18. Bölüm

18. Bölüm “MEFTUN”

sim
simaara

Merhabalar, ben geldimm 💗

Nasılsınız, keyifleriniz yerindedir İnşallah?

 

Ben çok şükür iyiyim, keyfim yerinde 🌸

 

Merakla beklediğiniz bölümle karşınızdayım... çok güzel dönüşler aldım şu geçtiğimiz bir kaç gün boyunca. Sosyal medyada paylaşımlara denk geldim, yorumlar, mesajlar aldım. Bir şeyleri sizlere hissettirebildiysem ne mutlu bana. Yanımda olduğunuz için çok teşekkür ederimm 🤍

 

Şimdi daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıyor keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada beklediğimi unutmayın 🕯

 

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkıları: Sezer Sarıgöz & Tekir / Sarılsak Mı Artık

 

Kenan Doğulu / Güzeller İçinden

 

 

 

 

 

"Bırak ay gitsin sen kal bu gece."

 

 

 

Bu Şehir Güzelse Senin Yüzünden - Nazım Hikmet Ran

 

 

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

 

Kalp duymak isterdi, fakat dil söyler miydi?

 

Susmak mıydı mesele, yoksa duymamak mı?

 

Geçmişin kirli pençeleri dört bir yandan benliğimi sarmalamışken, attığım her adımın sonu, sonum oluyordu.

 

İçimde yer edinen hayal kırıklığı, boynumu bükerken, küçük kız çocuğunun yakarışları kulaklarımı doldurmuştu.

 

Kanatları koparılmıştı, ağlıyordu... asla gülmeyen yüzü, yıllardır ağlamaya mahkum edilmişti.

 

Ailesi saydığı insanlardan yemişti en büyük darbeyi, güvenmek istediği insanlardı onu yarı yolda bırakıp, sırtından vuran... İçimdeki kız bana bakıyordu, yaşlı gözlerle.

 

Aynı anne, babadan doğmuştu oysa babamla,amcam. Nasıl böyle farklı olabilirlerdi... Bana küçük bir çocukken babamın verdiği nasihatlar hala zihnimde dolaşıyordu.

 

"Kimsenin kalbinde yara olma kızım. Olma ki kalbindeki umut yeşerebilsin."

 

Ondandı belki de, her şeye rağmen ayakta kalma çabam, kendimi sakınmam.

 

Elimden kayıp zeminle buluşan kahvelere üzgünce bir bakış attım. Defalarca yaşamıştım aynı şeyleri, alışmam mı gerekiyordu bilmiyordum. Şayet öyleyse, yapamazdım. Her darbelilerinde arkamı dönüp dimdik ayakta duramıyordum, buna gücüm yetmiyordu.

 

Titreyen ellerimi usulca saran ellerle yerde olan bakışlarım kalktı. Önceden düştüğüm yerden kalkmayı bilemeyen benim yanımda, artık o vardı. Ne zaman ayağım kaysa, varlığı etrafımı bir zırh gibi sarıyordu.

 

"O damlalar akmayacak. Sen değil onlar üzülecek duydun mu beni?"

 

Sorudan ziyade kabullenmemi istediği bir gerçekle yankılanıyordu ses tonu. Olması gereken şeyin bu olduğunu zihnime kazıyordu. Gözlerim umutla gözlerine tutundu. Dudaklarının arasından çıkacak olan her bir kelimeye güvenip, ondan güç almak istedim.

 

"Sen kendine bunu yaparken onlar hayatlarına devam etmeyecek Evin! İzin vermem, ne onlara, ne bir başkasına!"

 

Parmaklarım elimi tutan elini sarmalarken, gözlerini ona inanmam için usulca kapatıp açtı. Arkasında duran Akif ise, telaşla hala bize bakıyordu.

 

Derin bir nefes aldım, göğsüm inip kalktı. Ağlamadım bu sefer. Canım yandı ama, kendimi kontrol etmeye çalıştım.

 

"Kahve yapmıştım size."

 

Sesimin titrememesine özen göstermiştim, ama titremişti. Çocuksu bir çabaydı bu yaptığım, anladı. Kenara doğru açtığı kolunun arasına çekti beni. Elinin teki sırtıma uzanırken, diğeri saçlarımın üzerinde usul usul hareket ediyordu. Göğsünde nefes almaya başladım.

 

"Ellerine sağlık, çok güzeldi."

 

Demişti, oyunumu devam ettirerek. Kulağımın tam altında kalan kalp atışlarını hissederken, kafamı kaldırıp gözlerine bakmaya çalıştım. Ne var dercesine kaşları çatılmıştı hafifçe.

 

"Yalan mı söyleyeyim güzelim, yine güzeldi kahven. Değil mi Akif?"

 

Dudaklarım yavaşça kıvrılırken, arkamızda duran Akif gülümseyerek bize bakıyordu. Beklemeden cevap verdi.

 

"Abim haklı yengem. Alışırsak hep isteriz biz, haberin olsun."

 

Kendini kaptırarak söylediği sözlerinin sonunda arkasını dönen Yavuz, dik dik Akif'e bakmayı ihmal etmemişti. Yapmadığım kahveyi bile paylaşmayı istemiyordu anlaşılan.

 

"Kendi kahveni kendin yap lan! Karım bir tek bana kahve yapabilir."

 

Alnımı göğsüne yasladım gülümseyerek, ellerim sıkı sıkıya gömleğini tutuyordu.

 

"Teşekkür ederim."

 

Ben rahatlayana kadar benden uzaklaşmamıştı. Saçlarımın bittiği noktaya, alnıma yasladı burnunu. Aldığı soluk, tenime karıştı.

 

"Yemeğe gitmek ister misin?"

 

Şu anda istediğim şey gerçeklerle yüzleşmekti. Daha fazla geride durmak istemiyordum ben.

 

"Dönebilir miyiz?"

 

Onun da aklı oradaydı, ve öfkeliydi. Üstelemedi, kararımdan caydırmadı. Kafasını salladı.

 

"Dönelim."

 

İçime aldığım soluk hala göğsünde olduğum için onun kokusunu ciğerlerime doldururken, gülerek geriye çekilmiştim. İyi olduğumdan emin olmak ister gibi yüzüme baktı bir süre.

 

"Toparlanın, yola çıkıyoruz."

 

Akif aldığı komutla birlikte yanımızdan ayrılırken, yerden almak istediğim tepsiye mani olmuştu Yavuz. Sıkı sıkıya tuttuğu elimle beni evin içine sokarken, durağımız yatak odasıydı.

 

"Hazır olduğunda çıkarız."

 

Dedi, kenara koyduğu silahını alırken. Tedbir amaçlı olduğunu söylüyordu fakat, öyle değildi. Valizin içine açarken, eşyaları toplamaya başladım. Kısa sürede hallettiğim valizi alan Yavuz'la birlikte evden çıkmış, arabaya binmiştik. 3 günlük rüya bugün sona ermişti sanki, fakat yanımda oturan adam bunun bir rüyadan çok daha fazlası olduğunu bana söylüyor gibiydi.

 

"Alim'di değil mi?"

 

Dedim, sıkıntıyla. Gözleri beni buldu, bunu sormamdan memnun olmamışa benziyordu.

 

"Bana bırak."

 

Omzumu salladım tepkisine karşılık.

 

"Hepsi mi böyle düşünüyor?"

 

Sorumla birlikte gözleri yeniden kısa süreliğine beni bulurken, neyden bahsettiğimi anlamamış gibiydi. Tek kaşı havalandı.

 

"Ne düşünüyorlar?"

 

Ellerime bakarken, titreyen sesimle daha açık konuşmuştum.

 

"Paran için evlendiğimi."

 

Kavisli kaşları sözlerimle daha da çatılırken, dudaklarının arasından sızan sessiz küfürü duymuştum. Boynunu sinirle sağa doğru kütletti. Direksiyonun üzerinde duran elleri, her geçen saniye daha da çok kasılıyordu.

 

"Onların ne düşündüğü umurumda değil, ağzı olan konuşuyor. Ama bu gidişle konuşacak ağızları kalmayacak farkında değiller!"

 

Kucağımda oynadığım elime uzandı eli. Sanki uzun zamandır beni tanıyormuş gibi rahattı tavırları, oysa ben onun yaptığı her hamlede daha çok kasılıyordum.

 

"Aç mısın, bir şeyler yiyelim mi?"

 

Midyat çarşısına yaklaşmıştık. Kafamı salladım ağırca. Aklımı dağıtmaya çalışıyordu farkındaydım.

 

"Canım istemiyor..."

 

Gözleri beni buldu, ve sanki ona istemediğimi söylememişim gibi kaşlarını çattı.

 

"Kuş kadarsın, nasıl istemiyor canın? Olmaz öyle, önce seni doyuracağız, sonra eve geçeriz."

 

Dediği gibi olmuştu. Önce bir restoranın önünde arabayı durdurmuş ardından da masaya getirdikleri tüm çeşitlerden zorla yememi sağlamıştı. Aklım bu anlarda, asıl konudan fazlasıyla uzaklaşırken, onun yanında zamanın çok farklı geçtiğinin farkındaydım.

 

Kendimi onun sayesinde tanıyordum sanki, öncesinde neyi sevip sevmediğimi bile bilmezken, şimdi çoğu zaman kendime dair şeyler aklıma takılıyordu. Bu durum beni gülümsetirken, araç konağın önünde durmuştu. Korumalardan bir tanesi kapımı açarken, bir diğeri Yavuz'un işaretiyle bagajdaki valizleri almıştı. Açık olan kapıdan içeriye girdiğimde garip bir korku sarmıştı etrafımı. Sormadan, yargılanacak olmaya alışmıştım, bir kez daha aynısını yaşamak istemiyordum. Ürkek adımlarım dururken, geldiğimi gören çalışanlar hep bir ağızdan konuşmaya başlamıştı.

 

"Hoş geldiniz hanımağam."

 

Gülümsemeye çalıştım.

 

"Hoş bulduk."

 

Onlar işlerine dönerken, salondan çıkan Mihrimah'la göz göze gelmiştik. Başta afallamış olsa da, dizginleyemediği heyecanını sesine yansıtarak, yanıma koşmuştu.

 

"Yengem gelmiş..."

 

Kollarının arasına girdiğimde bende ona sarıldım.

 

"Hoş geldiniz de, niye bir anda geldiniz? Bir şey mi oldu?"

 

Meraklı sesiyle kafamı sallarken, gözlerimi kırpıştırdım.

 

"Hoş bulduk..."

 

Gözleri kapıya kaydı, ama Yavuz hala adamlarla konuşuyor olacak ki içeriye girmemişti. Mihrimah yeniden konuşacakken, bu sefer de Zümrüt hanımın sesi duyulmuştu avluda.

 

"Hoş geldiniz."

 

Onun tüm olaylardan haberdar olduğundan emindim, vereceği tepkiden de bu yüzden korkuyordum.

 

Ağır adımlarıyla yavaş yavaş yürüdü. Gözlerini gözlerimden bir an bile çekmemişti bu esnada. Kendimi sakinleştirmeye çalışarak, elini tutup öptüm, ardından da alnıma dokundurdum. Suratına memnun bir ifade yayıldı.

 

"Hoş bulduk."

 

Diyebilmiştim sadece. Gözlerime baktı uzun uzun, sanki orada sakladığım endişeyi görmüştü. Ellerini belinin arkasında bağlarken, dudakları hafifçe kıvrılmıştı.

 

"Sakin olasın, sorunlar bir şekilde çözülür. Senin bir hayatın var, her sözü duymamalısın."

 

İçimdeki endişe onun sesiyle dinerken, yutkundum. Haklıydı. Benim bir hayatım vardı. Minnetle gözlerimi kapatıp açtım.

 

"Aç mısınız, hazırlasın mı kızlar size bir şeyler?"

 

Sorusuyla birlikte kafamı sağa sola sallarken, Yavuz'un annesinin hakkında söylediği şeylerde haklı olduğunu görüyordum.

 

"Hayır aç değiliz, sağ olun."

 

Beni onaylarcasına başını salladı. Ara ara aklaşmış olan saçlarının üzerindeki siyah şalını eliyle düzeltti.

 

"İyi madem, keyfinize bakın siz."

 

Yeniden yanımızdan uzaklaştığında, gözlerimi Mihrimah'a çevirmiştim. Az önce konuştuğumuz şeyleri anlamamış gibi bakıyordu.

 

"Ne oldu, ne kaçırdım ben?"

 

Dudaklarımı oynatacağım esnada, kapının önündeki adamlarıyla konuşmasını bitiren Yavuz içeriye girmişti.

 

"Ağam, hoş geldiniz."

 

Elindeki içecek dolu olan tepsiyle mutfaktan çıkmıştı Gül abla.

 

"Hoş bulduk."

 

Tam yanımızda durduğunda, bardakları almamız için uzattı.

 

"Hava sıcak, ferah ferah iyi gelir."

 

Mihrimah'la birer bardağı elimize alırken, teşekkür etmiştik. Uzağımızda duran Yavuz ise istemediğini, onun yerine sade bir Türk kahvesinin iş göreceğini söylemişti.

 

"Abi, artık anlatacak mısınız?"

 

Ellerini pantolonun cebine koyarken, sıkıntılı bir soluğu dışarıya bırakmıştı. Kaşlarını çattı.

 

"Anlatacak bir şey yok Mihrimah. Şerefsizin teki saçma sapan konuşup ortalığı karıştırıyor, onu bulup hesabını soracağım!"

 

Bir tarafta Behram ağa, diğer tarafta da kim olduğunu bilmediğimiz birisi vardı. Yorgunca ayakta durmayı keserek, arkamdaki sedire oturdum.

 

"Ferzan'ın bir parmağı olabilir mi bu işte?

 

Mihrimah'ın sorusuyla, gözlerimi Yavuz'a çevirdim.

 

"Varsa eğer parmağı, kıracağım!"

 

Öfkesi her an biraz daha artarken, Gül ablanın getirdiği kahveyi alarak, yanımdaki boşluğa oturmuştu. Kahvesi bitene kadar konuşmadı, ardından da konaktan ayrıldı. Onun gitmesiyle birlikte, diğer tarafımda oturan Mihrimah ayağa kalkarak beni de yerimden kaldırmıştı.

 

"Böyle olmaz kalk bakalım yengeciğim."

 

"Nereye?"

 

Attığım meraklı bakışları umursamadan, çoktan merdivenlere yöneltmişti bizi.

 

"Berivan yengemlere gideceğiz, hazırlanmamız lazım."

 

Evlenmeden önce Aras'ı görmek için gittiğimiz eve şimdi evli olarak gidecektim. Garip geldi bu his.

 

"Haberleri var mı?"

 

Kafasını salladı ağır ağır.

 

"Aslında akşama davetliydik ama biz erken gitsek çok daha iyi olur."

 

Merdivenler sonlanırken ikimizde kendi odamıza girmiştik. Vaktimizin oluşunu fırsat bilerek, hızlı bir duş almıştım ilk olarak. Saçlarımı kurutup şekillendirdikten sonra da, giyinme odasındaki elbiselerin içinden toz pembe çiçekli olanını seçmiştim.

 

Dizlerimin bir iki parmak aşağısında olan boyunu, fırfırlı etekleri takip ediyordu. Sade ve şıktı.

 

Aynadaki yansımam hoşuma giderken, yüzüme bir kaç dokunuş yapmış,sonrasında da ayakkabılarımı giyinerek, hızlıca odadan çıkmıştım. Merdivenleri inmek yerine Mihrimah'ın odasının önüne geçerek kapıyı bir kaç kez tıklattım. Tahmin ettiğim gibi, odasındaydı.

 

"Gel."

 

Sesiyle birlikte kapıyı açıp içeriye girdim. Benimkiyle aşağı yukarı aynı boyda olan, turuncu bir elbise giyinmişti. Gözleri beni buldu.

 

"Oyuncak bebek gibi olmuşsun ya, çok güzel."

 

Heyecanlı sesi beni gülümsetirken, yanaklarım kızarmaya başlamıştı.

 

"Abim gördü mü elbiseni?"

 

Kafamı sağa sola sallarken mırıldandım.

 

"Hayır, görmedi."

 

Bakışları haylazca kısılırken, dudaklarındaki munzur gülümseyi yakalamıştım.

 

"O zaman akşam görünce suratına yayılan ifadeyi yakından görebileceğim."

 

Çantasını eline aldı, parfümünü sıktıktan sonra.

 

"Çıkalım mı?"

 

"Çıkalım."

 

Merdivenleri indiğimizde avluda oturan Zümrüt hanımı görmüştük. Gül abla ona bir şeyler soruyordu.

 

"Anne, biz çıkıyoruz yengemle erkenden. Orada görüşürüz olur mu?"

 

Gözlerini hızlıca üzerimizde gezdirdi.

 

"Dikkatli gidin."

 

Memnun ifadesiyle birlikte söylemişti bunu. Onu onaylayarak konaktan çıktık. Kapının önünde duran korumalardan bir tanesi aracı çoktan hazırlamış, bizi bekliyordu. Açtıkları kapıdan binmiştik ikimizde.

 

"Eee nasıldı kısa tatiliniz?"

 

Aracın içindeki sessizlikten sıkılan Mihrimah kısık ses tonuyla sormuştu bunu. O anlar bir bir zihnime düştü, ve hatırlamamla birlikte dudaklarım usulca kıvrıldı.

 

"Güzeldi."

 

Omzumu ittirdi hafifçe omzuyla. Suratındaki ifadeye bakılırsa, cevabım yeterli olmamıştı.

 

"Hadi ama, güzeldi mi sadece? Neler yaptınız anlatsana."

 

Duymak istediği şeyleri yapmamıştık, bir kısmında kural ihlali yaşamış olsakta en azından tamamıyla yok saymamıştık.

 

"Aklındaki şeyleri yaşamadık."

 

Dedim gülerek. Dudaklarını büzdü.

 

"Neyse şimdi susuyorum, birazdan bunları detaylı bir şekilde konuşacağız."

 

Yolun geri kalanında havadan sudan olan konuşmamız, aracın durmasıyla sonlanmıştı. Beklemeden araçtan inip konağa girmiştik. İlk olarak çalışanlar karşılamıştı bizi, düğün içinde tebrik etmeyi unutmamışlardı.

 

"Hoş geldiniz."

 

Karşıdan bize doğru gelen kadın tüm neşesiyle gülümsüyordu. Üzerinde kırmızı bir elbise, başında da aynı tonda bir bandana vardı. Ev haliyle bile oldukça şıktı.

 

"Hoş bulduk."

 

Dedik Mihrimah'la aynı anda. İkimize de sırayla sarıldı.

 

"Erken mi döndünüz siz?"

 

Hafifçe uzaklaşırken sormuştu bunu. Kafamı salladım.

 

"Tatsız bir olay yaşandı."

 

Sözlerimle birlikte kaşları çatıldı, üst katı işaret etti.

 

"Terasa geçelim gelin."

 

Peşine takılarak yürümeye başladık. Konak sessizdi.

 

"Aras nerede?"

 

Özlemiştim onu da, ve kısa sürede diğerleri gibi bu küçük bebeğe de alışmıştım. Berivan omzunun üzerinden bana bakarak gülümsedi.

 

"Heja dapir uyuttu az önce onu, kendisi de uyumuş onunla."

 

Sözleri bizi gülümsetirken, terasa çıkmıştık. İkindiyi geçen saatten dolayı havada tatlı bir esinti vardı, güneş yakıcılığını kenara bırakmıştı.

 

"Kahve içeriz değil mi?"

 

Fazla sevmiyor olsam da sohbet ederken kahve içmenin keyifli oluşu su götürmez bir gerçekti. Onay vererek kafamı salladım. Berivan çalışanlardan bir tanesine kahveleri söyledikten sonra bizim yanımızdaki yerini almıştı. Bir kaç dakika boyunca nasıl olduğumuza dair konuşmuştuk. Ama asıl merak ettikleri şey başkaydı.

 

"Nasıl geçti tatiliniz?"

 

Arabada Mihrimah'ın attığı bakışların aynısını atıyordu bana. Kıkırdamama engel olamadım.

 

"Çok güzeldi."

 

Dedim, gözlerimi kapatarak.

 

"Detay ver diyorum vermiyor, ama nasıl da o anları hatırlayınca gülüyor."

 

Mihrimah'ın meraklı hali bizi güldürürken, Berivan hafifçe öne eğilmişti.

 

"Eee hadi ama Evin, neler yaptınız bari üstü kapalı anlat."

 

Onların bu haline itiraz edemezken, masanın üzerinde birleştirdiğim ellerimi açtım. Hafifçe yerimde doğruldum.

 

"Sabah olanları saymazsak eğer, çok farklıydı her şey. Yavuz... onu ilk gördüğümde kaba bir adam olduğunu düşünmüştüm."

 

Sözlerim suratıma büyük bir gülümsemenin yayılmasını sağlarken, Berivan araya girmişti.

 

"İsteme akşamını mı diyorsun?"

 

Kapıdan giren kadınla dikkatim dağılırken, fincanları önümüze bırakmasını izledim.

 

"Teşekkürler."

 

"Afiyet olsun."

 

Giden kadının ardından bakışlarımı yeniden karşımdaki ikiliye çevirdim. Dilimi damağıma vurarak cıkladım.

 

"Hayır."

 

Tek bir kelimeyle suratlarındaki ifade yerle bir olmuştu. Merakla kıpırdandılar.

 

"Bir dakika, bir dakika. Siz önceden tanışıyor muydunuz?"

 

Bunu soran kişi Mihrimah'tı. Kafamı sağa sola salladım. Bence bu garip tesadüflere tanışmak denmezdi.

 

"Evin, konuşsana kız! Çatlayacağım şurada."

 

Berivan'ın yakarışıyla birlikte gülümseyerek yeniden dudaklarımı araladım.

 

"Beni eziyordu az kalsın."

 

Dedim, o anları hatırlamak bile komik gelmişti bir an.

 

"Nasıl eziyordu?"

 

"Arabasıyla."

 

Doğru duyup duymadıklarından emin olmak ister gibi suratıma baktılar.

 

"Çarşıya çıkmıştım o gün, uzun zaman sonra. Sinirliydim, yürürken pek önüme baktığım söylenemezdi. O da benden farksız değilmiş, ara sokakta olmasına rağmen, hızlı gidiyordu. O bir köşeden, ben bir köşeden derken... arabayla burun buruna geldim."

 

"Bir şey olmadı değil mi?"

 

Mihrimah'ın endişeli sesiyle kafamı sağa sola salladım hemen.

 

"Hayır, olmamıştı. Yani tartışmamızı saymıyorum."

 

Dudaklarımın arasından kaçan kıkırtıyla onlarda gülümsedi. Devam ettim.

 

"O, Yavuz'la ilk karşılaşmamızdı, ve ben hiç memnun olmamıştım."

 

Ellerime kısa bir bakış attım. O an her ne kadar memnun olmamış olsam da şimdiki halim beni mutlu ediyordu.

 

"İlk derken, siz sonrasında da mı karşılaştınız?"

 

Ağırca kafamı salladım. Bu Yavuz'un dediği gibi gerçekten de kaderin bize oynadığı bir oyundu sanırım.

 

"Ayy anlat, bu sefer nasıl karşılaştınız?"

 

Parmaklarımın arasında tuttuğum fincandan bir yudum aldım.

 

"Bir aşiretin düğünü vardı, kim olduklarını bilmiyorum ama kalabalıktı baya. Sanırım Zümrüt hanımda oradaymış, ve Ferzan için beni görüp beğenmiş. O akşam oraya zorla götürüldüm ve bulduğum ilk fırsatta kalabalıktan uzaklaştım..."

 

Anımsadığım şeyler canımı yakarken, onun gözlerinin beni bulduğu an düşmüştü zihnime.

 

"Uzaklaştım sanmıştım, meğerse kendi ayaklarımla ona gitmişim."

 

Arkamı dönük gitmek isterken beni durdurmuş, yakınıma girmişti. O an gözlerinin bir girdabı aratmadığını anlamıştım.

 

"Bu da ikinci karşılamamız olmuştu."

 

"Sonrası da isteme akşamı mı oldu?"

 

Berivan'a kısa bir bakış atarak kafamı salladım.

 

"Evet, ve en çokta o akşam şaşırtmıştı beni. Kapıda gördüğüm de çok garip hissettim, beklemiyordum. Ama asıl herkesi afallatan şey, onun kuzenine diye geldikleri evde kendisine kız istemesi olmuştu."

 

Mihrimah arkasına yaslanırken, derin bir nefesi dışarıya bırakmıştı.

 

"Hayır, tam da hasta olacak zamanıydı ya... Ne güzel bende görecektim o anı."

 

Fazla kalabalık gelmemişlerdi, ve onların dışında bir kaç kadın vardı yanlarında o akşam. Akraba oldukları dışında bir şey bilmiyordum. Berivan'da kafasını yana eğdi.

 

"Evet yaa, hadi Yavuz'a istemeye gidilse gelirdik ama Ferzan'a niye gidelim biz. Bilseydik gelmez miydik?"

 

Gülümsedim. Kimse o akşamın öyle sonuçlanacağını bilmiyordu.

 

"Her karşılaşmamızda daha farklı bir yönünü gördüm Yavuz'un, ve şu 3 günde onu daha yakından tanıma şansına sahip oldum. Güzeldi yani."

 

Mihrimah eline aldığı fincandan sesli bir yudum almıştı. Gözleri parıldıyordu.

 

"Abim diye demiyorum ama daha ne cevherler vardır onda."

 

Gülümsedim. Haklıydı, Yavuz her an beni nasıl şaşırtacağını çok iyi biliyordu.

 

"Aras uyandı hanımım."

 

Çalışanın yanımıza gelmesiyle Berivan ayağa kalkmıştı. Gözlerini bize çevirdi.

 

"Hemen oğluşuma bakıp geliyorum, sakın ama sakın dedikodu yapmayın."

 

Koşarak yanımızdan çıkmıştı.

 

"Aras'ta dedikodunun üzerine uyandı hemen."

 

Mihrimah'ın kahkahası beni de gülümsetirken masanın üzerinde duran telefonumun ekranına bir bildirim düşmüştü. Mesaj Yavuz'dandı.

 

Yavuz;

Ne yapıyorsun?

 

Parmaklarımın arasında tuttuğum kahve fincanını masanın üzerine bırakırken, ellerim titredi. Attığı mesaj bile heyecanlanmam için yeterliydi.

 

Hiçç, terasta Mihrimah ile kahve içiyoruz.

 

Beni bekletmeden karşılık verdi.

 

Bensiz kahve keyfi ha :)

 

Onun kahveye olan düşkünlüğünü göz önünde bulundurursak eğer, şu anda gerçekten kıskanmış olma ihtimali yüksekti. İstemsizce gülümsedim.

 

"Ne yazıyor da güldürüyor abim seni?"

 

Mihrimah'ın meraklı sesiyle dağılan dikkatimi hızlıca toplarken, bakışlarımı ona çevirdim.

 

"Onsuz kahve içmemizden şikayetçi."

 

Gülümseyerek söylediğim sözlerin ardından, şen kahkahası yankılanmıştı.

 

"Kahveyi onsuz içmemizden ziyade, yanında kendisinin değilde benim olmamdan şikayetçi olabilir mi abim acaba?"

 

Kinayeli sesi beni daha da gülümsetirken, Yavuz'u bekletmemek için parmaklarımı yeniden ekranın üzerinde gezdirdim.

 

Akşam seninle de içeriz olmaz mı?

 

Aramızdaki ne olduğunu bilmediğim bu garip duygu, beni ona çekiyordu. Ve bende bu hisse boyun eğiyor, kalbimi dinliyordum. O bunu hak ediyordu.

 

İçeriz güzelim. Baş başa kahvede içeriz :)

 

Göğüs kafesimin altındaki kalbim, göğsümü sertçe döverken, öylece ekrana bakıyordum. İçime akan şefkati karşısında savunmasız kalmak bile güzel geliyordu artık. O farklıydı, ve ben onunla kaybettiğim şeylere kucak açıyordum.

 

"İyi ki abimin karşısına çıktın yenge."

 

Mihrimah'ın sesi olmuştu beni bu durumdan çekip alan. Yeşillerimi gözlerine çevirdim. Bu sözün altında yatan anlamı merak ediyordum. Gülümsedi, ama bu gülümseme çok masumdu. Dudakları yeniden aralandı.

 

"Seni isteyerek üzmez... bu zamana kadar yanında olamadık ama bundan sonra biz hep yanındayız sakın unutma. Sadece abimin değil, bizim de hayatımıza girdin."

 

Aslında bu kadar kolaydı belki birisinin kalbine dokunup, mutlu etmek. Oysa bana yıllarca kimse iyi ki varsın dememişti. Ölmemi istemiyorlar mıydı?

 

Öldürmeye çalışmamışlar mıydı?

 

Gözlerim titrerken, boğazım yanmaya başlamıştı yeniden.

 

"Senin yerinde olsam, sabredebilir miydim... bilmiyorum?"

 

Omuzlarını kaldırdı hafifçe. Dudakları acıyla kıvrıldı.

 

"Ben gördüklerimle ne hale geldim ama sen... bunlara maruz kaldın yıllarca! Bu nasıl bir vicdan, nasıl bir kalp, aklım almıyor..."

 

Amacı beni üzmek değildi. Biliyordum. Hatta öyle ki artık ben yaşadıklarımdan ziyade geldiğim hale üzülüyordum. Aynaya her baktığımda gördüklerimdi içimi yakan.

 

"Hayatın bunlardan ibaret olduğunu düşünüyordum... en azından şu geçtiğimiz bir aya kadar."

 

Zorlukla gülümsedim. Üzülmemesi gerekiyordu onun da.

 

"Ben yıllar sonra bu hissi yeniden yaşadım Mihrimah... insanın yuvasında olduğunu hissetmesi, çok özlemişim ben bu hissi."

 

Parmak uçlarım önce bileğimdeki annemin bilekliğine dokundu. Gözümden akan bir damla yaşa o an engel olamadım. Tenimin üzerinden usulca süzüldü.

 

"Annemle babamdan sonra kimse bana gülümsemedi..."

 

Tereddüt etmeden bu seferde boynumdaki kolyeye dokunmuştum. Küçük gül figürü parmaklarımla buluştu. Boğazımdaki yankı, hafifledi.

 

"Yavuz kendisiyle beraber sizi bana getirdi..."

 

Avucumun içinde hissettim gülü.

 

"Asıl siz iyi ki varsınız."

 

Yerinden kalktı ve sıkıca bana sarıldı. Kollarımı kaldırıp sarılışına karşılık verdim. Ailenin ne demek olduğunu bana hissettirendi onlar.

 

"Ay ne oluyor burada?"

 

Kucağındaki Aras ile terasa giren Berivan bizi görünce şaşırmıştı. Bu konuyu konuşmaya devam edersek şayet ağlamamı durduramazdım, bunun farkına varan Mihrimah geri çekildi yavaşça.

 

"Aşka geldim yengemi ağlattım yine."

 

Berivan'ın gözleri beni buldu, usulca gülümsedi. Anlamıştı, ama sorup üstelemedi. Kucağındaki Aras'ı işaret etti onun yerine.

 

"Bak az önce soruyordun, karnını da doyurdum. Al bakalım."

 

Kollarımın arasına bıraktığı bebeği artık daha iyi tutabiliyordum.

 

"Şaka maka büyüdü bu çocuk."

 

Mihrimah sözlerinin ardından soğuyan kahvesinden bir yudum almış, ardından da beğenmeyerek suratını buruşturmuştu. Bu hali bizi gülümsetti.

 

"Tabi büyüdü halası. 3. ayını dolduracak neredeyse."

 

Hafif yatık bir şekilde kucağımda uzanıyor, karnının doymuş olmasından kaynaklı sanırım keyifle sesler çıkartıyordu. Havaya kalkan elleri ise ona eğildiğim için sarkan kolyelerimi tutmaya çalışıyordu. Gözlerim bileğindeki künyeyi buldu, onu taktığımız günü anımsadım.

 

Yengen seçti.

 

Zihnime usulca düşen sesini, kahve girdapları takip etti.

 

"Benim size söylemem gereken bir şey var."

 

Benim kendimle olan diyaloğumu kesen şey Berivan'ın sesi olmuştu. Suratındaki ifadeye bakılırsa, söylemek istediği şey büyük bir şeydi.

 

"Dinliyoruz."

 

Derken, parmağımı saran küçük parmaklara öpücük kondurmayı da ihmal etmemiştim.

 

"Ben sanırım hamileyim."

 

"NE?!"

 

Mihrimah'la aynı anda aynı tepkiyi vermemiz, karşımızda oturan kadının daha da kızarmasını sağlamıştı. Bakışlarındaki tedirginliğe bir anlam veremedim o an.

 

"Bir dakika, ciddi ciddi hamile misin sen yenge?"

 

Berivan kafasını omzuna yatırırken, ellerini bilmiyorum dercesine sallamıştı.

 

"Emin değilim test yapmadım ama şüphelerim var ve bu hiç iyi olmadı."

 

Gözleri kucağımdaki Aras'ı buldu.

 

"Daha çok küçük... olmaz ki."

 

Anne şefkati sarmalamıştı sesini dört bir yandan. Usulca doldu hareleri.

 

"Ben daha yeni öğreniyorum anneliği, nasıl olur ki olsa?"

 

Mihrimah onun masanın üzerinde olan elini eliyle tutmuştu. Sıcacık gülümsedi.

 

"Sen çok iyi bir annesin. Hem sadece şüpheleniyorum dedin, belki değilsindir... ayrıca hamile olsan da iki bebeğine de çok iyi bakacağını biliyorsun değil mi?"

 

Dudaklarını büzerken, umutsuzca kafasını sallamıştı.

 

"Sütüm eskisi gibi gelmiyor, oğluma mama vermeye başladık. Nasıl iyi anneyim ben?"

 

Annelik hormonları çoktan kontrolü altına almıştı onu. Bu haline üzüldüm, sözlerinin aksine o gerçekten iyi bir anneydi. Sadece duygularına yenik düşüp, öyle olmadığını düşünüyordu.

 

"Ne olmuş yani mamaya da başladıysanız?"

 

Mihrimah böyle anlarda karşısındaki kişiyi nasıl toparlaması gerektiğini çok iyi biliyordu. Burukça gülümsedim.

 

"Sütün az geliyorsa biz de çok gelmesini sağlayan şeyler yaparız. Bir sürü tarif, yiyecek var. Boşuna değil ya bunlar?"

 

"Berivan, sen çok iyi bir annesin... baksana şu güzelliğe, sen ona böyle iyi bakmasan keyfi yerinde olur muydu hiç söylesene."

 

Dolu dolu olan gözleri bu seferde beni bulmuştu.

 

"Şimdi emin olmak için test yap istersen, sonrasını öyle düşünürüz."

 

Kafasını sallayarak yerinden kalktı.

 

"Evde yok, eczaneye gitmem lazım."

 

"Sen dur, ben giderim."

 

Mihrimah'ın sesi, Berivan'ı yeniden yerine oturtmuştu. Çantasını alıp hızlıca yanımızdan ayrılırken, Berivan stresini kontrol altına almaya çalışıyordu.

 

"Derin derin nefes al, böyle yaparsan bebeğin de hisseder."

 

Kafasını salladı onaylarcasına.

 

"Haklısın, sakin olmam lazım."

 

Yaklaşık olarak 15 dakikanın ardından Mihrimah gelmişti. Elindeki poşeti Berivan'ın önüne bırakırken, hepimiz ayaklanarak onunla birlikte odalarına doğru yürümeye başlamıştık.

 

Duvardaki saatin sesi ortamdaki gerilimi biraz daha arttırırken, dakikaların ardından elinde tuttuğu küçük şey ile Berivan banyodan çıkmıştı. Gözleri gözlerimize kilitlenirken, içimizdeki merak duygusuna ithafen dudaklarını aralamıştı.

 

 

 

~

 

 

 

Yazardan:

 

 

 

 

 

Yaşadıkları sakin 3 günü bir anda tepetaklak yapanlara hesabını sorma umuduyla evden çıkmıştı genç adam. Öfkeliydi. Ve öfkesinden bugün bir çok kişi nasibini alacaktı.

 

Arabanın tekerleri asfaltı adeta ağlatırken , ayağını gazdan bir an bile çekmiyordu.

 

"Abi, fazla hızlı gitmiyor muyuz?"

 

Yan koltuğunda oturan Akif, kendisine kısa bir bakış atarken, Yavuz dilini damağına vurarak cıklamıştı. Yavaş bile gidiyordu kendisine göre.

 

"Bir gelişme var mı?"

 

Demişti sadece. Akif ceketinin cebinden telefonunu çıkardı, ve bir kaç yere bastı. Ardından aradığı şeyi bulmuş olacak ki, konuşmaya başladı.

 

"Çınar, konum attı. Adamı almışlar. Sadece tek değillermiş."

 

Eli camın kenarına yaslıyken, sıkıntıyla burun kemerini sıkmıştı. Yanlarında kimin olduğunu az çok tahmin ediyordu.

 

"Abimin nereden haberi oldu?"

 

"Bilmiyorum abi, ama Mirza Ağa da oradaymış. Birlikte geldiklerini yazmışlar."

 

Konuma kaydı gözü, yaklaşmışlardı. Sıkıntıyla söylenmeye başladı.

 

"Al birini vur ötekini!"

 

Kısa bir süre sonra karşısındaki araçları görmesiyle hızı düşürüp, arabayı durdurmuştu Yavuz. Oyalanmadan araçtan çıktı. Akif'te onu takip ediyordu.

 

"Behram Ağa ne olacak abi?"

 

Onun da zamanı gelecek dedi içinden Yavuz. En çokta karısının bedenine giren kurşunun hesabını soracaktı ona.

 

"Yarın ziyaret edeceğiz."

 

Dedi kısaca. Akif kafasını sallayarak yanında yürümeye devam etti. Küçük bir kulübeydi burası. Etraf ise ormanlıktı.

 

İçeriden duyduğu sesler keyfini yerine getirirken, ahşap kapının kulpunu tutup çekerek açtı.

 

"Yavuz Ağa'mız teşrif edebilmiş."

 

Yavuz serseri bir şekilde abisine bakarken, çaprazında duran Mirza'ya kaymıştı gözleri. Tek gözünü kırparak kafasını salladı.

 

"Ne iş?"

 

Mirza Yavuz'un kinayeli sesiyle birlikte cebindeki ellerini çıkarıp hafifçe kaldırmıştı.

 

"Eğlenceyi kaçırmak istemedim."

 

Yavuz'un şüpheli bakışları üzerinde gezinirken, konuşmanın garip hissettirdiğini düşünmüştü Mirza.

 

Sandalyede bağlı olan yarı baygın adama bakıyordu şimdi Yavuz. Yüzünde fazla hasar yoktu lakin hangisinden yediğini bilmediği kafa darbesi burnunun üzerinde büyük bir etki bırakmışa benziyordu. Sorgulamadı.

 

"Çınar."

 

Dedi konuşmasını isteyerek. Odanın içinde bulunan diğer adam, isminin söylenmesiyle birlikte konuşmaya başlamıştı.

 

"Abi, kimse farketmedi. Çevrede tuhaf bir şeyde yoktu. Sadece..."

 

Derken ufak bir duraksama yaşamıştı. İki adamın gözleri kesişti.

 

"Bu sefer ciddi gibi. Olaydan haberi yok sanki. Başka birilerinin parmağı olabilir mi?"

 

Şüphesi saatlerdir aklını karıştırıyordu. Yavuz dikkatle dinledi Çınar'ı. Akif gibi o da yıllardır yanında çalışıyordu. Ve güvendiği adamlardan bir tanesiydi. Tiksintiyle Alim'e döndü.

 

"Olabilir..."

 

Dedi sıkıntıyla. Eli belini bulurken, odanın içinde sert bir kaç adım atmıştı.

 

"Uyandırın şu iti!"

 

Sabrı tükeniyordu. Gözündeki yaşları silmeye çalıştığı kadının, sürekli ağlayacak şeyler yaşamasını istemiyordu artık. Özellikle de böyle karakter yoksunu itlerin, hayatlarında dahi yeri yoktu.

 

Çınar aldığı komutla birlikte köşedeki su dolu olan kovayı eline aldı ve sertçe yüzüne çarptı. Soğuk suyun etkisiyle, boğulmuş gibi soluklar alan Alim, karşısındaki adamı görür görmez, içinde büyüyen korkuya engel olamamıştı.

 

"Ben yapmadım! Yemin ederim ki ne oldu bilmiyorum. Haberim bile yok, ben... ben karşınıza bile çıkmıyorum."

 

Telaşlı sesiyle, kelimeleri birbirine dolanmıştı. Sertçe yutkundu Yavuz. Erkek olmasına rağmen benden korkuyor, peki Evin nasıl dayandı diye düşünmüştü. İçinde büyük bir sızlama hissetti. Bundan memnun olmadı. Adamın yakalarına yapıştı.

 

"Bu sefer bir şey yapmamış olman seni suçsuz yapmaz!"

 

Sesindeki tehlike çanları, odanın içinde yankılanmıştı.

 

"Yıllarca yaptığın şerefsizliklere say bunu da."

 

Sağ yumruğu sol yanağına isabet eden adam, acıyla haykırırken, karşısında duran adamın karanlık gözlerinden deli gibi korkuyordu. Ona göre Yavuz gerçek bir deliydi, özellikle de gözü kararınca, hiç bir şey umurumda olmuyordu.

 

Yumruklarını yere düştüğünde tekmeleri takip ederken, tatillerini mahvetmelerinin tüm hıncını çıkarmak istiyordu.

 

Tepsiyi düşürdüğü an dolu dolu gözlerle kendisine bakan Evin'i anımsadı. Elleri titrerken, bu halini saklamaya çalışması, onu derinden yaralamıştı. Oysa kendisiyle her konuşmasında, karşısındaki kadının küçük bir çocuğun masumluğuna büründüğünü düşünüyordu. Ufak tefek haliyle de, çokta büyük değil dedi içten içe. Kollarının arasına aldığı her an, kayboluyordu sanki. Ve yine o ufacık haline rağmen, çoğu zaman havaya diktiği burnu düştü zihnine. Şu anda adam dövmeseydi eğer, ağız dolusu bir kahkaha atabilirdi.

 

"Yeter Yavuz."

 

Kolundan çekilmesiyle gerçek dünyaya dönmüştü. Yerdeki adam yine bayılmış gibi duruyordu, ve etrafa sıçrayan kan damlalarından üzerindeki kıyafeti de nasibini almıştı.

 

"Yetmez! O ite az bile!"

 

Dedi umursamayarak. Kolunu tutan Mirza kafasını sallıyordu.

 

"Haklısın, haklısın da şu anda daha önemli olan kısma bakmamız gerekiyor."

 

Miraç, Çınar'a ufak bir baş hareketi vererek yerdeki adamı işaret etmişti. Buradan gittiklerinde ortalık toplanmalıydı. Hep birlikte çıktılar kulübeden.

 

"Sen üstünü başını hallet, şirkette buluşalım."

 

Mirza'nın sözleri mantıklı gelmişti, üstü başı batık haldeydi çünkü. Yeniden aracına bindiğinde, Akif'te yanındaki yerini almıştı. Öfkesinin bir kısmını boşalttığı için, araç bu sefer daha sakin ilerliyordu.

 

Konağın önünde durdurduğu araçtan inerken, Akif'e kısa bir komut vermeyi unutmamıştı. Evdekilerin onu bu haliyle görmesini istemediği için hızlıca çıkmıştı merdivenleri. Karısının evde olmadığını biliyordu, bu yüzden de odaya girdiğinde rahattı.

 

Burnuna dolan mayhoş koku ciğerlerine sızarken, odanın içindeki eşyalara kısaca göz atmıştı. Önceden tek kaldığı bu büyük odada, şimdi bir başkasıyla beraber kalıyordu ve bu kişi de karısıydı. Köşedeki koltuğun üzerinde duran hırka onu gülümsetti. Küçük karısı her ne kadar temizlik meraklısı olsada yorgun olduğu anlarda ortalığı dağınık bırakmaktan geri kalmıyordu.

 

"O küçük burnunu ısırmak şart oldu."

 

Kendi mırıltısına gülüşü de eşlik ederken, banyoya girmişti çoktan. Üzerindeki kıyafetleri hızlıca çıkardıktan sonra aynı hızla duş almaya başlamıştı. Suyun kendisini rahatlatmasına müsaade etti. En azından akşam üstü öfkesini bir kenara bırakarak, karısının yanına gidecekti.

 

Beline sardığı siyah havlusuyla birlikte giyinme odasına girmişti bu seferde. Askıdan aldığı siyah kumaş pantolonla, mavi gömleği hızlıca giyinmişti üzerine. Nemli saçlarınıda kurutup şekillendirdikten sonra aynanın önünde duran parfümden sıkmıştı. O sırada gözü masanın üzerindeki, siyah tokaya kaydı. Parmakları istemsizce uzanırken, avucunun içini dolduran şeyi burnuna götürmüştü.

 

Saçlarını her öptüğünde aldığı o koku, tokaya da fazlasıyla sinmişti. Daha önce böylesine güzel bir kokuyu içine çekmediğini hissetti. Farklıydı, her soluğuna karışan bu koku, onu çok başka yerlere götürüyordu.

 

Parmaklarını sıkıca kapattı, ve bu yaptığı şeyden hiç pişmanlık duymadan tokayı pantolonunun cebine koydu. Fulardan sonra tokasını da aldığını farkeden Evin'in tepkisi ne olurdu bilmiyordu ama o anı hayal etmenin bile kendisini fazlasıyla eğlendirdiği inkar edilemez bir gerçekti.

 

Son kez saçlarına baktığı aynayla arkasını dönecekken adımları duraksadı. Gözleri şüpheyle kısılırken tüm dikkati zihnine düşen düşünceler olmuştu.

 

Cidden aralarındaki bu bağ tam olarak neydi?

 

Evin'e değer veriyor muydu?

 

Fazlasıysa veriyordu.

 

Peki aşık mıydı?

 

Onu afallatan şeyde bu olmuştu. Aşkın tanımını sorsalar annesiyle babasını söyleyebilirdi, fakat şimdi içine düştüğü bu hislere öylesine yabancıydı ki... Kendisini tanımakta zorlanıyordu zaman zaman.

 

Farklı bir çekiciliği vardı bu küçük kadının ona göre. Yanında olduğu her an ellerinin üzerinde olmasını istiyordu mesela. Ama aynı zamanda da dokunuşlarının onu incitmesinden korkuyordu.

 

Karısını ilk öptüğü gün hafızasından silinmiyordu. O bakışları, ve ürkek halleri, saniyesi saniyesine zihnindeydi. İradeli bir adam olmuştu her zaman, fakat tüm iradesi o an yok olmuş gibi kendisini ortada bırakmıştı. O dudaklara dokunduğunda içini garip bir rahatlama kaplamıştı. Sanki ihtiyacı olan tek şey buydu.

 

Onun da böyle hissedip hissetmediğini merak etmişti. Son zamanlarda kendisini açmaya çalıştığının farkına varmıştı Yavuz, ama bu kadın için değerli birisi miydi... İşte bunu çok merak ediyordu.

 

Sol elindeki yüzüğe ilişti bakışları. Önceden sevmediği şeyi nişanlandıkları günden beri parmağından çıkarmamıştı oysa ki.

 

Son bir kez daha kendine baktıktan sonra odadan çıkıp, arabasına binmişti. Şimdi yapmaları gereken önemli bir konuşma vardı.

 

 

 

~

 

 

 

Evin'den;

 

 

 

 

Büyük bir sessizlikle, Berivan'ın dudaklarının arasından çıkacak olan o kelimeyi bekliyorduk. Ve o sanki inadımıza konuşmuyordu.

 

"Çatlayacağım, konuşsana yenge."

 

Mihrimah daha fazla dayanamamıştı. Haksız da sayılmazdı, dakikalardır bakışmaktan başka bir şey yapmamıştık.

 

"Ben... ben... hamile."

 

Susmasıyla birlikte sonucun pozitif olduğunu düşünmüştüm. Gözlerindeki tereddüte bakılacak olursa başka bir seçenek aklıma gelmiyordu.

 

"Hamile misin?"

 

Mihrimah'ın sesi az önceye nazaran şimdi daha yüksekti. Heyecan tınıları da o sesin içinde gizlenmişti.

 

"Hayır... Değilim."

 

"Değil misin?"

 

Yaşamış olduğu kısa çaplı stresten olsa gerek böyle bir tepkiyle karşımıza çıkmıştı Berivan. Hamile olmaması gerektiğini söylemişti terasta, ama şimdi ki ifadesine bakılırsa negatif çıkması hoşuna gitmemiş gibiydi.

 

"E niye üzgünsün, erken demiyor muydun zaten."

 

Mihrimah'ın sesiyle omuzlarını sallamıştı.

 

"Erken ama yine de heyecanlandım bir anlığına.... Bilmiyorum."

 

Aras'ın mırıldanmaları girmişti aramıza. Mihrimah ise bu küçük adamın hareketine gülümsemeden edememişti.

 

"Böyle giderse bir kaç aya zaten hamile kalırsın sen, üzülme üzülme."

 

Kinayeli sesi, beni utandırırken Berivan'ın büyük bir kahkaha atmasını sağlamıştı. Kafasını salladı ve parmaklarının arasında duran testi lavaboya yeniden girerek çöpe atıp ellerini yıkadı.

 

Yeniden yanımıza geldiğinde az önceye nazaran daha iyi bir ifade vardı suratında.

 

Saatler böyle birbirini kovalarken, güneş çoktan batmış, akşamın karanlığı usul usul havayı sarmalamaya başlamıştı. Masayı kurduğumuz teras, bu akşam daha bir güzel görünüyordu.

 

"Nasıl acıktım varya."

 

Elindeki son meze tabağını da masaya koyan Mihrimah, manzarayı benim gibi yakından izlemek için korkuluk görevini gören taş duvara yaklaşmıştı. Ellerini koyarak gözlerini gökyüzüne kaldırdı.

 

"Bende acıktım."

 

Dedim. Sabahtan beri aklım yaşanan şeylere gittiği için, karnımı takip edememiştim.

 

"Yoldaymış bizimkiler, bir kaç dakikaya gelmiş olurlar."

 

Sözlerinin sonunda dediği olmuştu. Sokakta yankılanan motor sesleri usulca durmuştu. Eğilerek bakmaya çalıştım, fakat karanlıktan dolayı net bir şey görememiştim.

 

Mihrimah'la beraber terastan çıkıp, merdivenleri inmeye başlamıştık. Konağın kapısı çalışanlar tarafından açılmış, Berivan'da kucağındaki Aras'la birlikte onları karşılıyordu.

 

Mümtaz Ağa girdi önce içeriye, Berivan'ın elini öpmesine müsaade etti ardından da torununu bir dede edasıyla kucağına aldı. Yanımızdan yürümeden önce de selam vermeyi ihmal etmedi.

 

"Hoş geldiniz."

 

Dedim, sesim elimde olmadan titremişti. Babacan bir tavırla gülümsedi.

 

"Hoş bulduk kızım, nasıl geçti gününüz?"

 

Onun arkasından girenlerin sesi de konağı çoktan sararken, ben onun sorusuyla tebessüm etmiştim.

 

"Çok güzeldi."

 

Mihrimah'la konuştuktan sonra terasa çıkmak üzere merdivenleri tırmanmaya başlamıştı. Zümrüt hanımda peşinden kocasını takip ediyordu, ve o da sakince sözlerimize karşılık verip, hafif bir gülümseme eşliğinde yürümeye başlamıştı.

 

"Kurt gibi acıktım, umarım güzel yemekler pişirmişsindir yenge."

 

Boran elinde tuttuğu, içinde tatlı olduğunu düşündüğüm poşeti Berivan'a verirken, onunla uğraşmayı da ihmal etmemişti. Berivan hafifçe koluna vurdu.

 

"Ne zaman kötü yemek pişirdim ben?"

 

Boran cevap vermek için yeniden dudaklarını aralamışken onu durduran şey, ensesine abisi tarafından yediği hafif tokat olmuştu.

 

"Hatunumun yemeklerine laf mı ettin sen az önce?"

 

Miraç abi karısını kolları arasına alırken, saçlarına ufak bir öpücük kondurmayı ihmal etmemişti. Boran memnuniyetsiz bir bakış attı.

 

"Aman aman demedik bir şey..."

 

Gözleri o sırada beni buldu. Az önce bozulan ifadesi yeniden düzeldi.

 

"Yeni yengem nasılsın?"

 

Dudaklarım usulca kıvrıldı.

 

"İyiyim, sen nasılsın?"

 

"Benim nasıl olduğumu sordu gördünüz değil mi? Bir tek yengem anlıyor beni."

 

Bakışlarını onlardan çekip yanıma geldi.

 

"Sabahtan beri şirkette canıma okudular, hiç iyi değilim. İki Karadağ'lı tarafından bir dayak yemediğim kaldı."

 

"Beni karıma mı şikayet ediyorsun sen?"

 

Kulaklarıma ilişen ses, göğsüme sertçe çarpmıştı sanki. Bedenim bir anda heyecanla kasılırken, bakışlarımı ağırca kapıdan giren adama çevirmiştim.

 

Sabah üzerinde olana kıyafetlerin yerini, mavi bir gömlek almıştı şimdi. Ve ben onu ilk defa siyah ve beyaz gömlek dışında bir başka renkle görmüştüm. Attığı ağır adımları zeminde yankılanırken, diğerlerinin bir şeye güldüğünü duymuştum ama dönüp bakamamıştım.

 

"Estağfirullah abi, ne haddime seni şikayet etmek. Acıktım ben çıkıyorum."

 

Boran'ın alayvari sesi yanımızdan uzaklaşırken, dikkatimin Yavuz'da olmasından kaynaklı, avluda kaç kişi kalmıştık emin değildim. Kahve hareleri dikkatle yeşillerime kilitlendi. Her bir adımıyla daha çok bana yaklaşırken, kalbim çoktan hızlanmaya başlamıştı. Gözleri arsızca üzerimde dolaştı. Dudakları kıvrıldı.

 

"Neler yaptınız bakayım?"

 

Sorusuna cevap verememiştim ilk başlarda. Konuşmayı unutmuştum sanki.

 

"Hiç... öyle oturduk, sohbet ettik. Bir de kahve içtik."

 

Sözlerimle birlikte parlayan gözleri, kahveyi duyduğu için miydi?

 

"Keyfin yerinde, kimi dövdün?"

 

Sorumu beklemiyor olacak ki başta afallamıştı, ama dudaklarının kıvrılması işlerin yönünü fazlasıyla değiştiriyordu.

 

"Keyfimin yerinde olması için illa birisini mi dövmem gerekiyor?"

 

Benimle oynuyordu resmen. Omuzlarımı salladım cevap vermek yerine. Gülümsemesi hala dudaklarında duruyordu, ve şu haline bakılırsa bir şeyler olduğu kesindi.

 

Sabahki halinden çok daha farklıydı sanki.

 

"Çıkalım mı yukarıya?"

 

Sorumla birlikte kafasını salladı, ardından da elini rahatça belime koyarak kendisiyle birlikte yürümemi sağladı. Bedenlerimiz yeniden birbirine yakındı.

 

"Sözünü unutmadım."

 

Kulağımım bir kaç milim uzağında söylediği kelimeleri, fısıltılı halinde boynuma sızmıştı. Midem kasıldı. Oysa alt tarafı bir kahve içecektik, böyle hissetmeme gerek var mıydı?

 

"Güzel olmuşsun."

 

Duymayı beklemediğim sözlerdi bunlar. Kalbim tekledi. Ve dudaklarındaki gülümseme ile ona yandan bir bakış attım. Keyfi gerçekten de yerindeydi. Ve galiba bende bu durumdan memnundum.

 

 

 

~

 

 

 

Bol sohbetli geçen akşam yemeği, çalışanların getirdiği kahvelerle son bulmuştu. Heja daye tüm akşam boyunca eski hikayelerini bize anlatıp güldürürken, Zümrüt Hanımla ikisinin arasında güçlü bir bağ olduğunu farketmiştim.

 

"Uyudu mu Aras?"

 

Onun sorusuyla biz üç kadın kıkırdarken, neden güldüğümüzü anlamıştı. Gözlerini kıstı yavaşça.

 

"Bak bir de nasıl gülüyorlar..."

 

Onun memnuniyetsiz bakan suratına rağmen sesi gayet iyi çıkmıştı. Bu durumdan şikayetçi değildi, fakat öyleymiş gibi davranmaktan hoşlanıyordu.

 

"Ne kaçırdık biz?"

 

Miraç abinin sorusuyla, kahvesinden bir yudum aldı.

 

"Oğlun bugün uyumadı hemen, bende sallayayım dedim. Yanında uyumuşum, ona gülüyorlar."

 

Şimdi gülen sadece biz değil hepsi olmuştu. Özellikle de Boran, oturduğu yerden kalkıp yaşlı kadına sarılmış, yanaklarından sıkıca öpmüştü.

 

"Benim sultanım, güzellik uykusuna mı yatmış?"

 

Başta her şey iyiyken duyduğu sözlerle kaşlarını çatmıştı Heja daye. Kenarda duran bastonuna uzandı seri bir hamleyle ve daha Boran yanından kaçamadan uzun sopayı, bacağına geçirdi.

 

"Laflara bak."

 

Boran'ın baston yemesine en çok Miraç abi sevinmiş görünüyordu. Anladığım kadarıyla bastonla detaylı bir geçmişleri vardı. Yarım saat kadar daha süren bu eğlence kalkmamızla son bulmuştu.

 

Araçlara binip yola koyulduk. Gökyüzündeki yıldızlara bakarken, aracın içine sinmiş olan, yanımdaki adamın kokusunu içime çekiyordum.

 

"Uykun mu geldi?"

 

Yandan bir bakış attım ona.

 

"Hayır."

 

Dudağı kıvrıldı.

 

"Gözlerin hiç öyle demiyor ama."

 

Kafamı sağa sola salladım. Bugün olanları konuşmamız gerekiyordu önce. Hemen uyuyamazdım ki.

 

"Ne diyormuş gözlerim?"

 

Her zaman onun bana yaptığını, şimdi ben ona yapmıştım. Ve bu garip bir şekilde beni heyecanlandırmıştı. Kahveleri kısıldı, kısa bir bakış attı.

 

"Cevabımı odamızda vereceğim."

 

Arabanın durduğunu fark edememiştim ona bakmaktan. Üstüne bastırarak odamız demişti, ve ben daha arabadan inmeden stres yapmıştım. Karnımın içinde hareket eden bi kelebek yuvası vardı sanki, ve bedenimi içeriden istila ediyordu.

 

Hala aynı şekilde durmuş olmam onun keyfine daha da keyif katarken, arabadan inmiş olmasını fırsat bilerek ellerimi yanaklarıma bastırdım. Yanıyordum resmen.

 

Titreyen ellerimle açtığım kapıdan indim. Ev ahalisi de yavaş yavaş konağa giriyordu.

 

"Allah rahatlık versin."

 

Zümrüt hanımın sesiyle birlikte herkes odasına çekilmişti.

 

"Bu gece kız gecesi mi yapsak acaba yengem? Şöyle sohbet ederiz, sabahlarız."

 

Önümde yürüyen kızın amacı sağ tarafımdaki adamı kışkırtmaksa eğer işe yarıyordu.

 

"Yapamazsınız."

 

Dedi net bir tonlamayla. Kafamı ona çevirdim.

 

"Niye, eğlenirdik aslında."

 

Sesimi üzgün çıkarmaya çalışırken, kaşları havalanmış, suratına munzur gülümsemelerinden bir tanesi yayılmıştı. Önümüzde duran kardeşini umursamadan elini belime sararak kendisine yaklaştırmıştı beni. Fısıltılı sesini benden başkasının duymayacağı şekilde konuştu.

 

"İstediğin eğlence olsun fıstığım, ben eğlendireceğim seni."

 

Kocaman açılan gözlerimi, ağzım takip etmişti.

 

"Neyse iyi geceler size."

 

Önümüzdeki kız odasına çekilirken, atmayı bıraktığım adımlarımı dokunuşu harekete geçirmişti.

 

"Edepsiz!"

 

Dedim ağzımın içinde. Şu anda ne kadar utandığımın farkında mıydı bilmiyordum ama, bedenim resmen yanıyordu.

 

"Film falan izleriz diye düşünmüştüm, ne düşündün sen?"

 

Yine aynısını yapmıştı. Çatılan kaşlarımla ona bakarken, odanın kapısını açarak içeri girmemizi sağladı. Girdiğimizde de kapıyı kilitlemeyi unutmadı.

 

"Uykum var benim."

 

Dedim huysuz bir tonlamayla. Güldü.

 

"Hani yoktu uykun."

 

Dik bakışlarımın hedefi hala kendisiyken, hiç beklemediğim bir şey yapmıştı. Tüm bedenimi bir yangından alıp, başka bir yangının içine atmıştı. Ve bu sefer o yangında ikimizde yanıyorduk.

 

Burnuma bastırdığı dişleri canımı hafifçe yakarken, kendimi karşısında küçük bir çocuk gibi hissetmiştim.

 

Ciddi ciddi burnumu mı ısırmıştı?

 

Tepki vermek istedim ama doğru kelimeyi bir türlü bulamıyordum. Elimle burnumu ovuşturdum.

 

"Sen... sen nasıl burnumu ısırırsın?"

 

Ellerini cebine sokarak üstten bir bakış atmıştı. Hala gülüyordu.

 

"Canım istedi ısırdım, bir daha isterse de bir daha ısırırım."

 

Kafamı sağa sola solladım.

 

"Isıramazsın."

 

Onu arkamda bırakarak banyoya girip kapıyı hızlıca örtmüştüm. Kedinin fareyle oynaması gibi benimle oynuyordu resmen.

 

Kapıya yasladım sırtımı, elim hızlı atmaktan acıyan kalbimi buldu.

 

Ve az önce söylenen kendim değilmişim gibi usulca gülümsedim.

 

Yavaş adımlarla aynanın karşısına geçtiğimde gördüğüm manzara beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Hala gülümsüyordum, ve bu gülümseme dudaklarımdan daha çok gözlerime yerleşmişti. Yanaklarıma yayılan tatlı kırmızılık, içimi kıpır kıpır yaparken, burnum da hafifçe kızarmıştı.

 

"Neden böyle hissediyorum?"

 

Yüzüme bir kaç defa soğuk su çarptım, bu yangını söndürür umuduyla. Ama olmamıştı.

 

Girdiğim gibi banyodan çıktım. Her akşam olduğu gibi camdan dışarıyı izliyordu. Giyinme odasına girerek, dolaptan pijama çıkardım.

 

Onun da banyoya girmesini fırsat bilerek, hızlıca kıyafetlerimi çıkarıp giyindim.

 

Yatağın örtüsünü açıp yatmaktı planım, tam uzandığım esnada banyonun kapısı açılmasaydı eğer. Belindeki havluyla ağır ağır yürüyen Yavuz'un gözleri direkt yeşillerimdeydi.

 

"Film izleyecektik daha."

 

Kinayeli sesiyle, gözlerim benden bağımsız bir şekilde bedenine kaymıştı. Geniş omuzlarında kalan su damlaları, bulduğu yolları takip ederek, karnındaki kasların arasına süzülüyordu. Esmer teni suyun etkisiyle parlıyor, gözleri ise haylazca üzerimde dolaşıyordu.

 

"Uykum var."

 

Dedim, titrememesi için uğraştığım sesimle. Kulaklarımı gülüşü doldururken, zemine bıraktığı seslerle giyinme odasına girmişti. Kafamı yastığa bırakırken, göğsüm hala hiddetle inip kalkıyordu. Bir kaç dakikanın ardından siyah bir eşofman altıyla gelmişti. Bilerek tişört giyinmediğini düşündüğüm anlardan bir tanesindeydik.

 

Kendi tarafına yatmadan önce göz göze gelmiştik. Sırt üstü uzandı ve yeteri kadar bu akşam beni zorlamamış gibi elini belime sararak bedenimi ufak bir hamleyle göğsüne çekti.

 

Şimdi yastıkta değil, sert göğsünde yatıyordum.

 

Bedeninden yayılan koku ağırca soluklarıma karışırken, sol eliyle saçlarımı geriye ittirmişti. Yüzüme dokundu usulca.

 

"Ne oldu bugün?"

 

Neyi sorduğumu anlamıştı.

 

"Bir şey olmadı, şirkete uğradım."

 

Bana söylememekte kararlıydı anlaşılan.

 

"Neyi sormak istediğimi biliyorsun, buldunuz mu bir şeyler?"

 

Kafasını salladı evet anlamında.

 

"Sen düşünme bunları."

 

Uyku yavaş yavaş kendisini gösterirken onaylayan bir mırıltı çıkarmıştım.

 

"Uyu güzelim."

 

Gözlerim sanki onun komutunu bekliyormuş gibi kapanmaya başlamıştı.

 

"İyi geceler."

 

Dedim, fısıltıdan ibaret olan sesimle. Karşılık verdi.

 

"İyi, geceler."

 

 

 

~

 

 

 

2 gün önce biz Berivan'lardayken şimdi onlar buraya gelmişti. Ve Mihrimah'ın planına göre bu gece kız gecesi yapacaktık. Saat 10'u geçerken, mutfakta bir şeyler hazırlıyorlardı. Bende avluda oturduğum sedirde kucağımdaki bebeği seviyordum.

 

O esnada gecenin sessizliğini yaran yüksek müzik sesi kaplamıştı mahalleyi. Öyle sesliydi ki, konaktakiler de dahil olmak üzere tüm mahalleli her an camlara çıkabilirdi.

 

Bakışlarım merakla konağın içinde dolaşırken, mutfakta olan iki kadın koşarak yanıma gelmişti.

 

"Nereden geliyor bu şarkı sesi?"

 

Bilmiyorum dercesine omzumu sallarken, konağın kapısı hızla açılmıştı. İstemsizce yerimizde irkilmemizi sağlamıştı bu.

 

Güzeller içinden bir seni seçtim

Kalbimi sana, ben sana verdim

Güzeller içinden bir seni seçtim

Kalbimi sana, bir sana verdim

 

Görüş açıma Boran ve Miraç abi girmişti. Üstleri başları fazlasıyla dağılmıştı. Sarhoş muydu bunlar?

 

"N'aptınız siz?!"

 

Mihrimah'ın sorgulayan sesiyle en arkada duran Miraç abi, sarsak bir adımla kapıdan uzaklaşıp, iyice bize yaklaşmıştı.

 

"Güzel karım, gel bakayım şöyle."

 

Dudaklarımın arasından çıkan gülüşe mani olamazken, Berivan şok olmuş bir şekilde kocasına bakıyordu. Ve o bakışlarda şaşkınlığın yanı sıra sinir vardı.

 

"Siz ikiniz, içtiniz mi?"

 

Miraç abi iki elini havaya kaldırırken, sarhoş olmadığına ikna etmeye çalışıyordu bizi.

 

"Ben ağzıma bir damla bile sürmedim. Onlar içtiler hep."

 

Mihrimah gözlerini devirirken, kapıdan içeriye bu sefer de Mirza girmişti.

 

"Akif kapat şu şarkıyı."

 

Gür sesi kapının dışında olduğunu tahmin ettiğim Akif'i harekete geçirirken, önünde duran iki adama kısa bir bakış atmıştı. En ayıkları oydu şu anda.

 

"Ne oldu bunlara?"

 

Berivan'ın sesiyle kafasını bize çevirdi.

 

"Götü başı dağıttılar ne olacak!"

 

Bozulan sinirlerim yüzünden ne tepki vereceğimi bilemezken, Boran'ın sesi yeniden konağın içinde yankılanmıştı.

 

"Bi' yerlerde şenlik olsa

Sebeplensek, eğlensek

Felekten bir gece çalsa..."

 

Kendisini kaptırdığı şarkıyı söylemeye devam edecekken onu durduran şey, konağa giren Yavuz olmuştu.

 

"Senin aklına uyanı s**sinler Boran! Sus!"

 

Kollarını kıvırdığı siyah gömleğin yakası yarıya kadar açıkken, esmer teni ortadaydı.

 

"Neredeydiniz siz?"

 

Berivan, Miraç abinin yanına ilerlerken soruyu soran Mihrimah olmuştu. Yavuz kenardaki duvara yaslanıp kendi kendine mırıldanan Boran'a kısa bir bakış attı önce. Ardından bakışları bizi buldu.

 

"Boran'ın arkasını topluyorduk! Tek bardak diye gitmiş, ebesini gördü şerefsiz!"

 

Berivan ayakta sendeleyen adamın kolunun altına girdiğinde, Miraç abi küçük bir çocuk gibi karısına sırnaşmaya çalışıyordu.

 

"Miraç, durur musun?!"

 

Cıklarken, bakışlarını avludaki bizlere çevirmişti Miraç abi.

 

"Uykum var benim, karımı alıp gidiyorum. Çocuğuma bakın."

 

Kucağımdaki Aras dudaklarının arasındaki emziği her şeyden habersiz bir şekilde emerken, Berivan şok olmuş bir şekilde kocasına bakıyordu.

 

"Ne saçmalıyorsun sen Miraç, ne demek çocuğuma bakın!"

 

Hala dengesini tam olarak sağlayamayan adam yerinde sallanırken, Yavuz araya girmişti.

 

"Berivan çıkın siz odanıza, sızar zaten 1-2 saate. Aras bizimle, alırsın."

 

Kocasına attığı dik bakışların arasında kafasını sallamıştı Berivan. Ardından da kolunu sardığı adamı Yavuz'un da yardımıyla odasına çıkarmıştı. Onlar Miraç abi ile ilgilenirken, hala köşede şarkı söyleyen Boran'ı da Mirza ve Mihrimah odasına taşımıştı. Arkalarından attığım garip bakışlar sonunda kendisini gülümsemeye bırakırken, kucağımda duran Aras'ın mırıltılarına karşılık veriyordum.

 

"Sen de büyüyünce böyle mi yapacaksın?"

 

Sözlerimi anlamış gibi haykırmıştı. Daha dişlerinin olmadığı damağı gülüşüyle iyice gözler önüne serilirken bu hali beni gülümsetmişti.

 

"Boran nerede?"

 

Miraç abiyi bırakan Yavuz'un gözleri etrafta dolaşıyordu.

 

"Mirza ile Mihrimah odasına götürdü."

 

Bu durumdan memnun olmadığını bakışlarından anlamıştım, ama konuşmasını engelleyen şey hala mırıldanan Aras olmuştu.

 

"Artık ne kadar içtiyse oğlunu bıraktı."

 

Yavuz'un kinayeli sesi beni güldürürken, gülen tek kişi ben değildim. Merdivenden inen ikili ne konuşuyordu bilmiyordum ama Mihrimah, büyük bir kahkaha atmıştı. Ve bu gülümseme en çokta Yavuz'un hoşuna gitmemişti.

 

Çatık kaşlarını ikisine çevirdi.

 

"Keyfiniz yerinde bakıyorum da?"

 

Mihrimah abisinin sesiyle, gözlerini kaçırarak yanıma gelmişti. Mirza ise bir şey olmamış gibi fazla sakindi.

 

"Ne keyif ne keyif."

 

Söylene söylene Yavuz'un yanında durdu.

 

"Gidiyorum ben, görüşürüz."

 

Yavuz bir kez daha ikiliye şüpheyle bakarken, kafasını salladı.

 

"Görüşeceğiz."

 

Tehdit eder gibi söylemişti bunu. Mirza umursamadan bir kez daha konuştu.

 

"İyi geceler."

 

Sözlerine karşılık vermiştik hep bir ağızdan. Konağın kapısını giderken örtmesiyle beraber Yavuz'un gözleri biraz arkamda duran kızı buldu.

 

"Ne oldu orada?"

 

Bir cevap bekliyordu.

 

"Bir şey olmadı abi, Mirza ile abimi odasına ta..."

 

"Mirza?"

 

Gözlerim kocaman açılırken, Yavuz'un çatık kaşlarına bakıyordum. Gereğinden fazla ciddiydi. Mihrimah ise telaştan ne diyeceğini bilemiyor gibiydi.

 

"Ağzımdan öyle kaçtı işte."

 

Saçma savunması bir işe yaramamıştı. Yavuz bir adım attı, elleri cebindeydi.

 

"Söyle ağzına, kaçmasın bir daha."

 

Araya girmem gerektiğini hissettim o an. Hafifçe öksürdüm, fakat dudaklarımı aralamama dahi izin vermemişti karşımda duran bu dev adam.

 

"O numaraya bir kere kanılır yavrum, yorma kendini."

 

Tehditi bile içimi garip yapmıştı doğrusu. Arkamda duran Mihrimah ise fısıltıyla bana sokulmuştu.

 

"Acil beni kocandan kurtarman lazım yenge."

 

Demesi kolaydı.

 

"Gördün işte, ağzımı açmama izin vermedi."

 

Dedim aynı şekilde fısıldayarak.

 

"Kesin fısıldamayı, yarın bunu daha detaylı konuşacağız konu burada kapanmadı Mihrimah."

 

Bakışları bu sefer beni bulmuştu.

 

"Düş önüme."

 

El mahkum kucağımdaki bebekle beraber yürümeye başladım. Arkamdan geliyordu, sırtıma ara ara sürten bedeni bunu fazlasıyla hissettiriyordu çünkü.

 

"Gece gece peşlerini topluyoruz."

 

Memnuniyetsiz sesinin ardından yatak odasının kapısını açmıştı. İçeriye girer girmez yatağın üzerine oturarak, Aras'ın da uzanmasını sağladım. Yeni uyanmış sayılırdı ve o yüzden de şu anda kıpır kıpırdı.

 

Yavuz'da yatağın diğer tarafına oturdu, bu bebeğin uykusunun olmadığını anlamıştı.

 

"Duşa giriyorum ben."

 

Kafamı sallayarak, yanına doğru uzandım Aras'ın. Gözleri geçen gün olduğu gibi boynumda sallanan kolyelerime kaymıştı. Parmaklarını uzattı. Ardından da yüzüne yakın olan yüzüme küçük elini dokundurdu. Dakikalarca mırıldandı, ben de ona cevap verdim.

 

Farklıydı... Onca karmaşanın arasında mutlu hissettirecek kadar farklıydı.

 

Pürüzsüz teni, yumuşacıktı.

 

"Bu nasıl bir güzellik?"

 

Ben sormuştum o da kendince yanıtlamıştı. Güldüğü için sık sık dışarıya uzattığı diliyle, tam bir şebekti.

 

Küçük burnuna öpücük kondurdum.

 

"Isırayım mı o minik burnunu?"

 

Bu sefer sorumu yanıtlayan kişi Aras değil, amcası olmuştu. Saçlarında dolaşan ellerim sesiyle birlikte hareketini durdurmuştu.

 

"Sor bakalım izin veriyor mu ısırmana?"

 

Geçen geceki konuşmama gönderme yapıyordu aklı sıra. Havluyla odaya gidişini izledim. Sırtındaki kaslar gerilirken, kafasını beklemediğim bir anlığına arkasına çevirmişti. Suç üstü yakalanmış gibi bakışlarımı hızlıca kaçırdım.

 

Üzerine oyalanmadan gri eşofman altıyla, beyaz bir tişört giyinmişti. Nemli saçları alnına dökülmüştü yine. Bu hali haylaz çocukları anımsattı bana. İstemsizce gülümsedim.

 

Yatağın boş tarafına oturarak, Aras'a eğildi. Alnına dudaklarını bastırdı. Az önce olduğu gibi sesler çıkarmaya devam ediyordu küçük adam.

 

"Söyle amcam."

 

Dedi, büyük bir ciddiyetle. Aras onun bu tavrıyla daha da sesli mırıldanmaya başlamıştı. Yavuz ise can kulağıyla tepkilerini izliyordu. O an göğsümün ortasında bir acı hissettim.

 

Ben anne olmak istemiyordum ama bu adam baba olmak istiyordu.

 

Bu küçük bebeğin canını acıtmaktan korkarcasına dikkatle kucağına alışını izledim, kollarının arasında kaybolan küçük beden, yerinden memnun gibi gülümsemeye devam ediyordu.

 

Dudaklarımdaki gülümseme silinmişti. Şimdi aklımda çok başka şeyler dönüyordu.

 

Dakikalarca oynamalarını izledim. Bana dönüp bir şeyler söylemişti defalarca, sadece gülümsemekle yetindim.

 

Kucağındaki Aras'ın kolları şimdi de bana uzanmıştı. Gülümseyerek kollarımı açtım.

 

"İki dakikada sattı bizi."

 

Yavuz'un söylenmeleri Aras'ı zerre etkilemezken, bu küçük bebeğin elleri çoktan boynumdaki kolyeleri bulmuştu.

 

Hareketli elleri, tenime dokunup, tişörtümün yakasını çekerken, Yavuz'un kısık bakışları, bize hiç iyi bakmıyordu.

 

"Yine neye sinirlendin sen?"

 

Dedim sırtımı arkamdaki yastıklara yaslarken. Aras hala aynı şekilde oynamaya devam ediyordu.

 

Yavuz sorumla birlikte aynı benim gibi yanıma, yan bir şekilde uzanmıştı. Aras'ın yakamı çekiştirdiği elini benden ayırırken, gözlerini ciddi bir şey konuşuyormuş gibi kendisiyle rekabete girdiğini düşündüğü bebeğe çevirmişti.

 

"Ben dokunmamışım ağız tadıyla, sana ne oluyor lan?"

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Üzerimizde, babası tarafından postalanan Aras Karadağ alınganlığı var 🥹

 

• Yazarken fazlasıyla eğlendiğim bir bölüm oldu benim için, aile içindeki sahneler özellikle 😍

 

• Mirza ve Mihrimah olayının farkına varan bir Yavuz Karadağ vardı sonlara doğru, ve eminim ki bundan sonra farkına varmış olmayla da kalmayacak 🫢

 

• Ve.. ve... ve asıl önemli olan şey Yavuz'la Evin'e ait olan sahnelerdi 🥹

 

• Yazarken öyle keyif alıyorum ki, son sahnede de çığlık çığlığa yazmış olmam bundan kaynaklı 😌

 

• Düşüncelerinizi şöyle yazabilirsiniz. Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

 

27/06/2022

simaara

Bölüm : 18.11.2024 22:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...