13. Bölüm

13. BÖLÜM “ T A H A Y Y Ü L”

sim
simaara

Merhabalarr 👀❤️

Kitap hakkındaki güncel duyuları, alıntıları ve paylaşımları İnstagram "Simaarawattpad" adlı hesabımı takip ederek görebilirsiniz 🎞

Daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıyor ve keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada bekliyorum 🕯

 

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkıları: Fleurie / Love And War

 

Manga / Dursun Zaman

 

(Kesinlikle şarkıları dinleyin, ben günlerdir aralıksız dinliyorum, ek olarakta bölümün büyük bir kısmını bu şarkıların eşliğinde yazdım. Dinlerken yazılanlar daha anlamlı geliyor 🤍)

 

 

 

 

"Umut belki de gelecek sayfadır. Kapatma kitabı..."

 

 

Cemal Süreya - Günübirlikler Toplu Yazılar 2

 

 

 

 

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

 

Hayat, daha siz anne rahmine düştüğünüz andan itibaren bir yol çizmeye başlardı bile. Yaşanacak olan şeyler eninde sonunda yaşanır, sonunun nereye varacağı belli olmayan bu yolda ilerlenirdi.

 

Yaşamaya çalışmak benim için hiçbir zaman kolay olmamıştı. Aldığım her nefeste, beni boğmak isteyen eller üzerimde geziniyordu. Her insan bir hayale tutunurken, ben bunu düşünecek vakte bile sahip olamamıştım. Ruhum sanki her gün biraz daha ölüyordu. Yaşıyor olmam bile beklenmedik bir seçenekti...

 

Bedenime saplanan kurşun ılık kanı tenimde hissetmemi sağlarken, acısına tepki veremeyecek kadar şaşkındım. Gecenin karanlığı benim için her zaman korkunç olmuştu.

 

Ve bu gece de her yer kapkaranlıktı.

 

Korkuyordum, ve neden korktuğumu bilmiyordum.

 

Gözlerime dolan yaşlar öylece dururken, bilincim kapanmaya çalışıyor gibiydi. Görüp duyduğum her şey anlamını yitirerek flulaşmış, zaman durmuştu. Kulaklarımı dolduran uğultulu sese dahi bir yanıt veremiyordum.

 

"Uyuma Evin, kapatma gözlerini hadi bak bana!"

 

Göğsüme oturan şey her ne ise nefes almama engel oluyordu, dudaklarımı araladım zorlukla. Vücudumu kontrol edemeyecek haldeydim.

 

"Acıyor..."

 

Karnımdaki acının üzerine büyük avucunu bastırdığını hissettim. Küfürleri havada uçuşurken de az önceki gibi yine bir tepki veremedim.

 

"Senin acı çekmene sebebiyet veren herkesin belasını s**eceğim!"

 

Karnımdaki baskının artmasıyla ağzımdan acı bir haykırış dökülürken, son kalan gücümle eline dokunmuştum.

 

"Bastırma."

 

Kapanmaması için direndiğim gözlerimle direksiyona sertçe diğer elini vurduğunu, ve vurduğu an suratının buruştuğunu görmüştüm.

 

Araba hala hızını koruyarak yolda ilerlerken bir kaç saniyeliğine elini karnımdan çekerek telefonuna uzanmıştı. Rehberden bulduğu numarayı aradıktan sonra arabaya bağlı olan telefonla sesi hoparlöre vermişti. Arama kısa sürede yanıtlanırken iri avucunu da yeniden karnıma bastırmıştı.

 

"Yavuz?"

 

Aradığı kişi Miraç abiydi.

 

"Yolu kesip arabayı kurşunladı itler! Hastaneye gidiyoruz."

 

Sesindeki öfke elle tutulacak haldeyken gözleri sık sık beni buluyor, her bakışında da kahvelerine çöken karanlık büyüyordu.

 

"NASILSINIZ? BİR ŞEY OLDU MU?"

 

Arkadan gelen hışırtılara bakılırsa, çoktan kendisini evden atmaya hazırlanmıştı.

 

Ellerim yavaş yavaş uyuşmaya başlarken kalp atışlarım da kulaklarımda yankılanıyordu.

 

"Evin vuruldu."

 

Kelimeleri bir bıçak kadar keskin, kurşun kadar can yakıcıydı.

 

"Tam...

 

Bundan sonrasını duyamamıştım. Bedenimdeki acı git gide büyürken, gözlerim tüm çabalarıma rağmen kapanmış, kafam omzumun üzerine yanıma düşmüştü.

 

 

 

~

 

 

Yazardan:

 

 

 

 

Yanındaki kadının gözlerinin kapandığını gören adam daha da öfkelenirken, birkaç dakika içinde hastanenin önüne gelmişti. Ani bir frenle durdurduğu arabadan hızlıca inerken, yarasına dikkat ederek kadını kucağına almıştı.

 

"DOKTOR!"

 

İçeriye attığı ilk adımla sedyeyle birlikte hemşireler yanlarına ulaşmış, ilk müdahale için kadını odaya almışlardı. Her şey çok hızlı gelmişti. Evin'in yanına içeriye giremiyor olması da var olan öfkesine eklenirken Yavuz beklediği koridorda volta atıyordu. Hızlı atan nabzı, öfkesini daha da harlıyordu.

 

Kanın omzundan süzülerek aktığı elini duvara vururken de acısını hissedemezken, zihninde bir tek kurşunun isabet ettiği o bedenin acı ile kıvranışı tekrar edip duruyordu.

 

Bir süre beklemek zorunda kaldı o kapının önünde. O anlarda hayatının en zor saniyelerini yaşamıştı, ona bir şey olmasından korkuyordu. Hemde kendisi yüzünden.

 

İçeriden iki hemşire çıkmıştı telaşla. Yavuz'un kırmızıya boyanan gömleği ile perişan olmuş haline bakarken üzüldüler. Onlarda Yavuz'u tanıyorlardı, buradaki herkes gibi. Ve böylesine despot duruşlu bir adamı perişan halde görmek şaşırtmıştı hepsini.

 

"Ameliyata alacağız Evin Hanımı şimdi."

 

Gözlerinde yanan alevler kendisiyle birlikte hastaneyi de ateşe verecek kadar şiddetliydi.

 

"Durumu... nasıl?"

 

Konuşmak ilk defa ona bu kadar zor gelmiş, kelimeleri boğazında düğümlenip kalmıştı. Doktordan önce bir açıklama yapma yetkisine sahip olmayan hemşireler tereddüte düşmelerine rağmen, karşılarındaki adamın tepkisinden korkarak sorusunu fazla detay vermeyecek şekilde yanıtlamayı tercih etmişlerdi.

 

"Şu anlık bir şey söyleyemeyiz ama ameliyatı Suat Bey yapacak. İçiniz rahat olabilir."

 

Suat ile liseden arkadaştı Yavuz, buraya gelirken haber vermek aklına gelmemiş olsa da haber çoktan arkadaşına ulaşmıştı.

 

Hemşirelerin çıktığı kapı yeniden açılırken, sedyenin üzerindeki baygın yatan kadınla karşılaşmıştı. Tüm gece boyunca içinde parladığı kırmızı kaftan bedeninden çıkartılmış, altındaki açık renkli elbise ise artık kırmızıyla boyanmıştı.

 

Saçları yastığın üzerine öylesine karışık dağılmıştı ki, Yavuz'un içini sızlatmıştı bu durum.

 

Bir kaç hemşirenin köşelerden tutarak koşturduğu sedye ondan uzaklaşırken, yıkılmaz duran bedeni en büyük darbeyi almıştı çoktan. Düşen omuzları ve donuklaşan gözleri ile, kadının sedyenin kenarından düşen eline baktı.

 

Ve o an her şeyin bittiğini düşündü.

 

"YAVUZ!!"

 

Arkasından yükselen ses, bir kaç saniye sonrasında omzundan tutarak önüne geçmişti, abisiydi. Miraç belki de ilk defa böyle görüyordu kardeşini, gözlerindeki yıkım o kadar büyüktü ki, altında en başta kendisi kalmıştı. Yakıp yıkacaktı ortalığı.

 

"Oğlum!"

 

"Abi!"

 

Miraç'ın arkasından da babası, annesi ve Boran gelmişti. Hepsinin yüreğine yerleşen korku büyüktü, endişelilerdi.

 

"KORUYAMADIM..."

 

En son ne zaman bu kadar savunmasız kaldığını kendisi de bilmiyordu. Gözlerini her kapattığında bir çift yeşil gözü görüyor, ona zarar gelmesine sebebiyet verdiği için kendinden nefret ediyordu.

 

"ONA VERDİĞİM SÖZÜ TUTAMADIM..."

 

Karşılarından onlara yaklaşan hemşire elinde tuttuğu küçük poşeti çekinerek Yavuz'a uzatmıştı. Şeffaf poşetin içinde ilk dikkatini çeken şey kendi elleriyle boynuna taktığı karagül kolyesi olmuştu.

 

Gül artık siyah değil kırmızıydı.

 

Mümtaz Ağa, Boran ile gitmek için hazırlanan hemşirenin peşine takılarak, bilgi almak üzere koridorda telaşla yürümeye başlarken, Zümrüt Hanım titreyen bacaklarıyla oğlunun yanına yaklaşmıştı.

 

Her kalpte sevgi bulunurdu, kimse bir anda vicdanını yitirip acımasız olamazdı. O da böyle birisi değildi...

 

Zümrüt Hanımı annesinin sevgisi büyütmüştü, babasından yediği her dayağın merhemi annesinin sıcak kolları olmuştu. Kimsesiz kalmanın ne demek olduğunu biliyordu, yaşamıştı. Ve şimdi yılllardır kendisini seven adamdan kocaman bir ailesi vardı.

 

İçindeki üzüntüyü kontrol etmeye çalışarak, elini oğlunun koluna koymuştu.

 

"Sen kendini bırakırsan, kaybedersiniz."

 

Donuk bakışları hala daha dakikalar öncesinde Evin'in bedeninde olan takılardaydı.

 

"Yaşaması için sebep ol ona."

 

Bir şeyler kırılmıştı içinde, hareket ettiremediği bedeni uyanmış gibi koşarak az önce gözlerinin önünde giden bedenin geçtiği yeri takip ediyordu.

 

Ameliyathane kapısının önündeki babasıyla göz göze geldi ilk önce.

 

"Nasıl oldu?"

 

Mümtaz Ağanın sorusuyla kapıdaki olan bakışlarını ağır ağır kaldırdı, o saniyeler yeniden tekrar etti zihninde. Sessizliği yarıp geçen kurşunun camı parçalamasını, yanındaki kadının acıyla haykırışını...

 

Cevap veremedi.

 

Ne sağa kaydı ne sola, bir adım dahi atmadan öylece kapının önünde dikilmeye devam ediyordu.

 

"Kıyafet getirsinler mi kan olmuşsun hep."

 

Aradan dakikalar geçerken Yavuz'un yanına yaklaşan Miraç onun üzerindeki kanın neden hala böylesine ıslak olduğunu çözmeye çalışıyordu. Gözleri bu esnada omzuna takıldı. Tepki vermeden önce emin olmak için bakışlarını aşağıya kaydırarak kolunu takip etti, avuç içine akan kan ne olduğunu fazlasıyla açıklıyordu.

 

"Yaralısın sen!"

 

Yüksek sesi diğerlerinin de dikkatini çekerken, neredeyse saatlerdir omzundaki kurşunu nasıl olur da farketmez diye kardeşine kızıyordu korumacı bir abi edasıyla. Üzerindeki gömleğin beyaz yeri kalmamıştı.

 

"Yavuz, yaralandın mı?"

 

Zümrüt Hanımla, Mümtaz Beyin telaşla ayağa kalkması kadar hızlı olmuştu Yavuz'un da dengesini kaybetmesi. Sol omzunu artık hissetmiyor gibiydi, neredeyse bir saattir hastanedelerdi ve o kendi yarasını umursamayacak kadar endişeliydi. Miraç hemen kardeşine destek olurken kenardaki Boran'da koşarak diğer tarafına geçmişti.

 

"Yok bir şeyim iyiyim ben."

 

Kendinden uzaklaştırmaya çalıştığı iki adama gücü yetmemişti, kolu her an biraz daha gücünü kaybediyordu çünkü. Başı bir kez daha dönerken o Evin'i burada tek bırakmak istemiyordu.

 

Giderse, gitmesinden korkuyordu.

 

"İyiyim dedim!"

 

Son sözü bu olurken gözleri kapanmış, Miraç ise çoktan koridorda doktor diye bağırmıştı. Gözlerinin önünde yaşanan şeylerle her an biraz daha direnci kırılıyordu Zümrüt Hanımın. Sedyeye aldıkları oğlunun götürülüşünü yaşlı gözleriyle izledi. Ellerini havaya kaldırırken, tüm kalbiyle dua etmeye başlamıştı.

 

 

 

~

 

 

 

Ormanda yankılanan gülüşme sesleriyle, üzerindeki pembe elbisenin eteklerini tutarak kendi etrafında dönüyordu küçük kız.

 

"Neredeymiş benim prensesim?"

 

Babasının sesi biraz daha yaklaştı. Dönmeyi bırakarak, yanındaki ağacın arkasına saklandı.

 

"Bilmem, hadi bul beni."

 

Ayaklarının dibindeki küçük çiçeklere basmamak için de dikkat ediyordu aynı zamanda, yavaşça eğildi. Parmakları usulca çiçeğin yapraklarının üzerinde gezinmeye başladı.

 

"Kızımı ben buldum."

 

Arkasından sarılan kollar annesine aitti. Dudaklarını büzerek, ince kaşlarını çatmıştı.

 

"Ama anne, hani hemen bulmak yoktu. Hem nasıl buldun ki sen beni?"

 

Avşin Hanım omuzlarını sallarken parmağını dudağına koyarak sessiz olmasını işaret etmişti kızına.

 

"Sessiz ol bakalım, baba bizi bulacak daha."

 

Evin iyice annesine sokulurken, aynı zamanda az önceki sorusunun da cevabını bekliyordu.

 

"Koklayarak buldum ben kızımı, mis gibi çiçek kokuyordu... nerede olsa bulurum."

 

O, 6 yaşındaydı ve bazı şeyleri anlamakta zorlanıyordu. Merakla çiçekleri işaret etti annesine.

 

"Bunlar gibi mi kokuyorum?"

 

Sesi heyecanlı çıkmıştı, Avşin Hanım gülümseyerek kafasını salladı.

 

"Peki sen hangi çiçekten kokuyorsun anne?"

 

Evin'in yeşil gözleri hızlı hızlı yüzünü inceliyordu, hep meraklı bir çocuk olmuştu o. Çok konuşurdu ve hiç susmazdı.

 

Tüm o saf neşesi bir kaza ile son bulmuş, ellerinden izinsizce çekilip alınmıştı.

 

Yeşillerin sarmaladığı yerler yavaş yavaş solmaya başladı ilk önce, ayaklarının dibindeki çiçekler döküldü sonrasında. Kafasını göğsüne yasladığı annesi uzaklaştı ondan, duyduğu gülme sesleri fısıltıya dönüştü.

 

Hava karardı, şiddetli bir şimşek çaktı.

 

"Seni çok seviyoruz kızım!"

 

Ormanın içinde yankılanan mekanik ses küçük bedenini korkutmaya yeterken, oturduğu yerden kalkmaya çalışmıştı. Her şey git gide daha da bulanık olurken, hala bir umut dudaklarının arasından mırıldanıyordu.

 

"Lütfen gitmeyin..."

 

Nefes alamıyor gibiydi.

 

"Ben de geleyim sizinle."

 

Etrafını saran karanlık onu içine çekmeye başlamıştı bile.

 

Zihninin içindekilerle savaşıyordu kadın, bedeni zorlanıyordu.

 

"Hocam, nabız düşüyor!"

 

Pensetle çıkardığı kurşunun yerine hemen tampon uygularken, gözlerini de sık sık monitöre çeviriyordu Suat.

 

"Az kaldı Evin, biraz daha sabret."

 

Yavuz'un dışarıda olduğunu ve dört gözle bu kadını beklediğini biliyordu. Onlara vereceği haberler ne kadar iç açıcı sayılırdı bilmiyordu, ama görevi buydu. Kanı iyice temizledi.

 

"Nabız normale dönüyor."

 

Hemşirenin yeniden konuşmasıyla, elini uzatmıştı.

 

"Yarayı kapatıyoruz."

 

40 dakikayı geride bıraktıklarında ameliyatta sonra ermişti. Yavuz'a sorması gereken önemli bir kaç şey daha vardı ama hasta mahremiyeti için bunu öncesinde bunu Evin'le konuşmalıydı. Üzerindekileri çıkarıp ellerini yıkadıktan sonra kendisini bekleyenlerin yanına gitmek üzere ameliyathaneden çıkmıştı.

 

Kapının açılmasıyla birlikte hemen ayağa kalkmıştı herkes. Yavuz yapılan ilacın etkisiyle az önce çıkarıldığı odada uyutuluyor, Boran'da onun başında bekliyordu. Çünkü abisinin uyanırsa hemen ayaklanacağını hepsi biliyordu.

 

"Durumu nasıl Suat oğlum?"

 

Zümrüt Hanımın sesiyle hemen kadına dönmüştü Suat, kendi annesi gibi severdi hep, onun için Karadağ ailesi değerliydi.

 

"Durumu gayet iyi, ameliyat biraz zor geçti ama her şey kontrol altında."

 

Duydukları içini rahatlatırken, suratına ufak bir gülümseme yayılmıştı.

 

"Çok şükür Allah'ım."

 

"Eyvallah oğul, eyvallah."

 

Mümtaz Ağanın eli omzunu kavrarken, elini elinin üzerine koymuştu.

 

"Görevim Mümtaz Amca, yeniden geçmiş olsun."

 

Yaşlı çift yorgunca sandalyelere çökerken, Suat dikkatini tamamıyla Miraç'a vermişti. Yavuz'un ortalarda görünmemesine şaşırıyordu.

 

"Yavuz nerede abi?"

 

İleriyi işaret etmişti Miraç konuşmak için. Biraz uzaklaşmışlar, sonra yeniden birbirlerine dönmüşlerdi.

 

"Kurşun sıyırmış omzunu, sonradan farkettik biz. Odada şimdi, uyutuyorlar."

 

Kaşları çatıldı Suat'ın, Yavuz gibi dikkatli bir adam bedenini sıyıran kurşunun farkına varamamış mıydı?

 

"Farkettik derken, kendisi farkında değil miymiş?"

 

Miraç kafasını sallarken ellerini pantolonun cebine sokmuştu.

 

"Öfkesinden köpürüyordu, gözü görür mü hiç?"

 

Yavuz, her zaman öfkesiyle tanınan birisi olmuştu. Gerek okul zamanında, gerekse iş hayatında. Sabrının sınırları aşıldığı zaman gözü kimseleri görmüyordu. Bu yüzden şu anki durumda da sakin ve mantıklı davranmasını kimse ondan bekleyemiyordu. Miraç, emin olmak istercesine aklına takılan şeyi yeniden sormuştu.

 

"Evin'in durumu gerçekten iyi değil mi?"

 

Kafasını salladı Suat, herkesin nasıl tedirgin olduğunu görebiliyordu.

 

"İyi abi merak etme, sadece uyanmasını bekleyeceğiz."

 

Bir süre durduktan sonra aklına takılan bir diğer şeyi sormak için dudaklarını yeniden aralamıştı.

 

"Nasıl olmuş bu saldırı, kimin yaptığı belli mi?"

 

Miraç kafasını olumsuz anlamda sallarken, biraz uzaklarında olan ameliyathanenin kapısı yeniden açılmıştı.

 

"Şu anlık bilmiyoruz ama bulacağız aslanım, her kim yaptıysa karşılığını fazlasıyla vereceğiz."

 

Suat destek olurcasına elini Miraç'ın omzuna koyduktan sonra işine dönmek üzere yanından ayrılmıştı. Yapması gereken en önemli şeylerin ilk sırasında da Yavuz ile konuşmak vardı.

 

 

 

~

 

 

 

 

Omzundaki sızlamalarla birlikte göz kapakları titremişti, bilinci ağır ağır yerine geliyordu nede olsa. Nerede olduğu ya da en son ne yaşandığını kısa süreli hatırlayamayan Yavuz kahve harelerini tamamıyla açmıştı.

 

Yaklaşık olarak 3 saattir bu odada verilen ilaçlarla uyutuluyordu. Üzerinin çıplak oluş sebebini kavrayamazken yerinden hızlıca doğrulmuş, ve bu ani hareketi yüzünden de yarasını derince sızlatmıştı.

 

Zihnine ağır ağır düştü her şey.

 

Kına gecesi, kurşun ve Evin.

 

Elinin üzerindeki serumun iğnesini tutup çektiği esnada içeriye Boran girmişti. Tamda tahmin ettikleri gibi olmuştu.

 

"Abi?!"

 

Her ne kadar Yavuz'u durdurma çabalarına girse de bu pek bir işe yaramıyordu. Ona cevap vermeden yataktan kalkarak ayakkabısını giyinmiş ve odanın içerisinde hızlıca göz gezdirerek gömleğini aramıştı Yavuz. Bulmadığı her saniye daha da sinirleniyordu.

 

"Gömleğim nerede?"

 

Boran az önce Miraç abisi ile konuşmuştu, ve öğrendiği şeylerin Yavuz'u sakinleştireceğini düşünerek konuşmaya başladı.

 

"Yengemin durumu iyi, az önce çıktı ameliyattan. Sakin ol, yaralısın sende."

 

Yavuz duyduğu şeye rağmen, kendi gözleriyle de görmek istiyordu. İtiraz istemediğini fazlasıyla belli eden bir tonda bir kez daha konuşmuştu, ya da tehdit etmişti.

 

"Gömleğim nerede dedim Boran!"

 

Abisini durduramayacağını anladığı için az önce gelirken Mihrimah'ın getirdiği çantadan temiz bir tişört çıkarmıştı. Her ne kadar giyinmesine yardım etmek istese de Yavuz'un izin vermeyeceğini bildiği için eline aldığı tişörtü hızlıca ona uzatmıştı.

 

Saat gece yarısını çoktan geçmiş, hava aydınlanmaya başlamıştı ve hastanenin koridoru tanıdık yüzlerle doluydu. Hiç birine cevap vermeden, direkt köşede duran abisinin yanına yaklaşmıştı.

 

"Evin nerede?"

 

Miraç üstelemeden yürümeye başladı. Biliyordu ki kardeşi kendi gözleri ile görmeden iyi olduğuna inanmayacaktı.

 

Geldikleri odanın önünde ikisinin de adımları durmuştu. Kapıyı açmadan konuştu.

 

"Annem içeride yanında."

 

Yavuz, rahatladığını hissederek önünde durduğu kapının kulpunu indirerek açıp, içeriye bir adım atmıştı. Yatağın üzerindeki beden, uyuyordu veyahut uyutuluyordu.

 

Oğlunun geldiğini gören Zümrüt Hanım hızlıca yerinden kalkarken, aynı zamanda omzundaki yaranın da büyüklüğünü anlamaya çalışıyordu.

 

"Biraz dinlenseydin oğul?"

 

Kafasını sallarken, çoktan yatağın yanına yaklaşmıştı Yavuz.

 

"Eve gidin ana, ben buradayım."

 

Ses tonu fazlasıyla kararlıydı. Bu halde onları bırakarak eve gitmeyi istememişti Zümrüt Hanım, o yüzden itiraz etmişti.

 

"Ama yaralı..."

 

Kahvelerini Evin'den çekerek Zümrüt Hanıma çevirdi. Bu bir ricadan ziyade ihtiyaçtı, bu kadınla baş başa kalarak, iyi olduğuna inanmak istiyordu.

 

"Ana... gidin."

 

Kafasını salladı.

 

"Peki, dikkatli olun. Adamları kapıya bıraktı baban."

 

Çantasını alarak odadan çıkmıştı Zümrüt Hanım. Aklı burada kalacaktı ama uğraştırmak istemediği için kabul etmek zorunda kalmıştı.

 

Odada yalnız kalmaları ile birlikte biraz daha yatağa yaklaşmıştı Yavuz. Yatağın hemen yanındaki koltuğa yavaşça oturduktan sonra sağ elini, Evin'in örtünün üzerinde kalan sol eline uzatmıştı. Parmak uçlarını canını acıtmaktan korkarcasına teninde gezdirirken, arabada duyduğu haykırışını hala unutamamıştı. Ve bu sesin zihnindeki her tekrarlanışında, kendisini yeniden suçluyordu.

 

Bunu yapan kişiyle bizzat kendisi ilgilenecek, kadının gözünden akan her bir damlanın hesabını soracaktı.

 

Uzun bir süredir kimseye söylemediği, söylemek zorunda olmadığı o kelimeler döküldü dudaklarından.

 

"Özür dilerim, sözümü tutamadım."

 

Yüzü solmuş, dudakları morarmıştı. Saçları ise...

 

Bu görüntü onun hoşuna gitmezken, uzattığı eliyle kırmaktan korkarcasına kadının saçlarını düzeltmişti. Saçının bir teli bile çok değerliydi.

 

Saatler geçip gitti ama Yavuz gözünü bir saniye bile yatağın üzerindeki kadından ayırmadı. Her an yeşillerini kendisine çevirecekmiş gibi dikkatle onu izliyordu.

 

Elinin içindeki eli güç vermek istiyormuş gibi daha sıkı kavramıştı Yavuz.

 

Yanındayım sakın korkma demekti belki de bu.

 

 

 

~

 

 

 

 

18.03.2022 / Evin'den:

 

 

 

 

Bedenimdeki garip ağırlığa bir anlam veremezken, gözlerimi açmak çok zor gelmişti bana. Gücüm kalmamış gibiydi, istiyordum ama başaramıyordum. Burnumun üzerinde hissettiğim şeyin ne olduğunu göremesem de rahatsız olarak zorla kaldırdığım elimle tutup çekmeye çalıştım.

 

"Hastamız uyanıyor."

 

Elimde tuttuğum şeyi birisi benden alırken, birbirine yapıştığını hissettiğim gözlerimi zorlukla aralamıştım. Başlarda sadece beyaz ışığa benzeyen görüntü, birkaç defa kırpıştırdığım gözlerimle netleşmeye başlamıştı.

 

Nerede olduğumu, ya da ne olduğunu hatırlayamazken, başımda dikilenlerin kim olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

"Nasıl hissediyorsun kendini?"

 

Sağ tarafımdaki önlüklü adam tüm ciddiyetiyle yüzüme bakıyordu, yabancı olması beni tereddüte düşürürken, hafızamı düşünmeye zorlamıştım.

 

Kına... Kurşun... Yavuz...

 

Yattığım yerden gerçekleri hatırlamamla birlikte kalkmak isterken omzuma dokunan iri eller bana engel olmuştu. Bedenimde, özellikle de karın bölgemde şiddetli bir sızı hissettim.

 

"O... o nasıl?"

 

Endişeli bakışlarım doktordaydı, yanındaki hemşeriye ufak bir işaret vererek odadan çıkmasını sağlamıştı ilk olarak, ardından da sakin bir tavırla konuşmaya başlamıştı.

 

"Yavuz mu?"

 

Kafamı salladım zorlukla. Zihnimde tekrarlanan an, çok korkutucuydu. Kabus gibiydi.

 

"İyi merak etme, kapının hemen arkasında, odadan çıkmamı bekliyor."

 

Gözlerimi sakince kapatırken, derince bir soluk almıştım. Oysa ki arabada kendimi kaybettiğim an, her şeyin bittiğini düşünmüştüm.

 

"Şimdi herkes odaya girmeden önce sana sormam gereken bir şey var."

 

Ciddi ses tonuyla kapattığım gözlerimi yeniden açmıştım. Fazlasıyla tedirgin olmuştum bu davranışından.

 

"Yavuz benim çok yakın bir arkadaşım, bu konuyu da prosedür gereği onunla konuşmadan önce seninle konuşmam gerekiyordu."

 

Kafamı salladım devam etmesi için, ne diyeceğini bilmiyordum.

 

"Şiddet mi görüyorsun?"

 

Gözlerimi elimde olmadan ondan kaçırmıştım, peşimi bırakmayan geçmişim sürekli geleceğimin yolunu kesiyordu. Yutkundum. Şu anda evet dememin bir şeyi değiştirmeyeceği gibi inkar etmemin de bir yararı olmayacaktı. Çünkü o izler kendimi bildim bileli benim bedenimdeydi ve geçmeyeceklerdi. Sürekli bana hatırlatılıp, sorulması acıdan başka bir şey vermiyordu.

 

"İzler... büyük şeyler. Yavuz'la paylaşmam gereken tarzda."

 

Avucumun içindeki yara kendisini hissettirmek istercesine derince sızladı, tüm bedenimi titretti.

 

"Bunu ona söyleme."

 

Sert bir soluk almıştı, ne diyeceğini kestiremiyor gibiydi. Anlayışla kafasını salladı.

 

"Bak ne yaşadın bilmiyorum ama yardım etmemiz için anlatmalısın. Tokattan çok daha fazlasıydı o izler... Acıtan türden."

 

Acıtıyordu, hemde fazlasıyla. İçinde olmuş olduğum duruma gülmek istedim bir an. Gözümü kapatırken, her şeyin sonuna geldiğimi düşünmüştüm, sonra ailemi görmüş berbat bir kabusun içine sürüklenmiştim. Şimdi ise korkularım ve acılarımla yeniden yüzleşiyordum. Her şey kaldığı yerden devam ediyordu.

 

"Lütfen, şu anda bunun zamanı değil."

 

Kafasını salladı yeniden kararıma saygı duyuyormuş gibi.

 

"Peki, hasta mahremiyetinin dışına çıkamam. Ama bu konuyu konuş, muhakkak."

 

Gözlerimi kapatıp açarak onay verdim ona. Biliyordum ki en kısa sürede bu mevzu yeniden açılacak, ve her şey yeniden karışacaktı.

 

Önlüğünün ceplerine koydu ellerini.

 

"Geçmiş olsun tekrardan, ben Yavuz'u göndereyim yanına."

 

Açtığı kapıyı kapatmasına fırsat vermeden içeriye girmişti Yavuz. Gözleri anında gözlerimi bulurken, her şey çok hızlı gelişmişti.

 

Kolları kafamı yastıktan hafifçe kaldırırken, başımı artık göğsüne yaslıyordum.

 

En son ne zaman merak ederek sarılmıştı birisi bana?

 

İri avuçları saçlarımda gezinirken, ağzımı açıp tek kelime edememiştim. İçimdeki şeyler engel olmuştu bana.

 

"Nasıl hissediyorsun?"

 

Kollarının arasında nasıl hissetmem gerekiyorsa öyle hissediyordum sanırım.

 

"İyi... iyiyim. Sen?"

 

Elleri yüzümdeyken kafamı göğsünden kaldırmış, gözleriyle yüzümü incelemişti bir süre.

 

"İyiyim sorun yok."

 

Görünürde bir şey yoktu fakat iyi olduğuna inanmıyordum. Gözlerinin içinde yanan yangını odaya girdiği ilk saniyede görmüştüm, nasıl iyi olurdu?

 

"Değilsin."

 

Cevap vermeden bir kaç saniye daha gözlerime baktı, ardından kafamı yastığa koymama yardım etti.

 

"Yaran ağrıyor mu?"

 

Ufak sızlamaların dışında büyük bir ağrım yoktu. Kafamı salladım sağa sola doğru.

 

"Pek değil."

 

Yanımdaki yatağa yakın olan koltuğa oturmuştu, bu esnada gözlerini bir saniye bile üzerimden çekmemişti. Konuşmasını bekledim, ama o tek kelime etmedi. Ve aramızdaki bu sessizliği dayanamayarak ben bozdum.

 

"Kimdi onlar?"

 

Sorumla birlikte kahvelerine karanlık çöktü, elini alnına koyup sıkıntılı bir şekilde ovaladı. Bu konuyu konuşmak istemediğini açıkça belli ediyordu.

 

"Şimdi dinlenmene bak sen, o kısımla bizzat ben ilgileneceğim."

 

Tepki vermeden suratına bakmaya devam ettim, bu sefer kısa bir açıklaması ile susmayacaktım. Sıradan bir şey değildi, arabayı kurşunlamışlardı.

 

"Konu beni de içine dahil etti."

 

Sözlerimin sonunda kafamı diğer tarafa çevirdim. O inatçıysa bende inatçıydım.

 

"Uyuyacağım."

 

Odadan çıkmasını rica etmekten ziyade basbayağı kovmuştum. Odada oluşan derin sessizliği onun sesi bozdu.

 

"Hay s***yim böyle işi!"

 

Ayağa kalktığını gelen seslerden anladım, odadan çıkacağını düşünürken o bakıyor olduğum tarafa geçmişti. Surat ifadesi bu konuda ısrarcı oluşumdan memnun olmadığını fazlasıyla ortaya seriyordu. Ama yine de bir açıklama yaptı.

 

"Behram itinden şüpheleniyorum, oldu mu?"

 

Suratımı buruşturarak aynı onun asabi çıkan sesine yakın olan bir tonlamayla karşılık verdim.

 

"Oldu!"

 

Kafamı bu sefer ellerime çevirmiştim, hastane odası yeteri kadar rahatsız ediyordu zaten beni. Bir de bu olayın detaylarını düşünmek oldukça sinir bozucuydu. Kendi yeğeninin arabasını kurşunlatacak kadar gözü dönmüş müydü gerçekten?

 

Kendi düşüncemi çürüten şey, amcam ve ailesi olmuştu. Yıllarca canımı yakmaktan korkmamışlardı, Behram ağanın da Yavuz'a ve bana böyle bir şey yapacak olması, Lerzan olayından sonra oldukça olasıydı.

 

"Bana surat asma."

 

Az öncekine göre normaldi ses tonu.

 

"Neden, bunada mı sen karar vereceksin?"

 

Yeşillerimi ruhsuzca yüzüne çevirdim, sanki sinirimi bozmak için uğraşıyormuş gibi kafasını sallamıştı.

 

"Söz konusu sensen neden olmasın."

 

Sağ gözünü kırpmıştı sözlerinin arkasından. Şimdi neden böyle davrandığını anlayamıyordum, garip hissetmemi sağlıyordu. Ve sanki bunu bilerek yapıyordu. Zihnime yavaş yavaş düşen bir başka gerçekle bakışlarımı cama çevirmiştim. Günün öğle saatlerindeydik.

 

"Düğün?"

 

Çok saçma bir şey sormuşum gibi bir süre yüzüme bakmıştı. Sorumu anlamadığını düşünerek yeniden dudaklarımı araladım.

 

"18 Mart, düğün tarihimiz. Bugün."

 

Kaşları alayla havaya kalkarken az önce kalktığı koltuğa yeniden oturmuştu. Kaşları çatık değildi, suratı gülmüyordu, ama bakışlarındaki pırıltılar eğlendiğini ele veriyordu.

 

"Öyle miymiş?"

 

Tepkisi sinirimi daha da bozarken, gözlerimi ondan çekmiştim. Şu halimle bir de benimle uğraşıyordu.

 

"Bilerek yapıyorsun değil mi?"

 

Yeniden ona baktığım bir anda dudakları hafifçe kıvrılmıştı.

 

"Ertelenecek, şimdi bunu düşünme."

 

Düğünün ertelenecek olması, benim o evde yaşamaya devam etmem demekti. Suratım elimde olmadan asıldı, daha fazla onlarla yüz yüze gelecek enerjiye sahip değildim çünkü. Halbuki evlenmekte gönüllü olduğum bir seçenek değildi ama bu tek kaçış yolum sayılırdı.

 

"Eve ne zaman gideceğim?"

 

Kafasını sağ omzuna doğru yatırdı hafifçe. Geldiğinden beri sol tarafını oynatmıyor gibiydi.

 

"Bu gece de buradasın."

 

Kafamı salladım. Şimdiden sıkılmaya başlamıştım.

 

"Uyu istersen."

 

Bir şeyler konuşup kafamı dağıtmak yerine bana sunduğu teklif oldukça can sıkıcıydı, yeteri kadar da gergindim üstelik. Düşünmek istemiyordum ve zihnim beni zorluyordu.

 

"Uykum yok."

 

Bana cevap vereceği esnada odanın kapısı çalarak açılmıştı.

 

"Yengem?!"

 

Suratındaki korku dolu ifade ile içeriye giren kişi Mihrimah'tı. Bir kaç adımda yanıma yaklaşırken, canımı acıtmaktan korkarak eğilip bana sarılmıştı.

 

"Çok korktuk, iyi misin?"

 

Elimi koluna koyarak gülümsedim. Bu kadar önemsendiğimi görmek garipti. Alışkın olmadığım şeylerdi.

 

"Merak etme gayet iyiyim."

 

Dudakları kıvrıldı onun da, kendisini geriye çekmişti ama eli hala elimi sıkı sıkıya tutuyordu.

 

"Hep iyi ol."

 

Biz ikimiz birbirimize sevgiyle bakarken, odada duyduğumuz öksürük sesi tam da Yavuz'a aitti. Çatık kaşlarıyla süslenen bakışları ellerimizdeydi.

 

"Yorma kızı Mihrimah."

 

Mihrimah onun bu çıkışına alttan alttan gülerken, dudaklarımı elimde olmadan aralamıştım.

 

"Yorulmuyorum."

 

Yatağımın kenarına oturdu Mihrimah. Abisinin bozulan suratı onun daha da keyiflenmesini sağlamıştı.

 

"Artık kız senin yanında ne kadar sıkıldıysa abi."

 

Kafasını sabır dercesine salladıktan sonra odadan çıkıp gitmişti. Şaşkınca arkasından bir süre baktım. Böyle garip davranmasının bir sebebi olabilir miydi?

 

"Günden güne daha da kıskanç oluyor, yoksa bana mı öyle geliyor?"

 

Kaşlarım havaya kalkarken omzumu sallamıştım.

 

"Çok garipti."

 

Odanın içinde Mihrimah'ın kahkahası yükseldi.

 

"Bu daha hiç bir şey yengeciğim, sen asıl garipliği evlendikten sonra göreceksin."

 

Bu dediği gözümü korkuturken, neler yaşayacağımızı merak etmemiş değildim. Çünkü Yavuz oldukça dengesiz bir adamdı, ve anı anını tutmuyordu. Kafamı sallayarak bu düşünceleri zihnimden uzaklaştırarak karşımda oturan Mihrimah'ı dinlemeye başlamıştım.

 

 

 

~

 

 

 

Mihrimah'la konuşmak fazlasıyla iyi gelmişti bana, kafamı dağıtmış, moralimi düzeltmişti. Hatta öyle ki bir ara yaralı oluşumu unutturmuştu.

 

Saat akşam saatlerini gösteriyordu ve uykum ne yazık ki daha gelmemişti. Mihrimah telefonundan karşısına çıkan şeyleri bana gösterirken odanın kapısı açılmıştı. En önde Berivan, onun arkasında ise sırayla Miraç abi, Boran, Yavuz ve kim olduğunu bilmediğim bir adam vardı.

 

"Geçmiş olsun çiçeğim."

 

Berivan hemen yanıma yaklaşırken elindeki küçük karton çantayı Mihrimah'a uzatmayı ihmal etmemişti.

 

"Nasılsın, ağrın falan yoktur inşallah."

 

Gülümseyerek kafamı sallamıştım. Odaya her gelen kişi, sevgisini bana hissettiriyordu.

 

"Hayır yok, iyiyim."

 

O samimi bir şekilde gülümseyip yüzüme bakmaya devam ederken, Mihrimah çantanın içinden çiçeklerle süslenen bir taç çıkartmıştı.

 

O esnada Yavuz ve Miraç abi yanlarındaki adamla birlikte kenardaki masanın önündeydiler, ve tam olarak onların da ne yaptıklarını anlayamamıştım.

 

Tacı beklemediğim bir anda saçlarımın üzerine bırakmıştı Mihrimah. Ben ne oluyor dercesine yüzüne anlamsız bakışlar atarken, eliyle Yavuz'ları işaret etmişti. Kim olduğunu hala bilmediğim ama mesleğini anladığım adam üzerine kırmızı cüppesini giyiniyordu.

 

Yeşillerimi Yavuz'a çevirdim. Sabah ki tüm sinir bozucu tavrı bir oyunmuş gibi kafasını salladı, ardından odanın içindekileri umursamadan yanıma yaklaştı.

 

Ani yakınlaşmasıyla içim burkulurken, sağ kolunu yatağın başlığına doğru uzatmıştı. Yüzlerimiz gereğinden fazla yakındı, ve kalabalık bir ortamdaydık.

 

Kaşlarımı çatarak kendimi geriye çektim.

 

"Ne yapıyorsun Yavuz?"

 

Kafasını hafifçe sallarken, sabah ki yaptığı gibi ağırca gözünü kırpmıştı.

 

"Ne yapıyorum?"

 

Hala yakınımda durduğu için elimi omzuna koyarak ittirmek istemiştim, ama daha parmak uçlarımın dokunmasıyla beraber buruşan suratı bazı şeyleri anlamamı sağlamıştı.

 

"Omzun... sende yaralandın değil mi?"

 

Gözleri elimi bulurken, bu konuyu açmış olmamdan rahatsız olmuş gibi bakıyordu.

 

"Ben gayet iyiyim, kapatalım artık şu yaralanma mevzusunu."

 

Daha sonradan bu konuyu yeniden açacağımı kendisi de biliyordu. O yüzden kabul ederek şu anki durumumuzu sordum.

 

"Ne dönüyor tam olarak şu an burada?"

 

Çok sakin gözüküyordu. Ağırca kahvelerini yeşillerime sabitledi.

 

"Nikahımız kıyılacak."

 

Düğün ertelenmişken, nikah memurunu tutup buraya getirmesine şaşırmıştım. Ve neden böyle bir şey yaptığını anlamaya çalışıyordum.

 

"Düğünü ertelememiş miydin?"

 

Diğerlerinin duymaması için miydi bilmiyordum ama az önce açmış olduğum mesafeyi yaklaşarak yeniden kapatmıştı. Aldığım havaya onun kokusu karıştı.

 

"O evde duramazsın, düğünü iyileş yaparız sorun değil. Gözümün önünde olman lazım."

 

Bu yaptığına kızmadım, o evde daha fazla durmayı kaldıramazdım çünkü. Şu ana kadar buraya bile gelmemiş olmalarına şaşırmıştım doğrusu.

 

Gözlerimde olan gözleri yavaşça aşağıya doğru kayarken, bir süre dudaklarıma bakmıştı. Bakışlarımı kaçırarak kendimi yeniden geriye çektim. Bedenimdeki bu yoğun hisin sebebi neydi?

 

"Hazırsanız nikahı kıyabiliriz."

 

Nikah memurunun sesiyle birlikte Yavuz onay verircesine kafasını sallamıştı. Benim şahidim Berivan olurken, Yavuz'unki de Miraç abi olmuştu.

 

Önündeki defteri açan memur sorularını sormaya başlarken, sırayla yanıtlamıştık. Kısa süren bu aşama son bulurken asıl önemli kısıma gelmiştik.

 

"Evin Hanım, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan, kendi hür iradenizle Yavuz Karadağ'ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

 

Gözlerim yanımda duran bedene kayarken, onunda gözleri benimle kesişmişti. Gerçekten istiyor muydum bunu? Yoksa mecbur kalışlarımdan ona mı sığınıyordum.

 

Kimsenin beni önemsemediği ve görmediği şu hayatta unuttuğum bir çok hissi bana hatırlatan o olmuştu.

 

Kendi hür iradem olduğunu bilerek yanıtladım memurun sorusunu.

 

"Evet."

 

Mihrimah, elindeki telefon ile bu anı yakından kameraya alırken sevinç nidaları dökmeyi de ihmal etmiyordu.

 

"Siz Yavuz Bey, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan, kendi hür iradenizle Evin Şahmaran'ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

 

Bu sorunun ona da soruluyor olması bir anlığına bana komik gelmişti. Kimse onu bir şeyi yapma konusunda zorlayamazdı ki.

 

"Evet."

 

Benim aksime beklemeden hemen cevabını vermişti o.

 

"Sizler, şahitlik ediyor musunuz?"

 

Berivan'la Miraç abi aynı anda evet derlerken nikah memuru aldığı onayla birlikte sözlerini devam ettirmişti.

 

"Bende Midyat Belediyesinin bana vermiş olduğu yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum. Şöyle imzalayabilirsiniz."

 

Önüme uzatılan defteri ilk olarak ben imzaladım, hemen ardımdan da Yavuz. Nikah şahitlerinin de imzalamasıyla birlikte memur küçük kırmızı nikah cüzdanını elime uzatmıştı.

 

"Mutluluklar dilerim."

 

Erkeklerle vedalaştıktan sonra odadan çıkmıştı, elimdeki cüzdanda olan bakışlarımı Berivan ve Mihrimah'ın gülüşmeleri ile kaldırmıştım.

 

Mihrimah elindeki telefonla hem poz veriyor hemde tepkilerimi kaçırmak istemiyor gibi beni çekmeye devam ediyordu.

 

"Yenge? Tepki versene."

 

Onun sesiyle birlikte Boran ve Miraç abi de gülmeye başlamıştılar.

 

"Bünyesi kaldırmadı Karadağ olmayı, şoka girdi resmen."

 

Hala gülüyordu, gözlerimi yavaşça defterden kaldırdım.

 

Şaka maka ciddi ciddi evlenmiş miydik biz?

 

"Karımla uğraşma."

 

Tüm şaşkınlığım onun sesiyle uçup giderken yerine çok daha büyük bir şaşkınlık bırakmıştı. Kafamı çevirdiğimde gözleri beni buldu, ama sanki sıradan bir şey söylemiş gibi söylediği söze takılmadı.

 

"Hayırlı olsun aslanım."

 

Miraç abiyle sarılmaya başlarken, arkasından da Boran gelmişti. Ben onlarda olan bakışlarımı çekerken, benim yanımda dikilen iki kadında daha fazla duramayarak bana sarılmışlardı.

 

"Boran abi, sende evlen artık! Sıra bana gelmiyor."

 

Mihrimah'ın ufak sızlanması, üç abisinin de bir anda bağırıp yükselmesine sebebiyet vermişti. Üç erkek tilki iken, Mihrimah ise küçük bir tavşandı. Korktuğu için şaka yapmış gibi gülümsemeye başladı, pek başarılı olmuşa benzemiyordu görünüş olarak ama kendisini de onları da buna inandırmaya zorluyordu.

 

"Bakmayın öyle dik dik, bana sıra gelmiyor derken tabii ki de onu kastetmedim. Ben evin en küçüğü ve tek çocuğu haline bürünmek istiyorum. Hem ben mi büyüğüm sen mi büyüksün hiç belli değil, rolümü çalıyorsun hep."

 

Alaycı bir tavırla gülümsemişti Boran, pek hayrı alamet durmuyordu.

 

"İyi kıvırmaya çalıştın ama beceremedin bücür, dikkatli ol."

 

Abisine dik bir bakış attıktan sonra dikkatini az önceki gibi yeniden telefonuna verdi.

 

"Boran, kızı rahat bıraksana yengem. Kaç yaşına geldi."

 

Mihrimah, Berivan'ın ona taraf çekmesine keyiflenirken, Boran yengesine daha ılımlı bir şekilde karşılık vermeyi tercih etmişti.

 

"40'ından önce evlilik yok ona."

 

Onların aralarındaki sohbeti devam ederken ben hala elimde tuttuğum cüzdana bakıyordum.

 

Evin Şahmaran Karadağ...

 

Garip hissediyor oluşumu engelleyemedim o an.

 

"Neyse biz artık gidelim, yengem rahat rahat dinlensin."

 

Mihrimah'ın teklifi ile birlikte kısa süre içinde odadan çıkmıştı herkes. Yeniden baş başa kalmıştık. Gözlerime bakıyordu.

 

"Uyu biraz, dinlenmen lazım."

 

Yavuz'un teklifine karşılık olarak elimdeki nikah cüzdanını eline uzattım. Bekletmeden aldığı küçük defteri, kenardaki ufak çantaya koymuştu.

 

Tacı da çıkarıp kenara koyduktan sonra kafamı yastığın üzerine yaslamıştım. Yatağın yanındaki koltuğa oturdu. Uyumamak için direnen gözlerim öylece odada gezinirken, bileğimdeki boşluk dikkatimi çekmişti.

 

"Annemin bilekliği nerede?"

 

Sesim elimde olmadan endişeli çıkmıştı. Yıllar sonra annemden geriye kalan minicik bir şeye sahip olmuşken, kaybetmeyi istemezdim.

 

"Merak etme bende, güvendeler."

 

Bakışlarımı yüzüne çevirmiştim sözleriyle birlikte. Ona inanıyordum.

 

"Bir şey olmasın ama..."

 

Gözlerini kapatıp açarak ona güvenmem gerektiğini belirten bir bakış attı.

 

"Olmayacak. Hadi şimdi kapat gözlerini."

 

Kafamı sallayarak onu onayladım. Gözlerimi kapatmamla birlikte kısa bir süre içinde de uykuya dalmıştım.

 

 

 

~

 

 

 

 

Odanın açılan kapısıyla birlikte gözlerim açılırken, doktor Suat yanındaki hemşireyle tam karşımda duruyordu.

 

"Günaydın, nasıl hissediyorsun kendini?"

 

Sorusuyla beraber, bedenimdeki sızıların dünküne göre daha hafif olduğunu farketmiştim. Aynı zamanda uykumu da almıştım.

 

"Daha iyiyim."

 

Karnımın üzerindeki bandajı dikkatli bir şekilde açan hemşirenin ardından Suat yaramı kontrol etti.

 

"Dikişlerinde gayet iyi durumda. Ağır kaldırıp, ani hareketler yapmak bir süreliğine yasak zaten. Onun dışında düzenli pansumanla bir kaç haftaya daha iyi olursun."

 

Sözlerini onaylayarak kafamı salladım. O sırada hemşire açtığı yaraya pansuman yapmak için ilaç dökmüştü, ufak ufak yanmaya başladı.

 

"İstediğin zaman çıkabilirsiniz. Yeniden geçmiş olsun."

 

Hemşire yarayı yeniden sardı. İkisine de bakarak hafifçe gülümsedim.

 

"Teşekkür ederim."

 

İşlerinin bu olduğunu söyledikten sonra önce hemşire odadan çıkmıştı. Doktor Suat'ın kullanmam gereken ilaçlar hakkında bilgi verdiği esnada odanın kapısı bir kez daha açıldı, içeriye Mihrimah girmişti. Elinde de ufak valiz şeklinde bir çanta vardı.

 

"Merhaba, Suat abi."

 

Doktorun gözleri onu bulurken kafasını sallayarak gülümsemişti. Anladığım kadarıyla tanışıklıkları eskiye dayanıyordu.

 

"Merhaba Mihrimah, nasılsın?"

 

Fena değil gibisinden elini salladı.

 

"İdare ediyorum, sen?"

 

Elinde tuttuğu hasta dosyasını sallamış, ardından da yakasındaki stetoskopu göstermişti.

 

"Koşturuyorum."

 

İkisinin arasındaki konuşma sonlandıktan sonra, Suat'ta odadan çıkmıştı.

 

"Nasılsın yengem, daha iyisin?"

 

Az önce yenilenen pansuman hala yaramı ufak ufak sızlatıyordu.

 

"Evet ağrım yok gibi, sadece sızlıyor."

 

Elindeki çanta ile yanıma yaklaştı, yattığım yerden doğrulmamı sağladı. Sonrasında da elleri üzerimdeki pijama takımına uzanmıştı. Bedenimdeki izlerin varlığı beni rahatsız ederken uzattığı ellerinden hafifçe geriye kaçtım, şaşırdığını belli eden bakışlarına nasıl bir açıklama yapacağımı bilemiyordum.

 

"Ben giyinirim."

 

Suratındaki şaşkınlık yerini yavaşça anlayışa bırakırken, gözleri samimiyetle yeşillerimi bulmuştu.

 

"Yengem, benden mi utanıyorsun sen?"

 

Tepkisizce gözlerine bakarken, ne demem gerektiğini bilememiştim.

 

"Utanma benden, yaran hala yeni. Canın yanmasın yok yere, uzat kollarını."

 

Çaresizce kollarımı uzatırken, gözlerimi sıkıca kapatmıştım. İzleri gördüğü zaman yüzünde oluşacak olan o ifadeye hazırlıklı değildim. Kollarımdan çektiği pijamayı başımdan çıkardıktan sonra odayı saran sessizlik, boğazıma büyük bir yumru olarak oturmuştu.

 

Sertçe yutkundum.

 

Yaralarımla yüzleşmeyi bilememiştim ben, şimdi nasıl açıklayabilirdim ki?

 

Omzumun aşağısında kolumdaki kemer darbelerinden kalan izin üzerine dokunan parmaklarıyla, gözlerim sızlamaya başladı.

 

"Bu... izler."

 

Nefesim daraldı, gözyaşlarım yanağıma doğru süzülürken, dilim lal olmuş gibiydi.

 

"Yenge?"

 

Diğer eli de omzumu tutarken, ses tonu ona bakmam için beni zorluyordu.

 

"Yengem, bakar mısın bana?"

 

Küçük bir çocukla konuşuyormuş gibi yumuşaktı sesi. Acıyla gözlerimi açarak yüzüne baktım, bu gerçeği anlatacak kadar güçlü değildim ki.

 

"Kim yaptı bunları?"

 

Avucumu sıkı sıkı kapatırken, içindeki izi de saklamak istemiştim. Bu izleri tek kişi yapmamıştı.

 

Yapan kadar, susan da suçluydu.

 

Diri diri toprağa gömmüşlerdi beni.

 

Gözleri diğer izleri de görmek ister gibi üzerimde gezindi. Bir bir hepsiyle karşılaştı. Daha sırtımdakileri görmemiş olmasına rağmen bakışları kısılmış, öfkelenmişti.

 

"Ne zamandan beri sana bunu yapıyorlar?! Her yerinde iz var!"

 

Titreyen dudaklarımın arasından bir hıçkırık firar ederken, göğsüm sıkışıp nefes almama engel oluyordu.

 

"Lütfen, daha fazla sorma... şimdi zamanı değil."

 

Kafasını salladı kabul edemiyormuş gibi.

 

"Nasıl zamanı değil, sen nelere maruz kaldın?!"

 

Omuzlarım çökerken, her iz kendi anısını bana hatırlatmıştı. Yaşadıktan sonra bittiğini sanarken, zihnim unutmama izin vermiyordu. Kolumdaki ize dokundum.

 

"Amcam. Çok içmişti, sinirliydi... 9 yaşındaydım."

 

Dudaklarım acıyla kıvrılırken bir diğer yaraya dokundum.

 

"Yengem itmişti, düşerken de sehpaya vurdum... kanamasını evde kendim durdurmaya çalışmıştım."

 

Acı veriyordu bana konuşmak, ağır geliyordu. Onun için dinlemek, öğrenmek nasıldı bilmiyordum ama ben o anları yeniden yaşıyor gibiydim.

 

Elimi uzattım görmesi için. Avucumun içindeki iz, sık sık sızlayarak canımı yakıyordu.

 

"Alim, sigara bastırmıştı buraya. Her baktığımda onu hatırlamamı söyledi."

 

Omuzlarımı kaldırıp indirerek, yerdeki bakışlarımı yüzüne çevirdim. Surat ifadesi öylesine karışıktı ki, tam olarak ne düşündüğü belli değildi. Gözleri doldu.

 

Bana bunları söylettiği için pişman olmuş gibiydi.

 

"Ben... ben özür dilerim. Seni zorladım, çok özür dilerim."

 

Sağa sola salladım başımı, canımı onun sorması acıtmamıştı ki. Benim acım hiç iyileşmemişti yıllardır, hep kanıyordu zaten.

 

"Dileme, senin suçun değil hiç biri."

 

Elini ağzına kapatarak gözlerini odanın duvarlarında gezdirdi hızlıca, duyduğu şeylere hazırlıksız yakalanmıştı.

 

"Nasıl bu kadar vicdansız olabilirler? Nasıl bunları yapabilirler ki?"

 

Sesi her kelimesinin ardından biraz daha kısılıyordu. Sorusuna cevap veremedim, yıllar önce bunu merak etmeyi bırakmıştım çünkü.

 

Defalarca o evden kaçmayı düşünmüştüm... ama olmamıştı. Bunu bile becerememiştim.

 

"Benim yüzümden..."

 

Dudaklarımın arasından çıkan kelimelerden pişman olmadım. Çünkü doğruydu. Ben suçluydum.

 

Kaçmayı, kurtulmayı becerememişken, canıma dahi kıyamamıştım.

 

"Hiç bir şeyi beceremedim, ne yaşamayı..."

 

Gözlerindeki gözlerimi çektim, bu itirafı yaparken tepkisini görmek istememiştim.

 

"Ne ölmeyi."

 

Ağzını açtı, konuşmaya çalıştı ama doğru kelimeyi seçememiş gibi bakmaya devam etti.

 

"Aramızda kalacak bunlar, tamam mı?"

 

Kabul etmeyeceğini biliyordum, bakışlarından anlamıştım.

 

"Bana söz ver Mihrimah, lütfen."

 

Telaşlı ifadesiyle bedenimi işaret etti.

 

"Nasıl söz vereyim, neler yapmışlar sana! Göz göre göre susmamı mı istiyorsun?"

 

Gözlerimi kapatıp açarak onay verdim.

 

"Söz ver."

 

Eliyle saçlarını çekiştirdi hafifçe, odaya ilk girdiği enerjik halinden eser kalmamıştı.

 

"Tamam öyle olsun, söz veriyorum. Ama bir süreliğine..."

 

Kenara koyduğu temiz kıyafete uzanmaya çalışmıştım ama yaram buna izin vermemişti. Karşımda duran Mihrimah dağılmış halini umursamadan, kıyafeti benden önce alarak bana yaklaştı. Dikkatli bir şekilde kafamdan geçirdiği siyah tişörte kollarımı sokmama yardımcı olmuştu. Ayağa kalkmamla birlikte aynı şekilde siyah, bol paça bir eşofman giyinmiştim.

 

Yere eğilerek spor ayakkabıyı da giyinmemi sağladı.

 

İlk defa birisi bana yardım ediyordu.

 

Acılarımı tek başıma yüklenmeme engel olmaya çalışıyorlardı.

 

Yeniden doğrulduğunda, zorlanarak ayakta durduğumu farketmişti. Daha fazla bekletmemek için kahverengi ince montu üzerime geçirerek yatağa oturmamı söylemişti.

 

Çıkardığım pijama takımını katlayarak çantaya koymuştu ilk önce, ardından da cebindeki telefondan tuşladığı numarayı arayarak hazır olduğumuzu söylemişti.

 

Kısa bir beklemenin ardından odanın kapısı Yavuz tarafından açılmıştı. Gözlerimiz kesişti.

 

"Ben aşağıda bekliyorum sizi."

 

Mihrimah kısaca konuştuktan sonra Yavuz'un önünde durduğu kapıdan çekip gitmişti. İçeriye girdi, yanıma adımladı.

 

Siyah tişörtünün üzerine siyah deri bir ceket giyinmişti. Sanki tek yara alan kişi benmişim gibi, her zamanki sert, yıkılmaz haliyle tam karşımda duruyordu.

 

"Yaran ne durumda?"

 

Gözlerine baktım.

 

"İyi gibi, fazla ağrımıyor."

 

Kafasını salladı ağırca, ardından ayağa kalkmam için elini uzattı. Bu dikişlerle ayağa kalkamayacağımı bildiğim için uzattığı eli tutmuştum.

 

Kafasını eğerek yüzüme baktı, yeşillerimde durdu kahveleri.

 

"Ağrın yoksa niye ağladın?"

 

Söylediği sözler bir anda surat ifademin tepetaklak olmasını sağlarken, o bu ifademden daha çok vereceğim cevapla ilgileniyor gibi duruyordu.

 

"Bir cevap bekliyorum."

 

Gözlerimi ondan kaçırdım.

 

"Evet, biraz ağrım vardı."

 

Elimdeki elini çekti, ne yaptığını anlamaya çalışırken, hafifçe eğildi ve tahmin dahi etmediğim o şeyi yaptı.

 

Beni kucağına aldı.

 

Ağzımdan kaçan şaşkınlık nidası suratında alaylı bir ifade oluştururken, yüzlerimiz birbirine yakınlaşmıştı.

 

"Omzun yaralı!"

 

Karnımdaki yara yükselmemle birlikte sızlarken elimi yaramın üzerine bastırmıştım. Keskin bakışlarını karnımı tutan elimden çekerek sertçe yeşillerime çevirdi. Öyle ki nefesim kesilmişti.

 

"Kıpırdama, dikişlerin patlayacak."

 

Uyarısı, bir tehdit kadar ürkütücüydü.

 

"Ama omz..."

 

Kollarını sıkılaştırdı, dokunuşunu bedenimde yeteri kadar hissetmiyormuş gibi biraz daha hissetmemi sağladı.

 

Parmak uçları tenime mühürlendi.

 

Kaşları havaya kalkmıştı, fısıltıya yakın olan sesiyle konuştu.

 

"Az önce ne dedim ben?"

 

Suratımı buruşturarak, bakışlarımı diğer tarafa çevirdim. Sözünü yine dinlettiriyor olmanın zevkini yaşıyordu muhtemelen.

 

Bir kaç adımda odadan çıkmış, hastanenin koridoruna geçmiştik. İnsanlar garip garip bize bakıyorlardı, haksız da sayılmazlardı doğrusu.

 

Burada böyle şeyler normal karşılanmıyordu, yargılanmamız çok normaldi. Bir de aramızda kıyılan nikahtan haberi olmayanlar, hakkımızda türlü türlü dedikodular çıkartırlardı.

 

Bu durum beni yine rahatsız ederken, Yavuz o gün söylediği şeyler gibi umursamamıştı. O kendi düşüncesinden başka kimsenin düşüncesini umursamıyordu.

 

Doğrusu kadardı kuralları, son tercihi de ilk tercihi de ona aitti.

 

Asansörün önüne gelmiştik. Kaşıyla düğmeyi işaret etti. Verdiği mesajı anlayarak elimin ucuna denk gelen düğmeye bastım.

 

"Omzun daha da kötü olacak."

 

Asansörün kapısı açılmış, içerisine girmiştik. Yeniden düğmeye bastım, kafasını az önceki sözlerime karşılık vererek hafifçe yana yatırdı.

 

"Kuş kadarsın, niye kötü olsun?"

 

Bu söylediği şey iyi miydi kötü müydü, anlayamamıştım. Her iki tarafa da çekilebilirdi nede olsa.

 

Emin olmak ister gibi gözlerimi kaçırmadım, sanki özellikle anlamamam için gözlerindeki şeyleri benden saklıyordu.

 

Zemin kata gelmemizle kapılar yeniden açıldı. Üst kata nazaran daha kalabalıktı burası, bakışlar da daha çoktu. Çıkışa doğru yürümeye başladı Yavuz. İri bedeninin kollarında, yok olmuş gibiydim.

 

İnsanlarla göz göze gelmemek için kafamı göğsüne çevirdim, kokusu yine rahatlıkla hissedebileceğim uzaklıktaydı.

 

Büyük kapıdan çıktığımızda bizi Yavuz'un lüks arabası karşılamıştı. Arka kapıyı çoktan açıp hazır olda bekleyen kişi de Akif'ti.

 

Yüksek jipin koltuğuna rahatlıkla oturmamı sağlamıştı Yavuz, beni bıraktıktan sonra geri çekilirken, gözlerim yarasına kaydı ama beklediğim tarzda bir tepki alamadım. Gerçekten de canı yanmıyor olabilir miydi?

 

Kapımı örttü. Arabanın etrafında dikilen korumaları, onun da yanıma binmesi ile düzenli bir şekilde hareket etmeye başladılar. Akif şoför koltuğuna, yanına da korumalardan birisi oturmuştu. Arabanın hareket etmesiyle arkamızdakiler de peşimize takılmıştı.

 

Konağa gidiyorduk.

 

Artık benim de yaşayacağım yer olan, belki de aile kuracağım yere;

 

Karadağ Konağı'na.

 

 

 

~

 

 

 

Arabanın büyük kapının önünde durmasıyla birlikte yerimde kıpırdandım. Umuyordum ki arabadan indikten sonra yürüyerek içeriye girerdim.

 

Kafamı yan tarafa çevirerek kısa bir bakış attım, gerildiğimi farketmişe benziyordu. Arabadan indi. Bir kaç adımda ise benim oturduğum tarafa ulaştı. Kapının önünde de bir sürü adam vardı, ve hepsi de kafalarını öne eğmiş bekliyorlardı.

 

Bakışlarım onlardan çekerek Yavuz'a baktım.

 

"Ben yürüyebilirim."

 

Kaşları havalandı, alnı kırıştı.

 

"Ne güzel."

 

Demek istediği şeye tepki vermemi beklemeden kolları yeniden bedenimi sarmaladı. Yeniden kucağındaydım.

 

"Ayıp olacak insanlara."

 

Üzeri ince ince işlenmiş olan kapı sonuna kadar açıldı, kahve hareleri karşıdaydı.

 

Avluya girdik ve bizim gelmemizi bekleyen meraklı gözlerle karşılaştık.

 

Sedirin baş köşesinde Heja daye oturuyordu, yanında ise Zümrüt Hanım vardı.

 

Evin çalışanları da, mutfak kapısının önünde bekliyorlardı. Ben Yavuz'un kucağında onlara mahçup bir şekilde bakarken, arkamızdan gelen Berivan'ın sesi duyulmuştu.

 

"Çarşı ne kadar kalabalıkmış bugün."

 

Bizimle gelmeme sebebi sanırım çıkan işiydi. Tamamıyla öne yaklaşınca gözleri beni buldu. İmalı imalı gülümsedi.

 

"Geçmiş olsun, keça min."

 

Heja dayenin sesiyle birlikte tebessüm ettim.

 

"Sağolasın Heja daye."

 

Zümrüt Hanım oturduğu yerden kalktı. Bakışları her zamanki gibiydi.

 

"Odanız hazır, yukarı çıkarasın Evin'i, dinlensin."

 

Yavuz'un adımları merdivene yönelirken, kalp atışlarım hızlanmıştı. Odanız demişti...

 

Unuttuğum detayı yeniden hatırladım. Artık evliydik.

 

Gözlerim yavaşça ona döndü.

 

Daha önce görmediğim detaylar dikkatimi çekti. Sol göz kapağının kenarında ufak bir yara izi vardı.

 

Kirpikleri ok gibiydi, kahve harelerini çevreliyordu.

 

Yüzü kemikli, dudakları orta kalınlıktaydı.

 

Gözleri bakışlarımı yakaladı, utandığımı hissettim.

 

Önüne geldiğimiz odadan içeriye girdi ve ilerlemeden önce ayağıyla kapıyı örttü.

 

Bedenimi yatağın üzerine bırakıp eğilerek ayakkabılarımı ve montumu çıkardı, ardından da arkamdaki yastıkları düzeltti.

 

"Rahat mısın?"

 

Sırtımı iyice yastığa yaslarken kafamı salladım. Deri ceketini çıkarak kenardaki koltuğun üzerine fırlattı. Yanıma yaklaştı, yatağın kenarına oturdu.

 

Ciddiydi.

 

Sertti.

 

Kaşları çatıldı, dudakları aralandı.

 

"Yuvana hoş geldin..."

 

Ufak bir beklemenin ardından söylediği şey nefesimin kesilmesini sağlamıştı. Bu gözlerime bakarak ikinci Kürtçe konuşmasıydı.

 

"Heta taliye tu yamini."

 

~ Sonsuza dek benimsin ~

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok sevinirim ✨

 

• Öncelikle bölüme kısa diyenleri ısırıyorum ydjelsöelsks. Yazması benim için gerçekten uzun sürdü, ama değdi❣️

 

• Yavuz'dan böyle minik ataklar görünce hep birlikte heyecan yapıyoruz sanki doğru mu?

 

• Evin'in davranışları hakkında bir kaç şey söylemek istiyorum;

 

-> Olayları abarttığına ve susmaktansa konuşması gerektiğine dair yorumlar alıyorum. Biliyorum bir an önce o sahneleri okumak istiyorsunuz. Ama daha zamanı değil.

 

-> Evin ağır travmaları olan bir çocukluk geçirdi, büyüyor olmasına sevinemeden dertlerinin altında kalmaya başladı. Hayatı korkularla geçen birisinin öyle hemen değişip, istediğimiz kalıba girmesini bekleyemeyiz. Elbette duygularıyla hareket edeceği zamanlar da olacak, bu bölümde önceki bölümlere nazaran minikte olsa kendisini açarak duygusunu yansıttı mesela. Öncesinde güvenmesi lazım, tüm kalbiyle o güvene inanması lazım 🤍

 

• Bunun dışında bölümde yaşanan olaylar hakkında merak edip aklınıza takılan birçok şey olduğunun farkındayım, ama yavaş yavaş çözülecek...

 

• Şimdi yeni bölüme kadar kendinize iyi bakın, hoşçakalın 👋🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ, AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYIN.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

08/04/2022

simaara 🖋 - düzenlendi -

Bölüm : 01.11.2024 23:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...