Sizleri bölümle baş başa bırakıyor, keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen 🕯
• • •
Bölüm Şarkısı: Melike Şahin / Nasır
"Küçücük bir mutluluk istiyorum,
O kadar küçük olsun ki,
İstemesin kimse benden onu..."
Nazım Hikmet Ran
(Bu resim beni öylesine etkiledi ki...)
⚫️
Tüm benliğimin kabullendiği gerçeklerin aslında çokta doğru şeyler olmadığını, sadece mecbur kalışlarımın berbat zorunluluğu olduğunu bir kez daha acı bir şekilde görmüştüm. Gözlerim her geçen saniye biraz daha büyürken, içimde ufacık bir acıma hissetmiyor oluşum beni şaşırtmaya yetmişti.
Hayatıma bir anda giren adam, kimsesiz geçirdiğim 17 yıl boyunca yaşamadığım şeyleri yaşatmıştı bana.
Çok kısa bir sürede hemde...
Benim ağladığım her saniye gülenlerden olmamış, alamadığım geçmişin intikamını göğüslenmişti.
Neden peki?
İşte bunu bilememek korkutuyordu beni. Çünkü bu kalp bir ihaneti daha kaldıramazdı.
"OĞLUM!"
Yengemin sesi tüm mahallede bir kez daha yankılanırken, gözlerimi bu seferde yerde baygın bir şekilde yatan Alim'e çevirmiştim. Kıyafeti de dahil her yeri kanla kaplanmıştı.
"Ambulansı arayın!"
Bağırışlar yükselmeye devam ederken korkumdan sıyrılarak hiç bir şey olmamış gibi yeniden eve girmiştim.
Kalbimin gereğinden hızlı atmasına sebep olan şeyin sebebinden emin olamazken, odama girerek telefonu elime almıştım. Rehberde ekli olan tek numara ona aitti. Titreyen parmağım arama tuşuna bir türlü basamazken, nasıl bir tepki vereceğimi de bilemediğim için vazgeçmiştim. O sırada ambulansın sesi yankılanırken, eş zamanlı olarakta evin kapısı sertçe çalınmaya başlamıştı.
Kenardaki hırkamı üzerime alarak kapıyı açmaya gittim. Suratındaki merakla karışık olan telaşlı ifadeyle Nurbanu karşımda dikiliyordu.
"Acele et, abimle gideceğiz biz hastaneye."
Dikkat çekmemek için kafamı sallayarak hızlıca odama geçip hızlıca üzerimi değiştirmiştim. Benim kapıya çıkmamla gözlerini ağırca üzerimde gezdirdi.
"Neden evdeydin sen?"
Dedikoduluk malzeme çıkarmaya çalışıyordu fakat müsaade etmeyecektim. Suratımı buruşturarak başımı tuttum.
"İlaç içmiştim, uyuyakalmışım."
Telaşlı tutmaya özen gösterdiğim sesim sanırım onun inanması için yeterli olmuştu. Kısa bir süre içinde arabayla hastaneye varmıştık. Acil müşahade odasına alınan Alim'i kapının önünde bekliyordu hepsi, bizde yanlarında durmaya başladık.
"Kim dövmüş acaba?"
Nurbanu'nun sözleriyle omuzlarımı salladım, Yavuz işi oldukça temiz halletmişti. Kimse ondan şüphelenmezdi.
Sırtımı yasladığım duvarda öylece yeri izlerken, kulaklarımı dolduran tanıdık adım sesleriyle ağırca yerde olan bakışlarımı kaldırdım. Koridorun zeminine attığı her adımda, dik omuzları birazcık daha etrafına hükmediyor gibiydi.
Koyu hareleri ışık hızıyla yeşillerimi bulurken, göğsümde ilk defa böyle sert bir çarpıntı hissetmiştim.
Nefesim boğazıma düğümlenirken, gözlerimi bir türlü ondan kaçıramıyor, onca kişiye rağmen sadece ona bakıyordum. Kalbim acıyordu.
"Yavuz Ağam, hoş gelmişsin."
Ayakta dikilen bir kaç komşu Yavuz'un önüne geçerken, ben göğsümdeki bu garip hise bir anlam vermeye çalışıyordum.
"Yavuz gelmiş."
Nurbanu'nun yan taraftan gelen sesi dikkatimi dağıtırken, gözlerimi hızlıca kendisine çevirmiştim. Kendisiyle genel olarak anlaşamıyordum, evde yaşadığım olayların bir çoğuna şahit olduğu gibi bunları bir de bana karşı koz olarak kullanmaya çalışan bir yapısı vardı.
"Yavuz derken?"
Çıkışmamı beklemediği şaşıran bakışlarından belli oluyordu, aslına bakılırsa bende kendimden böylesine hiddetli bir çıkış yapmayı beklemiyordum fakat bir anda olmuştu. Ve zerre pişman değildim.
"Şey... Yavuz Ağa işte Evin."
Çattığım kaşlarımla birlikte suratındaki bakışlarımı çekip, yanından uzaklaştım. Amcamla konuşan Yavuz'a kısa bir bakış atarak hastane koridorunda ilerlemeye başladım. Kalabalıkta onunla konuşamayacağımı bildiğim için böyle bir şey yapmıştım. Arkamdan geleceğine emindim.
Dediğim gibi de oldu, aradan iki dakika geçmeden yanıma gelen iri bedenini hissetmiştim. Kafamı yana çevirerek suratına baktım, hiç bir şey olmamış gibi öylece karşıya bakıyordu. Gülmek istedim bu haline.
"Geçmiş olsuna mı gelmiştin Yavuz Ağa?"
Sesimdeki imayı anlamış, dudağının kenarı hafifçe yukarıya kıvrılmıştı. Belinin arkasında kenetlediği ellerini çözerek cebine soktu. Bahçede gezdirdi gözlerini.
"Tabii."
Dedi imalı sesime karşılık bir o kadar kinayeli olan sesiyle.
"Onu öldüreceğini düşünmüştüm."
Kafasını hafifçe yana eğerken, kahveleri bir anlığına üzerime çevirmişti.
"Planım o yöndeydi ama verdiğim bir söz vardı, ne yaparsın işte."
Dudaklarımı aralarken, bir iki adım yerimde sallandım. Söylemek istediğim şeyler vardı, uzatmayacaktım.
"Lafı uzatmayacağım... teşekkür ederim."
Kafasını bana çevirdi, üstten attığı bakışlarında soru işaretleri vardı.
"Ne için?"
Gözlerimi bir an gözlerinden kaçırdım. Mimiklerimi de kontrol edemez hale gelmiştim.
"O da bende kalsın."
Tek kaşı havalanırken, kabullenerek kafasını sallamıştı. Bazı anlarda üstelemiyor oluşu işime geliyordu.
"Ben içeriye geçeyim, görüşürüz."
"Görüşeceğiz."
Sesini arkamı döndüğümde duymuş, geri arkama dönmemek için çabalamıştım.
Hakkımı savunuyor olmasının hoşuma gittiğini veyahut bana iyi hissettirdiğini inkar edemezdim. Fakat bu iyi hissedişe engel olan daha büyük sorunlar vardı ortada.
Zihnimdeki yanıtsız kalan sorularla az önce çıktığım hastaneye yeniden girmiştim. Benim dışarıda olduğum süreçte müşahade odasından normal odaya alınmıştı Alim. Yatağının yanı başında oturan yengem hala ağlamaya devam ediyor, oğluna bunu yapan kişiye beddua ediyordu.
Kendi yaptıkları kötülükleri ne çabuk unuttuklarını anlamaya çalışıyordum, fakat anlayamıyordum.
"Aslan oğlum benim, seni bu hale getirenlerin elleri kırılır inşallah. Kime zararın olur ki senin?"
Yatağın içindeki yarı ayık olan bedenin gözleri gözlerimi bulurken, nefesim sıkışmıştı.
En büyük zararı bana vermişti.
Çocukluğumu çalmış, hayatıma büyük bir travma eklemişti.
Gözlerimi kaçırmadım, bıçağı karnına sapladıktan sonra ağlamamış gibi dik dik suratına baktım. Yıllarca canını yaktığı o küçük kızdan korksun istedim.
Bu yolda çokça kayıp vermiştim ben. Hepsi yüreğimde büyük bir boşluk açmıştı elbette fakat, 8 yaşında ölmek için ettiğim dualar... Bunun bende açtığı boşluk dolmazdı. Çaresiz haykırışlarım, yalvarışlarım... Ben suçsuzdum oysa ki, hayatın acı tarafını küçücükken öğrenmiş yapayalnız kalmaya mahkum edilmiştim.
Bunların hiç birini hak etmemiştim.
Saçlarımı zorla kestikleri gün nasıl suçsuzsam, okula gitmek istediğim için dayak yediğim günde suçsuzdum.
Korkularım öylesine büyüktü ki yıkamıyor, en ufak bir darbede altında kalmaktan korkuyordum.
Şimdi de, korkumun üzerine cesaret alarak attığım bu küçük adım sonum olur mu diye düşünüyordum?
~
Perşembe:
Saçlarımdaki tarağı aşağıya doğru çekerken, daha fazla uğraşmadan kenara bırakmıştım. Üzerime giydiğim siyah belden oturtmalı elbise, ne çok abartı ne de çok sadeydi. Kalabalığa çıkacağım için oldukça stresli bir haldeydim, dış görünüşümün de göze batmaması için çabalamıştım.
Tamamen hazır bir şekilde odadan çıkarken, Yavuz çoktan kapıya bir araba göndermişti. Yengemle amcam en önden çıkarken bende arkalarından yürümeye başlamıştım. Araba sokakların arasından hızlı hızlı geçerken kısa bir süre sonra Karadağ Konağının önünde durmuştuk.
Konağın açık kapısından teker teker girerken kalabalık bizi karşılamıştı. Büyük avluda çocuklar koşturuyor, yüksek sesler etrafta yankılanıyordu. Bir kaç görevli yanımıza geldi.
"Hoş gelmişsiniz, erkekler büyük salonda, kadınlar da buradaki salonda."
Amcam üst kata çıkarken, yengemle birlikte bu katta olan salona doğru yürümeye başladık. İçeriye attığımız adımla birlikte herkesin gözü bizi bulmuştu.
Bir sürü kadın vardı, kalabalıktı.
"Yengem gelmiş."
Mihrimah hızlıca yanıma gelirken, sıkı sıkı sarılmıştı. Aynı şekilde karşılık verdim.
"Hoş geldiniz Narin Hanım."
"Hoş bulduk kızım."
Yengem Mihrimah'la selamlaştıktan sonra içeriye iyice girerek herkesle toplu bir şekilde selamlaşmıştı. Tahmin ettiğim kadarıyla buradaki kadınların çoğu akrabalarıydı.
Baş köşede oturan Heja Hanıma doğru yürüdüm ilk olarak. Elini tutarak öpüp başıma koydum.
"Hoş gelmişsin, keça min." (kızım)
Gülümseyerek kafamı salladım.
"Hoş buldum, Heja daye."
(babaanne)
Memnun bir şekilde yüzüme bakarken o, yan tarafa dönerek Zümrüt Hanıma doğru ilerlemiştim. Elini öpmeme izin vermezse diye ufak bir korku yaşarken elini elimin arasına almıştım. Bir şey söylemedi, sadece ağırca kafasını salladı. Yavuz'un halaları ve teyzeleri ile de tanışarak kenardaki boş yere Berivan'ın yanına oturmuştum.
"Hoş geldin canım, nasılsın?"
Olan şeyleri duymuş gibi sormuştu nasıl olduğumu, elimi tutan elini sıktım hafifçe. İyiydim.
"Hoş buldum, iyiyim çok şükür."
Kucağındaki Aras'ın yanağını okşadım hafifçe.
"Beni bırak, sen nasılsın asıl?"
Kollarının arasındaki bedeni bana uzatırken itiraz etmeden hemen kollarımın arasına almıştım. Bu hayatta belki de asla kendi evladımı kucağıma alıp koklayamayacak, karnımda bir canı taşıyamayacaktım.
Hayatın ne getirip ne götürdüğünü bilemiyorduk, arkamda bir evlat bırakacak olmanın düşüncesi bile çok ağırdı. Yaşadığım şeyleri yaşamasını göze alamazdım.
Gözleri fıldır fıldır etrafı izlerken, yattığı yerden doğrulmak ister gibi hareketler yapıyordu. Daha bir kaç aylıktı oysa ki, gülümseyerek boşta olan elimle küçük elini tutarak okşamaya başladım.
Ara sıra konu bizim yaklaşan düğünümüze gelmiş olsa da genel olarak sakinlerdi. Yarım saat kadar öylece kucağımdaki Aras'ı izleyerek vakit geçirmiştim.
"Ben bir Miraç'ın yanına gidip geleceğim Evin, istersen sende gel avluda turlamış olursun. Sıkılma burada tek başına."
Yerinden kalkan Berivan ile bende oturduğum yerden kalkmıştım. O önümden hızlı bir şekilde merdivenleri çıkarken ben, avludaki boş sedire oturarak top oynayan iki küçük çocuğu izlemeye başlamıştım. Biri kız biri erkekti.
Gözleri ara ara beni bulurken, saçındaki tokası neredeyse çözülen 6-7 yaşlarındaki kız merakla yanıma gelmişti. Çok güzeldi.
"Sen kimsin?"
Üzerinde pembe bir elbise vardı, fakat koşup oynamasına engel oluyor gibi durmuyordu. Hala bir cevap beklediğini görürken, hafifçe gülümsemiştim.
"Ben Evin, sen?"
Ne yazık ki Yavuz'un karısı olacak kadın demeye dilim varmamıştı. Küçük kızın merakı geçmezken, daha kısık bir sesle eklemeyi tercih etmiştim.
"Yavuz'un evleneceği kişiyim."
Az önceki bakışları son cümlemle son bulurken gözleri parıldamaya başlamıştı. Yanımdaki boşluğa oturdu heyecanla.
"Elif benim adım. Yavuz abim seninle mi evlenecek şimdi?"
Bir defa kafamı salladım, tokasından firar edip yüzüne dağılan saçlarını geriye ittirmeye çalışıyordu.
"Ben Yavuz abimi çok seviyorum hep benimle oyun oynuyor, sende onu seversin değil mi? Hem benimle de oynar mısın?"
Kucağımdaki mırıldanan Aras'ın elini tutarak ufak bir öpücük bırakırken, şaşkın bakışlar atıyordum. Tahmin ettiğimden daha konuşkan çıkmıştı ve zeki bir kıza benziyordu. İlk sorusunu es geçerek ufak bir duraksamanın ardından konuşmuştum.
"Tabi ki oynarım."
Diğer kadınlara göre bir tık daha genç olan Yavuz'un teyzesinin kızı olduğunu düşünüyordum Elif'in.
"Elif, hadi gelsene."
Diğer çocuk elindeki topla onu beklerken Elif gülümseyerek yerinden kalkarak gitmişti. Onların oyunlarını seyrederken, konağın büyük kapısı açıldı.
Bakışlarım ilk olarak tanımadığım kişiyi bulurken, onun hemen arkasından fazlasıyla tanıdık olan surat girmişti. Üzerinde bugünde siyah bir gömlekle, takım vardı.
"Gelir gelmez, çarşıyı iyi gezdin."
Önündeki adamın omzunu eliyle sıkarken, gülüştüklerini görmüştüm.
"Özlemişim abi, ne yapayım?"
Yavuz onun bu haline alayla bakmaya devam ederken bakışlarını benim olduğum tarafa çevirmişti.
Beni bulan gözlerini de sonradan adımları takip etmişti. Yanında yürüyen kişinin artık kim olduğunu biliyordum. Oturduğum yerden yavaşça ayağa kalktım.
"Yeni yengem mi?"
Yavuz'a ithafen sorduğu sorusunun cevabını bakışlarımızdan anlamış olacak ki elini uzatmıştı. Aras'ı tek elimde sıkı sıkıya tutarken, diğerini bende uzattım.
"İsteme anınızı da görmek isterdim ama maalesef olmadı yengem, bir ara yeniden tekrarlar mısınız benim için?"
"Boran!"
Yavuz'un ikazı onu güldürürken, az öncekine nazaran daha ciddi bir sesle konuşmuştu.
"Ben Boran, memnun oldum."
Kafamı sallayarak dudaklarımı araladım.
"Evin bende, bu arada hoş geldin."
Teşekkür ettikten sonra Aras'ın uyuklamaya başlamasıyla da dalga geçmeyi unutmamıştı.
"Sabahtan beri hep uyuyor bu çocukta."
Yanı başımda dikilen Yavuz bir kaç adım atarak daha da yaklaşmıştı bana, aramızda 10-15 cm fark vardı ve bu fark onun eğilmesine sebep oluyordu.
Parmaklarının tersini Aras'ın yüzünde gezdirdi yavaşça, kokusu aldığım her solukta içime dolarken gözlerimi anlık bir hataya düşerek yüzüne çevirme gafletinde bulunmuştum. Aras'ta olan koyu hareleri yaptığım şeyi hisseder gibi aniden yeşillerimi bulurken, yüzünün de fazla yakınımda olduğunu fark ettim.
Ufak bir afallamanın ardından hızlıca kendimi toparlayarak tüm dikkatimi yeniden Aras'a vermiştim.
"Uyuyacak tabi, uyusun ki büyüsün."
Yavuz'un dudaklarından çıkan kelimelerle birlikte Boran bir süre gülmüş ardından yönünü merdivenlere çevirmişti.
"Yeniden tanıştığımıza memnun oldum yenge, ben şimdi yukarıya çıkıyorum sonra görüşürüz."
Boran uzaklaşırken, bu seferde Elif yanımıza gelmişti. Yukarıya kaldırdığı başıyla, utangaç bir şekilde bize bakıyordu.
"Yavuz abi?"
İşittiği sesle birlikte küçük kızı farketmişti Yavuz. Sert bakışları bir anda yok olurken, herkesin korktuğu iri bedeniyle birlikte diz çökmüştü. Elif'in tam karşısında durarak küçük ellerini tuttu.
"Küçük cadı, nasılsın?"
Dağılan saçlarına bir öpücük kondururken, Elif'te kollarını Yavuz'a sarmıştı.
"İyiyim, top oynuyorduk Can'la ama içeriye girdi."
Yerinden doğrulmadan önce Elif'i kucağına almıştı.
"Bırak şimdi Can'ı."
Yavuz'un bu hali komiğime giderken dudaklarım kenara kıvrılmıştı.
"Yaa ama Yavuz abi, oyun oynayacaktık biz Can'la."
Küçücük kızla ciddi ciddi inatlaşıyordu.
"O Can'ın kulaklarını çekme vaktim gelmiş anlaşılan."
Elif onun bu tavrını umursamazken, kucağımda gözlerini kapatan Aras'a dönmüştüm ben. Cidden uyumuştu.
"Berivan nerede?"
Yavuz bakışlarını Aras'tan çekerken, sorusunu cevapladım.
"Miraç abinin yanına gitti."
Yeniden sedire oturmayı planlarken, Yavuz kucağındaki Elif'in kulağına bir şeyler fısıldayıp yere bırakmıştı. Küçük kız heyecanla salona doğru koşarken o bu seferde bana dönmüştü.
"Gel bakalım."
Merdivenleri işaret ediyordu, onaylayarak yürümeye başladım. Üst kattaki koridorun en sonundaki kapısı kapalı olan odanın önüne gelene kadar yürümüştük. Kapıyı açmadan önce kafasını omuz hizasında bana çevirdi.
Aramızdaki kısa süreli oluşan sessizliği kapıyı açarak bozmuştu. Gözlerimi içeriye çevirdim. Oldukça ferah ve geniş bir odaydı.
Duvarları açık renk olan odanın boş duvarında büyükçe bir televizyon, karşısında ise seçtiğim yatak duruyordu. Köşede makyaj masası, camın önünde de bir koltuk vardı. Balkon kapısının dışında, 2 kapının daha olduğu güzel bir odaydı.
İçeriye girmem için elini öne uzattı Yavuz.
"Yatır istersen yatağa."
İçimdeki garip his yeniden kendisini belli ederken, siyah örtüyle kaplı olan yatağın üzerine eğilerek Aras'ı tam ortasına bıraktım. Daha küçüktü sağına soluna bu yüzden dönemezdi, ama yine de yanlarına iki büyük yastık alarak koymayı ihmal etmemiştim.
Yatağın üzerinden doğrulurken, odanın fazlasıyla Yavuz koktuğunu da farketmiştim.
Gözlerimi ona çevirdim, kapısı olmayan yeri gösteriyordu. Şaşkınlığımı gizleyemeyen bir halde baktığıma emindim, giyinme odası olmak için çok büyüktü burası. Duvarın 3 tarafı dolaplarla kaplıyken, boş olan tarafa bir şifonyerle boy aynası koyulmuştu. Renklerin birbiriyle yakaladığı uyum çok refahtı. Odanın içindeki düzen gibi burasını da beğenmiştim. Yanımda sessizce duran bedene bir açıklama yapmadan giyinme odasından çıkarak diğer kapıya ilerledim bu seferde. Kapıyı açar açmaz gözlerim pahalılık kokan banyonun içerisinde gezinmişti hızlıca.
Açık kahve tonlarının hakim olduğu banyonun duvarlarının bazı kısımları ahşaplarla süslenmişti. Kapının tam yan tarafında ahşapların sarmaladığı bir duşa kabin vardı, fakat camı tamamıyla şeffaftı. Bu detay sebepsizce utanmamı sağlarken gözlerimi duşa kabinin tam karşısında kalan jakuziye çevirmiştim. Yavuz anladığım kadarıyla fazlasıyla rahatlığına düşkündü. Lavabonun aynasının önünde bulunan rafta da ona ait bir kaç bakım ürünü vardı.
"İçine sinmeyen bir şey olursa değiştiririz."
Arkamda duran bedenini kapının kenarına yaslamıştı, ona nazaran daha çok banyonun içerisindeydim ben.
"Hayır, her şey çok güzel."
Duşa kabinin camını söyleyip söylememede gidip gelmiştim kısa süreli. Fazla rahat bir ortamdı.
"Sor bekliyorum."
Gözlerimi kabinden çekerek ona çevirdim, bir şey de gözünden kaçsa olmuyordu. İtiraz ettim.
"Bir şey sormayacaktım."
Kapıya yasladığı bedenini dikleştirerek ceplerine koyduğu elleriyle bir kaç adımda yanıma gelmişti. Aramızdaki mesafenin azalması, kanımdaki adrenalinin yükselmesine sebebiyet veriyordu. Kişisel alan sınırlarımın içine her defasında sorgusuz sualsiz giriyor, aklımla oynamaya çalışıyordu.
Aldığım her solukta buram buram onun kokusunu alırken, neden böylesine yakınlaştığını düşünüyordum.
"Dinliyorum."
Boğazıma dolanan şey her ne ise, sesimin çıkmasına engel oluyor gibiydi. Hafifçe öksürerek biraz geriye çektim kendimi, konuşabilmem için bu fazlasıyla gerekliydi.
"Duşa kabinin camı... değişse olmaz mı?"
Sözlerimle gözlerini yanımızda duran kabine çevirerek kısa bir bakış atmıştı, tam olarak ne düşündüğünü anlayamıyordum. Dilini üst damağına vurarak cıklamıştı ilk önce. Kahveleri gözlerimi yeniden yakalayınca dudaklarını da aralamıştı.
"Çok uğraştırır, gerek yok bence."
Sanki kendisi değiştirecekti? Aklından neler geçiriyordu şu anlık tahmin etmek istemiyordum. Kafamı salladım.
"Her neyse ben Aras'a bakayım bir."
Planım yanından geçip gitmek ve kocaman olmasına rağmen bir anda küçüldüğünü hissettiğim banyodan kendimi çıkartmaktı, fakat işler istediğim gibi gitmemişti. Yanındaki bedenimi bileğime sardığı iri eli ile kavrayarak durdurmuş, kendisine doğru yaklaşmam için hafifçe de çekmişti.
"Kaçma artık Evin..."
Sarfettiği kelimeler zihnimde bir sürü şimşek çakarken, yeşillerimi de ondan kaçırmıştım. Metrelerce yukarıya çıktıktan sonra yere çakılmaktan korkuyordum ben, sevginin bile ne olduğunu doğru dürüst bilmiyorken, aşık olmayı istemiyordum. Bunu kendime yapamazdım. Saygı her zaman olurdu ama aşk... Benim için imkansız bir yoldu.
"Kaçmıyorum."
Kolumu bırakması için hafifçe çekmiştim, bırakmadı. Burnu saçlarımın biraz uzağında duruyordu, verdiği soluklar alnıma çarpıyor, kendisini sanki yeteri kadar yakınımda değilmiş gibi daha da hissettirerek gözüme sokuyordu.
Dudakları kıvrıldı yavaşça, ama bu esnada bile bakışlarındaki sertlik yerini korumuştu.
"Evet, kaçmıyorsun."
Alaycı tavrı kendimi rahatsız hissetmemi sağlarken, elini bileğimden çekmişti. Stresten atışı hızlanan kalbime bir türlü engel olamazken, hızlıca kapıdan çıkarak yatakta uyuyan Aras'ın yanına geçmiştim. Hala uyuyordu, bu halini fırsat bilerek, birazcıkta Yavuz'a güvenerek konuşmadan yatak odasından çıktım.
Doğru dürüst ciğerlerime nefes alamayışımdan kaynaklı, mideme kramplar girerken sakin olmaya çalışarak koridordaki boş duvara sırtımı yaslamıştım. Şu anda bile çoğu zaman zorlanırken, evlendikten sonra nasıl üstesinden gelirdim böyle şeylerin bilemiyordum. Zihnim iyiden iyiye daha da karışırken, duvara yasladığım bedenimi doğrultarak yürümeye başladım. Aşağıdaki yokluğum göze batmadan insem iyi olurdu. Merdivene attığım her adımda bacaklarım titrerken, heyecandan üşüyen ellerimi üzerimdeki elbisenin kumaşına sürtüyordum.
Yavuz'un yanından kaçıp, kendimi aşağıya inerek asıl ateşin içine attığımı bilmeden yürümeye devam ettim.
"İmam nikahınızı ne yapacaksınız?"
Yanında oturduğum Heja dayenin fısıltılı sözleriyle bakışlarımı tamamen ona çevirdim.
"Bilmiyorum, Yavuz'la konuşmadık daha hiç Heja daye."
Kafasını sallamış, ardından dudaklarını yeniden aralamıştı.
"Etraf sakinleşsin sorarım ben ona, düğüne zaten şurada kaç gün kaldı ki."
Haklıydı, 3 gün sonra kına 4 gün sonra da düğün yapılacaktı. Buna hazır olmadığım fazlasıyla belli oluyordu lakin bir şeyler yapamıyordum. Evin Şahmaran olarak adım attığım bu evde, 18 Mart itibariyle bir Karadağ'lı olarak yaşamaya başlayacaktım.
Bana zindan olan o evden kurtulmak için büyük bir şans olduğunu düşünebilirdim eğer herkesin kartları açık olsaydı, ama bundan sonraki gelecek olan her adım yanında sebepsiz bir korkuyu da beraberinde getiriyordu.
~
2 gün sonra:
Koyu saçlarımın üzerine beyaz şalı örterken, titreyen ellerime engel olamıyordum. Bir kaç dakika sonra Yavuz ile Allah katında karı koca olacaktık, nasıl hissetmem gerektiğine bir türlü karar veremiyordum.
Şalım gibi beyaz olan bedenimi tamamıyla kapatan elbiseyi düzeltip yerimden kalktığım esnada, odanın kapısı tıklatılarak açılmıştı. Berivan'dı gelen.
"Hazır mısın canım?"
Derin bir iç çekerken, gözlerimi ona çevirmiştim.
"Sanırım hazırım."
Ne stresim onun gözünden kaçtı, ne de titreyen ellerim. Bir kaç adımda yanıma yaklaşarak buz gibi olan ellerimi ellerinin arasına almıştı. Gözlerindeki samimiyete inandırmak istiyordum kendimi.
"Heyecanlı olman normal, hatta korkuyor da olabilirsin ama emin ol attığın bu adımdan sonra her şey çok daha güzel olabilir."
Kafamı sallarken, dolu dolu olan gözlerimle yüzüne baktım.
"Yalnız hissediyorum kendimi."
Yüzüne bir hüzün çökerken, kollarıyla sarmıştı bedenimi. İtirafıma şaşırmadı, garipsemedi.
"Bundan sonra yalnız değilsin, seninle elti değil iki kız kardeş olacağız biz. Zor zamanımızda kol kanat gereceğiz Evin, ben varım artık yanında."
Öylece duran kollarımı bende ona sardım, içime dolan mutluluk sıkıntımı bir nebze de olsa azaltmıştı. Tek başıma oradan oraya savrulup durduğum bu hayatta artık birilerinin yanımda olduğunu duymak ve hissetmek umudunu yitiren duygularımı yeniden yeşertiyordu.
"Sözlerinin benim için nasıl büyük şeyler ifade ettiğini anlatamam Berivan, teşekkür ederim. İyi ki seni tanıma şansını yakaladım."
Ağlamamak için direndiğimi gördüğünden kendisini hafifçe geriye çekti.
"Gel hadi, salonda bizi bekliyor."
Derin bir nefes alarak, Berivan'la birlikte Yavuz'la bana ait olan odadan çıktık. İmam nikahını Karadağ konağında kıymaya karar vermişlerdi, ve herkes hazır bir şekilde bizi bekliyordu. Attığım her adımda, aldığım her solukta nabzımın atışı daha da şiddetleniyor, bedenim garipçe karıncalanıyordu.
Yere konulan büyük minderlere dizlerimin üzerine otururken gözlerimi karşımdaki minderde oturan Yavuz'a çevirmiştim. Bugün siyah gömlek yerine beyaz giyinmeyi tercih etmişti. Onun biraz uzağında Miraç abi otururken, benim yanıma da Berivan oturmuştu. Aile büyükleri tahminimce büyük salondaydılar.
Karşımızda duran hoca hazır olduğumuzu anlayarak konuşmaya başladı. Gözleri ilk olarak beni buldu.
"Mehir ne istiyorsun kızım?"
Sorusuyla birlikte şaşkın bir bakış atmıştım, bir şey istemiyordum ki. Ağzımı açıp bunu dile getirecekken Yavuz daha erken davranmıştı.
"Ev ve araba."
Söylediği şeyle kaşlarım havaya kalkarken, gözlerimi hemen gözlerine çevirmiştim.
"Hayır, çok fazla bu olmaz."
İtirazımı dinlemiş fakat bir hamlede bulunmamıştı. Sadece gözlerini kapatıp açtı, güven vermek istiyormuş gibi. Hocanın yeniden konuşmaya başlaması ile susmak zorunda kalmıştım. Ettiği her duada içime dolan huzuru iliklerime kadar hissediyor, ferahlıyordum.
"Evin, Yavuz'u eşin olarak kabul ettin mi?"
Üç kez sorduğu soruyu titreyen gözlerimi yere sabitlerken, dudaklarımı aralayarak cevap verdim.
"Kabul ettim."
Gözlerine çevirdim gözlerimi. Kahveleri yeşillerimi kendisine tutsak etmiş gibiydi, bırakmadı, bırakmama da müsaade etmedi.
"Yavuz, Evin'i eşin olarak kabul ettin mi?"
Suratındaki ifadenin tam olarak ne anlama geldiğini bilemeyerek baktım ona.
"Kabul ettim."
Sert sesi içimi titretti. Bakışlarındaki hakimiyeti hissettim. Üçüncü kez sordu hoca.
"Kabul ettin mi?"
Nefes almayı bırakmış gibi dikkatle inceliyordum suratını, bunu neden yaptığıma dair bir fikrim de yoktu halbuki.
"Kabul ettim."
Bir sözden ziyade, yemin gibi dökülmüştü dudaklarının arasından kelimeler. Öylesine emin ve netti.
Hocanın yeniden konuşup her şeyi tamamlaması ile Allah katında karı koca olmuştuk.
"Allah bir yastıkta kocatsın, yuvanızdan huzur eksik olmasın."
Parmağımdaki yüzük kendisini bana hatırlatırken, herkesin ayaklanması ile zorlukla bende ayağa kalktım. Bana sarılıp tebrik eden Berivan'a, sonrasında ise Miraç abinin tebriklerine karşılık vermiştim. Aynı şekilde Yavuz'da ikisiyle konuştuktan sonra, hepsi odadan çıkarak bizi yalnız bırakmışlardı.
Saçlarımın gerisine kaymaya başlayan şalı tutup düzeltecekken, karşımda duran beden daha erken davranarak şalı yakalayıp, düzeltmişti.
Dini olarak nikahımız kıyılmıştı, ve ben böyle bir şeyden sonra ne konuşulur bilmiyordum.
"Eger tu yaminbi kes nikare rajiye ji destemin." – Eğer sen benimsen kimse elimden alamaz –
Onun sesinden duyduğum cümleyle nutkum tutulmuş gibiydi. İlk defa Kürtçe konuştuğuna şahit oluyordum ve söylediği şeyin anlamı zihnimi çoktan meşgul etmeye başlamıştı. Onun bu tepkisine nasıl karşılık vereceğimden emin değildim.
Elini pantolonun cebine sokarak geri çıkardı, avuçlarının içinde küçük bir kutu vardı. Odanın içinde sadece nefes alışımızın sesi yankılanırken, parmaklarının sarmaladığı kutunun kapağını açmıştı. Gözlerimi eline indirdiğimde beni bir kolye karşılamıştı. Kutudan çıkarıp uçlarını tutarak görmemi sağladı. Karagül...
Zincirin ucunda oldukça zarif bir karagül vardı. Herkeste olduğu gibi Halfeti denilince benim de aklıma hep karagül gelirdi. Onun eşsiz hikayesi, daha küçük bir çocukken annemden dinlediğim en güzel masalım olmuştu benim.
Ölümü ve bu dünyadan göçüp gitmeyi simgelediği gibi, aynı zamanda gücün sembolü olarakta görülürdü. Bu yüzden siyah gülün anlamı ayrıca cesaret ve direnci de içeriyordu. Siyah genellikle hüznü, yası, umutsuzluğu simgeliyor olsa da gül, kara sevdayı, vazgeçilmez aşkı, aşıkların birbirlerine verdikleri sözleri adeta birbirine mühürlüyordu.
Karagülün şeytanın gülü olduğunu iddia eden bir efsane daha vardı buralarda. İnanışa göre karagül, şeytanın gülüydü ve kimse ona dokunamazdı. Ancak karagül bir gün bir kıza madalyon olarak gözüktüğünde, kız madalyonu sahibine vermek için eline almış, şeytanın gülüne dokundu diye de halk tarafından cadı ilan edilmişti.
Böylesine özel anlamı olan bir çiçeğin simgelediği kolyeyi öylesine almış olduğunu düşünmüyordum.
"Karagül..."
Dedim kısılan sesimle. Kahveleri uzunca yüzümde dolaştı, konuşmadı. Yüzümün iki yanından uzattığı elleriyle kolyeyi takmak üzere yaklaşmıştı bana. Kolları tarafından hapsedilirken, parmakları tenime temas ediyordu.
Yüzümün hizasında duran yüzüne bakmak için kafamı hafifçe yukarıya kaldırdım, beni hissederek o da bana çevirdi gözlerini. Her zamanki sert duruşundan yine ödün vermiyor, tebessüm ederken bile gözlerinin içi büyük yangınlara ev sahipliği yapıyordu. Elim boynuma taktığı kolyenin üzerine giderken, yıllar sonra bu güle bu şekilde sahip olmak iyi hissettirmişti.
"Çok güzel bu, teşekkür ederim."
Kafasını ağırca salladı. Nikah esnasında beni dinlemediği bir diğer konuyu hatırlayarak, dudaklarımı yeniden araladım.
"Mehir için söylediğin şeyler... çok fazlalar."
Sakalın süslediği kemikli yüzünde mimik oynamamıştı, yukarıdan attığı bakışlarıyla kısa ve net bir cevap verdi.
"Değiller."
Onu tam olarak tanımıyordum fakat bazı ufak tepkilerini çözmüştüm. Kendisi bir konuyu kapatıyorsa, açılmasına izin vermiyor, soru sordurtmuyordu.
Keskin tavrıyla birlikte yeniden aralamak istediğim dudaklarım birbirine mühürlenmiş gibi açılmamıştı bir daha.
"Gel hadi, içeriye geçelim."
İçinde sıkıştığım karmaşadan beni kurtarmıştı teklifi, kafamı sallayarak önü sıra yürümeye başladım. Salonun büyük kapısından girdiğimiz an hepsinin bakışları anlaşmış gibi bizi bulmuştu. Biraz heyecanlı, birazcıkta stresliydim.
Baş köşedeki koltukta oturan Heja hanıma kaydı gözlerim ilk olarak. Elini hafifçe kaldırmış öpmemizi bekliyordu, yanına yaklaştım. Ellerini ellerimin arasına alarak dudaklarıma bastırıp alnıma koydum.
"Hep mutlu olun keça min, yuvanız huzurla dolsun."
Parıldayan gözlerine bakarak gülümsedim.
"Amin Heja daye."
Benim kenara çekilmemle Yavuz karşısına geçmiş, bende diğer koltukta oturan Mümtaz ağanın yanına ilerlemiştim. Uzattığı elini tutup öptüm. Salondakilerin duyamayacağı kadar sessiz, benim duyacağım kadar da sesli olan bir tonla konuşmuştu.
"Şu andan itibaren bir Karadağ'lı oldun sende keça min. Her zaman bir baba olarak arkanda olduğumu bilesin."
Her zaman bir baba olarak arkanda olduğumu bilesin.
Kelimeleri bir defa da zihnimde kendisini tekrarlarken, gözlerim dolmaya başlamıştı. Baba... hasret kalıp, özlediğim bir hissiyattı. Amcamlardan dahi görmediğim şeyleri, bana vermeye çalışıp, duyguları hissettirme çabaları, hoşuma gittiği kadar zoruma da gidiyordu.
Konuşacak gücü kendimde bulamazken, kafamı ağırca salladım. Bakışlarımdaki şeyleri anlamış gibi elini omzuma koyarak hafifçe sıkmıştı. Elini çekmesiyle biraz uzağında kalan amcama çevirmiştim bu seferde bakışlarımı.
Gözleri düşmanına dahi olsa böylesine öfkeyle, iğrenerek bakamazdı. Kırgın bakışlarımı ondan çekmeden bir kaç adımda yanına yaklaştım. Uzattığı elini tutmak istemezken, dikkat çekmeme adına hızlıca öpüp alnıma koymuştum.
Sıradaki kişi Zümrüt hanımdı. İstemsizce korka korka ona dönmüştüm, bakışlarından pek ne düşündüğü anlaşılmıyordu. Elini uzattı ağırca.
Aynı şekilde öpüp alnıma koydum. Yavuz'u anımsatan gözlerini gözlerime çevirirken, dudaklarına ufacık bir tebessümün yerleştiğini görmüş fakat oldukça kısa sürdüğü için doğru olup olmadığına emin olamamıştım. Odadaki diğer kişilerin de elini öptükten sonra boş olan bir yere oturmuştuk.
İçinde olduğum bu konak, birkaç dakika önce kıyılan nikahtan sonra benim de bir yuvam olmuştu artık. Yeni bir ev, yeni bir aile...
Saatler birbirini kovalarken, Yavuz'un sözleriyle birlikte evden çıkmıştık. Nereye gittiğimizi her zaman olduğu gibi yine söylememiş, sadece beklemem gerektiğini belirtmişti. Arabanın geçtiği yerler yavaş yavaş tanıdık gelmeye başlarken, gideceğimiz yerin neresi olduğunu anlamış, gerçekten bunu düşünerek bir hamlede bulunmasına şaşırmıştım.
"Mezarlığa mı gidiyoruz?"
Çocuksu bir heyecanla sorduğum soru yüzüne ufak bir gülümsemenin yayılmasını sağlarken, yanıtsız bırakmamıştı beni.
"Evet, öpülecek iki elimiz daha kaldı."
Kulaklarımı dolduran sesi, gözlerimin sızlamasına neden olmuştu. Benim için değerli olan şeylere, aynı ciddiyetle yaklaşması çok özeldi.
"Gerçekten mi?"
Heyacanımı maruz gördü.
"Gerçekten."
Yolun geri kalanında sadece bugün yanımda annemle babamın da olmasının nasıl güzel olacağının hayalini kurup, imkansız bir umudun beni mutlu etmesine izin vermiştim. Araba durdu, birlikte inerek yürümeye başladık.
Susuz kalan bir ağacın suyla olan buluşması, annesine muhtaç kalan bebeğin kavuşma anı, güneşin aysız, ayın da güneşsiz yapamayacağı gibi.
Öyle çok özlemiştim. Sevgileri kalbimi ayakta tutan tek şeydi.
"Annem, babam..."
Fısıltım dudaklarımın arasından kaçarken, ikisinin mezarının ortasındaki yere oturmuştum. İki elimde ikisinin toprağının üzerinde gezinirken, avuçlarımın arasına almıştım.
"Ben geldim... özlediniz mi beni?"
Yanıt alamayışım her defasında canımı biraz daha yakıyordu, fakat onları üzmemek için konuşmaya devam ediyor, ağlamamak için çabalıyordum.
"Sizi çok özledim ben, o kadar çok özledim ki... Her gece belki rüyamda size sarılabilirim diye dua ederek uyuyorum, gelmiyorsunuz... Ama ben yanımda olduğunuzu biliyorum."
Toprakları kurumuştu.
Topraklarına dahi sahip çıkmayı beceremiyordum.
"Biliyor musunuz, az önce dini nikahım kıyıldı. Artık evli sayılırım."
Bir hıçkırık dudaklarımın arasından kaçarken gülmeye çalışmıştım.
"Yokluğunuz o an canımı çok acıttı. İçim yandı."
Gücüm tükeniyordu sanki, sözlerimi bir türlü söyleyemiyordum. Göz yaşlarım yüzüme doğru akmaya devam ederken engel olmadım, kendim olamasam da onların özgür olmasına izin verdim.
Duyduğum adım seslerinin Yavuz'a ait olduğunu bildiğim için arkama dönmemiştim. Ben buraya gelirken, geleceğini söyleyerek yanımdan ayrılmıştı. Toprağa karışan suyun sesini duymamla kafamı ona çevirdim.
Dikkatli bir şekilde toprağın üzerine boşaltıyordu bidondaki suyu. İkisine de aynı şeyi yaptıktan sonra aynı ciddiyetle ne zaman getirdiğini görmediğim çiçekleri de üzerine koymuştu.
Ellerini birleştirdi...
Semaya açtı...
Gözleri mezarın üzerindeyken dua etmeye başladı.
Ruhuma bir şeyler aktı o an.
Kalbimin kırık dökük odalarının kilidini zorladı, canımı yakmadı.
Umut edebilmem için bana el uzattı.
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarsa çok sevinirim ✨
• Mehire az demeyin artık arkadaşlar aıqbsownspw 20 Milyonluk ev, araba mehir adı altında çokça büyük bir hediye zaten. Alınan her hediyeyi mehire bağlamayacak ya adam, bırakın doğrusu neyse öyle gitsin 🫠
• Düşüncelerinizi de merakla beklediğimi unutmayın lütfen 💖
• Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın 🫶🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ, AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYIN.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
16/03/2022
simaara 🖋 - düzenlendi -
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.21k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |