19. Bölüm

19. BÖLÜM “N A Z E N D E”

sim
simaara

Karadağ'lı ahalisini toplayarak ben geldimm ✨

Bolca Yavuz, Evin repliğini okuyacağımız, dolu dolu bir bölüm oldu bana göre. Bazı merak edilen detaylar da yerine oturdu.

Ve bölüme geçmeden minik bir şey söylemek istiyorum. Geçen bölümlerdeki bazı sahnelerde - özellikle de mehir sahnesinde - Yavuz'un maddi açıdan hediye ettiği şeylere az diyenler olmuş. Ne yazık ki günümüz şartlarında bakınca bu kişi zengin dahi olsa yerine göre alınacak şeyler var. Ki oradaki aracın fiyatı 8 Milyon TL değerinde, ek olarak ev de sıradan bir ev değil. Bir dağ evi ve konak dizaynıyla aşağı yukarı aynı. Fiyat olarakta sorulacak olursa o da 12 Milyon kadar bir şey. (2022 yılında o kadardı şu anki ekonomide kaç katı oldu Allah bilirr☺️)

 

Ben karakterlerimin başka karakterlerle, özellikle de maddi açıdan kıyaslamaya sokulmasını istemiyorum. Adı üstünde mehir hediyesiydi bu, olması gerekenden fazlasını verdi Yavuz. Ki farkettiyseniz sürekli hediye alan birisi, bunları da oraya katarak söyleme taraftarı olmam.

 

Bir de, Evin'in bu pahalı hediyeler karşısında çekinmesi saçma bulunmuş. Gerçekçi düşündüğümüz takdirde kimse kabul edemez, özellikle de bir anda evlilik raddesine gelip, önümüze milyonlar serilmişken, her şeyden çekinir ya da şüphe duyarız. Zamanla belki alışır ama en başında daha her şeyde yeniyken bu tepkileri çok normal 💗

Şimdi daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıyor keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada beklediğimi unutmayın 🕯

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkıları: Majeste / Aşk Dediğin

 

Nalan / Olanlar Oldu Bana

 

Müzeyyen Senar & Dedublüman - Çağrı Çelik / Kimseye Etmem Şikayet

 

 

(İki versiyonu da çok güzel ama ikinci halinin bir tık yüksek tonlamada olması daha çok hissettirdi bana bölümü. Ve ayrıca öneride bulunan bir okurum, bana bu şarkının Evin'i çok iyi yansıttığını söyledi. Sözlerini dikkatle dinleyince bende aynı şeyi hissettim 🥹 buradan kendisine kocaman kalpler gönderiyorum.)

 

 

 

"Geçmişi yüzünden inancını kaybetmiş bir insana Hisetirebileceğin en güzel şey ; "Artık Ben Varım" cümlesini iliklerine kadar yaşayabilmekte."

 

 

 

Günler - Cemal Süreya

 

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

 

 

 

Kontrolümün dışında geçip gitmişti yıllar.

 

Elimden bir şey gelmediği gibi arkasından bakmakla yetinebilmiştim sadece.

 

Özlediğim anlar çok olmuştu, göz yaşlarımın arasında anımsadığım günler...

 

Umudum tükenmişti oysa, ya da ben öyle sanmıştım.

 

Ta ki o hayatıma girene kadar.

 

Bir bakış güvende hissettirmeye başlamıştı yıllar sonra. Bir gülümseme anılarıma götürmüştü beni. Ve bir kişi kalbimi yeniden attırmıştı.

 

Kahve gözleri bir gözden çok daha fazlasıydı. Her yeşillerime baktığında, beni içine çekmeye çalışan bir girdap gibiydi.

 

Ruhumdaki prangalara her saniye bir başka hamlede bulunarak, beni içine hapsolduğum o kafesin içerisinden çıkarmaya çalışıyordu.

 

Sözleriyle dengemi alt üst ettiği an, bedenimi sarıp sarlamayan o ateşi, yeniden tüm hücrelerimde hissediyordum.

 

"Ben dokunmamışım ağız tadıyla, sana ne oluyor lan?"

 

Susmasına rağmen hala kulaklarımda uğulduyordu sesi. Neden böyle davrandığını bilmiyordum ama artık tamamıyla bırakmama ramak kalan gardım yüzünden her tavrı beni daha da içine çekiyordu.

 

Nefesim boğazıma tıkanıp kalmış, gözlerimi kırpmayı unutmuşçasına yüzüne çıkarmıştım. Solukları, soluklarıma karışıyor, içime sızıyordu.

 

Göğsümü dövercesine atan kalbim canımı acıtırken, aldığım hiddetli nefesler yüzünden, sertçe inip kalkıyordu.

 

Üzerinde durduğu kolundan destek alırken, bedeniyle aramda olan mesafenin çokça az olduğunu farketmiştim.

 

Kafası ağır ağır yaklaştı, alnı varla yok arasında alnıma dokundu. Dili dudağının üzerinde dolaştı, kısılan gözleriyle uzunca gözlerime baktı. Boğazıma düğümlenen kelimeler, dilimden firar edemiyordu sanki.

 

Anın verdiği hissiyatla kapanan göz kapaklarım, bir kaç saniye içinde tenimi yakıp kavuran bir sıcaklığın kollarının arasına karışmıştı.

 

Bu öpmek sayılmazdı. Şayet bir dokunuştan çok daha fazlasıydı.

 

Gözlerime kondurduğu iki minik buse, tüm bedenimi titretmeye yetmişti.

 

"Bana ne yapıyorsun Evin..."

 

Daha öncesinde duymadığım boğuklukta çıkmıştı sesi, irkilerek gözlerimi açtım. Kahveleri bir şeyleri çözmeye çalışıyor gibi suratımda turluyordu. Ağzımın içinin kuruduğunu hissettim, zorlukla yutkundum. Başaramamış gibiydim.

 

Aynı ses tonuyla ofladı, ve ardından da kafasını yeniden kafama yasladı. Aldığı sert solukların arasında burnunu burnuma hafifçe sürtmeye başladı.

 

Bir soru sormuştu.

 

Bana ne yapıyorsun Evin...

 

O bana ne yapıyordu asıl? Böyle garip hisleri daha önce yaşamamışken, neden onun yanında olduğum her an böyle hissediyordum?

 

Derin bir soluk daha aldı, omzuma değen göğsü havalandı. Konuşmasını bekledim ama sanki bana inatmış gibi birbirine kenetlendiği dudaklarını aralamadı.

 

O an hala göğsümde yatan Aras'ı hatırlamıştım. Kapanmaya yakın duran gözleri ağırca kırpışırken, yakamı tutan eli çoktan gevşemişti. Yerimden doğrulmak istediğimi belli edercesine yerimde kıpırdandım hafifçe. Hala yakınımda duran Yavuz amacımı anlamıştı, bir süre daha kahve harelerinin hapsinde tutmuştu beni.

 

Az önceki dokunuşlarını sindirmeme fırsat vermeden bu seferde, köprücük kemiğinimin üzerine bırakmıştı dudakları izini.

 

Sıcak dokunuşu, buz kesen tenimi anında yangın yerine çevirirken, dudaklarının arasından firar eden öpücüğü, harabeden farksız olan bedenimi hayata döndürmüştü sanki.

 

Zihnim karman çorman olmuşken, tüm yakınlığına karşın, içimi donduracak hızla uzaklaşarak yerinde doğrulmuştu.

 

İkimizde tıkanıyorduk.

 

Ağır adımlarla giyinme odasına yürüdü ve bende arkasından onu izledim. Bir kaç saniye içinde girdiği yerden çıkarken, eli boş değildi. Parmaklarının arasında tuttuğu sigara paketinde olan bakışlarımı ağırca yüzüne çevirdim.

 

Gözlerine çöken karanlık, suratındaki ifadeyi çözmeme izin vermemişti. Boğazını temizlercesine öksürdü.

 

"Gelirim ben bir iki saate, uyu sende. Uyumuştur abimler."

 

Her defasında kendimi geri çekmeme rağmen bu sefer bir tepki vermediğimin farkına varmış mıydı bilmiyordum ama böyle arkasını dönüp gitmesini istememiştim. Kucağımda yatan Aras'ı yatağın üzerine bırakırken, çoktan odanın kapısına yaklaşmıştı Yavuz. Elini kulpa uzattığı an telaşla dudaklarımın arasından fırlayan ismine engel olamamıştım.

 

"Yavuz?"

 

Kafasını çevirdi bana. Tüm bedenim bir anda kasılırken, kal demek zor geliyordu. Başkası tarafından saçma görülecek bir şeydi belki ama olmuyordu. Yapamıyordum. Çabalıyordum ama yine de başaramıyordum. Gözlerim yanmaya başlarken, kucağımda duran ellerimi sıkıyordum. Ona kal desem kalır mıydı ki? Konuşamayacağımı anlamış gibi kafasını eğdi. İçime dolan kötü his bir anda büyürken, o açtığı kapıdan çıkıp gitmişti.

 

Sanki bunu bekliyormuş gibi sağ gözümden düşen bir damla yaş, kucağımda duran ellerimin üzeriyle buluşurken, farkında olmadan salladığım ayağıma bakıyordum.

 

O an aklımdaki düşünceleri sıraya sokamazken, kenardaki yastıkları hızlıca Aras'ın yanına koymuştum. Sonrasında ise az önce Yavuz'un kapattığı kapıyı açarak, merdivenlerin olduğu tarafa doğru koşmaya başlamıştım.

 

Konağın büyük kapısını açacağı esnada yakalamıştım onu. Koşmamdan dolayı nefesim hızlanırken, yaptığım fazla sesten olsa gerek kafasını arkaya çevirmişti. Merdivenin son üç basamağında dikilen bana attığı anlamsız bakışlar, yerimde kıpırdamama sebep olurken, nefesimi kontrol altına almaya çalışıyordum.

 

Havaya kalkan kaşıyla kafasını salladı.

 

"Bir şey mi oldu?"

 

Tırabzana sardığım elimin içi terlemeye başlarken kafamı aşağı doğru eğdim.

 

"Evet, oldu."

 

Hala düzensiz olan nefesim yüzünden iki kelimeyi zor çıkarmıştım. Kalan üç basamağı da tamamıyla inerek, ona doğru yürümeye başladım. Boş olan elini cebine sokarken, alayvari bir ifadenin yüzüne yayıldığını görmüştüm. Umursamadım.

 

"Ne oldu?"

 

Dedi, soluklanmama fırsat vermeden. Başka şartlarda olsa beni öptüğü için benim oradan uzaklaşmam gerekirdi, fakat onun odadan çıkıp gitmesi, hem de gecenin bir vakti, bana iyi şeyler düşündürtmüyordu.

 

"Gidemezsin."

 

Kendimden emin çıkan sözlerim beni fazlasıyla şaşırtırken, bunu ona yansıtmamak için dişlerimin arasına kıstırdığım dudağımı kemiriyordum.

 

"Sebep?"

 

Sesi her ne kadar ciddi çıkmış olsa da, gözlerindeki parıltılar benimle dalga geçtiğinin belirtileriydi. Onun çoğu zaman karşısındaki kişiyi sorguya alışında yaptığı gibi ellerim benden bağımsız belimin arkasında birbirine kenetlenmişti.

 

Ondan kısa olan boyumla karşısında, dimdik durmaya çalışıyordum. Başarılı olup olmadığım hakkında bir fikrim yoktu ama tüm kozlarımı şu anda kullanmam gerektiğinden başka bir şey bilmiyordum.

 

"Çünkü... çünkü ben tek başıma Aras'a bakamam. Amcasısın sen onun, öyle canının istediği an bana bırakıp kaçamazsın."

 

İşaret parmağı kaşının ortasındaki çukurun üzerini kaşırken, eğdiği kafası yüzünden suratındaki ifadeyi görememiştim. Kızacak olması ihtimali her ne kadar zihnimi meşgul etse de, sözlerimin arkasında durduğumu belli edercesine kafamı hafifçe kaldırdım.

 

Kahveleri ilk önce burnuma düştü, dişlerinin arasındaki dudağının kenarı titremiş gibi oldu bir anlığına.

 

"Öyle mi?"

 

Gözüm elinde duran pakete kaydı bir kez daha. Beni takip ederek o da elindeki pakete bakmıştı. Parmaklarının sarmaladığı kutuyu avucunun içinde sıkarken, kendisi ile girdiği bir savaşın içindeymiş gibi duruyordu. Kafamı salladım.

 

"Öyle."

 

Dedim. Son bir kez daha çatık kaşları ile pakete baktıktan sonra, öylece dikilmeyi keserek bir kaç adım atmıştı üzerime. Duracağını bildiğim için geriye gitmemeye özen gösteriyordum.

 

Ayaklarımızın arasında santimler kalırken, omuzları görüş açıma düşmüştü.

 

"Öyle olsun madem, yürü bakayım."

 

Bedenim komutunu bekliyormuş gibi harekete geçerken, gitmeyecek olması içime huzuru doldurmuştu. Bana soruyordu ama, asıl kendisi bana ne yaptığının farkında mıydı?

 

Gecenin sessizliğinin içinde odamıza girmiştik. Arkamda duran bedeni ben yatağın üzerine otururken, banyoya girmiş, bir kaç saniyenin ardından da yeniden yanımızdaki yerini almıştı. Uyuyan Aras'a kısa bir bakış atarken, yatağın boş tarafına sessizce oturdu. Yandan attığım bakışları görüyor muydu bilmiyordum ama bir şeyler söylemesi gerektiğini düşünüyordum.

 

"Ben buradayım, üzerini değiştir istersen."

 

Kırmızı elbiseme kısaca bir bakış atarak, az önce oturduğum yerden kalktım. Onu yeniden buraya çağırmış olmam mıydı hoşuna gitmeyen şey yoksa başka bir sebebi mi vardı?

 

Surat ifademi anlamasına izin vermeden giyinme odasından aldığım kıyafetlerle birlikte lavaboya girmiştim. Aynadaki yansımamla bakıştım bir süre. Bir şeyler yoluna giriyordu, farkındaydım. Fakat tecrübe ettiğim kötü olaylar yüzünden, karşımdaki adama karşı nasıl karşılık vereceğimi bilmiyordum.

 

Hala yabancıydık belki de, ona dair bir kaç şeyin dışında, doğru dürüst tanımıyordum bile. O, bana karşı bu kadar düşünceli davranırken bir de, aklım daha çok karışıyordu.

 

Elbiseyi çıkardıktan sonra arkamı dönerek aynadan sırtıma baktım. Bu izleri gördüğü zaman hiç bir şeyin aynı kalmayacağını biliyordum.

 

Bir çocuğun öldürülüşünün kanıtıydı bunlar.

 

Sağ omzumun altındaki kalın ize dokunmaya çalışmıştım ilk önce. Parmaklarımın altındaki kabarık kısım mıydı acıyan yer yoksa kalbim miydi... karar veremiyordum.

 

9. yaş günümde ilk kez amcam tarafından şiddete maruz kalmıştım. Tüm gün boyunca anne, babamın geleceğini düşünerek oturduğum kapının önünden içeriye sokarken beni sarhoş olduğundan emindim oysa ki. Ne sözlerim, ne de ağlayışlarım durdurmuştu onu. Gücüm dahi yetmezken, hıncını alamayıp belindeki kemeri çıkartarak sırtıma vurmuştu defalarca.

 

Bana ailemden kaldığına inandığım beyaz elbisem o gece kanımla kırmızı olurken, ben annemin hediyesine sahip çıkamadım diye ağlamıştım.

 

Bir ara ağlayışlarımın arasında odaya gizlice giren Alim sakinleştirmeye çalışmıştı beni, o zamanlar küçüktü. Her ne kadar ailesi kötü olsa da, ağladığım anlarda vicdanı sızlıyordu. Öyle ki, bana ailemin geri döneceğini söylemişti. Çocuk aklım buna inanmıştı, ve sırtımdaki hala kanayan yarayı unutturarak, elime aldığım bir bez parçasıyla elbisemi temizletmeye başlamıştı.

 

1 yıl geçti, 2 yıl geçti, 3 yıl geçti...

 

Ve herkes, her şey değişti. Küçükken ağlamama üzülen çocuk, artık beni kendisi ağlatıyordu. Öyle ki amcamın sözlerinden daha çok canımı yakıyordu bu. İnsanlara güvenmemem gerektiğini öğretmişlerdi bana.

 

Annemden kalan tek varlığa sahip çıkamayan anneannem vardı bir tarafta da. Dedem izin vermemişti ona, öyle diyorlardı...

 

Zihnime bir kaç puslu sahne düştü ağırca. Anneannem... gerçekte o kimdi ki? Annem tek çocuk değildi, dayılarım, teyzelerim vardı. Onların çocuklarına kol kanat germişlerken, neden beni de yanlarına almamışlardı?

 

Bunları yaşamama neden izin vermişlerdi?

 

Sıkı sıkıya kapattığım gözlerim titrerken, kenara bıraktığım pijama takımını elime alarak hızlıca üzerime geçirdim. Yüzüme bir kaç defa soğuk su çarpmayı ihmal etmezken, daha fazla dikkat çekmemek için banyodan çıkmıştım. Aras'ın yanında uzanan Yavuz telefonundan bir şeylerle uğraşıyordu. İçimi kemiren şeyleri içimde tutamayarak dudaklarımı araladım.

 

"Gerçekten gidecek miydin?"

 

Dudağımın iç kısmını ısırırken, sorumun içindeki gerçek anlamı bulacağını umuyordum. Yeşillerim kahvelerine bakarken yutkundum, söz vermişti. Gitmezdi değil mi?

 

Elinde tuttuğu telefonu kenara bıraktıktan sonra uzandığı yerden doğrularak ayağa kalktı. Gözleri böylesine dikkatle gözlerimi izlerken, attığı adımları onu yanıma getirmişti. Nedendi bilmiyordum ama kollarının arasına sığınarak ağlamak istiyordum şimdi.

 

Ne olursa olsun kendisine güvenmemi sağlamıştı. Korkmama rağmen bu riski alıyordum.

 

Kaşları usulca çatılırken, o da benim gibi yutkunmuştu.

 

"Hayır, gitmeyecektim. Gidemezdim."

 

Ses tonu sözlerinin gerçekliğini kanıtlarcasına netti. Gözlerimi delen irisleri, biraz daha koyulaştı.

 

"Sana ne yaptılar Evin?"

 

İlk defa birisi bu kadar açık bana bu soruyu soruyordu. Ne cevap vermem gerektiğini bilemedim. Oysa verecek çok cevabım vardı... Omuzlarımı salladım bir çocuk gibi, başka şartlarda başka bir şekilde tanışsak belki şu anda çok daha iyi olabilirdi her şey.

 

Korkularım yüzünden atmaya çalıştığım adımlarımı geriye çekmezdim mesela, ya da insanlara karşı ördüğüm bu büyük duvarların arasında sıkışıp kalmazdım.

 

"Sarılabilir misin bana?"

 

Daha saatler öncesinde beni öptüğü için dilim tutulan ben değilmişim gibi, dudaklarımın arasından dökülmüştü kelimeler. Kollarının arasında olmanın verdiği rahatlığı bir kez tatmışken, şu anda ihtiyacım olan şeyin bu olduğunu düşünüyordum. Afalladı. Neredeyse bir çok duyguyu saklayabildiği hareleri, bu sefer kendisini gizlemesine müsaade vermemişti. Ve tek afallayan kendisi değildi.

 

"Gel buraya."

 

Eli saçlarımın üzerinden başıma ulaşırken, göğsüne denk gelen kafamı, ağırca bedenine bastırarak, kollarının arasına almıştı beni. Tereddütlerimi kenara attım, hem de kendime söylediğim tek bir cümle ile.

 

O benim kocamdı. Önce iyi davrandıktan sonra, sırtımdan vurmazdı.

 

Ellerim beline sıkı sıkıya tutunurken, kulağımın altındaki varlığın atışını dinlemeye başladım. Ağlamak için yanıp tutuşan tarafımı zaptetmeye çalışmak zordu, bir de onun kollarının arasında, ondan sevgi umarken, hiç kolay değildi. Ama unuttuğum şey, onun beni, benim onu tanımamdan daha çok tanımış olmasıydı.

 

"Ağlarsan rahatlayacak mısın?"

 

Gözlerimi yüzüne çevirdim, yüzüm hala göğsüne yaslıydı. Dudaklarımı kıvırdım, ağlayınca geri gelmeyecekti bir şeyler. Saçlarımın üzerinde duran elini yüzüme yerleştirerek, tenimin üzerini okşamaya başladı ağırca. Dudakları varla yok arasında kıvrılmıştı.

 

"Sen ne güzel diklendin aşağıda bana öyle."

 

İşaret ve baş parmağı ile burnumun ucunu hafifçe sıkmış, ardından da elini yeniden yüzüme yaslamıştı. Kafamı dağıtmaya çalışıyordu. Yutkundum.

 

"Sinirlendin mi bana?"

 

Tereddüte düşsem de söyleyebildiğim şeyler beni mutlu ediyordu. Ağlarken de ona kendimi açıklamak istiyordum, gülerken de. Ben babamın küçük nazlı kızıydım, her an sözlerimin ona geçeceğini düşünürdüm çünkü. Fakat onlar gittikten sonra değil nazım, sözüm bile geçmemişti kimseye. Hayatım onlarla bitmişti. Dilini damağına vurarak cıkladı. Gözlerindeki öfke pırıltıları yavaş yavaş yok oluyordu.

 

"Sinirlenmem mi gerekiyordu hanımağam?"

 

Yaptığı şeylerin dışında onun yanımda olmasının mutluluğu sarmıştı dört bir yanımı. Gülümsedim. Gözleri dudaklarıma kaydı.

 

Bu esnada hala yatağın ortasında uyuyan bir bebek vardı. Hızlıca bir bakış attım oraya, hala uyuyordu mışıl mışıl.

 

"Neden bu kadar içmişler?"

 

Diye sordum. Onun da gözleri Aras'a kaydı. Gözleri bu küçük bebeği bulunca, parıldıyordu sanki.

 

"Gönül işleriymiş."

 

Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalkarken, hüzünlü halimi kenara atmak istediğim için, onunla konuşma çabasına girmiştim. O da durumumu zaten anlamış, kendisiyle konuşmam için bana karşılık vermeye başlamıştı.

 

"O yüzden mi şarkı söyleyerek geldi Boran?"

 

Kafasını salladı, fakat gözlerindeki ifadeye bakılırsa kardeşinin hala bir çocuk olduğunu düşünüyordu. Yeniden bir şey söyleyecekken bakışları bir başka detayı hatırlamış gibi ağırca kısıldı. Ardından da dikkatli bir şekilde gözlerime bakmaya başladı. Kendimi bir anlığına sorguya çekilmiş gibi hissetmiştim bu tavrından dolayı.

 

"Mirza, Mihrimah ne iş?"

 

Sanırım doğru hissetmiştim. Baya baya sorguya çekmişti beni. Ona attığım şaşkın bakışların arasında şüphelerimi ve bildiklerimi unutarak kafamı salladım.

 

"Mirza ve Mihrimah mı?"

 

Kısık bakışları tepkime hiç inanmış gibi durmuyordu, ama ben inandığını varsayıyordum. Bu konuyu kapatmak için kollarının arasından çekilmeye çalıştım, amacım yatağa girip uzanmaktı. Ama olmadı. Geri gitmeme izin vermediği gibi, belimde duran ellerinin tutuşu sıkılaşmıştı. Dakikalar içinde kaç duygudan duyguya girdiğimi sayamazken, son zamanlarda bu durumun arttığının farkındaydım.

 

Karnındaki sıkı kaslarının kıvrımlarını, kendi bedenimde fazlasıyla hissederken, daha öncesinde de yaptığı gibi hafifçe eğilerek tek hamlede bedenimi kucağına almıştı. Refleksle beraber ellerim omuzlarını buldu. Sıkıca tutundum. Aras'ın odada olduğu gerçeğiyle bağırmaktan son anda kurtulmuştum.

 

"Yavuz, niye böyle ani hareketler yapıyorsun?"

 

Sitemimi duymazdan gelerek, odanın içindeki koltuğa adımladı ve kucağındaki benle birlikte üzerine oturdu.

 

Bedenimin altındaki bedeni arabada yaşadığımız anı zihnime düşürürken, kalkmak için yaptığım hamleyi ustalıkla savuşturup, iri elleriyle kontrol altına almıştı.

 

"Yalan konuşmak yoktu."

 

Dedi. Kahve harelerine bakılırsa az önceki olaylardan tamamıyla soyutlanmıştı.

 

"Yine de konuşursan eğer güzelim, doğrusunu öğrenene kadar elimden geleni yaparım."

 

Kaşlarımı çattım, bu konu hakkında istediği şeyleri ona söyleyemezdim.

 

"Sana neden yalan konuşayım ki ben?"

 

Sol kaşı havaya kalktı. İnanmadığını bu kadar açık bir şekilde bana belli etmesi, vereceğim tepkilere yansıyordu.

 

"Küçük karım... bekliyorum."

 

Güzelim.

 

Yavrum.

 

Fıstığım.

 

Ve şimdide...

 

Küçük karım.

 

Sözlerinin etkisi altına girdiğimin farkındaydı. Onun sesinden duyduğum her bir kelime dengemi alt üst ederken, imalı sözlerine karşı dik durmak imkansızlaşıyor gibiydi.

 

"Ne demeye çalışıyorsun sen, arkadaş olamazlar mı?"

 

Yarın kesinlikle bu konuyu Mihrimah'la konuşmam gerekiyordu. Yavuz'un sözleri ve tavrı, hiç iyi durmuyordu. Kaşlarını kaldırıp indirdi.

 

"Mirza, onun arkadaş olacağı yaşıtı değil."

 

"Bir dakika bizim de aramızda yaş farkı var, hem Mihrimah benden sadece 3 yaş küçük, Mirza da senle yaşıttır herhalde?"

 

Bu sözlerimle yaş konusu adı altında yaptığı imanın yanlış olduğunu farketmesini istiyordum. Mihrimah'tan öğrendiğim kadarıyla 32 yaşındaydı Yavuz, ve aramızdaki 8 yaş bakıldığı zaman büyüktü. Lakin şu yaşadığım şeylerden yola çıkarak bu yaş farkını hiç hissetmemiştim. Tam tersine Yavuz'un olgun ve ağır tavırları benim adıma iyi bir şeydi. Kucağında olduğum için yakın olan yüzlerimizin arasındaki mesafeyi biraz daha indirdikten sonra burnunu boynuma yaslayarak içimi titreten bir soluk aldı.

 

"Şimdilik kapatıyorum bu konuyu. İlgilenmem gereken daha önemli şeyler var."

 

Belimdeki ellerinden bir tanesi enseme doğru kayıp, başımı tutarken, boynuma bir kaç milim uzaklıkta duran dudaklarını, çeneme bastırmıştı. Ve dokunuşu beklediğimin aksine sert olmuştu. Ufak ufak dudakları yer değiştirdi,dudağımın kenar çizgisine gelene kadar bir sürü öpücük bıraktı. Ve o çizgiye geldiğinde hareket etmeyi kesti. Kapattığım gözlerim, usulca açılırken, karşısındaki dağılmış halim hoşuna gitmişe benziyordu. Yaklaştı ve dudaklarını dudaklarıma uzattı. Sadece dokunuşunu hissediyordum, lakin hareket etmiyordu. Öylece durdu, bir şeyler yapmamı bekliyordu belki de ama her ne kadar adım atmış olsam da şu anda ona bu karşılığı verecek kadar cesaretim yoktu. Saniyelerce bekledi, kendi iradesini kontrol altına almakta zorlandığını bedeninin kasılmasından anlıyordum, ama pes etmiyordu. Kulaklarımda kendi nabzımın sesini duyarken, inadına yenilmişti sonunda. Kendisini bekletmiş olmamın hırsını da üzerine ekleyerek, büyük bir hoyratlıkla, dudaklarıma yapışmıştı.

 

Kucağında yan bir şekilde duran bedenim onun hareketleriyle birlikte yönünü kendisine çevirirken, sızlayan dudaklarımın arasından homurdanıyordum. İşler daha da büyümeye başlarken, olduğumuz pozisyonu bana hatırlatan şey ağlamaya başlayan Aras olmuştu.

 

İnce çığlığına, iç çekişleri eklenirken, dudağımda hüküm süren dudaklardan geriye kaçarak hızlıca ayaklanmıştım.

 

Yere bastığımda kaybettiğim dengem yüzünden sendelerken, koltuktaki Yavuz'da ayağa kalkarak belimden tutmuştu.

 

Alnındaki ince damar şişmiş, atıyordu. Gözleri ise daha da koyu bir kahvenin tonuna bürünmüştü. Dudaklarına bakmadan iç çektim. Yatağın yanına kadar elini belimden çekmedi.

 

"Otur sen."

 

Ayakta durmakta zorlandığım için anında onu dinleyerek yatağın üzerine oturmuştum. Ağlayan Aras'ı kendisi de oturduktan sonra kucağına aldı. Küçük bebek, amcasının kendisine fısıldayan rahatlatıcı sesiyle kısa sürede ağlamasını kontrol altına alırken, iç çekişleriyle mırıldanıp, yattığı sert kolların arasında kıpırdanmayı unutmuyordu.

 

"Karnı acıkmış olabilir mi?"

 

Sorumla beraber gözleri beni bulurken, ağzındaki emziği hırsla emen bebek bize başka bir şey düşündürtmüyordu. Kafasını salladı.

 

"Olabilir."

 

Oturduğum yerden kalktım hızlıca, komidinin üzerinde duran telefonumu elime alıp rehberden Berivan'ın numarasını bulup arama kısmına dokundum. Kısa bir bekleyişin ardından, sıkıntılı sesini duymuştum.

 

"Delireceğim Evin, küçük bir çocuk gibi mızmızlanıyor Miraç."

 

Aramayı yanıtlar yanıtlamaz yakınması beni güldürürken gözlerim yatağın üzerindeki ikiliyi buldu.

 

"Ben şey diyecektim sana, Aras acıktı sanırım."

 

Arka planda sesini duyduğum Miraç abi, gerçekten bir çocuk gibiydi.

 

"Biberonu ve maması mutfakta, halledebilir misiniz?"

 

Kafamı salladım görecekmiş gibi.

 

"Tamam, merak etme. İyi geceler."

 

Telefonu geri yerine koyarken, Yavuz'a dönmüştüm.

 

"Maması mutfaktaymış."

 

Kafasını salladı ve yerinden kalktı. Aras'ın ise uykusu çoktan açılmıştı. Yavuz iki eliyle tuttuğu bebeği omzuna doğru yaslarken, karşımdaki şaşkın suratıyla göz göze gelmiştim. Kollarını Yavuz'un sert omuzlarına yaslayıp, saçlarının döküldüğü alnıyla, minik bir bakış atmıştı bana.

 

 

 

 

 

(Temsili olarak düşünün.)

 

 

 

"Yiyeyim mi seni?"

 

Boğum boğum olan kolları, onu öpmem için beni gaza getirirken, omzunun üzerinden dönerek kısa bir bakış atmıştı Yavuz. Bu hali komiğime giderken sessizce gülmeyi ihmal etmemiştim. O önde ben arkada mutfağa girmiştik. Masanın üzerinde duran mama kutusunu elime aldım, fakat daha öncesinde yapmadığım için kullanımına dair bir bilgim yoktu. Yardım istercesine gözlerim Yavuz'u bulurken, omzundaki Aras'ı kucağıma uzatmıştı. Onun kutuyu alıp tezgaha ilerlemesini izlerken, bende bir kaç adımla yanındaki yerimi almıştım.

 

Tezgahta duran biberonu eline aldıktan sonra içine, mamayla birlikte ısıtıcıda olan sudan koymuştu. Uzun boyuyla, elinde biberon görmek garip gelirken, ağzınızı kapattığı şişeyi sallamaya başlamıştı. Gözleri bizi bulurken, sağ elinde tuttuğu biberona bakmıştım. Benim aksime oldukça rahat bir şekilde hazırlamıştı mamayı.

 

İyice karıştığından emin olduktan sonra, elinin üzerinde kontrol etmesi de gözümden kaçmamıştı.

 

"Al bakalım."

 

Elime uzattığı biberonu ondan alarak, masanın etrafındaki sandalyelerden bir tanesine oturdum. Aras biberonu gördüğü için, çoktan hareketlenmeye başlamıştı. Ağzına yaklaştırdığımda ise, neredeyse havada kapmıştı. Bu hali komiğime giderken, mutfağın içinde onun iştahla çektiği mamadan başka bir ses yoktu. Ağzı yoruldukça aralarda ufak molalar versede, dakikalar içinde mamayı bitirmişti.

 

Gözleri de bununla beraber yeniden kapanırken, içinde olduğum bu garip anı anlamaya çalışıyordum. Yavuz ile bolca vakit geçirdiğim anlardan bir tanesini daha yaşamıştım, her ne kadar bu duruma alışmam gerekse de içimdeki heyecana kapılıyordum.

 

Yavuz, hayatımda tanıdığım nadir insanlardan birisi olmuştu benim için. Her an bir başka özelliği ile baş başa bırakıyordu beni. Onun katmanları vardı ve ben, istemsizce hepsini görmek istiyordum. Ona alışan ruhumu ise, bir tek ona açarken tereddüt etmemeye çalışıyordum.

 

 

 

~

 

 

 

Tabağımın içindeki kahvaltılıkları zorla yemeye çalışırken, yanımda oturan adam sürekli bir yenisini uzatıyordu. Şişen yanaklarım ile ona sinirli bir bakış atarken, parmaklarının arasında tuttuğu çayından bir yudum almıştı.

 

"Bitecek hepsi."

 

Her kahvaltıda olduğu gibi bu sabahta, daha fazla yemem konusunda beni ikaz etmişti. Onun yüzünden de kahvaltının başından beri ağzım bir saniye boş durmamıştı. Masadaki sessizlik garip bir hal alırken, gözlerim çaktırmadan Miraç abiyle Berivan'ı buluyordu. Sabaha karşı yanımızdan aldığı Aras, gece uyumadığı için kahvaltıdan önce yeniden uyumuştu.

 

Berivan'ın kocasına hala kızgın olduğu, kendisine uzattığı domatesleri almamasından belli olurken, sofranın diğer ucundaki Boran hala uyanamamış gibiydi.

 

"Ne bu hal?"

 

Mümtaz Ağanın gözleri tam olarak Boran'ın üzerindeydi. Tabağındaki bakışlarını kaldıran Boran, bir kaç defa konuşmaya çalışsa da diyeceği şeylere karar veremeyerek susmayı tercih etmişti. Heja dapir ise iki torununun geceden kalma olduğunu çoktan anlamıştı.

 

"Yine içtiniz zıkkamları?"

 

Sorudan daha çok tespit gibiydi bu. Gözlerim bir onu bir de tepkilerini görmek istercesine ikiliyi buluyordu.

 

"Şey.. daye..."

 

Mırıltıları dahi zar zor duyulan Boran, yardım etmesini istercesine Yavuz'a dönmüştü. Çayından bir yudum daha alırken, çatık kaşlarının hedefi kardeşiydi.

 

"Şirkete gideceğiz oyalanmadan hazırlan."

 

Boran duyduğu sesle birlikte aile üyelerinden izin isterken, Yavuz'u onaylayarak yerinden kalkmıştı. Zümrüt Hanım ise, bir şeyler döndüğünün farkında olan bir diğer isimdi. Merakla giden oğlunun arkasından kısa bir bakış atmıştı, sonrasında da soran bakışlarını Yavuz'a çevirmiş, Yavuz'da annesine sorun yok dercesine kafasını sallamıştı.

 

Bu şekilde geçen kahvaltı faslının ardından erkekler şirkete gitmek için evden ayrılırken, korumaların biriyle Berivan ve Heja daye de evlerine gitmişti.

 

Yeniden sessizliğe bürünen konağın mutfağında, Mihrimah'ın sevdiğini söylediği kekten hazırlıyordum, o da elindeki limonları meyve sıkacağından geçirerek özel tarifi olduğunu söylediği limonatadan sıkıyordu.

 

Düğün günü çekilen fotoğraf ve videolar, bir kaç dakika önce eve gönderilmişti. Bunu duyan Mihrimah'ta kayıtları hep birlikte izlememiz gerektiğini söyleyerek elimden tuttuğu gibi beni mutfağa çekmişti.

 

Hazır olan sıvı hamuru kek kalıbına boşalttıktan sonra, Gül teyzenin hazırladığı fırına yerleştirdim. Kızı Gonca, okul işlerini ayarlamak için babasıyla birlikte şehir dışına çıkmıştı, Nazan ve Şilan'da bize yardım ediyorlardı.

 

"Bir tek pişmesi kaldı, geçelim salona. Hazır olunca servis ederiz."

 

Elindeki limonatayı dolaba yerleştiren Mihrimah'ı onaylayarak havluyu bıraktım. Kızlara ufak bir işaret verdikten sonra hep birlikte mutfaktan çıkmıştık. Salona girince bizi Zümrüt Hanın karşılamıştı. Televizyonda bir diziye bakıyordu.

 

"Kapatıyorum şimdilik diziyi anne, düğün videosuna bakacağız."

 

Kafasını sallayarak onay vermişti. Anladığım kadarıyla o da bizimle birlikte izleyecekti. Büyük televizyona, elindeki flashı takan Mihrimah bir kaç tuşa bastıktan sonra videoyu açmıştı.

 

Bizim çıkışımızdan öncesini de çeken kameramanlar sayesinde, arka tarafını göremediğim mekanı yakından görme şansım olmuştu.

 

"Ayy Tülay yengemi görüyor musun anne?"

 

Mihrimah'ın sesiyle beraber ekranda olan bakışlarım Zümrüt Hanımı bulmuştu. Suratına memnuniyetsiz bir ifade yayıldı ilk önce.

 

"İki yüzlü."

 

Dudaklarının arasından çıkan kelimeler kızını güldürürken, ekrandaki kadının kim olduğunu öğrenmek için Mihrimah'a dönmüştüm.

 

"Lerzan'ın annesi, Tülay."

 

Madem sevmiyordu neden kızıyla zamanında oğlu nişanlanmıştı anlayamamıştım. Daha fazla bu gereksiz detayı düşünmek istemediğim için videoyu izlemeye devam ettim.

 

Yaklaşık olarak yarım saatin sonunda tepsiye koyduğu kek ve limonata ile Gül teyze yanımıza gelmiş ve bize katılmıştı. Bu konaktaki kadınların sıcaklığı biraz daha içime yayılırken, onlarla yuva olmanın nasıl bir his olduğunu bir kez daha anımsamıştım.

 

 

 

~

 

 

 

 

Yazardan:

 

 

 

 

 

Tüm korumalar Yavuz'dan aldıkları komutlarla beraber araçlarına yerleşirken, biraz ilerisinde duran üç adam dikkatle kendisini izliyordu.

 

"Abi, kapısına dayandığımızda ne olacak? İnkar ettiği müddetçe, bir şey yapabilir miyiz?"

 

Yavuz, Akif'in sorusuyla beraber hafifçe gülümserken, ellerini cebine sokmuştu. Her bir detayı araştırıp, düşünmüştü. Vardı bir planı.

 

"Adamlar karakolda, ifade veriyorlar şu anda."

 

Bir süre önce serbest bıraktığı fakat hala takip ettiği adamları, bu sabah aramış olduğu polis arkadaşına ihbar etmişti. Onlara bu emri veren kadar, yaptıkları için onlarda suçluydu. Kısa süre içinde evlerinden alınan iki adam karakola götürülürken, Yavuz'un avukatları da olaya çoktan müdahil olmuştu. O sırada çalan telefonuyla konuşmasını sonlandıran Yavuz ekranda gördüğü isim ile çoktan gülümsemeye başlamıştı. Arkadaşı Vural arıyordu.

 

"Görev tamamlandı kardeşim, yarım saate ekipler alır çakma ağamızı."

 

"Eyvallah Vural, bu iyiliğini unutmayacağım."

 

Önündeki dosyaları kenara iten adam alayla gülümsemişti. Yavuz onun askerden arkadaşıydı. Kendisini kurşunun ucundan koruyup, önüne siper olacak kadar gözü pek olan bir adamdı.

 

"Yok iyilik falan Yavuz Ağam. Görevimiz."

 

Gülüşü Yavuz'a ulaşırken, cebine koyduğu eliyle yürümeye başlamıştı Yavuz. Sonlanan arama ile en öndeki kendi aracına binmişti. Hala kendisini izleyen üç adama dönüp tek kelime etmemişti ve gidene kadar da etmeyi düşünmüyordu.

 

Arkasından gelen araçlara kısa bir bakış attıktan sonra, asfaltı ağlatma uğruna aracın hızını düşürmeden yola kilitlenmişti.

 

"Behram iti, bakalım bundan sonra da böyle konuşabilecek misin?"

 

15 dakika kadar bir sürenin ardından aracın hızını düşürürken, özellikle ağaların toplandığı bu günü tercih etmişti. Hepsi masaya oturmuş kendisini bekliyordu, ve bunu bilerek hareket etmek onu fazlasıyla keyiflendiriyordu.

 

Aracından inerken arkasındaki adamları da kendisini takip etmeye başlamıştı, kapının önündeki silahlı iki adamdan bir tanesi kapıyı açtı geçmeleri için.

 

Behram'ın konağının avlusunda toplanılmıştı bu sefer. Avlunun ortasında hazırlanan uzun masanın etrafındaydı hepsi. Kendisine ayrılan baş köşeye geçerken, bir iki dakika sonrasında da suratındaki sert ifadeyle Mirza girmişti içeriye. Kısa bir selamlaşmanın ardından ekip tamamlanmıştı.

 

"Evlilik yaramış demek isterdim ama, pek yaramamış sanırım Karadağ."

 

Yaşlı adamın hırıltılı sesi, masadaki tüm ağaların dikkatini çekerken, Yavuz dudaklarının sinirle kıvrılmasana izin vermişti. Masanın üzerinde duran elinin parmakları ağırca ritim tutuyordu.

 

"Geç kaldın."

 

Yavuz kafasını sallayarak onu onayladı.

 

"Haklısın geç kaldım, ama keyfim geç gelmek istedi ne yaparsın Behram Ağa."

 

Kolundaki saatine kısa bir bakış attı. 10 dakikası vardı aşağı yukarı.

 

"Herkes burada toplanmışken, önemli bir kaç şeyden bahsetmek istiyorum."

 

Hepsinin dikkati şimdi Yavuz'daydı. Biliyorlardı ki bu adam ne zaman konuşacağını söylese, bir şeyler ters gidiyor, yoldan çıkıyordu.

 

"Buradaki herkesin kabul ettiği, uyduğu bazı kurallar var. Biliyorsunuz zaten."

 

Teker teker bakmıştı hepsine. Üzerlerinde kurduğu hakimiyetin farkındaydı.

 

"Biriniz dahi bu kuralları yok sayarsa, yapılacak olan prosedürden haberdarsınız."

 

Şimdi iki elini masanın üzerinde birleştirmişti genç adam. Kahve hareleri bir kuzgun kadar keskin bakıyordu, dilinin ucundan dökülecek olan her kelime, bir başkasın ölüm fermanının önsözü gibiydi.

 

"Uyardım... Saygımı aşmadan o şerefsize benden uzak durmasını söyledim."

 

Adamlar şüpheyle birbirlerine bakarken, Behram Ağa yerinde hafifçe kıpırdanmıştı. İş birliği yaptığı adamları tehdit ettiği için söz çıkacağını düşünmüyordu lakin şu anda duyduğu kelimeleri üzerine alması gerektiğini hissediyordu.

 

"Benim canıma, en önemlisi de karım olacak kadının canına zarar verme cesaretinde bulundu."

 

Şimdi içeriye girdiği andaki sakinliği yok olmuştu. Dakikalar sonra içeriye girecek olan polisler tarafından olaya müdahale edileceğini bildiği için vakit kaybetmeden yeniden dudaklarını aralamıştı.

 

"Bana meydan okuyacak kadar yürekli olduğunu bilmiyordum Behram Ağa, belki de yürekli olmaktan ziyade aptalsındır."

 

Masanın etrafındaki adamların gözleri Behram'ı bulurken, onun böyle bir şeyi yapma sebebini anlamaya çalışıyorlardı.

 

"Senin aksine kartlarımı açık oynamayı tercih ediyorum ben."

 

Ellerini masanın üzerine koyup yerinden kalkarken, zemine çarptığı sert adımlarıyla yavaş yavaş yanına yaklaşmaya başlamıştı Yavuz. Eli belindeki silahına uzandı ve aynı yavaşlıkla eline alarak emniyetini açtı. Onun hamlesiyle birlikte Behram'ın adamları da silahlarına uzanacakken, durmalarını sağlayan şey Yavuz'un adamları olmuştu. Diğer ağalar ise haklı buldukları Yavuz'u sadece izliyorlardı.

 

"Bu manyağı izleyecek misiniz?"

 

Herne kadar kontrol etmeye çalışsa da korkusunun yansıdığı sesi titremişti Behram ağanın. Görüyordu ki adamları etkisiz hale getirilmiş, masanın etrafında dizili olan diğer ağalar kendisine sırt çevirmişti. Dilini damağına vurarak ard arda cıkladı Yavuz.

 

"Manyak mı? Hiç yakışmıyor sana böyle konuşmak sevgili dayıcığım."

 

Bu adamın kendisine dayılık yapmadığı gerçeği, tüm olaylarla birleşince sinirleri daha da bozuluyordu. Annesinin yaşadığı şeylerin altından da bu adamın çıktığını biliyordu, ne kadar annesini üzmemek için saklıyor olsa da. Defalarca uyarmıştı bu adamı, fakat inatla bir yerde yoluna çıkıyor, Yavuz'dan güçsüz oluşunu yaşlı bedenine yediremiyordu. Özellikle de kızıyla bozulan nişanından sonra, tamamıyla düşman kesilmişti.

 

Elindeki silaha baktı kısaca, dudakları kıvrıldı.

 

"Senin için kasadan çıkardım bunu, hadi yine iyisin özel muamele göreceksin."

 

Koyu gözlerini diktiği adamın korkusunu görebiliyordu.

 

"Korkutmaya çalışıyorsun beni, başaramazsın."

 

Öyle mi dercesine gülümsedi Yavuz. Gözünün döndüğü zamanlarda kimseyi göremediğini demek ki anlamamıştı bu yaşlı adam. Hiç kimsenin beklemediği anda silahıyla bir el havaya ateş etti. Ani sesle bir kaç kişi irkilirken, gözlerindeki tehlikenin çanları çoktan çalmaya başlamıştı genç adamın. İkinci kurşunun hedefi ise Behram Ağanın oturduğu sandalyenin ayağı olmuştu. Parçalanan ince ahşap ortadan ikiye ayrılırken, iri beden bir anda gözler önüne yere serilmişti.

 

"Hani bir şey yapamazdım?"

 

Tek gözünü kırparak sormuştu bu soruyu. Silahını yeniden beline yerleştirdikten sonra yerdeki adama doğru eğildi, ve iki eliyle sıkıca yakasını kavradı. Karşısındaki kişi dayısı değildi ona göre, olsaydı eğer yerden ziyade karşısında olurdu. Tek bir an bile düşünmeden hepsinin gözünün önünde havaya kalkan yumruğunu suratıyla buruşturdu. İçi soğumuyordu, karısını korkuyla beklediği ameliyathane kapısının önünü unutamıyordu. O küçük bedenin acısına rağmen, kendisini sakinleştirmeye çalışmasını hele... onu hiç unutamıyordu.

 

"Karakterini s**tiğimin iti! Derdin ne lan benimle!"

 

Sağ elini nefes nefese kalan boğazına sararken, onun gözlerindeki karanlığı görmüştü Behram Ağa. İrkildi. Geriye kaçmak istedi fakat üzerine abanan beden kendisine izin vermedi. Öyle ki boğazını sarmalayan parmaklar yüzünden nefesi daralıyordu.

 

"Seni de, sülaleni de bu şehirden sürgün ederim! Gözümü bile kırpmadan yaparım bunu biliyorsun!"

 

Saniyeler sonra buradan götürüleceğini bildiği adamın boğazındaki parmaklarını biraz daha sıkılaştırdı.

 

"Bana yalvarırsın ölmek için Behram! CANINI ALMAM İÇİN AYAKLARIMA KAPANIRSIN!"

 

O konuştukça daha çok susuyordu Behram. Şayet tek kelime ederse üçüncü kurşun kendisinde patlardı biliyordu. Ellerinin arasındaki boynu tutarak yaşlı adamın kafasını sertçe geriye vurmuştu Yavuz.

 

"Ahh..."

 

Diye acıyla inledi. Lakin onun acı haykırışına kimse karşılık vermedi. Bundan sonra tek düşmanı Yavuz değildi, bu masada oturan herkes ona sırt dönmüştü. Ve hepsinin namlusu kendisini gösteriyordu. İşlerin bu raddeye geleceğini daha öncesinde düşünmediği içinde çıkış yolu bulamıyordu.

 

Duyulan siren sesinin ardından konağın kapısı açılmıştı. En önden yürüyen Vural, üzerindeki üniformanın hakkını fazlasıyla veriyordu. Adamın boğazına yapışan Yavuz'u görmezden gelerek arkasındaki polislere emir verdi.

 

"Alın adamı."

 

Elleri arkasında kelepçelenmiş olan adam, konağın içinden çıkartılırken, çevre evlerdeki insanlar çoktan camlara koşmuştu. Bir kaç ay konuları kesinlikle bu olacaktı.

 

"Sakin ol."

 

Vural'ın sesi kendisine bir cızırtı gibi gelirken, bakışlarını kendisine çevirmişti.

 

"Yediği haltları öğrenmem lazım!"

 

Vural emniyet işlerine kimseyi karıştırmayan, mesleğinde kendisine ait kuralları olan bir adamdı. Lakin bu dava diğer davalardan farklı olduğu ve Yavuz'a karşı da ayrı bir samimiyeti olduğu için kafasını ağırca sallamıştı. Bu yola birlikte çıktılarsa eğer, birlikte yürümesini de bilirdi.

 

"Hallederiz merak etme, şimdi sakinleş."

 

Hala masada oturan Mirza çaktırmadan Vural'a bakıyordu. Usulca yerinden kalktı, yanlarına adımladı.

 

"Eyvallah Vural."

 

Yanlarına yaklaşan adama baktı Vural. Kimseyle kolay kolay arkadaşlık kuran birisi olmadığı için, dışarıdan despot gözüktüğünü biliyordu, ve karşısında dikilen adamın da kendisinden yumuşak suratı yok gibiydi. Boğazını temizleyerek görgü kuralları gereği elini uzattı.

 

"Komiser Vural AVAMİR."

 

Uzatılan eli tutarak kafasını sallamıştı Mirza.

 

"Mirza AKDUMAN."

 

Kısa tanışma fasılları hızlıca sonlanırken, Yavuz'un en önden yürümeye başlamasıyla birlikte hepsi konaktan çıkmıştı. Şimdi işleri karakoldaydı, ve sorguya alınması gereken üç kişi vardı.

 

 

• • •

 

 

Evin'den;

 

Konağın içindeki kahkahalar her an biraz daha artarken, gözlerim misafirlerin üzerinde geziniyordu. Yavuz'un askerlik arkadaşı olduğunu öğrendiğim Vural, aslen Mardin'liydi. Ve anladığım kadarıyla da Yavuz gibi sert bir adamdı.

 

Zümrüt hanım elindeki içli köfte tabağıyla salona gelirken, gözleri erkeklerin üzerinde dolaşıyordu.

 

"Kaynananız seviyormuş, yeni yapmıştım bunları."

 

Sol tarafımda oturan Mihrimah'a ve Mirza'ya kısa bir bakış attım, bir tepki vereceklerini düşünmüştüm.

 

"İçli köftelerini özlemişim Zümrüt Sultan."

 

Yanındaki iri yarı adamın omzunu bir anne şefkatiyle sıkarken, eline aldığı köfteyi kendisine uzatmıştı.

 

"Afiyet olsun evladım, sık sık gel. Yaparım ben size hep."

 

Yavuz annesini dinlerken, arkadaşının bu haline gülümsemeyi ihmal etmemişti. Ben de merakla sohbetlerini dinlerken, yanımdaki sandalyede oturan adamın eli kucağımda duran elimi sarmalamıştı. Gözlerim kendisini bulunca, kısa bir bakış atmayı ihmal etmemişti.

 

Yemekler, tabakların içindeki yerini alırken, parmaklarını geçirdiği parmaklarımı hareket ettirdim. Elimi çekeceğimi düşünmüştü belki bilmiyordum ama tam tersini yapıp daha sıkı tutmamla beraber, diğer eliyle çenesini kaşıyarak kafasını hafifçe eğmişti. Dudakları ise hafifçe kıpırdamıştı.

 

"Evin, bundan da yiyesin."

 

Yanımdaki adamda olan dikkatimi dağıtan şey, Zümrüt hanımın önüme uzattığı tabak olmuştu. Gözlerim umutla onu bulurken, içli köftelerin dolu olduğu tabaktan, tabağıma bir kaç tane koymuştu. İçime garip bir his yayılırken, gözlerim gözlerini buldu. Gülümsedi. Bana ikinci kez anne şefkatini hissettirecek bir hamlede bulunarak gülümsemesi olmuştu bu.

 

"Bitecek hepsi."

 

Masadaki herkesin tabağına kendi elleriyle köfteleri servis etmişti. Hala arkasından bakarken, dudaklarımın önüne bir el uzandı. Yavuz'du. Ağzımı açmamı belirten bir bakış attı. Bekletmeden dudaklarımı araladım ve uzattığı içli köfteden bir ısırık aldım.

 

Suratımdaki gülümseme ve sıcak bir sohbet ile geçmişti akşam yemeği. Herkesin yemeği yemesiyle birlikte, bende biten tabaklardan elime alarak toplamaya yardım etmeye başladım.

 

"Ben bir üst kata çıkıyorum."

 

Arkamdan getirdiği sürahiyi masanın üzerine bırakan Mihrimah'a kısa bir bakış atarken, onay verircesine kafamı sallamıştım. Akşamdan beri fazla sesi çıkmamıştı. Meraklı bakışlarımı ondan çekerek, tabakları tezgahın üzerine bıraktım. Gül abla, çaydanlığa koyduğu çayı demliyor, Şilan'da sudan geçirmeye başladığı tabakları makineye diziyordu.

 

Dolabın içindeki çay bardaklarını tepsiye dizmeye başlamıştım bende o sırada.

 

"Evin abla, kekinin tarifini istiyorum."

 

Şilan'ın sözleri beni gülümsetirken, masanın üzerindeki kabın içinde kalan bir kaç dilimlik keke kısa bir bakış atmıştım.

 

"Vereyim canım, ama özel bir şey yapmadım ki."

 

Gülüşümle beraber oda gülmüş, kafasını sallamıştı.

 

"Hayır, tadı çok güzeldi."

 

"Afiyet olsun."

 

Telefonu çalan Gül abla mutfaktan çıkarken, ben hala Şilan'la sohbet ediyordum.

 

Bir kaç dakikanın ardından mutfağa Yavuz girmişti. Gözleri anında beni bulurken, göz kırpmıştı.

 

"Bir şey mi oldu?"

 

Dedim, onun öylece ayakta dikildiğini görerek. Kafasını salladı hayır dercesine ve dolaptan aldığı bardağa masanın üzerindeki sürahiden su doldurmaya başladı. Bulaşıkları halleden Şilan'da bizi yalnız bırakmak ister gibi yanımızdan ayrılırken, şimdi mutfakta ikimiz kalmıştık. Sandalyeye oturarak doldurduğu suyunu içti, ardından da gözleri masanın üzerindeki kek kalıbını buldu.

 

"Mihrimah'ın yine kek krizi mi tuttu?"

 

Dedikleri kadar seviyordu demek ki. Gülümseyerek kafamı salladım.

 

"Düğün videolarını izlerken kuru kuruya gitmez diyerek istedi, yanına da limonata yaptı."

 

Biliyordum der gibi bir bakış attı bana. Ardından da kek kalıbının kapağını kaldırarak dilimlenmiş olan bir parçayı eline alarak ısırdı. Gözlerim merakla tepkisini görmek için onun üzerinde dolaşırken, gözleri kısılmıştı.

 

"Diğerlerinden farklı olmuş bu."

 

Çaktırmamak için direnirken, neden öyle dediğini anlamaya çalışıyordum.

 

"Nasıl farklı olmuş, kötü mü?"

 

Bir ısırık daha alırken cıkladı.

 

"Daha hafif geliyor tadı, ama sevdim. Kim yaptı?"

 

Omuzlarımı sallarken, masanın üzerinde duran ellerime bakıyordum.

 

"Ben yaptım."

 

Gözleri hızlıca beni bulmuştu.

 

"Bundan başka kaldı mı?"

 

Kafamı hayır dercesine sallarken, bu çocuksu tepkisi gülmem için beni zorluyordu.

 

"İyi bunlar benim o zaman, kimse yemesin!"

 

Daha fazla dayanamayarak dudaklarımın arasından kaçmıştı kıkırtılarım. Saniyeler içinde değişen tepkisi öylesine komikti ki. Oturduğu yerden kalkarken, havaya kalkan kaşıyla yeniden kabı işaret etmişti.

 

"Geldiğimde yerinde olsun hepsi."

 

Mutfaktan çıkışını dudaklarıma yayılan gülümseme ile izlerken, kalbimin artan hızı çoktan beni etkisi altına almıştı.

 

Basit bir kekti aslında ama ondan duyduğum bu sözlerin bıraktığı his fazla özeldi...

 

 

 

 

~

 

 

 

 

Mihrimah'tan;

 

 

Gözlerim terasın balkonundan Mardin'i izlerken karışan aklım yüzünden sinirlerim bozulmuştu. Konağın kapısından giren adamı gördüğümden beri, bedenimi garip bir his etkisi altına almıştı.

 

Ona öfkeliydim, buna hakkım olmadığı halde hem de. Bana karşı olan tavrı yıllardır aynıyken, her konuşmamız iğnelemelerden ibaret oluyordu. Durum böyleyken onun diğer insanlara karşı olan tavırlarını görmek bana iyi gelmemişti. Özellikle de, 2 gün önce çarşıda gördüğüm manzara hiç iç açıcı değildi.

 

Bu doğru olamazdı. Ona karşı içten içe hayranlık duymam kesinlikle yanlıştı. Abimle geçen çocukluğu, onu benim de abim yapmıştı. Ve o beni bir kardeşten daha fazlası olarak görmüyordu.

 

"Misafirler sıktı sanırım seni?"

 

Arkamdan duyduğum ses irkilmemi sağlarken, gözlerimi hızlıca ona çevirmiştim. Bugün üzerinde lacivert bir gömlek vardı, her zaman olduğu gibi yine şık, yine düzenliydi.

 

"Öyle oldu."

 

Dedim, onun sesindeki kinayeye karşılık vererek. Ağır adımlarıyla yanıma gelerek ceketinin cebinden çıkardığı kutudan bir dal sigara alıp, dudaklarının arasına yerleştirdi. Gözleri gözlerimdeyken, ucunu ateşe vermişti.

 

Gri duman dudaklarının arasından havaya sızarken, bakışlarımı ondan çekerek yeniden manzaraya çevirdim.

 

"Bir şey öğrenebildin mi Boran'dan?"

 

Konuşmaya mı çalışıyordu yoksa gerçekten de bu sorunun cevabını merak mı ediyordu, bilmiyordum. Omuzlarımı salladım.

 

"Hayır, erken çıktılar sabah. Bu akşam da abimlerde kalacakmış. Babaannem çağırdı onu."

 

Kafasını salladı anladım dercesine. Hem konuşmak istiyor hem de tek kelime etmek istemiyordum. Ellerimi sarı elbisemin ceplerine sokarken, yüzüme uçuşan saçlarımı geriye iteledim.

 

"Var mı bir sorun, nasıl gidiyor?"

 

Sorun kendisiydi. Ben uzaklaşmaya çalıştıkça karşıma çıkıyordu.

 

"Hayır sorun mu olmalı?"

 

Dudakları kıvrılır gibi oldu. Onu sinir etmeye çalıştığım her an ters tepiyordu sanki.

 

"Sorunu uğraştırmadan söyler misin, yoksa uğraştırmayı mı istersin?"

 

Gözlerim onu bulurken, konuşmama fırsat vermeden eliyle kaşımı işaret etti.

 

"Kaşın havaya kalktı, bir şey var yalan konuşma boşuna."

 

Ona olan öfkem daha ağır basarken, dudaklarımı hafifçe kıvırdım. Madem oyun istiyordu, oynardım.

 

"Seninle burada oturup sohbet etmeyi çok isterdim, ama Vural AVAMİR gelmiş aylar sonra... kendisini dinlemek inan burada durmaktan daha keyifli."

 

Arkamı dönüp terastan çıkacakken, parmakları kolumu sarmalayarak beni durdurmuştu. Şimdi yüz yüze gelmiştik.

 

"Vural Avamir öyle mi?"

 

Kafamı salladım. Benim aksime gereksiz birisiymiş gibi söylemişti ismini.

 

"Öyle."

 

Tehlikeli gülüşüyle gözlerini gözlerime dikti.

 

"Başlatma Vural'ına."

 

Şimdi gülen kişi bendim.

 

"Düzgün konuşmalısın onunla, aksi takdirde haberi olursa seni bir an bile düşünmeden içeriye tıkar."

 

Üzerime diktiği gözleri sinirli oluşunu ortaya sererken, öfkeli soluğunu dudaklarının arasından bırakmıştı.

 

"Adamı deli edersin sen!"

 

Sözlerinin sonunda ise ışık hızıyla benden uzaklaşmıştı. Kafamı salladım.

 

"Haklısın öyle etkilerim olabiliyor, ama üzülerek söylemeliyim ki sen zaten delisin!"

 

Şimdi arkasını dönüp giden bendim. Çarşının ortasındaki bir ağa kızı olduğunu bildiğim kişiyle olan yakın diyaloğunun ardından onunla samimi bir şekilde konuşma gibi hayalim yoktu. Az bile yapmıştım. Ve benimle konuşmak istiyorsa, bunun hangi sıfatla olacağına karar vermeliydi.

 

 

 

~

 

 

 

 

Evin'den:

 

 

 

 

"Bugün abimi almışsınız Vural, hayırdır olay ne?"

 

Zümrüt Hanımın sorusuyla beraber, Mümtaz Ağa rahatsızca yerinde kıpırdanmıştı. Vural'ın gözleriyle birlikte benim de bakışlarım Yavuz'u bulurken, dikkatle söyleyecekleri şeyi bekliyordum.

 

"Şikayet var, öldürmeye teşebbüsten."

 

Kaşları çatılan Zümrüt Hanım bu konu hakkında daha bir şey sormamayı tercih etmişti. Fakat ben o şikayetin ne olduğunu anlamıştım. Gözlerim doğruluğundan emin olmak ister gibi Yavuz'u bulurken ağırca kafasını sallamıştı bana. Ölebilirdik belki de o adam yüzünden. Sıkıntılı bir soluk aldım.

 

O sırada çay tepsisiyle içeri gelen Mihrimah sırayla herkese servis yapmıştı. Yanımda oturan Yavuz'un sessiz mırıltısı dikkatimi çekerken, gözlerim yeniden gözlerini bulmuştu.

 

"Kahve olsaydı iyiydi."

 

Dünya yansa oturup kahvesini yudumlayabilirdi sanırım. Hala kendisine baktığımı farkederek kafasını sağa sola salladı ne oldu dercesine.

 

"Ciddi misin sen?"

 

Onaylayan bir mırıltı daha çıkarmıştı.

 

"Yeteri kadar kahve içmedim bugün."

 

Onun yeniden konuşmaya katılması ile suratına diktiğim bakışlarımı çekmiştim. Bir kaç saat daha süren bu gece misafirlerin ayaklanması ile son bulmuştu.

 

Büyüklerin odalarına çekilmesiyle birlikte, Yavuz'u da odaya gönderip mutfağa geçmiştim. Gece boyunca sesi çıkmayan Mihrimah'la kısa bir konuşma yapacaktık. Özellikle beni mutfakta beklediğini söyledikten sonra gitmemezlik yapamazdım.

 

Masanın etrafındaki sandalyelerden bir tanesine oturmuş, sinirle ellerinin arasındaki bardağa koyduğu soğuk limonatadan içiyordu. Raftan bir kahve fincanı çıkartırken sordum.

 

"Artık anlatacak mısın?"

 

Kafasını sallarken bardağı masanın üzerine sertçe bıraktığını o an geç farketti.

 

"Bu adam bana neden böyle davranıyor?"

 

Kimden bahsettiğini biliyordum fakat olayın detayları hakkında bilgim yoktu. Tatlı kaşığıyla aldığım kahveyi cezveye dökerken, içindeki suyla karışması için karıştırmaya başladım.

 

"Ne yaptı tam olarak?"

 

Gözleri masanın üzerinde dolaşırken, sıkıntılı bir soluğu dışarıya bırakmıştı.

 

"Özellikle bir şey yaptı diyemem belki ama... yıllardır böyle, bir garip. Abim gibi konuşuyor ama bir abiden daha fazlasını yapıyor."

 

Dikkatim tamamıyla ondaydı.

 

"2 gün önce çarşıda onu gördüm bir kızla."

 

"Kardeşi, akrabası falan olabilir mi?"

 

Aklıma gelen ilk şeyi sormuştum. Olumsuz anlamda kafasını salladı.

 

"Değil, ağa kızı olduğunu biliyorum sadece. Yakından tanışma fırsatım olmadı hiç ama... akraba olamayacak kadar yabancılar."

 

Bu konularda bir tecrübem olmadığı için onu nasıl teselli etmem gerektiğini bilemiyordum.

 

"Belki düşündüğün gibi bir şey yoktur ortada, yanlış anlaşılma olamaz mı?"

 

Sessiz kalıp bir süre düşünmüştü. Kafası fazla karışıktı.

 

"Öyle bile olsa biz ikimiz uzağız. O ve ben diye bir şey olamaz."

 

Ocağın altını kısarak yanına yaklaştım. Masanın üzerinde duran ellerini kendi ellerimin arasına aldım.

 

"Kader bu. Ne getireceği belli olmuyor, neyi götürdüğü belli olmadığı gibi."

 

Kahve gözlerini umutla gözlerime sabitlemişti. Yeniden dudaklarımı araladım.

 

"En dipte olduğunu düşündüğün anda, yeniden başlayabiliyormuş her şey..."

 

Yüzündeki endişe yavaş yavaş gidiyordu.

 

"Eğer ki kaderinde varsa o... bir şekilde sana gelir. Şimdi kendini harap etmene değmez. O güzel yüzünün asılmasını değil, gülümsemesini tercih ederim."

 

Kollarını beklemediğim bir anda bana sararken, asla hissetmediğim kardeşlik bağını yaşıyordum. Duygu yüklü bu anın etkisiyle gözlerimden yaşlar akacakken, ocağın üzerinde duran cezvedeki kahvenin cızırdaması ile dikkatimi dağılmıştı.

 

Hızlıca yerimden doğrularak, bir bez yardımıyla cezveyi tutup, içindeki kahveyi bardağa boşaltmıştım. Tepsinin üzerine suyla birlikte yerleştirdikten sonra arkamdaki kıza dönmüştüm. Oturduğu yerden çoktan kalkmıştı.

 

"Çok teşekkür ederim yenge."

 

Gülümsemesine karşılık olarak bende gülümsedim.

 

"Lafı bile olmaz, sen yeterki mutlu ol."

 

Aynı anda çıktığımız mutfaktan sonra, merdivenleri tırmanmaya başlamıştık. Üst kata ulaştığımızda yollarımız ayrılırken, gözlerimi kahveye çevirerek önünde durduğum odanın kapısını açtım. Suratıma vuran koku ciğerlerime sızarken, git gide hoşuma gitmeye başladığını farketmiştim. Gözlerim hızlıca odanın içinde gezinirken, açık balkon kapısıyla bakışmıştım. Anladığım kadarıyla dışarıyı izliyordu.

 

Oyalanmadan girdiğim balkonda tamda tahmin ettiğim gibi Mardin'i izlerken bulmuştum onu. Geldiğimin farkına varmasıyla bakışları beni bulmuş, ardından da elimde tuttuğum tepsiyi farketmişti. Biraz daha yanına yaklaşarak kahveyi uzattım.

 

Garip bir şekilde içimden ona kahve yapmak gelmişti. Bunu kendisini mutlu edeceğini bildiğim içindi belki de bilmiyordum. Beni bekletmeden fincanı eline alırken, dumanının üzerinde tütmesine rağmen, dudaklarına götürerek bir yudum almıştı. Gözleri aldığı yudumla beraber ağırca kapanırken, bakışlarımı çekemiyordum.

 

"Ellerine sağlık fıstığım."

 

Tepsiyi küçük sehpanın üzerine bırakırken, bu gece kendimi ona karşı daha yakın hissediyordum.

 

"Afiyet olsun."

 

Dedim sakince. Bendeki bu değişimin farkına varmış gibi duruyordu, haksız da sayılmazdı aslında ama kırdığı gardım yüzünden her adımım beni sanki ona götürüyordu.

 

"Nasıl geçti günün?"

 

Ellerimi korkuluklara yaslarken, gözlerimi gökyüzüne kaldırmıştım.

 

"Çok güzeldi."

 

Şimdi ise yan profiline bakıyordum.

 

"Senin?"

 

Kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra bardağı önümüzdeki mermerin üzerine koymuştu.

 

"İçimden bir ses günün detaylarını öğrenmek istediğini söylüyor?"

 

Merak ediyordum ama sorma amacım bu değildi. Gerçekten gününün nasıl geçtiğini ondan duymak istemiştim garip bir şekilde.

 

"Söylemek istemezsen anlarım."

 

Dedim ne demem gerektiğini bilemeyerek. Ellerini üzerindeki eşofmanının ceplerine sokarken, bakışları yüzümdeydi.

 

"İfadesi alındı ve mahkemeye sevk edildi. Avukatlar onun en ağır şekilde cezalandırılması için çalışıyor."

 

Mermere yasladığım dirseklerimden güç alarak yüzümü ellerime yasladım.

 

"Teşekkür ederim."

 

Kaşları çatıldı hafifçe, neden teşekkür ettiğimi anlamaya çalışıyor gibiydi. Bekletmeden yeniden konuştum.

 

"Beni tanımıyorsun doğru dürüst ve buna rağmen sözlerime değer verip, inanıyorsun. En başından beri onlara inanabilirdin, ama yapmadın..."

 

İtiraz edecek gibi hamlede bulundu ama elimi sallayarak onu durdurdum.

 

"Kadere inanmamız gerektiği konusunda haklısın sanırım..."

 

Omuzlarımı sallarken, kahve fincanını işaret etmiştim. Dikkati bende olduğu için unutmuştu.

 

"Kahven soğuyacak."

 

Hafif bir açıyla kıvrılan dudakları ile eline aldığı fincandaki bir kaç yudumluk kahveyi de içmişti. Bardağı tepsiye koyarken, aramızdaki mesafeyi iki adımla kapattı ve şaşırmama fırsat tanımadan kollarının arasına aldığı bedenimi, dört bir yandan sarmaladı.

 

Kendisini hissetmemi istercesine sıcaktı dokunuşları. Başımın üzerinde hissettiğim çenesiyle içim titrerken, saçlarımın üzerindeki eli ağırca hareket ediyordu. En çokta onun saçlarımı sevmesinden etkileniyordum.

 

O küçük kızı ne kadar mutlu ettiğinin farkında olmadan yapıyordu belki de bunu...

 

Yavuz KARADAĞ...

 

Kaderin bana yıllar sonra getirdiği en güzel şeydi belki de.

 

İçime yavaş yavaş işlediği kendisi, gizlice kalbime sızmış, aramızda görünmez bir bağ örmüştü.

 

En başında sorsalar düşünmeden pişmanım diyeceğim şeylere, şimdi alışmaya başlamıştım.

 

Ve pişman değildim.

 

Ona karşı gardımı indirdiğim için pişman olmak istemiyordum.

 

 

• • •

 

 

2 gün sonra;

 

 

Kader demiştim. Ne getirdiği belliydi, ne de götürdüğü. Her bir saniyemiz avuçlarımızın arasından kayıp gidiyordu.

 

İçimi büyük bir hüzün kaplamıştı. Kızgındım belki ama yine de üzülüyordum. Hayatımda izler bırakan birisini daha kaybedecektim ve bu hisse asla alışamıyordum.

 

Sırtımı yasladığım hastane duvarları üzerime üzerime gelirken, gözlerim yorgunca camdaki yansımasını bulmuştu. Böyle hayal etmemiştim oysa ki. Titreyen dudaklarımı zorlukla aralarken aramızda duran cama rağmen sesimi duyacağına inanmak istiyordum.

 

"Söz vermemiş miydin bana?"

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Yazarken keyif aldığım bölümlerden bir tanesi oldu bu da. Özellikle de Evin'in kendisindeki bu duygu değişimlerine anlam yüklemesi ve ona göre ufacıkta olsa bir şeyler yapmaya çalışması bence çok güzeldi.

 

• Ayrıca bir karakter daha katıldı aramıza. Vural AVAMİR... bu bölüm onu az okuduk ama ilerleyen bölümlerde belki yeniden okuma şansımız olur :)

 

• Düşüncelerinizi şöyle yazabilirsiniz. Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

• Yavuzkkaradag (parodi)

• Evinşahmaran (parodi)

 

08/07/2022

simaara

Bölüm : 20.11.2024 00:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...