Fazla aksiyon dolu bir bölüm olduğunu düşünüyorum, çünkü hesapta olmayan bir kaç şey ekledim 👀
Şimdi daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıyor keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada beklediğimi unutmayın 🕯
• • •
Bölüm Şarkıları: Sufle / İçinde Aşk Var
Yıldıray Gürgen / Seni Seviyorum
"Ruhları birbirine bağlı insanlar vardır, yürekleri mesafe kabul etmez."
Milena'ya Mektuplar - Franz Kafka
⚫️
Sevmişlerdi.
Gitmişlerdi.
Gelmişlerdi.
Ve...
Sevmemiş, nefret etmişlerdi.
Bu sefer sadece bir kişi gelmişti.
Fakat o, ne nefret etmişti ne de sevmişti..
Ama, değer vermişti...
Yüzüme çarpan rüzgar, beni kendime getirmek istercesine haykırırken, ben içinde sıkışıp kaldığım anı anlamaya çalışıyordum.
Ne demişti öyle?
"Te dilê min dizî lê min bi ser ket."
(Kalbimi çaldın ama ben kazandım.)
İma ettiği şeyleri az çok anlamıştım, salak değildim. Fakat bunu anlamış olmak çok tuhaf hissettirmişti.
Sözlerinin ağırlığı altında eziliyordum sanki.
Beklenmedik anda gelmişti, ve bir sürü duyguyu aynı anda hissettirmişti.
Oysaki, küçücük bir imaydı belki de...
Üzerinde durduğum atı anımsarken, onun çoktan beni geride bıraktığının bilincine varabilmiştim. Dudaklarım onun bu çocukça haylazlığı karşısında kıvrılırken ellerimle sıkı sıkıya tuttuğum dizgini geriye çekmiştim.
"Hadi güzelim, göster kendini."
Komutumla beraber Safir'in dudaklarının arasından büyük bir kişneme sesi arazide yankılanırken, büyük adımları toprağın üzerine izini bırakmaya başlamıştı. Saçlarım geriye savrulurken, üzerine eğildiğim atla, konuşmayı ihmal etmiyordum. Bu benim için vazgeçilmez bir tutkuydu belki de.
"Yavuz Ağa!"
Bağırdığım için yüksek çıkan sesim ona ulaşırken, çoktan yakalamıştık onları. Sanki az önceki sözleri sadece duyan ben değildim, Safir'de bunun heyacanını üzerinde taşıyormuş gibi normalden daha hızlı koşmaya başlamıştı.
Kafasını hafif bir açıyla arkaya çeviren Yavuz kendine yetiştiğimi görünce keyifli bir bakış atmıştı bana.
"Hile yaptın!"
Dedim, şimdi aramızdaki mesafe daha da azalmıştı. Kuzgun'la birlikte yaptığı ufak bir jestti belki de bu bilmiyordum, fakat Safir'in çabası gözardı edilemez bir gerçekti.
"Adil oynarım ben Evin, ortada hile yok."
Her cümlesi zihnime bir ok misali saplanıyor, tüm bedenimi etkisi altına alıyordu. Ve o, bunun fazlasıyla farkındaydı. Yandan kısa bir bakış atarak tuttuğum dizginleri biraz daha çekerek dizlerimi büktüm. Hareketimle beraber şimdi öne geçen biz olmuştuk.
"Ben kazanacağım."
Kendi kendime mırıldandım. Garip bir rekabetin içerisine girmiştim sanki. Öyle ki onun yüzünde gördüğüm o ifade, beni daha da gaza getiriyordu. Sanki kazanmaya teşvik ediyordu.
Aramızdaki kısa mesafeler ileri geri oynarken, saliselik farkla Kuzgun önümüzde ani bir hamleyle durmuştu. Kişneme sesi arazide yankılanırken, aynı üzerindeki adam gibi keyifle yerinde gerinmişti.
Safir ise, huysuzca ayaklarını kaldırıyordu. Elimi boynuna doğru koyarak tüylerini okşadım.
"Sakin ol kızım, biz kazandık."
Fısıltılı sesim ikimizin arasında kalırken, dizginleri bırakarak üzerinden inmiştim. Karşımda ellerini cebine koymuş bir şekilde duruyordu. Kara kaşları keyifle havalanmış, hafif pembe dudakları da ufak bir açıyla kıvrılmıştı.
"Tebrik etmeyecek misin beni?"
Alaylı sesiyle beraber, gözlerimi kıstım. Bu hallerini görmek, sanki aramızdaki adını koyamadığım bu bağın daha da sağlamlaşmasını sağlıyor gibiydi.
"Tebrik ederim."
Dedim, ardından da yeşillerimi dikkatle kahvelerine çevirdim.
"Ama bu hile yapmış olduğun gerçeğini değiştirmiyor. Muhtemelen ben kazanacaktım."
Sözlerimi umursamadı, özellikle de ona dolaylı yoldan oyunbozan demiş olmamı görmezden gelmişti. Tepemizde duran güneş, esmer tenini parlatıyordu.
Bir adım attı üzerime doğru. Kalbim yeniden hızlanırken, kokusu dört bir yandan etrafımı sarmıştı.
"Senden isteyeceğim şeyi vermeye hazır mısın?"
Nefesim soluk borumda sıkışıp kalırken, gözlerim kocaman açılmıştı. Aklıma gelen şeyler hiç hoş şeyler değildi, ve ben tamda şu anda onun karşısında nasıl bir tepki vereceğimi şaşırmıştım. Dakikalarca susmuş, sadece suratına bakmıştım.
"Ne... ne vereceğim?"
Bir adım daha attığında ayakkabılarımızın uçları birbirine değmişti. Eliyle kavradığı çenemi yüzüne bakmam için havaya kaldırdı önce, ardından da dilini dudağının üzerinde gezdirdi.
"Söyleyeceğim, ama zamanı var. O zamanı geldiğinde de alacağım."
Parmak uçları çok dikkatli bir şekilde saçlarıma dokunuyordu. Ve bakışları, onlar da dokunuşları kadar ilgiliydi.
"Çok az kaldı."
Son sözleri bu olurken, uzunca bakışmıştık. Önceden insanlarla göz göze gelmekten deli gibi korkarken, şimdilerde onun gözlerinde kaybolmayı göze alıyordum.
Baş parmağı elmacık kemiklerimin üzerine tüy kadar hafif bir dokunuş bırakırken, bir adım geriye çekilerek atları işaret etmişti. Komutuyla beraber kendimi toplayarak hızlıca ata binmiştim. Safir'i az önceye nazaran bu sefer daha yavaş sürüyor, geçtiğimiz yerleri izliyor ve ara sıra da yanımdaki adama bakmayı ihmal etmiyordum...
Bir kaç saatimiz bu şekilde geçerken, çoktan odamıza çıkmıştık. Aldığım kısa duştan sonra üzerime, renkli bir elbise giyinerek ıslak saçlarımı kurutmuştum. Odaya yeniden girmemle beraberde bu sefer banyoya Yavuz girmişti.
Tamamıyla bitirdiğim işimle beraber odadan çıkarken, bu çiftlik evininin herkese iyi geldiğini anlayabiliyordum.
Ağır adımlarla çıktığım bahçede, beni kahvesini yudumlayıp etrafı izleyen Mümtaz ağayla kucağında duran küçük torunu Aras karşılamıştı. Yanlarına gidip gitmeme de kararsız kalırken, çoktan farkedilmiştim.
"Gel bakalım kızım."
Bana her kızım diyişinde kendimi eski anılarımın arasında buluyordum, dudaklarım hüzünle kıvrılırken yanlarındaki boş sandalyeden bir tanesine oturdum.
"Sevdin mi buraları?"
Gözlerim kucağındaki keyif çatan Aras'ı bulurken, mırıldanışları beni güldürmüştü.
"Evet, çok güzel burası. Huzurlu hissettiriyor."
Babacan bir tavırla güldükten sonra, hareketlenen Aras'ı bana uzatmıştı. Bekletmeden kucağıma aldım.
"Öyledir... güzeldir."
Bir şeyler söylemek istiyordu, fakat tam olarak nasıl konuya gireceğini kestiremiyor gibiydi.
"Ciwan'la bir kaç defa konuşma şansımız olmuştu önceden. Yavuz'u falan da tanırdı baban."
Tüm ilgim tamamıyla Mümtaz ağanın konuşmasındaydı. İçime sığdırmadığım heyecanım, kalbimi hızlandırmıştı.
"Sözünün eriydi, sevdası uğruna ona sırt dönen ailesine rağmen bir kere bile yolundan şaşmadı..."
Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra bardağı masanın üzerine bırakmıştı. Gülümsedi hafifçe.
"Senden bahsederken konu arasında, gözleri parlıyordu."
Öyleydi. Bana her kızım diyişinde koşarak kollarının arasına giriyor, orada kayboluyordum.
"Anneni yakından tanımam ama tüm Mardin ne kadar iyi birisi olduğunu söylerdi. Mekanları cennet olsun."
Gözlerimden akıp gitmek isteyen damlaları durdurmaya çalışırken, karşımdaki yaşlı adam yeniden konuştu.
"Az çok tahmin edebiliyorum, o evde neler çektiğini. Ama merak etme, bundan sonra senin evinde, ailende biziz. Her zaman arkandayız..."
Boğazıma oturan koca yumru yüzünden tek kelime edememiştim. Etrafımı saran duygular fazla ağırdı.
"Sadece Yavuz'un değil, senin de babanım. Kendini rahat hisset."
Sağ gözümden yanaklarımın üzerine akan yaşı hızlıca silerken, kucağımdaki Aras bu halimi anlamış gibi hareketlenmeye başlamıştı.
"Ben ne demem gerekiyor bilmiyorum... çok, çok teşekkür ederim. Buraya gelmeden önce çok korkmuştum... şu anda korkmuyorum. Mutluyum."
Oturduğu yerden kalkıp tam yanımda dururken, eliyle babacan bir tavırla omzumu sıkmıştı. Kafamı kaldırarak suratına baktım. İçinde olduğum bu duygu karmaşasının farkına vararak gülümsedi.
"Allah daim etsin kızım."
Yanımızdan tamamıyla uzaklaşmasıyla birlikte, gözlerimi kapatarak derin bir soluk aldım. Ciwan Şahmaran, şimdi bile küçük kızını yalnız bırakmamıştı.
Kucağımdaki hareketlilikle birlikte kendime gelirken, gözlerimi açarak Aras'a baktım. Bu ailenin çatık kaş genleri, daha minicik olmasına rağmen bu küçük bebeğe de uğramıştı. Dikkatli bakışları komiğime giderken, parmaklarımı saran ellerini öptüm.
"Baş başa mı kaldık biz seninle?"
Sorumu anlamış gibi mırıldanırken, annesini anımsatan gözlerini gökyüzüne çevirmişti. Bir süre inatla bakmaya çalıştı, fakat ışık gözünü almış olacak ki bu çabası kısa bir süre içerisinde son bulmuştu.
"Fıstığım?"
Duyduğum sesle beraber kafamı omzumun üzerinden geriye çevirirken, Aras'ta sesinden tanıdığı amcasını daha görmeden yeniden kıpırdamaya başlamıştı. Omzuma dokunan parmaklarının yakıcı sıcaklığını elbiseme rağmen tenimde hissederken, bedenini arkadan üzerime doğru eğmişti.
"Ne yapıyorsunuz burada?"
Hareketleriyle birleşen ses tonu, içimi gıdıklarken havaya kaldırdığım başım yüzünden, yüzlerimizin arasındaki mesafe de azalmıştı.
Çok tehlike bir haldeydik bence.
Alnına düşen bir tutam saçını parmakları geriye ittirirken, aldığım koku çoktan ciğerlerime sızmaya başlamıştı.
"Hiç... dedesi verdi, oturuyoruz."
"Hmm."
Dudaklarının arasından çıkan mırıltıyla beraber, yanağımın biraz uzağında duran burnunu tenime sürtmeye başlamıştı. Omzumda duran parmakları da, enseme doğru yol almıştı.
"Yavuz..."
Kucağımda duran Aras'ı unuttuğunu düşünerek uyarmıştım kendisini ama kafasını boyun girintime sokmasıyla beraber, beni de içinde olduğumuz bu yoğun duyguların içerisine çekmişti. Sertçe yutkundum.
Bana her yaklaştığında yaptığı gibi yeniden sıcak dudaklarını boynumdaki damarın üzerine uzunca bastırmıştı.
"Seni kaçırayım mı?"
Boynumda olan kafası yüzünden sesi boğuk çıkarken, sözlerini algılamam biraz uzun sürmüştü. Yine çok ani gelişmişti her şey ve ben yine ne olduğunu kavrayamamıştım.
"Konuşsana yavrum?"
Kapattığım yeşil gözlerimi açarak kahvelerine çevirdim. Yüzlerimiz şimdi yeniden çok yakındı. Haylazca parıldayan hareleri ise dudaklarımla gözlerimin arasında mekik dokuyordu.
"Aras."
Konuşmak için çabaladıktan sonra dudaklarımın arasından sadece bunlar dökülmüştü.
"Yenge, neredesin?"
"Biri bitmeden, bir diğeri başlıyor!"
Yavuz'un huysuz sesinin ardından bize doğru koşarak gelen kız Mihrimah'tı.
"Ay Aras'ı alacaktım ben, kusura bakmayın böldüm sizi de."
İmalı sesi benim utanmam için yeterli bir sebepken, Yavuz kucağımdaki Aras'ı almıştı. Fakat boynumdaki kolyeye parmaklarını saran bebek, benden gitmek istemiyor gibi görünüyordu.
Çattığı kaşlarıyla beraber huysuzca mırıldanırken, aynı bakışları amcasından da aldığının farkında değildi.
"Aras, halacığım neler yapıyorsun sen öyle?"
Mihrimah'ın sesi daha da keyifli çıkarken, Yavuz kolyeyi tutan parmaklarını kibarca açmıştı. Lakin açtığı an sıkıca kapanmasını beklemiyordu.
"Hayırdır aslanım?"
Karşısındakinin bir bebek oluşunu unutmuş gibi ciddiyetle sormuştu. Bu sahneye gülmeden durmak imkansızken, ellerimle küçük elini tutarak pamuk gibi tenine minik bir öpücük bırakmıştım. Dudakları yeniden kıvrılırken, benden uzaklaşan eliyle beraber Mihrimah'a uzattım.
"Büyük bebek huysuzlanmadan gidelim biz en iyisi."
"Mihrimah!!"
Yanımızdan hızlıca kaçıp giden kızın arkasından bağıran Yavuz'un suratındaki ifadeye daha fazla dayanamayarak gülmeye başlamıştım.
Kahvelerinin hedefi şimdi benken, havaya kalkan tek kaşıyla başını eğerek ne olduğunu sorarcasına bir bakış atmıştı. Ne olduğu belli değil miydi?
"Hiç."
Derken, özellikle sesimi düz tutmaya çalışmıştım lakin üzerimde dolaşan bakışları yüzünden sesimde suratımdaki ifade gibi güldüğümü ele vermişti.
"Komik değildi Evin."
Ciddi görünüyordu. Kafamı salladım.
"Komikti."
Kaşlarını kaldırdı yeniden, bu hareketiyle birlikte de öne doğru bir adım attı.
"Değildi güzelim."
Ellerim elbisemin eteklerini tutarken, fırsattan yararlanarak üzerime doğru geldiğini farketmiştim. Kalbim hızlanmaya başlarken, onunla inatlaşmanın keyifli olduğuna kanaat getirmiştim. İçimdeki beni gaza getiren sese karşı gelmeden, gözlerimi gözlerine çıkardım. Yüzümü havaya kaldırdım.
"Komikti."
Bakışları bir süre dudaklarımda ve yüzümde gezinirken, daha öncesinde de olduğu gibi yine aynı şaşkınlığı bana yaşatmıştı.
Burnumu ısırmıştı.
Hem de ikinci kez.
"İnatlaşınca havaya kalkan şu burnun varya..."
Boğuk sesini artık daha yakınımda duyuyordum, elleri belimi bulmuştu.
"Gülmeye devam etsene fıstığım."
Suratıma yayılan şaşkın ifadeye bakarak söylemişti bunu. Resmen benimle oyun oynuyordu. Kaşlarımı çattım.
Bir süre daha öylece suratıma bakarken, dudaklarını çok hızlı ve sert bir şekilde dudaklarıma bastırıp geri çekilmiş, sonrasında da tepki vermemi dahi beklemeden baldırıma sardığı iri eliyle bedenimi tek bir hamlede omzuna fırlatmıştı.
"Yavuz!!"
Dedim, çığlığıma karışan sesimle. Omzundaki beni sadece tek eliyle tutarken, düşmekten korkarak ellerimi beline sarmıştım. Saçlarım yüzünden önümü göremezken, kıpırdanan bedenimi zapt etmek isteyerek parmaklarının altındaki tenimi sıkmıştı.
"Düşeceğim bak!"
"Tutarım ben."
Parmaklarımın altındaki teni git gide kasılırken, yapılı uzuvlarını fazlasıyla hissediyordum.
"Hayır, tutamazsın. İndir beni Yavuz."
Parmaklarımı biraz daha tenine bastırırken, yeniden sesini duymuştum.
"Düşmene izin vermem yavrum. Hiç bir zaman."
Yine sözleriyle beni derinden etkilediği anlardan bir tanesini yaşıyordum. Kalbim tekledi, nefesim kesildi.
Birisi tarafından değer görüldüğünü hissetmek, çok güzel ve paha biçilemez bir duyguydu. Öyleki son zamanlarda Yavuz'la göz göze geldiğim anlarda bile bu hissi tüm bedenimde hissedebiliyordum.
Önüme düşen saçlarımı tek elimle kenara itmeye çalışırken, o baldırımda duran eliyle tenimi yeniden sıktı ve dokunduğu yerler ateşe dokunmuşum gibi yandı.
"Sabret, birazdan indireceğim."
5 dakika kadar omuzundaki benle yürümeye devam etti. Ters durduğum için çevreyi tam olarak algılayamasam da, durduğunu farkettiğimde kafamı kaldırmıştım. Boşta duran elini bel boşluğuma koyarak, omzuna atışı gibi aynı kolaylıkla beni omzundan yere indirmişti.
"Kuş kadarsın kızım, biraz daha dikkat etmeliyiz yemene."
Yorulmadığı duruşundan fazlasıyla belli olurken, suratı sözlerinin ciddiyetini savunuyordu. Bu konu hakkında yorum yapmayarak bakışlarımı etrafta gezdirdim.
Diğer yerlere göre burası gölgelikti ve bunun en büyük sebebi etrafı sarmalayan ağaçlıklardı. Fakat burayı asıl farklı kılan şey kesinlikle ağaçların arasına yapılan çevresi süslü salıncak olmalıydı.
"Gel bakalım."
Elleri cebindeyken bana kendisini takip etmem için ufak bir işaret vermişti, hemen peşine takıldım. Tam salıncağın önünde durduğunda, ipleri tutarak arka kısmına geçmişti.
"Otur fıstığım."
Hala dudaklarımı açıp bir şeyler diyememiştim ama suratıma yayılan gülümseme aşağı yukarı ne hissettirdiğimi ona gösteriyordu. Bekletmeden ipleri bende tutarak salıncağın üzerine oturdum. Uzun boyundan dolayı, bedeninin alt kısmını sırtımda hissederken, ellerini ellerimin üzerine indirmiş, ağırca eğdiği bedeniyle de saçlarımın arasından boynuma doğru fısıldamıştı.
"Sıkı tutun."
İpten uzaklaşan elleri nazikçe sırtıma dokunurken, uzun zaman sonra yeniden birisitarafından sallanmış olmanın hüznü kaplamıştı içimi.
Yaşıtlarımla oyunlar oynayamamış, gitmek için ağladığım park yüzünden dayak yemiştim. Tüm bu yaşantımda, bir çok şey içimde uhde kalmıştı.
Saçlarım ahenkle rüzgarı karşılarken, yüzüme çarpan tatlı havayı gözlerim kapalı hissetmeye çalışıyordum.
Sanki bana baktığı zaman eksik kalan tüm yanlarımı görüyordu ve gördüğü gibi de hemen benim için bir şeyler yapıyordu. Yanımdaydı, yakınımdaydı.
Duyacağını bilerek mırıldandım.
"Teşekkür ederim."
Sırtımdaki elleri uzaklaşırken, salıncağın yavaşlamasıyla beraber bu sefer de önüme geçmişti. İpleri yeniden tuttu ve yüzümü görebilmeyi istercesine, dizlerini kırarak önümde eğildi. İpi tutan elleriyle beni kafeslemiş gibiydi.
"Etme... bana bunlar için teşekkür etme. Karımsın benim, teşekkür etmen için yapmıyorum bunları. Mutlu ol, gerisi önemli değil."
Gözlerini gözlerimden kaçırmadan, büyük bir dikkatle söylemişti her bir kelimeyi. Parmaklarımın altında duran ipleri daha da sıktım.
"Oldum."
Dudağı hafifçe kıvrılırken, tam da önümde duran yüzünü dikkatle izlemeye başlamıştım. Gözlerim daha öncesinde de olduğu gibi yeniden sol gözünün kenarındaki o küçük izde takılı kalırken, ipte duran parmaklarım benden bağımsız bir şekilde o izin üzerine dokunmuştu.
Temasımla beraber ikimizin de bedeninde, şimşekler çakmış gibiydi. Heyecan dört bir yandan beni sarmalarken, zorlukla dudaklarımı araladım.
"Nasıl oldu bu?"
Sorum onu yeniden güldürürken, serseri bir şekilde o izi kaşıyarak kafasını eğmişti. Onu sandığım halinin dışında, farklı olduğu her anıyla görebilmek, çok değişikti. Az önce tenine dokunduğum parmaklarım, biraz daha dokunmam konusunda beni gaza getirmeye çalışıp sızlarken, kendimi kontrol altında tutmaya çalışarak söyleceği şeyleri bekliyordum.
"Talihsiz bir kaza diyelim."
Daha da açık anlatmasını belirten bir bakış attım. Elini indirerek yeniden yanımdaki ipleri tuttu, aramızdaki mesafe tekrar azalmıştı.
"7-8 yaşlarındaydım, tam hatırlamıyorum. Okullar her kapandığında bizim evdeki kardeş kavgaları artardı, bu da o zamanlardan geriye kalan bir iz."
Kahve hareleri, güneşin ağaçların dallarına rağmen ince ince sızıp etki etmesiyle daha parlak dururken, sakalların süslediği yüzü gözüme o ize rağmen kusursuz gelmişti. Daha öncesinde kimse için böyle bir şeyi düşünmemişken, şimdi ona karşı nasıl böylesine garip şeyler düşünüyordum aklım almıyordu. Ona alışacağım desem de, kalbimin her defasında kontrolden çıkacak olmasına alışabilir miyim, bilmiyordum?
"Annemin vitrinini indirdik top oynarken, daha doğrusu indirdim. Korkuyla da kendimi, ağacın tepesine attım."
Gülümsedi.
"Halbuki korkacak bir şey de yoktu ortada, en fazla azar yerdik. Onda da haksızdık zaten, kaç kez uyarmıştı annem bizi, çocuğuz işte. Ciddiye almıyoruz..."
Dikkatle, hareket eden dudaklarını, arada havaya kalkan kaşını ve her gülümsemesinde gözlerinin kenarında hafifçe beliren çizgilerini izledim. Karnımın içinde bir kelebek ordusu vardı sanki ve ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı.
"Dikkatle çıktım ağaca, bir süre bekledim. Sonra baktım ortalık sakinleşti falan çıktığım gibi indim. Ya da indiğimi sandım, taş varmış yerde göremeyip üzerine basmışım. Sonrası düşmem, abimin annemi çağırması, iğne ilaç ve tüm suçuma rağmen ağlamam."
Pır pır eden kalbimin sesini duyabiliyor muydu bilmiyordum ama bu yapacağım şey yüzünden onun da kalbi pır pır edebilirdi.
Alışmaya çalışacağım derken, freni boşalan araç gibi kendimi üzerine bırakacak olmaktan korkuyordum. Bu yüzden de yapacağım şeyi yapmadan önce kafamda bir kaç defa düşünmüştüm.
Yapma diyordu.
Kalbim ise onun aksine, bu özel anı taçlandırmam gerektiğini, hiç yoktan beni buraya getirdiği için teşekkürü böyle etmemin doğru olduğunun sinyallerini veriyordu.
Kucağımda duran ellerimi birbirine kenetleyerek, yakınımda duran yüzüne yaklaşıp, dudaklarımı tam o küçük izin üzerine bastırdım.
Kahveleri dikkatle gözlerime çıkarken, bir kaç saniye boyunca o küçük yerden dudaklarımı çekmeden durmuştum. Ona yakın olmak, ya da yakın olmaya çalışmak her defasında büyük bir heyecan dalgasının içine atıyordu beni.
Kendimi geriye çekerken, kucağımda duran ellerim terlemeye başlamıştı. Bu kadar küçük bir hamlemin onu böylesine şaşırtacağını düşünememiştim.
Koyu harelerini kırpmadan bakmaya devam ederken, boynundaki adem elması hareket etti. Dudaklarını araladı, konuşacaktı sanırım ama ne diyeceğine karar veremeyerek açtığı dudaklarını aynı hızla kapattı. Her defasında bu durumu ben yaşarken şimdi rolleri değiştirmiş olmamız her şeye rağmen gülmem için beni zorluyordu.
Herkesin konuşurken dahi saygısızlık yapmaktan korktuğu adam, bir öpücüğümle karşımda küçük bir çocuk gibi şaşırmış kalmıştı.
Aramızdaki bu garip bakışmanın süresi uzarken, yaptığım şeyin yanlış bir hamle olduğunu dahi düşünmüştüm. Ama bir süre sonra kendisini toparlayıp yeniden o ciddi haline dönmesiyle beraber, korkumun aksine ayağa kalkarken yukarıya kıvrılan dudaklarıyla karşılaşmıştım.
Ve farkına dahi varamadığım utanç duygusu o an bedenimi etkisi altına almıştı.
"Gitsek mi?"
Titreyen sesim heyacanımı ortaya sererken, kalkmam için uzattığı elini tutarak ayağa kalkmıştım.
"Gidelim bakalım."
Elimi elinden çekmeme izin vermeden, geldiğimiz yolu el ele yürümemizi sağlamıştı bu sefer. Resmen adamı öpmüştüm dakikalar öncesinde ve işin garip kısmı bunu yaptığım için pişman değildim.
Hangi ara böyle düşünmeye başladığımı bile bilmiyordum ama bunun hoşuma gittiği gerçeğini de inkar edemiyordum.
"Pazartesi iş için şehir dışına çıkmam gerekiyor."
Sesiyle beraber yolda olan gözlerim yüzünü bulurken, attığım adımlarım yavaşlamıştı.
"Sende geleceksin benimle."
Az önceki yaşadığım anlık şaşkınlık yine onun sözleriyle yerini sakinliğe bırakırken, onunla daha çok vakit geçireceğimizin de farkındaydım.
"Nereye peki?"
Parmaklarımın arasındaki parmakları elimin üzerini hafif hafif okşarken, konuştu.
"Antalya'ya."
Daha öncesinde buraların dışına dahi çıkmamıştım. Bilmediğim yerlere onunla gitmek güzel olacak gibiydi. Sadece kafamı sallayarak tepki verdim, eve de yaklaşmıştık.
Arka bahçedeki sesleri ön taraftan duyabiliyorken, Boran'ın bize seslenmesiyle birlikte bizde yönümüzü oraya çevirmiştik.
"Abi, gelin."
Boş bahçenin bir ucunda elindeki topla Miraç abi dikilirken, diğer başında saçlarını bağlamaya çalışan Mihrimah duruyor, Berivan'da Miraç abinin biraz uzağında sıkıldığını belli eden bakışlarla etrafı izliyordu.
"Hayırdır?"
Boran üzerine giydiği tişörtü düzeltirken, gözlerini benimle Yavuz'un arasında bir kaç defa gezdirmişti. Sonrasında ise, ufak bir gülümseme ile dudaklarını aralamıştı.
"Maç yapacağız, 3'e 3."
Yavuz'un elimdeki elini çekmesiyle beraber dikkatim dağılırken, o yanında duran bedenimi belimden tutarak kendisine yaklaştırmıştı. Temas etmeden duramıyor muydu?
"Eee?"
Saçlarını bağlamayı bitiren Mihrimah'ta yanımıza gelirken, Boran'ın önüne geçerek konuşmayı eline almıştı.
"Yengeciğim, abiciğim... lütfen. 4 kişi tadı çıkmıyor."
Gözlerim Yavuz'u bulurken, kardeşinin güneşten olsa gerek kızaran yüzüne bakarak gülümsediğini görmüştüm. Ona baktığımı anlamış gibi kahvelerini şimdi de bana çevirmişken, yakın olmamızdan kaynaklı nefeslerimiz birbirine karışmıştı.
"Ne dersin güzelim, oynayalım mı?"
Bana sormadan bir cevap vermemiş olması detayı fazlasıyla dikkatimi çekerken, karşımda duran dörtlüye kocaman gülümsemiştim.
"Olur."
Hepsi az önceki hallerinden ayrılırken, kadınlara karşı erkekler olarak oynamanın daha doğru olduğuna karar vermiştik.
Kaleye geçen Mihrimah, bildiği tüm bilgileri bizimle paylaşırken, Berivan'la ben sadece topa ayağımızla vuracağımız gerçeğine sarılıyorduk. Futbol bilgimiz sıfırdı. Ek olarakta karşımızdaki üç erkeği yenmemiz imkansız gibiydi.
"Bakın, kocalarınızı düzgün oyalamazsanız eğer yenge falan demem üzerinize atlarım. Öpücük atın, iki temas edin. Zaten gerisi gelir, tamam mı?"
Saçımdaki tokayı düzeltirken, dibimize giren Mihrimah'ın sözleriyle ağzım şaşkınlıkla açılmıştı. Şaka yaptığını düşünürken, suratında gördüğüm ifade ne kadar ciddi olduğunu ortaya sermeye yetiyordu.
"Ama bu hile olmaz mı?"
Berivan'ın masumca sorduğu soruya sadece göz devirirken, bir kez daha sessizce fısıldamıştı.
"Sen arkana bak önce bir, ondan sonra yeniden düşün hile olur mu olmaz mı diye!"
Dikkatle ikimizde kafamızı sallarken, Boran'ı da karşıdaki kaleye geçirmişlerdi. Ortadaki topun başında Berivan'la Miraç abi dururken, önceliği bize verdiklerini söylemişlerdi. Ayağının altındaki topa bir defa vuran Berivan, heyecanla ileriye doğru koşarken, önüne çıkan Miraç abiyi görmesiyle çığlık atmıştı. Ben ise biraz uzaklarında topu nasıl alırım diye düşünüyordum.
"Miraç uzak dur!"
Miraç abi karısının bu haline büyük bir kahkaha atarken, olduğum yerden biraz ileriye Berivan'ın karşısına denk gelecek şekilde koşmuştum. Tek sorun gözlerini üzerime sabitlemiş olan Yavuz'du.
"Olmaz karıcığım, ben senden uzak duramam."
"Abi faul olur bak!"
Kaledeki Mihrimah'ın ince sesi hepimizde aynı etkiyi bırakırken, biraz uzağımda duran Boran'da bu olaya gülüyordu.
"Berivan."
Dedim, topu bana atmasını işaret ederek. O ise stresten birbirine dolanan ayaklarıyla, topu garip bir şekilde attı. Ayaklarımın biraz uzağına gelen topu tam tutacakken, varlığını bana yeniden hatırlatan adam, benden önce yakalayarak, az önce gelmiş olduğumuz yöne doğru koşmaya başlamıştı.
"Yavuz..."
Sesim hızlı hareketinden dolayı şaşkınca çıkarken, olduğum yerde durmayı bırakarak peşine takılmıştım. Topu ondan nasıl alacağımı bilemezken, zihnimde Mihrimah'ın sözleri tekrarlanıyordu.
Dikkatini dağıtmalıydım.
Kendimi Miraç abinin Berivan'ın önüne atması gibi, Yavuz'un önüne atarken, ani hareketim yüzünden üzerime doğru gelen adımlarını zorla durdurmak zorunda kalmış, bir de bedenine çarpıp geriye sendeleyen bedenimi belime sardığı eliyle sıkıca tutarak düşmeme izin vermeden yakalamıştı.
"İyi misin yavrum?"
Sesi nefes nefese çıkarken, bizden uzaklaşan topu unutmuştu.
Bedeninin her bir kıvrımını bedenimde hissedecek kadar yakınken, ellerimi göğsüne koyarak dengede durmaya çalıştım.
"İyiyim, çok iyiyim."
Elleri hala belimdeyken, kafamı arkaya çevirerek topun nerede olduğunu görmeye çalıştım.
"Özür dilerim."
Yavuz sözlerime anlamamış gibi bir bakış atarken, onu birazcık iterek, arkamda olduğunu gördüğüm topa doğru koşmaya başlamıştım.
"Ulan!"
Yenilgiyi kabul etmek istemeyen sesi hemen arkamdan yükselirken, hala bıraktığımız yerde duran ikiliye de kısa bir bakış atmıştım. Aldığım topu diğer tarafa doğru ilerletmeye başlamışken, arkamda kalan kızın sesiyle de gaza geliyordum.
"Hadi yenge, hadi!"
Kaleye yaklaştığımı düşünerek topu daha hızlı bir şekilde atacakken, bedenim karnımın üzerine sarılan ellerle havaya kalkarak geriye çekilmişti. Elimde olmadan dudaklarımın arasından kaçan çığlıkla, ellerimi karnımın üzerindeki elin üzerine sarmıştım.
"Yavuz hile yapıyorsun."
Sanki az önce aynısını yapmamışım gibi üste çıkmaya çalışırken, boynuma yaklaştırdığı kafasıyla, tenime bir öpücük bırakmıştı.
"Öyle mi küçük hanım?"
Alayvari sesinin muhattabı tamamıyla benken, gerimizde kalan topu şimdi de Miraç abi almış ve tüm hızıyla koştuğu kaleye doğru atmıştı. Bacaklarının arasından geçip giden topa sadece bakmakla yetinebilen Mihrimah gözlerini öfkeyle bize çevirirken, Yavuz karnımdaki elini çözerek bedenimi yere bırakmıştı. Miraç abiyle bir sayı almış olmalarının zevkiyle el sıkıştıktan sonra, Boran oturduğu yerden kalkarak keyifli konuşmuştu.
"En sevdiğim şey yorulmadan maç yapmak."
Bize laf sallamasıyla beraber benimde kaşlarım çatılırken, hala yakınımda duran adamın koluna elimi vurarak gözlerimi kendisine çevirmiştim.
"Tam vuracaktım, eğer sen hile yapmasaydın!"
Vuruşum onu zerre etkilemezken, havaya kalkan kaşlarını kıvrılan dudakları takip etmişti. Arkamı dönerek Mihrimah'ın yanına yürümeye başladım.
"Kazanacaklar, zaten benim iki katım. Tek hareketiyle neler yaptı!"
O da kafasını sallarken, az önce topu yakalayamadığı için de hala kendisine söyleniyordu.
"Başka bir şeyler yapmalıyız, olmayacak."
Berivan'ın sözlerine karşılık sadece kafamı sallarken ne yapabiliriz diye de düşünmeye çalışıyordum.
"Tamam madem hile yapmadan kazanamayacağız, biz de hile yaparız."
Dikkatimiz yeniden Mihrimah'ı bulurken, her ne kadar bunu yapmak istemesekte başka bir şansınız yok dercesine suratımıza diktiği bakışlarıyla bizi tehdit ediyordu.
Oyun yeniden başlarken, Berivan'ın kendisini yere atmasıyla beraber bana gelen topu nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde kaleye atabilmiştim.
"Gol!!!"
Kalede duran Mihrimah koşarak ortaya gelirken, üç erkekte anlamsız bir şekilde ortadaki bize bakıyordu. Berivan ise oturduğu yerden çaktırmadan göz kırpmıştı, oyun bitene kadar sırrımızı söylemeye niyetimiz yoktu.
"Sayılmaz bu, yengem yere düştü."
Boran'a çevirdiği bakışlarıyla kafasını ağırca sallamıştı Mihrimah.
"Bal gibi de sayılır, hem ne bu haller. Korktunuz mu yoksa?"
Onun bu sözleriyle beraber yeniden oyuna dönerken, bu seferde kendisini yere atan kişi ben olmuştum. Bir kez daha hamlemiz galibiyetle sonuçlanırken, küçük sırrımız artık sır değildi.
Erkeklerin az önceki halinden eser kalmazken ustalıkla birbirlerine attıkları topların arasında bizi koşturmaktan keyif alıyorlardı.
Yarım saate yakın süren bu oyun, akşam yemeğinin hazır olması ile birlikte son bulurken, galibiyetin keyfini çıkaran erkekleri arkamızda bırakarak çoktan eve girmiştik. Her ne kadar yorulmuş ve hile yapmış olsakta, bizde bu oyundan keyif almıştık.
~
Pazartesi:
Saçlarımın üzerinde dolaşan parmakları, uykumun arasında bile hissederken, duyduğum uğultulu sesi anlamaya çalışıyordum.
"Evin, uyan güzelim."
Kendimi birazcık daha hissettiğim sıcaklığa bastırmıştım. Saçlarımı geriye iterek şimdi yüzümde dolaşıyordu az önceki parmaklar.
"Evin."
Şimdi sesini daha net duyarken, yakınımda hissettiğim kokuyu derince içime çekmiş, gözlerimi açmaya çalışmıştım. Bir kaç kere açıp kapattığım gözlerim nerede olduğumuzu yavaş yavaş bana hatırlatırken, yüzümü yasladığım eli farkederek oturduğum koltukta doğrulmuştum.
Erken saatte bindiğimiz özel uçakla Antalya'ya gidiyorduk. Gözlerimi etrafta gezdirirken, Yavuz bu halimi izliyordu.
"Ne kadar zamandır uyuyorum ben?"
Elleri saçlarını geriye itelerken, gözlerini ciddiyetle kolundaki saatine çevirmişti.
"1,5 saattir."
O kadar süre uyumuş olmama inanamazken, uçağa bindiğimiz andan beri, elini bir dakika bile bırakmadığım gerçeği zihnime düşmüştü.
Korkumu unutmam için aklımı başka konulara çekmeye çalışırken, saçlarımda dolaşan ellerinin etkisiyle uyuyakalmış olmalıydım.
Saçlarımı geriye doğru atarken, Yavuz'un yerinden kalkmasıyla birlikte bende ayağa kalktım. Çantamı elime alırken, bana uzattığı eliyle birlikte çıkış kapısına doğru yürümeye başlamıştık.
Merdiveni iner inmez sıcak havayı tenimde hissederken etrafımızı sararak yürüyen korumalara kısa bir bakış atmıştım. Uçaktada bizimle birlikte olmuşlardı ve bunlar Mardin'de gördüğüm hallerinden daha sert bakıyorlardı.
"Abi, araba hazır."
Yanımıza gelen Akif ilerideki lüks aracı gösterirken, Yavuz'un ufak bir hareketi ile hepsi alması gereken komutu almış, ve harekete geçmişti. Akif'in sürücü koltuğuna oturmasıyla birlikte bindiğimiz araç, peşimize takılan diğer araçlarla beraber hareket etmeye başlamıştı.
Gözlerim aracın içinde etrafı seyrederken, Yavuz ve Akif anlaşma hakkında konuşuyor, ayriyetende elinde bulunan tabletten bir kaç şeyi inceliyordu.
"Yarın için mekanı hazırlattık abi, şu anlık bir sorun yok."
Yavuz kafasını sallayıp onay verirken, gözleri beni bulmuştu. Hafifçe gülümseyerek kaçırdığım gözlerimi, yeniden manzaraya çevirdim. Radyoda kısık sesli bir şarkı çalarken, açtığımız camlardan dolayı içeriye sızan havayla, denizin mayhoş kokusu çoktan ciğerlerime sızmaya başlamıştı.
Çocukluğumdan kalan nadir şeylerden bir tanesi daha zihnime düşerken, kapattığım gözlerimle birlikte bu hissin bedenimi ele geçirmesine izin vermiştim.
Yaklaşık olarak yarım saat kadar süren yol, Akif'in aracı oldukça devasa yapılı bir otelin önünde durdurmasıyla son bulmuştu. Arka arkaya durduğumuz araçlardaki korumalar inip kapılarımızı açtığında çantamı da alarak inmiştim. Gözlerim bir şatoyu aratmayan bu otelin dışında gezinirken, etraftaki takım elbiseli çalışanlar etrafımızı sarmıştı.
Yanımdaki yerini alan Yavuz, elini belime koyarken çoktan otelin girişinden içeriye girmiştik.
"Titanic Mardan Palace'ya hoş geldiniz efendim."
Karşımızdaki takım elbiseli iki kadın, güleryüzle bizi karşılarken, arkamızdaki korumalarla beraber lobiye ilerlemiştik. Lobideki çalışanlar anında oda kartını uzatırken, otel için önemli birisi olduğunu düşündüğüm takım elbiseli bir başka adam karşılamıştı bizi.
"Hoş geldiniz Yavuz Bey, Evin Hanım."
Adımı biliyor olması beni şaşırtırken, Yavuz adamın uzattığı elini sıkmıştı.
"Hoş bulduk."
Etraftaki korumalara kısa bir komut verdikten sonra da yanımızdaki adamla beraber yeniden yürümeye başlamıştık.
"Sizi yeniden burada görmek bizi fazlasıyla mutlu etti, odayı özel olarak hazırlattım. Bir sıkıntı olursa eğer, haber vermeniz yeterli."
"Eyvallah."
Adam gelen asansöre binmemiz için elini öne doğru uzatırken, ikimize bakmıştı.
"Bu arada hayırlı olsun."
Yavuz'la bakışlarımız kesişirken, kapılar kapanmadan adama teşekkür ederek gülümsemiştim. Otelin asansörü bile fazlasıyla süslü ve detaylarla doluydu.
Açılan kapıyla beraber yürümeye başlamıştık, ve yeniden bizimle beraber yürüyüp valizleri taşıyan çalışanlar vardı. Yavuz önünde durduğumuz odanın kapısına kartı okutup açarken, gözlerimi emin olmak istercesine içinde gezdirmiştim.
Gerçek bir saray odasını anımsatıyordu ve etraftaki eşyalar fazla lükstü. Bir evi aratmayan odanın giriş kısmından yürüdükten sonra beni önce fazlasıyla ihtişamlı olan bir yatak karşılamıştı. Onun karşısında aynı kendisi gibi dikkat çeken bir televizyon varken, yatağın diğer tarafında büyük bir oturma köşesi bulunuyordu.
Geniş ahşap kapıyı geçtiğimde ise gözlerim karşımızdaki manzarayı bulmuştu. Bir balkona göre fazla büyüktü ve kendisine ait bir havuzu da vardı.
Ben hala odanın içini incelerken, çalışanlar aldıkları bahşişle beraber odadan çıkarak bizi yalnız bırakmıştı.
"Beğendin mi?"
Yavuz'un sesiyle beraber elimde duran çantayı koltuğun üzerine bırakarak, yönümü ona çevirmiştim.
"Çok büyük ama güzel... beğendim."
Yeniden dudaklarını aralamışken, konuşmasını engelleyen şey çalan telefonu olmuştu. Ceketinin cebinden çıkardığı telefonuyla birlikte balkona ilerlemişti.
Odanın, - ev desem daha doğru olurdu aslında - içindeki kapalı olan diğer kapıların nereye çıktığını merak ederek harekete geçmiştim. Açtığım ilk kapı banyoya açılırken buranın da buram buram para koktuğu kanaatına varmıştım. Yanındaki diğer kapıyı aralayınca bu sefer beni hamam karşılamıştı. Ve diğer kapı da tam manzaranın karşısına yapılan bir sauna odasıydı. Kapıların üzerindeki yazıları kısaca okuduktan sonra buradan da çıkmıştım.
"Önceki görüşmede pek hoşuma gitmediler ama büyük bir anlaşma bu. Baya kaybımız olur."
Yavuz'un duyduğum sesiyle birlikte kendimi koltuğun üzerine bırakarak onu dinlemeye başladım. Ceketini çıkartmış, telefonla konuşurken üzerindeki gömleğinin düğmelerini açıyordu.
"Yok yere adamları dövüp, anlaşmayı feshedecekmişim gibi konuşma, tamam dedik işte."
Boşta duran eli gömleğinin altından belini tutarken, gözleri camın dışındaki manzarada dolaşıyordu. Sıkıntılı bir soluk verdi.
"Kapatıyorum, konuşuruz sonra."
Telefonunu kenardaki koltuğun üzerine attıktan sonra gömleği tamamıyla bedeninden sıyırarak çıkarmıştı. Gözlerimi kırpmadan onu izliyor olduğum gerçeği zihnime düşerken, ağırca bedenini bana çevirdi.
Kahveleri yeşillerimin arasına karışırken, heyecandan terlediğini hissettiğim ellerimi üzerime sürtüyordum.
Kaslı esmer bedeni parıldıyordu, bana doğru bir kaç adım attı. Bu gelişinin altında tehlikeli şeylerin yattığını hissederken, oturduğum yerden ayağa kalkmıştım.
Tam önümde durduğunda, eli uzakta duramıyormuş gibi hemen çenemi bulurken kendisine bakmam için yüzümü havaya kaldırmıştı.
"Senden alacağım bir şey vardı."
Gözlerim anlamsızca kısılırken, kazanmış olduğu at yarışının karşılığında almak istediği şeyin şu anki halimizle ne alakası olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sustu, sustu ve konuştu.
"Bana geçmişini göster. Her anını duymak, görmek istiyorum."
Sağ avucumun içindeki yara onun konuşmasını bekliyormuş gibi derince sızlarken titreyen göz bebeklerimi yüzünden çekmiştim. Kendimi bir adım geriye çekerken, göğsümün ortasındaki keskin sancıyı hissediyordum.
"Buyum ben, yok başka bir şey. Ne gösterilecek ne de anlatılacak."
Umursamaz sesimle beraber bir kaç adım daha geriye gitmişken, yeniden yanıma gelerek ellerimden tutup beni durdurmuştu.
"Var, çok şey var. Biliyorum da fakat senden görmeye, duymaya ihtiyacım var."
Kafamı bir kez daha sağa sola doğru sallarken, sırtımdaki onca yaranın aynı anda aynı şiddetle bedenime izini bıraktığını hissediyordum. Canım yanıyordu.
"Hayır... hayır yok."
Dudaklarım kıvrılırken, ses tonum fazlasıyla titremişti. İnatla kafamı sallayıp kendimi geriye çekmeye çalışıyordum. Korkum bu izlerle bir kez daha yüzleşecek olmamdı.
"Bana bak Evin, yapma bunu kendine."
Yüzümü tutan elini ittirirken, kendimi yeniden geriye çekmiştim ve dibinde olduğum koltuğu göremeyerek çarpıp sertçe üzerine oturmuştum. Titreyen bedenimle beraber gözlerimden akmaya başlayan yaşlar, içimi yakıyordu.
Biliyorum demişti. Belki de en başından beri bir şeylerden haberi vardı fakat benim söylememi beklemişti.
Dudaklarımın arasından firar eden hıçkırık, onun kollarının arasında kaybolurken dakikalarca göğsünde ağlamıştım.
"Ağla güzelim, atma içine ağla."
Ağlayışım kendisini sessiz iç çekişlerine bırakırken, üzerimdeki tişörtü tek hamlede tutup çıkartmıştım. Sadece sütyenin olduğu bedenimle oturduğum yerden kalkarak sırtımı ona dönerken, tüm izleri, tüm çocukluğumu ve tüm geçmişimi ona sunmuştum.
Yeniden akan gözyaşlarım bedenimi kasarken, dakikalar boyunca ikimizde hareket etmemiştik.
Yaralarım, kabuslarım olmuştu.
Kaç dakika geçmişti bilmiyordum ama ağlamamın yeniden şiddetlenmesini sağlayan şey Yavuz'un yaptığı hamle olmuştu.
Öpmüştü.
Sırtımdaki en büyük yaranın üzerine dudaklarını uzunca bastırmıştı.
Zaptetmeye çalıştığım hıçkırıklarım dudaklarımın arasından firar ederken, gücü kalmayan dizlerim onun kollarının arasında yerle buluşmuştu.
Benim acılarıyla haftalarca ağladığım her bir izi, uzun uzun öpüp, yakıcı parmaklarıyla canımı acıtmaktan korkarcasına okşamıştı.
O küçük kız çocuğunun yaralarını kabuk bağlamış olmasına rağmen sarmaya çalıştı.
O farkında olmadan içimdeki yangını harladı.
Kimsenin dönüp bakmadığı yüzüme gülümsedi.
Kimsenin düşünmediği beni merak etti.
Ve kimsenin canını acıtırken tereddüt duymadığı benim, yaralarımı sevdi.
Kırık kanatlarım belki de ilk defa böylesine çok yakıp, acıtmıştı canımı.
Ve ben ilk defa birisinin karşısında böylesine savunmasız kalmış olmama üzülemiyordum, ruhum böylesine kanarken, onun dokunuşlarının iyi geleceğini düşünmüştüm.
Dudaklarının dokunduğu her yara, içime farklı bir hisin tohumunu bırakıyordu sanki.
Kolumu saran kollarıyla bedenimi kendisine çevirirken, ağlamaktan bitap düşen bedenimle suratına bakmıştım. Kahve harelerinin etrafı kızarmış, bakışları sertleşmişti. Fakat yeşillerimin gözlerini bulduğunu farkettiği an o ifade tuzla buz olmuştu.
Eli yüzüme ulaşırken, hafifçe enseme kaymıştı.
"Çocukluğundan çaldıkları her anın acısını çıkartacağım hepsinden. Akıttığın her bir damlanın hesabını soracağım."
Ellerim omuzlarını bulurken, çaresiz bir şekilde kafamı omzuna yaslayarak sıkıca sarılmıştım.
Onun kollarının arasına girdiğim her an kendimi daha güvende hissediyordum. Hala bedenim titrerken, sırtımdaki elleri beni iyice kucağına çekmişti.
"Küçücük çocuktum ben... annemle babamın yokluğunu bile doğru dürüst kavrayamamıştım. Neden bunu yaptılar bana?"
Gözlerimden akan yaşlarım bir kor olup yüreğime düşüyordu. Nefesim kesilirken, yüzümü tutan elleri sakinleşmem için tenimi okşuyordu.
"Ben ölmeye çalıştım Yavuz... canıma kıymak istedim."
İtirafım gözlerinde büyük bir yıkıma sebep verirken, saçlarımın üzerine kapattığı eliyle başımı göğsüne çekmişti.
"Hayır, hayır... yaşamayı en çok sen hak ediyorsun."
Ellerimle sıkı sıkıya omzundan destek alırken, yüzünü görmek için geriye çekildim.
"Neden daha önce gelmedin?"
Dudaklarımın arasından dökülen kelimeler hıçkırıklarımın arasından zar zor duyulurken, belimde duran eli ağır ağır tenimin üzerinde dolaşıyordu.
"Özür dilerim..."
O gün ben ona kendimi açtım, o ise benden erken gelmediği için özür diledi.
Ölümle burun buruna gelmemi sağlayan insanlar bir kez bile bende özür dilemezken, o geç kaldığı için benden özür diledi.
Kalbimin onun için çarptığını hissederken, göğsünde duran kafamı bir an bile kaldıramadım, yapamadım. Gözlerine bakarak konuşacak kadar cesaretli değildim.
"Dileme... geldin. Yine de beni buldun."
Sol göğsünün altında hissettiğim nabzını dinledim uzun uzun, dokunuşlarıyla o ahenkli sesle sakinleştim.
"Ne bir adım arkanda, ne bir adım önünde. Ben tam solunda, yanında olacağım Evin. Senin bir soluk uzağında olacağım, bunu sakın unutma."
Kendimi ben ona ilk defa böylesine açmıştım.
Çünkü ruhumun, ruhuna karışmasına ihtiyacı vardı.
Çünkü benim ona ihtiyacım vardı.
~
Salı:
Hazır olan saçıma ve makyajıma uzun uzun bakarken, üzerimdeki elbisenin bedenime nasıl böylesine iyi oturduğunu anlamaya çalışıyordum.
Dün yaşadığımız anlardan sonra, uzun bir süre uyumuş, kalkınca da hiç bir şey olmamış gibi odaya sipariş ettiğimiz yemeklerden yemiştik. Bugün de sabahın erken saatlerinde çıkması gereken Yavuz'un ardından bir kaç saat sonra odaya beni akşamki yemeğe hazırlamak için bir ekip gelmişti. Sabah aldığım duştan dolayı saçlarımı şekillendirmeleri kolay olurken, kıyafetime uyacağını söyledikleri tonlarda bir makyaj yapmışlardı.
Balık modeli, ince askılı elbise tahmin ettiğimden daha güzel duruyordu biten makyajım ve saçımla birlikte. Ne çok abartıydı ne de çok sade. Üzerimdeki tek detay elbisenin bel kısmındaki dekolteleri olmuştu. Sırt kısmının kapalı olması da işime gelirken, takılarımı takarak parfümümü sıktım.
(Medyada.)
İşi biten çalışanlar odadan çıkarken, kapının arkasındaki tanıdık ses bana seslenmişti.
"Benim yenge, Akif. Bakar mısın bir?"
Ayağımdaki ayakkabıların bileğindeki iplerini bağladıktan sonra bekletmeden hızlı adımlarla kapının önüne çıktım. Beni görür görmez gülümsemişti.
"Abim aşağıda toplantı salonunda. Hazırsan eğer inelim biz de."
"Çantamı alayım hemen."
Telefonumu koyduğum küçük çantayı elime alarak hızlı bir şekilde odadan çıkmıştım. Yavuz'un bu halimi görünce nasıl bir tepki vereceğini merak ediyordum. Asansörün kapısı açılırken, arkamızdaki 4 adamla beraber geniş koridorda yürümeye başlamıştık. Kendimi bir film sahnesinin ortasında gibi hissediyordum, etrafımızda bu kadar çok korumanın olması beni tedirgin etmiyor değildi.
Geldiğimizi gören çalışanlardan iki tanesi önünde durduğumuz büyük kapıyı açarken, büyük yemek masalarının sarmaladığı kocaman bir salona girmiştik. Fazla büyük bir mekandı ve burada kaç masa vardı tahmin bile edemiyordum. Bize eşlik eden çalışan biraz uzağımızda duran masanın önünde dururken, gözlerimi boş olan mekanın içinde bir kez daha gezdirmiştim. Sesimizi duyarak yerinden ilk kalkan arkası dönük olan kişi Yavuz'du. Arkaya çevirdiği başını bedeni takip ederken, gözlerini ağırca üzerimde dolaştırmıştı.
Ciddi haliyle elini belime uzatırken, eğdiği kafasıyla boynuma uzun bir öpücük bırakmıştı. Nefesi tenimi gıdıklıyordu.
"Nefes kesici olmuşsun."
Sözleri ok misali zihnime saplanırken, dengemi kaybetmemek için elimi belimi tutan kolunun üzerine sarmıştım.
Siyah şık takımlarından bir tanesi üzerindeydi bu akşam. Saçları ve sakalları da oldukça tertipliydi. Masadaki tanımadığım insanların karşısında, yetenekli ve ciddi iş adamı kimliğiyle tüm heybetiyle dikiliyordu.
Diğerleri de yerlerinden kalkarken bakışları Yavuz'la benim aramda gidip gelmişti. Belimdeki elini tenime iyice yerleştirirken, masadakilere tek tek bakarak konuştu.
"Tanıştırayım, karım Evin Şahmaran Karadağ."
Kendi soyadımı görmezden gelmemiş olması beni daha da mutlu ederken, elini uzatan insanların elini tutarak karşılık veriyordum. Bir kaçıyla samimi olduğunu düşündüğüm şekilde tanışmıştım.
"Karınızın güzel olduğunu duymuştum fakat itiraf etmek gerekirse bu kadarını beklemiyordum... Evin hanım, ben Selçuk Demir. Demir Holding'in CEO'suyum. Sizinle tanışmak büyük bir şeref doğrusu."
Elim diğerlerine nazaran adının Selçuk olduğunu öğrendiğim adamın elinde biraz daha fazla kalırken, rahatsız olarak geriye çekmiştim.
"Memnun oldum."
Kısa yanıtım kendini memnun etmezken, memnun olmayan tek kişi kendisi değildi. Yanımda duran Yavuz, kıstığı gözleriyle adamı izliyordu.
"Ne büyük şans ki sen o şerefe layık görüldün."
Yavuz'un kinayeli sesini kaçı duymuştu bilmiyorum ama, karşımızda duran adamın bunu duyanlardan bir tanesi olduğu kesindi. Rahatsızca yerinde kıpırdandı.
Geriye kalan tek kadına döndüğümde elini uzatmıştı. Fakat bu kadının da suratındaki garip ifade, beni rahatsız etmişti.
"Ebru Aydar."
Ayağa kalkanlar yeniden yerine otururken, masanın en başındaki sandalyenin hemen çaprazında duran boş sandalyeyi tutup oturmam için çekmişti Yavuz. Yeşillerim yüzünü bulurken, bana kırptığı gözüyle ufak bir karşılık vermeyi tercih etmişti.
"Tebrik ederim Yavuz Bey, çok yakışıyorsunuz."
Masanın neredeyse diğer ucunda bulunan orta yaşlarının sonundaki adının Funda olduğunu öğrendiğim kadın söylemişti bunu. Üzerinde mavi tonlarında şık bir elbise vardı, saçı ve makyajı da buna uygun bir şekilde yapılmıştı. Suratındaki gülümsemeye aynı şekilde karşılık verdim.
"Düğününüze gelemedik ama eşinizle yakından tanıştığımız için fazlasıyla memnun olduk."
Yavuz'un gözleri beni bulurken, az önceki adamın sözlerine sinirlenmiş olmasının aksine şimdi duyduğu şeyler hoşuna gitmiş gibi duruyordu. Sandalyenin kenarında duran elimi tutup masanın üzerinde birleştirirken, gözleri karşımızdaki kadını bulmuştu.
"Teşekkür ederiz."
Yanında duran adamla, evli olduğunu düşündüğüm kadın rica ettikten sonra masanın etrafı bir kaç garson tarafından sarmalanmıştı.
Siparişler hızlı bir şekilde alındıktan sonra, içki servisi yapmak için ellerindeki şişelerle bir kaç çalışan daha yanımıza gelmişti.
"Yavuz Karadağ yine sınırları zorlamış anlaşılan."
Bunu adının Selçuk olduğunu öğrendiğim adam derken, sözlerinin altındaki imayı anlayamamıştım. Fakat masadaki erkeklerin bir kaçı bu sözlerin ardından gülüşmüşlerdi.
"Basit oynamayı sevmiyorum diyelim."
Yavuz'un da dudakları tehlikeli bir şekilde kıvrılırken, kadehi dolan adam kırmızı sıvıdan bir yudum almıştı. Ve sonrasında da hoşuna gittiğini belirten bir kaç mırıltıyla, kadehi havaya kaldırmıştı.
"Dedikleri kadar zevkliymişsin. Beğendim."
Aralarındaki kısa bakışmaya kesen şey yanımda duran garson olmuştu. Bardağıma uzanırken elimi kaldırarak hafifçe engel oldum.
"Teşekkür ederim ama ben istemiyorum."
Çalışan gülümsememe aynı şekilde karşılık verirken, Yavuz araya girmişti.
"Alkolsüz kokteyl hazırlayın bir tane."
Onay veren adam yanımızdan ayrılırken, gözlerimi yeniden masadakilerde gezdirmiştim.
"Sanırım içmiyorsunuz Evin Hanım?"
Ebru'nun sesiyle kafamı onun olduğu tarafa çevirmiştim. Güzel bir kadındı inkar edemezdim, fakat mavi gözlerinde beni rahatsız eden bir şeyler vardı.
"Hayır, içmiyorum."
"Eşiniz sizin aksinize bu işlerde fazla tecrübeli, bu lezzetten mahrum kalacak olmanız üzücü."
Sözleriyle beraber kaşlarım havalanırken, bakışlarım bir kaç saniyeliğine Yavuz'u bulmuştu. Kahve hareleri kendimi savunmam için beni fazlasıyla gaza getirirken, önüme getirilen bardağa kısa bir bakış atmıştım.
"Benim için hayattaki tek lezzet bu bardağın içindeki sıvı değil ne yazık ki. Üzülmenizi gerektiren bir şey yok ortada."
Onun da kaşları havalanırken, bardağındaki sıvıdan bir kaç yudum almıştı. Ve bundan sonraki süreçte tamamen iş hakkında konuşmuşlardı. Önümdeki tabağın içindeki yemeği ufak ufak yerken, canımın bir şeyler yemek istemediğini farketmiştim. Çünkü her ne kadar dile getirilmiyor olsa da masada büyük bir gerilim vardı.
"O tabak bitecek yavrum."
Yavuz'un yakınıma giren bedenini, ferah sesi takip ederken tabakta olan gözlerimi yüzüne çevirmiştim. Dünden beri kendimi ona daha çok yakın hissetmeye başlamıştım.
"Ama canım istemiyor."
Masanın üzerindeki elleriyle biraz daha bana yaklaşırken, kısılan bakışları yüzümde dolaşmıştı.
"Neden istemiyormuş canın?"
İş toplantısının ortasında durup benimle ilgileniyordu. Kaşlarımı havaya kaldırdım.
"Bilmiyorum."
Masadaki diğer insanları umursamadan eli boyun boşluğuma uzanırken, sıcak teni soğuk tenimi bir anda yangın yerine çevirmişti.
"Yemezsen, kendi ellerimle yediririm."
Yüzüm bir anda yanmaya başlarken, sözlerinin altındaki ciddiyeti anlamıştım. Bıraktığım çatalı yeniden tabağın içindeki sebzeye batırırken, iştahsız olmama rağmen dudaklarımın arasına götürmüştüm.
"Bak yiyorum."
Gözleri haylazca parıldarken kenarda duran kadehinden bir yudum almıştı.
"Eğer ki özel olmayacaksa, nasıl tanıştığınızı sorabilir miyim?"
Bunu soran kişi yeniden Funda hanım olmuştu. Muhattabının ben olduğumu bende olan bakışlarından anlarken, elimin üzerinde dolaşan parmakların aklımı karıştırmasına izin vermemeye çalışıyordum. Olayları birazcık değiştirerek anlatırsam, Ebru denen kadının üzerimizdeki keskin bakışları çekilir gibime geliyordu.
"Elbette."
Dedikten sonra masadaki herkesin gözlerinin hedefi ben olmuştum.
"Aslında Yavuz'la tanışmamız birazcık olaylı oldu bizim."
Elimin üzerindeki parmakları tenimi okşamaya devam ederken, bakışlarımı gülerek kendisine çevirmiştim.
"Arabasıyla bana çarpıyordu az kalsın."
Bir kaçı sözlerimin ardından gülerken, Yavuz havaya kalkan işaret parmağını burnumun ucuna vurmuştu hafifçe.
"Önüne bakmadan yola atlayan sendin."
Hala mı?
"Yok öyle bir şey, o sokakta olmayacak hızda giden sendin."
Koyulaşan gözleri dudağımda boynumda ve gözlerimde dolaşırken sertçe yutkunmuştu. Bakışlarımı yeniden karşıma çevirdikten sonra, dudaklarımı yeniden araladım.
"Sonra en beklenmedik anlarda bir kaç kere daha karşılaştık. Ve şimdi de..."
Elimi havaya kaldırarak göstermiştim.
"Evliyiz."
"Umarım mutluluğunuz daim olur, gerçekten sizi daha yakından tanımamama rağmen içim ısındı."
"Amin, İnşallah."
Derken benim gibi aynı karşılığı veren Yavuz'un da fısıltısını duymuştum.
Bu yaşadığım şey çok güzeldi.
~
"Nereye?"
Yavuz'un sesiyle sandalyemi biraz daha geriye itelerken, sessizce fısıldamıştım.
"Lavaboya gideceğim."
Kendisi de benimle beraber ayağa kalkacakken, Ebru'nun sesiyle bakışları bana dönmüştü.
"Bende sizinle geleyim Evin Hanım."
Kafamı sallayarak, yanıma gelen Ebru'yla beraber yürümeye başlamıştım.
"Sıkılmadınız umarım bizden?"
Duyduğum sorusuyla beraber gözlerim yanımdaki bedenini bulurken, kafamı hayır dercesine sallamıştım.
"Hayır, sıkılmadım. Tam tersine güzel geçiyor."
Geldiğimiz lavaboya girince aynı benim gibi ellerini yıkamaya başladı.
"Evet güzel bir akşam oluyor, fakat stresli. Bildiğiniz üzere büyük bir anlaşma bu, olmadığı takdirde tüm ortaklar olarak büyük kayıp vereceğiz."
Aklıma Yavuz'un telefon konuşması gelirken, peçeteyle ellerimi kurulamaya başlamıştım. Bu konu hakkında da diyebileceğim pek bir şey yoktu. Saçlarını düzeltmeye başlarken, kapıyı işaret etmişti.
"Beklemeyin siz beni, biraz daha işim var benim."
Kafamı sallayarak lavabodan çıkarken, önüme düşen saçlarımı geriye atıyordum. Uzun sessiz koridorun tam sonuna yaklaşmışken, köşeden dönüp önüme çıkan bedenle attığım adımlar havada kalmıştı.
Lacivert takım elbisesiyle birlikte tam karşıma gelen adamın yanından geçip gitmek isterken, bileğime dolanan parmakları buna izin vermemişti. Elimi sertçe elinden çektim.
"Ne yapıyorsunuz?"
Yavuz'a göre daha açık renkte olan gözlerini hızlıca üzerimde gezdirirken, bileğimi tutan eliyle tüm itirazlarıma rağmen beni az önce geldiğimiz yöne doğru çekiştirmeye başlamıştı.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen, bırak beni!"
Yüksek sesim onu durduramazken, kadınlar lavabosunun kapısı açılmıştı. Gözlerim Ebru'yu bulurken, onun da kaşları çatılmıştı.
"Selçuk?"
Sesi şaşkın bir tonlama ile çıkarken, hala zorla çekiştiriliyordum.
"Yardım et!"
Arkamızda kalan bedeni gözden kaybolurken, kolumu tutan adamdan aldığım yüksek alkol kokusu beni olmayacak anlara götürmüştü. Tüm bedenim korkuyla titrerken, dudaklarımın arasından çıkan çığlık yüzünden eli ağzıma kapanmıştı.
Koridorun en sonundaki dönemeçte dururken, sırtımı yasladığı duvarla beni kendi arasında hapsetmişti.
Önceden yaşamıştım bunu ve zihnim öylesine kilitlenmişti ki, gözlerimden düşen yaşlara engel olamıyordum.
"Sakin ol, sadece birazcık vakit geçireceğiz. Hem o mahkeme suratlı adamda ne buldun sen?"
Elini ısırırken, acıyan canıyla kollarımı sertçe sıkmıştı, fakat yerinde olmayan mantığı yüzünden bu seferde yüzünü yüzüme yaklaştırmaya başlamıştı.
İçli içli ağlarken, dudaklarımın arasından çıkan haykırışlarım onun avucunda kayboluyor, çırpınışlarımı iri bedeni kontrol altında tutuyordu.
Boynuma eğdiği kafasıyla gözlerim tamamıyla yanarken, aynı şeylerin tekrarlandığını hissettim.
15 yaşındaki halime gittim...
Ruhum acıyla kasıldı.
"Senin hayatını s***ceğim, it oğlu it!"
Duyduğum tanıdık sesle benden uzaklaşan beden, yere atılırken, duvara odaklanan gözlerimle hiç bir tepki veremiyordum.
Her defasında bu raddeye geliyordu işler ve ben, başaramıyordum.
Etrafımızı saran kalabalık artarken, adamı Yavuz'un elinden zorla aldıklarını görmüştüm. Hızlı hızlı inip kalkan göğsümle öylece bakıyordum.
Bileğim şimdi tanıdık bir el tarafından tutulurken, çıktığımız restorandan aynı sessizlikle asansöre binip, odaya gelmiştik.
"Evin?"
Yavuz'un sesiyle gözlerim onu bulurken, dudaklarımı aralayacak gücü kendimde bulamıyordum.
"Zarar verdi mi sana, canını yaktı mı o haysiyetini s**tiğim?"
Kafamı sallarken, hala kelimeler dudaklarımın arasından çıkamıyordu. Bir nevi şok geçiriyordum.
"Konuş benimle! Susma artık. Her şey tam oldu diyorum sen yeniden susuyorsun!"
Yükselen sesi bedenimi daha da titretirken, gözlerine bakarak yutkunmuştum.
"Susmadım... susmadım ben."
Öfkeli gözleri yeşillerimi bulurken onun da öfkesine yenik düşerek mantıklı düşünmediğinin farkına varmıştım. Fakat öfkeli sözlerinin bende bir yıkıma neden olacağını tahmin edememiştim.
"Susuyorsun! Bu durumdan memnunmuş gibi her defasında kabuğuna çekilip, uzaklaşıyorsun! Çocuk gibi kaçma artık!"
Biten cümlesiyle onun da bakışlarında bir şeyler kırılırken, beni bu gece asıl üzen şey dudaklarının arasından dökülen sözleriydi.
Ona içimi açarken, bunu yüzüme vuracağını düşünmemiştim ama bir kez daha aynı şey olmuştu.
Olmayan geçmişim, geleceğimi çizmişti.
(Gelen yorumlardan dolayı şuraya küçük bir parantez açmak zorundayım. Arkadaşlar Yavuz'un oradaki memnun musun repliği, bu iğrenç ana bir gönderme değildi. Ben anlaşılır diye düşünerek, açıklayarak yazmamıştım ama pek anlaşılmamış. Oradaki lafı bu sessiz kalışlarından memnun musun gibiydi. Ki Yavuz diğer türlü Evin'e değil imasını yapmak, bunu düşünmezdi bile. Ayrıca Evin'in de orada kırıldığı nokta, çocuk gibisin kısmı olmuştu. Bundan sonra böyle kısımlar için, açıklama yapmalıyım sanırım. Onca güzel sahneden sonra Yavuz'dan böyle bir imayı beklemezsiniz sandım ama öyle olmadı. Bu kadar şerefsiz bir karakteri başrol olarak yazmam ki ben..
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨
• Canım aşırı kaos çekince yine bölümün sonunda patlatayım dedim ağaöağssöa
• Oldukça dolu bir bölüm oldu bence, özellikle baştaki sahneleri yazmak aşırı eğlenceliydi benim için. (Son sahne ve son sözler için aynısını söyleyemeyeceğim.)
• Düşüncelerinizi şöyle yazabilirsiniz. Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
31/07/2022
simaara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.22k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |