20. Bölüm

20. Bölüm “S E N”

sim
simaara

Elimdeki bölümleri kopyala yapıştır olarak attığımdan çok güncel şeyler eklemiyorum ama ilgi ve alakanız için teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Yorumlarınızı tek tek okuyorum 💕 teşekkür ederim 🙃

Şimdi daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıyor keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada beklediğimi unutmayın 🕯

 

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkıları: Cem Karaca / Bu Son Olsun

 

Mabel Matiz / Öyle Kolaysa

 

KÖFN / Bi' Tek Ben Anlarım

 

 

 

 

"Evimi özledim kalbini açar mısın?"

 

 

Soluğundan Öptüm Seni - Cemal Süreya

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

 

Gökyüzünden kopup gelen her bir damla, toprağın üzerine kor olup düşüyordu.

 

Her şey yeteri kadar karanlık değilmiş gibi, bulutlar da etrafımızı sarmalayarak, buradaki kimsenin akıtamadığı yaşlarmış gibi her yeri ıslatmıştı.

 

Üzerimde dolaşan gözleri hissediyor, fakat bir türlü bakışlarımı uzağında durduğumuz mezardan çekemiyordum. Döktüğüm gözyaşları, bir kaç saat önce gördüğüm manzara ile son bulmuştu resmen.

 

Sormaktan mı korkuyordum, yoksa duyacaklarımdan mı daha ona bile karar verememiştim.

 

Üyesi dahi olamadığım bir aileyi uzaktan izliyordum duygusuzca.

 

"Evin, hadi gel gidelim kızım."

 

Nalin ablanın omzuma dokunan eliyle kendime gelirken, kafamı sallamıştım.

 

"Abla, doğruyu söyler misin bana... bunu duymaya çok ihtiyacım var."

 

Gözlerinin diğer tarafıma kaydığını gördüm. Varlığını bir saniye bile unutturmayan adama bakıyordu. Onayı almış olacak ki gözlerini çekinerek, oradaki diğer insanlara çevirdi. Tanımadığım dayılarım, teyzelerim, yengelerim ve kuzenlerim... hepsi karşımda duruyordu.

 

"Onlar çabalamadı ama ben çabaladım. Yemin ederim ki ölümü göze aldım... bana darılma olur mu?"

 

Duran yaşlarım yeniden akmaya başlarken, anne sevgisini hissetmek istercesine sıkıca boynuna sarıldım. Saçlarımı öpmüştü.

 

"Avşin onları utandırmadı, o öyle bir kadın olmadı hiç."

 

Kafamı salladım onaylarcasına. Annemi bu hayatta benim dışında bir tek o savunurdu.

 

"Sana darılmam ben. Asla."

 

Yağan yağmur biraz daha şiddetlenirken, her şeye rağmen uzağında durduğumuz mezara kısa bir bakış daha attım. Havaya kaldırdığım ellerimle dua ettikten sonra, diğerlerine bakmadan arkamı dönerek yürümeye başladım. Anneannem de beni yok saymıştı zamanında, oysa bir anda ortaya çıkması beni umutlandırmıştı... içimdeki küçük kız yine kanmıştı.

 

Bir tarafımda Yavuz, bir tarafımda Nalin abla yürürken sırayla ikisine de baktım.

 

"Annemleri görmeye gitsek?"

 

Attığım her adımla birlikte elimin sırtı Yavuz'un elinin sırtına sürünüyordu. Kafamı kaldırarak yüzüne baktım, fakat havadan düşen damlalar yüzünden tam olarak onu göremiyordum. Yağmurdan sanki kendisi de ıslanmamış gibi elini alnımın üzerine tutarak kendisini rahatlıkla görmem için ufak bir dokunuşta bulundu. İçim sıcacık olmuştu resmen.

 

"Gidelim yavrum."

 

Küçük bir çocuk gibi sevinmiştim. O bu hayattaki şansım olmuştu benim ve ben bu gerçeği bugün tamamıyla kabullenmiştim.

 

"Ben eve geçiyorum kızım, bir kaç güne Midyat'a yanınıza uğramaya çalışacağım. Allah'a emanet olun, Avşin'ime de çok selam söyle."

 

Onun sarılışına karşılık vererek vedalaşmıştık. Yanımdaki adamla beraber, mezarlığın çıkışına doğru yürüdük. Parkettiği arabanın kilidini açarak hızlıca binmem için ufak bir hamlede bulundu. Oyalanmadan bindim.

 

Islak elbisem, deri koltuğun üzerine oturmamla beraber gıcırdarken, soğuğu şimdi tenimde daha iyi hissediyordum. Arabayı çalıştırır çalıştırmaz klimayı açtı Yavuz. Yaz ayında olmamıza rağmen, üşüyordum.

 

Yola çıkmayı beklerken, Yavuz arka koltuğa uzanarak ceketini eline almış, üzerimdeki ıslak kıyafetten memnun olmadığını belirten bir bakış atarak, ellerinin arasındaki ceketi dizlerime örtmüştü.

 

Eğildiği için yakınımda duran yüzünü izlemeye başladım. Islak saçlarının bir kaç tutamı alnına dökülmüşken, çoğunluğu geriye yatık bir halde hala şeklini koruyordu. Ve itiraf etmeliydim ki bu hali çok güzel duruyordu. Siyah gömleği ise en az benim üzerimdeki elbise kadar ıslaktı, bedeninin kıvrımlarına yapışmıştı. Yüzüme yapışan saçlarımı kenara çekmek için eli havaya kalktı. Tenime dokunurken, yavaşça düzeltti saçlarımı.

 

Orada dökemediğim göz yaşlarım şu anda içimden dolup taşıyordu sanki. Titreyen dudaklarımla hafifçe gülümseye çalıştım. Gözlerine yerleşen merhamet duygusu ona öylesine çok yakışıyordu ki... kalbimi her defasında tekletiyordu.

 

"Sen tek değilsin, ben varım, biz varız. Senin onlara ihtiyacın yok, unutma bunu."

 

Kafamı zorlukla aşağı yukarı sallarken, kemeri takmamış olmamızı fırsat bilerek onu afallatmayı umursamadan, göğsüne sığındım.

 

Kolları kısa sürede beni sarmalarken, aklım hala gördüğüm kişilerdeydi. Yabancı hissetmek miydi acı olan, yoksa onları tanımıyor olmak mı karar veremiyordum.

 

"Biliyorum, artık tek değilim."

 

Sözlerimin ardından saçlarıma uzun bir öpücük bırakmıştı.

Araba yavaş yavaş ısınmaya başlarken, geriye çekilmiştim. Kısa süre içinde de yola koyulmuştuk.

 

El uzattığım gerçekliğin içinde, varlığının mutluluğuyla kucaklanıyordum.

 

Yeniden doğmuş gibiydim hatta, kimsesiz olduğumu düşündüğüm hayatıma güneş gibi doğmuştu resmen.

 

 

 

~

 

 

2 saat sonra:

 

 

 

 

 

Araç mezarlığın girişinde dururken gözlerimi Yavuz'a çevirdim. Yağmur hızını düşürmüştü, fakat hala yağıyordu.

 

"Biraz tek kalmak istiyorum."

 

Kafasını sallayarak beni onayladı, arka koltukta duran çiçek buketini onun gelirken getireceğini bildiğim için almadan arabadan indim.

 

Asıl şimdi mutluydum. Sanki beni orada beklediklerini bildiğim içindi bu mutluluk, kollarının arasına girecekmiş gibi nefesim sıkışıyordu. Attığım her adım biraz daha hızlanırken, koşmaya başladığımın dahi farkında değildim.

 

"Annem... babam. Ben geldim."

 

Sözlerimin sonunda dudaklarımın arasından kaçan hıçkırıkla dizlerimin üzerine yere eğildim.

 

"Özledim... çok özledim hem de."

 

Ellerim ıslak toprağa dokunurken, dudaklarımda buruk bir gülümseme vardı. Alışıyordum belki de zamanla ama özlemim geçmiyordu. Geçiremiyordum.

 

"Anneannem... gitti o da."

 

Kelimeler boğazımda düğümleniyordu.

 

"Anne, ben bugün gördüğüm şeylerden sonra ne düşünmeliyim bilemiyorum. Affettim onu, affettim ama üzülemiyorum sanki. Oysa haftalar önce onu kaybetmemek için ağlayıp dua ediyordum..."

 

Benim yaşlarımla beraber hızını arttırmıştı yağmurda.

 

"Sizi üzmeyeceğim bunlardan konuşarak..."

 

Demiş, hemen konuyu kapatmıştım. Onlarla üzüntümü değil mutluluğumu paylaşmak istiyordum ben. Babamın isminin yazılı olduğu taşı okşadım yavaşça. Beni gördüklerini biliyordum.

 

"Senden sonra ilk defa bir adam beni mutlu etmeye çalıştı baba. İlk defa birisi bana kucak açtı."

 

Gözlerim parmağımdaki yüzüğü bulurken, dudaklarımı yeniden aralamıştım. O konuşmayı çok seven kız oluyordum her defasında.

 

"Buraya size bir söz vermek için geldim..."

 

Eğildiğim için çamurlaşan toprağın üzerime sürülmesini umursamadan, elimi ikisinin de toprağına aynı anda bıraktım.

 

"Bu sevgi mi bilmiyorum ama ben Yavuz'a karşı böyle olmak istemiyorum. O... o bunu haketmiyor. Benim mutlu olmam sizi mutlu eder biliyorum o yüzden de bunu gelip önce size söylemek istedim. Ben ona şans vermek istiyorum... kalbimi ona açmak istiyorum."

 

Gözümden bu sefer mutluluktan aktığına emin olduğum yaşlarla beraber, karşımdaki ikiliye gülümsedim.

 

"Önceden yemek yemezdim pek, midem de almazdı.... Küçük bir çocukmuşum gibi beni kendi elleriyle doyurmaya çalışıyor."

 

Hayatta olsalardı eğer şimdi bu tablonun içinde onlarda olabilirdi belki. Yine de bu üzüntümü görmemeleri için gülümsemeye devam ettim.

 

"Zümrüt Hanımdan korkmuştum başta mesela, ama artık sanırım korkmuyorum. İyi birisi olduğuna inanıyorum onun da. Sonra Mümtaz Ağa... o bana bir baba gibi yaklaşmaya çalışıyor. Mutlu oluyorum o anlarda. Heja daye sizi tanıyormuş, anlatıyor arada... Mihrimah ve Berivan, sanki olmayan kardeşlerim gibiler. Sonra Boran, Miraç abi... ben bir aileye sahibim artık sanırım. Ah unutuyordum bir de evin en küçüğü Aras var. Anne bir görsen nasıl tatlı."

 

Gözlerimden akan yaşlar boynuma doğru süzülürken ben heyecanla konuşmaya devam ediyordum.

 

"Ve... Yavuz. O dışarıdan çok sert birisine benziyor. Mesela kolay kolay gülmez, senin gibi baba. Ama... anneme nasıl baktığını hatırlıyorum. Ben Yavuz'un bakışlarında bunları hissediyorum sanki. İçim huzurla doluyor."

 

Ellerimi güç almak ister gibi biraz daha sıkarken, iyice hızını arttıran yağmurla beraber arkamdan gelen ayak seslerini duymuştum. Kim olduğunu bildiğim için dönüp bakmadım. Fakat ağlamama rağmen yüzümdeki gülümsemeyi de kaybetmemiştim. Ellerinin arasında tuttuğu iki çiçeği sırayla mezarların üzerine bıraktıktan sonra, omuzlarımın üzerine bıraktığı şeyin ceketi olduğunu anlamıştım. Kafamı oturduğum yerden kaldırarak yüzüne baktım.

 

Emindim artık. Kendimden, yaşadıklarımdan ve yaşamak istediğim şeylerden.

 

Ellerimi açarak dua etmeye başladım. Benimle birlikte onun da ellerinin havalandığını gördüm. Dua bittikten sonra da bir süre daha öylece izlemiş, yağmurun daha da hızlanması ile oturduğum yerden kalkmıştım.

 

"Şimdilik hoşçakalın. Sonra yeniden geleceğim."

 

Yanımdaki bedeni güç vermek istiyormuş gibi topraklı olmasını umursamadan elinin arasına almıştı elimi.

 

"Geleceğiz."

 

Diyerek cümlemi usulca düzeltti. Gülümsedim. Ve elimi tutan eliyle beraber çıkışa doğru yürümeye başlamıştık.

 

Arabaya bindikten hemen sonra da 15 dakika kadar bir sürede konağa varmıştık. Pislenen ve ıslanan elbisemle beraber konağın kapısından içeriye girmiştim. Attığım bir kaç adımdan sonra da geldiğimizi duyarak salondan çıkmıştı Zümrüt Hanım. Gözlerinde ilk defa telaşlandığını anladığım bir ifadeyi görmüştüm.

 

Ve asıl beni şaşırtan şey, daha ne olduğunu dahi anlamadan beni kollarının arasına alması olmuştu. Tüm gün boyunca nasıl kendimi zaptetmeye çalıştıysam şimdi her şey son bulmuş gibi konağın içinde yankılanan haykırışımla beraber yeniden ağlamaya başlamıştım. Saçlarımın üzerinde gezinen elleri bana annemi hatırlatıyordu.

 

"Ağla yavrum, ağla kızım. Ağla ki için ferahlasın ağla..."

 

Aldığım kokusu içimi sıcacık yaparken, dakikalar boyunca ayakta durmuştuk. Geri çekilirken bakışları Yavuz'u buldu.

 

"Odasına taşı bakalım."

 

Annesinin sözleriyle beraber itiraz etmeme izin vermeden beni kucağına alarak merdivenleri çıkmaya başlamıştı.

 

Odaya girmemizle beraber üzerimdeki kıyafetlerden kurtulmak istercesine hemen banyoya girmiştim. Düğmelerini açtığım elbise yerle buluşurken, üşüyen bedenimi ısıtmak için sıcak suyun altına atmıştım. 20 dakika kadar süren işim kapının arkasındaki siyah havluyu bedenime sarmamla sonlanmıştı. Yavuz'un odada olup olmadığını bilemezken, bu duruma takılmamam gerektiğini kendime hatırlattım önce, ardından da titreyen adımlarımla beraber banyodan çıkarak giyinme odasına adımladım.

 

Tahmin ettiğimin aksine oda boştu. Bunu fırsat bilerek askıdan aldığım pembe elbiseyle beraber hızlıca üzerimi giyinmeye başladım. Islak saçlarımı da kısa sürede kurutup hallettikten sonra, aynanın önündeki kremden elime yüzüme sürmüştüm.

 

Saat 6'ya geliyordu, ve birazdan da akşam yemeği yenirdi. Bunu bildiğim için daha fazla oyalanmadan oturduğum yerden kalkarak odadan çıktım. Merdivenleri inerken karşılaşmıştım Yavuz'la. Biraz dalgın gözüküyordu. İyice yanına yaklaşmamla beraber onunda yeni banyo yaptığını anlamıştım, saçlarından yayılan ferah koku çoktan ciğerlerime dolmuştu.

 

Gözleri nasıl olduğumu anlamaya çalışıyormuş gibi bir süre gözlerime bakmıştı.

 

"Daha iyi misin?"

 

Kafamı sallarken gülümsemeyi ihmal etmemiştim. Belki de bendeki bu değişimin sebebini anlamaya çalıştığı içindi afallaması bilmiyordum ama suratındaki o şaşkın ifadenin hoşuma gittiğini inkar edemezdim.

 

"Evet, iyiyim. İnelim mi aşağıya?"

 

Kafasını sallarken, elini belime yerleştirip az önce çıktığı merdivenleri benimle inmeye başlamıştı.

 

Havanın hala bozuk olmasından dolayı bu akşam masa salona kurulmuştu. İçeriye girmemizle beraber gözler bizi bulurken onların da iyi olduğuma inanması için gülümsemiştim.

 

"İyi akşamlar."

 

Konuşmama karşılık verirken, masadaki bize ayrılan kısma oturmuştuk.

 

"İyisindir kızım?"

 

Zümrüt hanımın sesiyle beraber gözlerim onu bulurken kafamı sallamıştım. Gerçekten iyiydim. Ve itiraf etmeliydim ki ben bugün çok büyük adımlar atmıştım kendi içimde.

 

24 yıllık yaşamımın içinde benimle aile olmak isteyen adamı düşünerek, asla yapmadığım şeyi yapıp hayal kurmuştum. Onunla yaşayabileceğimiz şeyleri düşünmüştüm.

 

"Çok şükür iyiyim, merak etmeyin."

 

Gözleri üzerimde olan Mihrimah'ta son sözlerimle ciddi oluşumu anlamıştı sanırım. Gülümseyerek gözlerini kapatıp açtı karşımda.

 

Aynı kandan olup olmamak değildi mesele aslında.

 

Her şey kalpten geliyordu.

 

Onlara alışmıştım ve artık inandığımı hissediyordum.

 

 

 

~

 

 

 

1 hafta sonra:

 

 

 

 

 

 

Oklavanın ucundaki hamuru bir kez daha savururken, gülmekten karnımın ağrımaya başladığını farketmiştim. Çenem bile sızlıyordu.

 

"Vuracağım şimdi, tepinme başımızda!"

 

Zümrüt Hanımın havaya kalkan unlara attığı bakışlar, ayaktaki dans eden Mihrimah'ı ne yazık ki durduramamıştı. Tam olarak sebebini bilmiyor olsam da bugün bir başka mutluydu sanki.

 

"Annem, ama sende kalksana şöyle karşılıklı oynayalım işte."

 

Telefonundan açtığı şarkı konağın avlusunda yankılanırken mutfaktan tepsiyle gelen Gül abla Zümrüt Hanımın yanına kadar yürümüştü.

 

"Hanımım, ben yapayım kalkın isterseniz siz?"

 

Zümrüt Hanım kafasını sallarken, uzattığı tepsiyi eline almıştı. Yapılan gözlemeleri içine koyduktan sonra da önümdeki açtığım son hamura bakmıştı.

 

"Doldurasın onun da içini Evin, pişirmeye başlasın kızlar."

 

Kafamı sallayarak, patates içini hamurun arasına sürmeye başladım. Başımın üzerine taktığım kırmızı yazmanın ucu çözülüp alnıma kayarken, saçlarımın açılmaması için de büyük bir çaba sarfediyordum.

 

"Yenge bari sen gel böyle tek tek oynamanın tadı hiç çıkmıyor ki."

 

Zümrüt Hanım alttan alttan kızına gülerken kapattığım hamuru elini uzatarak almıştı. Kaşıyla Mihrimah'ı işaret etti.

 

"Oynayın madem."

 

Kaşlarım hayretle havalanırken, yerden kalkmamı fırsat bilen Mihrimah şarkıyı değiştirerek beni avlunun ortasına çekmişti. Ellerimin unlu olduğunu söyleyerek hızlıca mutfakta yıkayıp gelmiştim. O ise ben gelir gelmez, başımdaki yazmayı çıkartarak kalçamın üzerine bağlamıştı. Ardından da kendi yazmasını bağlamıştı.

 

Evde erkeklerin olmamasından kaynaklıydı belki de bu halleri. Ellerim şarkıyla birlikte havaya kalkarken, nasıl bir anda böyle kendimi kaptırmıştım bilmiyordum ama şu anda Mihrimah'la beraber avlunun ortasında kıvırıyorduk. Kahve saçlarım sağa sola savrulurken, diğer kızlar da çoktan bize katılmıştı.

 

"Kimin yengesi bu be, nasıl da güzel oynuyor."

 

Mihrimah'ın sesi beni hem güldürüp hem utandırırken hala oynuyordum.

 

O sırada konağın kapısı açılmış içeriye girmesini beklemediğim adam girmişti. Dönmemin etkisiyle yüzüme doğru uçuşan saçlarım kenara kayarken, kapının önünde dikilen Yavuz'un garip bakışları beni bulmuştu.

 

Hala abisini görmeyen Mihrimah ise konuşmasına devam ediyordu.

 

"Ne cevherler varmış sende Evin Hanım."

 

Ellerim benden bağımsız saçlarıma giderken, Yavuz'un gözlerindeki haylaz parıltılar dikkatimi aramızdaki mesafeye rağmen çekebiliyordu.

 

Geçtiğimiz 1 haftada ona karşı kendimi biraz daha açmıştım, en azından onunla olan konuşmalarım daha da artmıştı. Şimdi ise bu halde yakalanmak, yanaklarıma hücum eden kanı engelleyemiyordu.

 

Kızlar çoktan kenara çekilmiş, ortada sadece Mihrimah'la biz ikimiz kalmıştık.

 

"Hoş geldin oğul."

 

Zümrüt Hanımın sesiyle birlikte gözleri abisini bulmuştu Mihrimah'ın.

 

"Hoş buldum ana."

 

Hızını kesmeden oynamaya devam ediyordu. Adımları abisinin yanında durana kadar devam ettikten sonra elini uzatmıştı.

 

"Abilerin abisi, şöyle bir şeyler vermez misin hiç acaba?"

 

Yavuz onun bu haline alışkın olduğunu belirten bir bakış attıktan sonra cebine koyduğu elleriyle kafasını öyle mi dercesine sallamıştı.

 

"Hem bak sayemde, karının ne kadar güzel kıvırdığını öğrendik. Alayım hediyemi."

 

Ağzım şaşkınlıkla açılırken, dudağındaki yamuk gülüşle kardeşine bir kaç yüzlük çıkartıp vermişti Yavuz. Gözleri şimdi yeniden beni bulmuştu.

 

"Evin, gel bakalım bir benle."

 

Merdivenleri çıkmaya başlamasıyla beraber ne yapacağımı bilemez bir halde öylece kalmıştım. Zümrüt Hanım ise dakikalar öncesinde un kalktığı için kızmamış gibi şimdi gülüyordu. Uzağımda duran Mihrimah yeniden yanıma gelmişti, omzuyla omzumu dürttü.

 

"Seninki bekletilmeyi sevmez yengem."

 

"Mihrimah..."

 

Dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Sonrasında ise burada durmak yerine hızlı adımlarla merdivenleri çıkmaya başladım. Az önce resmen kıvırmıştım ben, işin garip kısmı ise daha öncesinde böyle oynayabileceğimi bile bilmiyordum. Yanaklarım yanmaya başlarken çoktan odanın önüne gelmiş, derin nefesler alarak kapıyı açmıştım. Girer girmez elleri cebinde tam olarak kapıya bakan Yavuz'la karşılaştım. Beni resmen ayakta bekliyordu.

 

Suratındaki ifadeye bakılacak olursa, şu anki halim onu keyiflendirmişti.

 

"Eğlenceye yetişemedim desene."

 

Yanaklarım biraz daha yanmaya başlarken, belimde duran yazmaya kayan bakışları ile kırmızı yazmayı hemen çıkardım.

 

"Dalga geçmesene yaa."

 

Dedim, daha fazla utanmamak için. Ellerini cebinden çıkarmadan bir kaç adım attı bana doğru. Yukarıdan attığı bakışları, çok ciddi bakıyordu suratıma.

 

"Her anını görmek istiyorum..."

 

Dedi, boğuk çıkan sesiyle. Az önceki utanmam bunun yanında hiç bir şeydi sanki. Göğsümü yarmak isteyen kalbim, aklımı iki saniyede devre dışı bırakmıştı.

 

"Her anını dikkatle izlemek istiyorum..."

 

Elleri beklemediğim bir anda belimi bulurken, geri adım atmak isteyen tarafımı zorla zapt etmiştim. Her defasında kaçıyordum sanki, ve ona karşı bir şeyleri değiştirmeyi düşünürken geri adım atamazdım.

 

Özellikle de kalbim dokunuşları karşısında ona böylesine hayran oluyorken, geri adım atmak yerine biraz daha ona sığınabilirdim.

 

"Çok farklısın Evin, ilgi çekicisin. Bazen küçük bir çocuk kadar masumsun, ama bazen de içindeki kadınsı tarafla korkusuzca gözlerimin içine bakıyorsun."

 

Adem elması hareket ederken, o şiddetli bir şekilde yutkunmuştu. Gözlerime böyle yoğun duygularla bakıyor olması bedenimi yine o adını bilmediğim garip duygular girdabına itmişti.

 

Kafasını biraz daha yaklaştırdı bana. Burnunu usulca burnuma sürttü. Özellikle günlerdir benimle temas etmiyor gibiydi. Belki de bu girdiğim çelişkinin farkında olduğu için, bana karar verme fırsatı da tanıyor olabilirdi. Ama bunlara rağmen aramızdaki şeylere karşı değişen tavrımın da yine en çok o farkındaydı.

 

Dudakları dudaklarımın bir kaç milim ötesinde dururken, verdiği ferah soluklar usulca yüzümü okşadı.

 

"Günlerdir kendimi frenliyorum..."

 

Belimdeki parmakları tenimi biraz daha sıkarken, canımın acımasından ziyade ona yaklaşmış olmaktan mutlu olmuştum sanki. Kendimi neredeyse onun yanındayken tanıyamıyordum. Göğsüm sert göğsüyle iyice birbirine yapışırken, yüzümdeki saçlarımı kenara iteleyerek, enseme kaymıştı parmakları.

 

"Daha fazla dayanacak kadar sabırlı değilim yavrum."

 

Sözlerinin sonunda kor gibi olan dudakları dudaklarımın üzerine kapanmıştı. Yine hoyrattı fakat bu sefer dokunuşlarının arasında bolca şehvet ve çokça özlemin de olduğunu anlayabiliyordum. Belimdeki eli biraz aşağıya kayıp iyice tenimi sarmalayınca, boşta duran ellerimi kasılan kollarına koymuştum.

 

Sanki ona dokunmamı bekliyormuş gibi genzinden kopup gelen hırıltılı sesi, beni daha büyük bir çıkmazın içine itelemişti. Ona itiraz etmek bir yana dursun, şu anda bunu düşünmek dahi aklımdan geçmiyordu.

 

Ben çoktan kapılarımı bu adama açmıştım, ve nedenini bilmeden her fırsatta kendimi onun güçlü kollarının arasında buluyordum.

 

Ve daha öncesinde sorduğunda cevap veremediğim sorusunun karşılığı olarak artık bir cevaba da sahiptim.

 

Ben Yavuz'a güveniyordum.

 

Ve bu adam benim varlığını unuttuğum kalbimi yeniden attırmayı başarmıştı.

 

Boyum yüzünden ona biraz daha ulaşmak istercesine ellerim ensesine uzanırken, baldırıma kayan eli ile hiç zorlanmadan kucağına almıştı bedenimi. Düşmekten korkuyormuş gibi bacaklarımı beline sardım. Şimdi tek eli kalçamda, diğeri de saçlarımın üzerindeydi. Elbisemin üzerinde yer yer olduğunu hatırladığım un şu anda aklıma dahi gelmezken, suratımın ne halde olduğu hakkında zerre fikrim yoktu.

 

Yavuz'un kucağında, dudaklarımın üzerinde hüküm süren dudaklarına kucak açmakla meşguldüm.

 

Kafasını yana eğmesiyle beraber, hareket etmeye başlamış, sırtımı saniyeler içinde yatakla buluşturmuştu. Hala beline sarılı duran bacaklarımı gevşetmek aklıma gelmezken, nefes almam için hafifçe uzaklaşan dudakları şimdi yüzümün bir çok noktasını öpüyordu. Destek aldığı tek kolu ile üzerimde duran bedeni, beni kendisiyle kafeslemişken, alnının ortasında kabaran ince damara dokunmak isteyen parmaklarımı nereye koyacağımı bilemiyordum.

 

Boynuma tam şah damarımın üzerine bastırdığı dudakları bu sefer uzunca orada kalırken, karnımın orta yerinde büyük bir volkan patlamış gibi hissediyordum. Bedenim heyecanla kasıp kavruluyordu. Ve hala haylaz bir çocuk gibi, ona sokulmak istiyordum.

 

"Yavuz."

 

Dedim zar zor sesimi bularak. Tam olarak ne diyeceğimi bilmiyordum ama birazcık daha böyle durursak iyi şeyler olmayacak gibi görünüyordu.

 

Konuşmadı sadece küçük bir ses çıkardı beni duyduğunu belirten. Hala kafası boyun girintimde iken, hareket etmesiyle beraber huylanıp ellerimle saçlarının arasından kafasını tutmuştum. Dudaklarım elimde olmadan kıvrıldı, ufak bir kaç kıkırtı dudaklarımın arasından firar etti. Kahve hareleri sesimle beraber gözlerimi bulurken, hala ellerim saçlarının arasındaydı.

 

Daha öncesinde dokunmadığım ama dokunmak istediğim siyah tutamları, ipek gibi ellerimin arasına sızmıştı.

 

Gözleri hala kıvrık olan dudaklarımdaydı şimdi de. Onun karşısında tüm saflığıyla açmaya başlamıştım duygularımı, ve ona karşı atmamı beklemediği adımlar, en çok yine onu şaşırtıyordu.

 

"Kokun..."

 

Dedi, aynı hırıltılı sesiyle. Sanki kelimeleri söylerken kendisiyle savaşıyor, bedeni her saniye biraz daha kasılıyordu.

 

"Aklımı alıyor Evin, aklımı."

 

Hala ellerim saçlarındaydı.

 

"Yavuz."

 

Dedim bir kez daha. Kolundan güç alarak biraz daha eğildi üzerime, bedeninden yayılan sıcaklık üzerime çökmüştü sanki. Oda birazdan alev alacak kadar sıcaktı, ve biz içten içe kül olmaya başlamıştık.

 

"Söyle fıstığım."

 

Dudaklarımın biraz uzağında durmuştu yeniden dudakları.

 

"Durmalıyız."

 

Söylediğim sözlere karşı çıkmıştı kalbim. Haksızda sayılmazdı doğrusu. Her ne kadar durmalıyız demiş olsam da, onun bana karşı böylesine ilgili olmasına hayrandım. Yavuz'un kollarının arasında kayıp olmak en sevdiğim şey haline gelmişti. Ona alışıyordum.

 

"Durmamalıyız."

 

Dedi, benim aksime daha yoğun bir tonlamayla. Yeniden dudaklarıma kapandığında ise kolundaki gücünü biraz azaltarak üzerimdeki yerine iyice yerleşmişti. Karnımın üzerindeki gergin kasları aklımı karman çorman ederken, ona durmalıyız dememe rağmen hala belinde duran bacaklarımı anımsamıştım. Eteğim yukarıya kaydığı için baldırımın büyük bir kısmı açılmıştı. Eli ise beyaz tenimi iri parmakları ile sarmalayıp, kendisinden uzaklaşmasını engellemek ister gibi sıkıca kavramıştı.

 

"İstemediğin hiç bir şey olmayacak, ama biraz soluklanmama izin ver. Lütfen."

 

Bir de rica ediyordu. Gözlerine bakarken içime dolan huzurla, bu sefer onu öpen kişi ben olmuştum. Kesinlikle mantıklı düşünseydim şu anda öpmeden önce en az bir kez daha düşünürdüm. Ama mantığım tamamıyla bir toz bulutu olup havada dağılmışken, zihnim inatla beni ona itiyordu.

 

Ben ilk defa Yavuz Karadağ'ı öpmüştüm.

 

Ben ilk defa kocama özel bir adım atmıştım.

 

Kocam demek bile öylesine garip geliyordu ki... sanki yüreğimdeki kanadı kırık kuşlar onun adını duyunca inatla uçmaya çalışıyordu. Çabalarının karşılık bulacağına en çok onlar inanıyordu.

 

Dakikalar boyunca o bende, ben ona kayboldum. Ve ben ilk defa kaybolmaktan korkmadım.

 

Zorlukla üzerimden kalkmasıyla birlikte, elleri üzerindeki beyaz gömleğinin düğmelerini hızlıca çözmeye başlamıştı. Gözlerini gözlerimden bir saniye bile çekmeden omuzlarından sıyırdığı gömleği bana fırlatmış, üzerime düşen gömleği ani refleksle yakalarken de arkasında şaşkın bakışlarla beni bırakıp keyifle banyoya girmişti.

 

Kalbim ağzımda atıyordu, normal miydi?

 

 

 

~

 

 

 

"7/24 yapın, 7/24 yerim. Nasıl bir mükemmelliktir bu be!"

 

Boran'ın gür sesi masadakileri güldürürken, bardağındaki ayranından büyük bir yudum almıştı. Pişen gözlemeleri, sıcacık bir muhabbetle çoktan yemeye başlamıştık.

 

"Ye tabi, anca ye sen."

 

Miraç abinin homurtusuna Boran sadece omuz sallamakla yetinirken, aralarında anlam veremediğim bir bakışma geçmişti.

 

"Kıskanma Miraç Bey."

 

Gözlerini kısan Miraç abi de ayranını yudumlarken, bir daha konuşmamıştı.

 

"Bir de bu evin küçüğü benim, iki koca adam çocuk gibisiniz."

 

Gözlerini diktiği ikileye siz iflah olmazsınız bakışlarından atıyordu Mihrimah. Ama yine de herkesin suratında huzurlu bir ifade vardı.

 

"Nasıl doyuyorsun iki lokmayla anlamıyorum ki, hala kuş gibisin! Aç ağzını."

 

Dudaklarımın önüne uzatılan elle birlikte irkilerken, Yavuz'un homurtuları sonradan zihnime düşmüştü. Masadakilerin bu anı görmüş olabilmeleri beni utandırırken kaşlarımı çatmıştım zorlayarak.

 

"Yavuz."

 

Dedim dudaklarımın arasından. Umursamadı bu durumu, çoktan bitmiş olan tabağıma tam tersine iki gözleme daha bıraktı. Masanın üzeri yine donatılmıştı. Her çeşitten yemek vardı, fakat akşamın göz bebeği sabah uğraşarak yaptığımız gözlemelerdi.

 

Öyle ki konağın erkekleri büyük bir keyifle yiyor, tatlarının harika olduklarını vurguluyorlardı.

 

"Ayranını da bitir."

 

Kaşları bardağımı gösterirken, şişen yanaklarımla beraber bardağı elime alarak hafifçe görmesi için havaya kaldırdım ve dudaklarımın arasına götürüp bir kaç yudum aldım. Gözü yiyip yemediğimi teyit etmek istercesine sürekli üzerimde geziniyordu.

 

"Aferin."

 

Dedi, sesindeki keyifli tınıyla birlikte. Gözlerimi devirerek bir parça gözleme daha kopartarak ağzıma attım. Her ne kadar utandırsa da böylesine dikkatli olması hoşuma gidiyordu.

 

"Ne oldu sizin anlaşma?"

 

Mümtaz ağanın sesiyle konuşan ilk Miraç abi olmuştu. Bende dinlemeye başladım.

 

"Ne olmadı mı desek acaba biz şuna baba?"

 

Sözleri kısa bir sessizliğe sebebiyet verirken, yerinde sıkıntıyla kıpırdanan bu sefer Boran olmuştu.

 

"Gözüm tutmadı herifleri."

 

Bunu söyleyen ise Yavuz'du. Mümtaz Ağa merakla kafasını sallarken Yavuz'un yeniden konuşmasını bekliyordu, diğer herkes gibi.

 

"Sundukları teklifle anlaşmanın arasında dağlar kadar fark var, farkındalar da bunun. Ama yine de bir halt çevirme derdindeler."

 

Masanın üzerinde duran parmakları ağır ağır örtüye çarparken, sıkıntılı bir soluğu dışarıya bırakmıştı.

 

"İş yapılacak insan değiller, kararımız olumsuz."

 

Mümtaz Ağa anlayışla dinlemişti Yavuz'u. Kafasını salladı.

 

"Miraç siz geçen ki toplantıda konuştunuz mu bunu?"

 

Miraç abi de memnun olmadığını belirten bir bakış atmıştı.

 

"Yavuz haklı, en başından beri adamlarda bir halt olduğu belliydi. İşler ciddiye binmeden yol vermek en iyisi."

 

"Aynısından."

 

Diyerek çatalındaki patlıcan dolmasından kocaman bir ısırık alarak araya girmişti Boran. Yemek yemeyi fazla seviyordu, ama buna rağmen kilolu değil, abileri gibi yapılı ve fit bir bedene sahipti.

 

"Boğulacaksın yavrum yavaş ye."

 

Zümrüt Hanımın yakarışı bile durdurmamıştı kendisini. Tüm akşam bu şekilde geçip giderken, hafta sonu için öncesinde yapamadığımız çiftlik tatilinin yeniden planı yapılmıştı. Bu sefer ailecek olunacağına emindik hepimiz.

 

Bu yüzden de içime dolan heyecanı engelleyemiyordum garip bir şekilde. Özellikle de önceki gidişimizde ata binemediğim için, şimdi bineceğimi düşünüyordum. Berivan'ların kalkamasıyla beraber bizler de odalarımıza çekilmiştik. Saat 12'yi geçiyordu.

 

"Gel fıstığım."

 

Üzerimdeki sabahlığı çıkarıp kenara bıraktıktan sonra, puantiyeli pijama takımım ortaya çıkmıştı. Yavuz'un yatağın üzerine vurduğu eli hareketini keserken, dudakları da kıvrılmıştı. Pembe kumaşın üzerindeki beyaz puantiyeler tam bir çocuk pijamasına benziyor olabilirdi belki ama nedensizce aşırı hoşuma gitmişti benim.

 

Saçlarımı düzelterek yatağın kenarına gelmiştim, kaldırdığı örtünün altına girdim.

 

"Ne güzel olmuşsun sen öyle."

 

Daha çok bu halime güleceğini düşünmüştüm ben oysaki.

 

"İnanayım mı?"

 

Dedim, havaya kalkan kaşlarımla. Kafasını salladı ağırca. Eli ise çoktan belimdeki yerini almış, kafamı göğsünün üzerine çekerek uzanmamı sağlamıştı.

 

"İnan tabi güzelim."

 

Gülümseyerek diğer elimi de göğsünün üzerine bıraktım.

 

"Yarın yorma çok kendini, birlikte halledersiniz."

 

Tamam dercesine kafamı salladım.

 

"Ata bineriz değil mi?"

 

Gözlerim kısa bir an yüzünü bulurken, çoktan iri eliyle saçlarımı okşamaya başlamıştı.

 

"Bineriz yavrum."

 

Sonrasında da daha fazla bir şey konuşmamıştık zaten. Uykuya dayanamayan gözlerim onun şefkatli dokunuşları ile kısa sürede kapanmış, huzurlu bir uyku beni kollarının arasına çekip almıştı.

 

Ben yıllar sonra bir kez daha keyifle uyumuştum.

 

Ben yeniden bu adamın kollarının arasında huzuru tatmıştım.

 

 

 

~

 

 

 

Üzerime geçirdiğim ince askılı elbiseye emin olamayarak bakarken, sırtımı görmek için arkaya çevirdiğim kafamla aynaya bakıyordum. Yarın çiftlik evine gideceğimiz için ufak bir hazırlık yapmıştık.

 

Şimdi ise duştan çıkmış olmamı fırsat bilerek, raflarda bulunan daha öncesinde giymeyi düşünmediğim bir kaç elbisenin üzerimdeki duruşuna bakıyordum.

 

Şu anda üzerimde bulunan haki yeşili elbise, dizlerimin tam üzerinde bitiyordu, lakin ince askıları ve düşen sırt detayı yüzünden bedenimin büyük bir kısmı, açıkta kalmıştı. Özellikle de sırtımda bulunan izler için bu açıklık olamazdı.

 

Dakikalar öncesinde kuruttuğum ve at kuyruğu halinde yukarıda topladığım saçlarımı omzuma atarken dikkatle inceliyordum. Bu izler yüzünden giyinmeyecektim belki de bunları.

 

Suratım elimde olmadan asılırken odanın kapısının açıldığını duymuştum.

 

"Evin?"

 

Yavuz'un sesi kulaklarıma dolarken, hızlıca arkamı dönerek yüzümü kapıya çevirdim.

 

"Giyinme odasındayım."

 

Adımlarının sesi yaklaşırken, saniyeler içinde kapıdan iri bedeni girmişti. Elinde tuttuğu ceketini ortadaki büyük çekmeceli masanın üzerine atarken, cebine soktuğu elleriyle biraz uzağımda duruyordu.

 

Kahve hareleri baştan aşağıya üzerimde gezindi. Ve bunu bir kaç defa tekrarladı.

 

"Hayırdır, nereye?"

 

Sırtımı görecek olması zihnimi meşgul ederken, sözleriyle birlikte benim de bakışlarım elbiseyi bulmuştu. Aslında güzel duruyordu.

 

"Hiç bir yere."

 

Dudağı hafifçe oynadı, gülecek gibi olmuştu. Sanırım açıklamamı bekliyordu.

 

"Öylesine rafta duruyordu da denemek istedim."

 

"Yakışmış."

 

Dedi, oysaki ben açık olduğuna dair bir şeyler söyler diye düşünmüştüm ama o sadece yakışmış demişti. Şaşırdım. Hatta bu şaşırmam bariz bir şekilde bakışlarıma ve suratıma yansıdı, diğer bir çok şeyi olduğu gibi o bunu da farketti. Bedenim yavaş yavaş ısınırken, zorlukla yutkundum. Dudaklarımı araladım.

 

"Şey, üzerimi değiştireceğim de..."

 

Çıkmasını bekliyordum buradan. Demek istediğimi anladı bir süre daha öylece durdu sonrasında ise üstelemeden, giyinme odasından çıkarak banyoya girdi ve beni burada tek bıraktı.

 

Bunları bir yerde onunla paylaşacaktım zaten emindim, fakat şu anda doğru zaman mıydı bilmiyordum. Özellikle de o izleri gördükten sonra, neler olurdu işte orasını kestiremiyordum. Karışan zihnimle beraber yeniden odada tek olmamı fırsat bilerek çıkardığım elbisenin yerine daha kapalı bir şey giyinerek akşam yemeğine yardım etmek için hızlıca odadan çıktım.

 

 

 

~

 

 

 

"Tamam ulan tamam, kapat şu telefonu!"

 

Yavuz'un sesi arabada yankılanırken, arka koltukta oturan Mihrimah oflamıştı.

 

"Ayy abi kapatsana şu telefonu, tamam dedik işte. Al sen alınacakları."

 

Çiftlik evine yaklaşmamıza az kalmıştı, markete gitmesini söyledikleri Boran'da durup durup onu da alayım mı diyerek Yavuz'u arıyordu. Ve bu da 15 dakika içerisinde beşinci arayışı olmuştu.

 

"Şöyle güzel güzel dinleniriz 2 gün."

 

Yavuz'un biten konuşması ile, arkada oturan Mihrimah'a kısaca bakıp istemsizce kafamı sallamıştım. Bu sefer daha iyi vakit geçireceğimizden emindim.

 

"Bol bol gezeriz birlikte yengem."

 

Abisine kaymıştı bakışları bunları söylerken. Yavuz ise dikkatle yola bakıyordu. Lakin kulaklarının bizde olduğunu biliyordum.

 

"Gezersin güzelim."

 

Demişti net bir tonlamayla Mihrimah'a. Hatta neredeyse kardeşiyle alay edercesineydi bu ton.

 

"Ne demek gezersin abi, yengelerimle vakit geçireceğim ben. Öyle planladım."

 

Yanımdaki adamın gözleri beni bulmuştu bu sefer, sanki sözlerini kanıtlamak ister gibi bakıyordu.

 

"Berivan'la geçir vaktini. Bizim zaten bir planımız var."

 

Bu çocuksu tavrına gülmek isteyen tarafımı zorla zapt ederken, aracın hızı düşmüştü. Ani hareket ve sözleri beni ya şaşırtıyor, ya da utandırıyordu.

 

Önümüzdeki araç açılan kapıdan girerken onun arkasından da önce biz ardından da diğer 3 araç içeriye girmişti. Otopark olarak ayrılan kısımda tamamıyla durmamızla birlikte araçlardan inmiştik.

 

Herkes sırayla odasına girmek için yanımızdan ayrılırken, Yavuz'un aldığı valizle beraber bizde odamıza çekilmiştik. Gözlerimi bir süre önünde durduğum camdan dışarıda gezdirdim. Etraftaki çiçekler öylesine canlıydı ki, camdan bakmak bile kokularını hissetmemi sağlamıştı sanki.

 

"Hazırlan bakalım yavrum."

 

Omzuma koyduğu elleriyle birlikte bedenini yakınımda hissederken, gözlerimi camdan çekerek ona çevirmiştim.

 

"Nereye?"

 

Anlık dudaklarıma kayan bakışları yeniden yeşillerimi bulurken, tenimde duran elleriyle beni kendisine çevirmişti.

 

"Safir ve Kuzgun'un yanına."

 

Gözlerim heyecanla parıldarken onu dinleyerek kendime ata binebilmek için düzgün bir kıyafet çıkarmıştım. Onun odadan çıkmasıyla birlikte de elbisemi çıkartarak siyah dar pantolonla, beyaz bluzu giyinmiştim. Saçlarımı yukarıdan at kuyruğu da yaptıktan sonra giyindiğim ayakkabılarımla birlikte odadan çıkıp merdivenleri indim. Kapının önünde yanında duran adamla konuşurken bulmuştum Yavuz'u.

 

Siyah tişörtü ve siyah pantolonu ile diğer günlere göre biraz daha spordu o da. Ve her zamanki halinin yanında onu böyle görmek, garipti.

 

Geldiğimi görür görmez bakışları beni bulurken, yanında duran adam selam vererek uzaklaşmış bizi baş başa bırakmıştı. Elini uzattı tutacağımdan emin olarak.

 

Elim ise uzattığı elini bekletmemek için, ağırca ellerinin üzerine ulaşmıştı.

 

Gözlerim gözlerini bulurken, onunla taşlı patika yolda sessizce yürümeye başlamıştık. Attığımız her adım birbirine denk gelirken, içime dolan huzurla gülümsüyordum. Ahıra ulaşmamızla birlikte daha öncesinde gördüğüm adamın, çoktan atları bizim için hazırlayıp, dışarıya çıkardığını farketmiştim.

 

Çocuksu bir heyecanla adımlarım hızlanırken, elinin arasında duran elinden kurtularak, tam iki atın arasına geçerek ellerimi ikisine de uzatmıştım.

 

Sıradan veyahut basit bir sevgi değildi bu. Sanki benim içimdeki şeyleri onlar bakışımla anlıyor, ona göre de kendilerini bana bırakıyor gibiydiler. Dudaklarım mutlulukla kıvrılırken, parmaklarımın altındaki yumuşak tüyleri güneşle parıldıyordu.

 

"Hazır mısınız?"

 

Dedim fısıltılı sesimle ikisine ithafen. Elime biraz daha yasladıkları başları kollarıma doğru sürterken, neredeyse omzuma gelene kadar yaklaşmışlar, garip bir şekilde ikisi kafa kafaya vermişti. Bu halleri hoşuma giderken, bu iki atın arasındaki duyguları öğrenmek istemiş, merakla da kocaman gülümsemiştim.

 

O an duyduğum sesle birlikte bakışlarım karşımda duran Yavuz'u bulmuştu işte. Elinde tuttuğu telefonun ekranına gülümseyerek bakıyordu ve bu gülümsemesi bana onu ilk defa gözlerimin içine bakarak güldüğü geceyi anımsatmıştı.

 

Bize tuttuğu telefonla anlamıştım, asıl güldüğü şeyin bu olduğunu. İçime akan ılık bir şey beni heyecanlandırırken, onun yanında kendimi fazlasıyla rahat hissetmeye başladığımın farkındaydım. Korkusuzca ona kendimi açıyor, duygularımı paylaşıyordum resmen.

 

Bir kez daha baktığı telefonu cebine koyarken, yanıma gelerek atı işaret etmişti.

 

"Hadi bakalım."

 

Kafamı sallayarak öncesinde onu şaşırttığım gibi bir kez daha aynı hisleri yaşatacağımın bilincinde olarak tek hamlede atın üzerine binmiştim.

 

Parıldayan hareleri bir süre üzerimde dolaşmışken o da beni bekletmemek için atına binmişti. Elimin teki dizgini sıkı sıkıya tutarken, diğer elimi Safir'in boynuna doğru kaydırarak usulca okşadım.

 

Sevgi her şeyin ilacıydı, ve yine sevgi herkesin ihtiyacıydı.

 

"Yarışalım mı?"

 

Dudaklarımın arasından çıkan kelimelerle gözleri beni bulurken, o kendisinden emin hali suratındaydı.

 

"Kaybetmeye hazır mısın fıstığım?"

 

Nefesim her bir kelimesi ile boğazıma kaçarken, gözlerimi gözlerinden kaçırmıştım. Etkilendiğimin farkındaydı.

 

"Daha öncesinde kazanmıştım Yavuz Ağa, hatırlatırım."

 

Dedim, imayla. Ona ağa dememden hoşlanmadığını belirten bakışlarından bu sefer atmamıştı bana. Tam tersine onunla rekabete girmemden zevk alıyor gibiydi. Aynı benim gibi üzerinde durduğu atı Kuzgun'un tüylerini okşadı.

 

"Yanılıyorsun yavrum, ben kazandım..."

 

Bir kaç saniye boyunca sessiz kaldı. Yeniden konuşmasını bekledim fakat o, tek kelime etmedi. Sözlerinde başka bir ima vardı fakat tam olarak neyi kastettiğini anlayamamıştım.

 

Yarışacağımızı düşünerek iki elimle dizgini tutmuş onun da hazır olduğunu görüp Safir'e komut verecekken, Yavuz tüm dengemi alt üst edeceğini bilerek kapattığı dudaklarını aralamıştı.

 

Dudaklarının arasından dökülen kelimeler, kulaklarıma sızarken, düştüğü yer tam kalbim olmuştu. O komutunu verip önümden atıyla birlikte bir hızla geçip giderken ben açılan gözlerimle öylece arkasından bakıyordum.

 

Yanılıyordu.

 

En az onun kadar ben de kazanmıştım.

 

Ve bu galibiyette elde ettiğim tek şey Yavuz'du.

 

"Te dilê min dizî lê min bi ser ket."

 

(Kalbimi çaldın ama ben kazandım.)

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Son noktayı yine Yavuz Karadağ koydu arkadaşlar 🤝🏼

 

• Ben Yavuz ve Evin sahnelerini yazarken sürekli sırıtır oldum ağaösüaşa

 

• Bu yüzden de yan karakterlerden ziyade ikisini baz aldım bu bölümde. Umarım beğenmişsinizdir.

 

• Düşüncelerinizi şöyle yazabilirsiniz. Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

 

19/07/2022

simaara

Bölüm : 22.11.2024 00:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...