çarklar dönüyor ama kabul etmekte zorlanıyordu. Kendi kendine fısıldar gibi sordu:

 

"Olmaz… Şirketin tüm yönetimi Talat’ta. Nasıl olabilir bu?"

 

Omuz silktim. Onun bu güçsüzlüğü, yıllarca bana dayattığı kibirli tavırlarının ne kadar boş olduğunu yüzüne çarpıyordu.

 

"Talat Fuat, birkaç saat önce kendi isteğiyle bu şirketi bana sattı. Dolayısıyla, senin hükmün sona erdi."

 

O an derin bir nefes aldı, yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Öfkesi çaresizlikle birleşince her zaman yaptığı gibi drama başvurdu, sinirli ve kesik kesik bir sesle bağırdı:

 

"Sen ne biçim evlatsın! İnsan babasına bunu yapar mı? Senin gibi bir kızım olduğu için hep utanmaktaydım. Hep haklıydım!"

 

Bu adamın her zora düştüğünde başvurduğu aynı eski numaralar… Yıllardır her seferinde birilerinin duygularını sömürerek kendini kurtarmayı başardı. Ama ben o insanlardan biri değildim. Onun yanında büyüdüm, oyunlarını, hilelerini en iyi ben bilirdim. Ve bunlara boyun eğmeyeceğimi artık anlamalıydı.

 

Alaycı bir bakışla gözlerinin içine baktım. "Seni aciz görüyorum, Dündar Akman. Koskoca Dündar, utanmasa af dileyecek. Senden tonlarca hakaret beklerdim, ama görüyorum ki senin bile gücün kalmamış."

 

Yüzünde beliren öfke, içimde derin bir haz uyandırıyordu. Artık kontrol bende, her şeyi kaybetmiş olmanın verdiği dehşet babamın gözlerinde parlıyordu.

 

Bir anda sesi tehditkar bir tınıya büründü, derinden ve sert bir şekilde konuştu:

 

"Yaptıkların yüzünden çok pişman olacaksın. Murat seni almadan duracak mı sanıyorsun? Olay benden çıkalı çok oldu. Tüm oklar artık sana çevrildi. Ne yaparsan yap, güvende olmayacaksın."

 

Bir an duraksadım, ama ona belli etmedim. Tiksintiyle gözlerimi kısmış, nefesimi kontrollü bir şekilde alıyordum. Sonra, sert ve kararlı bir sesle cevap verdim:

 

“Ne biçim adamsın sen be? Kendi canını kurtarmak için kızının hayatını yakmaya utanmıyorsun. Tüh senin kalıbına…”

 

Bunu söylemek bana bir tür rahatlama hissi verdi. Ama biliyorum, bu savaşı yeni başlattık.

 

Evimdeki sessizliği bozarak içeri girdiğimde, odanın köşesinde tanıdık bir yüzle karşılaştım. Kıraç, kıyafetlerinin kırışıklıkları ve yorgun bakışlarıyla, o saatte burada ne işi olduğunu belirgin bir şekilde hissettiriyordu.

 

Yaren, beni görünce içeri girdi ve "Ezim, geldin mi? Kıraç burada, seninle görüşmek istiyormuş," dedi. Yüzündeki endişe ifadesi, bu ziyaretin sıradan bir konu olmadığını açıkça belli ediyordu.

 

Kıraç, avukatlardan beklenmeyecek bir rahatlıkla ayağa kalktı, ancak konuşmaya başlamadan önce dudaklarını büzdü. Yüzü, yüzleşmeye hazırlanan birinin ciddiyetiyle donmuştu.

 

"Benimle görüşmek istiyormuşsun," dedim, içimden bir umursamazlık duygusu taşıyarak. "Başlangıçta dava dosyası falan filan diyorsan, vaktini boşa harcama. Kimsenin sabıkasını çekemeyeceğim."

 

Kıraç'ın yüz ifadesi değişmedi; sanki kötü haber vermek için hazırlanmış gibiydi. Derin bir nefes alarak konuşmaya başladı: "Haber pek iyi değil. Murat Karabağ, öğle saatlerinde evinde bıçaklanmış. İşin kötüsü, bu adamı Murat'a senin gönderdiğini düşünüyorlar."

 

"Ne? Murat'a düşman olan tek kişi ben değilim ki," dedim, sinirlerim gerilmiş olarak. "Nereden çıkıyor bu? Hem ben, birini gönderip öldürmeye çalışacak biri değilim. O da bunu biliyor."

 

"Öyle ama," diye yanıtladı Kıraç, sesinde soğuk bir ciddiyet vardı. "Güvenlik kayıtlarını ve ses kaydını inceledim. Adam, Murat'ı bıçakladıktan hemen sonra, 'Bu sadece bir uyarı. Ezim'den uzak durmazsan, bir dahakine bu kadarla kurtulamazsın,' dediğini öğrenmiş bulunuyorum."

 

"Nereden biliyorsun bunları?" diye sordum, sinirlerim iyice gerilmiş olarak.

 

"Bu gün genel soruşturma bürosundaydım. Dosya oraya geldiğinde, Murat'ın ismini görünce inceledim. Birkaç saat sonra, güvenlik güçleri tarafından kaldırıldı."

 

Sahnenin ağır havası, odanın kapısı açıldığında bir nebze kırıldı. Arkamı döndüğümde, Savaş ve Gollum içeri girdiler. Savaş, ortamın ciddiyetini hemen hissetmişti. Gözleri, ortada iyi gitmeyen bir şeyler olduğunu yansıtıyordu.

 

Hava, aniden gerilimin yükseldiği bir ortam halini aldı. Kıraç'ın getirdiği haberin yankıları, evin sessizliğinde daha da belirginleşti.

 

Savaş, kıraç 'a belli belirsiz bakarak konuştu: “Ne oldu kıraç, akşam akşam burada ne işin var?”

 

Kıraç, yüzündeki ifadeyi kaybetmeden, “Kızlar sana anlatır, benim gitmem gerek. Yarın erkenden adliyede olmam lazım. Size iyi geceler,” dedi. Ardından, Savaş’ın omzuna dostane bir şekilde iki kez vurdu ve odadan ayrıldı.

 

Gollum, salonun köşesinde oturarak bize dikkatle bakıyordu. “Ne oldu?” diye sordu, meraklı bir şekilde.

 

Nihle, cevap verirken, “Murat bu gün evinde bıçaklanmış,” dedi.

 

Savaş, gözlerini bana dikerken, “Ve bu adamı senin tuttuğunu düşünüyorlar,” diye ekledi.

 

“Evet, ama adamın kim olduğu ve kime hizmet ettiği belli değil tabii ki,” dedim, konunun belirsizliğine dikkat çekerek.

 

Savaş, ciddi bir ifadeyle konuştu: “Bu adam her kimse, aniden ortaya çıkmış biri değil. Daha önceden planlanmış ve hedef olarak bizi göstermiş. Böylece şüphe çekmeyecek.”

 

“Bu gün sadece ona zarar vermek için, tehlikeli bir yol izliyor olabilir,” diye ekledim.

 

O sırada, Gollum, Nihle ve Yaren, sanki başka bir dilde konuşuyormuşuz gibi bize bakıyordu. Yaren, kafasını sallayarak, “Sizin IQ’nuz kaç? 2 dakikada bu kadar bilgiyi nereden çıkardınız?” dedi, anlamayan gözlerle bakarak.

 

“Bunlar sadece varsayımlar,” dedim, açıklama yaparken.

 

Gollum, küçük bir gülümsemeyle, “Hayret, bu sefer kendini övmedin,” dedi.

 

“Bu sefer övünmeme gerek yok, çünkü çok bariz ortada,” dedim, her zamanki özgüvenli tavrımı bozmadan.

 

Gollum, bu yorumumu da alaya alarak, “Bende ne zaman kendiyle övünecek diyordum,” diye yanıtladı, hala eksik kalmadan.

 

Nihle, Gollum’un son yorumuna sadece utangaç bir gülümsemeyle karşılık verdi. Bar ortamlarında bulunmuş olsa da, benim kadar açık yaşayan biri ya da daha doğrusu onun hep bir düzeni vardı. Eğer onun barda çalıştığını bilmeseydim, yüksek ihtimalle kendi halinde bir kasaba kızı olduğunu düşünürdüm.

 

“İstersen Nihle’den uzak dur, çünkü bu işin tadını iyice kaçırdın,” dediğimde, aralarındaki bakışma son buldu. Sözlerimden sonra ikisinin de yüzü düştü ve ortama bir sessizlik hâkim oldu. Gollum, daha fazla duramayarak arka bahçeye çıktı. Arkasından Nihle üzgün bir şekilde bakarken, “İyi geceler,” dedi. Gülüşmelerinin aksine, sesi oldukça üzgün çıkıyordu. Yaren de Nihle’nin arkasından yukarı çıktı.

 

Savaş, başını sallayarak, “Şart mıydı bunu söylemen?” dedi.

 

“Şarttı,” dedim, “Şu ana kadar söylemediysem, bu işin ciddiyetini yeterince kavrayamadığım içindi. Ama ipin ucunu daha fazla kaçırmadan, buna son vermeliyim. Böylelikle Nihle de daha fazla üzülmez.”

 

Savaş, kaşlarını çatmış bir şekilde, “O kızı düşündüğün için böyle davrandığının farkındayım ama bırak da bunu kendileri halletsin. Sonuçta onların adına karar veremezsin.”

 

“Bir mafya babasının koruması Nihle’yi mutlu edemez. Daha yeni ailesinden yara almışken, bir de onunla birlikte olup daha fazla acı çekmesine göz yumamam. O yüzden en iyisi bu,” dedim.

 

Savaş, normal bir tonda konuşuyormuş gibi dursa da, kaşlarını çatmıştı. “Konu onlar değil, konu sensin aslında. Senin bu güvensizliğin, sana yaklaşan herkesi kendinden uzaklaştırıyor. Kimseye güvenmiyorsun. Kimseye bir şans vermiyorsun,” dedi.

 

“Bunu neden yapıyorsun? Şöyle bir etrafına baksana, güvenilir duran birilerini görebiliyor musun? Ayrıca güven öyle iyi bir şey değil ve herkese bol kepçeden dağıtamazsın. Güvenirsen bozguna uğrarsın, seversen üzülürsün. Bak, Savaş, Nihle benim kardeşim gibi, belki de senin için öyle. Bu yüzden beni anlaman gerekir. Nihle, tüm bu sıkıntılardan ne kadar uzak durursa, onun için o kadar iyi olur. O yüzden en iyisi onların hiç birlikte olmamaları,” dedim, içimi dökerken.

 

 

 

Savaş bana sessizce baktıktan sonra daha fazla konuşmadan yanımdan ayrıldı. Yalnız kalmıştım ve uykusuzluk beni bahçeye yönlendirdi. Bahçede, masanın etrafına dağılmış birkaç yaprak arasında, Gollum’u buldum. Sessizce yanına oturdum. Aramızdaki sessizlik bir süre devam etti. Sonunda, bu sessizliği bozmaya karar verdim.

 

“Beni anladığını biliyorum. Eğer anlamasaydın, orada durup benimle tartışırdın. Aynı şekilde, savaş ve benim için düşündüğün şeyi yapmam gerektiğini söyledin bana. Ve bunu, savaşın iyiliği için yaptığını düşünüyorsun, değil mi? Tıpkı benim Nihle’yi düşünmem gibi. O benim için kardeş gibi ve ona zarar vereceğini bile bile onu senin kollarına bırakamam,” dedim, sözlerimi dikkatle seçerek.

 

Gollum, yüzünü bana dönmeden, boş bir şekilde konuştu. “Seni anlıyorum ve anladığım için kendime lanet ediyorum. Keşke seni anlamasaydım da Nihle’ye ne kadar değer verdiğimi gösterebilseydim. Keşke söylediklerinde haklı olmasaydın da birbirimize iyi gelebilseydik. Ama bunlar sadece hayal; bizim hikayemiz daha başlamadan bitti.”

 

“Birini ne kadar seversen sev, bazen hiçbir işe yaramıyor. Onun, senin bu tehlikeli işinden dolayı sürekli yüreği ağzında gezmesi ve belki de devam etmeni istememesi seni daha fazla yaralamaz mıydı?” diye sordum, endişemi dile getirerek.

 

“Zaten beni tutan tek şey bu. Tüm bunlar bittiğinde ve yollarımız ayrıldığında, o kendine yeni bir hayat kuracak. Ve inan, onun mutlu olması dışında hiçbir şeyi düşünmüyorum. Sonunda birimiz mutlu olacaksa, bu o olmalı. Varsın benim hayatım kayıp gitmiş, önemli değil,” dedi, sesinde kararlı bir ton vardı.

 

Gollum, beni dinlerken dikkatle inceledi. “Ne oldu, birden bire durgunlaştın?” diye sordu, merakla.

 

“Bana birini hatırlattın. Sevdiği için fedakarlık eden birini,” dedim, gözlerimi uzaklara dikerken.

 

“Seven insan, her zaman önce sevdiğini düşünür. Önceliği o değilse, demek ki yeterince sevmiyordur,” dedi Gollum, yüzündeki ifadeyi değiştirmeden.

 

“Seninle iyi ki bu sohbeti ettik. Kendini aşk profesörü sanmaya başladın,” dedim, biraz da şaka yollu. Daha fazla somurtmasını istemiyordum.

 

“Öyle mi? Hiç farkında değilim. Nedense senin gibi buzdolabının yanında daha çok söylenir oldum,” dedi Gollum, hafif bir alaycılıkla.

 

“Duygusuz değilim tabii ki. Sadece senin gibi olayı dramaya vurmuyorum. Keyfime ve işime bakıyorum o kadar. Sana da tavsiye ederim,” dedim, gülümseyerek.

 

“Kalsın, ben böyle iyiyim,” dedi Gollum, kendi haline dönerek. Bahçede kalmaya devam ederek, kendi iç dünyasında kayboldu.

 

"Sabaha kadar kendini suçlamaktan başka bir şey yapmayacağını biliyorum. Seninle oturmayı isterdim ama malum, çok meşgul bir iş kadınıyım ben," dedi Gollum, dudağının köşesinde beliren hafif bir tebessümle. Ardından kalkıp gitmeye hazırlanırken, bir an bana bakarak, "Sağ ol," dedi.

 

"Nihle'ye sana vermediğim içinse bir şey değil," dedim, ona gülümseyerek.

 

Gollum başını sallayarak içeri girdi. Ben de içeri dönüp yukarı odama çıktım. O an, yaşadığım hayatın ne kadar tuhaf olduğunu düşündüm. Daha düne kadar abimle birlikte, bana zindan olan o evde yaşarken, şimdi Savaş’la birlikte, babamın şirketini ele geçirmiş ve başıma dert açan adamlardan biriyle uğraşıyordum. Bu düşünceler aklımı sarhoş ederken, zamanla olanların o kadar da imkânsız olmadığını fark ediyordum. Kaderin buraya yazdığı yazıyı, belki de şimdi daha iyi anlıyordum. Asıl önemli olan ise bundan sonra olacaklardı.

 

 

...

 

Ertesi sabah, erken kalkıp mutfağa yöneldim. Küçük bir şeyler atıştırmak niyetindeyken, Savaş’ı mutfakta gördüm. O da, sabahın erken saatlerinde benim gibi bir şeyler yemekteydi. İçeri adım attığımda, beni fark etti.

 

"Günaydın," dedi Savaş, bir parça peynirin son lokmasını ağzına atarken.

 

"Günaydın," dedim, gülümseyerek yanına yaklaşıp mutfakta ona katıldım.

 

"Normalde de erken kalkıyor musun, yoksa intikam gözünde uyku bırakmıyor mu?" diye sordu, biraz alaycı bir şekilde.

 

"Normalde de uykuyla aram yoktur. Zaten istesem de derin uyuyamıyorum," dedim, ona gülümseyerek yanıt verirken.

 

Savaş, beklenmedik bir şekilde bana daha da yaklaştı. O kadar yakındık ki, nefeslerimiz karşılıklı olarak birbirine çarpıyordu. Gözlerindeki parıltı, yüzüne vurmuş ışıkla birlikte daha da belirginleşti. Elini kaldırdı ve saçlarımı okşayarak yüzüme dokundu. Yüzünde yumuşak bir ifadeyle, "Gülmek sana çok yakışıyor, duygularını gizlemek için gülümsemeni kullansan bile," dedi.

 

Bu samimi anın sıcaklığı, aramızdaki mesafeyi tamamen ortadan kaldırmıştı. Savaş’ın bakışları, derin duygularını ve düşüncelerini gözlerimin içine kadar yansıtıyordu.

 

“Benim için böyle düşündüğün için Gollum seni paralamasın,” dedim, bir nebze gülümseyerek.

 

Savaş, bu sırada elini saçımdan bir tutam alıp burnuna götürdü ve kokladı. “Elimde olduğunu mu sanıyorsun?” diye sordu. Sesinde bir alaycılık vardı ama aynı zamanda nazik bir dokunuşla, saçıma dokunurken ruhuma da dokunduğunu hissettirdi. Sanki saçıma değil, içimdeki en derin hislere dokunuyordu. Ben ondan uzaklaşmaya çalıştıkça, o bana daha da yaklaşıyordu; onu ittiğimde, o daha da yakın oluyordu. Ve işin garibi, onu ne kadar ittiysem de onun varlığını yanımda, nefesini hissetmeyi istiyordum.

 

“Böyle olmaması gerektiğini sen de biliyorsun,” dedim, saçıma hala nazikçe dokunurken.

 

“Umurumda değil,” dedi Savaş, ellerini yanağıma koyarak daha da yaklaştı. “Senden uzaklaşmak, nefessiz kalmak gibi; istesem de uzak kalamıyorum.”

 

Şu an kalbim ve aklım arasında bir savaş vardı. Aklım onu kendimden uzaklaştırmamı söylerken, kalbim onu delicesine öpmek istiyordu. Kafamdaki düşünceleri kalbim bastırıyordu, ve buna rağmen ona karşı koymakta güçlük çekiyordum.

 

Savaş o kadar yaklaşmıştı ki, nefeslerimiz iç içe geçmişti ve gözlerimiz kapalıydı. Beni öpmesini beklerken, alnını alnıma koydu ve “Bunu yapmamı istemiyorsun,” dedi, nefesi yüzüme çarparken.

 

Sonra, ani bir hareketle geri çekildi, arkasını döndü ve mutfaktan çıktı. O an, hayat sanki yeniden akmaya başladı; onun benden uzaklaşması ve beni öpmemesi, garip bir şekilde ona olan bağlılığımı artırıyordu.

 

Mutfaktan çıkar çıkmaz kendimi arabaya attım. Bu tuhaf andan sonra onunla karşılaşmak istemiyordum. İşime dönmeliydim. Yeni şirketime gitmek için direksiyon başına geçtim. Şirkete girer girmez, babamın eski sekreteri Irmak yanımda belirdi.

 

“Hoş geldiniz, Ezim Hanım,” dedi Irmak, nazik bir gülümsemeyle.

 

“Hoş buldum,” dedim, hâlâ odama doğru yürürken. “Hemen kurulu topla ve bir açıklama yapacağımı duyur.”

 

“Peki, bir şey alır mıydınız?” diye sordu Irmak.

 

“Hayır, çabuk ol. Yeter,” dedim, keskin bir tonla.

 

Odaya girdim ve babamın yıllardır oturduğu koltuğa geçtim. Şimdi o koltuk benimdi. Koltuğa oturduğumda, odanın kapısı çaldı.

 

“Gel,” dediğimde kapı açıldı ve Murat içeri girdi. Odaya adımını attığında, gözlerinde kendine has bir güven vardı.

 

“Senin ne işin var burada?” dedim, ayağa kalkarak.

 

“Görüşmeyeli uzun zaman oldu. Seni çok özlemişim,” dedi Murat, odanın ortasına doğru adımlarını atarken kapıyı kapatıp içeri tamamen girdi.

 

“Bırak saçmalamayı; niye geldin, onu söyle,” dedim, tonum sert ve keskin.

 

“Yaptıklarını duydum ve inan bana, sana her gün daha fazla aşık oluyorum,” dedi Murat, gülümseyerek. “Ama buraya, babanın sunduğu teklifin hâlâ geçerli olduğunu hatırlatmaya geldim.”

 

“Birincisi, o benim babam değil ve hiçbir zaman da olmadı. İkincisi, ben senin hiçbir şeyin olmam; bunu o kalın kafana sok,” dedim, öfkeyle.

 

“Sen zaten benim olacaksın,” dedi Murat, kendinden emin bir şekilde. “O yüzden bence daha fazla zorlaştırma, benimle gel. Canını yakmak istemiyorum, beni buna mecbur etme.”

 

“Ben savaşın senin hiçbir şeyin olmadığını ve olamayacağını biliyorum. Yaptığın her şeyden haberim var,” diye devam etti Murat, sanki ne söyleyeceğimi biliyormuş gibi ukalaca.

 

“Madem biliyorsun, seni rahatsız eden ne? Seni istemeyen birini istemeye hakkın var mı sanıyorsun? Vazgeç bundan,” dedim, alayla.

 

Murat bana alaycı bir ifadeyle baktı. “Gerçekten babanın söylediği kadar safsın. Ben sevdiğim kadını bir başkasıyla paylaşmam, Ezim. Yine sana bir şart koşup geliyorum. Kabul etsen de etmesen de sonunda benim olacaksın,” dedi, pis gözleriyle bana bakarak.

 

Tam onun üzerine yürümek üzereyken kapı açıldı ve Savaş içeri girdi. Murat’ı görünce hemen üzerine doğru ilerledi, yakasına yapıştı ve sert bir şekilde kanepeye yasladı.

 

“Ne halt ediyorsun lan sen burada? Ben sana Ezim’den uzak duracaksın demedim mi? Canına mı susadın sen?” dedi Savaş, öfkeyle.

 

“Bırak bu ayakları; hiçbir şeyin farkında değilim sanıyorsun. Kardeşin de senin gibiydi, sonunda nereye boyladığını gördük,” dedi Murat, sırıtarak.

Bu sözler Savaş’ın öfkesini daha da artırmıştı. Gözleri alev alev yanıyordu. Murat’ın yakasından tutup onu arkadaki kanepeye fırlattı. Üzerine kapandı ve yumruklarını peş peşe indirmeye başladı. Murat, her darbenin ardından gülüyordu, adeta alaycı bir keyifle.

 

Savaş’ın vuruşları o kadar sertti ki, Murat’ı birkaç darbe daha yerse öldürme noktasına getirebilirdi. Savaş’ın yanında durarak, Murat’ın bu dayakla iyice hâlâ etkisiz kalmasını izledim, içimden endişe ve öfke karışımı bir duyguyla.

 

“Yeter, yapma, öldüreceksin şimdi!” dedim, sesimdeki aciliyetle.

 

Savaş, sanki beni duymuyormuş gibi göründü. Bir elimle kolunu sıkıca tuttum, diğer elimi de yüzüne koyarak dikkatini çekmeye çalıştım. “Savaş, yeter! Bana bak, ben buradayım, senin yanındayım. Gözlerime bak,” diye seslendim.

 

Savaş, nihayet dikkatini toparlamış gibi görünüyordu. Gözleri, bana ve ardından Murat’a yöneldi. Yavaşça tek eliyle Murat’ın yakasından çekildi, yumruklarını indirdi. Murat’ın ağzı ve yüzü kan içinde kalmıştı.

 

Kapıyı açıp adamlarımı çağırdım. Onlar da Murat’ı alıp götürdüler. Odanın içindeki sessizlik, savaşın yorgunluğunu hissettiriyordu. Savaş, kanepenin üzerine oturmuş, elleriyle kafasını vurmaya başlamıştı. Yanına yaklaşıp, tahtadan yapılmış sehpanın üzerine oturdum. Ellerini yakaladım ve ileriye doğru indirerek, iki elini birden tuttum. Kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı.

 

“Canımın nasıl yandığını tahmin edemezsin. O şerefsiz, kardeşimi öldürdü. Ama bunu karşımda söylerken bile onu öldürmedim,” dedi, yüzündeki pişmanlık ve öfkeyle bana bakarak.

 

“Tüm bunlar geçecek,” dedim. “Kardeşini geri getiremem biliyorum ama abisini bu halde görseydi, o da en az benim kadar üzülürdü. Şimdi ayağa kalkmalı ve kimin daha güçlü olduğunu göstermeliyiz. Benim tanıdığım o güçlü adam böyle yapardı.”

 

Savaş, canı yanmasına rağmen gülümsedi. Ellerini yanaklarıma koydu ve, “Ben ne yaptım da kader seni benim karşıma çıkardı,” dedi, gözleri dolu dolu.

 

Beni kollarının arasına çekip sımsıkı sarıldı. Ben de ona karşılık verdim; o, beni kendimden geçiren tek adamdı. Yanında, istediğim kadar mesafeli olmaya çalışsam da, gerçek anlamda olamıyordum. Onun yaralarını sarmak, sanki abimle aramdaki boşluğu kapatıyordu.

 

Tam o sırada, odaya Gollum girdi. Her zamanki gibi mükemmel bir zamanlamayla. Gollum içeri adımını atarken, biz sarılmamızı bitirdik ve aramızdaki mesafeyi yeniden koyduk.

 

Gollum, odanın kapısından içeri girerken başını eğerek, “Galiba şu zamanlamam gerçekten kötü,” dedi ve bana bakarak ekledi.

 

Gülümseyerek, “Ha şunu bileydin,” dedim, “Romantik dakikalarımızı Gollum'un olmadığı bir zamanda tekrar ederiz.” Savaş, bu sözlerime içini ısıtan bir bakışla yanıt verdi.

 

Gollum, gözlerini devirdi. “Bakışmanız bittiyse, kurul toplanmış. Tabii gidecekseniz,” dedi, son cümlesini bana bakarak ekledi.

 

“Gözlerini bu kadar belli etme, kıskanmadığımızı sanma,” dedim şakayla karışık bir şekilde, “Yemedik merak etme.”

 

Gollum, gözlerini kısarak, “Kızım, sen ciddi ciddi cadısın ya, şuna bak,” dedi.

 

“Ben cadıysam, sen de Gollumsun,” dedim, ona gülümseyerek karşılık verdim.

 

“Şunu Nihan’ın yanında söyleyip durma. Ağzına laf verdin, şimdi benimle uğraşıp duruyor,” dedi Gollum, sert bir şekilde.

 

“Orası beni hiç ilgilendirmiyor, oradan buradan çıkan sensin,” dedim, hafifçe gülerek.

 

Savaş, bu atışmaları dikkatle izliyordu. “Tamam, birbirinizi yiyeceğinize, şu kuruldakilerin işine bakalım,” dedi, sesinde öfkenin yerine ciddi bir ton vardı.

 

“Ben hallederim, karışma Savaş,” dedim, ona ciddi bir şekilde bakarak.

 

“Sana güveniyor muyum?” diye sordu Savaş, gözlerini kısıp, hafif bir şüpheyle bakarak.

 

“Eminim. Yoksa şimdiden her şeyi elimden almaya mı kalkacaksın? Baştan söyleyeyim, öyle kolay lokma değilim, bunu sen de biliyorsun,” dedim, ona meydan okurcasına.

 

“Ona ne hacet, tescilli, onaylı,” dedi Gollum, odadan çıkmak üzere arkasını dönerken.

 

Gollum odadan çıkarken, Savaş ile tekrar yalnız kaldık. Savaş, dikkatli bir şekilde bana bakarak, odadaki sessizlik içinde, aramızdaki gerilimi hissettiriyordu.

 

“Teşekkür ederim,” dedim, samimi bir şekilde bakarak.

 

“Ne için?” diye sordu, meraklı gözleriyle bana bakarak.

 

“Yanımda olduğun için,” cevabını verdim, şirin bir şekilde gülümsediğim sırada.

 

“Neticede sana olan her şeyin ucu bana da dokunuyor. O yüzden üstüne alınma,” dedi, yine alıştığımız o hafif alaycı tonuyla.

 

“Başka bir nedeni yok yani?” diye sordum, gözlerimi arkasındaki tavırları dikkatle izleyerek.

 

“Ne duymak istiyorsun?” Savaş’ın sesi, hafif bir tebessümle döndü.

 

“Bilmem, sanki bir ara beni öpecekmişsin gibiydin, teselli ayağına,” dedim, odadan çıkarken hala muzip bir şekilde gülümseyerek.

 

“O yüzden sarıldın yani?” Savaş, sorusunu bir adım daha atarak odadan çıkmamı sağladı.

 

“Evet, bir şey olsa da kendimi Savaş’ın kollarına atsam diyordum,” dedim, Savaş’ın gözlerinde hafif bir ironik gülümsemeyle.

 

“Şimdiye kadar birçok şey söyledin, ama nedense bu söylediğin en doğru şey olabilir,” dedi, tonunda hafif bir hayranlık barındırarak.

 

“Bana diyorsun ama senin de benden aşağı kalır yanın yok,” dedim, gözlerini dikkatle süzerek.

 

“Beni değiştiren sensin,” dedi, bir yandan iltifat ederken tepkimi gözlemleyerek.

 

“O zaman eserimle gurur duyuyorum,” dedim, ona gülümseyerek.

 

Toplantı salonuna vardığımızda, içerideki herkesin dikkatini çektiğimiz anlaşılıyordu. Önce ben, ardından Savaş içeriye adım attı. Herkesin bakışları bir anda üzerimize yoğunlaştı. Salonun ortasında, yaşları genç olan adamlar dikkatle bize bakıyordu. Gollum ve birkaç koruma da içerde yer alıyordu, ortamda hissedilen bir gerilim vardı.

 

Baş köşeye doğru ilerledim, Savaş ise arkamdaki koltuğa geçti. Odanın ortasında sessizlik hüküm sürerken, gözlerin üzerimizde yoğunlaştığı anlaşılıyordu. Toplantının en önemli anı için herkes doğal olarak bir açıklama bekliyordu.

 

Toplantı odasındaki sessizlik neredeyse elle tutulur gibiydi. Herkesin gözü üzerimdeydi; her bir bakışta hem şaşkınlık hem de tedirginlik vardı. Yavaşça, dimdik durarak, gözlerimin içine bakmalarını sağlayacak şekilde masadaki herkesi süzdüm. Herkesin bu anı beklediğini biliyordum, ama beni bu pozisyonda görmek onlar için hâlâ beklenmedik bir şeydi.

 

“Buradaki herkes beni tanıyor,” diye başladım, sesim odadaki soğuk havayı delip geçen bir yankı gibiydi. “Yıllarca bu şirkette sizinle beraber çalıştım. Şu an karşınızda şirketin yeni sahibi olarak duruyorum, ve evet, şaşırdınız. Farkındayım. Ama hepimiz biliyoruz ki babamın bana yaptıklarını ve bu şirketin geleceğini nasıl tehlikeye attığını. Onun bencilce davranışlarının, bu şirkette emeği olan hiç kimseyi hak etmediğini de biliyorsunuz.”

 

Sözlerim ağır ve kararlıydı, adeta odadaki havayı dolduruyordu. Her bir kelime, dinleyenlerin içine işliyordu. Tek tek yüzlerine bakarak, onlara ne kadar ciddi olduğumu hissettirdim.

 

“Şirkete yeni yatırımlar yapmak istiyorum,” dedim, gözlerimi Gayeye çevirdim, ama daha söyleyeceğim bitmemişti. “Tabii ki inkar etmeyeceğim; bu şirketi almamın sebeplerinden biri kişisel meselelerim, ama bunun yanında hepiniz şunu biliyorsunuz ki, babam kendinden başkasını düşünmedi. Şirketi büyütmek yerine sadece kendi gücünü artırmak için buradaydı. O yüzden, benim bu şirketi almam, buradaki herkesin yararına olacak.”

 

Göz ucuyla masadakilerin birbirlerine bakıştığını fark ettim. Şaşkınlıkları yerini meraka ve endişeye bırakmıştı. Tam o sırada, masanın diğer ucundaki tek kadın olan Gaye, gözlerini bana dikerek söz aldı.

 

“Bu şirket, dediğin gibi, babanın kontrolündeydi ve hepimiz bunun farkındaydık. Ama senin bu şirket için ne yapacağını bilemeyiz. Belki de her şeyi eskisinden daha kötü bir hâle getireceksin,” dedi meydan okurcasına, sesi odadaki diğerlerine cesaret verecek kadar kendinden emindi.

 

Gaye. Yıllardır bu şirkette çalışan, hırslı ve kararlı bir kadın. İşinde başarılıydı ve babamın gözdesiydi. Babam onu bana tercih ederdi, tıpkı buradaki diğer herkesi benden üstün tuttuğu gibi. Şimdi karşımda, gözleriyle beni sorguluyordu, sanki buna hakkı varmış gibi.

 

Yavaşça Gayenin bakışlarına karşılık verdim, dudaklarımda hafif bir tebessüm belirdi. “Benden başka şansınız olmadığını biliyorsunuz. Ve bunu kabul etmek için artık çok geç,” dedim, her bir kelimemi dikkatlice seçerek. “Buradaki on kişi bile aynı fikirde olsa, bu şirketten vazgeçmeyeceğim. Buradayım ve gitmeye de niyetim yok. Yatırımlara gelince…” Gözlerimi Gayenin gözlerine diktim, kelimelerim neredeyse bir meydan okuma gibiydi. “Yıllarca burada çalıştığımı biliyorsunuz. İşin içini anlamayacağımı düşünmeniz aptallık olur. Bir çekle bu şirketi satın aldım. Sizce bundan sonra burada kontrolü ele almak bana zor mu gelecek?”

 

Gaye'nin gözlerinde anlık bir kıvılcım gördüm. Onu köşeye sıkıştırmıştım. O an, odadaki herkes bana bakıyordu; artık söz bende, güç bendeydi.

 

Gaye’nin sarkastik bir gülümsemeyle söze girmesi, toplantı odasındaki gerilimi daha da artırdı. “Güzel konuşuyorsun, Ezim. Umarım söylediklerinin altını doldurursun,” dedi, gözlerini kısarak bana bakarken.

 

Sözlerindeki küçümseme ve alaycılık, odadaki diğerlerinin dikkatini çekmişti. "Dündar Akman’ın kızı olmam buradaki kimseyi yanıltmasın," dedim, sesimde belirgin bir kararlılık vardı. "Ben babama benzemem. Bunu hem iyi hem de kötü olarak anlayabilirsiniz.”

 

Gaye’nin gözleri daraldı, “Peki, bunun sevgilinle ne alakası var? Onun burada, bu toplantıda işi ne? Sonuçta bu şirketi satın alan sensin,” dedi, hâlâ beni köşeye sıkıştırma çabasında.

 

Sakin bir şekilde yanıtladım, “Savaş’ın benim yanımda olması şaşılacak bir şey değil. Sonuçta o benim sevgilim ve iş hayatında da birlikte çalışan insanlarız.”

 

Gaye’nin alaycı tonu devam etti. “Savaş’ın senin sevgilin olması, her şeyde beraber olacağınız anlamına gelmez bence. Ayrıca, şirketin kurallarında kurul toplantısında sadece beraber çalışılan şirket sahipleri ve şirket yönetimindeki kişiler bulunabilir.”

 

Gaye’nin inadı, sinirimi bozdu. Neden bu kadar ısrarla Savaş’ın üzerine gidiyordu? Yüzündeki sinsi gülümseme, ona olan sabrımı daha da zorladı. “Savaş’ın bu toplantıda olması hiçbir şeyi etkilemez,” dedim, ağzından laf almak için onu kışkırtmaya devam ederek.

 

“Şüphesiz ama bu şirketin kurallarına aykırı ve sen bunu bile bile yaptın. Daha demin şirket için vaat savururken, ilk dakikadan itibaren tutmayacağın şeyler söylüyorsun,” dedi, kendini bastırabileceğini düşünerek. Gaye’nin bu şekilde düşünmesi, onu tamamen yanlış tanıdığıma işaret ediyordu. O gereksiz özgüveni, beni sadece eğlendiriyordu.

 

“Bu şirketin genel tüm kurallarını kim koymuştu?” diye sordum, keyifle ve bilerek cevabını bildiğim bir soruyu yöneltirken.

 

Gaye’nin yüzündeki ifadeyi gözlemleyerek, “Kim olabilir? Tabii ki, bu şirketi kuran ve ilk sahibi olan Dündar Akman,” dedi. Cevabımı beklerken, ne söylemek istediğimi anlamaya çalışıyordu.

 

“Ne güzel söyledin. Bu şirketi ilk kuran ve bu sözde kuralları koyan o zamanki sahibiydi değil mi?” dedim, tonumda kurnaz bir keyif vardı. “O halde bu kuralı kaldırıyorum. Sanırım hâlâ anlamadınız, burası benim çöplüğüm ve burada artık benim borum öter. O yüzden karşımda bir şey söylemeden önce patronunla konuştuğunu unutma,” dedim, ona haddini bildirirken. Gaye’nin yüzü öfke ve nefretle gerildi, bakışları bana sert bir şekilde karşılık veriyordu.

 

Bu çatışmanın ortasında, garipsediğim bakışların ötesinde bir güç hissi vardı. Karşımdaki herkesin bu çekişmeye nasıl tanıklık ettiğini görmek, içimdeki tatmini artırıyordu. Arkamdaki adam, beni bir silah gibi kullanıyor, sadece hamleleri bekliyordu.

 

Herkes, masanın bir ucundan diğerine tartışan ikimize dikkatle bakıyordu. Gaye’ye haddini bildirdikten sonra odanın kapısı açıldı ve içeriye hiç tahmin etmediğim biri girdi,

 

abim...

 

Bu beklenmedik gelişme, odadaki atmosferi aniden değiştirdi. Herkesin şaşkın bakışları, aniden artan gerilimi yansıtıyordu.

 

 

 

Abim, odanın ortasına kadar kararlı adımlarla ilerledi ve durdu. Derin bir nefes aldıktan sonra, sesi keskin ve soğuk bir yankı gibi yankılandı. "Babamın yokluğunda yerine geçen kişiler olduğunu duydum. Bu kişinin Savaş Karaarslanlı'nın metresi olması da ayrıca şaşırtıcı," dedi, gözlerimin içine bakarak. Her kelime, odadaki sessizliğin içinde yankılanıyordu.

 

Bu an, beynimde aniden yankılanan bir çığlık gibi hissettirdi. Metres mi? Savaş evli miydi? Şaşkınlık içinde aniden, Savaş'ın evli olup olmadığını sorgulamaya başladım. İçimdeki karmaşa, bu açıklamanın doğruluğunu anlamaya yönelik bir çabaya dönüştü.

 

Abimin bakışları, öfke ve tiksintiyle birleşmişti. Her bir sözcüğü, odadaki gerilimi daha da artırarak, mesafeyi hissettiren bir duvar gibi yükselmişti. Abimin bu sert tavrı ve söyledikleri, Savaş'ın konumunu ve aramızdaki ilişkiyi sorgulatan bir aydınlanma yaratmıştı.

 

Savaş'ın varlığına dair her şeyin sorgulandığı bu anda, oda içindeki herkesin bakışları abime çevrilmişti. Herkes, abimin söylediklerine tepki vermek için sessizlik içinde bekliyordu. Abim, gözlerini benden ayırmadan, kendinden emin bir duruş sergiliyordu.

 

Bu an, bir skandalın eşiğinde durduğumu hissettirdi. Abimin bu sert çıkışı, hem Savaş’ın hem de benim üzerimizdeki baskıyı artırmıştı. Şimdi, gözlerimin içindeki şaşkınlık ve kafa karışıklığı, abimin söylediklerinin ağırlığı altında daha da derinleşiyordu.

 

 

Umarım keyifle okumuşsunuzdurr:))

 

Birden bire çıkan abi ve söyledikleri hakkında düşünceleriniz neler?

Ezimin savaşa baştan beri güvenmemesi doğru bir karar mıydı?

İki şirket içinde ezim neler yapmayı planlıyor?

Murat ve daha adını bilmediği yeni düşmanların içinde ezimin öğrenecek daha neleri olucak?

Buraya kadargelmişken yıldıza dokunmayı unutmayın.

Hepsi ve daha fazlası için takipte kalın. Okuyan herkesi kalbinden öpüyorum bir dahaki bölümde görüşürüz 📍🎀

Loading...
0%