17. Bölüm

17. BÖLÜM “Y E K T A”

sim
simaara

Sizleri bölümle baş başa bırakıyor keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada bekliyorum 🕯

 

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkıları: Eylem Aktaş / Yüreğimden Tut

 

Sezen Aksu / Hoş Geldin

 

Toygar Işıklı / Sonunda

 

Pinhani / Beni Sen İnandır

 

 

 

(Şarkı önerisinde bulunan aşklar hepinize çok teşekkür ederim, hepsine teker teker baktım, öyle güzeller ki... kullanacağım bölümlere göre ❤️)

 

 

 

 

 

"Halbuki insan, hayatı ancak inandığı şeylerin uğruna feda eder..."

 

 

 

Kavgam - Adolf Hitler

 

 

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

 

 

Hayat ince bir ipken, bizlerde birer cambazdık. Üzerindeki yaşama çabamız geçmişten gelen bir kuraldı belki de...

 

Her zaman bir yanımız ölüme yakınken, diğer yanımız yaşamamız için sebepler sunuyordu.

 

Bir insan nasıl bir defa ölmüyorsa bir defa da doğmuyordu.

 

Ben çokça kez ölmüştüm, fakat bugün ikinci kez doğuyordum.

 

Bir evin üyesi olamayıp, bunun yıllarca hasretini çekmişken bir başkasının evi olmuştum, farkında bile değildim.

 

Boğazımdan kopup gelen acı haykırış aramıza sızarken, ona karşı ilk defa açıkça bir adım atmıştım ben.

 

Kollarımı boynuna sardım...

 

Kafamı başıyla omzunun arasına yaslarken, gözlerimden akan yaşlar onun teninde kayboluyordu.

 

Gardımın inişine bile şaşırmaya fırsatım olmamıştı, çünkü kalbime ağır geliyordu sözleri.

 

Fazla anlamlıydı...

 

Burnum boynuna sürterken, içime dolan koku daha çok canımı yakmıştı. Sanki o bana yasaktı ve her dokunuşumla daha da uzaklaşacaktı.

 

Ani hareketim onun fazlasıyla afallamasına sebep olurken, kısa bir duraksamanın ardından tek eli belimi kavramış, diğer eli de omzuna yasladığım başıma, saçlarımın üzerine kapanmıştı.

 

Bedeni aldığı derin nefesle titrerken, omuzlarında duran ellerim biraz daha sıkılaştı.

 

"Yapma..."

 

Dedim, kalan son direncimle. Sanki eninde sonunda o da beni bırakacakmış gibi korkuyordum. Ve bu korku öylesine büyük bir şeydi ki duygularıma engel olma şansım yoktu, çabalıyordum her defasında ama yine de başarılı olamıyordum.

 

"Sende gideceksin ve yine başa saracağım."

 

Aldığım her nefes biraz daha ciğerlerimi yakarken, gözlerine bile bakacak cesaretim yoktu. Çünkü bakarsam eğer her şey daha da zorlaşırdı. Saçlarıma bastırdığı burnuyla nefes aldığını hissettim, ardından da sesini duydum.

 

"Bu can bu bedenden çıkmadıkça, seni bırakmayacağım. Son nefesimi verene kadar, elini tutacağım."

 

Her bir kelimesi zihnime kazınırken, yine içimdeki küçük çocuğa engel olamayarak sormuştum.

 

"Söz mü?"

 

Saçlarımın üzerinde hareket eden eli sesimle duraksarken, çenemi tutup kafamı kaldırarak kendisine baktırmıştı. Kahveleri yeşillerimi bulurken, suratında gördüğüm ifade, yaşlarımın daha da hızlanmasını sağlamıştı o an.

 

Evladını seven bir babanın bakışları gibi şefkatle bakıyordu. Her an ellerinin arasından kayıp gidecekmişim de buna izin vermeyecekmiş gibi, güven veriyordu. İçimde unuttuğum hisler uyandı.

 

Alnını alnıma yasladı. Burnu burnuma dokundu.

 

"Söz..."

 

Kafasını aşağıya eğdi ve beklemediğim bir anda sıcak dudaklarını şah damarımın üzerine bastırdı. Nabzımın atışını tüm bedenimde hissederken, dudaklarını bir süre boyunca atma çabası içinde olan yerden çekmemişti.

 

"Bu atışları ömrümün sonuna kadar bir nefes uzağımda hissedeceğime..."

 

Burnu çenemin üst kısmına sürterken kendisini yavaşça geri çekmişti. Gözleri yeniden yeşillerimi buldu.

 

"Gözlerinin bir daha korkuya ev sahipliği yapmayacağına, canım pahasına söz veriyorum."

 

Elini yanağıma götürürken susmuştu fakat bakışları konuşmamasına rağmen bana bir şeyler hissettirmeyi başarıyordu.

 

Gözlerimi kapatıp derin nefesler eşliğinde sakinleşmeye çalışırken odanın kapısı çalmaya başladı.

 

"Yenge, hemen kapıyı açsana."

 

Arkadan duyduğumuz ses Mihrimah'a aitti ve Yavuz duymasına rağmen hala aynı şekilde karşımda duruyordu.

 

"Kapı."

 

Dedim titreyen sesimi kontrol etmeye çalışarak. Gözlerimdeki gözlerini çekerek kafasını salladı, bir adım uzaklaştı ve sonrasında da hala durmadan çalan kapıyı açtı.

 

Kapının önündeki telaşlı kızın gözleri direkt Yavuz'u bulurken, oflayarak odaya girmişti.

 

"Abi, madem buraya gelecektin ne diye beklemedin beni?"

 

Yavuz ona ne saçmalıyorsun tarzında bir bakış atarken, Mihrimah ayağındaki ayakkabılarla yürüyemiyor olacak ki yorgunca köşedeki koltuğa oturmuştu.

 

"Deli gibi koştum durdum etrafta, bir de aşağıda aradık az önce seni..."

 

Kahve gözlerini devirirken, Yavuz'un bir tepki vermesini istiyordu. Fakat Yavuz sanki inadına ağzını açmıyor gibiydi.

 

"Sen iyi misin?"

 

Dedim ayakta durmaktan vazgeçip Mihrimah'ın yanına otururken, az önceki halimden de sıyrılmaya çalışıyordum. Mihrimah'ın gözleri hemen gözlerimi bulurken, gerçekten de canının yandığını anlamıştım. Ayakkabılarını gösterdi.

 

"Yürüyemiyorum sanırım."

 

Üzgünce çıkan sesine ne diyeceğimi bilemezken, biraz uzağımızda duran Yavuz, Mihrimah'a kıyamayarak konuşmuştu.

 

"Bekle burada, ayakkabı getirmesi için birisini gönderirim şimdi."

 

Sözleri beni gülümsetirken, abisine trip atmak istiyor gibi duran ama duyduğu şeylerin ardından yüzündeki ifadeyi de silemeyen Mihrimah dudaklarını aralamıştı.

 

"Eh iyi madem, o kadar ısrar ettin bekleyeyim."

 

Yavuz onun bu haline yarım ağız gülerken odadan çıkarak bizi yalnız bırakmıştı. Hayatımda daha önce yaşamadığım anları, bu aile ile yaşıyordum. Üzgünce iç çekerken, bu halimi yanımda oturan kız farketti.

 

"Makyajın akmış biraz, ağlamışsın sanki?"

 

Sorusunun cevabını biliyordu aslında. Omuzlarımı salladım. Hareketimle anlatmak istemediğimi anlamıştı.

 

"Toparlarız hemen akan yerleri sorun değil."

 

Sözlerinin ardından ayakkabılarını çıkartarak ayaklarını koltuğun boş tarafına doğru uzattı.

 

"Çok mu koştun aşağıda?"

 

Diyerek bir soru yönelttim. Kahve gözlerini gözlerime çıkardı ve bir süre bekledi konuşmak için. Nereden başlayacağını bilemiyor gibiydi.

 

"Aslında başta koştum ama sonrasında arabayla gittik peşinden. Yine de canımı acıttı işte."

 

"Gittik derken? Kim vardı başka?"

 

Eliyle çenesini kaşırken, sanki dudakları kıvrılmak istiyordu. Soruyu sormuş olmam işine gelmemişte olabilirdi.

 

"Önemli birisi değil ya, Mirza vardı."

 

Tanıdık gelen isimle kaşlarımı hafifçe çattım.

 

"Mirza?"

 

Parmaklarındaki yüzüklerini incelerken soruma kısa bir cevap vermişti. İlk defa konuşurken böyle garip davrandığını görüyordum Mihrimah'ın.

 

"Abimin arkadaşı, aynı zamanda Akduman aşiretinin ağası. Belki görmüşsündür."

 

Zihnime düşen kısa an ile Mirza'nın aşiret ağalarının önünde Yavuz'un arkasında olduğunu söyleyen adam olduğunu hatırlamıştım. Yanımdaki kızın davranışları içimi merak duygusuyla doldururken, sanki anlatmadığı başka şeylerin de olduğunu hissediyordum.

 

"Evet hatırladım şimdi."

 

Dedim, onun bakışları hala ellerindeki yüzüklerdeyken.

 

"Ama tam olarak hala neden birlikte gittiğinizi anlayamadım."

 

Gözleri bir anda gözlerimi buldu. Gerçekten bir şeyler dönüyor gibiydi.

 

"Ben koşarken gördü, anlatınca da adamlarını abimin peşine taktı. Ondan dolayı."

 

Kafamı salladım. Bir soru daha sormayacaktım, ama Mihrimah sormamdan korkmuş olacak ki, benden önce davranarak konuşmuştu.

 

"Berivan yengem nerelere kayboldu acaba?"

 

Nerede olduğunu bilmiyordum bende. Az önce Yavuz ile konuştuğumuz şeyler yeteri kadar düşüncelerimin yönünün şaşmasına sebep vermişti zaten. İkimizde sessizleşirken Mihrimah dağılan makyajımı toparlamak için ayağa kalktı. Ufak dokunuşları son bulurken odanın kapısı yeniden çalmıştı. Bu sefer gelen kişi elinde tuttuğu kutu ile Berivan'dı. Telaşla içeriye girdi.

 

"Bu seninmiş Mihrimah, aşağıda tutuşturdular elime."

 

Mihrimah kutuyu alıp kenara otururken Berivan'ın bakışları beni buldu. Hızlı adımlarla önüme kadar gelerek dizlerini kırdı ve yere eğildi. Elleri kucağımda duran ellerimi tutmuştu.

 

"Neler olmuş az önce... iyi misin sen?"

 

Titrek bir nefes alırken ağırca kafamı sallamıştım. Korkmuştum fakat tam olarak korktuğum şey neydi bilmiyordum. Bir şeyleri açıklamadan önce kendimi sorgulamalıydım.

 

"Evet, iyiyim."

 

Elimi tutan ellerini hafifçe hareket ettirdi. Güven vermek istiyordu o da, diğerleri gibi.

 

"İyi ol, herkes telaştan gergin biraz. Tam olarak neyin haberini aldı Yavuz bilmiyorum ama yine de mantıklı bir açıklaması vardır illaki. Sen üzülme sakın. Gülümse kocaman, birazdan aşağıya ineceksiniz."

 

Ayağa kalkmadan önce kollarını etrafıma sarmayı da ihmal etmemişti. O sırada ayakkabılarını değiştiren Mihrimah odanın içinde bir kaç tur atıyordu. Acıyla çıkardığı topuklularıyla aynı renkte olan şık bir babetti.

 

"Çektiğim işkenceye değmezmiş."

 

Dedikten sonra elbisesinin eteklerini tutarak hafifçe bedenini sallamıştı. Tanıştığımız zamandan bu yana onun yeşil rengine ilgisinin olduğunu anlamıştım, her zaman ilk tercihi yeşil oluyordu çünkü. Üzerindeki yeşil saten kumaşlı elbise de ona fazlasıyla yakışmıştı. Aynı şekilde Berivan'da benden birazcık daha uzun olan boyunun avantajını üzerindeki balık model, siyah elbisesi ile kullanmıştı. Koyu saçları ise sık bir at kuyruğu halinde toplanmıştı.

 

"Tabi değmez, giymişsin en yükseğinden bir de... Bak bana, Aras yüzünden değil giymek, giymeyi düşünmedim bile."

 

İkisine gülümserken, odanın kapısı bu sefer çalınmadan arka taraftan açılmıştı. En önde Yavuz arkasında da Miraç abiyle Boran duruyordu.

 

"Sahne sizin."

 

Boran ellerini birbirine çarparken, derin bir nefes almıştım. Fazlasıyla heyecanlıydım ve karşımda duran adam bu heyecanımın farkındaydı. Güven vermek ister gibi gözlerini kapatıp açtı. Ardından da sol kolunu girmem için uzattı. Dudaklarım kendiliğinden kıvrılırken, böyle hissediyor olmama bile şaşıramıyordum.

 

Boran'ın alkışlarına diğerlerininkiler de karışırken, onların sevinç nidaları boş koridorda yankılanıyordu.

 

Titreyen elimi koluna sarmamla beraber sağ eli koluna sıkı sıkıya tutunan parmaklarımın üzerine kapanmış, önde biz arkamızda diğerleri, hep birlikte yürümeye başlamıştık.

 

Hissediyordum.

 

Mutluydum...

 

Bizim giriş kapısından çıkmamızla birlikte arkada çalan şarkı sonlanırken, tüm konukların gözleri her bir kenarı süslenmiş olan uzun yolun sonuna, bize dönmüştü. Şimdi daha soft bir şarkı çalıyordu.

 

"Nefes al."

 

Yanımdaki bedenin güven veren sesi kulaklarımı doldururken, sağımızdan ve solumuzdan beyaz dumanlar yükselmiş, alkış seslerine, çığlık sesleri karışmıştı.

 

Ağır ağır, yan yana yürüdük...

 

Büyük pistin tam ortasında durduğumuzda, koluna sardığım elimi tutarak elinin arasına almış, boşta kalan elini de belime sararak, yüz yüze gelmemizi sağlamıştı.

 

Sevdan kuşlar misali

 

Gelip kalbime kondu

 

Titreyen avcumu omzuna koyarken, çenesine denk gelen kafamı kaldırarak kahve harelerine baktım. Onun bakışları bendeyken, tüm Mardin halkı da bizi izliyordu. Tahmin edemeyeceğim kadar çok insan vardı. Fısıldadı.

 

"Daha sakin misin?"

 

Şarkının sözleri teker teker kalbime sızıyordu.

 

Ömrüm kışlar gibiydi

 

Sonsuz bir bahar oldu

 

Kafam hala onu görmek için yukarıya bakıyordu. Bu kadar yakın olmak bir yandan garip gelirken, bir yandan da sebepsizce iyi hissettiriyordu.

 

Esmer bir akşam vakti

 

Senle yeniden doğdum

 

Benden çaldıkları unut dedikleri

 

Kaybettiğim kaderi buldum

 

Esmer bir akşam vakti gerçekten de onunla yeniden doğmuştum... içime akan bakışlarını farketmesinden korkar gibi dudaklarımı aceleyle araladım.

 

"Bu kalabalıkta sakin kalmam biraz imkansız sanırım."

 

Etrafa kaçamak bir bakış attım. Sahi kaç kişi vardı burada?

 

"Aşağı yukarı 5 bin kişi var, öyle heyecan yapacağın bir şey değil. Sakinleş."

 

Alaya alan sesi kulaklarımı doldururken, etrafta olan bakışlarımı ciddi olup olmadığını anlamak için yeniden suratına çevirmiştim. Büyük bir mekan tutulmuştu ve masaların sadece bir kısmını görebiliyordum, görünmeyen kısmının da bir bu kadar kalabalık olduğundan emindim. Verdiği sayının doğru olduğu aşikardı, fakat sakin olmamı söylediği kısım... kesinlikle şaka olmalıydı. Hafifçe gülümsedi bu halime, her defasında benimle uğraşmaktan keyif alıyordu. Bu duruma takılmayarak arkada çalan şarkıya kulak asmıştım. Özellikle seçilmiş gibiydi sanki, ya da şu anda yaşadığım duygu karmaşası bana öyle hissetmemi sağlıyordu.

 

Dünyanın yükünü yazsalar payıma

 

Dost düşman bir olup çıksa da yoluma

 

Kafamı kaldırarak kahvelerine baktım.

 

Vazgeçmem senden yine de

 

Ben aşkla yürürüm ateşe

 

Yeter ki sen ellerimden tut

 

Garipti... Bir araba kazasından işlerin bu raddeye gelmiş olması çok garipti. Gözlerimiz bir an olsun birbirinden kopmazken, ben tüm kalbimle Allah'a şükür etmiştim...

 

O benim kurtuluşum değil, kaderimdi.

 

Mecburiyetim değil, ihtiyacım olmuştu.

 

Derin bir soluğu içime çekerken, gözlerim en ön masalarda oturan tanıdık kişilerle kesişti. Zümrüt Hanım yanında oturan Nalin abla ile bir şeyler konuşuyor, Mihrimah ise onun diğer tarafındaki sandalyede elinde tuttuğu telefonuyla bizi çekiyordu. Bakışlarımı yakaladığı an oturduğu yerden hızlıca kalkarak, pistin ortasına yanımıza geldi.

 

"Gülümseyin bakalım."

 

Geldiğimiz andan beri bizi bir çok açıdan çeken kameramanları görmezden gelerek, telefonundan resmimizi çekmeye başlamıştı.

 

Sonlanan şarkıyla bir başkası başlarken bu sefer bize bir kaç çiftte eşlik ediyordu. Bunlardan bir tanesi de Miraç abiyle Berivan'dı. Biraz uzağımızda olan ikiliyle göz göze gelirken gülümsemeyi ihmal etmemiştim.

 

Hiç ummazdım oldu

 

Sonbaharda hediye gibi geldin

 

Koyu hareleri yüzümün her bir köşesinde usulca gezinirken, belimde duran parmakları tenimi okşuyordu.

 

Hoş geldin

 

Seyirlik değil, ömürlük olsun

 

Dilerim bu defa bu son olsun

 

Seyirlik değil ömürlük olsun

 

Bir yastıkta nasip olsun

 

Kafamı omzuna yaslarken, etrafımızdaki insanları umursamamıştım. Tek sığınağım, oydu. Beni bir zindanın içinden çekip almıştı, tanımıyordu bile.

 

Bir şarkı daha sonlanırken Yavuz'a ayak uydurarak bize ayırdıkları köşeye geçmiştik.

 

Uzunca bir süre boyunca masamıza gelen kişilerle konuşmuş, pistin ortasındaki insanları izlemiştim. Buranın düğünleri hareketli geçerdi ama bu akşam hareketlilik daha bir fazla gibiydi. Oynayan insanlar yorulmak nedir bilmiyordu resmen.

 

Saatlerce çalan müzik daha sakin bir hal alırken, az önce çıktığımız taraftan ittirdikleri pasta standı ile bir kaç garson gelmeye başlamıştı. Bu sefer duman yerine parlak maytaplar sarmıştı etrafımızı, Yavuz'un yardımıyla yerimden kalkarak yürümeye başladım, şimdi yeniden herkesin gözü bizdeydi. Garsonun uzattığı büyük bıçağı aynı anda elimize alırken, alkışlar eşliğinde pastayı yukarıdan aşağıya doğru kesmiştik. Arkada çalan şarkı beni anılara götürürken, dudaklarım istemsizce kıvrılıyordu. Arabanın içinde bana inat açtığı o şarkı, şimdi burada yeniden çalıyordu.

 

Görünce aşık oldum

 

Gözlerine tutuldum

 

Alem ne derse desin

 

Kız ben sana vuruldum

 

Kafamı yanımdaki adama çevirdim.

 

Mardinli güzel yarim

 

İnan sana hayranım

 

Uğruna feda olsun

 

Varım yoğum bu canım

 

Elimizden aldıkları bıçakla beraber Yavuz bu anı bekliyormuş gibi dudaklarını uzunca alnıma bastırmıştı. Göğsüm aldığım soluklarla hızlı hızlı inip kalkarken, yeşillerimden bir saniye bile koparmadığı bakışlarıyla bu seferde garsonun uzattığı çatalı eline alıp, pastayı aralık olan dudaklarımın arasına bırakmıştı. Ani hareketleri yüzünden afallayan halim onun dudaklarının usulca kıvrılmasını sağlarken, utancımı görmemesi için hızlıca önümde duran diğer çatala uzandım. İlk defa ona kendi ellerimle bir şey verecektim, ve titreyen bedenim onun fazlasıyla dikkatini çekiyordu. Zorlandığımı görerek bekletmeden çatalın ucundaki pastayı aldı. Yeniden insanlar bizi alkışlarken getirdikleri meyve suyundan da küçük yudumlar almıştık.

 

Yanımızdan uzaklaşan garsonlar ile birlikte masalara servis açılmaya başlamıştı. Herkes yerinde oturup bir şeyler yerken, müzik sisteminin yanındaki görevliyle konuşan Mihrimah gülerek yanımıza geldi. Elinde tuttuğu elbisesi ile aynı renk olan mendili sallarken, masum bakışları abisindeydi.

 

"Abim... oynayacaksın değil mi?"

 

Onun sorusu Yavuz'un zerre dikkatini çekmezken, Mihrimah yerinde duramıyordu.

 

"Şöyle herkes demesin mi bu Yavuz Ağam ne güzel halay çekiyormuş?"

 

Yavuz onun sözleriyle kaşlarını havaya kaldırırken, dilini damağına vurarak cıklamayı ihmal etmemişti.

 

"Demesinler."

 

Bu net cevabı bir anda beni gülümsetirken, yeniden konuşmak isteyen Mihrimah'ı susturan şey yanımıza gelen Mirza olmuştu. Gözlerimi Mihrimah'a çevirdim, tepkilerini yakından görmek istiyordum.

 

"Yeniden hayırlı olsun kardeşim."

 

Mirza elini Yavuz'un omzuna koyarken, ikisi kabaca sarılmışlardı.

 

"Eyvallah."

 

Ayrıldıklarında bana baktı.

 

"Tebrikler."

 

Gülümseyerek kafamı salladım.

 

"Teşekkürler."

 

Bugün en çok duyduğum kelime bu olmuştu.

 

Tebrikler...

 

Her ne kadar insanlara gülümsemeye çalışsam da içimdeki burukluk kendisini belli ediyordu. Yeni bir hayata adım atıyordum.

 

"Abilerin en mükemmeli...."

 

Mihrimah'ın sesi yeniden dikkatimi çekerken, Mirza ortada dönen konunun ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibi bir bakış atmıştı.

 

"Kızım gitsene sen."

 

Yavuz'un uyaran sesiyle Mihrimah gözlerini devirirken, bakışları az önce sahnenin kenarında konuştuğu adamı bulmuştu.

 

"Yolla abim sen şarkıyı, bunlar anlamıyor bir şeyden."

 

Mihrimah'ın konuşmasıyla yanında duran kadını aşağıdan yukarıya kısaca incelemişti Mirza. Bu yaptığı şeyin sebebini bilemezken, az önce kapalı olan hoparlörden tanıdık bir şarkı çalmaya başlamıştı. Elinde tuttuğu mendili havaya kaldırırken diğer elini de beline yerleştirmiş, gözlerini kısaca etrafta gezdirmişti Mihrimah. Birisini arıyor gibiydi.

 

Aradığını kısa sürede bulmuş olacak ki, elimden tuttuğu gibi benimle birlikte pistin ortasına doğru yürümeye başladı. Karşı taraftan bize doğru yürüyen kişi de Berivan'dı. Halayın başına geçen Mihrimah, gayet rahat bir şekilde kendisini oyuna verirken, dudaklarının arasından çıkan zılgıt sesi şarkıya karışmış, mekanda yankılanmıştı. Bu hali beni güldürürken, iki kadının arasında kabarık gelinliğim ile hareket etmek fazlasıyla zordu.

 

Gözlerim az önce yanında olduğumuz Yavuz'a kayarken, cebine soktuğu elleriyle pür dikkat bizi izlediğini görmüştüm. Sert tavrıyla yeşillerime tutunan kahveleri beni fazlasıyla heyecanlandırırken, onun yanında duran Mirza'nın da tüm dikkati sağ tarafımda ki halay başı olan olan Mihrimah'taydı. Attığı her adımda zemine imzasını atan kızın, böyle oyunlarda fazlasıyla iyi olduğunu görmüş olmuştum. Mendilini havada sallamaya devam ederken yönünü bana döndürüp geri geri gitmeye başladı. Saçları her hareketinde savruluyordu.

 

Alkış sesleriyle tuttuğu elimi bırakıp ortaya doğru ilerlerken, ufaktan kıvırmayı da ihmal etmiyordu. O sırada oturan konukların arasından oynayarak yanımıza gelen kişi de Boran'dan başkası değildi. Mihrimah'ın çıktığı yere geçerek ağırlığını bozmadan halay başı olarak oyuna ayak uydurdu. Biten her şarkının ardından bir başka şarkı başlıyor, bizi daha çok içine çekiyordu. İki eliyle tuttuğu mendili sallayıp, dizlerini kırarak yere eğilen Mihrimah'a da dışarıdan övgüler yağmaya devam ediyordu. Yavaşça yerinden ayağa kalktı, gözleri ara ara konuklara değiyor olsada genel olarak dikkati bizim üzerimizdeydi.

 

"Gönlüm sevmez herkesi, esmersen güzelsin..."

 

Bağırdığı için sesi şarkıya rağmen duyulurken, gözleri kısa bir anlığına abisinin yanında duran Mirza'ya kaymıştı. Bu hali beni şaşırtırken, yanımdaki Berivan'a ufak bir işaret vermiştim. O da bu anı fark ederken, Boran her şeyden habersiz biz şekilde kardeşinin üzerine cebinden çıkardığı paraları atıyordu.

 

Bir süre sonra Berivan'ın yanına da Miraç abi gelmişti. Üzerinde olan ceketini çoktan çıkartmış, sadece gömleğinin üzerindeki yeleği ile duruyordu. Berivan yanına gelen kocasına kocaman gülümserken, orta duran ikiliyle halay çekmeye kaldığımız yerden devam etmiştik.

 

Uzunca bir süre devam eden oynayışımız ayaklarımın acıdığını hissetmemle son bulmuştu. Koluma giren Berivan'ın yardımıyla kenara doğru yürümeye başlarken, tüm sesler bir anda kesilmişti. Attığım adımlar duraksarken, kulaklarımı bir başka ses doldurmuş, ve duyduğum an tüm bedenimin titremesini sağlamıştı. Yutkundum.

 

İstemsiz bir şekilde hızlanan nabzımla birlikte kafamı arkaya çevirdiğimde gözlerim onu bulmuştu. Heybetli bedeni tam karşımdaydı.

 

Her hareketi ruhuma dokunuyordu sanki.

 

Kollarını omuz hizasında açarak havaya kaldırdı, ve bir saniye bile kahvelerini yeşillerimden çekmedi.

 

Bedeni bu hareketiyle birlikte daha da irileşirken, sağ ayağını savurarak bana doğru büyük bir adım attı.

 

Halkını koruyan o cesur adam şu anda hepsinin önünde tüm ağırlığı ile zeybek oynuyordu. Kalp atışlarımı kulaklarımda hissederken gözlerim tamamıyla Yavuz'daydı. Daha hala hakkında bir şey bilmediğim adam nefesimi kesiyordu, engel olamıyordum.

 

Ara ara kendi etrafında dönüp kollarını savururken, iyice yanıma yaklaşmıştı.

 

Sol tarafından bir kez daha döndükten sonra arkada kalan ayağından güç alarak, beklemediğim bir anda tam önümde dizinin üzerine çökmüştü.

 

Yavuz Karadağ önümde diz çöküyordu.

 

Mardin'in ağası, tüm halkının önünde karısı olan kadının, benim önümde bir an bile düşünmeden dizlerinin üzerine çökmüştü.

 

Aşağıda olan kafasını kaldırıp kahvelerini yeşillerime çevirdiğinde, sağ elini sertçe ayağımızın altındaki zemine vurdu.

 

Kısılan bakışlarını gözlerimden çekmeden elini dudaklarına değdirdi ve ardından da havaya kaldırdı.

 

Çoktan dolmaya başlayan gözlerimle onu izlemeye devam ederken az önce üzerine eğildiği sol dizini iki kere yere vurmuştu. Sağ ayağının üzerine basıp ayağa kalkarken havada olan ellerini de hareketliyle eş zamanlı olarak yavaş yavaş indiriyordu.

 

Bedeni şimdi tüm heybetiyle karşımdaydı.

 

Tüm Mardin'e korku salan hareleri, çok farklı bakıyordu gözlerime.

 

Sağ elini kaldırarak ondan biraz uzakta olan yüzüme dokundu.

 

Nefes alamıyordum.

 

Sakince bir adım daha attı.

 

Ve sıcak dudaklarını sanki buradaki herkese - en çokta bana - bir şeyleri kabul ettirmeye çalışıyormuş gibi alnıma bastırdı.

 

Tenime dokunmasıyla birlikte bedenimi bir başka yangın karşılarken, hemen yanımda duran koluna uzatmıştım elimi. Ayakta duramayacak kadar afallatmıştı beni.

 

İçimde yıkılan duvarlardan kaçacak yer aradım.

 

Yüksek şarkıya rağmen kendisini duyabileceğim bir tonlamayla, dudakları hala çok yakınımdayken fısıldadı.

 

Ve o zaman kaçacak yerimin kalmadığını anladım.

 

"İlk defa bir kadının önünde diz çöktüm. Önünde diz çökeceğim tek kadın sensin... kadınımsın."

 

Zaman mı durmuştu yoksa kalbim miydi atmayı bırakan emin olamadım. Boğazım düğüm düğüm oldu, bedenim daha öncesinde yaşamadığı bir duyguya en büyük hislerle birlikte ev sahipliği yaptı.

 

Gözümden akmaya çalışan yaşlara rağmen, gözlerinin içine bakarken gülümsemiştim.

 

Ben en saf duygularımla ona gülümsemiştim.

 

Her şeye, herkese rağmen,

 

Onu kabulleniyordum...

 

 

 

~

 

 

 

Sadece aile üyelerinin ve buraya özel olarak davet edilen bir kaç kişi takıları elden takarken, tanımadığım bir adamla kadın önümüzde durmuştu.

 

"Takmışsın sonunda o parmağa yüzüğü?"

 

Yabancı adamın sözleri yanımdaki Yavuz'u gülümsetirken, havaya kalkan kaşıyla beni işaret etmişti.

 

"Takmaya değer bir şey çıktı karşıma diyelim."

 

Son zamanlarda daha mı çok imada bulunmaya başlamıştı yoksa en başından beri böyle davranıyordu da ben mi görmezden gelmeye çalışıyordum bilmiyordum.

 

"Aynı şeyden 4 yıl önce benim de karşıma çıktı, bak şimdi bir başka güzelliğin yolunu gözlüyoruz."

 

Gözleri yanında duran kadının karnına kayarken, ikisinin de birbirlerine büyük bir sevgi ile baktıklarını görmüştüm.

 

"Hayırlısı ile kucağınıza almayı nasip etsin Allah."

 

Adamla sarılmışlardı.

 

"Gökhan ben, Yavuz'un üniversiteden arkadaşı."

 

Uzattığı elini tutmuş, memnun olduğumu dile getirmiştim. Kadına döndüm bu seferde, o da elini uzatmıştı.

 

"Sinem bende. Şimdiden tebrik ederim, inan tüm ekip olarak bu düğünü bekliyorduk. Beklediğimiz kadar oldu."

 

Yüzündeki samimi olduğunu düşündüğüm gülümseme ile söylediği şeyler beni de gülümsetti.

 

"Evin, memnun oldum. Ayrıca teşekkürler."

 

Çantasından aldığı kırmızı kadife kutuyu açarak içinden oldukça pahalı gözüken bir bileklik çıkardı. Bileğimi tutarak diğer takıların yanına taktı.

 

"Bizimkiler bekliyor sizi."

 

Yavuz'un sesiyle Gökhan'ın gözleri biraz uzağımızda duran Mümtaz ağaya kaymıştı.

 

"Önce bir odaya uğrayalım öyle geçeriz. Malum Adana'dan gelmek zor oldu."

 

Karısını işaret etmişti.

 

"Uçağa binemiyor hala, hava da yeteri kadar sıcaktı."

 

Kocasının sözleriyle suratını buruşturan kadın araya girmişti.

 

"Abartıyor yine, kendisi de sevmiyor uçağa binmeyi, beni bahane ediyor işte."

 

Hepimiz aynı anda gülüşürken onlar yeniden görüşmek üzere yanımızdan ayrılmıştı. Çok geçmeden kucağında tuttuğu Aras ile Boran geldi.

 

"Görüyorsunuz, bu çocuk benden ayrılmıyor."

 

Aras kendi halinde emziğini emiyordu ve Boran kesinlikle umurunda görünmüyordu.

 

"Çocuğa rüşvet bile verirsin sen."

 

Yavuz'un sözleri beni gülümsetirken, Boran elini cebine atarak bir paket çıkardı.

 

"En sevdiği amcası benim diye kıskanma Yavuz Karadağ."

 

Sanki bana sabah odada hediye vermemiş gibi şık bir kolye çıkarmıştı. Abisine uzattı. Yavuz eline aldığı kolyeyi arkama geçerek boynuma taktı, o sırada tenime dokunan parmakları içimi ürpertirken fark etmemesi için çabalıyordum.

 

O da bizi yalnız bırakırken, yanımıza tüm gün boyunca oturdukları tarafa dahi bakmaktan korktuklarım gelmişti. Tam Yavuz'un önünde duran amcam, kendi evladına bakıyormuş gibi mutlulukla gülümsüyordu.

 

"Hayırlı olsun oğlum."

 

Gereksiz samimiyeti içimi yakarken, Yavuz onun bu halinden hoşlanmadığını soğuk tavrıyla fazlasıyla belli etmişti.

 

"Eyvallah, Halil bey."

 

Amcam üstelemeden kafasını salladı ve gözleri kısa bir an bana değdi.

 

"Kızım, kusurumuza bakma. Bu aralar durumumuz sıkışık malum, o yüzden pahalı bir şey alamadık."

 

Yengemin sözlerinin muhattabı olduğumu anlamam uzun sürmüştü, kızım demiş olması bile çok garip gelmişti. Küçük kutudan ince bir bilezik çıkardı, ve takmak üzere bileğimi tuttu.

 

İstemiyordum... onlardan gelecek olan hiçbir şeyi istemiyordum ben.

 

Onun bileziği tam takacağı esnada ellerinden beni kurtaran şey, yine Yavuz olmuştu.

 

Kemikli eli bileğime sarılırken yengemin havada kalan elini umursamamıştı bile.

 

"Hiç gerek yok ona, sizde kalsın."

 

Yengemin suratındaki bozulan ifadenin sebebi bileziği kabul etmememiz miydi yoksa başka bir şey miydi emin değildim. Yine de bu afallaması kısa sürmüştü, çünkü insanlara bir şeyleri göstermeye çalışıyor gibi olan bakışları yine iş başındaydı.

 

"Gel oğlum gel, resim çekilelim bir."

 

Arkalarında duran Alim'in gözleri ilk olarak Yavuz'u bulurken, yanımdaki bedeninin kasıldığını anlayabiliyordum.

 

Yerde olan bakışlarını kaldırmadan annesinin yanına yürürken, karşımızdaki fotoğrafçı hizaya geçmemizi bekliyordu. Yavuz öne doğru bir hamlede bulundu, yapmaya çalıştığı şeyi anlayarak elimi bileğine sardım. Tenimin altındaki teni öylesine kasılmıştı ki, kahve hareleri gibi alev alev yanıyordu.

 

"Yavuz dur, insanlar var sakin ol..."

 

Göğsü hiddetle kalkarken gözlerini gözlerime dikmişti. O sırada da hala bizi bekliyorlardı.

 

"Şerefsizin evladı, bir de geçti duruyor yanında!"

 

Yalvarırcasına kafamı sallamıştım. Şu anda yapacağı bir hareket sadece kendisine zarar verirdi.

 

"Yanlış anlaşılırsın, mantıklı düşün."

 

Gözlerini kısa bir an kapatıp derin nefes aldı. Hala bileğinde olduğunu unuttuğum elimi elinin arasına alarak parmaklarıyla sarmalamıştı.

 

Ne yaptığını anlamama dahi fırsat vermeden, üçünün ortasında duran bizi bir anda yürütmeye başladı. Yüzlerindeki şaşkın bakışları tahmin edebiliyordum. Arkama bakmadım, yüzlerini dahi görmek istemiyordum çünkü.

 

Otelin iç kısmına girdik, ve girmemizle beraber bizi bekleyenleri görmüştük.

 

"Oğul, araba kapıda hazır Akif bekliyor."

 

Mümtaz Ağanın sözleriyle Yavuz kafasını sallarken, annesinin yanında duran Mihrimah yanıma gelmişti.

 

"Benim güzel yengem, bir kaç gün bensiz idare edeceksin artık.... Sıkıcı olur muhtemelen, ama geldiğinde ben senin keyfini yerine getiririm sen hiç merak etme."

 

Kısık sesle söylediği şeyler beni gülümsetirken, sarılmayı ihmal etmemişti. Teker teker orada bulunan herkesle sarılıp vedalaşmıştık.

 

"Varınca haber vermeyi unutmayın."

 

Nalin abla ikimize de büyük bir gülümseme sunarken, yavaş yavaş mekandaki konuklar kendileri için ayrılmış olan odalarına çıkıyorlardı.

 

Karşımda kalan iki kadın beni tedirgin ettirecek türde bakışlar atarken, Yavuz Akif'in aramasıyla birlikte dışarıya çıkmıştı.

 

"Neden öyle bakıyorsunuz?"

 

Demiştim daha fazla dayanamayarak. Gözlerindeki parıltılar hiç rahat ettirmiyordu beni.

 

"Sizi göndermeden ufacık bir sohbet edelim dedik."

 

Berivan sözlerinin sonunda daha da yakınıma girerken, Mihrimah'ta onu takip ediyordu.

 

"Şimdi öncelikle sakin olmalısın, korktuğun kadar korkulacak şey değil sonuçta bu olay."

 

Demek istediği şeyi tam olarak algılayamazken, bu durumun farkına vararak iki elinin işaret parmaklarını birbirine sürterek önüme uzatmıştı.

 

Suratım utançla kızarırken bakışlarımı bizi gören birisinin olup olmadığını anlamak için etrafta gezdirmiştim.

 

"Utanmasana ayol, ne var bunda utanılacak. Sen sadece beni dinle."

 

Mihrimah onun bu tavrına güldükten sonra konuşmaya başlamıştı.

 

"Umuyorum ki ben evlenirken böyle bir şey yapmazsınız. Asla dinleyemem."

 

Kafamı itiraz edercesine salladım.

 

"Ben duymak istemiyorum."

 

Dedim, fazlasıyla utanç veren bir andı çünkü. Berivan sanki amacına ulaşmış gibi sesli bir şekilde gülerken, Mihrimah'ta ona katılmıştı.

 

"Aklını aldın kızın yenge ya, cidden senden korkulur."

 

Hala aralarında dönen olayı anlayamamıştım.

 

"Benim yeşil gözlü yengem, korkma şakaydı hepsi. Çok gergin görünüyordun azıcık rahatla diye yaptık, ama sanırım bu seni daha da gerdi."

 

Haksız sayılmazdı, unuttuğum kısım yeniden aklıma gelmişti. Korktuğumu farkettim.

 

Ama tüm korkuma rağmen kendisini bana hatırlatan bir çift söz, içimdeki tedirginliğe de engel olmuyor değildi.

 

Bana söz vermişti...

 

Ve bende biliyordum ki Yavuz Karadağ verdiği sözleri tutardı.

 

"Yenge, abim kapıda bekliyor seni."

 

Akif'in sesiyle birlikte dikkatim dağılırken, peşime takılan ikiliyle birlikte yürümeye başlamıştım. Akif tanıdığım kadarıyla Yavuz'un her daim yanında olan bir adamıydı, bazı anlarda hanımağam desede genelde yenge demeyi tercih ediyordu, Yavuz'a zaman zaman ağam zaman zaman abi demesi gibi. Bu durum beni gülümsetirken, yakın zamanda onun da düğünün olacağını hatırladım. İsteme akşamı geldi aklıma, sebepsizce dudaklarım kenara kıvrıldı.

 

"Size iyi tatiller canım, keyfini çıkar."

 

Berivan'dan sonra aynı şekilde Mihrimah'a da sarılmıştım.

 

"Görüşürüz o zaman."

 

Aynı anda gülümseyerek el sallayan kadınları arkamda bırakarak Akif'in açtığı kapıdan arabaya bindim. Biraz uzağımızda diğer adamlarla konuşan Yavuz, bindiğimi gördükten sonra biten konuşması ile birlikte yanımdaki yerini almıştı.

 

Çalıştırdığı araba ile de hemen yola koyuldu.

 

Arkamızdan gelen arabalar dikkatimi çekti.

 

"Nereye gidiyoruz?"

 

Merakıma yenik düşerek sormuştum. Gözlerini kısa bir an bana çevirdi, ardından da yeniden yola döndü.

 

"Bağ evine gideceğiz bir kaç günlüğüne, sonrasında da ortalık sakinleşince tatile çıkacağız."

 

Tatilden kastının ne olduğunu anlamıştım.

 

"Ortalık sakinleşince?"

 

Çok gerilmiştim ve bu yüzden de konuşmak istiyordum, kafam dağılmalıydı.

 

"Bir kaç pürüz çıktı, onlarla ilgileneceğim."

 

Kafamı tamamıyla ona çevirdim bu sefer. Papyonunu çoktan çıkarmış, gömleğinin yakasını yarısına kadar açmıştı. Ceketinin ise nerede olduğunu bilmiyordum.

 

"O pürüzlerin tehlikeli olduğunun farkında mısın?"

 

Eli aramızdaki boşluğa giderken sigara paketini eline alarak bir sigara çıkardı. Dudaklarının arasına yerleştirdi ve aynı rahatlıkla zipposuyla ucunu ateşe verdi.

 

Aldığım duman kokusu yine beni rahatsız ederken, kafamı ondan çekerek cama çevirdim. Basit bir kokuydu belki de ama bana hissettirdiği şeyler çok başkaydı. Öncelikle korkum artıyordu, tedirgin oluyordum. Bu kokuyu fazlasıyla yakınımda hissederken bedenimde bırakılmıştı izleri, içim sızlıyordu.

 

Nefes alamıyormuş gibi hissediyor, boğuluyordum.

 

"Nereden baktığına bağlı."

 

Dedi az önce sormuş olduğum soruya karşılık. Gözlerimi çok kısa bir anlığına yüzüne çevirdim, kahveleri üzerimdeydi. Kavisli kaşları bir şeyi anlamak ister gibi yüzüme bakarken usulca çatıldı. Konuşacağını düşünürken o tek kelime dahi etmeden parmaklarının arasında tuttuğu daha bir kez dudaklarına götürdüğü sigarasını camdan dışarıya attı.

 

Buna şaşırmama fırsat bile vermeden o sigaranın ardından paketi de camdan dışarıya bırakmıştı.

 

Bir şeye öfkelenmiş gibi duruyordu ama anlayamadım. Genelde asabi bir adamdı, sert bakışları her daim suratında olurdu, fakat böyle anlarda onu çözmek çok daha zor oluyordu.

 

45 dakika kadar süren yol boyunca daha ne o konuşmuştu ne de ben bir şey sorabilmiştim. Hala sigara paketini neden öfkelenerek arabadan attığını düşünüyordum.

 

"Geldik."

 

Onun sesiyle birlikte, dikkatimi toplarken gözlerimi camdan dışarıya çevirmiş, fakat havanın karanlık olmasından dolayı pek bir şey görememiştim.

 

Durdurduğu arabadan indi, benim tarafıma geldiği sırada yol boyunca peşimizden gelen 3 arabada bahçeye girdi. Arabaların farlarının aydınlattığı bahçe az önceye nazaran daha aydınlık görünürken, açılan kapıdan Yavuz'un yardımıyla indim.

 

Arkamızdaki arabaların birisinden çıkan Akif'e ufak bir işaret verdikten sonra, elini cebine atarak bir anahtar çıkarmıştı. Bana uzattı.

 

"Al bakalım."

 

Kapıyı açmam için verdiğini düşündüğüm anahtara garip garip bakıyordum.

 

"Neden bana verdin?"

 

Karanlığa rağmen parlayan hareleri gözlerime dokundu.

 

"Çünkü sana ait."

 

Kısa aralıklar eşliğinde bana verdiği iki hediyeden diğerinin de bu ev olduğunu suratındaki ifadeden anlamıştım. Gözlerimi büyük bahçede gezdirdim, ve arka kısmının da olduğundan emindim.

 

"Buda diğer hediyeler gibi çok büyük ve çok fazla..."

 

Dilini damağına vurarak cıklarken fazla rahattı. Konuşmama müsaade etmeden elimi eliyle sarmalayarak kapıya doğru yürümemizi sağladı.

 

Elimdeki anahtarı titreyen elim yüzünden kapının deliğine sokamazken, damarlı elini bir kez daha elimin üzerine koyarak anahtarı sokmama yardımcı oldu. Çıkan kilit sesiyle kapı geriye doğru açıldı.

 

Aynı anda adım atacağımızı düşünürken, dizlerimin altına ve belime sardığı elleriyle, hızlı bir şekilde kucağına almıştı beni. Şaşkınca suratına baktım.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

Derken ani hareketi yüzünden hızlanan kalbimi de kontrol etmeye çalışıyordum. Yakınımda duran yüzü sayesinde aramızdaki mesafe azalmışken, kabarık gelinliğe rağmen dokunuşlarını hissedebiliyordum.

 

"Ne yapıyormuşum?"

 

İçeriye girdi, ve kapıyı ayağıyla iterek kapattı. Bakışları ise hala gözlerimdeydi.

 

"Beni kucağına aldın?"

 

Dedim, soru sorarak. Bir açıklama yapmasını bekliyordum sebepsizce. Sakallı yüzünden aldığım losyon kokusu saatler geçmesine rağmen hala etkisini korurken, gömleğinin açık yakasından gördüğüm teni de fazla dikkat dağıtıcıydı.

 

"Evet karımı kucağıma aldım, ilk girişte böyle olmuyor muydu?"

 

Sorularıma soruyla karşılık verirken munzur bir şekilde gülümsemişti.

 

"Yavuz..."

 

Dedim uyarıcı bir tonlamayla. Daha ona yeni yeni alışmaya çalışırken böyle yaptığı ani hareketleri yüzünden kalbim ağzıma geliyor, nefesim kesiliyordu.

 

"Söyle yavrum."

 

Onu ilk defa sesli bir şekilde gülerken o an gördüm işte.

 

Sözleriyle birlikte şaşırmış olmama ve ona attığım garip bakışlara dayanamayarak gülmeye başlamıştı. Babam dışında ilk defa bir erkek gözlerimin içine bakarak bana gülmüştü, ve o gülüşün altında yatan hissiyat çok farklıydı. Kusursuz bir tonu vardı gülüşünün, sert görüntüsüyle tezatlık oluşturmayacak kadar ahenkliydi. Kısılan gözleri, ortaya sunduğu gülüşü... kağıda dökülmeyecek, dile getirilemeyecek kadar büyüleyiciydi.

 

Hızlanan nefeslerim yüzünden göğsüm hiddetle inip kalkarken, sertçe yutkunarak bakışlarımı gözlerinden çekmiştim. Ama onun hala bana baktığını hissedebiliyordum. Bedenim uyuşmuştu.

 

İki katlı olan evin merdivenlerini çıktıktan sonra kapısı açık olan odadan içeriye girdi. Gözlerimi bahaneyle odanın içerisinde gezdirdim, mobilyalar ve dekorasyon evin doğal havasını bozmamak için özenle seçilmiş gibiydi. Hoş duruyordu.

 

Hala kucağında tuttuğu beni dikkatle yatağın üzerine bıraktı. Sabahtan beri üzerinde durmaktan canımın yandığı ayakkabılarımı çıkarmak için hafifçe eğildim. Ve o sırada ayakkabının atındaki yazılar dikkatimi çekti. Ne olduğunu az çok anlamıştım ama hangi ara kim tarafından yazıldığını bilmiyordum. Gülerek ters çevirdiğim ayakkabının tabanına bakarken, biraz uzağımda ayakta dikilen adamın da bu yaptığım şey dikkatini çekmiş, buraya gelmesini sağlamıştı.

 

Mihrimah

Boran

 

En üstte bulunan isim silikçe okunurken, orta kısımda duran isim hala yazıldığı gibi duruyordu. Bu da demek oluyordu ki Mihrimah'ın evden gitmesi an meselesiydi.

 

"Bu kız akıllanmayacak."

 

Yavuz'un tepkisiyle elimde olmadan gülümserken ayakkabıyı kenara bırakıp yataktan kalkmıştım. Bir an önce saçımdaki duvaktan ve gelinlikten kurtulmam gerekiyordu, fazla ağırlardı.

 

Yavuz'un bakışlarının eşliğinde odanın içindeki banyo olduğunu anladığım kısıma girdim. Yardım alarak giyindiğim gelinliği, yardım almadan çıkarabilecek miydim zerre fikrim yoktu.

 

Önce saçlarımdaki fazlalıklardan kurtuldum. Aynadan gelinliğin arkasındaki iplerin nasıl çözüleceğini anlamaya çalışırken bir süre inatla açmayı denedim. Lakin ipler öyle sıkı kör düğüm yapılmıştı ki, değil açılmak yerinden dahi oynamıyordu.

 

Sıkıntıyla girdiğim banyonun kapısını açarken, balkonda duran Yavuz'la karşılaştım. Üzerindeki beyaz gömleği şimdi üzerinde değildi, esmer teni tüm detaylarıyla gözlerimin önünde duruyordu.

 

"Bir sorun mu var?"

 

Geldiğimi görüp bana dönerken gözlerime bakarak konuşmuştu. Kafamı salladım. Evet sorun gelinlik ve arkasındaki düğümdü.

 

"İpleri çözemiyorum."

 

Dedim uzatmadan. Sert adımları ile yanıma adımlarken gözlerimi nereye çevireceğimi şaşırmıştım. Ayakkabıları çıkardığım için aramızdaki boy farkı yeniden fazlaca ortaya çıkarken, belimin hizasındaki düğümü çözmesi için arkamda eğilmesi gerekmişti.

 

Bir süre o şekilde açmaya çalıştı ama olmadı.

 

"Şöyle gel."

 

Eli kolumu tutarken, eğilerek açamayacağını anlayıp, yatağın üzerine oturmuş, ellerini belime koyarak tam önüne çekmişti beni.

 

"Hay s***yim. Kim bağladı bunu böyle?"

 

Ani çıkışıyla beraber istemsizce gülmüştüm.

 

"Mihrimah bağladı."

 

Dedim, benden bir cevap beklediğini bilerek. Tuttuğu ipi çekmesiyle geriye doğru giden bedenim, yine onun tutuşuyla dengede kalmıştı.

 

"Düşman bağlar gibi bağlamış ulan!"

 

Az önceye nazaran gülümsemem bu sefer biraz daha sesli olmuştu. Kafasını eğerek onu görmemi sağladı, kaşının bir tanesi yine havadaydı. Gözünü kırptı.

 

"Hayırdır?"

 

Sadece omuzlarımı salladım, konuşmaya başlarsam işin içinden çıkamazdım. Üstelemedi, yarım kalan işine devam etmeye başladı. Bir süre daha parmakları ipi açmak için uğraşmış, ve açmıştı.

 

"Tamamdır, oldu."

 

Sesiyle birlikte elim kontrol etmek için belime uzanırken, hala belimde duran elleriyle çarpıştım. Gözlerim kısılırken, dokunuşundan kaçarcasına elimi kendime çekmiş, gevşeyen ipin ucuyla bedenimdeki gelinliği tutarak ona dönmüştüm.

 

"Teşekkür ederim."

 

Oturduğu yataktan kalkmadan kafasını salladı ağırca. Göz hizama şimdi daha yakındı, geniş omuzları, iri bedeni tüm gerçekliği ile önümdeydi.

 

Bakışlarının altında hareket etmek öylesine zor gelmişti ki, içime bir şeyler oturmuş gibiydi. Daha fazla orada duramayarak çıktığım banyoya yeniden girdim. Düğümü çözülen ipi açarak kabarık kumaşın bedenimden ayrılmasına izin verdim. Zeminle buluşan gelinliği kenara ittirirken, gözlerim aynada gördüğüm yansımama takıldı. Sırtımdaki sayısını bilmediğim ve omzuma doğru uzanan izler, her gördüğümde canımı daha da çok yakıyordu. Derince bir soluk alırken, tamamıyla bedenimdeki kıyafetleri çıkararak, duşa kabinin içine girmiştim.

 

Fazla yorucu ve duygu karmaşaları yaşadığım bir gün olmuştu benim için. Çok uzatmadan aldığım duşun ardından siyah bornozu üzerime geçirip kısa havluyu da saçıma sardım. Yanıma kıyafet almadığım gerçeği o an zihnime düşerken, çokta bu durumu dert etmemem gerektiğini kendime hatırlatarak banyonun kapısını açarak dışarıya çıktım.

 

Elleri cebinde yine dışarıyı izliyordu. Kapının sesiyle önce kafasını ardından da bedenini bana çevirdi. Yoğun bakışları karnıma sert bir darbe indirirken, yutkunmuştum.

 

Böyle durmamam gerektiğini kendime hatırlatırken, gözlerimi bavulları bulma umuduyla etrafta gezdirmiştim.

 

"Kıyafetler dolapta."

 

Neyi aradığımı anlayarak konuşmuş, ardından da beklemeden benim çıktığım banyoya girmişti. Kısa sürede gelen su sesiyle onun da duşa girdiğini anlamıştım. Dolabın kapağını açarak kendime giyecek bir şeyler bakmaya başladım, fakat karşıma çıkan kıyafetler hiç iç açıcı değildi. Fazla saten, fazla dantelli ve fazla açıklardı.

 

Sıkıntılı bir şekilde nefes verirken, giyebileceğim bir çamaşır takımını alıp giyinmiş, ardından da geceliklerden daha kapalı olan, Yavuz'a ait olduğunu bildiğim siyah tişörtü askısından alarak üzerime geçirmiştim. Diz kapağımın bir kaç parmak yukarısında kalıyordu ve bedenimin büyük bir kısmını kapatmayı başarmıştı.

 

"Kimin işiyse bu kıyafetler hiç memnun olmadım."

 

Kendi kendime söylenirken, yatağın üzerine oturarak havluyla saçımın suyunu almaya başlamıştım. Uykusuzluktan sızlayan gözlerim ve yorgun düşen bedenim beni uykunun içine çekerken, inatla ayakta durmak zor geliyordu. İyice ıslağını aldığımdan emin olduğum saçlarımı arkama bırakırken, kafamı yatak başlığına yaslı olan yastığa koydum.

 

Amacım uyumak değildi ama o anda en mantıklı gelen şey bu olmuştu. Bilincim yarı açık yarı kapalı iken banyonun kapısı açılmış, ardından da gardrobun kapaklarının sesi duyulmuştu.

 

"Islak saçlarla uyuyamazsın gel bakalım şöyle."

 

Yavuz'un sesi oldukça yakınımdan gelirken, hafifçe mırıldandım. Bir şeyler demek istemiştim ama dilim tam olarak dönmemişti. Eli başımın üzerine dokundu, saçlarımın arasına karıştı.

 

"Evin... hadi aç gözlerini güzelim. Hasta mı olmak istiyorsun?"

 

Güzelim...

 

Onun dilinden dökülen her bir kelime öylesine içime işliyordu ki...

 

Gözlerim onca çabama rağmen açılmazken tek bir kelimesiyle açılmıştı. Arkamda duran bedenini hissederek yerimden doğruldum ve ona döndüm.

 

Nemli saçlarının dağınık olmasına rağmen, çok hoş durduğunu farkettim o an. Üzerinde yine tişört yokken, altında siyah bir eşofman vardı.

 

O da benim ona yaptığım gibi beni inceliyordu, gözleri tişörtün üzerinde biraz fazla takılı kalınca açıklamam gerektiğini hissederek dudaklarımı araladım.

 

"Dolaptaki kıyafetler rahatsız ediciydi, o yüzden giymek zorunda kaldım."

 

Sanki bu durumu ona açıklıyor olmam komikmiş gibi yarım ağız gülümsedi. Ardından da, hala nemli olan saçlarımı işaret ederek ayağa kalktı.

 

"Banyoya gel."

 

Sözlerini dinleyerek hızlıca yataktan kalkarak peşine takıldım. Banyo ilk girdiğim hali gibi düzenli duruyordu, az önce kenara bıraktığım gelinliği kaldırmıştı sanırım. Gözleri gözlerimi bulurken, havaya kalkan kaşıyla lavabonun kenarındaki oturma kısmını işaret etti.

 

En son saçlarıma kim sevgiyle dokunup, ilginlenmişti?

 

İçim burkulurken, sızlayan kalbimle dediği yere geçip oturdum. Saç kurutma makinesini prize taktı ve saçlarıma çevirdi. Uçuşan saçlarımın arasına karışan parmakları, canımın acımaması için dikkatle hareket ederken yeşillerimi aynaya çevirmiştim. Yansımasına baktım.

 

Kahveleri saçlarımdaydı...

 

Zihnim tozlu rafların arasında çoktan kaybolmuş, geçmişteki acıları hatırlatmak ister gibi bir bir düşünmemi sağlamıştı.

 

Saçlarımın arasına soktukları makas sanki canımı daha çok acıtmak istercesine kahve tutamlarımı keserken, en çokta annemin bunu görüp üzülecek olmasına ağlamıştım.

 

Uyumadan önce saçlarımın arasına bırakılmayan öpücüğe ağlamıştım.

 

Asla bir daha örmek istemediğim saçlarıma ağlamıştım ben.

 

Benim bile koruyamadığım saçlarıma sevgiyle bakan kahveleri, canımı çokça yakarken, gözlerimden akmaya başlayan yaşlara engel olamamıştım.

 

Ona baktığımı hissetmiş gibi gözlerini gözlerime çevirdiğinde, gördüğü manzara onu afallattı. Makineyi kapatıp kenara bıraktı, sonra ellerini kendisine bakmam için omuzlarıma yerleştirdi.

 

"Canını mı yaktım?"

 

Canım çok yanmıştı...

 

O kadar çok yanmıştı ki, kimseye duyuramamıştım.

 

Onun sorusuyla beraber göz yaşlarım daha da hızlanırken, konuşmak isteyip defalarca dudaklarımı aralamış, ama tek kelime etmeyi becerememiştim.

 

"Kahretsin, canını yaktım!"

 

Kendi kendine kızmasıyla beraber kafamı reddetmek için sağa sola salladım.

 

"Hayır..."

 

Titreyen sesim zorla ona ulaşırken, yorgunca gözlerine bakıyordum.

 

"Annemle, babamdan sonra..."

 

Daha da hızlanmak isteyen yaşlarımı durdurmaya çalışırken, zorlukla bir kez daha yutkundum.

 

"Kimse bir kere bile saçlarımı okşamadı benim."

 

Son sözlerim acı bir haykırışla boğazımdan koparken, hem hıçkırıklarım hem de yaşlarım onun sıcak göğsüne sığınmıştı. Kafamı yasladığı bedeni, hiddetle inip kalkarken, ellerimi sanki daha çok onu hissetmek istiyormuş gibi beline sarmıştım. İyice kendisine çekti beni, saçlarımın üzerindeki eli usul usul hareket etmeye başladı.

 

Beni kırıldığım yerlerden birleştirmeye çalıştı.

 

"Kaybettiğin şeyleri geri getiremem ama çok daha güzellerini yaşatabilirim."

 

Tenimi yakıp kavuran yaş onun göğsünde kayboldu, aldığım soluklara onun kokusu karıştı.

 

Babamdan sonra kimse küçük kızının saçını okşamamışken....

 

Şimdi o saçlarda Yavuz'un eli vardı.

 

Her bir telini incitmek istemiyor gibi, nazikti.

 

Kafamı çenemden tutarak kendisine bakmamı sağladı. Gözlerimden hala akmaya devam eden yaşların üzerinde baş parmağı usulca geziniyordu.

 

"Ağla... ağlaki rahatla."

 

Biraz uzağımda duran çenesine kafamı yaslarken, dudaklarını başımın üzerine bastırdı.

 

Ben bir kez daha ona güvenerek gardımı indirdim, o bir kez daha bana kol kanat gerdi.

 

İçimdeki sızlayan yaranın üzerini okşadı...

 

Bir süre o şekilde sakinleşmemi bekledi benim. Yorgun olan bedenim ağlamam yüzünden daha da halsizleşirken, kendimi hafifçe geriye çektim.

 

Suratıma baktı, ne kadar vahim olduğumu anlamaya çalışıyor gibiydi.

 

"İyi misin?"

 

Kafamı salladım ağırca. Yavuz ise hemen yanımızda duran lavabonun musluğunu açarak elini ıslatmış, ağladığım için yanan yüzümü yavaşça yıkamıştı. Ferahlamanın verdiği hisle rahatlarken, havluyla yüzümün ıslaklığını aldı. Çok önemli bir iş yapıyormuş gibi dikkatliydi ve suratındaki ifade komikti.

 

Saçımın yeteri kadar kuruduğundan emin olduktan sonra makineyi yerine koydu. Oturduğum yerden inmek için yaptığım ufak hamle boşta kalırken, rahat bir şekilde belime attığı eliyle bedenimi yeniden kucağına almıştı. Dizlerimin altındaki elleri tenimi uyuşturuyordu.

 

Yavaşça yatağın üzerine bıraktı beni, sonrasında da aynalı makyaj masasının çekmecesini açarak eline bir tarak aldı. Arkama geçen bedenini karşımızdaki boy aynasından yine izleme şansını elde ederken, tarağı özenle saçlarımın arasından geçiriyordu.

 

Birbirinden ayrıldığına emin olduğu saç tellerine kısa bir bakış attıktan sonra, ensemde topladığı saçlarımı, aynı dikkatle örmeye başladı. Dudaklarım burukça kıvrılırken, kucağımda duran ellerimi istemsizce sıkıyordum.

 

"Nereden biliyorsun örmeyi?"

 

Derken sesim ağlamamdan dolayı çatlak çıkmıştı. Gözlerimi görmek için o da benim gibi aynaya baktı. Hafifçe gülümsedi.

 

"Mihrimah... huysuz bir çocuktu küçükken. Arada saçlarını örmemizi isterdi, bu da oradan aklımda kalmış."

 

Tarakla birlikte aldığı tokayı saçımın ucuna takarken, gözlerim yeniden dolmaya başlamıştı.

 

Yıllar sonra saçlarım bir başkası tarafından yeniden örülmüştü...

 

Bu gece akıttığım her bir damlanın sebebi vardı.

 

Yaşadıklarım kadar yaşayamadıklarım da acı veriyordu nede olsa...

 

Arkamda duran bedeni biraz daha bana yaklaşırken, sırtımı göğsüne yaslayacağım şekilde bedenimi kendisine çekti. Kolları kollarımın üzerinden beni sarmalarken, itiraz etmek istemedim.

 

Burnu saçlarımın arasına karıştı, sıcak dudaklarını uzunca şah damarımın üzerine bastırdı. Bu dokunuşu ikinci kez bedenimde hissediyordum.

 

Gözlerimi kapattım, ama göz yaşlarım akmaya devam etti.

 

Kaç saat ağladım bilmiyorum, fakat uyuyana kadar arkamdaki adam sarmalamıştı ruhumu.

 

Bedenimden ziyade kalbimle ilgilenmişti bu gece. Büyük bir çıkmazın ortasındaki bana pusula olmuştu.

 

 

 

~

 

 

 

Uzun zaman sonra gözlerim fazla uyumuş olmanın verdiği sızlama ile açılırken, hafifçe yerimde kıpırdandım. Görüş açıma esmer bir ten girerken nerede olduğumu algılamam biraz zamanımı almıştı. Belimde olduğunu hissettiğim eller, sanki kaçmama izin vermeyecekmiş gibi sıkıydı.

 

Düğüne kadar olan süreçte aynı yatağı paylaştığım adamla aramızda olan mesafe, bugün sıfırlanmıştı sanki. Kafamı göğsünden kaldırmaya çalıştım, dün geceki dağılan halimden sonra kollarının arasında uyanmış olmak garip bir duyguydu.

 

Gözlerim yüzünü bulurken, onun kahvelerinin zaten bende olduğunu farketmiştim. Uyandığım zaman yaşadığım şaşkınlığı yakından izlemiş olmalıydı.

 

"Günaydın."

 

Derken sesi fazla yoğun çıktı. Hafifçe geriye çekmeye çalıştım kendimi, tutuşu tamamıyla uzaklaşmamış olsa da geriye kaymam için yeterliydi.

 

"Günaydın."

 

Onun aksine sesim oldukça titremişti, kalkacağımı belirtmek ister gibi utanarak hareketlendim. Anlayarak alayla gülümsedi ve bedenimdeki ellerini tamamıyla çekti.

 

Oturur pozisyona geçtiğimde üzerimde yukarıya sıyrılan tişörtü farkederek hızlıca örtünün altında düzelttim.

 

"Saat kaç?"

 

Derken yandan bir bakış atmıştım ona.

 

"1'e geliyor."

 

Genelde hep erken kalkıp ev işlerine koştuğum için bu saate kadar uyumuş olmama şaşırmıştım.

 

Yataktan tamamıyla kalkarak lavaboya girip ihtiyaçlarımı gidermiştim. Odaya geri döndüğümde tek olduğumu farkederek odadan çıktım. Dün gece inceleme fırsatını bulamadığım evi, merdivenleri inerken dikkatle inceliyordum.

 

Nedense her bir detay içimi ısıtıyor gibiydi.

 

Gelen seslerle adımlarım mutfak olduğunu tahmin ettiğim yeri bulurken, telefonuyla konuşan Yavuz'la karşılaşmıştım. Masanın üzerinde bir kaç parça kahvaltılık dışında bir şey yoktu.

 

Çok susadığımı hissederek küçük pet şişelerden bir tanesini elime alırken, kulağım Yavuz'daydı.

 

"Döndüğümde ilgileneceğim o anlaşmayla, mümkünse beni 3-4 gün acil bir durum olmadıkça aramayın."

 

Karşı tarafın sesini alamazken, Yavuz son sözlerini söylemişti.

 

"İyi selam söyle evdekilere."

 

Kapattığı telefonunu cebine atarken arkasını döndü. Aşağıya inerken üzerine bir tişört geçirmeyi unutmamıştı.

 

"Eve bir şeyler alın dedim, unutmuşlar. Birazdan giderler almaya, istersen dışarıda yapalım kahvaltıyı."

 

Gözlerim masanın üzerine kayarken, kafamı salladım.

 

"Hayır gerek yok, var işte bir sürü şey."

 

Beni onaylayıp masaya oturdu. Gözlerim yüzünü bulurken, konuştum.

 

"Alışverişi biz yapsak olur mu?"

 

Bunu neden ona söylemiştim bilmiyordum, ama içimden gelmişti. Madem bu ev bizimdi, bu görev de bize aitti. Gözleri beni bulurken, çay bardağındaki çayından bir yudum aldı.

 

"Çayı da demleyememişler."

 

Memnuniyetsiz bakışlarını bardaktan çekerek kafasını salladı.

 

"Olur, gidelim bakalım."

 

Fazla konuşmadan yaptığımız kısa kahvaltı son bulurken ortalığı toplayarak mutfaktan çıkmıştım. Odaya girdiğimde üzerini çoktan giyinmiş olan Yavuz'la karşılaştım. Aldığım parfüm kokusuna karışan kendisine has kokusu içime dolarken, aynanın karşısında saçlarını düzeltiyordu. Hala olduğum yerde onu izliyor oluşuma bir son vererek lavaboya girmiş, oradaki bakım eşyalarını kullanarak hızlıca hazırlanmaya başlamıştım.

 

Yeniden odaya girdiğimde tek oluşumu fırsat bilip, beyaz yarım kollu, dizlerimin biraz üzerinde biten elbiseyi giyinip, sonrasında da saçlarımın örgüsünü çözmüştüm.

 

Sıktığım parfümle işim biterken, beyaz sandaletleri elime alarak odadan çıktım. Dış kapının açık olmasıyla Yavuz'un dışarıda olduğunu anlamış, kapının önünde durarak ayakkabılarımı giyinmeye başlamıştım.

 

"Merak etme abi, her şey kontrol altında."

 

Akif'in sesi yakından geliyordu.

 

"Dünde aynısını demiştin, bugün gördük ne kadar kontrol altında olduğunu."

 

Sabahki olayı kastettiğini anlarken, hafifçe gülümsedim. Bileğimde bağladığım ipleri düzeltirken, yerimde doğrulmuştum.

 

"Haklısın abi."

 

Gözlerimi bahçede gezdirdim. O kadar güzeldi ki... etrafta bir sürü çiçek vardı ve oldukça genişti. Biraz ilerimizde beyaz çardak, diğer tarafında da büyük bir salıncak duruyordu. Masallardan fırlamış gibiydi her şey. İçimi huzurla doldurdu.

 

Etrafı döndüğümüz zaman daha yakından incelemeyi aklımın bir köşesine yazdıktan sonra, yürümeye başladım. Gece bizimle birlikte gelmiş olan korumalar ve araçları hala aynı şekilde yerlerinde duruyorlardı, tek fark adamlar bu sefer dışarıda bekliyordu.

 

Yavuz'un aracını işaret etmesiyle adımlarımı oraya çevirdim ve kapıyı açarak bindim. Akif'le olan konuşmasını sonlandıran Yavuz'da kısa sürede yerini alarak arabayı çalıştırmıştı.

 

"Bizimle mi gelecekler?"

 

Gözlerimle arkamızdaki kalabalığa bakarken, dilini damağına vurarak cıkladı. Sessizce radyoda çalan şarkıyı dinlerken, 25 dakikalık bir sürenin sonunda Yavuz'un bir alışveriş merkezinin otoparkına aracı park etmesi ile durmuştuk.

 

Araçtan inmesiyle beraber bende indim. Yanıma geldi ve yürümem için ufak bir işaret verdi. Daha öncesinde bir alışveriş merkezine gelmediğim için etraf fazlasıyla garip geliyordu. Güvenlik kısmından geçtikten sonra, Yavuz'un adımlarına ayak uydurarak yürümeye başladım.

 

"Bir şeye ihtiyacın varsa mağazalara bakabiliriz."

 

Teklifiyle birlikte gardrobun içindeki pijama olmayı beceremeyen parçalar aklıma gelmiş, ama buna rağmen onun tişörtünü kullanmış olmam gerçeğiyle, buna gerek olmadığı kanaatine vararak gerek yok dercesine kafamı sallamıştım.

 

Yürüyen merdivenlerden bir kat yukarıya çıktıktan sonra karşımıza çıkan markete girmiştik. Kenarda duran arabalardan bir tanesini alan Yavuz, hemen yanımda yürüyor, istediğim her şeyi almamı söylüyordu.

 

Kendi evimizin ilk alışverişini yapıyorduk şu anda, hem de birlikte.

 

Bu gerçek bedenimi büyük bir heyecan dalgasıyla kaplarken, geçtiğimiz raflarda bulunan malzemelerden lazım olanlarını alarak arabanın içine atıyordum.

 

"Şunlardan da al."

 

Yavuz'un sesiyle birlikte gözlerim çikolata kısmına kayarken, almadığımı görerek yanıma yaklaşmış, rafın üzerindeki bir kaç farklı çeşitten alıp arabanın içine atmıştı.

 

"Kim yiyecek bunları?"

 

Kaç tane aldığına bakmadan attığı için, fazla oluşunu farketmediğini düşünmüştüm. Arabayı biraz ittirerek, elini belime koyarak yeniden yürümemizi sağladı. Ani dokunuşu içime garip heyecan tohumları ekiyordu.

 

"Sen yiyeceksin fıstığım."

 

Onun erkeksi sesinden duyduğum sözler tüm dikkatimi dağıtmaya yetiyordu. Adımlarım duraksadı, sindirmem zaman alacak gibi duruyordu. Yürümeyi kestiğimin farkına varınca beni, tek eliyle tuttuğu arabanın önüne geçirdi, belimin iki tarafından da uzattığı elleriyle kıskacı altına aldı.

 

Fazlasıyla uzun ve heybetli olan bedenini sırtımda, nefesini ensemde hissediyordum. İnsanların bu halimize dönüp bakmasını umursamadan yürümeye devam etti.

 

Bir çok şeyi aldığımız için en son durağımız sebze, meyve reyonu olmuştu. Elime aldığım poşete gerekli olan sebzeleri seçerken, Yavuz'da meyve kısmından meyve alıyordu.

 

Mardin'in ağası her zaman mı böyleydi yoksa bu halini sadece ben mi görmüştüm bilmiyordum ama çok hoşuma gittiğini inkar edemezdim.

 

Özellikle tüm alışveriş boyunca benim yemem gerektiğini söyleyerek bir sürü şeyi arabaya eklemiş olması fazla inceydi.

 

Kasadaki ödeme işleminden sonra tek bir poşeti dahi almama izin vermeden bizi geldiğimiz yerden çıkışa yönlendirdi.

 

"Bende alsaydım, hepsi çok ağır oldu."

 

Arabanın olduğu tarafa yaklaşmışken, bu teklifimi yine göz ardı ederek yürümeye devam etmişti.

 

Adımlarımız durduğunda bedenini bana çevirdi, havaya kalkan kaşıyla pantolonunun cebini işaret ediyordu.

 

"Anahtar cebimde."

 

Neredeyse onun göğsüne gelen boyumla, bir kaç adımda yanına ulaştım. Ellerimin titrediğini görmemesini umarak, cebine uzandım. Bedenini tamamıyla saran kumaş, tenini yakından hissetmemi sağlarken, parmaklarıma değen metal anahtarı hızlıca çıkarmıştım.

 

Bastığım düğmeyle bagaja poşetleri yerleştiren Yavuz, yanımdaki yerini alarak arabayı çalıştırıp yola koyulmuş, kısa sürede eve varmamızı sağlamıştı.

 

İçeriye taşıdığı poşetlerden çıkardığım yiyecekleri dolaba yerleştirmeyi bitirdiğim sırada mutfağa Yavuz geldi.

 

Az önce yaptığı kısa telefon görüşmesinden olsa gerek, keyfi fazlasıyla yerindeydi. Ellerini birbirine vururken, gözleri direkt olarak gözlerime bakıyordu.

 

"Ee, ne yapıyoruz?"

 

Elimde tuttuğum domatesleri nereye koyacağımı bilemezken, ses tonu zihnimde bir kaç defa tekrarlamıştı.

 

Şaşkınca suratına bakarken yanıma yaklaşıp ellerimde tuttuğum domatesleri alarak suyun altından geçirdi. İlk defa yaşamış olduğum anın içinde sıkışıp kalmıştım. Gerçek miydi bu anlar? Onu ilk gördüğüm an oysa kendisinden ödün vermeyecek birisi olduğunu düşünmüştüm. Sordum.

 

"Sen... sen yardım mı edeceksin?"

 

Kafasını oldukça sıradan bir şeye cevap vermiş gibi sallarken, gülümsememek için büyük bir çaba harcamıştım.

 

"Orada öyle durmaya devam mı edeceksin?"

 

Hızlıca kendimi toparlarken, yanına yaklaşıp yıkadığı sebzelerin kabuğunu soymaya başladım. Saniyeler içinde dengemi alt üst edecek bir hamlede bulunmuştu, ve şaşırıyor olmam hoşuna gidiyordu.

 

Uzun bir süre ben yaptım o izledi, kimi zaman merakla sorular sordu, ve bende bir bir cevapladım. Tüm yemekleri bu şekilde hazırlarken, kendimi birlikte kurduğumuz sofraya bakarken bulmuştum.

 

Hayat böyleydi işte...

 

Sona geldiğinizi hissettiğiniz her an, bir başka başlangıçın içine giriyorduk.

 

Ayakta dikilen bedenim, onun arkadan karnıma sardığı elleri ile irkilirken, nefesimi tuttuğumun bile farkına varamamıştım.

 

"Ellerine sağlık."

 

Tüm şeyi ben yapmışım gibi takdir etmesiyle kafamı yana çevirip yüzüne bakmaya çalışmaktan alıkoyamamıştım kendimi.

 

"Birlikte yaptık."

 

Sözlerimle dudakları kıvrıldı öyle mi dercesine. Nabzım şiddetini arttırdı. Esmer teninden yükselen hoş koku yakınımda olduğu için burnuma ulaşırken, dünden beri neden her fırsatta dip dibe kaldığımızı düşünüyordum.

 

Daha öncesinde de yaptığı gibi karnımın üzerinde duran eli yavaşça yukarıya kaydı, boynuma ulaştı. Parmakları hafifçe tenime dokunurken, kafamı arkamda duran omzuna yaslamamı sağladı. Yüzlerimizin arasındaki mesafe azalmıştı.

 

"Nefes al yavrum."

 

Onun sözlerini duyana kadar nefesimi tutuyor oluşumun farkına varamamıştım. Göğsüm şiddetle inip kalktı. Kahve hareleri bir girdap gibi yeşillerime sızarak beni içine çekti.

 

"Dur dersen duracağım."

 

Dudaklarının arasından çıkan kelimeleri algılamam uzun sürerken, kalbimin hızlanan atışını hissediyordum. Konuşmak için dudaklarımı araladım, ama mantıklı şeyler söylemeyeceğimden emin olarak hemen kapattım.

 

Kahveleri haylazca parıldamaya başlarken, beni ikinci kez aynı hisle baş başa bırakmıştı.

 

Dudakları yeniden dudaklarımın üzerine örtülmüştü.

 

Elleri bedenimi kendisine bastırırken, beni büyük bir yangının içine çekiyordu.

 

Sırtımda hissettiğim göğsü her an biraz daha kasılırken, beni tek hamlede kendisine çevirdi, dağılan düşüncelerimi daha da batırmak ister gibi baldırıma inen eliyle de kucağına aldı.

 

Nabzım ikimizin arasında şiddetle çarpmaya devam ederken, kalçam soğuk tezgahla buluşmuştu.

 

Her bir hamlesi beni daha çok afallatırken, yeniden asabi haline bürünmüştü. Sabırsızdı, bir o kadar da hoyrattı.

 

Tek eli sıkıca belimdeki yerini alırken, diğer eli saçlarımın arasından kafamı tutuyordu. Gözleri ise... bakmaya cesaret edemiyordum.

 

Dakikalarca üzerimde hüküm sürmesine izin verdim onun. Rahatsız olmadım, kaçmak istemedim. Sadece bana kendimi garip hissettiren bu duyguyu yeniden yaşatmasını istedim.

 

Nefesimin kesildiğini farkedip uzaklaşan dudakları, bu uzaklıktan memnun olmamış gibi uzunca alnıma dokunmuştu.

 

O an bir çok şeyin değiştiğini anlamış, emin olmuştum.

 

Bir zindanda büyümüştüm, fakat ışık en güzel şekliyle bana ulaşmış, çıkış kapısı göstermişti.

 

Kimseyi istemediğim kalbime sızan hissiyatı kabul ederek, kırılan kapılarımı araladım. Bir sondan önce, yeni bir başlangıca kucak açtım...

 

• • •

 

Geçen 3 gün boyunca her şey hayallerimin ötesinde gelişmişti. Sık sık bahçedeki salıncakta oturup, çiçeklerle ilgilenmiş, aynı evin için yaşadığım adamla sürekli sohbet etme şansını elde etmiştim. Ve bu süreçte bol bol kendi zihnimi dinleyebilmiştim.

 

İlk defa kendime ait olan bir yerde, bana değer verdiğini hissettiğim birisiyle birlikteydim. Onun gözlerinin her daim üzerimde oluşu da beni gerçek olduğuna inanamadığım bir güzelliğe itiyordu.

 

Küçük tepsiye yaptığım iki Türk kahvesiyle mutfaktan çıkarken, kapının önünde duran ikilinin yanına adımlıyordum. Akif burada olduğumuz an boyunca dışarıdaki işlerin bir çoğuna koşmuştu, ve şu anda da Yavuz ile önemli olduğunu düşündüğüm bir konu hakkında konuşuyordu. Bu meşgul oluşlarını fırsat bilerek ikisine yorgunluk kahvesi yapmıştım.

 

Suratıma yerleşen huzurlu ifade her bir an biraz daha büyürken, alacağım haberden bihaber şekilde, bahçe kapısından dışarıya adım atmıştım.

 

"Abi, tüm Midyat'a asılsız haberleri yaymışlar. O iti yakaladık, yapmadığını iddia ediyor ama, söylenen sözler çok iğrenç..."

 

Yüzümdeki gülümseme anında silinirken, göğsüme sertçe vuran kalbim canımı yakmıştı.

 

"Kendisiyle yakınlaştığını, seninle de paran için evlendiğini düşünüyorlar..."

 

Umutla tutunduğum hayat, bir kez daha ayaklarımın altından kaydı.

 

Geçmişim geleceğime izin vermiyordu.

 

Elimdeki fincanlar tepsiyle beraber kayıp yere düşerken, kırılan şey kalbim olmuştu.

 

Bana dönen bakışları endişeli bir hal alırken, bir kaç günlüğüne de olsa unutmuş olduğum gerçekler yeniden böyle gün yüzüne çıkmıştı.

 

Omuzlarım düştü, gözlerim sızladı.

 

Bana neden bunu yapıyorlardı?

 

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Önceki bölümü sessiz sakin bitirmiş olmam bunun da öyle biteceği anlamına gelmiyor tabi ki... eh bir de daha öğrenemediğimiz detaylar varken, öyle hızlıca sonuca varılmıyor.

 

• Ciddi anlamda uzun olduğunu düşündüğüm bir bölüm oldu benim için, yazarken nasıl heyecan yaptıysam, düzenlerken de bir o kadar heyecanlandım.

 

• Başrollerin dışında kalan karakterlerin fazla olmadığı bir bölümdü farkındayım, ama Evin'in Yavuz'u tanıma çabasını yakından görmenizi istiyorum. İçindeki o naifliği her an hissetmemiz bence aralarındaki adını bilemedikleri bu hissi daha da özel kılıyor 🥹

 

• Onun dışında ilk sahnelerde ki Mihrimah, Boran, Mirza üçlüsü... ninja kaplumbağaları aratmayacak bir kadro haline gelecekler inanıyorum dğwösğwös

 

• Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

 

19/06/2022

simaara

Bölüm : 16.11.2024 11:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...