Yeni Üyelik
11.
Bölüm

8. Bölüm SARMAŞIK

@sima.d

Bol bol yorum yapmayı unutmayın satır aralıklarında da muhakkak buluşalım keyifli okumalar.

🌊

 

Savaş beni büyük bir tutkuyla öpüyordu, öyle ki ona dur demek bir yana, kendimi kaybetmişçesine karşılık veriyordum. Bu, sıradan bir öpücük değildi; aramızdaki dokunuşlarda yalnızca bedensel bir çekim değil, derin bir duygu vardı. Beni ona yaklaştıran şey arzu değil, kalbimdi. Nefeslerimiz birbirine karışırken aramızdaki gerilim gittikçe artıyordu, her temas tıpkı alev gibi içimizde büyüyen bir his uyandırıyordu. Ardından o tahrik olmuş, kalınlaşmış sesiyle, aramızdaki o kısa anı bozdu.

 

"Beni istediğini söyle," dedi, ihtirasla karışık sert bir tonla.

 

Dudakları yavaşça boynuma inerken, ben kendimi kaybetmeye başlamıştım. Acele etmiyordu; her bir öpücüğü yumuşak, ama sahipleniciydi. Dokunuşları bir işgalci gibi değil, sanki hakkı olan bir yere geri dönüyormuş gibiydi. Zaman durmuş, odada sadece ikimiz ve aramızdaki bu tarifsiz bağ vardı.

 

Derken, kapı vuruldu.

İkimiz de bu beklenmedik sesle irkilmiştik, sanki gerçek dünyaya ani bir dönüş yaşamıştık. Kapının ardında biri vardı, sesin kaynağı ise hiç beklemediğim kadar rahatsız edici bir şekilde belirdi.

 

"Ezim, açar mısın?" diye seslendi, Gollum misali ses tonu beni adeta huzursuz etti.

 

Kapı kilitli değildi ve bu hâlde yakalanmamız mümkün olamazdı. Kalbim hızla çarparken, telaşla Savaş’tan uzaklaştım.

 

"Balkona geç, çabuk," dedim, kolundan tutup onu iteklerken.

 

Ama o, her zamanki gibi sakinliğini bozmadan, alaycı bir ifadeyle konuştu.

 

"Oldu, korumalar dışarıda nereye geçiyorum?" dedi, sesinde zerre kadar telaş olmaksızın.

 

"Şu durumda bile gıcık gıcık konuşuyorsun ya, pes doğrusu... O zaman banyoya geç!" dedim, sinirle.

 

Bu esnada, kapının ardından yaren' in sesi duyuldu.

 

"Ezim, bak giriyoruz!"

 

İçimden panikle bir "Bir saniye!" diye seslendim, zaman kazanmak için. Ne yapacağımı bilmiyordum, ama bu durumda yakalanmak bir felakete dönüşebilirdi. Savaş’a döndüm ve daha fazla vakit kaybetmeden kolundan tuttum.

 

"Hadi, banyoya gir!"

 

Onu hızlıca banyoya ittim, kapıyı kapatır kapatmaz derin bir nefes aldım.

 

“Bak, giriyoruz,” dedi cümlesini bitirmeden kapıyı açan Nihle, odanın ortasında durmuş bana baktı. Arkasından yaren de içeri daldı. Gecenin bu saatinde, ikisi de görünürde bir açıklama yapmaksızın buradaydılar.

 

"Ne oluyor gece gece?" dedim kaşlarımı çatarak ikisine doğru,

 

Yaren, hemen lafa girdi. "Ben abimi sormaya geldim, odasında yoktu."

 

O an kalbim duracak gibi oldu, ama yüzümdeki ifadeyi kontrol etmeye çalışarak, sakinliğimi bozmadan konuşmaya başladım. "Savaş'ın nerede olduğunu bilmiyorum. Kızlar, çok yorgunum, hadi dışarı."

 

Yaren, yüzünde anlamayan bir ifadeyle bana baktı. " Dur canım ne acelen var. Hem oturur, konuşuruz dedik değil mi? Nihle."

 

Nihle de kaşlarını kaldırıp ekledi, " evet,"

 

Savaş banyoda saklanıyordu ve her an işler sarpa sarabilirdi. Bir an evvel onları odadan çıkarsam iyi olurdu. "Gerçekten çok yorgunum, kızlar. Bu gece olmaz, daha sonra konuşuruz. Şimdi gidin, lütfen." Dedim yapmacıktan bir esneme de yüzüme yerleştirerek,

 

Nihle, beni dikkatle süzüyordu. Gözlerinden kaçırmaya çalıştığım telaşım fazlasıyla dikkat çekiyordu. "Ezim, sende bir şey var. İyi misin?" diye sordu, meraklı bir ses tonuyla.

 

İçimdeki panik dalgasını bastırmaya çalışarak, mümkün olduğunca sakin bir şekilde, "Bir şey yok, banyoya girecektim," dedim, cümlemi mümkün olduğunca doğal bir tonda bitirerek.

Nihle biraz daha süzdü, ardından başını hafifçe salladı. "Tamam, canım. Sen banyonu yap, biz burada oyalanırız."

 

Nihan da ona katılarak, "Evet, sen işini hallet, sonra otururuz," dedi.

 

Derin bir nefes alarak, yüzümde zar zor tutabildiğim bir gülümsemeyle, "Olmaz," dedim. "Girmişken jakuziyi de doldurayım dedim uzun zamandır spaya filan da gitmiyorum, hem yarın halletmem gereken işlerim var erken uyusam iyi olur."

 

Nihle tereddüt etti, ama en sonunda, "Peki, madem öyle diyorsan..." diyerek başını salladı ve ikisi de geldikleri gibi çıkmaya karar verdiler. Kapı kapanır kapanmaz üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi hissettim, ama bu rahatlama sadece bir an sürdü.

 

Derin bir nefes alarak banyoya doğru yürüdüm. Kapıyı açtığımda, Savaş’ı aynanın önünde, tek elini tezgaha yaslamış bir şekilde buldum. Yüzünde her zamanki o kendine güvenen, sakin ifadesi vardı. O kadar rahattı ki, sanki az önce yaşadığımız telaş anı ona hiçbir şey ifade etmemişti.

 

"Gittiler. Çık istersen," dedim soğukkanlı bir ses tonuyla, odama geri dönerken.

 

Arkamdan sessizce geldi. Ayak sesleri, odayı dolduran sessizlikte yankılanıyordu.

 

"Gitmemi mi istiyorsun?" diye sordu, sesi derin, ama hafif bir meydan okuma taşıyordu.

 

Yatağımın kenarına oturdum, başımı kaldırıp ona baktım. "Öyle bir şey söylemedim."

 

Bir kaşı yukarı kalktı, o kendine özgü alaycı bakışıyla. "Ama ima ettin."

 

Gözlerimi ondan kaçırdım, içimdeki karmaşık hislerle boğuşurken, derin bir nefes alıp, "Tamam, gitme," dedim nihayet.

 

Yüzünde memnun bir ifade belirdi. "Bu daha iyi," diye mırıldandı, ağır adımlarla üzerime doğru yaklaşırken.

 

Onun yaklaştığını hissediyordum; bedenimde adeta bir elektriklenme vardı. Bu adam beni her seferinde kendime yabancılaştırıyordu, ama aynı zamanda onunla olmak dünyadaki en doğal şeymiş gibi geliyordu.

 

Tam önümde durdu, parmak uçlarıyla çenemi nazikçe kaldırarak gözlerimin içine baktı. Sesi yumuşaktı, ama içindeki yoğunluk her kelimeye işlenmişti. "Sana baktığımda, kim olduğumu bile unutuyorum. Öyle bir şeysin ki... Hem bu düşüncelerden kurtulmak istiyorum, hem de deli gibi yanımda olmanı istiyorum."

 

Sözleri içimde yankılanırken, her kelimesi kalbime ağır ağır işledi. Aramızdaki bu çekimden kaçamayacağımı biliyordum. Kaçmayı istesem bile, o her zaman beni bulur, kendine çekerdi.

 

“Benden kurtulmak o kadar kolay değil, yalnız,” dedim, yüzümde keyifli bir gülümsemeyle.

 

Savaş, gözlerini kısıp hafif bir alayla başını salladı. “Farkındaydım... Bir banyoya saklanmadığım kalmıştı.”

 

O rahat tavrına rağmen, içinde bir şeylerin onu yorduğunu hissetmek mümkündü. Tüm bu duruma karşın hâlâ kendinden emin duruyordu. Ama ben onun her zamanki savunma mekanizmasına alışmıştım.

“Halinden memnun değilsen,” diye lafı devam ettirmeye çalıştım.

 

Savaş derin bir iç çekti. “Yine başlamayalım,” dedi, sesi bu sefer yorgun ve bitkindi, sanki günlerdir dinlenmemiş gibiydi.

 

Bir an için sessizlik oldu. Ne kadar süre boyunca birbirimize öylece baktık bilmiyorum, ama o anın içinde zaman sanki durdu. Gözlerimiz konuşuyordu; birbirimizin düşüncelerine dalmıştık. Sonunda, her zamanki gibi ilk konuşan yine ben oldum.

 

“Görünüşe bakılırsa bütün gece birbirimize bakacağız,” dedim, alaylı bir tonla sessizliği bozarak.

Savaş’ın dudakları bir kenara kıvrıldı. O ufak gülümsemesi her zaman içimde bir şeyleri tetiklerdi.

 

“Fena olmaz mıydı?” diye yanıt verdi, yüzündeki ifadeyle yine bir meydan okuma gibi.

 

Ben de dudaklarımı büzüp hafifçe başımı salladım. “Kulağa cazip geliyor,” dedim, alayla karışık bir ciddiyetle.

 

O yanıma yaklaştığında, ben aniden ayaklandım. Savaş, ne olduğunu anlamayan bir ifadeyle şaşkın bir şekilde bana baktı. O, her zaman kontrolü elinde tutan taraftı ve bu sefer onun dengesini bozmak hoşuma gitmişti. İçimdeki merak beni o soruya sürükledi.

 

“sana bir şey soracağım ve bana dürüst olacaksın,” dedim, yüzümü ona dönüp gözlerinin içine bakarak.

Savaş’ın yüzündeki anlamaz bakış, biraz da şaşkınlıkla karışmıştı. Onun bu tür gizemli halleri beni her zaman huzursuz ederdi, ama bir yandan da hoşuma giderdi. Çünkü bu gizem, beni geçmişimdeki hatıralarla yüzleştirirdi. Aynı zamanda bu gizem, beni sürekli bir bilinmezin içine sürüklüyor, her sorunun ardında yeni sorular doğuruyordu.

“Senin Gizem’le aranda bir şey geçti mi?” diye sordum, sözlerimi tane tane ve kararlı bir şekilde ekleyerek. “Aranızda ciddi bir şey olmadığını söyledin, ama olmasını istemediğin bir şey geçti mi?”

Savaş, bir an duraksadı. Bakışları bana kilitlendi, gözlerinin derinliğinde bir şeyler aradım. Ardından, herhangi bir tereddüt göstermeden, son derece sakin bir sesle cevap verdi:

 

“Geçmedi.”

Onun bu gizemli hallerinden şikayet etsemde bu halini de seviyordum. Ardından adımını atıp tam karşımda dikildi. Savaş’ın tavrı, her zamanki gibi güven doluydu. Ama onun bu netliği ve soğukkanlılığı beni daha da şüphelendiriyordu. Aynı zamanda, bu hallerinden şikayet etsem de içten içe bu tavrını seviyordum. Çünkü Savaş’ın gizemli doğası, beni geçmişimle yüzleşmeye zorluyordu. Onunla olan ilişkimiz, yalnızca bir aşktan ibaret değildi; her kelimesi, her hareketi, beni hem eskiye döndürüyor hem de gelecekteki belirsizliklerle yüz yüze getiriyordu.

Savaş, düşüncelerimin derinliğinde kaybolduğumu fark etmiş olacak ki sakin bir ses tonuyla konuştu:

“Ben ona bir arkadaştan fazlası gibi davranmıyorum. Sadece yakın bir ortağımın kızı, o kadar.”

Sözlerinin doğruluğunu sorgulamadım, çünkü gözlerinin içindeki samimiyeti görebiliyordum. Gözlerimi ona sabitlerken kendimi yokuş aşağı süzülür gibi hissettim. “Tamam, sana güveniyorum,” dedim, içimden geçen düşüncelere kapılmış bir halde.

O an bir şey fark ettiğini gözlemledim, sesinde hafif bir tını vardı: “Bunu bana ilk kez söylüyorsun. Daha önce inandığını söylemiştin ama itiraf edeyim, o kadar hoşuma gitmedi.”

 

Ona güvenmenin ne anlama geldiğini daha iyi hissettirircesine, “İnandığımı ve güvenmediğimi söylediğim ilk kişisin. Bence kıymetini bil,” diye karşılık verdim, aramızdaki gerilimi hafifletmeye çalışırken. Sessizliği bastırmak zorundaydım; aksi halde içimdeki karmaşa dışarı taşabilirdi.

Savaş'ın gözleri, gülümsemeyle parladı. “İki güzel şey söyleyince hemen sözde kibrinin arkasına sığınıyorsun.”

Dudaklarım kıvrıldı, hafif bir alayla cevap verdim: “Sözde kibiri hakaret olarak kabul ediyorum. Ben güzel, zeki ve kendine güvenen güçlü bir kadınım. Bunu bildiğim için de kendimle övünmekten hiç çekinmem.”

Ona meydan okur gibi bakarken, Savaş'ın bakışları derinleşti. Aramızdaki gerilim, tarifsiz bir çekimle yer değiştiriyordu. Yavaşça yanıtladı: “Öylesin ve ben de zaten bu yüzden gitgide daha çok kapılıyorum sana.”

Bu kez onun sözleri beni etkilemişti. Gözlerimde bir parıltı belirdi, dudaklarımda ise hafif bir tebessüm. Ona doğru bir adım daha attım, ellerimi boynuna doladım, nefeslerimiz birbirine karışacak kadar yakınlaştık. “Bu sözlerin etkileyici olmaya başladı. Dahası var mı?” diye fısıldadım, sesim hiç olmadığı kadar yumuşak ve davetkârdı.

Savaş ne kadar belli etmemeye çalışsa da bu hâlimden keyif aldığı ortadaydı. Onun gözlerinde, aramızdaki mesafenin sıfıra indiği o an, karşı konulmaz bir çekim vardı. Gözlerimizin içinde kaybolmuş gibi hissettim. Kısa bir an, tüm dünya sadece ikimizden ibaret gibiydi, kelimeler susmuş, duygular konuşuyordu.

 

yaklaşmamla birlikte gözlerini gözlerime dikti. Ne kadar saklamaya çalışsa da bu hâlimden fazlasıyla hoşlandığı belliydi. Nefesi dudaklarıma çarptığında hafif bir gülümsemeyle, “Böyle yaklaşırsan aklımdaki her şeyi söylemek zorunda kalırım,” diye fısıldadı.

 

Bu kadar yakınlık, ikimiz için de fazlaydı. Geri çekildim ve gözlerimi kaçırarak, ortamın yoğunluğunu dağıtmak istercesine hafif bir alayla, “Bu akşam yeterince aksiyon aldık. Gollum tarafından basılmadan şu kapıyı kilitlesem iyi olur,” dedim. Kapıya doğru yönelip anahtarı çevirirken, onun beni izlediğini hissediyordum.

 

Arkamı döndüğümde, Savaş kanepeye oturmuş, sessizce beni bekliyordu. Bir an için o güvenli ve sakin haline baktım, sonra yanına gidip oturdum. O da kolunu kaldırıp omzunda bana yer açtı. Tereddütsüz başımı omzuna yasladım, saçlarımın arasında parmaklarının gezindiğini hissettim. Sessizce öylece oturduk; konuşmaya gerek yoktu, sadece o anın huzurunu paylaşıyorduk.

 

Zaman yavaş akıyordu sanki, fakat bu sessizliğin ardında ağır bir yük vardı. Savaş, derin bir nefes aldı, göğsü dolup boşalırken içeriden gelen bir şeyler vardı, ama dışarı çıkarmakta zorlanıyordu.

 

O an, daha fazla bekleyemedim. Yavaşça başımı kaldırıp, gözlerimi ona diktim. “Hep sana iyi geldiğimi söylüyorsun ama hangi yarana iyi geldiğimden hiç bahsetmedin,” dedim, sesimde hafif bir merak ve biraz da hüzün vardı.

 

Savaş, bir an için sustu, gözleri bir şeyler anlatacak gibiydi ama sözler boğazına takılmıştı. Sonunda yavaşça konuşmaya başladı, her kelimesi ağırlık taşıyan bir itiraf gibi dökülüyordu dudaklarından.

“Lunaparkta sana demiştim ya... Belki de çocukluğun sana eskisi kadar kırgın değildir diye. Sen de bana o kırgınlığın içime battığını, bunun hiçbir şeyi değiştirmediğini söylemiştin... İşte, benim de öyle derin yaralarım var ki... Batmak bir yana, çoktan delip geçti bile. Annemle babam beni ve kardeşimi çok severlerdi. Küçükken her şey çok güzeldi. Babama hep güvendim, sırtımı ona yasladım. Arkamda onun olduğunu bilmek bana güç verirdi. Ama bu güven çok uzun sürmedi…”

Burada nefesi kesildi, sanki geçmişin acıları yeniden canlanmış gibi gözlerini uzaklara dikti, boğazında bir düğüm vardı. Zorlanarak devam etti:

“Annemle babamı gözlerimin önünde, acımasızca öldürdüler... O an daha çocuktum. Yıllarca onların katillerini aradım. İzlerini buldum da... Ama kardeşimin ölümü, her şeyi yeniden yıktı. Onun kaybı, ilk acıdan bile daha derin bir yara açtı. Annemle babamın bana emanet ettiği tek şey oydu, hayatta kalan son parçamdı… Ve onu da elimden aldılar. Belki de bu yüzden, bu kadar canımı yakıyor.” Gözleri dolmuştu, ama ağlamıyordu. Sadece kelimeleri çıkarken boğazında bir düğüm vardı, her cümle onu daha fazla zorluyordu. Yutkundu ve bana döndü, gözlerinde hüzünle karışık bir minnet vardı. “Sen, işte tam da bu yaraya dokundun. Bana yeniden umut verdin, yaşamak için bir sebeplerimi hatırlattın. Seninle birlikte, yeniden hayatı hatırladım…”

sesi titremişti, gözlerinde derin bir acı yatıyordu, ama aynı zamanda ona tutunma isteği. Omzuna yaslanmış hâlde onunla birlikte o acıyı hissettim; her kelimesi, her anısı benim de ruhuma işledi. Anlattıkları sadece geçmişin değil, şimdiye taşan kederin bir yankısıydı. Onu sarmak, bu acıyı hafifletmek istedim. Bir şey söylemek gereksizdi dokunuşum, varlığım, onun yanında olduğumu hissettirmek yeterliydi.

" Ailenin katillerinin bir olduğunu mu düşüyorsun?"

" Evet bunları yapan tek bir kişi olabilir aksi halde başka türlü olması kulağa mantıksız geliyor. Babam saygın bir iş adamıydı rakipleri bile ona saygı duyan cinsten insanlardı bunu yapan kişinin gözünün epey bi döndüğü ve bu aileyle başka bir sorunu olduğunu düşünüyorum"

" Olabilir"

Dedim ve devam ettim.

" Baksana en azından seni seven anne baban kardeşin varmış sen sevmek ve sevilmek ne demek biliyorsun benim gibi başkalarının hayatlarını mahvetmemişsin" dedim ilk defa duvarlarımın arasından gerçek düşüncelerimi söylerken

 

Elini elimin üzerine koyup okşadı.

" Sen ben kendimden vazgeçtiğim zaman karşıma çıktın daha doğrusu ben seni buldum. Ama seni ilk gördüğüm zamandan beri sen olmadağın her saat her dakika her saniye seni düşündüm hâlâ da düşüyorum. İşte ben o zaman mezardan çıktığımı hissettim. Artık üzerimde o ölü beden yoktu. Herkesle boy ölçüsücek kadar güçlü ama bir o kadar da yorgundum. Ama sanki seninle her gün iyileşiyorum gibiyim...."

" Geçmez sandığımız yaralarımız bizimle beraber kabuk bağlıyor sanırım"

" Belki zamanla tamamen geçer.... Ardında bir iz bırakmadan.." Dedi sonda nefesini verirken

Kalkmaya yeltendiği esnada elimle göğsünden bastırdım.

 

" Kalkma burda yatalım beraber.." bana doğru eğilip elini yanağıma yerleştirdi ve dudaklarını yanağıma bastırdı.

 

" İyi geceler" dedi, Ve kollarını belimden sardı.

 

 

**ERTESİ SABAH**

Gözlerimi açtığımda, başımı hâlâ onun göğsünde buldum. Kalbinin ritmik atışları, sabahın sessizliğiyle uyum içindeydi. Başımı hafifçe kaldırdığımda, gözleri kapalıydı, ama nefesi sakin ve derindi. Uyurken bile fazla yakışıklıydı. Tam o anda, o derin uykulu sesiyle konuştu:

"Günaydın."

Sabah sabah o sesi duymak insanı kışkırtmıyor değildi. Hafif bir tebessümle karşılık verdim.

"Günaydın," dedim usulca, yataktan doğrulurken.

Elim saçlarımın arasında dolaştı, düzensiz buklelerimi kontrol etmeye çalışırken, gözlerimi kısarak odanın etrafına baktım. "Bir duş alsam fena olmaz," dedim düşünceli bir şekilde.

Savaş, kışkırtıcı bir bakışla gözlerini bana dikti. Yüzündeki o tanıdık sırıtışı daha da belirginleşmişti.

"Eğer katılmamı istersen seve seve. Biliyorsun, ben paylaşımcı bir insanım ..." dedi alaycı bir tonla, kaşlarını hafifçe kaldırarak.

Onun bu kendini beğenmiş özgüveni beni her zaman güldürmüştür, ama bu sefer sırf inat olsun diye gözlerimi devirdim. "Tabii canım, seninki sadece iyi niyet," dedim yüzüne hafif bir alayla bakarak.

kolunu başının altına koyup rahatça arkasına yaslandı. Gözleriyle oynuyordu, her zaman olduğu gibi. "Şimdi hatırladım," dedi sinsi bir gülümsemeyle, "odamdaki duş bozuktu. Galiba mecburen burada duş alacağım."

Onun ima dolu bakışlarını görmezden gelemezdim.

"Avucunu yalarsın," dedim sertçe, karşılık verirken. Ama bu onu durdurmadı, aksine cesaretlendirdi. Üzerini düzeltip yataktan kalkarken yüzündeki kibirli ifade her şeyi açıklıyordu.

"Dün gece öyle demiyordun ama..." diye fısıldadı, gözleri üzerimde dolaşırken. Bu bilerek yaptığı hareketler, sinirlerimi geriyordu, ama içten içe biliyordum, bu onun oyunu.

"O Dün geceydi," dedim, inatçı bir tonla.

"Vayy, hemen dün geceki bir kaçamak olarak mı kaldım?" dedi, sanki şaşırmış gibi yaparak, kaşlarını hafifçe kaldırdı. O, bu kadar rahat bir şekilde alaycı tavırlarına devam ederken, içinde biriken tatlı öfkeyi bastırmak zorundaydım.

Gözlerimi onun üzerine diktim, dudaklarımda hafif bir tebessümle. "Seni bu kadar önemsemiş miyim ki?" dedim, alaycı bir ifadeyle. Onunla bu tür kelime oyunlarını oynamak her zaman eğlenceliydi, özellikle de onun özgüveni zirvede olduğunda.

Savaş, gözlerini hafifçe kıstı, bir adım yaklaştı. Gözlerindeki o kıvılcım, beni her defasında içine çekerdi. "Beni ne kadar önemsediğini biliyoruz aslında. Dün gece epey belli ettin."

Sesi alçak ama tehlikeli bir tonla çıkmıştı. Beni köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu, ama buna izin verecek değildim. Hafif bir kahkaha attım, kollarımı göğsümde birleştirip arkamı hafifçe döndüm.

"Dün gece," dedim, onu kızdırmak amacıyla, "sadece biraz eğlenmek istemiş olabilirim ya da Senin sandığın kadar anlam yüklememiş de olabilirim."

Ona arkamı dönerken, bir an için yüzündeki hafif tebessüm ifadesini görebiliyordum. Bu, her zaman hoşuma giderdi. Onu böyle kontrol altında tutmak eğlenceliydi, ama bir yandan da tehlikeli. Savaş, o tanıdık gülümsemesini geri kazandı ve aramızdaki mesafeyi bir kez daha kapattı.

"Belki de seninle o duşu paylaşmalıyım, ne dersin? Kim bilir, belki o zaman gerçek düşüncelerini duyarım."

Ona meydan okuyucu bir bakış attım. "Sen sadece kendi düşündüğünü duyarsın."

Bir an için gözleri daha da derinleşti, bakışlarında o kışkırtıcı parıltı belirdi. Ama bu bakış, sadece bana meydan okumaktan ibaret değildi. Derinlerde bir yerde, daha fazlasını keşfetmek istediğini hissedebiliyordum. Ama ona bu zaferi vermeyecektim.

Tekrar dudaklarımın kenarına yaklaşırken, bir anlık tedirginlikle parmaklarımı dudaklarımın üzerine koydum. O an, sanki bir çocuğun elindeki şekeri alınmış gibiydi, onun bu yakınlık arzusunu engellemeye çalışıyordum.

"Ezimm" dedi gerçekten bozulmuş gibi sesi kısık çıkarken,

“nee,” sesimde tatlı hafif bir masumiyet vardı.

" her istediğinde dinlenme tesisi gibi dudaklarımda duramazsın" dedim muzip bir şekilde,

Savaş, hâlâ dudaklarıma bakarak ellerini belime yerleştirdi. O hareket, aramızdaki bu yakınlığın bir itiraz değil, bir itiraf olduğunu hissettirdi.

“Ben o tesisten çıkmak istemiyorum ki,” dedi, cazibesini iyice artırarak. O an, sesi, beni adeta bir mıknatıs gibi kendine çekti.

Ellerimi boynuna doladım, onun bu yakınlık teklifine karşılık verdim. “Öyle mi?” dedim, sesimde bir merak ve eğlence karışımı vardı. Bu yanıt, sanki aramızdaki o anı bir nebze daha yakınlaştıran bir köprü kurdu.

“Öyle,” dediğinde, öpüşmek için mükemmel bir an yaratmıştık. Birbirimize adeta yapışmıştık ve bu an, bir bir masalın içinde gibi hissettiriyordu. Ancak birden, Savaş hareketini durdurdu.

O anın neden kesildiğini anlamaya çalışırken, gözleri hala gözlerime kilitlenmiş ve yüzündeki tebessüm daha da derinleşmişti.

“Nasılmış?” diye sordu, gözleri minik bir çocuk merakıyla parlıyordu.

Kollarımı boynundan indirdim, gözlerimi kısarak göğsüne yavaşça bir kere vurdum. “Çok kötüsün,” dedim, tatlı bir şekilde alaycı bir gülümsemeyle.

Bu hareketimle, Savaş’ın keyfi daha da arttı. O an, aramızdaki o anlık gerilimin, küçük bir çekişmenin ötesinde, bir şey olduğunun farkındaydık.

Ardından ondan geri çekilerek tekrar konuştum.

" Ee hadi savaş bey, bu sabah ki günlük dozunuzu aldığınıza göre sizi şöyle dışarı alalım,"

 

" Çok fenasın biliyorsun değil mi?" Dedi gülümseyip, aynı zamanda odadan çıkmak için kapıya bir iki adım atarken,

 

" Boşa selektör yakma, bir daha bu fırsatı vermeyeceğim sana"

" Hadi ya desene yılda bir olan doğal afeti kaçırdım"

Ben onun bu söylediğine sevimlice gülerken,

Son bir kez bana dönüp göz kırptı ve odadan çıktı.

 

Derin bir nefes alarak rahatladım. Kalkıp uzun bir duşun ardından aşağı indim. Kahvaltı salonuna indiğimde, geniş masanın etrafında toplanmış birkaç kişiyi fark ettim. Tarık, Nihle, yaren, ve tabii ki o kız… Gizem. Daha önce karşılaştığımız her an, içimde yükselen o soğuk nefret dalgasını bir kez daha hissettim. Gözlerimi devirdim, ama kontrolümü kaybetmeden sakinliğimi koruyarak masaya doğru ilerledim.

Masaya doğru yaklaştım, sesim kendiliğinden bir alay tonuna bürünmüştü. “Oo, herkes burada,” dedim, etrafa bakarak.

Yaren, bana dönerek, “Evet… gel, beraber yiyelim. Gizem orası Ezim’in yeri…” dedi, gizem masaya benim gibi sonradan dahil olduğundan tam oturacağı esnada yaren onu durdurdu.

“Hiç gerek yok,” dedim, Gollum ve Tarık’ın ortasına oturarak. “Ben şuraya otururum.” Gollum’un yanına otururken, Gizem’in verdiği sinir bozucu etkiyi neredeyse eksiksiz taklit etmiş gibi görünüyordu. Gözlerim, Tarık ve Gollum’la birlikte, adeta Gizem’le yarışan bir gıcıklık seviyesi taşıyordu. Savaş için bu kadar uğraşması gerçekten onu komik duruma sokmaktan başka hiçbir işe yaramıyordu, qma bu kız savaş gibiydi bir nebze de olsa kabul edebileceğim nitelikte benziyorlardı İki gıcık, birbirlerini tamamlıyor gibiydiler.

Savaş’la yemek sırasında sürekli göz göze geliyorduk. Gizem, bu bakışmayı fark etmişti ve gözlerinin köşesiyle bizi izliyordu.

Tarık, bana yaklaştı ve düşük sesle, “Bu kız baya baya herkesin içinde adamın ağzına düşecek,” dedi, gizli bir gülümsemeyle.

 

Gollum da bana yaklaştı, lokmasını ağzına atıp geri çekilirken, “Bence bu kız Ezim’den daha iyi. Kadındaki çaba takdire şayan, yıllardır Savaş’a ilgi gösteriyor. Hiç usanmadan şansını denemeye devam ediyor,” dedi.

Tarık, Gollum’un sözlerine katılarak, “Yani bana da öyle geliyor. Bence sonunda başaracak da,” dedi, sırıtarak.

Elimdeki çatalı o kadar sert tuttum ki, avucum uyuşmuş, hatta morarmış bile olabilirdi. Yaren’in sesi, bu gergin anı daha da çetrefilleştirdi.

“Eee, Gizem, şirkette işler nasıl gidiyor?” dedi, tam karşımda otururken.

“Nasıl olsun,” dedim, dişlerimi sıkarak. “Elimden geleni yapıyorum. Aslında, Savaş olmasa geçen günkü sunumu da yapamazdım ya.” Elimi, masanın ucunda duran Savaş’ın elinin üzerine koyarken, sesimde bir samimiyet yansıttım. “Gerçekten çok iyi bir arkadaş,” dedim, cümleyi Savaş’a bakarak tamamladım.

Gizem, gülümseyerek, “Kıskanmıyorsun değil mi canım? Ne olsa biz Savaş’la uzun yıllardır Birbirimizi tanıyoruz umarım samimiyetimizi yanlış anlamamışsındır,” dedi. Sesindeki tatlı sarkazm, içimdeki öfkeyi bir nebze daha artırmıştı.

“Ben kaale alınmayacak insanları kıskanmıyorum, canım ya,” dedim, kendimden emin bir şekilde. “O yüzden problem değil."

Tam yanımda oturan Tarık, Gollum’a dönerek, “Bu iyiydi,” dedi. Sesindeki beğeni, yanıtımı onaylayan bir tonda yankılanıyordu.

“Neyse,” dedim, ayaklanırken “size iyi tutuşmalar, ay pardon kahvaltılar diyecektim.” Adımlarım, evden uzaklaşırken, içimdeki huzursuzluğu daha da artırdı.

Bahçeye geldiğimde, arabamın yerinde olmadığını fark ettim. Korumalardan birine arabamı sordum.

“Arabanız serviste, Ezim Hanım. Bu günlük bizdeki arabayla gidebiliriz,” dedi.

“Gerek yok,” dedim, yüzümde bir belirsizlik ifadesiyle.

“O zaman benimle gelirsin,” dedi, arkamda duran Savaş.

Dönüp ona baktım. Dudakları tek bir yana kıvrılmış, bana doğru geliyordu.

“Sen misafirinle ilgilen, ben bir taksiyle giderim,” dedim, net bir tavırla.

“Saçmalama. Garajda o kadar araba var seni ben bırakırım ya da istemiyorsan korumalardan biri bırakabilir,” diye yanıtladı.

“Haa, olmasa sormayacaktın yani?” dedim, sorgulayıcı bir tonla.

Savaş’ın yüzündeki tebessüm, bir gülümsemeye dönüştü ve tam yanağının üzerinde oluşan gamzesini gösterecek şekilde genişledi.

“Ne oldu, neye gülüyorsun?” dedim, içimden geçirdiğim öfkeyi gizlemeye çalışarak.

“sen şu anda gizemi mi kıskanıyorsun? yoksa ben yanlış mı anlıyorum?”

“ Güldürme beni, ben mi onu kıskanıyorum yoksa o mu beni kıskanıyor. kadın utanmasa yemek masasında bana olan hasetinden kucağına oturacak geçmişsin karşıma "sen onu kıskanıyorsun"

Ben kimseyi kıskanmam haa kıskandım diyelim, bunu ikinizin de burnundan getirirdim ama gördüğün gibi hâlâ burdayım ve o kadın hareketlerinden sonra hâlâ içerde rahat rahat oturuyor ve tüm bunlara rağmen ben bunları bile bile hâlâ bir şey yapıyor muyum? Yok. ” dedim, açıkça.

Savaş’ın gülümsemesi daha da genişledi, gözlerindeki ışık, tatlı bir meydan okuma gibi parlıyordu.

“Yok, yok, sen kesin kıskanıyorsun,” dedi, sesinde keyifli bir meydan okuma vardı.

O an, Savaş’ın yüzündeki o gülümseme, sadece bir karşılık değil, aynı zamanda aramızdaki dinamiğin bir yansımasıydı. Onunla bu küçük oyunlar, hem gerilimi artırıyor hem de aramızdaki bağlılığı güçlendiriyordu.

“Ben onu neden kıskanayım ki?” dedim, sesimde hafif bir alay vardı. “Neyini yani? Boşboğazın teki, kendini sadece sana güzel göstermeye çalışan ve bundan hiçbir zaman karşılık alamayacak biri o kadar.”

Savaş, bu sözlerime hafif bir alayla karşılık verdi. Daha fazla yakınlaşarak, “Karşılık bulamayacağını nereden biliyorsun?” dedi, gözlerini benimkilerin içine derinlemesine baktı.

“Ne demek bu şimdi?” dedim, bu sözlerde neyin ima edildiğini çözmeye çalışarak. Harekete geçmek istemediğim için içsel hareketlerimi çözmesini istemiyordum.

Savaş, bu soruma cevap vermedi, sadece gözlerini üzerimden ayırmadı.

“Ben de şu ex listeme bir göz atsam fena olmaz,” dedim, soğukkanlı bir şekilde. “Malum, bir süredir gece hayatından uzağım. Biraz eğlence bana da iyi gelir.”

Cümleme başlar başlamaz, Savaş’ın kaşları çatıldı ama sözlerimi bitirene kadar sessizce yüzümü izledi. “Kısas mı yapmaya çalışıyorsun?” dedi, gözlerinde bir parıltı belirdi.

“Yoo,” dedim, “bir süredir aklımdaydı. Sen öyle söyleyince aklıma geldi. Haa, Serhat’ımı arasam mı acaba? Yoksa mahir 'i arasam.”

Savaş’ın yüzü, öfkeyi bastırmak için sıkı sıkıya kapanmıştı. “Tamam, yapma şunu gözlerimin içine baka baka” dedi, dişlerinin arasından öfkesini fısıldayarak.

“Ne o, kıskandın mı?” diye sordum, bir nebze cilveli bir tavırla.

Savaş, bana daha da yaklaşarak, “Duymak mı istiyorsun?” dedi.

“Yani... kıskanmak sende nasıl durur, merak ettim,” dedim, sesimde tatlı bir kışkırtma vardı.

Savaş’ın gülümsemesi genişledi, ama içinde taşıdığı öfke bir nebze de olsa derinleşti. “Kıskanmak mı bilmem ama, başka bir adamdan bahsetmen bile beni delirtmeye yeter.”

“Böylesi daha seksiymiş,” dedim, hem tatlı hem de alaycı bir tonda. “Sende de marjinal duruyormuş.”

Savaş, gözlerinin içine bakarak, “Daha gösterebileceğim bir sürü şey var,” dedi.

“Öyle mi? Ne gibi şeyler?” dedim, meraklı bir şekilde.

Tam o sırada kapının ağzından bir ses yankılandı. “Şey, yaren ve Nihle gelmeyecekmiş. Bekleme istersen,” dedi. Savaş, kapının kenarından gelen bu haberi duyduktan sonra kafasını sallayarak onayladı ve orada dikilmeye devam etti.

“Gidelim o zaman,” dedim, bir adım öne çıkarken.

“Tamam,” dedi Savaş, elimi kendine doğru çekip sıkıca tuttu. Ellerimiz arasındaki temas, aramızdaki küçük tatlı atışmayı bir anlığına eritti.

“Ne yapıyorsun?” dedim, ellerimizi kastederek.

“Sevgilimin elini tutuyorum,” yüzünde yarı şaka, yarı ciddi bir ifade vardı.

“Niye?”

“Sen hep böyle çok soru sorar mısın?” dedi, sesinde hafif bir eğlence vardı.

Sorularımı daha fazla sürdürmedim. Arabaya yaklaşınca, ellerimiz yavaşça ayrıldı ve ben ön koltuğa, Savaş ise sürücü koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırdığında, dikiz aynasında Gizem’in dumur olmuş suratını görmek, içimi bir nebze olsun rahatlattı. Onun bu hali, keyfimi yerine getirmişti.

Evden uzaklaştığımızda, “Hangi şirketimize gidiyoruz?” diye sordu, sesi alaycı ve keyifli bir ton taşıyordu.

“Sende mi geliyorsun?” dedim, inanmaz bir ifadeyle.

“gelemez miyim?”

“Ne biliyim, senin o kızla işin yok muydu?” dedim, başımı cam tarafına doğru çevirip, umrumda değil pozları keserken,

“Gizem’i kastediyorsan, onunla işimiz vardı ama önemli değil,” dedi, yüzündeki tatlı gülümsemeyle. Bu sözler istemsizce hoşuma gitmişti, kafamı çevirerek bu duyguya odaklanmaya çalıştım.

Savaş, bu tepkimi hemen fark etti, ama yüzündeki gülümseme hiç bozulmadı. Daha önce fark etmemiştim, gülünce yanağında ince bir gamze oluşuyordu. Çizik gibi bir gamze, ama oldukça çekiciydi. Şirkete yaklaştığımızda, garajın kapısına vardık ve içeri girdiğimizde bir çalışan hemen yanımıza yaklaştı.

“Savaş Bey, bir misafiriniz var. Sizi bekliyor efendim,” dedi, ciddiyetle.

“Tamam... Ezim, sen çık, ben geliyorum,” dedi, başıyla onay vererek.

Başımı sallayarak onayladım. Savaş, içeri doğru ilerlerken, arkasından dikkatle baktım. Köşedeki koltukta oturan alımlı, mavi gözlü sarışın bir kadın vardı. Kim olduğunu merak ediyordum, ancak daha fazla burada durmak dikkat çekmek anlamına gelecekti. Yukarı çıkmak, dikkatleri üzerimden çekip kim olduğunu öğrenmek için en iyi çözüm gibi görünüyordu. Herneyse, yukarı çıktığımda bu kadını sorar, kim olduğunu öğrenirdim. Adım adım odaya yaklaştım ve sonunda elimi kapıya uzatıp derin bir iç çekerek içeri girdim.

Odaya adımımı attığımda, karşımdaki manzara bir anlığına şaşkınlık yarattı. Masanın üzerinde oturan, sevimli bir çocuk bana büyük, meraklı gözlerle bakıyordu. Yaşı tahminimce sekiz ya da dokuz civarındaydı.

“Merhaba,” diyerek ona yaklaştım, çocukça bir merakla.

“Merhaba,” diye yanıtladı çocuk, biraz çekingen bir şekilde.

“Sen kimsin, seni burda daha önce görmedim,” dedim, masaya yaslanarak çocuğa tepeden bakarken.

“Ben yiğit, sen kimsin?” dedi, hafifçe gülümseyerek.

“ben de Ezim. Tanıştığımıza sevindim yiğitcim, ama annen baban nerde?” dedim, çocuğun gözlerine nazikçe bakarken.

“Annem aşağıda,” dedi, sesi biraz sönük ve boynu bükülerek.

“Öyleyse neden üzülüyorsun?” diye sordum, çocuğun üzgün ifadesini fark ederek.

Yüzündeki o neşeli ifade yerini içine kapanmış bir hale bırakmıştı.

“Sanırım seni üzen bir şeyler var. " Dedim düşen yüzünü elimle kaldırarak, "senin gibi tatlı bir çocuğu üzecek ne olabilir,” dedim, elimi omzuna koyarak destek vermek istercesine.

konuşmak istemiyor gibi görünüyordu.

“O zaman şöyle yapalım bu odaya nasıl girdin? Ve daha önemlisi biraz evvel koltuğumda işin neydi? Bakalım" dedim, hafif bir gülümsemeyle.

Çocuğun yüzündeki ifadenin yeniden sergilendiğini gözlemledim.

“Burası Savaş abinin, bu da onun koltuğu,” dedi, mavi gözlerini dikerek bakarken.

“ evet bıdığım eskiden öyle olabilir ama artık benim. Hatta bu şirket bile benim,” dedim, burnundan makas alırken,

“Sen, Savaş abinin televizyondaki sevgilisi misin?” dedi, şaşkın ve meraklı bir ifadeyle.

“Yani, birazcık öyleyim. Ama sen kimsin bakalım? Dur, bir saniye, senin annenin adı sienna mı?” dedim, gözlerimi çocuğa dikerek.

başını sallayarak onayladı. “Evet, annemle Savaş abi arkadaşlar. O da bize geliyor. Annemle birkaç kere konuşurken seni duydum, bir kaç kez de televizyonda gördüm resimlerin çıkıyordu şimdi hatırladım seni” dedi.

“Benim hakkımda mı konuşuyorlardı? Ne diyorlardı mesela?” diye sordum, meraklı gözükmemi düşünmeden.

“ ordan bakınca sadece 9 yaşında bir çocuk gibi mi duruyorum,” dedi, bilmiş bir tavırla göz süzerken,

“Yok canım, sen öyle söyleyince sordum. Ee, şirkette mi annen şimdi?” diye devam ettim.

“Evet,”

Demek ki aşağıdaki kadın oymuş. Bende adam yukarı gelsin de ifadesini alıyım diyordum. Çocuk tekrar konuştu. “Bir şey soracağım, sen Savaş abiyi gerçekten seviyor musun?” diye

“Bu da nereden çıktı şimdi?” dedim, şaşkın bir ifadeyle.

“Cevap ver, seviyor musun?, sevmiyor musun?” diye ısrar etti.

“Yani, aslında çok kaba, gıcık bir adam. Ama iyi biri. O yüzden bir düşün bakalım, sen böyle bir adamı sever miydin?”

"Bilmem, ben kız değilim ama olsaydım herhalde severdim. Savaş abi çok iyi bir adam, benimle hep ilgileniyor biliyor musun? Benimle top oynuyor, maça götürüyor. Annem olmasa o benimle ilgileniyor. O yüzden bence sen de iyi ki onu seçmişsin."

Sözlerinin ardındaki sıcaklık kalbimi yumuşatmıştı. Bu küçük çocuk, hayatında belki de eksik kalan sevgiyi Savaş’ta bulmuştu. Gözlerindeki saf minneti görmezden gelmek imkânsızdı. Gülümseyerek elimi uzattım, küçük yüzünün yanaklarını nazikçe sıkıştırdım ve hafifçe makas aldım.

"Öyle mi? Sen ne tatlısın böyle, büyümüş de küçülmüş gibisin," dedim, onun olgun duruşuyla alay edercesine ama bir o kadar da sevecen bir tonda.

Yüzüme kurnaz bir bakış attı, sonra göğsünü gere gere iltifat etmeye başladı, sanki yaşından çok daha büyük biriymiş gibi: "Sende çok güzelsin."

Kendi cümlemi bana karşı kullanması hoşuma gitmişti. Onun bu hallerine gülerek başımı salladım. "Biliyorum," dedim göz kırparak, "ama bazen güzellik yetmez, zekâ da önemli."

Küçük dudakları hafifçe büzüldü, sonra başını olgun bir tavırla salladı. "Bence de..." Ardından ciddi bir yüz ifadesiyle bana bakıp hayatındaki en önemli soruyu sordu: "Sana benimle evlen desem, evlenir misin?"

Bu sözler öylesine aniden ve ciddiyetle çıkmıştı ki, neredeyse kahkahaya boğulacaktım. Ancak onun bu kadar ciddi bir şekilde bana evlenme teklif etmesi, yüzümde sadece şefkatli bir gülümseme bırakmıştı. "Teklifin için teşekkür ederim," dedim, eğilip onunla aynı hizaya gelerek. "Ama bunun için sanki biraz küçük değil misin?"

Gözlerinde bir anlık tereddüt belirdi, sonra kararlılıkla cevap verdi: "Şimdi değil, büyüyünce."

Bu tatlı kararlılık kalbimi ısıttı. Gülümsememi bozmadan onun küçük omzuna dokundum. "Peki, büyüdüğünde tekrar bana sorarsın, olur mu?"

Yüzü bir anda ışıldadı, başını büyük bir hevesle salladı. "Tamam! Ama beni bekle, tamam mı? Savaş abiyle evlenme o zamana kadar!"

İçimden gelen kahkahayı boğazımda tutarak yanağına küçük bir buse kondurdum, ardından o tatlı yüzüne hafif bir gülümseme ile karşılık verdim. Çocukların saf ve koşulsuz sevgisinin böylesine tatlı bir örneğine şahit olmak, bana uzun zamandır unuttuğum bir sıcaklık hissettirmişti.

Tam o sırada kapı aralandı ve içerideki havayı değiştiren bir varlık belirdi. Savaş ve yanında daha önce aşağıda gördüğüm o kadın, Sienna, odaya adım attılar.

Odanın havası, kapının açılmasıyla hafifçe dalgalandı. Savaş içeri girdiğinde, küçük Yiğit’in gözlerindeki heyecan bir anda zirveye ulaştı. “Paşam da buradaymış!” dedi, coşkuyla yerinden fırlarken. Hızla Savaş’a doğru koştu, o da eğilip kollarını açarak Yiğit’i sarıp sarmaladı.

“Naber aslanım? Anneni üzmüyorsun değil mi?” diye sordu, sesindeki sevecenlik, bu ikilinin arasındaki bağı açıkça belli ediyordu.

Yiğit, başını yukarı kaldırıp yüzünde koca bir gülümsemeyle “Hiç üzer miyim?” diye yanıtladı.

Savaş, yerden kalkarken elini Yiğit’in saçlarının arasından geçirip şefkatle karıştırdı. Bakışları yavaşça bana yöneldi. O an, aramızda o tanıdık sıcaklıkla dolu bir sessizlik oluştu, bir anlığına dünyanın geri kalanı sanki bu odanın dışında kalmış gibiydi.

“Sizi tanıştırmadım, Sienna... bahsettiğim arkadaşım,” dedi, yanındaki kadına dönerek. Sienna, zarif bir hareketle elini uzattı. Bakışları sabit ve değerlendiren cinstendi; nazik ama bir o kadar da mesafeli.

“Tanıştığımıza memnun oldum, Savaş senden çok bahsetti,” dedi, sesi yumuşak ama derin bir alt ton taşıyordu. Onunla tanışmanın beklentisi, havada hafif bir gerilim yaratıyordu.

Savaş, bir an gözlerini Sienna’ya çevirdi, sanki söylediklerini onaylıyormuş gibi hafifçe boğazını temizledi. Bakışları sonra Yiğit’e döndü.

“Ezim’le tanıştın galiba?” diye sordu, gözlerinde hafif bir merakla.

Yiğit, sanki sır verecekmiş gibi elini ağzının yanına götürdü, sesi kısarak bize doğru eğildi. “Ama bir şey söyleyeyim mi? Çok güzel bir kız, çok şanslısın!” dedi, gözleri pırıl pırıl parlayarak. Masumiyetinin bu cümleyle birleşmesi öyle tatlıydı ki gülmemek elde değildi.

Savaş, hafif bir kahkaha atarak omzunu silkti. “Hadi canım!” diye inanmayan bir ifadeyle karşılık verdi, ama gözlerinde şakalaşmanın getirdiği keyif açıkça okunuyordu.

Yiğit, heyecanına daha fazla dayanamayıp, “Hatta ona bir şey teklif ettim, değil mi Ezim?” dedi, bana dönüp gözlerinde parlayan bir umutla.

Göz kırparak ona karşılık verdim. “Evet,” dedim, gülümseme dudaklarımdan taşarak.

Çocukların bu masumane dünyasında, her zaman bir büyü vardı. Saf sevgileri ve şeffaf istekleri, insanın kalbine dokunurdu. Onların gözlerindeki parıltının hiçbir zaman sönmesini istemezdim. Çünkü hayal kırıklıkları, bir çocukta derin bir iz bırakırdı. Zamanla kabuk bağlar, geçtiğini sanırsın, ama o yara her baktığında sanki ilk günkü gibi acır, sızısı hep içinde kalır.

Yiğit’in masumiyeti, bana bir kez daha hayatın en saf anlarını hatırlatmıştı. Onun gibi çocukların bu dünyada hep güvende ve mutlu olmasını dilerken, kapının önünde bizi izleyen Sienna’nın bakışları altında, anın içindeki mutluluğun yerini derin bir düşünce almıştı.

Sienna'nın şaşkın bakışları altında, sesindeki hafif şaşkınlıkla “Ne teklifi bu bakalım?” dedi, Türkçesi neredeyse kusursuzdu.

Poyraz, annesine keyifle bakarak gülümsedi. “Evlenme teklifi,” dedi, minik yüzünde koca bir gurur ifadesiyle. Sienna yalnızca tebessüm etti, onun bu masumane çıkışıyla neşelenmiş gibiydi. Ancak Savaş, o anda lafa girerek durumu eğlenceli bir hale getirdi.

“Onun benim sevgilim olduğunu biliyorsun, değil mi?” dedi, sesinde hafif bir alaycılık vardı ama gözleri gülüyordu.

Poyraz hiç bozuntuya vermeden karşılık verdi. “Biliyorum, zaten şimdi değil, ben büyüyünce evleniriz. Bana söz verdi, o zamana kadar beni bekleyecek,” dedi, sanki çok ciddi bir anlaşma yapmışçasına.

Savaş, küçük Yiğit’e bakarak başını iki yana salladı, yüzünde hafif bir hayranlık ifadesi vardı. “Vay be, iki dakika yoktum, yine yapmışsın yapacağını. İyi olan kazansın madem,Yiğit Bey!” dedi, sesi şaka doluydu ama içtenlikle konuşuyordu.

Gözlerimi Poyraz’a çevirdim ve gülümseyerek “Bence Yiğit’in karşısında hiç şansın yok…” dedim. Küçük çocuğa cesaret verircesine. Poyraz, bu sözlerim üzerine boyuna posuna bakmadan kendince cazibeli bir ifade takındı, sanki dünyanın en karizmatik adamıymış gibi.

Savaş, Sienna’ya dönerek, “Gördün mü? Daha ilk dakikada satıldık,” dedi. Ardından siennada Yiğit’e bakarak ekledi, “Yiğit, Ezim ablanı rahat bırak oğlum”

Yiğit aniden ciddileşti, bakışları annesine yöneldi. “Ezim abla ne anne, yok teyze,” dedi, sesinde hafif bir sitemle. O kadar ciddi söylemişti ki, bu durum hepimizin kahkahalarla gülmesine sebep oldu.

Gülüşmelerin ardından ortam tekrar sessizliğe büründü ve ben, asıl konuyu sormaya karar verdim. “Sizin burada ne işiniz var? Bir şey mi oldu?” dedim, nazik bir üslupla. Ancak ortamdaki hafiflik gitmiş, yerine daha ciddi bir hava yerleşmişti.

Sienna hafifçe toparlanarak konuşmaya başladı, sesi daha dikkatliydi. “Yiğit, Savaş abisini görmek için tutturunca soluğu burda aldık,” dedi.

Ama gözlerimi ondan ayırmadım, altında yatan başka bir sebep olduğunu hissediyordum. “Savaş’la aşağıda ne konuştunuz peki? Onu görmek isteyen kadın sendin herhalde?” diye sorduğumda, yüzündeki renk bir anda soldu. Rahatsız olduğu apaçık ortadaydı.

Tam kelimeleri toparlamaya çalışıyordu ki, Savaş araya girdi. “Önemli bir şey değil. Sienna, senin bu durumdan rahatsız olabileceğini düşündü ama buraya böyle gelmek biraz emrivaki oldu,” dedi, sesindeki sakin ton gerginliği azaltmayı amaçlıyordu.

Sienna, Savaş’ın açıklamasını onaylayan bir baş hareketiyle ekledi. “Evet, beni yanlış anlamamışsındır umarım. Çünkü hakkımda çıkan asılsız bir iddia var. İnan, öyle bir şeyin olması imkânsız.”

Savaş, daha önce durumu bana anlatmıştı. Bu nedenle, sakin bir ifadeyle karşılık verdim. “Evet, biliyorum. Sorun etmiyorum. Önemli değil. Üstelik, böylesine yakışıklı bir oğlun var ve onunla ancak şimdi tanışabiliyoruz,” dedim, sesimde samimiyetle.

Sienna, söylediklerime karşılık verirken gözlerinde bir minnettarlık belirdi. Ancak kadının üzerindeki bitkinliği fark etmemek elde değildi. Yüzü, geçmişte yaşanan acıların izlerini taşıyordu. Sanki ayakta duruyordu ama yıllar önce yere kapaklanmış ve o günden beri bir daha kalkamamış gibiydi. Yalnızca oğlu için güçlü görünmeye çalışan bir anneydi, çocuğunun varlığıyla ayakta kalmaya çalışan güçlü bir kadın...

Sienna ve yiğit hakkında içimde en ufak bir soğukluk ya da şüphe duygusu uyanmamıştı. Aksine, Sienna’nın güler yüzü ve tatlı bir çekingenliği vardı. Oğlu Poyraz ise tam anlamıyla neşeli ve sevimli bir çocuktu. Beklediğim türde bir karşılaşma olmamıştı belki, ama kafamda soru işareti kalmamıştı.

Tam o sırada kapı tıklatıldı ve içeriye sekreter girdi. “Efendim, affedersiniz ama toplantı salonunda bir misafiriniz var. Sizinle görüşmek istiyor,” dedi, yüzündeki profesyonel bir ifadeyle.

Savaş, ciddi bir tonla, “Kimmiş?” diye sordu.

Sekreter bir an tereddüt etti. “Kim olduğunu paylaşmadı efendim, sadece sizinle görüşmek istiyormuş,” diye yanıtladı.

Savaş, derin bir nefes alıp hafifçe başını salladı. “Tamam, sen çıkabilirsin,” dedi. Ardından gözleri aniden sertleşti, dudaklarında soğuk bir gülümseme belirdi. “Gidelim bakalım kimmiş bu adını vermek istemeyen dallama,” dedi, her zamanki ciddi ve kararlı tavrıyla.

O sırada yiğit, biraz kırgın bir sesle, “Savaş abi, hani bugün beraber futbol oynayacaktık,” dedi.

Savaş’ın yüzünde yumuşayan bir ifade belirdi. Eğildi ve yiğit 'in göz hizasına gelerek konuştu, “Gideriz aslanım, ama şimdi işlerim var. Annenle birlikte aşağıda oyun alanı var, orada takıl biraz. Ben gelene kadar tamam mı?”

Yiğit biraz düşünceli ama yine de umutlu bir sesle, “Tamam, ama bak, geleceksin,” diye uyardı.

Savaş hafifçe gülümsedi ve elini çocuğun başına koyarak, “Ben sana ne zaman bir şeyi söyledim de yapmadım?” dedi, gözlerindeki samimi bakışla.

Bu sahneye tanık olurken, Savaş’ın böylesine konuşkan ve sevecen olabileceğini ilk defa görüyordum. Demek ki istediğinde bu yanını gösterebiliyordu. Yiğit’e bir abi gibi yaklaşıyor, onun babasızlığını hissettirmemeye çalışıyordu. İçimden, “İyi bir baba olurdu şüphesiz,” diye düşündüm.

Sienna, oğluna nazikçe elini uzatarak, “Hadi oğlum, biz daha fazla meşgul etmeyelim Savaş abinle Ezim ablanı. Gel bakalım,” dedi.

Yiğit, annesinin elini sımsıkı tutarak, “Tamam anne,” diye karşılık verdi.

Kapıdan çıkarken Sienna, bize dönüp hafifçe gülümseyerek, “Kolay gelsin,” dedi ve yanındaki küçük oğluyla birlikte odayı terk ettiler.

Savaş, derin bir nefes alarak kapıya doğru yöneldi. “Gidip bakalım, kimmiş bu?” dedi, sesi biraz düşünceliydi.

“Tamam, gidelim,” diyerek peşine takıldım.

Koridorda yürürken, hafif bir şaşkınlıkla, “Çocukları sevdiğini bilmiyordum, demekki isteyince o mafyatik halinden ödün verebilip gülebiliyormuşsun” dedim.

göz ucuyla bana bakıp hafif bir tebessüm etti.

Bu bakış karşısında kaşlarımı kaldırarak ona baktım ama bu bakış hoşuma gitmişti. O ise ciddi bir yüz ifadesiyle ekledi, “Ben sadece sevdiğim insanların yüzüne gülerim. Senin yüzüne de defalarca gülümsedim, hem de hiç çekinmeden.”

Bu sözler üzerine yüzüme şaşkın bir ifade yerleşti, bakışlarımı kaçırarak yürümeye devam ettim. İçimde bir yerlerde sıcak bir his belirdi. Savaş’ın sözleri, görünenden çok daha derin bir anlama sahipti ve bunun farkındaydım.

Toplantı odasının kapısına yaklaştığımızda, kapıyı Savaş'ın korumalarından biri açtı. Savaş önde, ben arkasında adım adım içeri girdik. İçeri girmemizle birlikte odada bekleyen adam, dikkat çekici bir yavaşlıkla arkasını döndü.

Adamın yüzüyle karşılaştığımda, uzun boylu, kumral saçlı, buğday tenli ve fazlasıyla karizmatik bir adam olduğunu gördüm. İfadesinde tuhaf bir özgüven vardı. Bu adam kimdi? İçimden bir an, "Savaş'ın çevresindeki herkes mi bu kadar etkileyici olmak zorunda?" diye düşünmeden edemedim.

Gözlerimi kısa bir anlık adamdan alamadım. Odaya tamamen girdikten sonra kapıyı usulca ardımdan kapattım. Dikkatlice adamı süzdüm. Bakışları, bir an olsun üzerimizden ayrılmamıştı. Savaş’ın tavrı her zamanki gibi soğukkanlı ve mesafeliydi, ama bu adamın yanında her şey daha da gerginleşmiş gibiydi.

Adam ağır adımlarla bana doğru yürüdü. Aynı anda ben de ona doğru birkaç adım atarak mesafeyi kapattım. Onun duruşunda garip bir tanıdıklık vardı, sanki buradaydı ama tamamen de burada değildi.

Yaklaştığında elini uzattı ve yüzünde hafif bir gülümsemeyle, "Sonunda tanışabildik, kardeşim," dedi.

 

 

 

 

 

Bölüm umarım hoşunuza gitmiştir:)

 

 

 

Ezim ve savaşın bu önü kesilmeyen yakınlığı acaba ne olacak?​​

 

 

 

Takipte kalmaya devam edin. Ve buraya kadar gelmişken bölümü beğenmeyi unutmayın📍🎀

Loading...
0%