Merhabalarr 🌸💓✨🌿🐭
• • •
Bölüm Şarkıları: Aydilge & Birol Namoğlu / Parmak İzleri
"Ben beni tanımadan sen tanımaya kalkmasana."
William Shakespeare - Aşk ve Anlatı
⚫️
Karanlığın içinde kalmıştı benliğim. Dipteydi, en dipte. Sevilmeye muhtaçtım. Acıydı belki ama gerçekler hiçbir zaman benim için tatlı olmayı becerememişti. Anlaşılamamak, veyahut yanlış anlaşılmak... Belki sıradan bir yaşantım olsaydı bunlardan korkmazdım, ama şu an deli gibi korkuyordum. İnsanların benim hakkımda düşündüğü şeyler, yaptıkları yorumlar önemliydi. Kendime nasıl, onlara nasıldım.
Saatlerdir boş boş duvarı izleyip düşünmekten başka bir şey yapamıyordum. Dün yaşadığım şeyler oldukça fazlaydı kabullenmem için.
~
1 gün önce:
Toprağın içindeki avucum hareketini keserken onun bana uzattığı görünmez el tarafından dört bir yanımdan sarılmışım gibi hissetmiştim.
Bakışlarımı yüzünden çekemiyor, dikkatle onu izliyordum. Büyük ellerini yüzüne sürterek duasını bitirdi, düşünceli bir şekilde iki mezara baktı.
Dudakları kıpırdamadı ama konuştuğunu düşündüm, bakışları ile onlarla iletişim kurmuş gibi duruyordu. Hayatıma bir şey katmayan insanlar tarafından büyük darbeler yemeye alışkındım fakat benim için çabalayan birisinin sonrasında yapacağı şeylere dayanabilir miydim emin değildim.
Güven bir kere kaybedilince yerine gelmiyor, insan gönlünden düşeni yeniden sevemiyordu. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım, avucumdaki toprağı silkeledim.
İçimdeki garip his yeniden baş gösterirken, yerimden doğrulmayı tercih etmiştim. Şu saniyeden sonra ona karşı ılımlı olmaya çalışmayı düşünüyordum, en azından bunu yapmak zorundaymışım gibi geliyordu.
Muhtemelen ağladığım için suratım ve gözlerim kızarmıştı ama umursamadım, yanına adımladım bakışlarının altında.
"Sana yeniden teşekkür etmem gerekiyor sanırım."
Kahveleri gözlerimi uzun uzun izledikten sonra hafifçe kısılmıştı.
"Hayır, teşekkür etmen için yapmadım sonuçta."
Saçlarımın üzerindeki şal arkaya kaydığı için saçlarım yüzümün yanlarına dağılmıştı. Elimle düzeltirken, hala gözlerinden kopamamıştım.
"Öpecek bir elimiz daha var, gidelim mi?"
Kimi kastettiğini anlamıştım, gülümseyerek kafamı salladım. Annemle, babama el salladıktan sonra mezarlığın çıkışına doğru yürümeye başladım. Arabaya bindikten sonra da hemen yola çıkmıştık.
Bir süre sonra hastaneye varmış, arabadan inip yan yana yürüyerek ilerlemeye başlamıştık. Anneannemin yüzüne yayılacak olan gülümsemeyi düşünmek daha onu görmeden mutlu olmamı sağlıyordu. Asansörün gelmesiyle içine binip, çıkacağımız katın numarasının olduğu düğmeye bastı.
İçeride sessizlik her saniye biraz daha tehlikeli bir hal alırken, asansör ineceğimiz kata gelerek kapılarını açmıştı.
"Geç bakalım."
Önüne geçerek yürümeye başladım, adımları arkamdan geliyordu.
Havaya kaldırdığım elimi kapıya tıklatırken aynı zamanda heyecanlıydım. Kapıyı yavaşça aralarken görüş açıma anneannem girdi. Karşısındaki duvarda bulunan televizyona bakıyordu yorgun yorgun. Geldiğimizi farketti ve suratına yorgunluğuna rağmen güzel bir gülümseme yayıldı.
"Biz geldik."
Neşeli tutmaya çalıştığım sesimle yanına yaklaştım iyice. Ellerini öne doğru uzatıyordu tutmam için.
"Evin'im."
Hamlesine hemen karşılık vererek, yanına sokuldum.
"Elini öpmeye geldik."
Derken gözlerini merakla kısmıştı, anlamaya çalışıyordu.
"İmam nikahımız kıyıldı."
Açıklamamla bakışları benden Yavuz'a dönmüştü. Sağ gözünden bir damla aktı usulca.
"Sen büyüdün de yuvanı mı kurdun şimdi?"
Dudaklarımı zorla kıvırarak kafamı salladım. Böyle anlarda ağlamadan durmak oldukça zordu.
"Benim güzel gözlüm."
Kafamı omzuna yaslarken ellerini gücünün yettiğince sarmıştı etrafıma.
"Anneannem."
Saçlarıma minik bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekilerek bende elini öptüm, sonrasında alnıma değdirdim. Biraz uzağımızda duran Yavuz'da yanımıza gelmişti. Geri çekilmemle, hafifçe eğilerek o da anneannemin elini öperek alnına koydu.
"Emanete ihanet etmezsin değil?"
Sesi aramıza sızarken, Yavuz'un bakışları yumuşamış kafasını güven vermek istercesine sallamıştı. Aralarında kısa bir bakışma oldu.
Anneannem elini yanında bulunan küçük çekmeceye uzatmaya çalışınca ona yardım ettim, ufak bir çanta vardı içinde.
"Ver bakayım, keça min."
Çantanın fermuarını açtıktan sonra kısa bir arayışın ardından altın ince bir bileklik çıkarmıştı. Gördüğüm bileklikle zihnim eskileri bir film şeridi misali gözlerimin önüne sererken, boğazım düğüm düğüm olmuştu.
"Bu..."
Çantayı geri bırakırken tek eliyle tuttuğu bilekliği boştaki eliyle okşamıştı. Kafasını salladı, söyleyemediğim sözlerimi anlamıştı.
"Avşin'im çok severdi bunu."
Bölük pörçük hatırladığım anıların arasında annemin kolunda asla çıkarmaya kıyamadığı bilekliği vardı hep. Ondan bir parçaydı adeta. Titreyen elleriyle bileğime takamayacağını anlamış olacak ki, gözleri Yavuz'u buldu.
"Tak bakalım."
"Ben ya.."
Konuşmama fırsat vermeden aldığı bilekliği bileğime takmıştı Yavuz. Parmak uçları uzaklaşmadan önce bilekliğin üzerindeki küçük taşın üzerinde dolaşmıştı. Ağırca tenimden çekti elini.
Gözlerimi bileğime çevirdim küçük taşı oldukça sadeydi ama anlamı çok özel ve büyüktü.
"Bunun durduğunu bilmiyordum."
Dedim içimde tüten hasretin yansıdığı ses tonumla.
"Kazadan sonra sadece bu kaldı."
Omzumdaki yükler artık çok ağır geliyordu bana, taşıyamadıkça biraz daha altında eziliyordum.
"Teşekkür ederim... bunu hatırlıyorum."
Anneannem hala kendisini suçlu hissediyordu, bakışları fazlasıyla onun bu halini ele veriyordu. Gözlerini mahçup bir şekilde benden çekti, diğer tarafa çevirdi.
20 dakikanın sonunda da uyuyakaldı, üzerindeki örtüyü düzelttikten sonra odadan çıktık.
Mutlu oluşumu inkar edemezdim, ama aynı zamanda içimde bir burukluk vardı. Yanımda yürüyen adamın yüzünü görmek için hafifçe kafamı kaldırdım.
"Her şey için sağ ol."
Teşekkür etmekten başka bir şey yapamıyor, her an birazcık daha düşünceleriyle mahçup oluyor gibi hissediyordum. Kimse beni bu kadar düşünmemişti, ben bile belki...
"Yürümek ister misin?"
Hastanenin önündeki aracına binmek yerine böyle bir teklif sunmuştu, kafamı sallayarak onayladım.
"Olur."
Hastanenin bir kaç sokak aşağısı meydana çıkıyordu, oraya doğru yürümeye başladık. Yanımdaki bedeni oldukça yakınımdaydı, kolum her adımımızda onun koluna değiyordu. Ve bu ufak dokunuşun ardından anlamlandıramadığım duygularım şiddetli bir şekilde bedenimi istila ediyordu.
Artık insanların olduğu yerlerden geçmeye başlarken, bakışları da üzerimize toplamıştık. Bazıları sadece bakıp tebessüm ediyor, bazıları da anlamadığım bir şekilde dik bakışlarıyla beraber fısır fısır konuşuyorlardı. Ben bu garip olayı incelerken, sağ elimin avuç içine yayılan sıcaklık adeta nefesimi kesmişti. Karnımda şiddetli bir sızı hissederken, Yavuz avuç içimden kaydırdığı parmaklarını benim parmaklarıma kenetlemişti.
Buz tutan ellerimin aksine oldukça sıcaktı onunkiler. Benden tarafa dönmeden her zamanki ağırlığı ile yolda yürümeye devam ediyordu, fakat ben gözlerimi ondan çekemiyordum.
"Önüne bakmazsan düşeceksin."
Nabzım sanki kulaklarımda atıyordu, yüzümün kızardığına bile emindim.
"Uygun olmaz."
Şu anda bana neyin uygun olmadığını sorsa cevap dahi veremezdim, o an dudaklarımın arasından sadece bunlar dökülmüştü ve mantıklı olup olmadığını düşünecek halde değildim. Nasıl bir duruma düştüğümü anlamış, ve suratında bunun keyfini yansıtan bir ifade taşıyordu. Parmakları ağırca tenimde hareket etti.
"Nikahlı karım değil misin, neden uygun kaçmasın?"
Karısı...
Sözde nikahlanmıştık ama hala gerçekliğine inanamıyor gibiydim. Gözlerimi ondan çekerek önüme bakmaya başladım, bakışlar şimdi daha dikkatliydi ve biz çarşının ortasında el ele yürüyorduk.
"İnsanlar bize bakıyor."
Yavuz'u gören herkes selam verip kısaca tebrik ederken, benim sözlerim onun geri adım atması için yeterli olmamıştı.
Sert çehresi ilk gördüğüm anki gibi korkutucu gelmiyordu artık bana, en azından az çok nasıl birisi olduğunu çözmüş sayılırdım.
"Baksınlar."
Sanırım böylesine kızarıp bozarmam onu eğlendirmişti, elimi çekmeme müsaade etmeyecek kadar sıkı, canımı acıtmayacak kadar hafif tutuyordu. Dikkatini çekip bana bakması için kolunu salladım.
Uzun boyuyla kafasını eğip ciddiyetle bana bakmasına başka şartlarda olmuş olsak saatlerce gülebilirdim belki de.
Kafasını hafifçe sağa sola salladı, havaya kalkan tek kaşıyla bana şimdi ne oldu demeye çalışıyordu.
Bu halimizin yengemle amcama gideceğini bildiğim içindi biraz da bu telaşım.
"Laf söz ederler..."
Kısık sesimle gözleri bizi izleyen bir kaç kişiyle kesişmişti fakat attığı bakışlardan sonra herkes kafasını eğerek uzaklaşmak zorunda kalmıştı. Onun gücü hoşuma gidiyordu, insanların üzerinde kurmuş olduğu otorite onun saygın birisi olmasını sağlıyordu. Benim asla olamayacağım bir seviyeydi belki de.
"Lafı dolandırmadan açık açık konuş bakalım."
Kahve hareleri hadi diyordu, fazla bekletmemek için hemen konuştum.
"Evdekilerin hoşuna gitmez bu durum."
Yeniden yerinde dikleşirken, kaşları düşünceli bir şekilde çatılmıştı.
"Sabırlı bir adam değilim, hiç olmadım da zaten. O şerefsizleri öldürme isteğim her saniye daha da artıyor anasını satıyım!"
Konuşmamı dinlemek için bıraktığı elimi yeniden tuttu, bir kaç milim uzağımda duracak şekilde kafasını bana çevirdi.
"Evin Şahmaran Karadağ'sın sen, herkes bundan sonra seninle konuşurken haddini bilecek. Gözlerini aç ve herkes sana nasıl bakıyorsa o şekilde karşılık ver. Bu eli tuttum, bırakmam. Şimdi yürü."
Her kelimesi zihnime altın harflerle kazınırken, tutuşundan güç alarak gözlerimi karşıya çevirmiştim. Bu çarşıya kaç kere gelmiştim bilmiyordum ama ilk defa böylesine cesur hissediyordum kendimi.
Tenimdeki hissettiğim varlığına ev sahipliği yaptım. Yeşillerim karşılaştığı her bakışa karşılık veriyordu. Kimileri saygıyla başını eğiyor, kimileri de şu an burada olmayı hak etmiyormuşum gibi alaycı bir tavırla göz süzüyordu. Burada olmayı hak edip etmediğini kimseye kanıtlama derdinde değildim, çünkü şu an zaten burada olan bendim.
~
17 Mart:
Ne kadar süre düşündüm bilmiyordum, beni bu durumdan kurtaran şey evin durmadan çalan zili olmuştu. Hızlıca yerimden kalkarak odadan çıktım ve kapıya yürümeye başladım.
"Geldim."
Açar açmaz beni Mihrimah'la, Berivan karşılamıştı. Yüzlerindeki ifadeye bakılırsa oldukça heyecanlıydılar.
"Hoş geldiniz."
Derken iyice araladım kapıyı, içeri girmeleri için.
"Hoş bulduk, hoş buldukta sen daha hazırlanmaya başlamadın mı?"
Berivan dikkatle beni süzerken mahçup bir şekilde gülümsedim, bu kadar uzun süre düşünüp duracağımı tahmin edememiştim ki.
"Giyinirim hemen."
Mihrimah, elindeki çantasını kenara bırakırken kolumdan tuttuğu gibi odaya sokmuştu beni.
"Daha kuaföre gideceğiz, bir sürü işimiz var, kesinlikle el atmalıyım yoksa yetişmeyecek."
Dolabın içerisinden çıkardığı elbiseyi bana uzattı, aynı zamanda kenarda asılı duran bindallıyı da kucaklamıştı.
"Arabaya gönderiyorum bunu, giyin sende yengem elbiseni."
Kafamı sallayarak odadan çıkmasıyla üzerimi değiştirmiştim hemen. Gözlerim telefonun ekranından saati buldu, 11:30'du. Akşama kadar rahatlıkla hallederdik aslında her şeyi. Onun bu heyacanlı hali beni gülümsetirken, telefonu alarak odadan çıktım. İkiside bıraktığım yerde beni bekliyordu.
"De hayde o zaman."
Berivan'ın neşeli sesiyle evden çıkarak arabaya binmiştik. Onların heyecanı bana da yansımış gibi kalbim gereğinden fazla hızlı atıyordu, ne hissettiğimi dahi kestiremiyordum.
"Eee, nasıl hissediyorsun kendini bakalım gelin hanım?"
Berivan'ın sorusuyla yolda olan bakışlarımı çekmiştim, keşke bende bu sorunun cevabını bilebilseydim.
"Bilmiyorum, değişik bir hismiş."
Mihrimah alttan alttan bu halime gülerken ona sormamı engelleyen şey titreyen telefonum olmuştu. Ekrana düşen mesajın üzerine tıkladım bekletmeden.
Yavuz:
Çıktınız mı?
Emindim ki önümüzdeki şoförü ona her şeyin bilgisini vermişti. Bir kaç saniye bekledikten sonra parmaklarımı ekranda gezdirmeye başladım.
Evet çıktı onlar, ben vazgeçtim gelmiyorum.
Gözlerimi yeniden dışarıya çevirirken hemen cevap yazacağından oldukça emindim.
E halletsin onlar kınayı, seni yemeğe kaçırayım ben?
Attığı her mesajda sesini duyuyormuş gibi hissediyordum, garipti.
"Abim mi yoksa?"
Mihrimah'ın sesi telefondaki bakışlarımın kalkmasına sebep olurken şaşırmış olmama şaşırıyordum.
"Evet, yola çıkıp çıkmadığımızı soruyor."
İmalı bakışları öyle mi dercesine suratımı incelerken, bir kez daha ekrandaki tuşların üzerinde gezdirmiştim parmaklarımı.
Neyse, şimdi işimiz var. Görüşürüz.
Ekran kilidinin tuşuna basmışken atmış olduğu mesajla yeniden aydınlanmıştı.
Dikkatli olun.
Araba büyük bir kuaförün önünde dururken, açılan kapıyla birlikte sırayla indik.
İçeriye girdiğimiz an, bir kaç çalışan bizi karşılamış, ayırdıklarını söyledikleri kısıma kadar özenle eşlik etmişlerdi.
"Şimdiden mutluluklar dileriz efendim."
Oturmuş olduğum sandalyenin arkasındaki kadının tüm güleryüzü ile iyi dileklerini sunmasına karşılık bende gülümsedim.
"Teşekkür ederim."
Ellerini saçlarımın arasında gezdirirken aynı zamanda yanında bulunan diğer çalışanlara da emirler veriyor, iş bölümünü hatırlatıyordu. Aynadaki yansımamı izlerken, çok fazla abartı istemediğime dair bir şeyler söyleyip, kuaförün de fikirlerini dinlemiştim. Ortak bir karara varmamızla beraber, saç yapımına başlamıştılar. Bel boşluğumun biraz yukarısında olan saçlarımın öncelikle daha sağlıklı görünmesi için bir kaç makas darbesi atılmış, boyunda gözle görülür bir fark olmasa da, bu küçük dokunuşlar hacim katmıştı.
Kenarlardan arkaya doğru yapılan salaş örgü, saç rengimle birlikte hem doğal hem de şık bir görünüm yakalarken, arkadaki saçlarımı iri dalgalar halinde şekillendirirken 2 saate yakın süren saç işlemi, makyaj kısmına geçmemiz ile son bulmuştu.
"Saçların çok güzel oldu yenge."
Mihrimah makyözün yanımıza gelmesini beklerken, elindeki telefonu ile saçımın bir çok açıdan resmini çekmişti. Berivan ise yan tarafımdaki koltukta saçlarına fön çektiriyordu.
"Teşekkür ederim Mihrimah, ben de beğendim."
Başka bir kadın makyajı yapmak üzere yanımdaki yerini alırken, bindallıya uyacak şekilde yine çok abartıya kaçmayan renkler seçerek makyaja başlamıştı. Yarım saati arkamızda bırakırken makyöz yüzüme son dokunuşlarını bırakıyordu.
"Bitti Evin Hanım."
Sözleriyle birlikte gözlerimi açarak bakışlarımı aynaya çevirdim. Gördüğüm yansıma bana oldukça yabancı gelirken, iki göğsümün arasında büyük bir sızı hissetmiştim.
Makyöze kısa bir teşekkür ettikten sonra üzerimi giyinme bahanesi ile hızlıca giyinme odasına girdim. Ellerim isteğimin dışında titriyordu.
Her şey şaka olamayacak kadar gerçekti, ama bir o kadar da imkansız duruyordu.
Zihnim bulanmaya başlarken kendime engel olmak için kırmızı taşlarla süslü olan bindallıyı giyinmek üzere üzerimdeki elbiseyi çıkardım.
"Yardım edeceğim bir şey var mı Evin?"
Berivan'ın yakından gelen sesiyle, derin bir nefes alıp hemen cevap verdim.
"Hayır sağ ol, hallediyorum ben."
"Tamam canım bekliyorum seni."
Bindallının altındaki saten parçayı giydikten sonra bedenimdeki izleri görmesinler diye kaftanı da hemen giyinmiştim. Saçlarımın bozulmamasına dikkat ederek yakasını düzelttim. Siyah topuklu ayakkabıyı da giyinerek, odanın kilitlediğim kapısını açtım.
Daha attığım ilk adımda duymuştum Berivan'la Mihrimah'ın sesini.
"Prenses gibi olmuşsun şaka mı bu?"
"Nazar değmesin İnşallah, bu nasıl bir güzellik?"
Tam önlerinde durduğumda ikiside bir elimi tutarak, suratlarındaki kocaman gülümseme ile yüzüme bakıyorlardı. Neden böylesine duygusallaştığımı bilemezken, aynı zamanda ağlamamak için de direniyordum.
"Ağlama sakın, bugün senin en mutlu günün, hep güleceksin."
Berivan omzuma koyduğu eli ile fısıldayarak söylemişti bu sözleri bana, gözlerimi sadece kapatıp açarken, bileğimdeki bilekliğe sığınmak istemiştim. Şu anda annem burada yanımda olsa, nasıl da güzel olurdu...
Küçük kızı büyümüştü, gelin oluyordu...
"Araba gelmiş, mekandaymış bizimkiler."
Mihrimah'ın sesiyle birlikte kuaförden çıkarak kapının önünde duran arabaya binmiştik. Saatlerin sonunda hepimiz hazırdık.
Mihrimah saks mavisi abiyesine uysun diye saçlarını sıkı bir at kuyruğu yaptırmıştı. Boynunda ve bileklerinde bulunan altın takılar ise zarif kombinine fazlasıyla renk katıyordu. Berivan ise onun uzun elbisesine nazaran bordo diz kapaklarının altında biten balık model bir elbise tercih etmişti. Aynı şekilde onun da takıları son dokunuşu olmuştu.
Araba çoktan Mardin'in sokaklarına girerken gözlerimi camdan bir saniye bile çekemiyordum. Düşünmek istemediğim her an zihnim daha çok düşünmemi sağlıyordu resmen. Yaklaşık 25 dakika kadar bir sürenin ardından şehir merkezinde bulunan büyük bir otelin önünde durmuştuk. Kına gecesi için özel olarak tutulduğunu öğrenmiştim Mihrimah'tan.
Şoför arabanın kapısını açarken sırayla inip, etraf kabalık olmadığı için de direkt içeriye girmiştik.
Lobideki bir kaç çalışanla, bizi kapıda karşılayanlar dışında etraf tamamıyla sakindi.
"Hoş geldiniz efendim."
Onlara karşılık verdikten sonra yanımda duran ikiliye döndüm. Mihrimah konuştu ilk olarak.
"Yengem senin için tutulan oda üst katta, arka bahçe de akşama hazırlanıyor zaten. Gel çıkalım yukarıya, azıcık da olsa dinlenmiş olursun."
Bu gerçekten iyi olurdu, hemen onayladım.
"Olur."
Biz asansörün yanına dönmüşken, Berivan diğer tarafı işaret ederek gelmeyeceğini belirtmişti.
"Ben Miraç'a bakayım bir, Aras zor durmuştur bunca saat."
Onun bu annelik telaşı oldukça tatlıydı, yanımızdan ayrıldı hemen. Bizde asansörün olduğu tarafa doğru yürüyüp beklemeye başladık ve asansörün gelmesiyle de birlikte içine bindik. Gergin olduğumun farkında olan Mihrimah ise beni rahatlatmak için sürekli konuşuyor, dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu.
"Abim görmeden seni yukarıya kaçırmam lazım."
Sesindeki neşe git gide daha da artıyordu, kafamı ona çevirerek meraklı bir bakış attım.
"Neden?"
Asansörün süslü aynasında saçlarını düzeltirken, aynı zamanda sorumu cevaplamıştı.
"Kına yakılana kadar göremez seni, Heja Sultan öyle emretti."
Dudaklarım kıvrılırken, asansör ineceğimiz katta durmuştu. Otel gereğinden fazla sessizdi, bu durum bana biraz garip gelirken yanımdaki kızın adımlarını takip etmeye devam ediyordum.
"Neden bu kadar sessiz otel?"
Gözleri kısa bir anlığına bana dönmüştü. Sanki sormuş olduğum soru normal değilmiş gibiydi bakışları.
"Çünkü hiç kimse yok."
Böylesine normal tepki vermesi sorduğum sorunun saçmalığı hakkında şüpheye düşürmüştü beni.
"Ne demek kimse yok, bu kadar büyük olan bir otel boş mu?"
Attığı adımlarını durduran Mihrimah el çantasından çıkardığı kartı önünde durduğu kapının yanındaki ekrana okutmuştu.
"Yavuz Karadağ oteli kapattı demek ve evet otelde sadece biz varız."
Açtığı kapıyı iyice açarak içeriye girmem için kenara kaymıştı, neredeyse bir ev kadar büyük olan oda şaşırmama sebep olurken kendimi şatodaymışım gibi hissetmiştim.
"Neden böyle bir şey yaptı?"
Çantasını boş bir yere bıraktıktan sonra yüzünü tamamıyla bana çevirmişti. Oteli kapatmasının mantıklı olan tarafını bulmaya çalıştığımın şimdi farkına varmıştı sanırım.
"Aşiret ağası olmak kolay değil yengeciğim, oldukça merak edilip beklenilen bir evlilik oluyor bu. Misafirlerin rahat etmesi için de oteli kapattı o kadar."
Duyduğum şeyler beni bir kez daha şaşırtırken gözlerimi odanın içerisinde gezdirmeye başladım. Köşeye büyük bir masa kurulmuş, üstü tatlıdan tuzluya bir çok çeşitle doldurulurken, en arkasına kadeh ve içecekler bırakılmıştı. Mihrimah hemen oraya yönelirken daha fazla ayakta kalmak istemeyerek camın önündeki manzaraya karşı olan koltuğa oturdum.
Kısa bir süre sonra da elinde tuttuğu iki kadehle yanımdaki boşluğa oturmuştu Mihrimah. Elime uzattı tekini, bardağın içindeki parlak sıvının ne olduğunu çatık kaşlarım ile anlamaya çalışırken sormuştum.
"Alkol yok içinde değil mi?"
Hemen kafasını sallamıştı. Sanki bu durum onu üzmüş gibiydi.
"Ay kınadan önce sana alkol içirir miyim ben, halbuki sonrasında da içiremem de, abim canıma okur. Yoksa gelin görümce bir kaç kadeh içerdik mis gibi."
Hala bardağın içine bakıyordum, her an bir yerlerden alkol çıkartacak gibiydi Mihrimah'ın bakışları.
"Meyve suyu, vallah."
Dudaklarıma götürdüğüm bardaktan bir yudum aldım, renginden dolayı şüphe duyduğum içecek gerçekten de meyve suyuydu. Sakince içmeye devam ederken aynı zamanda da karşımızdaki Mardin'in eşsiz manzarasını seyrediyorduk. Biten bardağını önümüzdeki küçük sehpaya koyarak yerinden kalktı Mihrimah.
"Ben bir aşağıya ineceğim, bakalım hazırlıklar nasıl gidiyor. Bir sorun olursa beni ararsın olur mu yenge?"
Kenarda duran telefonu işaret ettim ona.
"Ararım da numaran bende yok."
Eline aldığı telefona hemen numarasını kaydettikten sonra hızlıca odadan çıkmıştı. Tekrardan yalnız kalmamla kafamı koltuğun arkasına yaslayarak derin nefesler almaya başlamıştım. Garip geliyordu her şey.
Zihnimin içinde kaybolmaya başladığım sıralarda odanın kapısı iki defa tıklatılmıştı. Kapattığım gözlerimi açarak oturduğum yerden kalktım ve kapıya adımladım, kapının arkasındaki her kim ise onu çok bekletmemek adına hemen açmıştım.
Açılan kapıyla birlikte gözlerim anında Zümrüt Hanımın adı gibi iki zümrütü anımsatan gözleriyle buluşmuştu. Yavuz ile benzemeyen tek şeyleri kesinlikle göz renkleriydi, babasından almıştı kahve harelerini.
Aklaşan saçlarının üzerindeki yeşil şalı ile uyumlu bir elbise vardı üzerinde. İçeriye girmesi için kenara kaydım. Attığı adımları da kendisi gibiydi, hükmediciydi.
Kapıyı örttükten sonra karşısına geçerek beklemeye başladım, gözlerini inceleyerek baştan aşağıya üzerimde gezdirdi. Ağzını açıp bir şey söylememişti ama bakışlarındaki memnuniyet tüm suskunluğuna rağmen onu ele vermişti. Kenardaki makyaj masasına adımlayarak elindeki çantasını üzerine koydu, sessizce onun ne yaptığını anlamaya çalışırken çantasının içinden kadife olan bir kaç kutu çıkardı. Elindeki kutuların hepsini masanın üzerine koyduktan sonra da en üstteki küçük olandan başlayarak açmaya başlamıştı.
"Gel bakalım bûke xanim."
Sözlerini dinleyerek yanına yaklaştım, kalın hasır bir bileklik çıkarmıştı kutudan. Altın motifleri buram buram el işçiliği kokuyordu. Bileğimi tuttu bilekliği takmak için, ama gözleri takamadan bileğimdeki diğer ince bilekliğe ilişmişti.
"Çıkaracak mısın bunu?"
Normal bir tonlama ile sormuştu sorusunu. İğneleme veyahut küçümseme yoktu. Kafamı salladım hemen.
"Hayır, annemin o."
Surat ifadesi değişirken, elinde tuttuğu bilekliği aynı koluma takmıştı. Boşalan kutuyu kenara koyup diğer kutuyu açtı, bileklik gibi oldukça ağır bir modeli olan kolyeydi. Arkama geçerek onu da boynuma taktı ve diğer kutuda kalan küpeleri de takmam için elime uzattı.
"Zümrüt Hanım, bunlar çok fazla."
Yeşillerimi yüzüne çıkararak sorduğum soruya cevap verirken yüzüme bakmamış, hala son kalan dolu kutuyla ilgileniyordu.
"Hanım değil anne. Ve gayet kararında onlar. De hayde takasın, daha bu var."
Dediğini yaparak küpeyi kulaklarıma takmıştım, ama anne dememin bu kadar kolay olacağını sanmıyordum. Üzerinde ufak taşı olan bir yüzük almıştı eline bu sefer de, uzunca bakarak izledi.
"Annemden yadigar, her evladıma bir tane..."
Elimi tutarak parmağıma taktı, yılların yüzüğü olduğu görünüşünden belliydi. Derin bir nefes alarak son kutuyu da kenara diğerlerinin yanına bıraktı, ardından bana koltuğu işaret etti.
"Otur bakalım, konuşalım."
Söylediğini yaparak az önce kalktığım koltuğa Zümrüt Hanımın oturmasıyla oturdum. Asil bir duruşu vardı, onu ilk gördüğüm andan beri aksini düşünmemi sağlayacak bir hamlede bulunmamıştı.
"Lafı uzatmayı sevmem, bu konuşmayı da bir defa yapacağım."
Tüm dikkatim ondaydı.
"Başta seni istemedim oğluma, plansız oldu her şey..."
Haklıydı, Yavuz'un dudaklarından çıkan bir kaç kelime bizi nerelere getirmişti.
"Kendi seçtiğim kıza şans versin istemiştim bende her anne gibi."
Sözlerinin nereye gideceğini bilememek ürkememe sebep oluyordu.
"Yavuz küçükken de dediğim dedik bir çocuktu, dinlemezdi beni pek. Böyle bir konuda da çabama karşılık yine beni dinlemedi..."
Bozuk olan moralim daha da kötüleşiyordu. Konuşmanın sonu sanırım iyi olmayacaktı.
"Elimden geleni yaptım, dinlemedi beni. Şimdi evleneceksiniz, bundan sonrasında bana saygı duymak düşer."
Dolu dolu olan gözlerim son cümlesiyle gözlerini bulmuştu. Kalbim öylesine hızlı atıyordu ki, sanki her an göğsümü delip firar edecek gibiydi.
"Vicdansız değilim, kaynana zulümü görmedim, tam tersine annesizliğim dindi Heja xesûm (kayınvalide) sayesinde."
Düşünceli bakışları camdaydı artık.
"Dik başlıydım bende, belki de Yavuz bu huyunu benden aldı, zamanında Heja xesûmla çok kavga ettik ama aile olmayı da bildik çok şükür."
Şimdi gözlerinin hedefi bendim, doğrudan bana bakıyordu. Elini dizime koydu.
"Dilim sivridir, sinirlenirim canın yanar ama unutma ki şu andan itibaren sende kızımsın. Bize yakışır bir gelin ol."
İlk defa bana gülümsedi, öyle ki gülümsemek bu kadına çok yakışmıştı. Elinin üzerine titreyen elimi koydum, bana nefret besleyecek diye içimde büyük korkular yaşamıştım. Dolu dolu olan gözlerim ile karşılık verdim gülümsemesine.
"Sözleriniz çok değerli, teşekkür ederim."
Kaşlarını çattı hafifçe.
"Siz?"
Cümlemi yineledim.
"Zümrüt a..."
Anne demek çok zor geliyordu bir başkasına. Dilim bağlanmış gibiydi. Yeniden denedim ama olmadı.
"Zamanı gelince dersin zorlama."
Oturduğu yerden kalkınca bende hemen ayağa kalktım, minnetle elini tutarak öpüp başıma koydum. Bakışları eski otoriter haline dönmüştü. Az önce sadece Zümrüt'tü belki ama şimdi Zümrüt Karadağ'dı.
"Yengen gelmek istedi yanına izin vermedim haberin ola."
Çantasını eline almadan önce bana bunları söylemişti. Yengemle aramda sorun olduğunu anlamıştı muhtemelen, yapmış olduğu şeye üzülmedim. Tam tersine işime geldi, sonuçta yüzünü görmek istemiyordum yengemin.
Odada yeniden tek başıma kalırken parmağımdaki yüzüğü inceliyordum, güzeldi, beğenmiştim. Ama asıl beni mutlu eden şey ne parmağımdaki yüzük ne de takmış olduğu pahalı setti, mutlu olma sebebim az önce yapılan konuşmalardı. Harika bir başlangıç yapmamıştık Zümrüt Hanımın da dediği gibi. Fakat işlerin benim isteğimin dışında geliştiğinin de bilincine varması güzeldi. Benim cehennemden kurtulan ruhumu ya bir başka cehenneme atarsam korkumu bir nebzede olsa yenmemi sağlamıştı.
Odanın kapısı yaklaşık yarım saat sonra yeniden çalmıştı, gelen kişinin Mihrimah veya Berivan olduğunu düşünürken çoktan kapıya yaklaşmıştım. Tuttuğum kapının kulpunu indirip araladıktan sonra aslında gelen kişinin onlar olmadığını, bu özel günümde karşımda görmenin çok iyi hissettireceği kişi olduğunu anlamıştım.
Nalin abla...
Tam karşımda tüm gerçekliğiyle duruyordu, suratında buruk bir gülümseme, gözlerinde ise bir tutam hüzün vardı.
Urfa'da bana düğümünde yanımda olacağını söyleyen kadın, daha fazla dayanamamış olacakki bir anne edasıyla kollarını etrafıma sıkıca sarmıştı.
"Gerçekten geldin."
Sözlerimle birlikte derin bir iç çekti. O ağlarsa saatlerdir tutmaya çalıştığım gözyaşlarımı bende serbest bırakırdım.
"Seni böyle bir günde hiç yalnız bırakır mıyım ben ceylan gözlüm?"
Kafamı omzuna koyarken, bir kucaklaşmanın içimi böylesine ısıtıyor olmasına sevinmiştim.
"Bırakmazsın."
"Bırakmam tabii."
İçeriye girmesi için elimi öne uzattım, kapının önünde duruyorduk. Çantasını koltuğun üzerine bırakarak başındaki şalı düzeltti. Elbisesi gibi lacivertti. Yıllar geçse de güzelliğinden pek bir şey gitmemişti onun ama çok çekmişti, kocası ve ailesi fazlasıyla üzmüştü onu. Şu anda mutluydu, çünkü sabırla bugünlerin gelmesini beklemişti.
"Elbisem nasıl? Senin için aldım."
Bir tur etrafında döndü, bu haline kocaman gülümseyerek sorusunu yanıtladım.
"Çok güzel olmuşsun, hem güzele ne yakışmaz ki ablam?"
Utanarak gülümseyip, yanıma oturmuştu.
"Deli kız sen kendine baksana bir, saray prensesleri gibi olmuşsun."
Gülümsemesi git gide solmaya başlarken gözleri ciddiyetle kısılmıştı.
"Nasılsın?"
Keşke bende bilseydim nasıl olduğumu. Dudaklarımı büzerek omuzlarımı salladım.
"Bilmiyorum abla, her şey çok garip geliyor."
Gözleri dikkatle gözlerimi bulurken, susmak yerine konuşmaya başlamıştım. İçimdeki yoğun şeyi anlatmaya ihtiyacım vardı.
"Yarım saat önce Zümrüt Hanım geldi odaya. Öncesinde bana karşı çok ılımlı değildi fakat şimdi... olumlu konuştu gibi. İçim bundan dolayı biraz rahatladı diyebilirim."
Kelimeleri yan yana getirmek zorluyordu beni.
"Ama hala sanki bir şeyler yanlış gibi geliyor bana."
Öncesinde anlattığım şeyleri unutmamıştı.
"Öğrendin mi intikam mevzusunu?"
Sorduğu soruyla birlikte umutsuzca kafamı salladım, belki de benim huzursuz olmamı sağlayan şey tamamıyla buydu.
"Hayır... sormaya cesaret edemedim, inkar etmesinden korktum belki de. Beklemeye karar verdim."
Elimi elinin arasına alarak biraz daha yaklaştı koltukta bana.
"Evin, dün imam nikahınız kıyılmış, Allah katında eşsiniz artık. Yuva kurmanın oyunu olmaz kızım. Belki biz zamanında çokça şey çektik ama sen bunlara boyun eğme sakın. Siz aynı yastıktan ziyade bir ömrü paylaşacaksınız..."
Dudaklarım titrerken gözlerimi ondan kaçırmıştım. Doğruları duymak neden acı veriyordu bunu asla bilmiyordum.
"Nalin abla onu daha tanımıyorum. Nasıl birisi olduğunu tam olarak bilmiyorum bile. Korkuyorum, yarı yolda bırakılmaktan deli gibi korkuyorum. Çok anlayışlı davrandı bana bu zamana kadar, hatta öyle anlar oldu ki... kimse nasıl olduğumu umursamazken o benim düşüncemi merak edip sordu."
Sağ gözümden bir damla yaş yavaşça yanağıma doğru süzülmeye başlamıştı. Yavuz ile ilgili olan düşüncelerimi ilk defa birisiyle paylaşıyordum.
"Biliyorum her defasında ters davrandım ona ama abla elimde değil. Sen biliyorsun, o cehennemde her gün biraz daha yanarken öğrendim ben hayatın gerçeğini. Duvarlar ördüm etrafıma, kendimden başkasının açamayacağı kilitler vurdum üstüne."
Elini sağ yanağıma uzatarak gözyaşımı sildi. Her kelimemi dikkatle dinliyordu.
"Her şey artık iyi olur değil mi abla?"
Son bir umut dudaklarımın arasından çıkan kelimeler onun da gözlerindeki yaşların akmasına sebebiyet vermişti.
"Olacak... inanıyorum kızım, her şey çok güzel olacak."
~
Saat 6'yı gösterirken arka bahçede açılan müziğin sesi odada duyuluyoru. Camdan gördüğüm kadarıyla etraf giderek kalabalıklaşmaya başlamıştı.
"Hazır mısın canım?"
Berivan'ın eli omzumu destek olurcasına sıkarken aynadaki yansımama bir kez daha bakmıştım.
"Sanırım evet."
Elini aşağı yukarı hareket ettirdi yavaşça. Bugün fazlasıyla yardımcı olmuştu bana.
"İçindeki burukluk bakışlarına yansıyor, görebiliyorum. Ama eminim ki böyle üzgün olman anneni daha da üzüyordur. Hiç bir anne evladının üzülmesine dayanamaz Evin."
Bakışlarım donuklaşırken, parmak uçlarım bileğimdeki bilekliğin üzerinde dolaşıyordu. Annem benim yüzümden gerçekten de üzülüyor muydu, onu üzmüş olmamın düşüncesi bile çok ağırdı.
"Hadi toparla kendini, bu en mutlu gününde aileni de mutlu et."
Dudaklarımı hüzünle kıvırırken, elimi omzundaki elinin üzerine koydum.
"Çok teşekkür ederim Berivan, sana minnettarım."
Gözlerini kırpıp kocaman gülümseyerek karşılık verdi. Ardından da kapıya doğru elini uzatmıştı.
"Gel bakalım herkes geldi, sahneye çıkma sırası sende."
Derin bir nefes alarak kapıya doğru yürümeye başladım. Attığım her adımın mutluluğa gitmesini temenni ediyor, umutla ileriye bakıyordum. Koridorun sonundaki asansöre ulaşırken, çoktan ineceğimiz katın düğmesine basmıştık. Asansörün durmasıyla indikten sonra, bahçeye uzanan yolu takip etmeye başladık.
Lüks bir şekilde dizayn edilen bahçe oldukça kalabalıktı, oyun için ayrılan büyük pist kısmında ise omuz omuza vererek kadınlar halay çekiyordu. Geldiğimizi gören görevli müziğin sesini kısıp tüm dikkatin üzerimize çevrilmesine sebep olurken, insanların direkt hedefi olmuştum.
"Gözlerini aç ve herkes sana nasıl bakıyorsa o şekilde karşılık ver."
Yavuz'un sesi sebebini anlamadığım bir şekilde zihnimde yankılanırken, yeşillerimi cesurca karşıya çevirmiştim.
Zılgıtlar çekilmeye başladı.
Oyun pistinde olan genç kızlar kenara çekilip güçlü bir şekilde alkışlamaya başladı.
Adımlarım benim için ayrılan büyük tahtın önüne varana kadar alkışlamaya devam ettiler. Şarkının sesi yeniden açıldı, oynamaya şimdi daha bir istekle devam ediyorlardı.
Yanımda duran Berivan bana bir kaç kişiyi gösterip tanıtırken, en başındaki gerginliğim birazcıkta olsa azalmıştı. Gözlerimi etrafta gezdirirken tam karşımdaki masada oturan tanıdık yüzlere denk gelmiştim. Zümrüt Hanım her zamanki ağırlığı ile dururken, Heja daye yanına gelip onu selamlayan insanlara karşılık veriyordu.
Zaman yavaş yavaş ilerlerken çalan şarkı susturulmuştu. Pistin ortasında duran Mihrimah kınanın en başından beri ilk defa oynamak üzere ortaya geçmişti, etraftaki kadınlar onun ne yapacağını merakla bekliyordu. Ortamdaki sessizliği onun gür sesi doldurdu.
"Sahne senindir Evin Karadağ."
Mendil olan elini havaya kaldırdığı an başka bir şarkı çalmaya başladı. Beklenti dolu bakışlar bana dönerken, yavaşça yerimden kalktım. Madem benim en özel günümdü, tadını çıkarırdım.
Suratımdaki gülümseme git gide büyürken elimi sıkıca tutmuştu, diğer tarafıma da Berivan gelirken ikisinin arasında kalmıştım. Aynı anda adımlarımızı atarken, koca pistin ortasında sadece üçümüz oynuyorduk.
Omuzlarımız birbirine değerken, şarkının içinde kendimizi tamamıyla kaybetmiştik. Etraftaki bakışları tam olarak seçemememe rağmen onun kara harelerine denk gelmiştim.
Herkesten uzakta kapıya yakın bir yerde arkadan bağladığı elleriyle burayı izliyordu. Siyah bir takım vardı üzerinde.
Surat ifadesini anlayamayacak kadar uzağımdaydı ama gözlerinin hedefi olduğumun farkındaydım. Yanımdaki Mihrimah'ın zılgıtı ile etraf daha da canlanırken, gözlerimi ondan çekmiştim.
Diğer kadınlar da halaya katılırken, kına yakılma anına kadar yerime oturamadan oyunun arasında kalmıştım.
Ortaya çekilen sandalyeye oturtulduktan sonra başımın üzerine kırmızı bir duvak örtmüştü Berivan. Çoğunluğu geleneksel kıyafet giyen kadınlar etrafımda büyük bir halka oluştururken, Arapça bir kına şarkısı açılmıştı.
Ellerindeki mumlarla birlikte kadınlar hem etrafımda dönüyor hem de şarkıya eşlik ediyorlardı. Böyle bir anda ağlayacağımı düşünmezdim belki ama iki tarafımda yarım olunca içim derince sızlamıştı. Gözlerim benden bağımsız bir şekilde yaşlarını serbest bırakmıştı. Gözümden düşen her damla ellerimi kor ateş gibi yakıyordu.
Şarkı bitene kadar bir kaç tur daha attılar etrafımda, sonrasında herkes kenara çekilerek duvağımı açması için Berivan'a yer vermişti.
Ağladığımı görünce yan tarafındaki Mihrimah'a ufak bir işaret verdi. Elindeki kına tepsisi ile yanıma gelen bu seferde Mihrimah'tı.
"Gelin elini açmıyor."
Yüksek tonlamalı sesini herkes duyarken açık olan elimi elinin arasına alarak kapatmıştı. Karşımızdaki masada oturan Zümrüt Hanım yerinden kalkarak yanımıza geldi. Gözleri hızlıca yüzümde dolaşırken, elimin içine büyük bir altın bırakmıştı. Sonrasında ise gözlerini açıp kapatarak güven veren bir bakış atmıştı.
Altını kenara alarak avucumun içine kına koyup üzerine de eldiveni geçirdikten sonra yeniden geri çekildi. Kına kısmı da son bulurken oynamaya tam gaz kaldıkları yerden devam etmeye başlamıştı misafirler.
Saat gece yarısını gösterirken, insanlar yavaş yavaş dağılıyordu. Bahçenin en köşesindeki büyük kapıdan içeriye yan yana üç erkek girmişti bu anlarda.
En önde Yavuz, sağında Miraç abi ve solunda da Boran duruyordu. Üçünün de bakışları birbirinden sert, duruşları yıkılmaz görünüyordu. İnsanlar merakla üçüne bakarken onlar durmuş olduğumuz yere kadar yürümeye devam etmişlerdi.
Yeşillerime çevirdi keskin bakışlarını, yüzümden başlayarak üzerimi inceledi ağır ağır.
"Hani ben çağırmadan gelmek yoktu abi?"
Mihrimah'ın sesini işitmesine rağmen yanıt verme gereği duymamıştı. Yanındaki iki adamdan uzaklaşarak, sağ tarafıma geçmişti. Bu hareketi ile de hepsine gitmelerini işaret etmişti bir nevi.
Mesajı aldıkları gibi biraz uzağımıza geçtiler. Şimdi birbirimizi sadece bizim duyacağımız bir yakınlıktaydık.
Uzun boyuyla yukarıdan bakmaya başladı bana. Bir şey söylemesini bekliyordum fakat o tek kelime etmiyor, yoğun bir şekilde bakmaya devam ediyordu.
"Bir sorun mu var?"
Yutkunduğu için adem elması hareketlendi yavaşça, bakışlarını kısmıştı.
"Hayır, sorun yok."
Böylesine dikkatli olması rahatsız etmişti.
"Neden böyle bakıyorsun o zaman?"
Dudakları oynamadı ama gözlerinde bir şeyler parlamıştı sanki. Boynundan yükselen koku çoktan içime nüfuz etmeye başlamıştı bile.
"Karım değil misin?"
Sesinin tınısı fazla imalı çıkmıştı, gözlerimi kısarak bir adım geriledim. Herkesin içinde bu kadar yakınımda olması da mantıklı değildi zaten.
Belinde sabitledi ellerini, kafasını hafifçe eğmişti, gülüyor muydu?
Gözlerimi ondan çekerek artık çok yakın olan bir kaç akraba dışında kimsenin kalmadığı bahçeye çevirdim. Yorulmuştum ve saatlerdir ayakta kaldığım için ayakkabı fazlasıyla canımı yakıyordu.
"Birazdan bunlar da gider, bırakırım seni eve."
Kafamı sallayarak yanında durduğumuz tahta oturdum. Dediği gibi onlar da kısa sürenin sonunda dağılmıştı.
"Güzelce dinlen yengem, yarın büyük gün."
Mihrimah'ın hala enerjisi bitmemişti, bu haline gülerek kafamı salladım.
"Tamam canım, iyi geceler."
Bahçeden çıkar çıkmaz Yavuz'un adamlarından birisi arabasını yanımıza getirmişti. Kapıyı açarak binmeme yardım etti Yavuz, ardından da şoför tarafına geçerek oturdu.
Gözlerim yorgunluktan kapanmaya başlarken, esnememi engelleyememiştim. Bu halime yandan keyifli bir bakış attı.
"Yol uzun sayılır, kapat gözlerini."
Omzumu salladım hayır dercesine, ay ışığı yolun üzerine serilmişti, onu izlemeye başladım. Aramızda büyük bir sessizlik vardı ve ben şimdi bunu bozacak kadar enerjik değildim.
Araba normal hızında yolda akmaya devam ederken gözlerim kısa bir anlığına dalmıştı. Uyku ile uyanıklık arasında olduğum andı.
Arabanın aniden fren yapmasıyla gözlerim korkuyla açılmış, ne olduğunu sormama fırsat dahi tanımadan gecenin zifiri karanlığında silahlar patlamaya başlamıştı.
Yavuz'un sert küfürü arabanın içinde yankılanırken yüzleştiğim gerçek canımı yakmıştı.
Kurşunların hedefi bizdik...
Arabanın ön camı bir kaç kurşundan sonra koruması olmasına rağmen tuz buz olurken her şey biraz daha acı olmaya başlamıştı.
Hikayenin sonu burası mıydı bilmiyordum ama bedenime yayılan ılık sıvı ile yolun sonuna geldiğimi hissediyordum...
Ben asla bir masalın kahramanı olamamıştım, ve bu hikayenin de asıl kahramanı değildim.
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarsa çok sevinirim ✨
• Yeni bölüm için sizleri beklettim üzgünüm, ama bu upuzun bölümle geldim 🦋
• Bölüm sonu için aklımda bir sürü seçenek vardı ve birisini seçmek beni biraz zorladı.
• Sizinde bölüm sonu hakkındaki düşüncelerinizi ve teorilerinizi bu yüzden oldukça merak ediyorum 👀
• Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın 🫶🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ, AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYIN.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
27/03/2022
simaara 🖋
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.21k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |