16. Bölüm

16. BÖLÜM”R A H Î Y A”

sim
simaara

Sizleri bölümle baş başa bırakıyor ve keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada bekliyorum 🕯

 

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkısı: Buray / Aşk Mı Lazım

 

 

 

 

"Evimi özledim kalbini açar mısın?"

 

 

Soluğundan Öptüm Seni - Cemal Süreya

 

 

 

 

 

80K okunmaya ulaşmışızz 🫶🏼

 

 

 

 

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

 

 

Sevgi neydi?

 

Bir insanın vicdanının sesini duyarak karşısındaki kişiye kol kanat germesi miydi...

 

Yoksa mecbur kaldığını hissederek, zorla yüreğine almaya çalışması mıydı?

 

Peki ya vicdan?

 

Her insanın kalbi yok muydu, nasıl karşısındaki kişide bıraktıkları izleri umursamadan laf edebiliyorlardı?

 

Vicdanı olan bunu yapmazdı, yapmamalıydı. Yapmazdı değil mi?

 

Şu anda arkama bakmadan çekip gidişim beni de vicdansız yapar mıydı bilmiyordum ama, içimdeki ses bunu yapmam gerektiğini bana söylemişti. Sözlerine kulak asmayı tercih ettim. Arkamdan seslenen çocukluğumu çalan kadına bir kere bile bakmadan salondan çıkıp gittim.

 

Her ne kadar umursamamış gibi davransam da göğsümün ortasında büyük bir yük vardı, nefesimi kesiyordu. Yüzlerine her baktığımda, bir başka ağlayışım zihnime düşüyordu. Küçük bir kız çocuğunun yardım isteyen sesi, kulaklarımda çınlıyordu.

 

Üzerine yıkılan duvarların altında bedeniyle birlikte ruhu da ezilmişti, ve bende şimdi o enkazdan geriye kalanları izliyordum.

 

"Neden böyle davranıyorlar..."

 

Derin bir iç çekerken, gözlerimi boş avluda gezdirdim. Sessizlik hakimdi. Üzgün bir şekilde mutfağa adımladım, belki yardım edersem kafam dağılırdı. Yaklaşık 20 dakika kadar bir süre geçmişti, ve o zaman konağa hakim olan sessizlik, dışarıdan gelen sesler ve ahşap büyük kapının geriye doğru açılması ile sonlanmıştı. Oturduğum mutfak sandalyesinden kalkarak seslerin sebebini anlamak için avluya çıkmıştık, içeriye ilk olarak Boran girmişti. Gözleri hızlıca beni buldu, imalı imalı gülümsedi. Bir anlam veremedim bu haline.

 

"Bu ses ne?"

 

Merdivenden hızlı adımlarla inen Mihrimah yanıma gelirken, sorusuna bir cevap verememiştim. Çünkü bu sesin ne olduğunu bende bilmiyordum. Gözlerimi merakla kısarak ne oluyor der gibisinden kafamı salladım, üzerindeki kollarını kıvırdığı gömleğinin yakasını düzeltmişti. Bu hali nedense gözüme komik gelmişti.

 

"Evin Karadağ, sizi şöyle kapıya alalım."

 

Eliyle konağın büyük kapısını gösteriyordu, yanımda duran Mihrimah'a döndüm. Gözleri kapıdaydı.

 

"Ne dönüyor burada hala anlamadım."

 

Kafamı sallayarak onu onayladım. Fakat ayaklarım çoktan Boran'ın yönlendirmesine uyarak adım atmaya başlamıştı. Kapının önüne yaklaştım, bakışlarım ilk olarak tam karşımızda tek sıra halinde dizilen korumaları buldu.

 

Sağ tarafa döndüm ve döner dönmez büyük siyah bir kamyon beni karşıladı. Fazla genişti.

 

"Bu ne?"

 

Dedim hala anlayamazken. Kamyonun ön tarafından buraya doğru gelen iki adama kaydı bu seferde gözlerim, Yavuz ve kim olduğunu bilmediğim kişi iyice yanımıza yaklaşmıştı.

 

Siyah gömleğinin kolları onun da yarıya kadar kıvrılmıştı, kahvelerini yeşillerime çevirdi. Ve bakışlarını benden çekmeden, yanında duran adama ithafen konuştu.

 

"İndirin."

 

Adam yanımızdan uzaklaşırken, komut verdiği bir kaç kişide hemen hazırlanarak yerlerine geçmiştiler. Kamyonun arkasındaki büyük kapıyı açtılar, ve sonrasında iki uzun demir yere doğru yavaşça süründü.

 

Dışı gibi içeriside fazlasıyla siyah olan kamyonun içindeki ışıklar bir anda yanarken, görüş açımıza fazlasıyla parlayan siyah bir araç girmişti.

 

Demirlerin üzerinden geçerek kamyonun içinden çıkan araç artık tamamıyla gözlerimizin önündeydi. Üzerimde olan bakışları hissederek, kafamı Yavuz'a çevirdim. Bu ne içindi, ya da tam olarak burada ne dönüyordu hala emin değildim.

 

"Vay anasını...."

 

Biraz uzağımda duran Mihrimah'ın meraklı sesi bana ulaşırken, arabanın içinden çıkan takım elbiseli adam elinde tuttuğu anahtarı yanımıza gelerek Yavuz'a vermişti. Bu seferde Boran konuşmuştu, ama sözleri Mihrimah'a karşıydı.

 

"BMW 8 serisi Cabrio, özel üretim rengi. Yine nokta atışı yaptı Yavuz Ağa."

 

Onun bu sözleri sıfır olan araba bilgime bir yardımda bulunmazken, arabanın duruşundan pahalılığını anlamıştım.

 

Yavuz eline aldığı anahtarı bir kez havada hoplattıktan sonra, kenarda öylece duran elimi eliyle tutarak anahtarı avucumun içine bıraktı. Bu hareketi kaşlarımın çatılmasına sebep olmuştu.

 

"Ne bu?"

 

Demiştim, daha fazla meraka dayanamayarak. Ama o her zamanki rahat tavrıyla karşılık vermişti.

 

"Araba."

 

Onu bende anlamıştım, daha açık olması için kafamı salladım bir kez. Suratında her zaman olan o ifade vardı, sertti.

 

"Senin araban."

 

Kaşlarım havaya kalkarken şaka yaptığını düşünmüştüm. Sordum.

 

"Senin derken?"

 

Ellerini üzerindeki pantolonun cebine koydu, ve gözlerime baktı. Kahveleri yüzündeki o sert ifadeye rağmen sıcacıktı.

 

"Hediyen."

 

İmam nikahında mehir için söylediği şeyler aklıma gelmişti o an.

 

"Mehir ne istiyorsun kızım?"

 

Sorusuyla birlikte şaşkın bir bakış atmıştım, bir şey istemiyordum ki. Ağzımı açıp bunu dile getirecekken Yavuz daha erken davranmıştı.

 

"Ev ve araba."

 

Şimdi karşımda duran araba buram buram para kokuyordu, rahatsızca gözlerimi arabadan çekerek harelerine sabitledim.

 

"Pahalı bu... kabul edemem."

 

Etrafımızdakiler arabayı incelerken, hiç birinin konuşmamızı dinleme gibi bir derdi yoktu. O yüzden rahatça dile getirebilmiştim bunu.

 

"Kabul edebilir misin demedim Evin, araba senin dedim."

 

Elimdeki anahtarı ona vermek istedim, almadı tam tersine parmakları elimin üzerine kapandı. Bir iki adım attı.

 

"İstediğin zaman sürmeyi öğretirim sana, o zamana kadar şoförün olacak. Durumuna göre bizzat ben de şoförün olurum."

 

Sağ gözü gözlerime baka baka açılıp kapanırken, karnıma ani bir kramp girmişti. Bana tavırlı olmasına rağmen şu anda karşımda böylesine konuşup, nefesimi kesmesi garip gelmişti. Ve içimden bir ses birazdan yine o tavırlı haline geri döneceğini söylemişti. Ne diyeceğimi bilemedim.

 

"Abimin bebeklerinin yanına bir de yengemin bebeği geldi, nasılda güzel."

 

Mihrimah'ın yüksek sesi aramızdaki bakışmayı keserken, sözlerini anlamaya çalışmıştım. Yavuz'un kenara çekilip yürümemi işaret etmesiyle arabaya yaklaşmaya başladım. Araba simsiyahtı, ve çok güzel duruyordu.

 

Boran şoför tarafının kapısını açarak, elini bir koruma edasıyla önünde bağlamıştı. Dışı kadar, içi de fazla güzel olan aracın koltuğuna oturdum, elbisemin siyah kumaşı hafifçe yayıldı.

 

"Siyah siyah, nasılda yakıştılar."

 

Yanıma eğilen kıza elimde olmadan gülümserken, Yavuz tam arabanın karşısında elleri cebinde yoğun bakışlarıyla bana bakıyordu.

 

"Bir tur atarsınız abimle şimdi."

 

Gözlerimi Yavuz'dan çekerek, içinde olduğum arabadan indim. Önüme gelen saçlarımı arkaya ittirirken, Yavuz durduğu yerden yanımıza gelmişti. Elimde duran ahahtarı atmam için elini uzattı. İstediğini yaparak anahtarı ona attım, havada yakaladı.

 

Şoför tarafından çekilerek diğer tarafa geçtim, hazır olda bekleyen Akif çoktan kapımı açmıştı.

 

"Buyur yenge."

 

Yerime oturmadan önce ona kısa bir bakış attım.

 

"Teşekkürler."

 

Kafasını salladı ve kapıyı binince kapattı. Yavuz'da diğer tarafa oturmadan önce dışarıda duran Boran'a bir şeyler söylemiş, ardından yanımdaki yerini almıştı. Anahtarı takarak arabayı çalıştırdı, kenarda duran Mihrimah yüzündeki gülümsemeyle bizi izliyordu.

 

Gideceğimizi düşündüğüm esnada Yavuz bastığı bir düğmeyle arabanın üzerinin açılmasını sağlamıştı. Şaşkınlığımı gizlemeye fırsatım olmadan, havanın tenime çarpışını hissettim.

 

"Şimdi sizi baş başa bırakıyorum ama bir sonrakine beni de gezdirmezseniz olay çıkartırım."

 

Boran Mihrimah'ı kolunun altına alırken saçlarını karıştırmıştı.

 

"Kıskanma cadı, ben gezdiririm seni."

 

Kollarını abisine sararken, gözleri hala bizdeydi.

 

"Boran abime bir şey olmuş sanırım, bana iyi davrandı gördünüz değil mi?"

 

Onların bu hali beni gülümsetirken Yavuz'un sesini işittim.

 

"Kemerini tak."

 

Dediğini yaparak kemeri taktım, ve sonrasında daha dakikalar öncesinde ağlamamış gibi, hızlı bir şekilde sokakların arasına karışan arabanın içinde gözlerimi kapatarak anın tadını çıkarmaya başladım. Tenime çarpan ılık rüzgar, bedenimi karıncalandırırken, duyduğum şey sadece havanın uğultusuydu.

 

"Teşekkür ederim, bu kadar büyük bir şeye gerek yoktu."

 

Gözlerimiz kesişti, sanırım hala kırgındı bana bakışları öyle hissettiriyordu.

 

"Teşekkür edeceğin bir şey yok ortada."

 

Kafamı salladım hafifçe, bu tavırlı hali canımı sıkıyordu, ve açıkçası kendimi de suçlu hissediyordum. Böyle şeylere dikkat eden birisiydim ve kendime yapılan haksızlıklara karşılık olarak başkasına anlayıp dinlemeden yükselmiştim. Bana o anlarda bizzat neler yaşandığını anlatmamış olsa da, Lerzan'la Ferzan'ın neler yapabileceğini biliyordum. Ve her ne kadar o gün cevap vermemiş olsam da sanırım bu adama güveniyordum.

 

Dudaklarımı aralamak istedim, bir şeyler söyleyeyim dedim ama yapamadım. Konuya nasıl gireceğimi bilemiyordum.

 

"Sabah gittiğini duymadım."

 

Dedim. Aynı yatağı paylaşıyorduk ama aramızda büyük bir mesafe vardı. Bunun sebebi ise bendim. Korkuyordum... neden korktuğumu bilmeden.

 

"Erken çıkmam gerekti."

 

Saçlarım sağa sola savrulurken kafamı yana çevirerek yüzüne baktım. Sert yüz hatları beni gülümsetmişti.

 

"Hayırdır?"

 

Göz kırparak sorduğu soruyla gözlerimi ondan kaçırmak yerine bakmaya devam ettim.

 

"Hiç."

 

Hala gülümsüyordum. Arabanın hızı yavaşça düştü, uçuşan saçlarım yüzüme doğru savruldu.

 

Tamamıyla duran arabayla saçlarımı geriye ittirmek istemiştim, fakat ben daha elimi kaldıramadan, saçlarımın arasına Yavuz'un eli karışmıştı. Gözlerim gözlerine tırmanırken, parmakları saçlarımı usulca yüzümden kenara çekti.

 

Kalbimin atışı değişmişti. Konuşmak istedim ama beni durdurdu.

 

"Şişş..."

 

Baş parmağı dudağımın üzerine yerleşirken gözleri, gözlerimdeydi. Hangi ara bu kadar yakınlaşmıştık anlayamadım.

 

Eli boynuma doğru kaydı, alev alevdi dokunuşları. Kalbim göğüs kafesimi delip geçecek kadar hızlanmıştı. Bir kaç santim ötemde duran yüzü, dikkatle beni izliyordu ve bende onu.

 

Mideme giren sancılar bedenimi titretirken, ne olduğunu dahi anlayamadığım bir anda aramızdaki mesafe sıfırlanmıştı.

 

Dolgun dudakları, dudaklarımın üzerine kapanmıştı. Bedenimde az önce hissettiğim tepkilerin aksine şimdi nefesim tamamıyla kesilmiş, kalbim atmayı bırakmıştı.

 

Boşta kalan eli, belime uzandı ve sanki hiç bir şey olmamış gibi kemeri açıp, bedenimi oturduğum yerden kaldırarak kendi kucağına çekti. İtiraz edemedim, algılarım kapanmıştı. Ona ayak uydurdum sadece.

 

Dudaklarımın üzerindeki dudakları hareketlenirken, onun kucağında oluşumu da, beni öpüyor olmasını da tam olarak kavrayamamıştım. Elbiseminin eteklerinin yukarıya kaymış olmasına diğerleri gibi bir şey diyemedim.

 

Beni terk eden beyin fonksiyonlarım tamamıyla ona odaklanmıştı. Boşta duran ellerim titreye titreye geniş omuzlarına tutundu güç almak ister gibi ve dokunduğum an kasları kasılarak, öpüşünü sertleştirmesini sağladı.

 

Bu hoyrat davranışlarının sadece sinirli olduğu anlara özel olduğunu düşünen zihnimin yanıldığını da o an anlamıştım. Şu anda üzeri açık bir arabada yolun ortasında uygunsuz bir pozisyondaydık. Göğsüm hızlı hızlı inip kalkarken, kaç dakika o şekilde kalmıştık bilmiyordum. Bedenimi tutan elleri tenimde geziniyordu ve ben bu durumdan rahatsızlık duymama sebebimi anlamaya çalışıyordum. Daha fazlasını istediğini söyleyen ses zihnimden geliyordu.

 

Nefesimin tükendiğini hissettiğim an önce dudakları yavaşça uzaklaştı, alnını alnıma yasladı, ardından da boynumda olan eliyle heyecandan titreyen bedenimi sakinleştirmek ister gibi parmaklarını tenimde yavaş yavaş hareket ettirdi. Birbirine sıkı sıkıya bastırdığım dudaklarım, yanıyordu. Benim buz gibi olan tenim, onun ateşiyle kavrulmuştu.

 

Utançla kafamı geriye çekerek etrafa baktım, kimse yoktu, yolda sadece park halinde duran bizim olduğumuz araç vardı. Esen rüzgar saçlarımı arkadan öne doğru savurmaya devam ederken, Yavuz geri çekilmiş olmamı umursamadan boynumda duran elini yeniden saçlarıma uzatmıştı.

 

Hala kucağındaydım.

 

Dudaklarımı araladım ama kelimelerim birbirine dolanmıştı.

 

"Şey... yanlış duruyoruz, yani burada olmaz..."

 

Söylediğim şeyleri yavaş yavaş algılarken, elim ağzıma kapanmıştı. Telaşla düzelttim.

 

"Burada derken başka yerde de olmaz..."

 

Dudakları kıvrıldı, kaşları havalandı. Öyle mi dercesine bana bakıyordu.

 

"Ne olmaz?"

 

Dedi kıvranışımdan zevk alarak. Aralanan dudaklarım doğru kelimeyi bulamadığımdan defalarca açılıp kapanmıştı, zorlanarak kucağından kalkmak için bir hamlede bulundum.

 

"Ne olmaz güzelim?"

 

Çabam boşa çıkarken, belimde duran parmakları sıkılaşmıştı. Ne demişti o, güzelim mi?

 

Sözleri şimşek misali zihnimde yankılanırken, nabzımın ağzımda attığını hissetmiştim. Kimsenin vazgeçilmezi olmamıştım ben ve o bana güzelim demişti sahip çıkacağına inanmamı istiyormuş gibi.

 

Gözlerim kararıyordu ve ben yeşillerimi kahvelerine değdirmemek için direniyordum. Benimle böyle konuşulmasına alışkın değildim. Birilerinden ilgi görmek, yıllar önce unuttuğum şeydi.

 

"Eve gitmek istiyorum."

 

Dedim, hala omzunda duran ellerimi çekmeyi akıl ederek. Kucağında kıpırdanmaya devam edişimden rahatsız olmuş gibi bir bakış atarak, gülümsedi. Ardından da suratımdaki garip ifadeye bakmaya devam ederek, belimdeki elleriyle geri yerime oturmama yardımcı oldu. Elbisemin yukarıya kayan eteklerini hızlıca düzeltirken, kalbim hala yangın yeriydi.

 

Onun için bu ilk miydi bilmiyordum ama benim çektiğim tüm acılara rağmen abi dediğim kişinin dokunmaması için direndiğim ilkimdi.

 

Acıya sığınan ruhum bu sefer haykırmamış, medet ummamıştı. Bana uzanan her elden korkan bedenim onun sıcaklığına karışmak istemişti...

 

Ve belki de asıl yangın buydu.

 

 

 

~

 

 

 

Konağın arka tarafında duran araçla daha önce görmediğim bir başka kapı açılmıştı. Buranın otopark olduğunu içeriye girene kadar anlayamamıştım. Etrafı incelemeye başladım etrafta birden fazla araba vardı ve hepsi de birbirinden farklıydı.

 

Yavuz arabayı boş olan bir yere bırakırken, yol boyunca tek kelime etmeyişim gibi hala susuyordum. Bunu için halim kalmamıştı.

 

Kapıyı açarak araçtan indim, gözlerim bu sırada hala diğer araçların üzerinde dolaşıyordu. Konağın bodrumunda böylesine büyük bir otoparkın olacağını daha önce tahmin etmemiştim ve şaşkınlığımın sebebi biraz da buydu. Mihrimah'ın Yavuz'un bebekleri olarak adlandırdığı araçlar gerçekten fazla lükstü.

 

Araçtan Yavuz'da inmişti, elinde tuttuğu anahtarı kenarda duruşumu fırsat bilerek elime verdi. Bir şey söylemeden çıkışa doğru yürümeye başladım. Aklım durup durup yaşadığımız yakınlaşmaya gidiyor, gözlerine baktıkça buz gibi olan bedenime ateş basıyordu. Aynı sessizlikte çıktığımız otoparktan, konağa girmiştik.

 

Giriş kattaki salondan gelen sesleri takip ederek bizde oraya geçmeyi tercih ettik. Biz yokken geldiklerini anladığım Berivan'ı görünce gülümsedim, oturduğu yerden kalkarak kollarını açmıştı bana. Yanına adımlayarak sarıldım. Kimsenin duymayacağı şekilde kulağıma fısıldadı.

 

"Mihrimah bir şeyler anlattı, neler yaptınız baş başa?"

 

İmalı gülümsemesi, beni yine o anlara götürürken gözleri şaşkınlıkla kocaman açılmıştı.

 

"Ay ben şaka yapmıştım ama, cidden bir şeyler olmuş."

 

İçten içe yanan yanaklarım utancımı daha da gün yüzüne çıkarırken, stresle dudağımı ısırıyordum.

 

"Birisi duyacak."

 

Sessiz sessiz gülerek yeniden yerine oturdu. Bakışları fazla imalıydı.

 

"Hoş geldiniz."

 

Yavuz'un sesiyle hepsi ona karşılık verirken, boşta kalan koltuğa oturmuştu. Bende oturmak için ilerleyecektim ki en köşede oturan Mihrimah'ın sözleriyle yerimde durmak zorunda kalmıştım.

 

"Ay ben size yeni aldığım elbiseyi gösterecektim, hemen odama geçelim."

 

Herkes onun bu halini normal karşılarken, ben amacını fazlasıyla anlamıştım. Berivan Miraç abinin kucağındaki Aras'ı alarak ayağa kalkmış, en önümüzden yürümeye başlamıştı. Salondan çıkarak hep birlikte merdivenlere ulaşmıştık.

 

"Siz ikiniz geçin, ben bir şeyler alıp geliyorum. Bu gün zaten herkes burada kalıyor, biraz dedikodu yaparız."

 

Gözleri parlayarak söylediği şeylerden sonra Berivan'la bizi bırakarak mutfağa girmişti.

 

"Hayırdır Evin Hanım, niye telaşlısınız?"

 

Dudaklarımın üzerine kapanan dudaklarını yeniden hissetmiş gibi sertçe yutkundum, kalbim hala çok hızlı atıyordu.

 

"Telaşlı değilim ki."

 

Gözlerini kısarak güldü. Sözlerime inanmıyordu.

 

"Odaya girelim de bir, nasıl öğreniyorum gör bak."

 

Biten merdivenlerle birlikte, Mihrimah'ın odasına girmiştik. Genel olarak büyük bir odaydı ve yatağının dışında cam tarafında ufak bir oturma köşesi vardı. Oraya oturduk. Mihrimah'ta yanımıza gelene kadar Berivan'la Aras hakkında konuşmuştuk.

 

Kısa bir sürenin ardından elindeki tepsi ile birlikte odaya Mihrimah girmişti.

 

"Portakal sıktı Gül abla. Yanına da kurabiye yapmış mis gibi."

 

Tepsiyi küçük sehpanın üzerine bıraktıktan sonra tekli olan koltuğa da o oturmuştu. Şimdi ikisinin de gözleri benim üzerimdeydi.

 

"Eee, ne yaptınız?"

 

Mihrimah'ın bu kadar açık sorması beni şaşırtırken, gözlerimi kaçırmıştım.

 

"Bir şey yapmadık dolaştık geldik işte, hem ne yapabiliriz ki?"

 

Berivan mırıldanan oğlunu emzirmek için kucağına iyice yatırırken, konuşmuştu.

 

"Hadi ama eltim, anlat rahatla."

 

"Evet yenge..."

 

İkisinin de yüzümde dolaşan baskıcı bakışları ile bir kez daha yutkunarak dudaklarımı aralamıştım.

 

"Öptü beni... sanırım bende öpmüş oldum. Emin değilim o an beynim durmuş gibiydi, nasıl oldu hala bilmiyorum."

 

Tepsinin üzerindeki bardağı alıp, içimde yanan ateşi söndürmek ister gibi kafama dikmiştim. Oluşan kısa süreli sessizliği bölen şey ikisinin kahkahası olmuştu. Anlamsızca onlara baktım.

 

"Yengem zaten kaç gündür aynı odada kalıyorsunuz siz, aranızda geçmiştir bunun gibi şeyler."

 

Cevap vermemi isteyerek bana bakıyorlardı ama ne yazık ki istedikleri cevap bende yoktu.

 

"Bir dakika, aynı odada kalıp nikahlı olmanıza rağmen aranızda bir şey geçmedi mi şimdi sizin?"

 

Berivan'a bakarak kafamı salladım. Bu konuyu konuşuyor olmamız şu anda beni fazlasıyla utandırıyordu.

 

"İlk kez mi öpüştünüz siz?"

 

Heyecanla karışık yükselen sesiyle Mihrimah'a uyarı dolu olan bir bakış atmıştım.

 

"Birisi duyacak şimdi."

 

Bu halime bakarak daha çok gülmeye başladı.

 

"Vay be, abim o yüzden mi gülerek girdi salona."

 

Dudaklarım elimde olmadan kenara kıvrılırken, bunun neden hoşuma gittiğini bile bilmiyordum.

 

"Nasıl da gülüyor kızara kızara."

 

Bardakta kalan portakal suyundan bir yudum daha aldım.

 

"İki gün sonra, gece ne yapacaksın?"

 

Berivan'ın gözleri kucağındaki oğlundan bize dönerken, sorusu ok misali zihnime saplanmıştı. O gece düşündükleri şey olmayacaktı.

 

"Hayır, olmaz. Ben yapamam."

 

Dedim, keyifsizce. Berivan bu halime anlayışla bakarak elini dizime koydu.

 

"Miraç'la evlendiğimizde bir süre aynı yatakta yatmadık."

 

Ufak itirafıyla bize ne anlatmaya çalıştığını anlamak için tüm dikkatimizi ona vermiştik.

 

"Korkuyordum ama aradan bir kaç ay geçtikten sonra hamile kaldım."

 

Oğluna baktı gülümseyerek.

 

"Korkum böyle bir güzelliğin önüne nasıl geçti diye kendime kızmıştım. Miraç ile sözde severek evlendik, buna rağmen az çekmedi benden."

 

Sözleri çok güzeldi ama benim içimdeki bu çocuk korkusu sandığı gibi bir şey değildi ne yazık ki. Anne olmak istemiyordum. Yarına çıkacağımızın bile net garantisinin olmadığı bir dünyaya yeni bir can getirecek olmanın düşüncesi fazla can yakıcıydı.

 

Anne olamazdım, yapamazdım.

 

"Daha sonra konuşuruz bunları, ben şey soracaktım unutmadan sorayım."

 

Mihrimah'a bakarak kafamı salladım.

 

"Yengeni gördüm giderken, koşa koşa çıktı konaktan. Seslendim arkasından ama bakmadı, bir sorun mu yaşandı?"

 

Şüpheyle kısılan gözlerimle kafamı sağa sola salladım.

 

"Hayır, yani en azından ben bir şey demedim."

 

Omzunu sallayarak arkasına yaslandı.

 

"Rengi atmıştı, bende bir şey oldu sandım. Senin yanına gelecektim annem çağırdı geri yukarıya çıkmak zorunda kaldım, işte sonrasında da abimler geldi."

 

İçime düşen şüpheyle düşünmeye başlamıştım, benim arkamı dönüp gitmemin onun korkutmayacağını ya da buradan kaçıp gitmesine sebep olmayacağını biliyordum. Başka bir şey vardı.

 

Bu konunun kapanmasıyla birlikte, normal şeylerden konuşmaya başlamıştık. Bir kaç saat süren bu sohbetimiz akşam yemeği için odadan çıkmamızla son bulmuştu. Berivan'ın kucağıma verdiği Aras'la salona girdiğimde, herkes yeni yeni masaya oturuyordu. Baş köşede oturan Heja dapirle bakıştığımızda usulca gülümsedim ve Yavuz'un yanındaki boşluğa oturdum. Diğer köşede oturan, bize yakın olan Mümtaz ağa kucağımdaki torununu izlerken fazlasıyla keyifliydi.

 

Elindeki biberonla salona giren Berivan Aras'ı alırken, Gül abla da yemek servisine başlamıştı.

 

"Heyecanlı mısınız bakayım?"

 

Boran'ın sorusuyla birlikte gözlerimi tabağımdan çekerek yanımda duran adama çevirmiştim, fakat yolunu şaşıran gözlerim bana ihanet ederek ağırca dudaklarına kaymıştı. Kafamı hızlıca çevirdim.

 

"Heyecanlıdırlar tabi, tüm Mardin katılacak düğüne nede olsa."

 

Mümtaz ağanın sesiyle gözlerim bu sefer onu bulurken, rahatlamam için gülümsediğini görmüştüm. Unuttuğum ve özlediğim baba şefkatini onunla her göz göze gelişimde hissediyordum.

 

"Yorucu olacak bu 2 gün ama üstesinden geleceğiz."

 

Zümrüt Hanımdı bunu söyleyen. Başlarda her ne kadar ondan korkmuş olsam da benimle yaptığı konuşmanın ardından içimde ona karşı da bir sempati oluşmuştu. Sözlerinin altının boş olmadığını biliyordum en azından.

 

Yemek son bulurken, Heja dapirin isteği üzerine mutfağa geçerek kahve yapmaya başlamıştım. Bu sırada yanımda oturan iki kadınla sohbet ediyordum.

 

"Ben Aras'ı yengeme benzetiyorum benzetmesine de bunu abimin yüzüne diyemiyorum, deliriyor."

 

Mihrimah'ın gülerek söylediği şeyler bizi de gülümsetmişti.

 

"Biraz da bana benzesin işte, ilk günden beri herkes Miraç'a benzetiyordu."

 

Gözlerim güldüğüm sırada arkalarında duran kapıdan giren kişiyi bulurken, emin olamayarak tereddüte düşmüştüm.

 

"Nalin abla?"

 

Derken, o karşımda tüm gerçekliği ile duruyordu. Kollarını açarken, hızlıca yanına adımlamaya başlamıştım.

 

"Güzel gözlü kızım benim."

 

Kafamı omzuna yaslayıp sarılırken, gözlerim bu seferde biraz uzağında duran buraya bakan adama takılmıştı. Kahvelerindeki yoğunluğu aramızdaki mesafeye rağmen hissetmiştim.

 

"Yavuz aldırttı beni, seninle biraz daha vakit geçirmiş oluruz."

 

Gözlerimi kapatıp açarak, mesafeye rağmen ona teşekkür ettiğimi belirttim. Anladı, ve tepkime karşılık olarak önemli değil gibisinden kafasını salladı.

 

"Hoş geldiniz."

 

Yanımıza gelen Mihrimah ile de selamlaştıktan sonra, kucağında tuttuğu oğluyla Berivan'a dönmüştü.

 

"Siz içeriye geçin ben kahveleri alıp geliyorum."

 

Diyerek içeri gitmelerini söyledim. Mihrimah beni onaylarken, hep birlikte mutfaktan çıkmıştılar. Cezvenin içindeki kahveyi bardaklara koyarken, suratımdaki gülümsemeye engel olamıyordum.

 

Kahveleri hazırladıktan sonra tepsiyi alarak bende mutfaktan çıktım, salona girdiğimde sadece kadınlar vardı. Heja dapirden başlayarak hepsine teker teker kahvelerini verdim.

 

"Erkekler terastalar."

 

Bardağını alırken Zümrüt Hanım bana bunu söylemişti. Kafamı sallayarak, tepside kalan kahvelerle salondan çıkıp terasa gitmek üzere merdivenleri tırmanmaya başladım.

 

Akşam esintisinde oturdukları sedirlerden, Mardin'in ihtişamlı manzarasını izliyorlardı. Mümtaz ağanın yanına ilerledim.

 

"Ellerine sağlık kızım."

 

"Afiyet olsun."

 

Diye karşılık verdim. Sıra Yavuz'a gelmişti, tepsideki fincana elini uzatırken, normalinden daha yavaş davranıyordu.

 

"Alacak mısın artık?"

 

Kahveleri usulca kısılırken, gözlerini sanki beni alt etmek ister gibi üzerimde dolaştırmaya başlamıştı. Eliyle kavradığı fincanı aldı ve sıcak olduğundan emin olduğum kahveden umursamadan bir yudum içti.

 

"Ellerine sağlık."

 

Göğsüm titrerken, kalan kahveleri de vererek hızlıca terastan çıkmıştım. Bugün fazlasıyla garip hissettirmişti bana kendimi.

 

Aşağıya indiğimde salondaki samimi hava bana yuvanın ne demek olduğunu hatırlatmıştı, her ne kadar hala korktuğum şeyler olsa da şu anda mutlu oluşumu inkar edemezdim. Düşmüştüm, hemde defalarca kez. Ama her defasında ayağa kalkmaya değer bir şeyler olmuştu, güçlü olmak zorundaydım. Biliyordum.

 

Ve;

 

Hayat, kaybettiğinizi sandığınız an başlıyordu... Ben mağlup olduğuma emindim oysaki.

 

 

 

~

 

 

 

Saatlerce yapılan sohbetin ardından herkes odasına çekilmişti yorgun bir şekilde, bende yorulmuştum. Ama ne yazık ki bir türlü uyku tutmuyordu. Sıkıntılı bir nefesi dışarıya verirken, Yavuz'un lavaboda olmasını fırsat bilerek yerimden doğrularak giyinme odasına geçmiştim. Gardrobun içinden çıkardığım pijamaları hızlıca giyinip, elbiseyi kirli sepetine atarak gözlerimi kısaca etrafta gezdirmiştim. Yavuz fazlasıyla düzenliydi, kıyafetlerini genelde sağda solda bırakmıyordu. Bu durum hoşuma giderken, askıda duran siyah ceketinin cebinden sarkan şey dikkatimi çekmişti.

 

Gözlerim merakla kısılırken, parmaklarım kontrolümün dışında, renkli kumaşı kavrayarak cebinden çıkarmıştı.

 

"Bu fular..."

 

Gözlerim ellerimin arasındaki kumaş parçasında gezinirken, kaybettiğimi düşünerek üzüldüğüm fları onun cebinde bulmanın şaşkınlığını yaşıyordum. Onunla ilk karşılaşmamıza aitti.

 

"Evin?"

 

Duyduğum sesle elimde tuttuğum kumaş parçasını sıkıp arkama saklarken, gözlerimi korkarak karşıya çevirmiştim. Kapının kenarına yaslanmış bana bakıyordu.

 

"Ne yapıyorsun orada?"

 

"Bir şey yapmıyorum, kıyafetleri toparladım."

 

Buradan gitmesini bekledim ama o gitmek yerine yaslandığı yerden doğrularak, bana doğru yürümeye başlamıştı, gözleri şüpheyle kısıldı.

 

"Ne saklıyorsun?"

 

Beni böylesine soru yağmuruna tutması hoşuma gitmezken umursamazca cevap verdim.

 

"Ne saklayabilirim?"

 

Bir kaç adım uzağımda dururken, yukarıdan attığı bakışlarıyla arkamda duran ellerimi işaret etmişti.

 

"Ellerini uzatsana bir."

 

Kısa süreli tepki veremezken, fuların bana ait olması gerçeği zihnimde dönen düşünceleri alt üst etmişti. Şu anda onun beni değilde, benim onu sorgulamam gerekiyordu. Soracağım şeyin beni tereddüte düşürmesine izin vermeden arkamda duran ellerimi öne uzattım, fuları da görmemiş gibi gözüne sokarcasına kaldırarak hafifçe salladım.

 

"Fularımın sende ne işi var, kaybolduğunu sanıyordum."

 

Tepkimi ölçmek ister gibi bir an sadece izledi, fakat suskunluğu benim kadar uzun sürmedi.

 

"Hayır kaybolmadı."

 

Dedi, itiraz etmesini beklediğim için net sözleri afallamama sebebiyet vermişti.

 

"Sen düşürdün, bende aldım."

 

Diyerekte ekledi. Öyle mi dercesine gözlerine bakarken mırıldandım.

 

"Üzülmüştüm kaybettim diye, bana verebilirdin... sonuçta defalarca karşıma çıktın. Kader."

 

Son kelimeyi kinayeli bir şekilde söylerken, tavrım komiğine gitmiş gibi keyifle beni dinlemeye devam ediyordu.

 

"Karşıma çıkacağını bilerek cebimde taşımıyordum ya fuları."

 

Sözlerine rağmen nedense ben bu fuları cebinde taşıdığına emindim, içimden bir ses bağıra bağıra bunu söylüyordu.

 

"İyi madem teşekkür ederim, alıyorum fularımı."

 

Sözlerimin ardından yanından geçip gitmek istemiştim fakat koluma sardığı parmakları buna izin vermeyerek beni durdurmuştu. Tutuşu hafifti, kafamı kaldırarak yüzüne baktım. Elimin arasında tuttuğum fulara uzandı boşta kalan eliyle ve ben daha ne olduğunu anlayamadan kendi elinin arasına aldı.

 

"Vermeyi düşünmüyorum."

 

Dedi. İnanamıyor gibi suratına bakıyordum.

 

"Ne demek vermeyi düşünmüyorum, ne yapacaksın hem sen benim fularımı?"

 

Dudağı hafifçe kıvrıldı, ama bu ciddi tavrının sarsılmasına yine de izin vermemişti.

 

"Boynuma takmayacağıma göre Evin."

 

Bunu kastetmediğimi biliyordu. Yeniden dudaklarını araladı.

 

"Bende olan, bende kalır."

 

Sözleri beni dumura uğratmaya yetmişti. Çünkü onda kalacak olan şey sadece fular mıydı, yoksa yine kelime oyunu mu yapıyordu bilememiştim. Basit sözler söylüyordu ama altında yatan imalar kafamı karıştırıyordu. Sözlerinin üzerimde bıraktığı etkiye boyun eğerek elinin arasında kalan fularımı alma girişiminde dahi bulunmadan, yanından geçerek odaya girmiştim. Arkamdan dalga geçtiğine fazlasıyla emindim.

 

Yorgunca yatağın üzerine oturup kendi tarafımdaki yastığı düzelterek, yavaşça uzandım. O sırada giyinme odasından çıkan Yavuz'da ışığı kapatarak kendi tarafına geçmişti. Gözlerimi zorla kapatarak uyumaya çalışıyordum, çünkü bugün için onunla konuşacak enerjim kalmamıştı, sözleri bir yerden sonra beni aşıyordu, aptal aptal suratına bakmama sebebiyet veriyordu.

 

"Düşünme bu kadar."

 

Söylemesi kolaydı tabii, kafamı çevirmeden gözlerimle kısa bir bakış attım ona.

 

"Düşünmemi gerektirecek bir şey mi oldu?"

 

Söylediğim şeyler kısa süreli benim bile şaşırmamı sağlarken, aklıma takılan bir diğer konuyu açmam için doğru zaman olduğunu anlamıştım. Eğer konuyu şu anda dağıtmazsam, kendi sözlerimle beni vurabilirdi.

 

"Yengem bugün koşarak konaktan çıkmış, bunun seninle bir ilgisi olabilir mi?"

 

Şimdi bedenimi tamamen ona çevirmiştim, başının altına koyduğu için şişen kol kasları ile umursamaz bir bakış attı bana.

 

"Yengen buraya mı geldi?"

 

Tepkisi gerçek değildi, anlamıştım.

 

"Seni az çok tanıdım, tepkilerini anlayabiliyorum."

 

Kahveleri yeşillerimi buldu.

 

"Var ya da yok, bir şey farketmez. Hadi uyu artık, yarın sabah erkenden kapıya damlarlar."

 

Cevap vermek istemediği için kaçıyordu. Bir kez daha şansımı denemek istedim.

 

"Sürekli sorduğum soruları yanıtsız bırakıyorsun."

 

Eliyle yüzünü sıvazladı ve beklemediğim anda kolundan güç alarak yan dönüp yüz yüze gelmemizi sağladı. Yine yakınımdaydı.

 

"Çünkü hep merak etmemen gereken, gereksiz detayları soruyorsun kadın! Bırak artık şu şerefsizleri merak etmeyi."

 

Düşündüm. Merak ediyordum ama önemsemiyordum, içimde onlara karşı olan duygu kesinlikle bu değildi. Kırgındım ve fazlasıyla da öfkeliydim. Onlara hesap soramadığım her saniye üzülen yine ben olduğum için merak etmiştim. Onlara da bir şeylerin hesabını soracak birisi vardı artık, gerçekten yanımda olur muydu bilmiyordum ama böyle anlarda yanımda olması güzel hissettiriyordu.

 

"Umurumda değiller aslında, sadece merak ettim."

 

Diyerek ufak bir açıklamada bulundum. Sonrasında ise gözlerimi kapatarak, üzerimdeki ince yorgana sarılmıştım.

 

"Söz vereceksin bana."

 

Kapalı gözlerim onun sesiyle yeniden açılırken, anlamamış gibi ona bakıyordum.

 

"Bundan sonra her kim olursa olsun, sana laf eden herkesten haberim olacak."

 

Sustum. Çünkü öyle anlar geliyordu ki duyduklarınızı kabullenemiyor, kendinizi toparlayamıyordunuz. İnsanların size nefretlerini kusması, zamanla normalmiş gibi gelmeye başlıyordu.

 

"Sen söylemesen de, ben öğrenirim. Gözüm her zaman üzerinde, sen saklasanda, gözyaşına sebebiyet veren herkes karşısında beni bulacak."

 

Yeniden gözlerimi kapattım. O da daha konuşmadı.

 

Birisinin arkanızda olduğunu söylemesi bir yana, hissettiriyor olması çok başka geliyordu.

 

Küçükken düştüğüm bisiklet canımı acıtırken, arkamdan koşup gelen babam tüm acısını alıp götürüyordu. Ve en önemlisi de o bisikletten düşeceğimi bilmeme rağmen beni binebileceğime inandırarak cesaretlendiriyordu.

 

O an hayatta olsalardı nasıl bir hayatımın olacağını merak etmiştim. Her zaman beni destekleyen bir anne, babayla yaşayabileceğim o aileyi düşündüm. Belki kardeşlerim bile olabilirdi...

 

İçim buruk bir şekilde sızlarken, yalnızlığım yine ağır basan taraf olmuştu.

 

Yarım kalan bir hikayeden daha fazlasıydı bu... ve devamı gelemeyecek kadar da buruktu.

 

 

 

~

 

 

 

2 Nisan:

 

 

 

 

 

Yüzümdeki makyaj ruju sürmeleri ile sonlanırken gözlerimi aynaya çevirmiştim. Fazla abartı olmayan bir makyaj tercih etmiştim, memnun kalmış bir şekilde çalışanlara dönerek teşekkür ettim. Dün oldukça yoğun bir gün geçirmiştik. Konağa Yavuz'un kuzenleri de dahil olmak üzere bir sürü akrabası gelmişti, düğün öncesi hazırlıkları oldukça hızlı halledilmişti.

 

Ve bugün de beklenen o gündü.

 

Tüm Mardin'in önünde yeniden bir Karadağ'lı olacaktım.

 

Aynadaki yansımamı izlemeyi bırakırken makyöz ve kuaför çoktan odadan çıkmıştı. Onların gitmesiyle birlikte içeriye Berivan'la Mihrimah girdi. İkiside hazırlanmıştı.

 

"Gelinliğini giymende yardım etmeye geldik."

 

Diyerek köşede duran gelinliği askısından çıkararak yanıma yaklaşmaya başlamıştı Berivan. O sırada Mihrimah'ta giyinme odasına girerek ne zaman odaya getirdiklerini bilmediğim beyaz büyük bir kutuyu alarak yanımıza gelmişti. Yatağın üzerine bıraktı ve kutunun kapağını yavaşça açtı.

 

"Dün geldi bunlar, hazırlıkların arasında haber vermeyi unuttum ben. Yıkandılar, temizler."

 

Yatağın yanına yaklaşarak kapağını açtığı kutuya bakmıştım, ama gördüğüm şeyler hiç hoşuma gitmemişti. En az gelinlik kadar gösterişli olan bir iç çamaşırı takımıydı.

 

"Hadi giyin bekliyoruz seni, daha konvoy olacak."

 

İtiraz etmeden kutunun içindekileri ve gelinliği alarak giyinme odasına girdim. İzlerin kapladığı bedenime tam oturan beyaz takım, garip gelirken vakit kaybetmeden gelinliği giyinmiştim. Sırtımdaki izlerden haberdar olan Mihrimah, kendisini çağırmamla yanıma gelerek arkasındaki düğmeleri kapatmama yardımcı olmuştu. Bir süre uğraştığı gelinlik kapatma işlemi son bulurken, kenarda duran oldukça zarif bir modeli olan beyaz stilettoları da ayağıma geçirmiştim.

 

Gelinliğin üzerinde aksayan tarihten dolayı oynamalar yapılmıştı, ve abartıdan uzak şık olan üst kısmının altını balık modelden prenses modele çevirmişlerdi. Kabarık etekleri hoşuma giderken, kollarımı dantel detayları sarmalıyordu. Giyinme odasından çıkarak, karşımızda bizi bekleyen Berivan'a döndüm. Ellerim iki yanımda havada iken bir tur etrafımda dönmüştüm.

 

"Ay böyle daha güzel olmuş etekleri, üzerine de tam oturmuş harika."

 

Eli kulağını çekiştirirken dudaklarının arasından çıkardığı sesle birlikte, kıvırdığı parmağını yanında duran makyaj masasının üzerine vurmuştu.

 

"Nazar değmesin."

 

Ona gülümseyerek takıları takmak için, yanında duran makyaj masasına adımladım. Kısa bir uğraş sonunda tamamıyla hazırdım. Heyecandan titreyen ellerimi nereye koyacağımı kestiremezken, odanın kapısı tıklatılmıştı. Gelen kişi elindeki kırmızı kurdele ile Boran'dı. Gülümseyerek yavaş yavaş yanımıza yaklaştı. Yanımda duran ikili suratlarındaki mutlu ifade ile odadan çıkarken, sadece ikimiz kalmıştık.

 

Konuşmasını bekliyordum, çünkü elindeki kurdelenin amacını çok iyi anlamıştım. İçimdeki burukluğu ruhumun en kuytu köşelerinde bile hissediyordum. Boğazım düğüm düğüm oldu.

 

"İlk defa birisinin kuşağını bağlayacak olmamın yanı sıra, bu kuşağın sana ait olması beni fazlasıyla mutlu etti."

 

Gözlerim sızlıyordu, ağlamamak için çabalıyordum. Bunu ondan önce yapması gereken kişiler vardı ama onlar hayatımda olmaması gerekenlerden başkası değildi. Yarım kaldığımı o an yeniden hissettim, bakışlarım da bunu sonuna kadar yansıttı.

 

"Evin..."

 

Dedi bu sefer. Gözlerime dikkatle bakıyordu.

 

"Sen ailemize gelen bir gelin değilsin unutma, abimin eşi, annemle babamın kızı, ve bizim de ablamız kardeşimizsin... bizden birisisin. Başın sıkışınca arkanda bizim olduğumuzu sakın unutma."

 

Sağ gözümden bir damla yaş akıp giderken, o sözlerini devam ettirdi.

 

"Abim, seni seviyor. Bizde öyle. Geçmişte neler yaşadın bilmiyorum ama bundan sonrasını yaşamama izin vermeyiz."

 

İçim hüzünle titrerken elindeki kurdeleyi salladı.

 

"Kardeşin olarak bunu artık bağlayabilirim."

 

Gözleri kızarmıştı fakat hala ciddiyetini kaybetmemişti. Boyum ondan kısa olduğu için eğilerek elindeki kurdeleyi olması gerektiği gibi bağladı. Geri çekilirken de, cebinden ufak bir kutu çıkardı. Kutunun kapağını açtığında ise ince bir bileklik beni karşılamıştı. Eline alarak görmem için uzattı.

 

Sade duran bilekliğin üzerindeki küçük kalplerde yazan harfleri gördüm.

 

E ve Y...

 

"Ufak bir şey ama anlamlı olacağını düşündüm."

 

Bileğimi takmak için uzatmamı isterken, gözlerim hala harflerin üzerindeydi. Titreyen sesime rağmen zorla konuşmaya çalıştım.

 

"Boran... çok teşekkür ederim, ne diyeceğimi bilemiyorum. Ben bu kadar iyi karşılanacağımı düşünmemiştim hiç. Hasret olduğum, mahrum kaldığım şeyleri bana vermeniz, çabalamanız... çok özel bunlar. Kardeşliğin ne olduğunu bilmiyordum, hala da biliyor sayılmam. Ama buraya geldiğimden beri öğrenmeye başladım. Görüyorum, duyuyorum... çok teşekkür ederim ben."

 

Ruhum sızım sızım sızlarken, bakışlarımı mahçupça gözlerinden kaçırdım.

 

"Etme yengem, teşekkür edeceğin bir şey yapmadım ben. Hadi şimdi gülümse, birazdan Yavuz Ağa gelir, yeteri kadar delirtti bizi. Daha fazla zapt edebileceğimizi sanmıyorum."

 

Göz yaşımı silerken kafamı sallamıştım. Basit bir sözün bile üzerimde bıraktığı etki çok büyüktü. Diğerleri gibi Boran da odadan çıkarken, aynadaki yansımamla göz göze gelmiştim.

 

Parmak uçlarım kırmızı kurdeleyi bulurken, bağıra bağıra ağlamak istiyordum. Yarım kalmaya mecbur bırakılmıştım. Annemle babam beni görüyormuş gibi gözlerimi havaya kaldırırken, söylemek isteyip söyleyemediğim bir sürü söz vardı dudaklarımda.

 

O an odanın kapısı yeniden açılmıştı ve bu sefer gelen kişi Yavuz'du. Aynadan gözlerimi gözleriyle buluştururken, üzerindeki siyah takımın ona çok yakıştığını farketmiştim. Beyaz gömleğinin üzerindeki tek detay da aynı takımı gibi siyah olan papyonuydu. Heybetli bedeni sert adımları ile bana yaklaşırken, benim onu incelemem gibi onun da gözleri incelikle üzerimde dolaşıyordu.

 

Bakışları çok yoğundu, kontrol etmeye çalıştığım heyecanımı bana yeniden hatırlatıyor, göğsüm aldığım her nefesle şiddetle inip kalkıyordu. Arkamı dönmeden, hala aynadan onu izlemeye devam ederken, adımları tam arkamda son bulmuştu. Başım omzunun biraz aşağısında kalıyorken, arkamdaki güçlü duruşu sanki kendisine güvenmemin tek doğru karar olduğunu söylüyor gibiydi. Elleri omuzlarıma ulaştı, tutuşu da bakışları gibi bana bir şeylerin sözünü verdi.

 

"Yakışmış, çok yakışmış."

 

Duymayı beklemediğim sözleri beni şaşırtırken, onunla çok farklı olmamıza rağmen aramızda garip bir şeyin olduğunu farkettim. O her ne kadar güçlüyse ben de bir o kadar kırılgandım, o kuralları olan, bazende kurallarını tanımayan bir adam, bense kurallarının dahi dışına çıkmaya cesaret edemeyen bir kadın.

 

Elleri dağınık maşalı saçlarımı omzumdan kenara iterken, yakıcı parmak uçlarını tenimin üzerinde hissetmiştim. Kafasını eğdi ve asla beklemediğim bir şey daha yaptı.

 

Dolgun dudaklarını boynuma bastırdı. Birleşen tenlerimiz çoktan alev alev yanmaya başlamıştı.

 

Gözlerimi kapatarak derin bir nefes alırken, kahve gözlerinin aynadan beni izlediğini çok iyi biliyordum.

 

Bu bir yenilgi miydi bilmiyorum ama ben ilk defa kendimi birisine teslim etmiştim. Kabullenmeye başlamıştım.

 

Kimsenin önemsediği insan olamazken, bunun olabileceğine inancım kalmamışken, karşıma çıkmıştı.

 

Belki de dediği gibi kaderdi... ve benim tek çıkış yolumdu...

 

 

 

~

 

 

 

Yavuz'un uzattığı koluna girerken, konağın merdivenlerini inip avluya çıkmıştık. Etrafta bir sürü insan vardı, ve birkaçının dışında kimseyi tanımıyordum. Geldiğimizi farkettikleri an hep bir ağızdan çektikleri zılgıtlar alkışlarına karışırken, kapının önünden davul zurna sesleri geliyordu.

 

Gözlerim tüm bu yabancılara rağmen tanıdık olan yüzlerle karşılaştı, en önde duran Zümrüt hanım suratındaki gururlu ifade ile bize bakıyor, yanında duran Mihrimah ve Berivan'da coşkuyla el çırpıyorlardı.

 

Tuttuğum kolu farkında olmadan biraz daha sıkarken, eliyle elimin üzerini örtmüştü. Gözlerimiz kesişti.

 

"Sakin ol, rahatla."

 

Demişti. Elindeki çantası ile köşeden bize yaklaşan Nalin abla tam önümüzde dururken, sarılmayı ihmal etmemişti. Çantasının içinden küçük bir nazar boncuğu çıkardı ve üzerimdeki kuşağın ucuna taktı.

 

"Almayı unutmuşum, Zümrüt Hanım verdi."

 

Diyede eklemeyi unutmamıştı. Bakışlarım sözleriyle Zümrüt Hanımı bulurken, gülümsemiştim. Aynı şekilde karşılık verdi, üzerinde bordo bir takım vardı, oldukça şıktı. Saçlarının üzerine örttüğü kıyafetiyle aynı renk olan şalını hafifçe geriye kaydırırken, yanındaki kadınların övgülerine karşılık veriyordu.

 

Kısa bir beklemenin ardından Akif'in sürdüğü lüks siyah araca binmiştik. Mardin'in neredeyse her bir sokağından geçen arabanın etrafında bir sürü korumanın arabası vardı güvenlik üst düzeydeydi ve arkamızdaki konvoyun sonunun nerede olduğunu bile bilinmiyordu.

 

Saatlerce süren gürültülü konvoy, düğünün yapılacağı büyük mekana gelmemizle sonlanmıştı.

 

Kapımın açılmasının ardından, yanıma gelen Yavuz'un yardımıyla yerimden inmiştim. Burası bir sarayı anımsatıyordu.

 

Kolunu bana uzatması ile içeriye girerek, asansörün olduğu tarafa ilerlemiştik. 4. kata geldiğimizi belirten sesle, kapılar açılmış, bizde içinden çıkarak uzun koridorda yürümeye başlamıştık. Altın yaldızlı olan kapı Yavuz'un elindeki kartı okutması ile açılırken, içeriye geçerek koltuğa oturmuştum. Tam gözleri bana dönen Yavuz konuşacağı sırada çalan telefonunu cebinden çıkararak ekranda yazan ismi okumuş ve ardından da aramayı bekletmeden hemen yanıtlamıştı.

 

"Söyle Akif."

 

Gözleri odanın tek tarafı boydan boya camla kaplı olan kısımda gezinirken, kahve hareleri sertleşmeye başlamıştı. Surat ifadesi de bununla eş olarak kasılıyordu.

 

"Biliyordum lan, biliyordum! Dikkat etsinler onlara, bizzat ben s***ceğim! Geliyorum!"

 

Yükselen sesi ve söylediği sözlerle yerimden kalkarken, neye bir anda bu kadar öfkelendiğini anlamamıştım. Kapattığı telefonunu cebine koyarken, bana bir yanıt vermeden odanın kapısına doğru yürümeye başlamıştı.

 

"Ne oluyor Yavuz?"

 

Soruma bir yanıt vermezken, kapıyı açmasına fırsat tanımadan kolunu tutmuştum. Kafasını bana çevirmişti hızlıca, kahveleri yeşillerimi bulurken gözlerinde gördüklerimden korkmuştum.

 

"Ne dedi sana Akif, bir şey olmuş."

 

Göğsü hiddetle şişerken, eliyle kolunu tutan elimi tutmuştu.

 

"Yok bir şey, otur bekle sen Mihrimah gelir birazdan."

 

Tüm öfkesine rağmen sakince konuşmaya çalışmıştı ama başarılı olamamıştı. Bir soru daha sormama fırsat tanımadan odadan çıkarak gitmişti. Telaştan ne yapacağımı bilemezken, kapı yeniden çalmıştı. Yavuz'un geldiğini düşünerek hızlıca açtığım kapının karşısında, şaşkın bakışlarıyla duran Mihrimah vardı.

 

"Ne oluyor, abim cevap vermeden çekip gitti?"

 

Sorusu beni daha da telaşa düşürürken, hemen konuşmuştum.

 

"Akif aradı, küfür etti bağırdı. Bir şey olmuş koş Mihrimah."

 

Dahasını söylememe gerek kalmadan geldiği gibi ayağındaki ince topuklu ayakkabılarıyla koridorda koşmaya başlamıştı.

 

 

 

~

 

 

 

Yazardan:

 

 

 

 

Gelmeyen asansör yüzünden merdivenleri koşarak inmek zorunda kalmıştı genç kadın. Ayağındaki ayakkabılar yüzünden defalarca dengesi şaşarken, giriş kapısından bir hırsla çıkıp giden abisini görerek yönünü o tarafa çevirmişti.

 

"ABİ!"

 

Etraflarındaki bir kaç kişiye rağmen bağırmış, fakat istediği sonucu alamamıştı. Koşar adım hala peşinden giderken kendisini durduran bir başka ses olmuştu.

 

"Mihrimah?"

 

Arkasından duyduğu sesle attığı adımları dururken, kendisine doğru gelen adam Mirza'dan başkası değildi. Yavuz'la Evin'in aşiretin önüne çıktığı gün, hepsinin gözünün içine baka baka tarafını belli eden adamdı. Babasını kaybetmesine rağmen aşiretlerinin başında dimdik ayakta duran kişiydi bu. Mirza AKDUMAN'dı.

 

"Niye koşuyorsun?"

 

Nefes nefese kalmış bir şekilde karşısında duran adama bakıyordu kadın.

 

"Abim, delirdi yine! Yetişmem lazım."

 

Kaşları çatılan Mirza için cevap yeterli olmuştu. Kadının yeniden hareket edeceğini anlayarak peşine takıldı.

 

"Ne oldu?"

 

Yanındaki adama kısa bir bakış atarak izini kaybettiği abisini görmek için etrafa bakındı.

 

"Bilmiyorum bende tam, yengem söyledi Akif aramış. Bağırıp çağırıp çıkmış, koridorda gördüm ama durmadan gitti."

 

Mirza göremedikleri Yavuz ile telefonunu çıkartarak, kendi adamı olan Birkan'ı aramıştı. Anında arama yanıtlandı.

 

"Yavuz nerede hemen bulup bana haber verin!"

 

O sırada içeriye Boran girmişti. Kız kardeşinin Mirza ile yan yana durduğunu görünce kıskanç bir abi edasıyla yanlarına adımlamıştı.

 

"Hayırdır, ne oluyor?"

 

Mirza onun sorusuna cevap vermeden telefondaki kişiyi dinliyordu. Mihrimah hemen ona da konuyu anlatarak, abisini bulmaları gerektiğini ifade etmişti.

 

"Tamam arabasının önünü kesin geliyoruz."

 

Mirza'nın sesiyle ona dönen ikili bir açıklama bekliyordu.

 

"Arabasını buldular, hadi acele edin."

 

Boran en önde yürürken, kapıda babaları ile karşılaşmışlardı.

 

"Nereye böyle çocuklar?"

 

Bu durumu söylemek istemedikleri için kısa süreli bocalarlarken, yanlarına korumalardan birisi gelmişti.

 

"Boran Bey, Zümrüt Hanım sizi çağırıyor."

 

Boran sıkıntıyla oflarken, Mihrimah araya girmişti.

 

"Eksikleri kontrol ediyorduk babacığım, abi sen git bak anneme. Bir eksik bulursak, haber veririz sana."

 

Boran'ın cevap vermesini beklemeden yanında duran adama gitmeleri gerektiğini işaret etmişti. Mirza Boran'ın bozulan suratından keyif alırken, bu durumu belli etmeden yürümeye başlamıştı. Mekanın önüne gelen araçtan inen koruma Mirza'ya anahtarı verirken, hemen arabaya binmişti ikili.

 

Kemeri takarken burnuna dolan koku garip bir şekilde hoşuna giden kadın böylesine garip bir anın ortasında bunu düşündüğü için kendisine öfkelenmişti.

 

"Ah be abi, yine ne oldu acaba?"

 

Kendi kendine mırıldanmasına Mirza karşılık vermişti.

 

"Bir bildiği vardır merak etme, plansız hareket edecek bir adam değil Yavuz."

 

Duyduğu şeylerle istemsizce gözlerini devirmişti.

 

"Abimin avukatı mısın yoksa Mirza Akduman?"

 

Kinayeli sesiyle yanında oturan adamla göz göze gelmişti. Yeşille mavi arasında olan gözleri Mihrimah'ın kahve gözlerindeydi.

 

"Yavuz'un bir avukata ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum."

 

Suratını buruşturarak önüne dönmüştü genç kadın. Hızla ilerlemeye devam eden araçta, bir kaç dakikanın ardından yolun ortasında önü kesilen aracın yanında durmuştu.

 

Bağırıp çağıran kişi Yavuz'dan başkası değildi.

 

Hızlıca arabadan inen Mihrimah, telaşla koştururken, Mirza da arabadan inmişti.

 

"Abi? Ne yapıyorsun sen Allah aşkına?"

 

Kafasını duyduğu sesle arkasına çeviren Yavuz gelen ikiliye umursamaz bir bakış atarken, tehdit eder gibi dudaklarını aralamıştı.

 

"Adamın yolumdan çekilmezse, onu vurmaktan geri kalmam Akduman!"

 

Mirza ufak bir hareketle adamına işaret verirken, Yavuz yeniden arabasına binmek istemişti ama Mihrimah bu sefer yanına gelerek onu durmaya zorlamıştı.

 

"ABİ DELİRTECEK MİSİN BİZİ?"

 

"Yavuz, sorun ne?"

 

Gayet sakin bir tavırla sormuştu Mirza, Mihrimah'ın aksine.

 

"Behram şerefsizinin başına yıkacağım o konağı, çekilin önümden şimdi!"

 

Abisinin sözleriyle şaşıran Mihrimah, bilmediği bir kaç detaydan dolayı abisinin bu çıkışını anlayamamıştı.

 

"Ne?"

 

Kardeşini kolundan tutup yavaşça kenara çekmişti, bu seferde önünde Mirza duruyordu.

 

"Ulan illa vurayım mı hepinizi? Çekilin işte şuradan!"

 

Mirza karşısındaki adamın öfkesini bildiği için hareketlerinde temkinliydi.

 

"Birlikte yıkarız yıkmasına da, bugün o gün değil. Karın orada seni beklerken olmaz Yavuz. Sakinleş."

 

Yumruk yaptığı elini arabanın kaputuna vururken, aklına gelen kadınla derin nefesler almaya başlamıştı.

 

"O tutmuş adamları!"

 

Dedi sadece, Mihrimah hala bir şey anlayamazken, Mirza Yavuz'un öfkesini anlayabiliyordu.

 

"Merak etme, onun da hesabı sorulur. Ama şu an uygun zaman değil."

 

Ellerini saçlarının arasından geçirerek, tüm öfkesine rağmen kendisini bekleyen kadın için arabasının kapısını açmış ve binmişti. Arabası hızlı bir şekilde boş yolda dönerken, Mihrimah abisinin arkasına bile bakmadan gidişinin şaşkınlığını yaşıyordu.

 

"Beni almadan geri mi döndü o?"

 

Kahve gözleri kısılırken, Mirza yanındaki kadına arabayı işaret etmişti.

 

"Hemen binmezsen bende gideceğim."

 

Alaylı sesi kadının sinirlenmesini sağlarken, ayağındaki ayakkabılara rağmen meydan okumaktan geri kalmamıştı. Hem ne diyordu babası;

 

Yapamayacak olsan da kendini güçsüz gösterme, öyle dik dur ki karşındaki insan senden güçlü de olsa korksun.

 

"Gitmenin benim için bir şey ifade edeceğini mi düşünüyorsun? Geldiğimiz yolu yürüyerek dönecek kadar gözüm karadır bilmen lazım."

 

Ellerini cebine koyan adamın siyah gömleği vücuduna oturuyordu. Hafif dalgalı olan saçları rüzgarın etkisiyle sallanıyordu.

 

"O ayakkabılarla mı?"

 

Üzerindeki yeşil diz kapağının biraz aşağısında biten dar elbisesiyle uyumlu olan siyah stilettolarına baktı.

 

"Ne o beğenemedin mi?"

 

Mirza yeniden konuşmak isterken yanlarında ani frenle duran araç dikkatlerini dağıtmıştı. Şoför koltuğundan inen Boran'dı.

 

"Nerede abim?"

 

Gözleri Mirza ve Mihrimah arasında gidip gelirken, Mihrimah alayla sırıtarak yolu işaret etmişti. Kahveleri Mirza'daydı.

 

"Geri döndü az önce, beni de burada bıraktı. İyi oldu geldiğin, yoksa bu yolu yürümek zorunda kalacaktım."

 

Boran ne olduğunu soramadan öndeki koltuğa oturmuş ve camı sonuna kadar açmıştı Mihrimah.

 

"E hadi ama insanlar çoktan gelmeye başlamıştır."

 

Boran aldığı uyarı ile yerine geçerken hala olduğu yerde duran Mirza'nın gözleri genç kadını bulmuştu.

 

"İnsanları tanımadan meydan okumamalısın Mirza Akduman."

 

Dudakları usulca kıvrılırken, Boran arabayı hızlıca sürmeye başlamıştı.

 

"Ne dönüyordu orada?!"

 

Abisinin kinayeli sesi Mihrimah'ı gerçek dünyaya döndürürken, suratını elinden geldiğince tepkisiz göstermeye çalışmıştı.

 

"Ne dönebilir ki abi, Yavuz abim beni orada unuttu işte."

 

Boran dikiz aynasından arkalarında kalan adama bakmış, ardından yeniden konuşmuştu.

 

"Yürüyerek dönecektim dedin, bir şey mi dedi sana?"

 

Boran her ne kadar onunla sürekli uğraşsa da böyle zamanlarda oldukça korumacı oluyordu. Elini koluna koyarak abisine gülümsedi.

 

"Kim bana ne diyebilir abiciğim, kimin kardeşiyim ben ayol."

 

Boran onun bu tavrına alayla gülerken, kafasını sallamıştı.

 

"İyi bakalım öyle olsun."

 

Konuyu dağıtmak için, annesinin neden kendisini çağırdığını sormuştu Mihrimah. Kısa sohbetleri mekana gelmeleri ile son bulurken, Boran'ın neler döndüğünü Akif'ten öğrendiğini anlamıştı.

 

 

 

~

 

 

 

Evin'den:

 

 

 

 

Gözlerimi karşımdaki duvardan çekemezken odanın içinde kaç tur attığımı bilmeden bir kez daha dönmüştüm. Titreyen ellerimi durduramıyor, aklımdaki kötü düşünceleri gönderemiyordum.

 

Odanın kapısının tıklatılması ile gelen kişinin Mihrimah olduğunu düşünerek hızlıca açmış, fakat karşımda asla beklemediğim o kişiyi görmüştüm.

 

Lerzan.

 

Gözlerim ruhsuz bir şekilde onun gözleri ile çakışırken, sözde sevdiğini iddia ettiği bir adamın düğününe nasıl böylesine süslenerek geldiğini anlamaya çalışıyordum.

 

"Hayırdır?"

 

Dedim kendimden de bu çıkışı beklemeyerek.

 

"Hanımağa rolüne hemen bürünmüşsün sanki, erken değil miydi?"

 

Az önceki tepkim için bunu söylediğini anlamıştım. Yavuz'un her daim arkamda olduğunu bilerek içimden geldiği gibi konuşmaya karar verdim. Bir kez daha söylemediğim şeylerin pişmanlığını yaşamak istemiyordum çünkü.

 

"İnsanların benden korkacağı ya da üzerlerinde güç gösterisi yapacağım bir şey değil bu, insanlara insan oldukları için saygı duyuyorum ben senin aksine. Anlaman kolay olmaz."

 

Bir kaç dakika öncesinde odanın içerisinde telaşla Yavuz'u düşünmüyormuş gibi şu anda benimle uğraşmaya çalışan kadına haddini bildiriyordum.

 

"Yavuz'a güvenerek bana kafa tutuyorsun."

 

Dudaklarım yavaşça kıvrıldı. Ve ardından kendime bile itiraf etmekte zorlandığım şeyleri biraz uzağımızdaki köşenin arkasında duran Yavuz'un varlığından haberdar olmadan Lerzan'a itiraf ettim.

 

"Evet Lerzan, kocama güveniyorum. Ama sana karşılık verme sebebim onun arkamda olduğunu bilmem değil, onun kalbinin sadece benim için atması gayet yeterli bir sebep. Dini ve resmî olarak evli bir adama asılıyorsun, bilmem farkında mısın?"

 

Sözlerimle ufak bir duraksama yaşarken karşıdan buraya gelen adamla gözlerimiz kesişmişti. Aramızdaki mesafeye rağmen yeşillerime dokunmuştu hareleri.

 

Seslerle kafasını döndüren Lerzan Yavuz'a bakarken, o Lerzan'a bakmadan eliyle belimden tutarak beni içeriye sokmuş, üzerine de kapıyı yüzüne doğru örtmüştü.

 

"Nereye gittin sen, neler oldu?"

 

Ani çıkışımı bekliyor olacak ki garipsememişti. Suratındaki ifadeden bir anlam çıkartamazken, konuşması için ona bakıyordum.

 

"Nereye gittiğimi s***ir et. Şimdi olmam gereken yerdeyim, yanındayım."

 

Göz temasımızı kesmeden dudaklarının arasından beni uçurumun ucundan tutup alan o şeyi söylemişti.

 

"Evimdeyim."

 

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Çığlık çığlığa yazıyorum bu satırları. O son neydi öyle Yavuz?? Neler dedin sen? Ve, ve asıl o arabada yaptıkların neydii 🫣

 

• Hele Evin'e ne demeli... sonunda bazı şeyleri kabullenmiş olması ve ona göre adım atması öylesine özeldi ki 🥹

 

• Ve Zümrüt Hanım... bu bölümdeki iki küçük jesti Evin'in gözünde onu bambaşka birisi yapmaya yetti ve tabi bizlerin de. Boran'ı kurdeleyi bağlamak için odaya gönderen kendisiydi 🥹💕

 

• Önceki bölümlerde Mihrimah için birilerini bulmamı isteyenler, ses verin bakalım spwmsğwms Mirza'yla olurlar sanki ne dersiniz 😌 - düzeltme Boran izin verirse olurlar tabii -

 

• Kaossuz bölüm yazmış olmam sizi şaşırtmış olabilir, beni de şaşırttı ama vereceğim ufak aradan dolayı sizleri sonuyla meraka düşürdüğüm bir bölüm yazmayı istemedim. Çünkü artık hepimiz Evin'in azıcıkta olsa mutlu olduğu sahneleri okumak istiyorduk 🥹🤍

 

• Ve ayrıca ufak bir dipnot: Bölümdeki gelinliği merak edenleriniz medyaya ekledim. Aslında alt kısmının modeli farklıydı ama kitabın modelinin çekimlerinden birisini seçmek istediğim için üzerinde ufak bir oynama yaptım. Saç modeli öyle değil, sadece vücudundaki izleri kapatmasına yardımcı olan model o 💙

 

• Hepinizi çok seviyorum, bir sonraki bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

 

15/05/2022

simaara

Bölüm : 14.11.2024 22:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...