Yeni Üyelik
3.
Bölüm

BAŞLANGIÇ

@sima.d

 

 

 

"Bir babanın uzak bakışları, bir çocuğun içindeki karmaşıkları mı yansıtır? Yoksa annelerin sessizlikleri içimizdeki en derin yaraları mı saklar? "

 

 

 

 

" Karanlığın ortasında büyüyen bir çocuk yalnızca kendi değil etrafındakilerin eksikliğini de taşır; her yara, bir öykü anlatır."

 

 

 

 

"mezarın içinde üstüne her toprak atılışında tabut daha dar, daha soluksuz gelmişti, fakat ruhun bedeni çoktan terk etmiş olduğunu geç fark ettim. "

 

 

 

 

" Benim başım dik, ve bana düşman olan herkes duysun ki Parçalansam bile herkese inat gülümsemeye devam edeceğim."

 

...

 

 

Merhaba herkese, uzun zamandır üzerinde değişiklikler yaptığım sonunda ilk bölümü yayınlamak için can attığım ve içinde aksiyon, dram ağırlıklı olmasını istediğim bir kurgu.

 

 

Umarım keyifler okursunuz, okuyan destek veren, yorum yapan, herkese sozsuz teşekkürler

 

İyi okumalar:

 

Hayatımın düzensizliği, göz kamaştırıcı bir manzaranın ardındaki karanlık bir sarmal gibiydi; yorgunluk ve eksik parçalarla doluydu. Her anı, uzun patikasız bir yol ve nefes kesici bir çabayla çevriliydi. Zaman, bazen bir dağın doruğunu aşan bir yol gibi insanı değiştirir, bazen de bir uçurumun kenarında mecbur bırakır. Şimdi, bu mücadelemde ilk perde açılıyor; yeni bir hikaye başlıyor. Karşılaşacağım gerçekler, kim olduğumu açığa çıkaracak. Bu boşlukların arasında denge kurabilmek ve karmaşanın içinde kendimi bulmak zorunda kalacağım. Ama şimdi, her şeyin başladığı noktadayım. Sonunda hayatımın sahnesinde bana düşen vazifenin farkına varma zamanı.

 

...

 

O sabah gözlerimi açtığımda, her zamanki gibi yetersiz bir uykunun ağırlığı üzerimdeydi. Dünün yorgunluğu, vücudumda biriken gerilim ve zihnimi ele geçiren düşüncelerle birleşmiş, beni tükenmiş bir halde bırakmıştı. Hemen kendimi banyoya attım, soğuk suyun altında yüzüme çarpan her damla beni gerçek dünyaya geri getiriyordu. Su, zihnimdeki bulanıklığı yıkarken, içimdeki ağırlık da biraz olsun hafifledi. Ilık duşun ardından, havlunun sıcaklığıyla bedenimi sardım. Banyodan çıkarken, aynada yansıyan yüzümdeki yorgunluğun izlerini gördüm; ama bu yorgunluk, sadece uykusuzluktan değil, yılların birikmiş yükünden kaynaklanıyordu.

 

Tam üzerimi giyinirken, annem kapıyı vurmadan içeri girdi. Sesi, soğuk ve emir doluydu.

 

"Dün neredeydin sen?" diye sordu.

 

Sorusu, daha önce defalarca duyduğum, klasikleşmiş bir açılıştı. Onun dilinde bu sorunun arkasından her zaman bir eleştiri, ardından da acımasız bir aşağılama gelirdi. Bu, onun "sözde" benim için endişelendiğini gösteren tavrıydı. Sorularına cevap vermeye tenezzül etmedim. Kıyafetimin önündeki düğmeleri ilikleyerek yanından geçip, sessizce aşağı indim. Annemin ardımdan gelen hışımlı bakışlarını arkamda bırakarak...

 

Alt katta, babam ve abim kahvaltı masasındaydı. Babam her zamanki gibi baş köşede oturuyordu, abim ise hemen yanında, babamla iş konusunda hararetli bir tartışma içindeydi. Babamın tok sesi odada yankılanıyor, abimin ise cümleleri dikkatle seçilmiş, hesaplı bir tavırla ona karşılık veriyordu. Evde konuşmaların çoğunu annem ve babam yapardı, ancak onların konuşmaları her zaman bir eleştiri, bir suçlama veya bir küçümsemeyle sonuçlanırdı. Yani, anlaşılacağı üzere, yemek masasında her zaman bir gerilim hissedilirdi. Ve bu sabah da farklı değildi.

 

Masaya yaklaşırken, babam ve abim arasındaki konuşma aniden kesildi. Babamın bakışları bana odaklandı, soğuk ve sert. Abim ise her zaman olduğu gibi, babamın bakışlarının farkında, bana karşı koruyucu bir tavır takınmaya hazırdı. Babamın gözlerinde, kendime has bir suçlama, hoşnutsuzluk ve belki de biraz merak vardı. Ama bu, alışık olduğum bir durumdu. Gözlerimi masadan ayırmadan kahvaltıya devam etmek için oturdum.

 

Tam o sırada, annem hızla merdivenlerden indi ve öfkeli adımlarla masaya yanaştı. Masanın kenarına yaslanarak, bakışlarını doğrudan babama dikti. Babam, annemin tavrından bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.

 

"Ne oldu, bir şey mi var?" diye sordu babam, sesinde hafif bir endişeyle.

 

Annem, öfkesini babama yansıtarak konuşmaya başladı, sesindeki keskinlik daha da belirgindi.

 

"Onu Ezim Hanıma sormak lazım! Bir şey söylüyorum, yanımdan öylece geçip gidiyor. Hanımefendi, dün gece de kimin koynundaysa, cevap verme tenezzülünü bile göstermiyor!"

 

Annemin sözleri, sanki bir bıçak gibi keskin ve acımasızdı. İçimde kaynayan öfkeyi bastırmakta zorlanıyordum. Her kelimesi, sanki ruhuma işleyen zehirli bir ok gibi. Ama dışarıya umursamaz bir tavır sergilemeye çalışarak, kahvaltıya devam ediyormuş gibi yaptım. Çatalımı yavaşça elimde çevirirken, içimdeki huzursuzluk ve gerilim büyüyordu.

 

Babam, annemin söylediklerinden rahatsız olmuştu. Gözlerindeki sert ifade daha da keskinleşti. Dudaklarını ince bir çizgi haline getirerek bana doğru eğildi.

 

"Bir fahişe gibi davranman umrumda bile değil," dedi, sesinde bir soğukluk ve alayla, "Ama bu tavırlarının ailemizin onurunu zedelemiyormuş gibi davranamazsın. Her gün magazinde başka bir skandalla haber oluyorsun. Abin hakkında çıkan haberlerle ilgilenmese, o zaman bilirdim sana ne yapacağımı."

 

Babamın sözleri, içimdeki öfkeyi daha da alevlendirdi. Kelimeleri, ateşli bir kor gibi ruhuma dokunuyordu. Başımı önümdeki yemekten kaldırıp, gözlerimi ona diktim. O an, sessizlik odanın içine çöktü, herkesin nefesi kesilmiş gibiydi. Babamın yüzündeki sert ifade, sözlerinin ağırlığını daha da artırıyordu. Ellerim istemsizce yumruk haline geldi. Babama olan öfkem, tüm benliğimi ele geçiriyordu.

 

Bir an için babamla göz göze geldim, ama bu bakışta ne saygı ne de korku vardı. Ardından elimdeki çatalı masaya sertçe bıraktım, metalin masa ile buluştuğu anda çıkan ses, odadaki sessizliği bozdu. Gözlerim, öfke ve kararlılıkla doluydu. Babamın karşısında, onun sözlerinden etkilenmeyen, güçlü ve inatçı bir duruş sergiliyordum. Artık sessiz kalmayacaktım, bu oyunun kurallarını değiştirmeye kararlıydım.

 

O an, içimdeki öfke dalgası patlamaya hazır bir volkan gibi yükseldi. "Ben sizin kuklanız değilim," dedim sertçe, kelimelerim birer mermi gibi dökülüyordu ağzımdan. "Bu bir! Bana ahlaktan, terbiyeden bahsedecek en son insanlar bile değilsiniz, bu da iki!" O kadar sinirliydim ki ellerim titremeye başlamıştı, fakat yine de devam ettim. "Üstelik üzerimde vebalden başka hiçbir emeğiniz yokken ne yüzsüzlükle bu kadar rahat konuşabiliyorsunuz anlamıyorum!" Sesim, göz ardı edilmekten yorulmuş birinin haykırışıyla titredi.

 

Annemin yüzü aniden kasıldı, gözleri öfkeyle parladı. "Senin gibisi dünyada yoktur herhalde," dedi hiddetle. "Tam bir hayal kırıklığısın! Bizim adımızı lekeleyip duruyorsun, bir de hiçbir şey olmamış gibi davranmamızı mı bekliyorsun? Hiç mi yüzün kızarmıyor senin?"

 

Onun bu acımasız sözleri, içimdeki sabır taşını sonunda yerinden oynattı. Bir an duraksadım, gözlerimdeki ıslaklığı bastırmaya çalışarak dişlerimi sıktım. "Hayal kırıklığı mı?" dedim, kelimelerim zehir gibi çıktı ağzımdan. "Belki de asıl hayal kırıklığını ben yaşıyorum! Siz anne baba olduğunuzu mu sanıyorsunuz? Ne baba ne de annesiniz siz, sadece beni kontrol etmeye çalışan iki yabancısınız!" Artık ne sesimi kontrol edebiliyordum ne de gözlerimde biriken öfke yaşlarını.

 

Babamın gözleri öfkeden çakmak çakmaktı, damarları belirginleşmiş, yüzü kızarmıştı. İçinde biriken bu volkanı uzun süredir kontrol ettiğini fark ettim, ama şimdi lavlar birer birer dışarı sızmaya başlamıştı. Gözlerimi babamın sert bakışlarına diktiğimde, bir zamanlar çocukken gözlerinden korktuğum anılar zihnimde belirdi. O anlar, ne kadar aciz ve çaresiz hissettiğimi tekrar hatırlattı bana. Ama bu sefer o küçük çocuk değildim.

 

"Senin bu asi kız hallerin," dedi, sesi tehditkâr bir tonla yankılandı odada, "sabrımı taşırıyor artık. Senin yüzünden bu yaştan sonra bir de eşime dostuma rezil olamam. O yüzden o kulaklarını aç ve beni iyi dinle. Bu evde olduğun sürece benim kurallarım geçerli ve bu masada oturuyorsan, benim kurallarıma uyacaksın!" diye bağırdı. Sesindeki otorite, beni bir an için sersemletti ama hızla kendimi toparladım.

 

Babamın sözleri o kadar ağırdı ki, sanki kelimelerinin her biri bir balyoz gibi kalbime iniyordu. Ama tam o sırada, abim sessizliğini bozdu. Masaya sert bir şekilde vurup hızla ayağa kalktı. "Yeter artık!" diye haykırdı. "Kimsenin kimsenin itibarını ve şerefini yerle bir ettiği yok. Hem Ezim’in skandalı şirkette bile konuşulmuyor, bu evdeki kimsenin özel hayatı kimsenin umurunda değil. Kaldı ki, ben buna zaten izin vermem. Siz hâlâ neyin peşindesiniz, Ezim’in üzerine gitmeyi ne zaman bırakacaksınız?"

 

Babam, abimin çıkışına aldırış etmeden ona doğru döndü, gözlerindeki o eski sert bakış geri dönmüştü. "Sen karışma!" dedi, sesi titriyordu. "Senin arka çıkman yüzünden bu hâlde zaten! Onun pisliklerini örtbas ederek onu koruduğunu mu sanıyorsun?" dedi siniri bozulmuş bir halde, ardından hiddetle güldü. "Koskoca Dündar Akman’ın çocuklarına bak! Ne hâle geldik, yazık!"

 

O an, yüzündeki nefret öylesine belirgindi ki, o bakışlar sanki ruhuma bir bıçak gibi saplandı. Babamın öfkesi, annemden bana, hatta abime kadar uzanan bir nehir gibiydi. Bu masada sadece bana değil, herkese olan derin nefretini, yıllardır biriktirdiği o karanlık duyguları açıkça sergiliyordu.

 

Annem ise bir adım geri çekildi, ama gözlerindeki o öfke hiç azalmamıştı. Bu evdeki herkesin birbirine karşı duyduğu bu gizli nefret ve soğukluk, benim içimde de büyüyen bir boşluk bırakmıştı. Bu boşluk, her sabah uyanıp annemin memnuniyetsiz bakışlarıyla karşılaştığımda biraz daha büyüyordu. Kendimi hiç bu kadar yalnız ve terk edilmiş hissetmemiştim. Onlara olan tüm saygım, bu anlarda yerle bir oluyordu. Ve uzaklaşma arzusu, içimde her geçen saniye daha da güçleniyordu. İpler tam da bu anlarda kopmuştu galiba.

 

"Yeter!" dedim, sesim titriyordu, gözlerim dolmuştu ama geri adım atmaya niyetim yoktu. "Biz hiç olmadık ki sizin ailenizin bir parçası! Burada hiç kimse birbirinin ailesi eşi, kardeşi, annesi, babası değil! Boşuna evcilik oynamayın,"

 

O an, her şeyin bittiğini hissettim. Yalnızca onların karşısında değil, kendi içimde de bir savaşı kaybetmiş gibiydim. Ama bu sözler, içimde birikmiş olan her şeyi ortaya dökmüştü. Artık saklayacak bir şey kalmamıştı.

 

Masadaki son sözlerimden sonra, tüm odanın sessizliğe bürünmesi an meselesiydi. İçimde büyüyen kararlılık, damarlarımda dolaşan kan gibi tüm bedenime yayılıyordu. Ayağa kalktım ve aslında ne kadar soğuk ve kasvetli olduğunu hissettim. Bu ev, çocukluğumdan beri ruhumu köreltmiş, beni her geçen gün biraz daha sıkıştıran bir hapishaneye dönüşmüştü. Artık buraya ait olmadığımı biliyordum.

 

Annemin gözlerinde hâlâ şaşkınlık ve öfkenin karışımı bir ifade vardı, babam ise kontrolü kaybetmiş bir aslan gibi bakıyordu bana. Sözlerim, onların üzerine bir soğuk duş etkisi yaratmıştı. Yine de, abimin bakışlarını hissetmek, içimde bir nebze olsun rahatlık getirdi. O her zaman yanımdaydı, ne olursa olsun beni anlardı. Ama bu kez, onun bile bana verebileceği destek yeterli olmayacaktı. İçimde, buradan uzaklaşma arzusu gitgide güçleniyordu. Bir süre onlardan

evden uzaklaşmak belkide gerçekten iyi bir fikirdi.

 

" hiçbir zaman da görmediniz bizi," dedim, sesimde bir meydan okuma tonuyla. "Bu sizin seçiminiz, ama ben artık buna daha fazla katlanamayacağım" Bu sözlerle birlikte, onlardan uzaklaşmanın zamanı gelmişti. Annemin ve babamın donmuş bakışları arasında, salondan çıkmak için adımlarımı hızlandırdım.

 

Yanlarından uzaklaşırken abimin peşimden geleceğini biliyordum. Merdivenlere adımımı attığımda, ardımdan gelen aceleci ayak seslerini duydum. Abim, hep olduğu gibi yine peşimdeydi. Bu evde bir tek onun beni gerçekten önemsediğini biliyordum ama onun bile kalbimdeki bu sıkışmışlığı hafifletebilecek gücü yoktu. Merdivenlerin ortasında durdum, derin bir nefes alarak arkamı döndüm. Gözlerim, abimin endişeli bakışlarıyla buluştu. Onun gözlerinde, beni koruma isteğiyle karışmış bir çaresizlik vardı.

 

"Ezim, dur!" Abimin sesi yankılandı.

" Bekle biraz konuşalım kızım, bi dur"

 

Onun sesindeki endişe, içimde bir yere dokunuyordu ama artık geri adım atacak durumda değildim. "Abi, gerçekten konuşmak istemiyorum," dedim, sesimdeki o öfkeyi zaptmeye çalışarak. Ama o, ısrarla peşimden geliyordu.

 

Merdivenlerin ortasında durup derin bir nefes aldım ve ona döndüm. Abimin gözlerindeki endişe, her zamanki gibi içimde bir şeyleri kırıyordu. Onun koruyucu bakışları, bana karşı duyduğu sevgiyi ve kardeşlik bağını hissettiriyordu.

 

"Abi," dedim, sesim artık daha yumuşaktı fakat hâlâ bildiğimi okuyamaktan yana geri çekilmemiştim. "Bir süre bu evden uzak kalsam iyi olur. Baksana, her hareketim onlara bir diken gibi batıyor. Sanki sadece ben huzursuzluk çıkarıyormuşum gibi..."

 

Abim birkaç basamak yukarı çıktı ve bana yaklaşarak gözlerime baktı. "Biliyorum, Ezim," dedi, sesi derin bir hüzünle doluydu. "Ama dışarısı sandığın kadar güvenli değil. Seni koruyamayacak olmaktan korkuyorum. Bizi izleyen düşmanlarımız var ve senin bu evin güvenliğinden çıkmanı istemiyorum."

 

Onun söylediklerinde bir haklılık payı vardı, biliyordum. Ama içimdeki özgürlük arzusu, yıllardır bu evin soğuk duvarlarına hapsolmuş olan ruhumu serbest bırakmak istiyordu. Başımı hafifçe salladım, ona tamam dercesine. Ama yüzümde hâlâ umursamaz bir ifade vardı. İçimdeki bu savaşı, onunla paylaşamazdım.

 

"Beni yine dinlemeyeceksin, değil mi?" dedi abim, derin bir nefes alarak. Ardından, bir anlık sessizlikten sonra ekledi, "Peki, Ezim. Eğer gerçekten gitmek istiyorsan, seni durdurmam. Ama dikkatli ol. Yine de... her zaman burada olacağım, seni korumak için. Sadece bir abi demen yeter."

 

Bu sözleri, içimdeki tüm karanlık duyguları bir anlığına hafifletmişti. Ona minnet dolu bir bakış attım, başımı yavaşça salladım. Abim, beni sıkıca kucakladı. O an, tüm dünyanın ağırlığı omuzlarımdan kalkmış gibiydi. Onun kollarında, içimdeki tüm fırtınalar bir anlığına dindi. "Seni seviyorum, Ezim," dedi, sesi yumuşacık ve sıcak. "Ne olursa olsun, her zaman senin yanındayım."

 

Bu sıcaklık ve güven duygusuyla, onun kollarında kısa bir süre kaldım. Sanki dünyadaki tüm kötülüklerden korunmuş gibiydim. Sonra, yavaşça geri çekildim. "Ben de seni seviyorum, Abi," dedim, gözlerimde bir damla yaş belirmişti. "Sen de kendine iyi bak."

 

Abimin sıcak kollarından ayrıldım, içimde kopan fırtınalara rağmen kararlı adımlarla yukarı çıktım. Her bir basamakta, içimdeki isyan duygusu biraz daha büyüyordu. bu evin kasvetli atmosferinden kurtulmak, daha önce de olduğu gibi iyi gelecekti. Odaya vardığımda, düşüncelerim karmakarışıktı ama bir an önce buradan gitsem iyi olurdu. Valizimi toplamak için acele ettim, çekmeceleri açıp giysilerimi rastgele yerleştirirken, Valizim hazır olunca, son bir kez odanın etrafına bakıp, orada bıraktığım çocukluk anıları sanki bir daha bu eve giremeyecek gibi gözümde canlandı.

 

Valizimi sürükleyerek evden çıktım ve bahçede beni bekleyen arabaya doğru yürüdüm. Her adımımda, bu evin üzerimdeki ağırlığını biraz daha arkamda bırakıyordum. Babamın bana yıllardır dayattığı o baskı, bu evin dört bir yanını sarmıştı, ama artık bu baskıya daha fazla boyun eğmeyecektim. Babam, her ne kadar beni başına buyruk ve sorumsuz bir kız olarak görse de, şirketindeki hissedar olarak gücümü biliyordum. Fakat bugün, o şirkette babamı görmek istemiyordum. Kafamı dağıtmak için direksiyonu, uzun zamandır gitmediğim bara çevirdim.

 

Arabayı sürerken abim aradı, ama konuşmak istemediğim için ona dışarıda olduğumu ve eğer ararsa cevap veremeyebileceğimi belirten bir mesaj attım.

 

Şehrin kalbinde, yıllardır sosyetenin uğrak yerlerinden biri olan bu mekan, bugüne kadar nadiren uğradığım, ama her zaman beni rahatlatan bir yer olmuştu. Barın dışına yaklaştığımda, kapının önündeki kalabalık her zamankinden daha fazlaydı. Kalabalığın içinde ilerlerken, gözüm barın önünde dikilen birkaç korumaya takıldı. Bunlar, bara ait değildi; yabancı oldukları her hallerinden belliydi. İçeri girdiğimde, tanıdık bir sıcaklık hissettim; burası benim gizli sığınağım gibiydi. Barın sahibinin kızı olan Nihle sayesinde her zaman damsız içeri girebiliyordum. O gün de yine göz kamaştırıcıydım, her zamanki gibi dikkatleri üzerime çekerek mekâna adım attım.

 

Nihle, beni fark eder etmez yanına geldi. Tatlı ve güvenilir bir tavırla, "Canım, naber? Ne zamandır yoktun, nerelerdeydin?" diye sordu. Yüzünde, beni özlediğini belli eden bir gülümseme vardı.

 

"Malum, şirket işleri… Gece hayatı zor bilirsin," diye geçiştirdim. Bu konuları dışarıda pek konuşmayı sevmezdim, özellikle de bu tarz ortamlarda. Nihle, babasının barı işletmesine rağmen, bu işin çoğunu o üstleniyordu ve bu nedenle meşguliyeti her zaman fazlaydı.

 

İçeri doğru beraber yürürken, Nihle cep telefonunu çıkardı. "Canım, sen geç, benim bir telefon konuşması yapmam lazım. Malum, babam sugar daddy değil, koşturuyorum," dedi, her zamanki şen şakrak haliyle. Ona gülümseyip kafamı sallayarak, barmenin yanına ilerledim. Bir viski sipariş ettim ve bardağımı alıp etrafa bakındım.

 

Gözüme, barın kenarında geniş bir koltukta oturan Rıza Amca çarptı. Nihle’nin babasıydı; her zaman otoriter, dediğim dedik, katı bir adam olarak tanınırdı. Onu burada görmek alışılmadık bir durumdu, ama daha da ilginç olan, yüzündeki gergin ifadeydi. Yanında, arkasını bana dönmüş bir adamla konuşuyordu. Adamın yüzünü göremiyordum ama konuşmalarının ciddiyeti her hallerinden belliydi. Rıza Amca'nın elleri hafifçe titriyor, kaşları ise sıkıca çatılmıştı. Bu manzara, beni ister istemez dikkat kesilmeye zorladı.

 

Barın loş ışıkları altında, başıma gelenleri düşünürken önümdeki viskiyi yudumladım. Tam o sırada, dalgın bir haldeyken birinin bana çarptığını hissettim. Viski dolu bardağım sallandı ve birkaç damla üstüme döküldü. Kendime gelerek, aniden irkildim. Hızla toparlanıp yüzümü çevirirken, özür dileyen bir ses duydum.

 

“Affedersiniz, bir şeyin yok değil mi?” dedi adam, gözlerinde samimiyetle.

 

“İyiyim, sadece biraz dalgınım. Siz kusura bakmayın,” diye cevapladım kibarca, ama içimde bir huzursuzluk vardı. Aynı zamanda Rıza Amca'nın gerginliği ve yanında konuştuğu bu adam, barın havasını daha da ağırlaştırıyordu. Bu karşılaşmanın, bu gecenin sıradan bir parçası olmadığını hissettim. Onun hemen yanıma oturması, istemsizce tedirgin etti beni. O da duraksamadan hemen yanımdaki sandalyeye oturdu. Kısa bir an göz göze geldik, aramızda nezaketen bir bakışma oldu. Ama adam bu fırsatı kaçırmadı, konuşmaya devam etti.

 

“Özür mahiyetinde size bir içki ısmarlamam yanlış anlaşılmaz değil mi?” dedi. Sözleri ve tavırları o kadar öngörülebilirdi ki, bu durum canımı daha da sıkıyordu. Zaten kafam yeterince doluydu, bir de bu adamla flörtleşecek modum hiç yoktu.

 

“İsterseniz ben size kahve ısmarlayayım,” dedim sakin ama mesafeli bir sesle. “Malum, beni bile göremeyecek kadar sarhoşsunuz. Sert bir kahve iyi gelir.”

 

Adamın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi, sanki söylediklerimle eğleniyormuş gibi.

 

“İş üzerinde o kadar almam, ama siz de haklısınız. Böylesine bir güzelliğin karşısında sarhoş olmamak elde değil,” dedi, yarı şaka yarı ciddi bir tonda. Sözleri ve tavırları fazla basitti, sıradan bir flört taktiğinden ibaretti. Yakışıklı ve varlıklı olduğu belliydi ama bu özellikleri bile beni etkileyemiyordu. Yüzüme samimi bir gülüş yerleştirip karşılık verdim.

 

“Buraya sık gelirim. Sizi daha önce gördüğümü sanmıyorum, ki görmüş olsaydım unutmazdım,” dedi flörtöz bir ses tonuyla, sanki cazibesini hissettirmeye çalışıyordu. Ama bu çabası bana sadece sıkıcı geliyordu.

 

“Buranın sahibinin kızı arkadaşım. Önceden sık sık gelirdim ama uzun zamandır uğramıyordum,” dedim, gözlerimi ondan kaçırmadan. Bu sefer gözlerinde bir anlam belirir gibi oldu, başını anladığını belirtircesine salladı. Viski bardağımı işaret ederek bir tane daha söyledim. Tam o sırada, adam da yeni bir viski siparişi verdi.

 

“Fazla viski çarpar. Arkadaşınız toplamasın sizi sonra,” dedi, sanki fırsat kolluyormuş gibi.

 

Bu lafı üzerine gülümseyerek ona baktım. “Merak etmeyin, ben kolay kolay sarhoş olmam,” dedim. Sesim rahattı ama içten içe onun varlığı beni rahatsız ediyordu. İçkiye karşı dayanıklılığım vardı, birkaç bardak viskiyle kontrolümü kaybetmeyeceğimi biliyordum.

 

Adam biraz daha eğildi ve sanki önemli bir sır veriyormuş gibi kısık sesle konuşmaya başladı. “Buranın sahibi Rıza Bey’i tanırım. Onun iş ortaklarını da bilirim. Yanlış anlamazsanız, hangi ortaklarındansınız?”

 

Tam cevap verecektim ki, arkamda tanıdık bir ses duydum. “Aaa, demek tanıştınız!” Nihle’nin sesiydi bu. Hızla arkamı döndüm ve onun gülümseyen yüzüyle karşılaştım. “Resmi olarak da tanıştırayım,” dedi, şakacı bir ifadeyle. “Sana bahsettiğim Dündar Amca’nın kızı Ezim. Bu da iş ortaklarımızdan Murat.”

 

Murat’ın adını duyduğum anda içimde bir soğukluk hissettim. Rıza Amca’nın iş ortaklarından biri olması ona saygı duymamı gerektiriyordu belki ama ondan hiç hoşlanmamıştım. Bu adam, bana fazla gösterişçi, fazla kendini beğenmiş geliyordu. Nihle’nin yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirip başımı salladım.

 

Murat, adımı duymasıyla birlikte bakışlarında bir değişim oldu. Daha dikkatli, daha odaklanmış bir şekilde bana bakıyordu şimdi. Sanki avını bulmuş bir avcı gibi. İçimdeki rahatsızlık daha da büyüdü. Onun bu bakışlarından kaçmak istedim ama yapamadım. Soğukkanlılığımı koruyarak, içimdeki sıkıntıyı bastırmaya çalıştım.

 

Murat, hafifçe gülümseyerek bana elini uzattı. “Ezim Hanım, sizinle tanışmak büyük bir onur,” dedi. Sözleri kibar ve ölçülüydü ama içtenlikten yoksundu.

 

Elini sıkarken içimden hızla geçmesini diledim bu anın. Ona karşı içimde beliren bu antipati, sözlerinin ardındaki hesaplı tavrı sezdiğim için miydi yoksa sadece onunla flörtleşmeyeceğim için mi, bilmiyordum. Tek bildiğim, onunla daha fazla vakit geçirmek istemediğimdi.

 

“Memnun oldum,” dedim kısa ve net bir şekilde. Nihle’nin yanımda durması bana biraz olsun rahatlık verdi. Ama onun gözlerinden yayılan o yoğun bakışlar, üzerimde baskı yaratıyordu. Kendimi toparlayıp, viskiden bir yudum daha aldım. Bu gece, belli ki uzun olacaktı.

 

yüzünde o aynı hesaplı gülümsemeyle, "Adınızı öğrenmek için Nihle'nin gelmesi yeterliymiş," dedi. "Yoksa korkarım, tüm gece adınızı öğrenmek için türlü konular açabilirdim."

 

Sözlerinin altında gizlenen niyeti sezsem de sadece nezaketen gülümsedim. Gözlerimle Nihle'yi ararken, ona doğru dönüp, "Bir şey mi oldu? Telefon konuşman uzun sürdü," diye sordum.

 

Nihle, hafifçe başını sallayıp iç çekti. “Babam bugün fazlasıyla meşgul, bu yüzden normalden daha fazla mesai harcıyorum. Gerçekten bir hava alsam iyi olur. Kalabalıktan kafam allak bullak oldu. Siz takılın isterseniz, ben birazdan dönerim,” dedi, her zamanki şen şakrak tavrından biraz uzak, yorgun bir ifadeyle.

 

Onu daha fazla sıkmamak için sadece başımı salladım. Nihle yanımızdan ayrılırken, Murat’ın bakışlarının bir anda değiştiğini fark ettim. Gözleri, sanki arkamdaki bir noktaya takılmış gibi, şüpheci bir ifadeyle o tarafa doğru bakıyordu. Bu ani dikkat değişikliği beni huzursuz etti. İçimdeki sıkıntı daha da büyüdü.

 

sanki bir şey fark etmiş gibi hızla ayağa kalktı. "Şu anda acil bir işim var. Sizi daha sonra görmek isterim. Umarım karşılaşırız," dedi, ve beni şaşkın bir halde bırakarak uzaklaştı.

 

Onun yanımdan ayrılışıyla içimde bir rahatlama hissettim ama aynı zamanda huzursuzluk da devam ediyordu. Bu adamın varlığı, sözleri ve tavırları beni iyice germişti. Sonunda yalnız kalmış olmanın verdiği huzurla, önümüzdeki viskiye odaklanarak bir yudum daha aldım. Ancak bu rahatlama uzun sürmedi. Telefonumu arabada unuttuğumu fark edince, kimseyle daha fazla konuşacak halim kalmadığını anladım. Bugün sadece içmek ve her şeyden uzaklaşmak istiyordum.

 

Yorgun ve sinirli bir halde, bar taburesinden kalkıp koridora doğru ilerledim. Barın kalabalığından uzaklaşmak bana iyi gelecekti. Kapıya doğru yürürken, içimdeki huzursuzluk giderek artıyordu. Tam çıkış kapısına yaklaştığımda, birdenbire kulaklarımın yanından hızla geçen bir sesle irkildim. Kafamı çevirip baktığımda, ne olduğunu bile anlayamadan, üstüme gelen kurşunların hedefi olduğumu fark ettim.

 

Her şey o kadar hızlı gelişti ki, etrafımda olan biteni algılamam zaman aldı. Panik ve şok içinde kalakaldım. Vücudumun kontrolünü kaybetmiş gibi hissediyordum. Tam o sırada, güçlü bir el beni aniden duvarın arkasına doğru çekti. Kalbim göğsümde hızla çarparken, başımı kaldırıp beni çeken kişiye baktım.

 

Adam, yüzünde ciddi bir ifadeyle, beni koruma içgüdüsüyle sarmıştı. Gözlerindeki kararlılık ve soğukkanlılık, içinde bulunduğumuz kaosun aksine bir sığınak gibiydi. Yüz hatları keskin ve sertti, ama gözlerindeki endişe belirgindi. Kurşunlar çevremizdeki duvarlara çarpıp yankılanırken, o beni siper alarak korumaya çalışıyordu.

 

Nefesim kesilmişti, etrafımda olan biten her şey bulanıklaşıyordu. Sanki zaman durmuştu, sadece kalbimin çarpıntısını ve yanımda duran adamın nefes alışlarını duyabiliyordum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu bölüm başlangıç olduğu için kısa tuttum. Bundan sonraki bölümler uzun olucak.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Buraya kadar gelmişken yıldıza dokunmayı unutmayın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölümleri elimden geldiğince sık atmaya çalışıyor olucam. İlk bölümde görüşürüz.📍🎀

Loading...
0%