Önceki bölümde adından çok az söz edilen yan karakterlerin de olacağı, uzun bir bölüm olacak gibi....
Şimdi daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıyor ve keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada beklediğimi unutmayın 🕯
• • •
Bölüm Şarkıları: Sezen Aksu / İhanetten Geri Kalan
Olgun Şimşek / Üflediler Söndüm
"Yemin ederim kokundan anlamıştım, benim için herhangi biri olmayacağını."
Benden Sonra Mutluluk - Özdemir Asaf
⚫️
Tüm bedenimde hüküm süren bir histi bu.
Aldığım her soluk, göğsüme sertçe saplanırken, içine düştüğüm bu durumun gerçekliğini sorguluyordum.
Kötü bir kabusun içindeydim sanki.
15 yaşıma girmiş olduğum gerçeğini daha tam olarak kavrayamamışken, kaçarak girdiğim odanın duvarlarını yaşlı gözlerle izliyordum.
Onun bana bunu yapma sebebini bilmiyordum ve şu andan itibaren bilmekte istemiyordum, çünkü o bana unutmayacağım korku dolu bir an yaşatmıştı. Ömrüm boyunca da belki unutamayacaktım...
Bedenime ellerini sürmüştü. Bir kez daha. Ama bu sefer, nefesinden yükselen alkol kokusu onun da çok mantıklı düşünemediğinin en büyük göstergesiydi. Kendi nefsi için benim hayatımla oynayacaktı...
Parmaklarımın arasında çekiştirdiği saçlarım, çok acıyordu.
Sarsak adımlarımla çöktüğüm yerden kalkarken, çocuk aklım bu ana bir çözüm bulmak istemiş, ve çekmeceden almadığım makası düşünmeden uzun saçlarımın arasından geçirmiştim.
Çok sevdiğim saçlarımdan kendi isteğimle ilk defa 15 yaşımdayken vazgeçmiştim ben. Ve yine, hayatın acı yüzüyle karşı karşıya kalmıştım.
Uğuldayan kulaklarımla öylece boşluğa bakarken, göğsümün ortasındaki acıyla yutkundum.
Görüyordu...
Çabalayışımı, düşmelerime rağmen ayakta kalmaya çalışmalarımı görüyordu.
Fakat buna rağmen, dün ona kendimi açmışken, bana bir çocuktan farksız olduğumu söylemişti.
Oysa yarım kaldığımı ben ona bunu yüzüme vursun diye söylememiştim ki...
Acıyla yanan boğazım yüzünden tek kelime edemezken, sarsak adımlarla, ondan uzaklaştım.
Nasıl bir ifade vardı suratımda bilmiyordum ama onun yüzündeki ifade bana bir çok şeyi aynı anda hissettirmeye yetmişi.
Gözleri bana neredeyse ilk defa bu kadar açık bir şekilde düşündüğü şeyi gösterirken, uzattığı eliyle bana yaklaşmaya çalıştı.
"Dur.... Lütfen."
Havaya kaldırdığım elimle daha da geriye giderken, göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyordu.
"Evin... ben..."
Az önce kelimeleri nasıl hızlı bir şekilde dudaklarından döküldüyse, şimdi de ne söylemesi gerektiğini bilememişti.
Gözlerimden dolup, taşmak için yer arayan yaşları daha fazla durduramayacağımı hissederken, arkamı dönüp koşarak banyoya girmiş, üzerindeki anahtarla da kapıyı kilitlemiştim. Onun da peşimden gelen adım sesleri kapının diğer tarafına geçtiğinde ağırca durdu.
"Evin, aç kapıyı. Konuşmalıyız."
Kapıya yasladığım bedenim ağırca yere doğru süzülürken, dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığımı duymaması için avucumu ağzıma kapatmıştım.
Çokça kez aşağılanmıştım.
Çokça kez hakaret yemiştim...
Ama ilk defa canım böylesine çok yanmıştı sanki.
Onun sözlerinin bende bu kadar büyük bir etkiye sahip olmasının sebebi neydi ki?
"Lütfen aç kapıyı güzelim, öfkeme yenik düştüm. Biliyorum bu beni haklı çıkarmaz ama yemin ederim ki isteyerek olmadı... yapma böyle, aç konuşalım. Dökme incilerini benim yüzümden."
Dizlerimin etrafına sardığım kollarıma yasladığım başımı kaldırırken, ağladığımı duyuyordu.
İstemeden de olsa canımı yakmıştı ama kendisi aynı zamanda ben ağlarken peşimden koşan ilk insandı.
"Yalnız kalmak istiyorum..."
Dün bana geldiği için mutlu olduğum adama, bile isteye şimdi tam tersini söylüyordum.
"Git Yavuz..."
Odada yankılanan sesli küfürünün ardından açılıp kapanan kapıyla gittiğini anlamıştım. Sözlerinde haksız bulmuyordum onu, dışarıdan bakılınca hatta doğru da sayılabilirdi. Öfkeli bir adamdı o, gözü dönünce dilinden çıkan kelimeleri bilemiyordu, onu az çok tanımıştım. Lakin yüzüme vurulan gerçek, yaşanılan olayla birleşince çok canımı yakmıştı. Onun da beni diğer insanlar gibi yargılayacak olmasından korkmuştum.
Ben yeniden başlangıça dönmüştüm.
Ve eski hatalarımın bedeli, geleceğimi dört bir yandan sarmalamıştı.
~
Yazardan:
Pişmandı...
Hayatı boyunca yaptığı hiç bir şeyin önünü arkasını düşünmeyen adam ilk defa dudaklarının arasından dökülen kelimeler için deli gibi pişman olmuştu.
Karşısında duran kadın, daha bir kaç saat önce gözlerinin içine gülerek bakarken, şimdi o yeşil harelerdeki kırgınlık canını fazlasıyla yakmıştı.
Kendisine tam güvendiğini hissettiği anda her şeyi berbat ettiği için en çokta kendisine öfkeliydi.
Yarım kaldığı her yerden, tamamlayacağına söz vermişken onu, nasıl olurda böylesine düşüncesiz konuşmuştu aklı almıyordu.
İçinde yanan öfkenin ateşi, tüm bedenini bir zehir gibi etkisi altına alırken, adımlarının onu nereye götürmesi gerektiğini çok iyi biliyordu.
O masadan kalkarken zihnine düşüp, kalbini acıtan çokça düşünce olmuştu. Ve en kötüsü de karşısında savunmasız bir halde içli içli ağlayan kadını o halde görmek olmuştu.
Biliyordu, ona o halde çocuk gibisin dememesi gerekiyordu fakat zihnine düşen görüntüler yüzünden hala öfkeden bedeni titriyordu.
Evin'in yanında olmadığı her saniye sanki işler daha da kötüye gidiyordu. Kendisinin dokunurken bile kırmaktan korktuğu saç tellerine, acımadan kıyıyorlardı. Gözlerinin sadece gülmesini istediği kadın, ne zaman tek kalsa ağlıyordu ve çoğu zaman saklamaya çalışsa da bakışlarına yerleşen kırgınlık her zaman orada duruyordu.
Söz konusu kendisi bile olsa, Evin kırılan değil kıran kişi olmalıydı.
Gözü arkada kalmasındı.
En çokta kanatları acımadan kopartılan bu yaralı kadının, yeniden kanatlanacağı zamanı sabırla bekliyordu.
Kocası olarak her zaman destekçisi olmaya razıydı. Ve Evin'in içindeki o gücü bulması için elinden geleni de yapmak istiyordu.
Hayatına bir anda giren bu kadınla beraber, sanki kendisi olmaktan çıkmıştı Yavuz. Genelde net kararlar verirken, söz konusu Evin olunca sanki en ufak bir hamlesi bile onu kıracakmış gibi, garip bir korkunun içine sızdığını hissediyor, detaylıca düşünüyordu.
Aşk mıydı bu bilmiyordu, zira göğsüne sinip küçük elleriyle iri bedeninin arasında kaybolan bu narin kadından deli gibi hoşlandığı gerçeğini çoktan kabullenmişti.
İçini saran korku yüzünden, sözlerinin önünü arkasını düşünmeden konuşmuştu. Sıkıntılı bir soluk çekti ciğerlerine.
Beyazları kanlanmış gözleri geldiği boş odanın içinde direkt muhattabı olduğu kişiyi bulurken, zihni o anlara yeniden gitmişti.
Canını yakanın canını misliyle yakacaktı.
~
30 dakika önce:
Masadan kalkan adamla beraber, koyu hareleri biraz daha kısılırken, her ne kadar güvenmese de Ebru'nun karısının yanında olduğu gerçeğiyle kendini rahatlatmaya çalışıyordu Yavuz.
Bardağının içindeki sıvıyı gergince yudumlarken, sessiz salonun içinde yankılanan hızlı adım sesleri onun yaşadığı bu korkuyu tetiklemişti sanki. Ebru ayağındaki topuklulara rağmen oldukça hızlı bir şekilde yanlarına koşarken, titreyen elleriyle sandalyeye tutunmak zorunda kalmıştı.
"Yavuz, Selçuk Evin'i sıkıştırmış. Koş."
Masaya geldiği ilk andan itibaren her ne kadar Evin'e karşı kibirli yaklaşmış olsa da, genel olarak mizacı öyleydi. İnsanların hepsine aynı şekilde sert yaklaşır, sıkça da dilinin zehirini akıtırdı. Onu bu duruma zorlayan şey bir çok kişide olduğu gibi geçmişiydi, ve o geçmişine boyun eğmişti. Korkuyla kuruyan dudaklarını ıslatırken, elini göğsüne bastırdı. Kendisine bir başka kadının uzattığı yardım elini boş çeviremezdi. Zamanında kimse ona el uzatmamıştı, arkasını dönmüş olabilirdi. Ama o bunu yapamazdı.
Gücünün yetmeyeceğini bildiği Selçuk'tan kaçma sebebi de buydu, harcayacağı her bir saniye bile belki de Evin'in hayatı için çok önemliydi.
Korumalarla beraber Yavuz az önceki koridora doğru koşarken, masada oturan diğer insanlar da ayaklanmıştı. Biliyorlardı ki hiç iyi şeyler olmayacaktı.
~
Şimdiki Zaman:
Havaya kalkan yumruğu karşısında duran adamın gözüyle buluşurken, bu şerefsizin az önceye nazaran üzerindeki sarhoşluğu attığının farkına varmıştı Yavuz.
Damarlarında akan kan iyiden iyiye kaynarken, nabzı kulaklarında atıyordu sanki. Her yumruğunu tekmesi takip ederken, içi bir türlü soğumuyordu.
Odanın bir köşesine attığı ceketiyle beraber, üzerindeki gömleğin kollarını yukarıya doğru kıvırdı. Arkasındaki Akif, elinde duran çantayla beraber yanındaki yerini alırken, korumalardan bir diğeri de otelin o kısmındaki kamera kayıtlarını hazırlıyordu.
"Abi hazır."
Duyduğu sesle beraber, keskin bakışları ekranı bulurken, dokunmaya dahi kıyamadığı kadının canının nasıl yandığını izlemişti. Bir saniye bile kırpmadığı gözleriyle, arkasında duran adama komut verdi.
Yıllardır Yavuz'un yanındaydı Akif. Ona göre kolay kolay sinirlenmeyen, oldukça sabırlı bir adamdı. Ama hayatına giren kadından sonra, korumacı tarafıyla bu huyları tamamen ortadan kalkmış gibiydi. Ve bu anlarda da kendisi her zaman olduğu gibi Yavuz'un yanındaydı. Çünkü en az Yavuz kadar o da Evin'e yaşatılan bir çok şeye şahit olmuştu, bir erkek olarak bir başka erkeğin bunları yapmış olmasını yediremiyordu.
Yavuz'un parmakları metal silahı sıkı sıkı kavrarken, ekrandan duyduğu seslerle daha da öfkelenmişti. Ve aklı hala odada kalan karısındaydı.
"Belanı s**mezsem bana da Yavuz demesinler!"
Silahı masanın üzerine bırakırken, gözlerini tehlikeli bir şekilde sandalyede oturan Selçuk'a çevirdi.
"Yavuz, sarhoştum... saçmalama."
Hala sarhoşluğun kırıntılarını bedeninde taşırken, dili fazlasıyla birbirine dolanmıştı Selçuk'un. Yavaşça yanına yaklaştı Yavuz. Kenarda duran eline uzandı.
"Sarhoştun? Sarhoştun demek?"
Sol eliyle tuttuğu bileği sıkıca kavrarken, sağ eliyle de parmaklarını sarmalamıştı.
"Lan sen benim karıma, bir kadına izni dışında el sürdün it oğlu it! Ne demek sarhoştum!"
Küçük odanın içinde yankılan kırılan kemik sesini, acı bir çığlık takip etti. Kıyamadığı bedene dokunan adamın elini bir saniye bile düşünmeden kırmıştı.
Diğer eline uzanırken, ağlayarak kendisine yalvaran adamı gözleri görmüyordu.
"Sen en büyük yanlışı bana değil, kadınıma yaptın! Ve inan bana o benden vicdanlı, şu anda burada bu halde olduğunu görse vicdanına yenik düşüp beni durdurmaya bile kalkar..."
Acının emarelerini taşıyan sesi dört duvarın arasına çarparken, gözlerinin önüne kendisine bir yabancıymış gibi bakan yeşil gözler düşmüştü.
"Ama ben karım için dünyayı karşıma almaya razıyım. Canını yakanın canını, misliyle yakar, kalbini kıranın kalbini, fazlasıyla kırarım. Ona sürdüğün bu ellerini, bir daha kullanamayacak hale getireceğim senin!"
Ellerinin arasında duran bileği tek hamlede kırarken, masanın üzerine bıraktığı silahı eline alarak emniyetini açmıştı.
"Attığın her adımın sonunda karşında beni bulacaksın."
Namludan çıkan 2 el kurşun sandalyenin üzerindeki acıyla haykıran bedenin, bacaklarına isabet ederken, arkasına dahi bakmadan odadan çıkmıştı Yavuz.
Odaya girip, kırdığı kadının gözlerine bakmaya yüzü yoktu. Ve kalbinde hissettiği anlam veremediği acı, canını yakıyordu.
Otelden çıkmasıyla beraber, önüne getirilen aracına binmişti. O burada yokken, Evin'e sahip çıkacaklarını biliyordu. Hız ibresi, sınırın oldukça üzerini bulurken, çoktan bir mekana gelmişti.
Küçük bir meyhaneydi burası. Fazla nostaljikti belki de. İçeriye girer girmez boş bulduğu bir masaya otururken, aklının her bir köşesi Evin tarafından işgal edilmişti.
Arka planda çalan şarkı daha da yangınını harlarken, garsonun bıraktığı rakıyı bardağa doldurarak, neredeyse tek nefeste içti. Kanlanan gözleri, acıyla kapanırken, zihni dünkü yaşadıkları ana gitmişti yeniden.
Sağ gözünden akan bir damla yaş, acısını hafifletemediği kadınaydı.
"Abi?"
Karşısındaki sandalye Akif tarafından çekilirken, umursamaz bir şekilde gözündeki yaşı sildi. Ona göre erkeklerde ağlardı. Ama onun yıllar sonra akıttığı yaşın sebebi kalbine girdiğini hissettiği karısı olmuştu.
"Her şeyin içine ettim."
Derken, sesindeki acı ele avuca gelecek haldeydi.
"Ona verdiğim sözlere rağmen, canını ben yaktım. Çok kırgın baktı bana, karşısına çıkıp kendimi açıklayabileceğim tek mantıklı açıklamam yok anasını satayım!"
Yeniden dolan bardağını da hızlıca kafasına dikerken, üçüncü bardağı doldurmasını engelleyen şey, Akif'in eli olmuştu.
"Yavaşlamalısın abi."
Mekanın tam köşesindeki sahnede saz çalan adama değmişti gözleri Yavuz'un. Onun da bir derdi var dedi içinden. Öyle içli vuruyordu ki tellere, bu mekandaki herkesin yüreğindeki derde ortak oluyor gibiydi.
"Onu ilk gördüğümde, nasıl da ayaklarının üzerinde duruyor demiştim... o ayaklarının üzerinde durmaya mecbur edilmiş lan! Kimse onun ne hissettiğini dahi önemsemezken, o kaldığı cehennemde nefes almaya çalışmış..."
Masanın üzerindeki boşluğa bakıyordu kahveleri. Boğazına düğümlenen kelimeler, çıkmak için can atıyordu.
"Dün bana geçmişini açmaya çalıştı, her şeye rağmen... bugün ben onu geçmişiyle yargıladım!"
Bu sözlerinin ardından büyük bir sessizlik oluşmuştu. Ne Yavuz bir şey daha ekleyebilmiş, ne de Akif içini rahatlatacak tek bir kelime söyleyebilmişti.
Sazın üzerinde hüküm süren parmaklar duraksarken, mekanın içinde adamın sesi yankılanmıştı şimdide.
"Var mı gönül yangınını bizimle paylaşacak olan?"
Akif'in bakışları Yavuz'u bulurken, karşısında oturan adamı görmeleri için elini kaldırmıştı.
Yavuz'un sesinden türkü dinlemek herkese nasip olmazdı, ve bu gece burada oturan herkes onun gönlüne yansıyan acıya eşlik edecekti.
Herkesin gözü Yavuz'u bulurken, sıkıntıyla kafasını sallamıştı genç adam. İstemiyordu.
"Hadi delikanlı, aç kendini."
Akif'in yanındaki boş sandalyeye oturan ak saçlı adam, babacan bir tavırla Yavuz'a ithafen konuşurken, sazı çalan adamın parmakları tellerin üzerinde yeniden oynamaya başlamıştı.
Gözleri parmaklarının arasında tuttuğu siyah tokada olan Yavuz dudaklarını aralarken, acısı diğerleri tarafından da hissedilmeye başlamıştı.
Üflediler söndüm
Karanlıkta gönlüm
Hiç bilmezdim ama
Derindeymiş pek derdim
Gözlerini kapattı usulca ve yine yeşiller karşıladı onu. Ucu bucağı gözükmeyen bir orman gibiydiler sanki, kendisine gülerek baktığı her an tüm bedenine huzuru dolduruyordu.
Üflediler söndüm
Karanlıkta gönlüm
Hiç bilmezdim ama
Derindeymiş pek derdim
Parmakları tuttuğu tokayı sıkı sıkıya sarmalarken, yutkundu.
Bak içime gör beni
Tut elimden yak beni
Yanıyordu. Kadının bebek gibi tenine dokunduğu andan beri bedeni alev alev yanıyordu. Kokusu çoktan ciğerlerine sızmıştı ve tek çıkış yolu yine bu kadındı farkındaydı.
İstemezsen bu aşkı
Otur baştan yaz beni
Şarkının sözlerine rağmen iste demişti. Eğer altında ezildiği ve kabullenemediği hisler aşk ise boyun eğecekti. Çünkü kalbinin kapılarını zorlanmadan açan bu kadından başkası ona iyi gelemezdi. İlk defa birisi böylesine ruhuna sızmışken, yeniden ondan başka kimse oraya giremezdi. Girmemeliydi.
Türkü sonlanırken parmaklarının arasında duran tokaya bakıyordu, ve olduğu yerden tamamıyla soyutlanmıştı.
"Evlat?"
Az önce masalarına oturmuş olan adamdı bu. Yavuz kafasını kaldırdı ağırca, gözlerini kapatıp açtı dinlediğini belirtircesine.
"Hissederek söyledin sözleri, anlat bakalım, dinleyelim seni."
Konuşmayı düşünmüyordu Yavuz. Sustu. Fakat onun susmasına karşılık olarak, yaşlı adam yeniden konuşmuştu.
"Tuttuğun bardağın üzerini oku."
Adamın sözleriyle beraber kahve hareleri bardağı bulurken, gördüğü yazı afallamasını sağlamıştı.
İnsan iki şeyi saklayamaz;
Aşık olduğunu ve sarhoş olduğunu...
Bakışları ağırca bardaktan kalkarken, yaşlı adamın gözlerinin zaten kendisinde olduğunu görmüştü. Sıkıntılı bir soluk aldı.
"Yapmamam gereken bir şey yaptım. Kırdım onu."
Bir kaç kelime yetmişti onun halini anlatmaya. Kırmıştı, ve ötesi yoktu. Sakındığı gönlünde, yara olmaktan korkuyordu.
"Konuş. Kaçma, karşısında dur ve konuş. Hatanın farkına varmışsın gibi duruyor. Affeder mi affetmez mi bilinmez ama yine de konuş."
Bardağın dibinde kalan son yudumuda kafasına diktikten sonra, oturduğu sandalyeyi geriye ittirerek yerinden kalkmış, cebindeki cüzdanından eline geçen bir kaç 200'lüğü masanın üzerine bırakmıştı.
"Eyvallah."
Arkasını dönüp gitmeden önce bunu söylerken, çoktan görevlinin getirdiği aracına binmişti.
Af dilemesi gereken bir kız çocuğu vardı...
Ve o küçük kız çocuğu için dünyayı yakardı.
~
Evin'den:
Üzerimde duran bornoza biraz daha sarılırken, gözlerimi oturduğum koltuktan cama çevirmiştim. Neredeyse tüm şehir gözlerimin önündeydi.
Saatlerdir ağlamış olmamdan dolayı, gözlerim ufak ufak yanarken, garip bir şekilde odada tek oluşumu bilerek uyuyamıyordum. Saat çoktan gece yarısını geçmişti ve Yavuz hala gelmemişti.
İçim hüzünle titrerken, yüzüme doğru kayan nemli saçlarımı geriye itelemiştim.
Ona git derken, sanki içten içe kalmasını istemiştim. Aklımla kalbim farklı şeyler söylüyordu ve hala sözlerinin üzerimde bıraktığı kırgınlığı hissedebiliyordum.
Daha kötülerini duymuştum ve yine daha kötülerini yaşamıştım. Ama zoruma giden şey bunu onun yapması olmuştu.
Boynumda duran küçük gül kolyesini parmaklarımın ucuna alırken, yeniden dolmak için sızlayan gözlerimi durdurmaya çalışıyordum.
Gecenin karanlığı iyiden iyiye odanın içinde hissedilirken, kapı yavaşça açıldı. Buraya Yavuz'dan başka kimsenin giremeyeceğini biliyordum, oturduğum yerden kalkarak yürümeye başladım.
Görüş açıma giren iri bedeni tam olarak ayakta duramazken, yanında durduğum kapıya elimi koydum. Yerde olan kafasını kaldırdı, geldiğimi hissetmiş gibi gözleri gözlerimi buldu. Aramızdaki uzun mesafeye rağmen, bakışlarındaki yoğunluğu yakalamıştım. Yorgunca bir soluk aldım.
"Benim yüzümden..."
Ayık olmadığını ayakta sarsakça duran bedeni fazlasıyla belli ediyordu. Tepki vermeden kafamı hafifçe salladım. Sözlerini açması gerekiyordu.
"Gözlerinin kızarması, ağlaman, üzülmen... hepsi benim yüzümden."
Boğazım düğüm düğüm olurken, yeşillerimi hızlıca yüzünden çektim. Daha fazlasına izin vermek istemiyordum, arkamı dönerek az önce kalktığım koltuğa yeniden oturdum. Sanki o konuşursa, hemen affedecektim.
Bir kaç dakikanın ardından onun adım sesleri banyoda son bulmuştu. Kıyafetlerimin içinden bir kaç parça çıkartarak, onun banyoda oluşunu fırsat bilerek hızlıca üzerimi giyindim, bu sırada gözlerim sık sık banyo kapısını buluyordu.
Yatağa yatmak hiç içimden gelmezken, bedenimi yeniden koltuğun üzerine bıraktım. Gökyüzünde olan yeşillerim uzun bir süre boyunca orada oyalanırken, Yavuz'da banyodan çıkmış, ve ardından duyduğum seslere bakılırsa üzerini de giyinmişti.
Bana yaklaştığını hissettiğim adım sesleriyle beraber açık olan gözlerimi kapattı. Kendime doğru çektiğim bacaklarımın ucuna, koltuğun üzerine oturdu yavaşça. Az önceye nazaran kafası şimdi daha ayık gibiydi.
İnatla gözlerimi ona değdiremezken, eli ayak bileğimi parmaklarının arasına aldı. Tenimin üzerinde yavaşça dolaşan dokunuşları içimi titretirken, sanki tüm kırgınlığımı yine onun göğsünde aşmalıymışım gibi hissediyordum.
"Özür dilerim."
Bu kadar net bir şekilde konuya girmesini beklemediğim için gözlerim şaşkınca yüzünü bulurken, gerçekten de üzgün gözüktüğünü farketmiştim. Parmakları biraz daha yukarıya kayarken, diğer eliyle dizlerinin üzerine iki kez vurdu.
"Gel hadi, benimle konuşmasan bile seni hissetmeme izin ver."
Her şeye, herkese karşı çoğu zaman boyun eğmişken, Yavuz'un karşısında nedenini bilmediğim bir şekilde direnmek istiyordum.
Gözlerimi yeniden kapatırken, bir süre tepki vermeden bekledim. Yeniden konuşur sandım ama o konuşmak yerine oturduğu yerden kalkmış, ardından da koltukta duran bedenimi tek hamlede kucağına alarak yatağa doğru yürümeye başlamıştı.
"Uykum yok benim, bırakır mısın?"
Fısıltılı sesim onun boynuna sızarken, bedenime sardığı parmakları tenimi hafifçe okşadı. Kafasını salladı.
"Her ne olursa olsun, günün sonunda aynı yastığa baş koyacağız."
Beni yatırdıktan sonra ışığı kapatarak, kendisi de yanımdaki yerini almıştı. Ona ne kadar sırtımı dönmüş olsamda saniyeler içinde karnımın üzerine sardığı elleriyle, beni göğsüne yaslamış, kafasını saçlarımın arasına sokmuştu.
"Biliyorum, çok ani gelişti her şey. Bir anda evlendik, alışamadın. Ama tam sana ulaştığımı düşünürken, yeniden susacak olman beni korkuttu. Yeniden başa sardık sandım, yeniden senin canını yaktılar ve sen yine susmak zorunda kaldın sandım Evin. Bağır, çağır, kır, dök... ama susma. Çünkü bu en büyük ceza."
Boğazım yanıyordu sanki. Tüm detayıyla bilmediği geçmişimin bugün beni ele geçireceğini bilemezdik, ve sanki en ufak bir şeyde bunlar tekrarlanacaktı.
"15 yaşındaydım..."
Fısıltılı sesimi duymasıyla, tüm dikkatinin bende olduğunu anlamıştım. Anlatması zor olacaktı ama yapmak zorundaydım.
"Daha doğrusu 15. yaş günümdü."
Dudaklarımın arasından acıyla karışık buruk bir gülümseme dökülürken, yüzümü görmediği için sevinmiştim. Bunları ilk defa birisi ile paylaşıyor olmak bile fazlasıyla zorken, gözlerinin içine bakacak olmak daha zordu.
"O da 21 yaşındaydı, alkole iyiden iyiye alıştığı dönemler. Arada eve gelmiyor, büyük kavgalar çıkartıyordu."
Bu yüzden anne olmak istemiyordum. Bana bir şey olursa eğer arkamda bir canı bırakmaktan korkuyordum. Daha doğru dürüst kendime bile yetemiyorken, nasıl olurda bir masumun hayatını ateşe atabilirdim ki?
"Dokunmaya çalıştı, tokat attı, saçlarımı çekti..."
Gözümden akan bir yaşla beraber, sırtımda onun göğsünü biraz daha hissetmiştim. Beni daha da çok çekti kendine.
"O gece ben ilk defa saçlarımdan vazgeçtim. Annemle, babamın dokunuşlarının olduğuna inandığım saçlarımı, canım acımasın diye kısacık kestim."
Bir damla gözyaşı daha yanağımdan süzülürken, hafifçe yerimde kıpırdandım. Yüzünü görmek istediğimi anlayarak, ellerini gevşetti. Ve kendine dönmeme izin verdi. Ondan kaçmayacaktım, bunu istemiyordum çünkü. Bu gece onun kadar bende korkmuştum, hem geçmişimden, hem de geleceğimden.
"Koku beni geçmişe götürdü sanki. Nefes alamadım, hareket edemedim... ben isteyerek susmadım. Susmam ki."
Son sözlerim bu olurken, kafamdan tutarak beni göğsüne çekmişti. Sıcak teni, beni saniyeler içinde sarıp sarmalarken, gözyaşlarım onun bedenine akmıştı.
"Susma... hep konuş. Çünkü konuşmak en çok sana yakışıyor."
Ciğerlerim onun kokusuyla dolarken, dudaklarını saçlarıma bastırdı uzunca.
"Özür dilerim güzelim, çok özür dilerim."
Gözlerimi sıkıca kapatıp, kendimi sıcaklığına bıraktım. Dakikalar geçti ve bilincim tam olarak kapanmadan önce Yavuz yeniden sözleriyle bende büyük etkiler bıraktığını bilemeden konuştu.
"Küçücüksün, her anlamda. Ve ben bu durumdan şikayetçi değilim. Ellerimin arasında yok olman bile hoşuma gidiyor küçüğüm."
~
Mihrimah'tan:
Parlamaklarımın arasında duran kitabı biraz daha göğsüme bastırırken, dolu dolu bakan gözlerimi avluda gezdirmiştim. Kavuşamayan bir çifti daha okumuş olmak, içimi garip bir hüzünle doldururken, her defasında bu durumu atlatamadığım için de kendime kızıyordum.
Dakikalar boyunca içinde olduğum karmaşadan beni çıkaran şey, konağın açılan kapısı olmuştu. Gözlerim bir anda kapıyı bulurken, içeriye giren adamı görmeyi beklemediğim için dışarıya vuran şaşkınlığımı engelleyememiştim.
"Vural abi?"
Üzerindeki üniforması ile fazlasıyla dikkat çekiyordu. Abim gibi sürekli çatık olan kaşları tepkimle beraber hafifçe havalanırken, yarım ağız gülümsedi.
"Hayırdır küçük hanım, ne bu suratının hali?"
Kitabı masanın üzerine bırakırken, kahve gözleri bıraktığım kitabı bulmuştu.
"Sormam hata."
Yakalanmışım gibi ellerimi havaya kaldırdım.
"İnsan polis olunca hemen anlıyor demek ki."
Kafasını sağa sola doğru sallarken, bana sen iflah olmazsın dediğinden emindim. Ellerini koyu lacivert pantolonun ceplerine koydu, tam karşımda duruyordu.
"Sizinkiler evde mi?"
Evet dercesine başımı salladım. Suratında garip bir ifade vardı, merakın yansıdığı sesimle sordum.
"Bir şey mi oldu?"
Ellerini cebinden çıkarmadan kafasını yana doğru eğdi. Dudakları bilmem dercesine kıvrılmıştı. Bugün gerçekten bir haller vardı onda.
"Oldu, ama iyi mi oldu kötü mü oldu orasını zaman gösterecek."
Daha fazla bir şey sormama izin vermeden yürümeye başlamıştı. Evi bildiği için yürürken pek yabancılıkta çekmiyordu. Bizimkilerle özel konuşacağını düşünerek peşlerine takılmazken, az önce kitapta olan aklım şimdi tamamıyla dağılmıştı. Vural abinin bakışlarına yansıyan şey herneyse merakımı aşırı derecede harlamıştı.
Masanın üzerine koyduğum kitabı alıp odama çıkarken, havanın güzel oluşundan yararlanarak dışarı çıkmaya karar verip, hızlıca hazırlanmaya başlamıştım. Abimler gideli 2 gün olmuştu ve ben bu 2 günde oldukça sıkılmıştım.
Kenarlardan aldığım iki saç tutamını arkadan tokayla tuttururken, üzerime bugün turuncu bir elbise giyinmeyi tercih etmiştim. Havanın sıcak olmasından dolayı fazla bir makyaj yapmazken, kirpiklerimi sadece olmayan makyajıma rağmen bolca rimelledim.
Arabayla gitmek yerine bugün yürümeyi düşünüp konaktan çıkarken, daha sokağın sonuna gelemeden arkamdan çalan korna sesiyle durmak zorunda kalmıştım.
Siyah yüksek jeep görüş açıma girerken, şoför tarafında oturan tanıdık yüzle, çatılan kaşlarım anında düzeldi. Aracın yan koltuğunu işaret ettiğinde ise düşünmeden hemen binmiştim. Oysa saniyeler öncesinde yürümek istediğimi söylüyordum kendime.
"Sen içeride değil miydin?"
Sorumla beraber yolda olan gözleri beni bulurken, kafasını salladı.
"Az önce çıktım, sigara içiyordum."
Emniyet kemerini taktıktan sonra bende bakışlarımı onun gibi yola çevirdim.
"Ne konuştun bizimkilerle Vural abi?"
Gözlerim yan profilini bulurken, gerçekten yakışıklı ve karizmatik bir adam olduğu konusunda emindim. Onu çekici kılan şey sadece üzerinde duran üniforması değildi, çünkü o üniformanın altındaki iri bedeni de bence en az üniforması kadar çekiciydi.
"Vedalaşmaya geldim."
Sözleri beni şaşırtmaya yeterken, bedenimi koltukta tamamıyla ona çevirdim.
"Vedalaşmaya derken?"
Gözlerini yoldan ayırmadan konuşuyordu benim aksime.
"Tayinim çıktı, İstanbul'a gidiyorum."
"Sen ciddisin?"
Bakışları kısa bir anlığına beni bulurken, kafasını sallamıştı bir kez.
"Ciddiyim Mihrimah. Haber vermeden çekip gitmek istemedim, çok yardımları dokundu sizinkilerin nede olsa bana."
Dudaklarım üzgünce kıvrılırken, gidecek olmasına üzülmüştüm. Bir çok anımda yer ediniyordu kendisi ve abilerim kadar bana yardımı dokunmuştu. Her zaman arkamda durmuş, bana kol kanat germişti. Şimdi ise onun buradan gidecek olması, abilerimden bir tanesinin bizi yalnız bırakması demekti.
"Ama geri geleceksin değil mi?"
Bir süre boyunca sessiz kalırken, soruma bir cevap vermemişti. Düşünüyordu sanırım.
"Bizimkiler orada biliyorsun, gelir miyim gelmez miyim bilmiyorum."
Bende susarken, gözlerimi yola çevirmiştim. Çarşıya gideceğimi anlamış olacak ki, aracını boş bulduğu bir yere park etti. Kemeri çıkartarak kapıyı açıp indim, Vural abi de arkamdan inmişti.
"Bizi unutmazsın değil mi?"
Sözlerim onu gülümsetirken, ağlayacak kıvama gelen suratıma bakarak kaşlarını çatmıştı.
"Sürekli ağlayacak yer arıyorsun, nasıl unutayım?"
Dudaklarım kıvrıldı. Kollarımı hafifçe açtım.
"Düğününe çağırmazsan bizi bozuşuruz bak, şimdiden söylüyorum."
O bir abi edasıyla bana sarılırken, ayrılırken saçlarımı karıştırmayı da ihmal etmemişti.
"Bakarız, bakarız."
Gülümseyerek elimi havaya kaldırdım. Tanıdığım iyi insanlardan bir tanesiydi.
"Kendine dikkat et Vural abi."
Kafasını salladı ağırca.
"Sende Mihrimah, başına bela açma."
Parmaklarımın arasında tuttuğum çantayı omzuma takarken, yavaşça yanından ayrılmıştım. İçimde garip bir burukluk vardı, inkar edemiyordum.
Benim attığım adımların ardından arkamda duran araçta hareketlenerek uzaklaşmıştı. Gözlerimi öylece etrafta gezdirirken, dikkatimi çeken onca kişinin arasından birisi olmuştu. Görüntüsü gerçek miydi yoksa zihnimin bana bir oyunu muydu bilmiyordum ama aramızdaki mesafeye rağmen ela gözlerini görebiliyordum.
Attığım adımlarım duraksarken, ellerini cebine koyarak duruşunu dikleştirdi. Onunla konuşacak bir şeyimiz yoktu bana göre, çünkü onunla konuşacak kadar bir samimiyete sahip değildik. En azından hoşlanmamın yanı sıra bazı gerçekleri görmezden gelmiyordum.
Gözlerinin içine baka baka gördüğüm ara sokağa girerken, bu inatçı halime karşılık dolgun dudakları kıvrılır gibi olmuştu. Çarşının meydanına nazaran daha sessiz olan sokakta yürürken, arkama bakmak isteyen tarafımı durdurmaya çalışıyordum aynı zamanda. Onun gözünde bir değerim bile yokken peşimden geleceğini düşünen tarafım beni sadece daha çok sinirlendiriyordu.
"Sıradan birisi olsaydı benim için keşke."
Fısıltılı sözlerimi sadece kendim duyarken, önümde duran yolun sol tarafından dönüp, durmamı sağlayan, yine o olmuştu. Kahve gözlerimi şüpheyle kısıp üzerinde gezdirdim. Beyaz gömleğiyle her zamanki gibi şıktı.
"Mirza abi?"
Kinayeli sesime umursamaz bir bakış atmakla yetinmişti. Gereksiz konuşmayı sevmiyordu.
"Bir şey mi oldu?"
Konuşan yine ben olurken, cebinden çıkardığı eliyle hafifçe yüzünü kaşıdı. Uzun boyundan dolayı azda olsa konuşurken kafasını eğmek zorunda kalıyordu.
"Çarşının ortasında elin adamıyla sarılan sensin, sana sormak lazım."
Sözleri ile açılan gözlerim, ciddi olup olmadığını anlamak istercesine yüzüne bakıyordu. Fakat gözlerindeki ifadeye bakılırsa oldukça ciddiydi.
"Sen ciddisin?"
Dedim, daha çok sorarcasına. Kafasını salladı, ama bu hamlesi de sözlerine nazaran umursamıyormuş gibiydi. Hem umursamıyordu, hemde yoluma çıkıp soruyordu...
"Diyelim ki elin adamına sarıldım. Bu seni neden ilgilendiriyor acaba?"
Her konuşmamızda kendisine karşı çıkıyordum, ve o bu durumdan kesinlikle memnun değildi.
"Abin arkadaşım çünkü."
Parmaklarımın arasında duran çantanın ipiyle oynarken, hafifçe gülümsedim. Hala beni hafife alıyordu.
"Ama ben arkadaşın değilim, abimin arkadaşı olmuş olman beni ilgilendirmiyor sonuçta."
Kaşları çatılmıştı ve karşısında gülümsüyor olmam hoşuna gitmiyordu.
"Abin sayılırım, dikkat et hareketlerine."
Kafamı salladım ağırca. Kabullenmiş olmam onu şaşırttı, her ne kadar ifadesini sabit tutmaya çalışsa da dışa vuruyordu. Onun şaşkınlığının arasında en beklemediği anda yeniden dudaklarımı araladım.
"3 abim var benim ve inan 1 tanesine daha gerek yok. Ayrıca abim sayılsan bile, bu bana karışabileceğin anlamına gelmiyor. Hem sözde bu şeylere çok dikkat ediyorsun ama daha geçen gün çarşının ortasında bir ağa kızı ile fazla samimiydin. Benden önce kendine bakmalısın."
Havaya kalkan kaşlarımla kendisine sevimli olduğunu düşündüğüm bakışlardan atarken, onun sert tavrında ne kadar etki ederdi bilmiyordum.
"Ha bu arada, ben erkeğim sen kadınsın diyerek olaya olan yaklaşımını değiştirmeye çalışmayacağını varsayıyorum. Yani böyle yobaz bir adam değilsindir sen?"
Konuşmasına fırsat vermemiştim resmen. Ah babam haksız sayılmazdı, kızının çenesi bir orduyu alt edebilirdi. Hem ben üç abisi olan bir kızdım, onlarla baş etmek demek uyanık olmak demekti.
"Bir şey konuşmadık say Mihrimah."
İsmimi her defasında ondan duymak garip geliyordu açıkçası. Ses tonu insanın içini gıdıklayan türdendi.
"İki insan arkadaşça da bir şeyler konuşabilir, yiyebilir ve içebilir sonuçta. Hemen art niyet aramamak lazım."
Boşta duran eliyle burun kemerini sıkarken, bıkkın bir bakış atmıştı. Anladığım kadarıyla konuşulmaya alışkın olmayan bünyesine ağır gelmiştim.
"E ben gideyim o zaman?"
Elimle az önce geldiğim tarafı gösterirken, kendimi her zaman girdiğim kafeye atmayı planlıyordum. Buraya geliş amacım tek başıma güzel bir tatlı keyfi yapmaktı. Karşımdaki adamın gömleğine rağmen ortaya sunduğu baklavaları her ne kadar zihnimi daha tatlı olduğu konusunda karıştırsada, gözlerimi kaçırmıştım.
"Git bakalım."
Daha fazla konuşmamı istememişti sanırım, o yüzden kısaca yanıtlamıştı. Pek fazla düşünmeden, sıkı sıkıya tuttuğum çantamla az önce geldiğim yolu yürümeye başladım. Eğer ki yanlış anlamadıysam, Vural ile beni görmesi hoşuna gitmemişti. Eh tepkilerine bakılırsa kıskanmış olması ihtimali de yüksekti.
Suratıma yayılan gülümseme fazla keyifli bir hal alırken, girdiğim kafenin içinde genelde her gelişimde oturduğum kitaplığın kenarında olan masaya oturmuştum.
Eğer azıcık cesur davransaydı, şu anda burada karşılıklı tatlı yeme şansımız olurdu belki... korkaktı.
~
Evin'den:
Odanın içine süzülen ince bir ışıkla gözlerimi yavaşça açarken, elimin altında sıcak bir ten hissetmiştim. Uyanmasını umursamadan, kollarının arasından çıkmaya çalışırken, onun da gözleri açılmış, kahve hareleri görüş açıma girmişti.
Bir süre gözleriyle yakında duran gözlerime baktı.
"Günaydın fıstığım."
Ellerinin gevşemesini fırsat bilerek tamamıyla uzaklaşırken, kısaca karşılık vermiştim.
"Günaydın."
Dün gece her ne kadar konuşmuş olsakta hala içten içe ona karşı tavırlı olmak isteyen tarafım ağır basıyordu. Benim ayağa kalkmamla beraber o da yattığı yerden doğrulmuştu.
"Ner..."
Konuşmasını kesen şey yanındaki komidinin üzerinde duran çalan telefonu olmuştu. Dikkati orayı bulurken, aramayı bekletmeden yanıtladı. Kaşları daha konuşmadan çatılmaya başlarken, o da çoktan yatakta oturur pozisyona geçmişti.
"Bir şirket çekiliyor sadece anlaşmadan, diğerleri ile bir sorunum yok sonuçta."
Amacım tamamıyla banyoya girmekken, konuşmayı merak ederek durmuştum. Bu sırada da dikkat çekmemek için, üzerime giyecek bir şeyler seçiyordum.
"Yarın imzalar atılacak, hallettim."
Dikkati konuştuğu telefonda olsada bakışlarını üzerimde hissediyordum.
"Eyvallah abi."
İndirdiği telefonunu kapatıp yeniden aynı yere koymasıyla beraber, bende elimde duran elbiseyle banyoya doğru yürümeye başlamıştım. Fakat daha bir kaç adım atmışken, konuşması beni durdurmuştu.
"Kahvaltı yapmaya gideceğiz."
Arkamı dönüp kısaca başımı sallayarak banyoya girip işlerimi halletmeye başladım.
Kolları fırfırlı kısa kollu elbisenin, neredeyse bileklerime uzanan boyunda şık duran bir yırtmaç detayı vardı. Buranın daha çok yazlık bir yer oluşundan dolayı bu durum gözüme batmazken, sıcak havanın beni yakmaması için saçlarımı bir tokayla dağınıkça toplamıştım.
Banyodan çıkmamla beraber yataktan kalkmış olan Yavuz'da banyoya girmişti. Bende o sırada çantamdan çıkardığım bir kaç ürünü yüzüme sürüp parfüm sıktım. Tamamıyla hazır olmamla birlikte bilekten bağlama sandaletlerimi hızlıca giyindim.
Aynadaki yansımam hoşuma giderken, beline bağladığı siyah havlu ile birlikte odaya Yavuz girmişti. Nemli saçlarını eliyle geriye itelerken, kendisine attığım bakışları yakaladı.
Tam bir şeylerin güzelleştiğine inanmışken, aramıza böylesine soğukluk girmesi hoşuma gitmemişti. Pişman olduğunun farkına varmıştım, fakat kendimi engelleyemiyordum.
Sanki aylardır birbirimize uzak kalmışız gibi fazla yoğun bir şekilde gözlerime bakarken, oldukça yakınıma gelmişti. Esmer teninden süzülen su damlaları kıvrımlı bedenini keşfederken, iri eli usulca boynuma süzülüp, enseme ilişmişti. Kafamı geriye doğru eğerek kendisine bakmamı sağladı.
Öylece duruyor olmamla ilk önce sıcak dudakları çeneme dokundu, ıslak öpücüğü aklımı başımdan almaya yeterken, boşta duran eliyle de belimi kavradı.
Ona öfkeli olmam gerekmiyor muydu benim? Neden onun kollarının arasında kayboluyordum?
Dudakları biraz yukarıya kayarak şimdide burnumun ucunu öpmüştü. Dizlerim titrerken, kenarda duran ellerim güç almak istercesine kollarına tutundu. Nemli teni dokunuşumla birlikte kasılırken, sırada neresinin olduğunu biliyordum.
Koyu hareleri daha da koyu bir hale bürünürken, iyice yakınıma girmişti bedeni. Saniyeler öncesinde sürdüğüm doğal renkteki ruja bakıyordu dikkatle.
"Biraz bozulabilir."
Nefesini daha da yakından hissederken, dudakları keyifle kıvrılmıştı. İyiden iyiye kalbim hızlanırken, kolunda duran elimi göğsüne koyarak kendisini durdurdum. Şu anda olaya aklım dahil olmaya çalışıyordu. Kendisini durdurmamı beklemediği için gözleri kısıldı. Ve suratındaki ifadeye bakılırsa neden durdurduğumu merak ediyordu.
"Yeni sürdüm bozulmasını istemiyorum."
Sesim yaşadığım yoğun duygulardan dolayı buğulu bir tonda çıkarken, kollarının arasından çıkmaya çalışmıştım. Yeniden yaklaştığı takdirde geri çevirebilir miydim emin değildim çünkü. Bir süre öylece suratıma baktıktan sonra, içinde sıkışıp kaldığım karmaşayı görmüş olmalıydı. Ellerinin arasından çıkmama izin vermeden önce alnımdan öpmüştü. Kıyafetlerinin arasından çıkardığı yazlık lacivert gömlekle, bej renginde bir pantolon giyindikten sonra, koyu kurumaya yakın duran tutamlarını kendi halinde bırakmayı tercih etmişti. Sıktığı parfümü odanın içine dağılırken, hala onu izliyordum. Az önce kendisini durdurmamış olsaydım eğer daha hazırlanmamış bile olabilirdi belki. Omuzlarımı sallayarak oturduğum koltuktan kalktım ve hazırladığım çantayı elime aldım.
"Hadi fıstığım, hazırsan çıkalım."
Kafamı sallayarak geçmem için yol vermesiyle beraber yürümeye başladım. Kahvaltıyı otelin kendi restoranında yapacağımızı düşünürken, biz çoktan otelden çıkmıştık. Yanımda yürüyen adam belimde duran eliyle beni önüne geldiğimiz araca yönlendirirken, oyalanmadan kendi tarafıma oturdum.
Araç kısa bir süre içinde oldukça sevimli görünen, yazlık mekanın önünde dururken, oyalanmadan inip içeriye girmiştik.
İçeride çalan kısık sesli müzikle beraber bakışlarımı etrafta gezdirdim. Genelde gençlerin ya da çift olduğunu düşündüğüm insanların olduğu restoran daha çok kafe havası veriyordu. Neredeyse her tarafta çiçekler, biblolar ve kitaplar vardı. Boş olan bir masaya oturmamızla beraber, sipariş almak için elindeki menülerle genç bir kız yanımıza gelmişti. Üzerinde dizlerinin üzerinde biten, kırmızı şifon ince askılı bir elbise vardı. Kızıl saçları da elbisesi gibi açık renkli tenine yakışmıştı.
"Hoş geldiniz."
Gülümsemesine karşılık verirken uzattığı menüye bakmaya başladım. Canım özellikle bir şey çekmiyordu. Kararsızca gözlerim karşımdaki Yavuz'u bulurken, onun zaten bakışlarının bende olduğunu görmüştüm.
"Karar verdin mi güzelim?"
Kafamı olumsuz bir şekilde sallarken, yanımızda duran kız konuşmuştu.
"İsterseniz size güzel bir kahvaltı masası hazırlayalım biz. İster misiniz?"
Teklifi cazip gelirken Yavuz'a baktım bir kez daha.
"Olur."
Benim onayımla beraber o da kafasını sallarken, yanımızda duran kız biraz uzağımızda duran mutfak bölmesine doğru seslenmişti.
"Sevgilim, bir kahvaltı."
Benden bir kaç yaş küçük gibi duruyordu ve enerjisi gerçekten çok güzeldi. İçerisinin de eğlenceli havası sanki onlardan geliyordu. Dudaklarım elimde olmadan kıvrılırken, masanın üzerinde duran elim bir el tarafından okşanmaya başladı. Yana dönük olan başım ağırca yüzünü bulurken, bıkmadan öylece onu izleyebilirdim.
"Birazcıkta bana mı baksan, ne yapsan?"
Çocuksu bir şekilde sorduğu soruyla beraber yeşil gözlerim şaşkınca kısılmış, kaşlarım çatılmıştı.
"Çatma kaşlarını öyle yavrum, erken yaşlanırsın sonra."
Saniyeler öncesindeki masumluğunun yanında, haylazca demişti bunu. Resmen kendisiyle konuşmam için oyun oynuyordu benimle. Umursamazca dudaklarımı büzdüm.
"Bu durumda sen benden de erken yaşlanacaksın, sürekli çatık ne de olsa kaşların."
Kızmasını, hatta sözlerime karşılık kaş çatmasını beklerdim. Ama o beni şaşırtacak şekilde gülümsedi. Eli hala elimin üzerinde gezinirken, az önce masamıza gelen garson kız arkasından gelen uzun boylu erkekle beraber getirdiği tabakları masaya dizmeye başlamıştı.
"Afiyet olsun şimdiden."
Onlar yanımızdan ayrılırken, çay fincanına şeker attım. Yavuz benim aksime kahvesi gibi çayını da şekersiz içiyordu. Ortada duran menemenden alarak tadına baktım. Güzel olmuştu. Omletimden de bir parça yerken, karşımda duran adam elindeki ufak ekmek parçasına reçel sürmüştü. Elini önüme uzattı.
"Aç ağzını."
Dudaklarımın biraz uzağındaki ekmeği almam için dudağıma yaklaştırmasıyla, ağzımı açmıştım. Kendisi dün geceyi yaşanmamış sayıyordu. Derin bir nefes alırken, önündeki simitten bir parça koparttım. O sırada Yavuz boş olan tabağıma bir şeyler koymayla meşguldü. Ve sanırım bu duruma da fazlasıyla alışmıştım. Oldukça lezzetli geçen kahvaltı faslının sonunda masamızdaki tabakları kaldırmışlardı.
Yavuz sabah kahve içemediğinden olsa gerek, sade Türk kahvesi sipariş ederken bende sıcak havayı azıcıkta olsa bastıracağını düşündüğüm portakal suyundan istemiştim. Yeniden gelen siparişlerimizin yanında ek olarak bir de tatlı tabağı vardı.
"Ufak ikramımız bu da, afiyet olsun."
"Teşekkürler."
Kadının önüme bıraktığı, cam kasenin içindeki muz, çilek ve çikolatalı tatlıya bakarken, yanındaki küçük kaşıkla tadına bakmıştım. Gözlerim Yavuz'u bulurken önümde duran kaseyi işaret ettim.
"Yer misin?"
Parmaklarının arasındaki fincandan küçük bir yudum alırken, kafasını sağa doğru yatırmıştı. Diliyle dudaklarını yaladı.
"Sen ye, ben daha sonra yiyeceğim."
Gözlerindeki parıltılar bana hiç iyi şeyler düşündürtmezken, bardağın içindeki pipeti tutarak kocaman bir yudum aldım.
Söylediği her söz, yaptığı her ima dengemi alt üst ediyordu. Ve karşımda oturan bu adam yaptığı şeyin farkındayken, munzurca sırıtıyordu.
Masanın üzerinde olan telefonlarımız aynı anda aldığı bildirimlerle titrerken, elimdeki kaşığı bırakarak ekrana düşen yazıyı okudum.
Mihrimah sizi 'Karadağ Ahalisi' adlı gruba ekledi.
Hemen bildirimin üzerine tıklarken, grupta hepimizin olduğunu anlamıştım.
Mihrimah: Benim canım aile üyelerim, nasılsınız?
Boran: Sen yazana kadar iyiydim cadı ğsöwğsöwşs
Berivan: Şu kızla uğraşmasana Boran!!
Berivan: İyiyim güzelim ben, Aras'ı uyuttum şimdi. Sen nasılsın, neredesin bize gel işin yoksa?
Miraç Abi: Ben şirkette sıkıldım diyince de beni davet etsen keşke güzel karım.
Mihrimah: Ay gelirim birazdan yengem, kaçak çayı demle 💅🏼💅🏼
Boran: Abim yine ekmeğinde 😎
Boran: Diğer abimde şimdi yengemle vakit geçiriyordur? Yavuz Karadağ ses ver!!
Yavuz: Ne var ulan?
Boran: Ha şöyle, sende özünü kaybedeceksin diye çok korkuyorum ğaöşaçağwös
Mihrimah: Benim yeni yengoşum nerelerde?? Çok özledim onu da.
Kıvrılan dudaklarımla parmaklarımı ekranın üzerinde gezdirmeye başlamıştım.
Siz: Bende çok özledim sizi 🥹
Mihrimah: Haklısın, abimin sohbetine doyum olmuyor çünkü. Kesin yanında bile değildir 😡
Dudaklarımın arasındaki pipetle gülümserken yüzüme patlayan flaşla beraber gözlerim karşıyı bulmuştu. Elindeki telefonun ekranına bakan adam keyifle sırıtıyordu. Saniyeler içinde de bana ait olan görsel grup sohbetine düşmüştü.
Yavuz:
(Elbiseli halini bulamadım, resim aşağı yukarıya böyle)
Yavuz: Karım yalnız gibi mi duruyor ;)
Bardağı masanın üzerine bırakırken, ekranda olan gözlerimi kaldırdım. O da elinde duran telefonu bırakmıştı. Masaya yasladığı kollarıyla hafifçe bana doğru yaklaştı.
Mihrimah: Oh ohh gezin gezin.
Boran: Büyüyünce sende gezersin artık.
Miraç Abi: Sohbetinize doyum olmuyor ama bana Eyvallah. Malum iş beklemiyor, halime acıyıp eve çağıranım da yok.
Berivan: Bu ilişkide trip atması gereken kişi benim ama Miraç! Olmuyor böyle 😢
Boran: Çiçek al yenge abime, gönlünü ancak öyle alırsın.
Berivan: Dalga geçme kocamla, seni de göreceğiz zamanı gelince.
Mihrimah: Kim ne yapsın Boran abimi??
Boran: Eve yaklaştım, kaçacak delik aramalısın bence :)
Mihrimah: Yenge çayı koymuşsundur sen, geliyorum ben hemenn...
Mihrimah: Evin yengem, sende oranın tadını çıkar. ÖPTÜM SİZİİ
Ekranı kararan telefonu bende elimden bırakırken, karşımda duran adam elini yüzüme koymuştu. Parmak uçları yanağımı yavaş yavaş okşarken, gözlerimi istemsizce kapattım.
Tüm bedenimin sanki ona ihtiyacı vardı.
Baş parmağı elmacık kemiğimden dudaklarımın üzerine kayarken, birazcık daha yoğundu teması. Ve ben tenimde hissettiğim dokunuşlarından şikayetçi değildim. Gözlerimi açarak yakınımda duran yüzüne baktım, benim de parmaklarım ona dokunmak istiyordu.
"Tatlını yediğine göre sıra bende güzelliğim."
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨
• Bölüm sonrası hislerinizi şuraya alayım mıı ğdösğsöşsş
• Önceki bölümden sonra bir çok kişi Mirza'ya ait sahnenin olmadığından yakınmıştı. Bu bölüm birazcık daha yer verdim Mihrimah'la ikisine.
• Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
11/08/2022
simaara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.21k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |