23. Bölüm

23. Bölüm “G İ Z L İ”

sim
simaara

Instagram hesabıma bakmayı ve whatsapp kanalımıza katılmayı unutmayınız 🫂

Şimdi uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıyor ve keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada beklediğimi unutmayın 🕯

 

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkıları: Simge Sağın / Aşkın Olayım

 

 

 

"Belki de yeni bir başlangıç yapmanın vaktidir.

Yeni bir başlangıç için herşeyi yıkmanın vaktidir.

Kapana kısılmışken ayağa kalkmaya çalışmanın tam vakti."

 

 

İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali

 

 

 

 

 

 

🤤❤️‍🔥

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

 

 

Tüm bedenimi esareti altına almış heyecan...

 

Zihnimin en ücra köşelerine sızarak, kilit vurduğum duygularımı ortaya çıkartan adam...

 

Ve, damarlarımda akan kanda dahi hissettiğim şehvet.

 

İki göğsümün ortası hiddetle inip kalkarken, ellerimin arasındaki çarşafı tüm gücümle sıkıyordum. Sanki o an bundan başka yapabileceğim bir şey yoktu...

 

Onun ateşiyle yangın yerine dönüşen bedenimde arsızca dolaşan elleri, ufacık kalmış irademi de dağıtırken, dudaklarımın arasından zorlu bir nefes almıştım.

 

"Gevşemelisin güzelim."

 

Boynuma çarpan sıcak nefesiyle eş zamanlı belimdeki eli karnımın üzerinden kayarak göğsüme yaslanmıştı. Bu zamana kadar bazı sınırların dışına çıkmamıştı, ve şimdiki dokunuşunu beklemeyen bedenim, heyecanın etkisiyle kasılıyordu. Sınırları düşünmeden yıkacak gibiydi.

 

Sırtımda hissettiğim bedeni biraz daha beni kendisine çekerken, üzerindeki havluyu her an çıkartıp atmasından korkuyordum. Açık olan parmakları aldığım hızlı solukların arasında oldukça sert bir şekilde kapanırken, sıktığı tenimin acısıyla dudaklarımın arasından kaçan iniltiye engel olamamıştım.

 

Kendimi anın etkisiyle daha da ona yaslarken, bana nazaran çıkarmış olduğu ses kalın ve boğuktu.

 

Göğsümün üzerindeki elinin şişen damarları görüş açıma girerken, onun diğer eli de üzerimdeki kısa şorta uzanmıştı.

 

"Yavuz..."

 

Fısıltılı sesim zar zor dışarıya çıkarken, parmakları çıplak tenimde hüküm sürmeye devam ediyordu.

 

"Yavrum?"

 

Sertçe yutkundum. Elimin altında duran çarşafı biraz daha sıktım. Boynuma çarpan sıcak nefesi git gide daha da yakıcı bir hal alırken, susmamıştı.

 

"Konuş benimle güzelliğim..."

 

Sesli soluğumu duyar duymaz, boynumdaki dudakları aralanarak tenime ıslak bir öpücük bıraktı. Yanıyordum, görüyor muydu?

 

"Titreyen sesini duymama izin ver bebeğim."

 

Kalçamın üzerine kayan parmak uçlarıyla beraber kafamı iyice ona yasladım.

 

Saçlarımda hissettim sıcak dudaklarını ardından da.

 

Daha masumdu... daha az şehvet içeriyordu.

 

Tüm hareketlerine rağmen nazikti.

 

Nazikti... Nazik miydi?

 

"Hadi ama güzelim, uyanmalısın."

 

Dakikalar öncesine nazaran fazla normal çıkan ses tonunu duymuştum. Kapalı duran gözlerim ani bir refleksle açılırken, bedenimi de yattığım yerden kaldırmıştım. Yeşillerim oldukça hızlı bir şekilde etrafta gezinirken, bakışlarım karşımda duran adama kaydı.

 

Siyah gömleklerinden bir tanesi vardı üzerinde. Çıplak değildi. Ve çıplak olamayacak kadar üzeri giyinikti.

 

Gözleri ne yaptığımı anlamaya çalışırcasına üzerimde dolaşırken, gözlerim bu seferde kendi üstümü bulmuştu. Pembe bir pijama takımı...

 

Yavaş yavaş uyku halinden ayrılırken, zihnim içinde olduğum gerçekliği hızlıca kavramıştı.

 

Rüya görmüştüm.

 

Resmen içinde Yavuz'un olduğu hiçte edepli olmayan şeyleri yaptığımızı görmüştüm. Rüyada bile olsam, resmen dokunuşlarının altında mayışmış, kendimi daha çok ona bırakmıştım.

 

Ne arsız bir şey olmuştum ben öyle?

 

"Fıstığım, sen iyi misin?"

 

Kucağımda duran elimden teki saçlarıma çıkarken, kafamı belli belirsiz salladım. Yüzüne bakmaya utanıyordum.

 

"Hiç iyiymiş gibi görünmüyorsun. Yüzüme bak bakalım bir."

 

Çocuk gibi cıklarken, parmak uçları çenemi nazikçe tutup kafamı kaldırmıştı. Acaba dokunmasa mıydı bana gördüğüm rüyanın üzerine.

 

"Niye kızardın sen bir anda?"

 

Alnıma uzandı avuç içi.

 

"Ateşin de yok."

 

Teması kesmesi lazımdı, hem de bir an önce. Hala yanıyordum çünkü.

 

"İyiyim ben, in sen hazırlanıp geleceğim. Sıcak sadece oda."

 

Hızlı hızlı konuşurken, dokunuşundan kurtulmak için de geriye kaymıştım. Bir süre boyunca yüzüme baktı emin olmak için, inatla kendisine bakmadığımı da görünce oturduğu yerden kalkarak odadan çıkmıştı.

 

Dün öğlen saatlerinde Mardin'e gelmiştik. Yaşadığımız tatsız olayın ertesi günüydü belki de benim böyle bir rüyayı görmemi sağlayan bilmiyorum ama o zaman bile hissettiğim şeyler öylesine yoğun değildi.

 

Kafeden çıktığımız ilk anda beni gördüğü bir ara sokağa çekerek, dışarıda olmamızı umursamadan uzunca öpmüştü beni. Şaşırıyor oluşumu, ya da utanmamı da zerre umursamamıştı. Ben her ne kadar bu konularda hala temkinli olsam da, o her defasında büyük bir hoyratlıkla adım atmaktan geri kalmıyordu.

 

Dakikalarca süren öpüşü işin daha da yoğunlaşması üzerine son bulurken, o anların utanç kırıntılarını gün boyu bedenimde taşımıştım.

 

Günün geri kalanında da beni Antalya'nın güzel olduğunu söylediği yerlerinde gezdirip eğlenmem için elinden geleni yapmıştı. Ben kendisine karşı tavırlı olmak isterken, Yavuz bulduğu her fırsatta bana kendisini affettirecek hamlelerde bulunmuştu.

 

Ertesi gün ise, anlaşma yapacakları diğer şirketlerle hep birlikte bir yemeğe daha katılmıştık. Fakat bu yemek diğerine göre daha samimi bir ortama sahipti. Özellikle de yaşanan o olaydan sonra Ebru'ya karşı içimdeki o garip hisler sonlanmıştı. Nitekim onunda öyle olmuş olacak ki, yemek boyunca oldukça keyifli sohbet etmiştik.

 

Ve saatlerin sonunda tüm tarafların imzaladığı anlaşma tatlıya bağlanmıştı.

 

Selçuk denen adamın ise diğer şirketlerde sahip olduğu hisseler, elinden alınarak, anlaşmadan feshedilmişti. Odaya döndüğümüz vakitler gecenin geç saatlerini bulurken, yorgun bedenimle uykuya dayanamayarak yatağın üzerine kıvrılmıştım.

 

Sabaha karşı geldiğimiz gibi özel uçağa binerken, bir kaç saatin ardından Mardin'e inmiştik.

 

Saçımı bileğimdeki tokayla bağladıktan sonra, yataktan kalkarak önce üzerindeki örtüyü düzelttim. Ardından da banyoya giderek rutin işlerimi halletmeye başladım.

 

Kendisini hatırlatmaya çalışan rüyayı görmezden gelirken, giyinme odasına geçip siyah bir pantolonla gri bol kesim tişört giyinerek hazırlanmıştım. Az önce bağladığım saçlarımı açıp daha düzgün olacak şekilde kenarlardan tuttururken, parfüm sıkarak odadan çıktım.

 

Güzel havayı fırsat bilen konak halkı, avludaki masanın etrafında oturuyordu.

 

"Günaydın."

 

Gülümseyerek yerime geçmiştim.

 

"Günaydın kızım."

 

"Günaydın."

 

"Günaydın yengem."

 

Hepsi aynı anda karşılık vermişti. Gözlerim yanımdaki adama kaymaktan çekinirken, o her zaman olduğu gibi kendisinden önce benim tabağıma bir şeyler doldurmuştu. İri kolu koluma sürtündü tabağı önüme koyarken.

 

"O yanakların yine niye kızardı güzelim?"

 

Kenarda duran çatala bir salatalık saplarken, konuşmaktan kaçabilmek için ağzıma atmıştım. Yanaklarım hakkında daha fazla konuşmamalıydı. Kendime engel olamıyordum. Bir şey yok dercesine omuzlarımı sallarken, dikkatimi masada konuşulan konuya verdim.

 

Hafta sonu Yavuz'un anne tarafından kuzenlerinden bir tanesinin olacak olan düğünü hakkında başlayan sohbet, en sonunda Mihrimah'ın bu ay yapmış olduğu fazla alışverişe dönmüştü. Gülerek bardağımdaki çayı yudumluyordum.

 

"Ben şirkete geçiyorum abi, görüşürüz."

 

Masadan kalkan Boran'ın bakışları Yavuz'daydı.

 

"Ben bugün gelmiyorum şirkete, bir gelişme olursa ararsın beni. Ufak bir işim var."

 

Abisini onayladıktan sonra hazırlanmak üzere odasına çıkan Boran'la beraber, Mümtaz Ağada dışarıda işinin olduğunu söyleyerek masadan ayrılmıştı. Gül abla elindeki tepsiyle beraber masaya yaklaşırken, Mihrimah'la bizde yardım etmeye başladık.

 

"Nasıldı ufak kaçamağınız?"

 

Omzunu omzuma vuran kıza gülümseyerek, elimdeki bardakları tezgahın üzerine bıraktım.

 

"Yani güzel gibiydi."

 

Ona orada yaşadığımız tatsız olaydan bahsetmek istemiyordum. Çünkü o an hakkında konuşmak, bana iyi gelmeyecekti bunu biliyordum.

 

Gül abla kızlara komut verip bugün için yapmaları gereken şeyleri özetlerken, bende mutfaktan çıkmıştım. Avluda kimse yoktu. Adımlarım üst kata yönelirken, Yavuz'un nedense odada olduğundan emindim.

 

Önünde durduğum kapıyı açınca, tahminimde yanılmadığımı görmüştüm. Odadaki balkondaydı.

 

"Tamam, ben geleceğim birazdan."

 

Kulağında duran telefonu indirdikten sonra geldiğimi hissetmiş gibi bakışlarını bana çevirmişti.

 

"Hazırlan yavrum, dışarı çıkacağız."

 

Kaşlarım havalanırken, bir kaç gün öncesine nazaran gözlerine şimdi daha uzun bakabiliyordum. Sözlerinin altının boş olduğunun farkındaydım, ve onun da hatasını telafi etme çabası ortadaydı. Bunu göz ardı edemezdim.

 

"Nereye gideceğiz?"

 

Ellerini genelde her zaman yaptığı gibi siyah pantolonun ceplerine sokarken, gözlerimin önüne yeniden rüyam gelmişti.

 

Bir an önce durdurmalıydım kendimi.

 

"Vural'ın tayini çıkmış. Bir kaç güne gidecek, onunla buluşacağız. Sonrasında da ufak bir işimiz var."

 

Kafamı sallayarak hazırlanmaya başladım. Lila, belden oturtmalı dizlerimin üzerinde biten ince bir elbiseyle, beyaz spor ayakkabılarımı giyinmiştim.

 

Yüzüme sürdüğüm hafif krem ve sıktığım parfümden sonra beni aşağıda beklediğini söyleyen Yavuz'un yanına inmek üzere odadan çıkmıştım.

 

Avluda Mihrimah ile konuşuyordu. Geldiğimi görünce sustular.

 

"Benim işim kısa zaten ama size eşlik ederim."

 

Buz mavisi uzun bir elbise giyinmişti üzerine. Yavuz onu onaylayarak bana döndü, gözleri hızlıca üzerimde dolaştı.

 

"Hadi güzelim, çıkalım."

 

Eli alışkanlık olmuşçasına direkt belimdeki yerini alırken, içimde hareketlenen duygulara anlam veremiyordum. Kapının önündeki arabaya hep beraber bindiğimizde, arkamızda oturan Mihrimah telefonla konuşmaya başladı, bizden ayrıldıktan sonra arkadaşıyla buluşacağını belirtmişti.

 

Emniyet kemerini takarak, gözlerimi yola çevirdim. Yanımda duran adama baktığım her an, sanki daha da yoldan çıkıyordu düşüncelerim. Ve ben bunu şu anda yapmak istemiyordum.

 

Kucağımda duran elimi, beklemediğim bir anda eliyle kavrarken, sıcak dudaklarını usulca tenime bastırmıştı. Parmak uçları ufak dokunuşlarla tenimin üzerinde hareket ederken, havada duran ellerimizi kendi bacağının üzerine bırakmayı da ihmal etmemişti.

 

Şimdi benim avuç içim onun bacağını hissediyor, elimin dışından parmaklarımın arasına parlakları dolanıyordu.

 

"Neden konuşmuyorsun?"

 

Sorusuyla beraber gözlerim yüzünü bulurken, dudaklarının üzerinde dolaşan dilini görmüştüm. Bilerek yapıyordu kesinlikle, yoksa bunun başka bir açıklaması olamazdı.

 

"Öyle yolu izliyordum."

 

Dedim, mantıklı olduğunu düşünerek. Fakat onun keskin bakışlarından yalanım kaçmamıştı.

 

Arkamızda oturan Mihrimah'ın kıkırtısı kulaklarımı doldurdu. Kahve gözleriyle karşılaştım. Şu anki halimden keyif almışa benziyordu.

 

"Utandırmasana yengemi abi, elmaya döndü kadın."

 

Boşta duran elim istemsizce yanağıma ulaşırken, Yavuz da kısık tonlamalı bir şekilde gülmüştü. Mihrimah'ın yüksek kahkahasına rağmen ayırt edebildiğim sesiyle yeşillerim yüzüne ulaştı.

 

Kısılan gözleri, kıvrılan dudakları ve ortaya çıkan sesle gerçekten izlenilesi duruyordu. Suratı eski halini alana kadar gözlerimi yüzünden çekemedim ve o da kendisine baktığımın farkındaydı. Öyle ki suratındaki keyifli ifade bunu ele veriyordu.

 

Araç kısa sürede çarşısının ortasında dururken, bir kafenin önünde inmiştik.

 

Önümüzden yürüyen Mihrimah ile birlikte yanıma gelen adam bu sefer elimi tutmuştu. Omzuna denk gelen kafamı kaldırarak kısa bir bakış attım. Yaptığı en ufak harekette bile dengem alt üst oluyor, kalbim normalinden daha hızlı atıyordu.

 

Adımlarımız birbirini takip ederken Mihrimah'ın sarıldığı Vural'ı görmüştük. Yavuz ağzının içinde hafifçe homurdanırken bu haline istemsizce gülümsedim. Boran'ın aksine kıskançlığını daha sessiz yapıyordu.

 

"Hoş geldiniz."

 

Vural'a gülümseyerek elimi uzattım. Kısaca selamlaştıktan sonra Yavuz'la sarıldılar. Mihrimah, Vural'ın yanındaki sandalyeye otururken bende Yavuz'un yanında duran yere oturmuştum. Kolu oturduğum sandalyenin sırt kısmına uzanırken, parmak uçları aynı zamanda omzumun üzerinde dolaşıyordu.

 

"Ne alırdınız?"

 

Masaya gelen garson önümüze menüyü uzatırken, Vural ve Yavuz sade Türk kahvesi, Mihrimah'la bende tatlı ve limonata istemiştik. Masada yeniden biz bize kalırken, omzumdaki dokunuşları görmezden gelerek dinlemeye başladım.

 

"Nereden çıktı oğlum bir anda bu?"

 

Yavuz'un sorusuyla beraber, masanın üzerinde duran elini kaldırıp sakallı yüzünü sıvazlamıştı Vural. Neredeyse Yavuz kadar koyu olan hareleri oturduğu yerden dışarıya çevrilirken, aldığı sıkıntılı soluklar dikkatimizden kaçmamıştı.

 

"Öyle gerekti, hem bizimkiler de uzun zamandır bunu istiyordu."

 

Kendisini tanıma fırsatım olmamıştı fakat Yavuz için önemli birisi olduğunu biliyordum. Öyle ki bir kardeşiymiş gibiydi tavrı.

 

"Ne demek öyle gerekti? Askerliğini yaptığından beri Mardin'desin. Yeniden İstanbul'a dönüyorsun, zor olmayacak mı?"

 

Vural bir süre bekledikten sonra kafasını salladı. Bir şeyler vardı sanki, ama biz o şeyi anlayamıyorduk.

 

"Merak etme ağam, ben üstesinden gelirim."

 

Dudakları hafifçe kıvrılırken, Yavuz'n konuşmasını engelleyen şey masaya tepsiyle gelen garson olmuştu. Siparişlerimizi önümüze bıraktı, ardından da yanımızdan ayrıldı.

 

"Görevim bu kardeşim, emir gelir ve gidersin. Tüm çevrem burada neredeyse ama oraya da kısa sürede ayak uyduracağımı biliyorsun. Hem bakarsın uğurlu gelir bana?"

 

Üzerinde dumanı tüten kahve fincanından bir yudum alan Yavuz'un, kara gözlerine haylaz parıltılar çoktan yerleşmişti.

 

"O uğurun içinde Nehir teyzemin bir parmağı olabilir mi?"

 

Bu sefer Mihrimah'ta gülmüştü. Hatta öyle ki kendisine dönen ikilinin gözlerini umursamamıştı.

 

"O zaman düğün yakındır."

 

Sözlerinin sonunda limonatasından kocaman bir yudum alıp, heyecanla arkasına yaslandı. Vural ise bu sözlerden hiç hoşlanmamış gibi duruyordu, çattığı kaşları yüzünden buruşan alnını ovaladı.

 

"Yok öyle bir şey, annem de boşu boşuna gelin güvey oluyor işte."

 

Tatlımdan bir kaşık alıp dudaklarımın arasına bırakırken, karşımda duran adamın bakışları beni bulmuştu.

 

"Sen alıştın mı bu buz kütlesine yenge, de bakalım bir?"

 

Ağzımdaki kaşıkla beraber gözlerim Yavuz'u bulurken, bu şaşkın halime ufak bir tebessüm bırakmıştı. Az önce sandalyenin arkasından çektiği eli yeniden aynı yeri bulurken, bedenimi de yakınımda duran göğsüne doğru çekmişti. Ve sanki bende buna itirazım yokmuş gibi bıraktığım kaşıkla hemen göğsüne sinmiştim.

 

"Alışmaz mı hiç Vural abi ayıp ediyorsun. Baksana şunlara."

 

Vural yarım ağız gülerken, Yavuz'un kollarının arasından çıkmaya çalıştım.

 

"Yavuz, dursana."

 

Yüzünü görmek için kaldırdığım başımla bana yukarıdan bir bakış atıp, alnıma dudaklarını bastırdı, ardından da tutuşunu hafifleterek kollarının arasından çıkmama izin verdi. Benim aksime çok rahattı ve nerede olduğumuzu umursamıyordu.

 

Masadaki sohbet bir süre daha aynı şekilde devam ederken, çokça kez gülmüştüm. Vural'ın karakolda halletmesi gereken işleri olduğunu söylemesi ile yerimizden kalkarken, çoktan dışarıya çıkmıştık.

 

"Hakkını helal et kardeşim."

 

Vural'ın sözüyle beraber ikili sarılmıştı. Yavuz elini iki kez sırtına vurdu hafifçe, aynı şekilde Vural'da karşılık vermişti.

 

"Helal olsun, sen de helal et. Buradan gidiyorsun sadece, bizden de gitmiyorsun ya, kapımız her zaman açık sana biliyorsun."

 

Vural kafasını sallarken, elini bana uzattı.

 

"Umarım mutlu olursunuz hep."

 

Gülümsedim. Üzerime hafif bir duygusallık çökmüştü.

 

"Teşekkür ederim ve umarım sende mutlu olursun."

 

"Eyvallah yenge."

 

Vural'ın yanımızdan ayrılması üzerine Mihrimah'ta arkadaşı ile buluşacağını söyleyerek bizi yalnız bırakmıştı.

 

Önünde durduğumuz arabaya bindiğimde, şimdi nereye gideceğimizi merak ediyordum.

 

"Nereye gideceğiz?"

 

Yavuz'un yolda olan gözleri kısaca beni bulurken, tek kaşı havaya kalktı.

 

"Sürpriz fıstığım, gidince görürsün."

 

Kafamı sallayarak arkama yaslandım. Onunla vakit geçirmek gerçekten güzeldi. Alışıyordum. Ve alışıyor olmak yaşadığımız tatsız olaydan sonra beni biraz korkutuyordu.

 

20 dakika kadar süren yol alışveriş merkezine gelmemizle son bulmuştu. Arabayı park etmesiyle beraber indik.

 

"Ne işimiz var burada?"

 

Anahtarı ceketinin cebine atarken, elimi elinin arasına alarak yürümeye başladı.

 

"Alacağımız şeyler var."

 

Güvenlikten geçerek üst kata mağazaların olduğu kısma çıkmıştık.

 

"Neymiş alacağımız o şeyler?"

 

Elimdeki elini çekerek, belime uzatmayı tercih etmişti. Önünde durduğumuz mağazaya kısa bir bakış attı.

 

"Düğün için bir şeyler bakmayacak mıydınız?"

 

Mihrimah'la alışverişe gidecek olmamızı kıskanmıştı sanırım. Kafamı hafifçe sallayarak, yüzüne baktım.

 

"Bakardık kızlarla beraber aslında."

 

Gözlerini kısarak gülümsedi.

 

"Oyuna gelmeye hiç niyetim yok yavrum. Hadi gel bakalım buraya."

 

İçeriye girmemizle bir kaç çalışan yanımıza gelirken, yürürken denk geldiğim bakışların benzerlerini görüyordum. Önceki yaşantımın aksine şimdi her yerde dikkat üzerimde oluyordu ve bu durum gerçekten garip hissettiriyordu.

 

 

 

 

~

 

 

 

 

Mihrimah'tan:

 

 

 

 

 

 

"Bence büyük bir yanlış anlaşılma var ortada."

 

Sesim elimde olmadan yüksek çıkarken, karşımda duran kıza öfkeli bakışlar atmayı ihmal etmemiştim. Havin'le buluşmak için geldiğim kafede gayet güzel sohbet ediyorduk oysa ki...

 

Yanında sevgilisi olduğunu iddia eden çocuğun kız lavaboya gider gitmez arkadaşıma asılması, sakin kişiliğimi kenara atmamı sağlamıştı.

 

"Ne yanlış anlaşılması Allah aşkına! Sevgilimin içine girmiştin!"

 

Kendisini tutan iki kişinin arasından çıkıp üzerime gelmeye çalışması komiğime gitmişti bir anlık. Eğer ki kavga edersek canına okuyacağımı bilmiyordu.

 

"Masadan kalktığın an sevgilim dediğin it arkadaşıma laf atmasaydı, çok değerli burnuna kafa atmazdım!"

 

"Hanımlar sakin olun, kameralara bakacağız şimdi."

 

Kafe sahibinin ikimizi de sakinleştirmeye yönelik ses tonuyla konuşması üzerine gözlerimi devirdim. Bir de bir kaç masa ilerimizde burnuna buz tutan şerefsiz vardı.

 

"Mihrimah, sakin ol lütfen."

 

Korktuğu için sesi titreyen Havin'e dönerek ellerini tuttum. Benim aksime böyle anlarda kabuğuna çekiliyordu.

 

"Sakinim birtanem, sen nasıl hissediyorsun? Korkmuyorsun değil mi? Bak bir şey daha derse gözünü de morartırım o şerefsizin."

 

Kafasını sağa sola doğru sallarken, bana sarılmıştı hızlıca.

 

"Çok teşekkür ederim."

 

Bu haline gülerek, karşımda duran bir kaç kişiye döndüm. Onlar yüzünden tüm keyfimiz kaçmıştı.

 

"Şikayetçi olacağım kızım senden!"

 

Kızıl saçlarını savuran kıza daha fazla tahammül edemezken, yanımda duran Havin'i hafifçe kenara ittirmiştim. Gözleriyle durmamı belirten bakışlar attı, ama şu andan itibaren olmazdı.

 

"Ol, olmazsan hatırım kalır! Sen yanında sevgili diye şerefsizin tekini taşıyorsun be!!"

 

Etrafımızdaki insanlar sessizce bizi izlerken, kafenin kapalı olan kapısı açılarak üzerinde asılı duran zili çalmıştı.

 

"Görüntüler hazır."

 

Bilgisayar ekranına uzunca bakan kızın yüzü hafif hafif kızarırken, gözlerini hızlıca bana çevirmişti. Haklı olduğumu anladığı için teşekkür edecekti sanırım.

 

Kendisine attığım dik bakışların arasında bir anda elleri saçlarıma uzanmıştı. Refleksle dudaklarımın arasından kaçan çığlık kafenin içinde yankılanırken, benden kısa oluşunun avantajını kullanarak saçımdaki elini çekip ben saçlarına asılmıştım.

 

"Yolarım seni duydun mu beni!"

 

Yeniden araya girenler sayesinde kızı elimden alabilirlerken, uzaklaşmadan önce havaya kalkan eliyle çenemin biraz yukarısını uzun tırnaklarıyla yırtmıştı.

 

Öfkeyle attığım adım havada kalırken, bedenim sertçe geriye çekildi. Yerimde debelendim.

 

"Yolacağım o kızı bırak beni!"

 

Beni tutan kimdi bilmiyordum ama bırakması için kıvırdığım kolumun dirseğini karnına geçirmeyi ihmal etmemiştim.

 

"S*keyim! Dursana kızım bir yerinde!"

 

Boğuk çıkan ses bana tanıdık gelirken, gözlerimi sıkıca kapatarak gerçekliğinden emin olmaya çalıştım. Aldığım kokusuna bile inanamıyordum. Karnımın üzerinde duran ellerine gözlerim kayarken, tutuşu hafifledi. Bunu fırsat bilerek arkamı döndüm bende.

 

"Mirza... yani Mirza abi?"

 

Hatamı anında farkedip düzeltirken, ela gözleri hızlıca üzerimde dolaşmıştı. Hasar kontrolü yapıyor gibiydi. Havaya kalkan eli çenemin üzerindeki hafif yankılı yere ulaşırken, kaşları ağırca çatıldı.

 

"Ne bu halin?"

 

Başımı omzumun üzerinden arkaya çevirerek uzağımda kalan kıza baktım. Şimdi de az önce sevgilim dediği çocukla kavga ediyordu.

 

"Ne varmış halimde benim, ayrı bir güzel mi olmuşum yoksa bugün?"

 

Sabır dercesine kafasını havaya kaldırırken o, benim gözlerim parmaklarımın arasında kalan saç tellerine kaymıştı. Buruşan suratımla ellerimi birbirine sürttüm.

 

"Aferin altta kalmamışsın ama kızın tüm saçlarını yolmuşa benziyorsun."

 

Sanki saniyeler öncesinde espri yaptım diye gözlerini deviren o değildi. Kaşlarımı çattım hızlıca.

 

"Çok mu üzüldün yoksa!"

 

Arkasında duran duvara sırtını yaslayarak kafasını salladı.

 

"Çok."

 

Harfleri uzatarak söylemişti.

 

"Bana baksana, yolayım mı senin de saçlarını?"

 

Orta kalınlıkta olan dudakları gerilip, beyaz dişlerini görüş açıma sunarken, kalabalıkta oluşumuzu umursamadan yerinde doğrularak, belime sardığı eliyle yerlerimizi değiştirmişti. Sırtım duvara temas ederken, o yüzümü görmek için hafifçe eğildi. Aramızda kalan mesafe, toplu alan için fazla tehlikeliydi. Ve benim kalbim, bu yakınlığını kaldıracak kadar sağlam sayılmazdı.

 

"Yolsana bakayım nasıl yoluyormuşsun."

 

"Mihrimah, iyi misin?"

 

Sözlerini algılamama fırsat tanımadan önümde duran bedeni kenara iterek aramıza girmişti Havin.

 

Korkuyla kısılan gözleri üzerimde dolaşırken, sıkıca sarılmayı da ihmal etmiyordu.

 

"Çeneni çizmiş, acıyor mu?"

 

Böyle davranmaya devam ederse onunla beraber bende ağlardım.

 

"Kız ufacık bir çizik alt tarafı, hem bak asıl benim yolduğum saçlara."

 

Emin olmak istercesine uzunca baktı. Gözlerim az önce onun kenara ittirdiği Mirza'ya kayarken, o yeniden eski haline dönmüş gibi duruyordu.

 

"Mihrimah hanım, kusurumuza bakmayın lütfen."

 

Kafe sahibinin yanımıza geldiğini görünce kafamı sağa sola salladım.

 

"Kusurunuza bakacak kişi zaten ben değilim, Havin! Resmen bir şerefsiz geliyor arkadaşıma asılıyor, siz sakin olun diyorsunuz! Pes doğrusu!"

 

Sol tarafımda duran iri bedenin eli hafifçe kolumu tutarken, aramızdaki mesafeyi kısaltarak kendisine döndürmüştü beni.

 

"Asılıyor derken?"

 

Elimle ilerideki adamı gösterdim ona.

 

"Havin'e laf attı. Uyardım dinlemedi bende burnunu kırdım sanırım."

 

Gözleri dikkatlice karşıya kilitlenirken, kolumda duran elini tenime sürterek indirmişti. Ardından da kendisine bir tepki vermemizi dahi beklemeden, hızlı adımlarla sandalyede sızlanan adamın yanına gitmişti.

 

Herkes olayın hızından dolayı doğru dürüst bir tepki veremezken, adamın yüzüne attığı yumrukla sandalyeyle yere devrilmesine karşılık kafenin içinde bir kaç çığlık sesi yükselmişti. Ben ise o sırada keyifle karşımdaki manzarayı izliyordum.

 

Adam döverken bile böylesine hoş gözükebilir miydi ki bir insan?

 

"Mihrimah, bir şeyler yapmamız lazım."

 

Havin'in koluna girerek kafamı salladım.

 

"Merak etme durur birazdan. Hem araya girersek çıkamayız."

 

Dakikalar sonra Mirza'yı adamın üzerinden zorlukla kaldırabilmişti bir kaç kişi. Alnına düşen saçlarını geriye itekledi, gömleğinin bel kısmını düzeltti.

 

Bize gelmesiyle beraber masada duran çantamı alarak kafeden çıktım. Arkamdan gelen Havin'i, Mirza takip ediyordu.

 

"Konuşmamız lazım Mihrimah."

 

Kabaran saçlarımı düzelten elim havada kalırken, yanımdaki adama dönmüştüm. Benim aksime o kavga ettikten sonra fazla tertipli duruyordu.

 

"Yanlış anlaşılmasın?"

 

Önceye gönderme yapmıştım elimde olmadan.

 

"Bir kere de düzgünce cevap versen olmuyor değil mi?"

 

Aynı onun gibi gözlerimi kısarak kaşlarımı bir kaç defa havaya kaldırdım. Kavgadan çıkan ben değilmişim gibi gayet rahat davranmam Havin kadar onun da garibine kaçmış gibi görünüyordu.

 

"Olmuyor."

 

Bizim anlamsız konuşmamızı dikkatle dinleyen Havin'e bakıyordum şimdi de.

 

"Eve gidebilirsin değil mi tek başına, sakinsin?"

 

Kafasını sallayarak gülümsedi.

 

"Benim için ne hallere düştünüz, teşekkür ederim..."

 

Kaşlarımı çatarak onu durdurmuştum. Arkadaşımı azıcık tanıyorsam biliyordum ki kendisini suçlu hissedecekti. Ve ben bunu kesinlikle istemiyordum.

 

"Pazartesi bize konağa gel, annem seni soruyordu hem."

 

"Tamamdır, eve geçince haber vermeyi unutma bana."

 

Elimi sallayarak onun gitmesiyle hala sessiz duran Mirza'ya baktım.

 

"Ne konuşacağız, dinliyorum."

 

Cebinde duran ellerinin tekini çıkartarak biraz ilerimizde duran tanıdığım aracını işaret etti.

 

"Böyle ayaküstü olmaz, bir yerlere otururuz."

 

İtiraz etmeden yürümeye başladım. Abimin yüksek arabalarından alışkın olduğum için binerken zorluk çekmemiştim. Kemeri taktıktan sonra arkama yaslandım. Bir süre konuşur diye bekledim ama sanırım gidene kadar konuşmaya niyeti yoktu. Sessizlikten sıkılmaya başlarken, çantamın içinde duran telefonumu çıkartarak bir kaç gün önce açmış olduğum gruba girmiştim. Kamera kısmına basarak çenemdeki izin resmini çekerek attım.

 

Siz: Saniyeler öncesinde kavga ettim 🤝🏼

 

Berivan Yengem: Ayy Mihrimah ne kavgası kız? İyi misin sen??

 

Boran Abim: Karşı taraf ne durumda cadı ;)

 

Dudaklarımın arasından ufak bir kıkırtı çıkarken, parmaklarımı da ekranda gezdirmeye başlamıştım.

 

Siz: Birazcık karşı tarafın saçlarını yolmuş olabilirim. Ama hakettiler.

 

Yavuz Abim: Hakettiler derken, kaç kişiyi dövdün kızım sen? Hem yanımızdan ayrılalı ne kadar oldu da kavga çıkarttın?

 

Siz: Hemen konuyu özetliyorum size.

 

Siz: Şimdi ben sizin yanınızdan ayrılınca Havin ile bir kafede buluşmuştum. Biz böyle sakin sakin oturuyorduk.

 

Miraç Abim: Eee Mihrimah, kavgaya gel.

 

Siz: Ya bir tane kız sevgilisi ile gelmiş. Kız kalktı lavaboya gitti, bu çocukta Havin'e laf attı. Uyardım baktım anlamıyor.

 

Boran Abim: Konum atsana güzelim.

 

Yavuz Abim: Durun orada, bir de ben uyarayım şerefsizi.

 

Miraç Abim: Şerefsiz puşt. Neredesiniz şimdi?

 

Evin Yengem: Siz iyisiniz değil mi?

 

Berivan Yengem: İyi misiniz?

 

Siz: Sakin olun, gayet iyiyiz. Adamın burnunu kırdım sanırım ğdöwğld

 

Siz: Yani benim kafamla kırılmadıysa bile Mirza abinin attığı yumrukla kırılmıştır kesin.

 

Boran Abim: Mirza ne alaka lan? Yanınızda ne işi var onun.

 

Siz: Şans eseri olay büyüyünce kafeye gelmişti. Sağ olsun halletti.

 

Siz: Ben iyiyim hem, ufak bir çizik aldım o kadar.

 

Boran Abim: Havin nasıl?

 

Boran abimin mesajı ile kaşlarım havalanırken, özellikle Havin'i belirtme sebebini anlayamamıştım.

 

Berivan Yengem: Hayırdır Borancığım, Havin falan ne oluyor 👀

 

Boran Abim: Ne olacak yengem yaa, sordum işte merak edip. Hem o gözler ne öyle, hiç yakışıyor mu sana bu meraklı haller 🤨

 

Siz: Pazartesi Havin bize geliyor, belki merak edersin falan diye söylüyorum. Hatta izin al sen bence, abilerim anlayış gösterir bu isteğine eminim ben 😝

 

Siz: Neyse ben kaçıyorum şimdi işim var. Sonra bu olayı detaylı konuşuruz.

 

"Çok önemli sanırım?"

 

Mirza'nın sesiyle beraber ekranda duran gözlerim kalkarken, söylediği şeyi anlamayarak gözlerimi kıstım.

 

"Ne önemli?"

 

Eliyle çantama koymaya çalıştığım telefonu işaret etmesiyle, dudaklarım ağırca kıvrıldı. Bir de kıskanıp, sormaya çalışıyordu.

 

"Evet Mirza abi, önemliydi."

 

Arabayı durdurmuştu. Açtığı kapıdan beklemeden inerken dudaklarının arasından çıkan şeyleri duymuştum.

 

"Abini s**eyim."

 

Alt dudağımı dişlerimin arasına alırken, kahkaha atmamak ve duruşumu bozmamak için kendimi kontrol etmeye çalışıyordum. Aksi takdirde bu adama rezil olacaktım. Çantamı bırakarak bende arabadan indim. Midyat'ın fazla sakin olan yerlerinden birisine gelmiştik. Çevrede arada geçen araçlar dışında kimse yoktu. Cebinden çıkardığı zippoyla sigarasını yaktı.

 

"Bir şey mi dedin Mirza... abi, duyamadım da."

 

Benimle oynamayı göze alıyorsa eğer bunlara alışmalıydı. Bilerek ismini söyledikten sonra biraz beklemiştim. Ela gözleri öldürücü bir yavaşlıkla gözlerimi bulurken, dudaklarının arasındaki gri dumanı üzerime gelmesini umursamadan dışarıya bırakmıştı. Surat ifademi bozmadan arkamda duran aracına kalçamı yaslayıp, kollarımı göğsümde bağladım.

 

"Sana öyle gelmiş, bir şey demedim Mihri."

 

Tüm bedenim onun tek kelimesi ile titrerken, beni bu kadar basit bir şeyle alt etmesine şaşırıyordum. Sanki kendisinin sabrını her taşırdığımda yeniden kontrolü eline almak için kullandığı sihirli bir kelimeydi bu.

 

"Mihrimah."

 

Dedim, düz tutmaya çalıştığım ses tonumla. Sözlerinin arkasında durmalıydı sonuçta. Cıkladı. Resmen küçük bir çocuk gibi damağına çarptı dilini. Gözüme bir anda aşırı tatlı bir şey olarak gelmesi kesinlikle onun oyunlarındandı.

 

"Mihri, diyeceğim ben. Bir itirazın mı var?"

 

Yoktu.

 

"Ne konuşacağız?"

 

Diyerek konuyu değiştirmeyi tercih ettim. Üç abiyle büyümek demek, tehlikeli soruları anlamak ve ona göre davranmak demek oluyordu.

 

"Bir yanlış anlaşılmayı düzelteceğiz."

 

Saçlarımı sağ omzuma doğru atarak kafamı salladım. Devam etmeliydi konuşmaya.

 

"Meydanda gördüğün ağa kızı, Barış'ın sevgilisiydi."

 

Ne yani, kuzeninin sevgilisi ile mi işi pişiriyordu?

 

 

 

~

 

 

 

Evin'den:

 

 

 

 

 

Üzerimdeki kırmızı gece elbisesinin eteklerini tutarak içinde bulunduğum kabinden yavaşça dışarıya çıktım. Karşımdaki koltukta oturan adam, benim gelmemle beraber yerde olan bakışlarını kaldırırken, yoğun bakan gözlerini aramızdaki mesafeye rağmen görebiliyordum.

 

"Fazla abartılı gibi bu."

 

Bedenimin üst kısmını tamamen saran kırmızı elbise, bel boşluğumdan itibaren kabarıklaşıyordu. Ve önünde dozunda bir yırtmaç detayı vardı. Kalın askıları ise izlerimi tamamıyla kapatmıştı. Yavuz oturduğu yerden kalkarak, tam karşımda durdu.

 

Yanımda duran elimin bir tanesini tutup, beni kendi etrafımda döndürürken, savrulan saçlarım onun göğsüne çarpıyordu.

 

"Fazla yakışmış bu."

 

Sözlerimi değiştirerek karşılık vermişti. Yeşillerim gözlerini bulurken, arkasında duran boy aynasına kısa bir bakış atmıştım. Onun iri bedeninin yanında ufak kalıyor oluşum gerçeği bile, gördüğüm her an içimde tarifini bilmediğim kıpırtılar oluşturuyordu.

 

Kafasını eğerek boynuma sıcak dudaklarını bastırarak uzun soluklu bir öpücük bıraktı. Geri çekilirken de üzerime baştan aşağıya hayran bir bakış daha atmıştı.

 

"Alalım mı bunu, çok yakıştı."

 

Az önce abartılı olduğunu düşünmüşken sözleriyle beraber düşüncelerim değişmişti sanki. Elimi elbisenin eteklerine koyarak aynadan bir kez daha baktım kendime. Bu sırada yanımda duran bedeni de arkama geçerek tepkilerimi izliyordu.

 

"Çok dikkat çekmiyor mu?"

 

Cebine koyduğu elleriyle aynada gözlerime baktı, kafasını salladı.

 

"Çekiyor, ama bu giymeyeceğin anlamına gelmiyor."

 

Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırarak, arkamı döndüm. Kabine girerek üzerimi değiştirecektim. Fakat daha bir kaç adım atmışken, bedenimi durdurarak sırtımda kendisini hissetmemi sağlamıştı. Rüyamdaki gibi, neredeyse tüm kıvrımlarını hissedebiliyordum.

 

"Yeşillerin fazlasıyla dikkat çekici, emin ol elbise onun yanında ufak kalıyor."

 

Boynuma sızan sıcak nefesi tüylerimi ürpertirken, kolumdaki ellerini çekmeden önce boynumla kulağımın arasına da öpücük kondurmuştu.

 

Ruhum her bir dokunuşu ile sanki özünü keşfediyordu.

 

Ben sanki onun her soluğunda yeniden can buluyor, kalbim onun varlığıyla atıyordu.

 

 

 

~

 

 

 

Çocuk olamamak mı acıydı, yoksa içinde yaşadığını hissettiğin çocuğu kendi ellerinle öldürmek mi daha acıydı bilmiyordum...

 

Ara ara hatırladığım çok güzel anılarım olmuştu zamanında. Ama büyük bir hayal gibi geliyordu şimdi anımsadığımda. Hiç yaşanmamışlardı sanki.

 

Şimdi burada ne yapıyordum, neden gelmek istemiştim bilmiyordum... Dakikalardır özellikle konuşmak gelmiyordu içimden. Gözlerimin önündeki manzara çok güzeldi, konuştuğum an bozulacakmış gibi hissediyordum.

 

Kafamı yasladığım göğüs aldığı solukla kalkarken, saçımın üzerine ulaşan eliyle dudaklarım hüzünle kıvrıldı. Onunla mağaza mağaza gezmek çok eğlenceli geçmişti, harika vakit geçirmiştik. Fakat dönüş yolunda gözüme ilişen parkla beraber, durağımız burasıydı. Oturduğum bankın üzerinde ona biraz daha kayarken, salıncaktaki her sallanışında kahkaha atan küçük kızla bende gülümsemiştim.

 

"Daha hızlı sallamalısın ama baba."

 

Sitemle karışık çıkan sesim, salıncağın üzerinden ellerime kapanan kocaman ellerle sonlanmıştı. Arkamda duran babam şimdi salıncağın önündeydi.

 

"Düşersin o zaman kızım, kıyamam ki ben sana."

 

Saniyeler öncesinde sanki yavaş salladığı için sızlanan ben değilmişim gibi hemen sözlerine tav olmuştum. Ama hala içimde ufacık bir istek vardı. Çocuk olmak böyleydi işte, sonunda canının acıyacağını bilerek yetişkin haline nazaran daha cesur olabiliyor, risklerden korkmuyordun.

 

"Bir tane hızlı sallasan?"

 

Havaya kaldırdığım elime gülerek baktıktan sonra parmak uçlarımı nazikçe öpmüştü. O benim masalımın en güzel detaylarındandı.

 

"Benim küçük kızım yine nazlanıyor... peki bir tane sallıyorum."

 

Heyecanla avuç içlerimi birbirine vurmuştum. Biraz uzağımızda duran annem ise kırmayı beceremediğim çekirdekleri benim için kırıyor ve elinde biriktiriyordu. Bana o zaman mutluluğun ne olduğunu sorsalardı eğer bir an bile düşünmeden o anı söylerdim.

 

"Pamuk şeker alayım mı sana?"

 

Beni içine düştüğüm girdaptan çekip almıştı aşinası olduğum sesi. Oturduğumuz bankın bir kaç bank ilerisinin yanında pamuk şeker satan bir adam duruyordu. Çocuksu yanım ortaya çıkarken, ağırca kafamı salladım.

 

Geriye çekilmemle oturduğu yerden kalktı ve adamın yanına doğru yürümeye başladı. Adam pembe olan bir şekeri ona uzatırken, Yavuz bir şeyler söylemiş ardından da cüzdanından çıkardığı parayı adama uzatmıştı.

 

Neden bu kadar uzun konuştuğunu anlayamazken, onun yeniden buraya gelmesiyle beraber satıcı adam elindeki uzun çubukla çocukların oynadığı kısma yaklaşmış, ardından da çaldığı ıslıkla hepsinin dikkatini kendisine çekerek çıkardığı şekerlerin hepsini çocuklara dağıtmıştı. Parkın içi çocukların sevinç nidaları ile dolmaya başladı.

 

Dudaklarım kıvrıldı mutlulukla.

 

O çok farklıydı...

 

"Al yavrum."

 

Ambalajından çıkardığı şekeri bana uzatan eline kısa bir bakış attıktan sonra gözlerimi yüzüne çıkardım. Ve onu şaşırtacağımı bilerek oturduğu an kollarımı boynuna sardım.

 

Kafamı omzuna yaslarken, elleri bir kaç saniye havada kalmış, fakat şaşkınlığını üzerinden atar atmaz da tek eliyle belimi sarmıştı.

 

Tanımadığı çocukları mutlu etmişti, hem de bir an bile düşünmeden.

 

O çok güzel bir adamdı...

 

Aldığım her soluk onun kokusuyla harmanlanırken, ben halimden fazlasıyla memnundum.

 

"Ağlamayacaksın değil mi?"

 

Ses tonundaki endişeyi yakalarken, tepkisi beni gülümsetmişti. Kafamı sağa sola salladım, ve hayır anlamımda mırıldandım. Fakat kafamı sallarken burnum onun boynuna ufak temaslarda bulunmuştu.

 

"Kedi gibi mırıldanmaya devam edersen açık alanda oluşumuzu umursamadan o öpülesi dudaklarını, öperim yavrum."

 

Kafamı hızlıca omzundan kaldırarak, elimi hafifçe koluna vurmuştum. Hemen konuyu başka yerlere çekiyordu.

 

"Terbiyesiz."

 

Elinde duran şekerden küçük bir parçayı kopartarak konuşmak için açtığım dudaklarımın arasına bıraktı. Eğlenen bakışlarının altında küçük bir çocuğa yedirir gibi kendi elleriyle kopardığı şekeri bana yedirmişti. Her ne kadar yemesi için ısrar etsemde, ona göre şeker kazanını anımsatan bu şeyi yemek istememişti.

 

Ben çayıma bile 3 şeker atarken, o kahvesinde de olduğu gibi şekersiz içmeyi tercih ediyordu. Şeker gibi fazla tuzlu olan şeylerden de pek haz etmiyordu. Dozunda şeker ve tuz tercihiydi, benim aksime.

 

Bir süre daha parkta oturmuş sonrasında, arabaya binerek yola koyulmuştuk.

 

Eve gideceğimizi düşünüyordum, fakat gittiğimiz yol farklıydı.

 

"Eve gitmiyor muyuz?"

 

Yolda olan gözleri kısa bir an beni bulurken, önümüze çıkan yoldan dönmüştü.

 

"Hayır işimiz daha bitmedi."

 

Girdiğimiz sokaklar işlek bir caddeye çıkarken, yol boyu kuyumcularla kaplı olan çarşıya geldiğimizi görmüştüm. Aracını bir dükkanın önüne park ederek, inmem için ufak bir işarette bulundu.

 

Dışı bile fazlasıyla dikkat çeken dükkana girmemizle beraber çalışanlar hemen oldukları yerin arkasından çıkarak önümüze gelmişti.

 

"Hoş gelmişsiniz ağam, siz de hoş gelmişsiniz hanımağam."

 

Yavuz ağırca kafasını sallarken, beni oturmam için köşedeki kısma yönlendirmişti.

 

"Ne alırdınız ağam?"

 

"Ben sade bir kahve alayım..."

 

Gözleri kısa bir an beni bulurken, ne istediğimi söylemem için duraksadığını anlamıştım.

 

"Çay olur."

 

Yavuz kafasını sallayarak yarım kalan cümlesini tamamlayarak adamın yanımızdan ayrılmasını sağlamıştı. Patron olduğunu anladığım kişi karşımızdaki yerine oturmadan önce biraz ilerisinde duran odaya girmişti.

 

"Siparişin hazır ağam, kasadan çıkartıyorum."

 

Yavuz'un parmak uçları sakallarının arasında dolaşırken, kahve gözleri direkt olarak yeşillerime bakıyordu.

 

Adam elinin arasında duran siyah kadife kutuyla yanımıza gelirken, sandalyesine oturmadan önce kapağını açtığı kutuyu önümüze ittirmeye tercih etmişti.

 

Siyah küçük taşların elmas olduğu ortadaydı. Ve el işçiliğine de bakılırsa oldukça maliyeti yüksek bir şeydi. Gözlerim anında Yavuz'u bulurken, her hediyesinin pahalı oluşu gerçeğini vurgulamaya çalışmıştım. Ama o benim aksime olayın bu kısmı ile ilgilenmiyordu.

 

Kutunun içindeki altın taşlı halhalı alarak, etrafımızda dikilen adamları umursamadan oturduğu yerden kalkarak diz çöküp önümde eğilmişti. Tenimin üzerinde dolaşan parmaklarıyla bedenim her bir zerresinde heyecanı hissederken, o az önce kutunun üzerinde incelemediği parçaya şimdi dikkatlice bakıyordu.

 

"Çok yakıştı."

 

Nabzım sanki ağzımda atıyordu. Yakınımda olmasını fırsat bilerek dudaklarımı araladım.

 

"Teşekkür ederim çok güzel ama..."

 

Bileğimi tutan parmakları hareket ederken, yeniden konuştu.

 

"Aması yok güzelim. Sen benim karımsın, alışmalısın."

 

Onun yerine geçmesiyle beraber çalışan, Zümrüt Hanıma ait olduğunu söyleyerek bize bir kutu daha vermişti. Mümtaz Ağa karısına hediye almıştı anlaşılan. Bu durum beni gülümsetirken, biz çıkararak yeniden araca binmiştik. Gözlerim sık sık bileğimdeki halhalı bulurken, altımızda yol akıp gidiyordu.

 

Yavuz'un söylediğine göre uğramamız gereken bir yer daha kalmıştı.

 

Araba bu sefer Midyat'ın en bilenen sokaklarından birisinde dururken, konak tasarımını üzerinde taşıyan bir villa görmüştüm. Evin önünde duran bir adam anında güvenlik kapısını açarken, Yavuz içeriye girerek aracını durdurmuştu.

 

Beklemeden araçtan indik. Gözlerim bahçesinde dolaştı hızlıca. Gerçekten güzel tasarlanmıştı.

 

"Neden buraya geldik?"

 

Bana cevap vermektense yürümeyi tercih etmişti. Bende el mecbur peşine takılmıştım. Evin kapısının önünde durmamızla duvardaki zile bastı, saniyeler içinde takım elbiseli koruma olduğunu düşündüğüm adam tarafından kapı açıldı.

 

"Hoş geldiniz ağam."

 

Bizim içeriye girmemizle dışarı çıkarak kapıyı kapatmıştı adam. Daha eşyaları olmamasına rağmen, farklı bir havaya sahipti ev. Güzeldi.

 

"Yavuz, neden buradayız?"

 

Sorumu ben bir kez daha yinelerken, o salonun ortasındaki havuza açılan boydan camın önüne yürümüştü.

 

"Evimizi görmeye getirdim seni."

 

Sözlerini doğru anlayıp anlamadığımdan kısa süre emin olamazken, gözlerimi bir kez daha çevrede dolaştırmıştım.

 

"Evimiz derken?"

 

Cebinde duran elleriyle gerçekten de o köşeye çok yakışmıştı ve o an bana buranın yavaş yavaş nasıl yuvaya dönüşeceği fikrini zihnime düşürmüştü.

 

"Kendi düzeninde yaşamayı istemez misin fıstığım? Sürekli konakta kalmayacağız ya."

 

Bunu hiç düşünmediğin için şu anda bana bunu söylemesi şaşırmama sebebiyet vermişti.

 

Yavuz KARADAĞ sert imajının aksine oldukça ince düşünen bir adamdı.

 

Ne zaman ne yapması gerektiği hakkında oldukça bilgiliydi, ve her an beni nasıl şaşırtacağını biliyordu.

 

"İsterdim ama... hiç düşünmemiştim."

 

Dedim, lafı çevirmeden. Yavaşça bana doğru yürümeye başlarken, benim aksime gözleri etrafta dolaşmıyordu.

 

"Ufak tefek eksikleri kaldı, yakın zamanda alışverişini yaparız."

 

Onunla sadece baş başa kalacağım bir evin düşüncesi çok garipti.

 

Koyu hareleri gözlerime kilitlendi.

 

"Her akşam şu kapının önünde beni karşılayacaksın, birlikte yemek hazırlayacağız, film izleyeceğiz, bahçemizde yıldızların altında kahvemizi içeceğiz..."

 

Burayı çoktan benimsemişti. Gülümsedim. Havaya kalkan elini yüzüme yasladı ve parmak uçları tenimin üzerinde dolaştı.

 

"Şu salonda koşturan küçük çocuklar olacak belki de... güzel olmaz mı bunların hepsi?"

 

Baba olmak ona çok yakışırdı.

 

Ama bana... yakışmazdı.

 

Ben olamazdım. Attığım her adım sanki beni buraya çıkartıyor gibiydi ve bu garip bir çaresizlikti...

 

Korkuyordum. Bir canın, canımın, canının yanacak olmasından deli gibi korkuyordum.

 

Kızlar annelerinin kaderini yaşamaz mıydı?

 

Arkamda bir can bırakacak olursam, ben daha çok ölmez miydim?

 

 

 

~

 

 

 

Mihrimah'tan:

 

 

 

 

 

Çeneme uzattığı eliyle gözlerim gözlerine kilitlenmişti sanki. Bir kaç saat önce bana elalarını bu kadar yakından göreceğimi söyleselerdi eğer, inanmayıp gülerdim oysa ki.

 

Gördüğü bir eczaneden aldığı kremi, benim önemsiz dediğim çiziğe büyük bir özenle sürmeyi tercih etmişti.

 

Sandığımın aksine o kızla aralarında bir şey yoktu. Teyzesi ve annesi kızla tanışmak istediklerini söyleyince, kızı getirme işi Mirza'ya kalmıştı.

 

Öğrendiğim bir diğer detayda adı Şilan olan bu kızla Mirza çocukluk arkadaşıydı. Halde böyle olunca o günkü gülüşmeleri ve sohbetleri normal duruyordu.

 

"Yeteri kadar sürmedin mi?"

 

Dedim, dokunuşlarıyla aklımı karıştırıyordu. Aldığı solukları bile hissediyordum böyleyken.

 

"Sürmedim."

 

Sözlerinin aksine dakikalardır uğraştığı küçük izin her yerine kremin ulaştığından emindim. Fırsatçılık yapma ihtimali çok daha yüksek geliyordu.

 

Özellikle de o olayı bir anda açıp, açıklama yapması fazlasıyla kafa karıştırıcıydı.

 

"Peki, sürmeye devam et. Ama aynı zamanda sorularıma da cevap ver, olur mu?"

 

Elalarını hareket eden dudaklarımdan kaldırarak gözlerime baktı. Adem elması hareketlenirken, yutkunduğunu anladım.

 

"Sor."

 

Kısa cevabıyla ciddi tutmaya çalıştığım ses tonumla yeniden dudaklarımı araladım. Az önce olayın etkisiyle mantıklı tek bir şey bile soramamıştım resmen.

 

"Neden bana anlattın?"

 

Hareket eden parmakları bir süreliğine duraksarken, hemen kendisini toparlamıştı.

 

"Yanlış anlaşılmaktan hoşlanmam."

 

"Neden? Seni yanlış anlamış olmam neden hoşuna gitmesin? Sonuçta sen insanların düşüncelerini fazla önemsemezsin."

 

Ona karşı belki de ilk defa böylesine cesurca soruyordum sorularımı. Ama o cevaplayacak kadar cesur muydu bilmiyordum. Bekledim. Konuşacağını bildiğim için tepki vermeden uzunca bekledim. Ucundan da olsa bana duymayı beklediğim şeyleri söylemesini istedim, fakat olmadı. Yine onunla attığımız bir iki adım bizi başlangıç çizgisine attı ve skor sıfırlandı.

 

"Hala önemsemiyorum ama karşımdaki kişi bir başkasıyla ciddi düşünüyor. Yalan yanlış laf çıkmasını istemiyorum."

 

 

 

~

 

 

 

Berivan'dan:

 

 

 

 

 

 

"Bu nasıl olmuş?"

 

Heja dapirin ağzıma uzattığı bilmem kaçıncı kaşığın içindeki karışımı yerken, diğerlerine nazaran daha güzel tatta olduğunu farketmiştim.

 

"Güzelmiş bu, diğerleri gibi acı değil."

 

Kafasını sallayarak, kepçeye aldığı sıvıyı tezgahın üzerine dizdiğim kaselere paylaştırmaya başlamıştı. Azalan sütümle beraber, evin içinde sürekli doğal tarifler pişiyordu. Ve bu konularda fazlasıyla bilgili olan bu kadın, bir çok anımda olduğu gibi burada da bana destek çıkıyordu.

 

"Her kaşığı süt olsun."

 

Gülümseyerek oturduğum sandalyeden kalkarak yanına gidip sarıldım. Biz evlendikten kısa bir süre sonra yanımızda kalmaya başlamıştı. Ve gün boyu evde tek kalmıyor oluşum beni mutlu ediyordu. Kendisi yaşıtlarına nazaran oldukça ileri görüşlü bir kadındı. Cahil konuşmak bir yana dursun, davranışları bile bu duruma karşı olan duruşunu gösteriyordu.

 

Son kaseyi de doldurmasıyla birlikte etrafı toplayacağımı, onun da dinlenmesinin güzel olacağını söylemiştim. Farkında değildi fakat saatlerdir ayakta durarak, çeşitli tarifler denemişti. Benim yüzümden yormuştu kendini.

 

Aras'ın uyumasını fırsat bilerek hızlıca bulaşıkları toplamaya başladım. Saat akşama geliyordu ve Miraç'ın da gelmesi an meselesiydi. Çoktan hazırladığım yemeklere kısa bir bakış atıp biten bulaşıkla beraber mutfaktan çıkmıştım.

 

Salona girdiğimde Aras'ın beşiğini yeniden uyuması için sallayan Heja dapirle karşılaştım. Bu küçük adam resmen kadının iyi niyetini suistimal ediyordu.

 

"Hadi ama Aras... yine mi babaanneyi yoruyorsun sen?"

 

Sallanmasına rağmen gözlerini kocaman kocaman açmış oğlum, beni görmesiyle beraber mırıldanmaya başlamıştı. Gerçek bir dolandırıcı olabilirdi.

 

"Babası kılıklı, sallanmayı seviyor."

 

Heja dapire gülerek beşiğin içinden kucağıma aldım. Karnı acıkmış olacak ki kucağıma gelir gelmez yüzünü sağa sola doğru kedi gibi sallamaya başlamıştı.

 

"Ben odama çıkıyorum kızım, biraz gözlerimi dinlendireceğim."

 

Bugün bizi normale nazaran daha çok yormuştu Aras ve Heja dapirde her ne kadar dinlenmesi konusunda ısrar etmiş olsam da, umursamadan yardım etmişti. Kafamı sallayarak onun gibi bende salondan çıkıp, yatak odasına çıktım. Kucağımdaki Aras'la beraber yatağın üzerine otururken, önce altındaki bezini kontrol etmiştim. Temiz olduğunu gördükten sonra da emzirmeye başladım. Uykusunu yeteri kadar almamış olacak ki bir süre sonra gözleri yavaşça kapanmıştı. Gülümseyerek parmağıma sarılan küçük elini öptüm. Mis gibi kokuyordu. Yattığı yerin etrafını yastıklarla kapattıktan sonra, bebek telsizini alarak sessizce odadan çıktım.

 

İndiğim merdivenle beraber, avlunun ortasında kocamla karşılaşmıştım. Elinde tuttuğu ceketi sedirlerin üzerine doğru rastgele atarken, bu serseri hallerinin ilk günkü gibi hala kalbimi hoplattığını biliyordum.

 

"Güzel karım?"

 

Geriye kalan bir kaç merdiveni de hızlıca indikten sonra karşımdaki bedenine sıkıca sarıldım. Elleri belime ulaşırken, yanağıma bıraktığı öpücüklerle gülümsemeye başladım.

 

"Hoş geldin."

 

Boynumdan aldığı solukların arasında onun da güldüğünü farketmiştim.

 

"Çok hoş buldum ben yine."

 

Doğumdan sonra veremediğim kilolar yüzünden eskiye nazaran daha tombuldum. Ve bu durumdan en çok Miraç mutlu oluyordu. Her gün parmaklarının arasına aldığı yanaklarım, onun her öpücüğü ile kırmızı bir elmayı aratmıyordu.

 

"Çocuk sever gibi sıkmasana şu yanaklarımı yaa."

 

Elimi omzuna doğru vururken, o tepkilerimi gülerek izliyordu. Onunla yaşadığımız her an daha da güzelleşiyor gibiydi. Kavga dahi etsek, saniyeler içinde yeniden sarmaş dolaş bir hal alıyorduk.

 

"Ben seni asıl birazdan seveceğim."

 

Haylaz ses tonu bana anlık kalp krizi geçirtecek kadar etkiliydi. Kaşlarımı hayır anlamında havaya kaldırdım. O her ne kadar Aras'la kardeşinin arasında fazla yaş farkı olmasını istemiyor olsada ben böyle düşünmüyordum. Daha zamanı vardı, özellikle de geçenki test faciasından sonra kesinlikle erkendi.

 

"Hiç yakışıyor mu sana böyle konuşmak?"

 

Omzuna çarparak mutfağa yürümeye başlamıştım. Arkamdan güldüğünü ve bir kaç saniye sonra peşimden geleceğini biliyordum.

 

Yanılmamıştım. Mutfak kapısından içeriye giremeden, belime sardığı koluyla birlikte girmemizi sağlamıştı. Ocağın üzerinde duran tencerelerin içine kısaca bakış attıktan sonra koyu hareleri beni buldu. Miraç Karadağ denildiği zaman aklınıza ilk yemek gelebilirdi.

 

"Neden uğraştın hepsiyle bu kadar, çok yoruyorsun kendini."

 

Belimde duran elinden kurtularak, buzdolabını açmıştım. İçine gün içinde yapıp yerleştirdiğim, muhallebiyi çıkartırken aynı zamanda kocaman da gülümsüyordum.

 

"Hepsini aşkla ve isteyerek yaptım. Özellikle de bunu."

 

Masanın etrafındaki sandalyelerden bir tanesine oturması ile çekmeceden kaşık alarak, yanına geçmek yerine dizlerinin üzerine oturdum. Tek eli belimi sararken, diğer eliyle uzattığım kaşığı aldı. Kasenin içinden alması için uzattım.

 

Aşk bence buydu.

 

Onun bana attığı bir bakış, benim ona sunduğum bir gülüştü.

 

İnsanın hayatında düşünmesi gereken tek kişi kendisi olmalıyken, bir anda başkası için de endişelenmesiydi.

 

Tüm günün yorgunluğunu, bir çift sıcak kolun arasına girince unutmaktı.

 

Aşk yarım kalanı tamamlamak demekti. Ve ben oldukça uzun bir süredir tamdım.

 

Anneydim, eştim...

 

 

 

 

~

 

 

 

 

Cumartesi / Evin'den:

 

 

 

 

 

Odadan çıkan Mihrimah'la beraber aynadaki yansımamı izlemiştim bir süre. Uzun kahve saçlarımın uçlarını hafifçe maşalamış, sırtıma doğru dökülmesine izin vermişti.

 

Üzerimdeki kırmızı elbise ise Yavuz'un övgü dolu sözlerinden sonra gözüme daha bir güzel geliyordu. Hafif olan göz makyajımı yine hafif tonlarda olan rujum tamamlarken, siyah topuklu ayakkabılarımı giyinmiştim. 2 gün önce kendi elleriyle bileğime taktığı halhalı özellikle çıkarmamıştım.

 

Attığım her adımda kenara kayan yırtmaçla küçük elmaslar da parıldayıp dikkat çekiyordu. Boynumdaki kolyeleri düzelterek, sol elimdeki yüzüğe bakmaya başladım.

 

Yanımda olmadığı zamanlarda bile onu düşünmek aklımı karıştırıyordu.

 

"Hadi, konvoya geçeceğiz şimdi!"

 

Boran'ın avludan yükselen sesi konağın içini doldururken, aldığım küçük çantamla beraber odadan çıktım. Erkekler bizden çokça önce hazırlanmışlardı.

 

Yavaş adımlarla merdivenleri inerken, duyduğum ıslık sesi heyecanla titreyen ellerimi daha da zorluyordu. Boran'ın sesiyle beraber kapının yanında duran arkası dönük Yavuz'da şimdi bize bakıyordu.

 

"Vay, vay, vay..."

 

Boran'ın kahkahasıyla beraber yüzüm utançtan kızarmaya başlamıştı. Siyah takımının sarmaladığı iri bedeniyle, attığı sert adımlarıyla tam merdivenin son basamağının önünde durmuştu. Attığım sarsak adımları gördüğünde elini uzatıp titreyen elimi sıkıca tuttu. Düşecektim.

 

"Sonum olacaksın kadın... sonum."

 

Boğuk ve sessiz çıkan sesiyle gözlerim kocaman açılırken, boşta duran eli belime sarılmıştı. Bedenim titriyordu.

 

"Çok güzel olmuşsun."

 

Diye de yanına indiğimde ekledi. Aynı onun bana attığı bakışlar gibi bende onu baştan aşağıya süzmeye başlamıştım.

 

Rüyamdaki halime göre daha az arsız sayılabilirdim bence. Yani şimdilik mesafe vardı aramızda.

 

"Sende şık olmuşsun."

 

Dudakları hafifçe sağa kıvrılırken öyle mi dercesine kafasını eğmişti. Bir de dalga geçiyordu benimle.

 

"Sen, küçük cadıma ne yaptın söyle çabuk?"

 

Merdiveni inmeye başlayan Mihrimah büyük bir kahkaha atarken, bende hayranlıkla ona bakıyordum. Esmer tenini sarmalayan siyah saten kumaş fazla yakışmıştı.

 

"Yedim küçük cadını. Bu gecelik büyük olmak istemiş kendisi."

 

Boran'da ona gülümserken yanına gelen kardeşinin saçlarına bir öpücük kondurmuştu.

 

"Küçük cadı gibi büyük cadı da güzel olmuş."

 

Gözlerim Yavuz'u bulurken, giyim konusunda gösterdikleri tavırlar hoşuma gitmeye başlamıştı. Bir kadının kıyafetine karışmak yerine onlar direkt karşılarındaki muhattabı ile ilgilenmeyi tercih ediyorlardı.

 

En son koluna giren Zümrüt Hanım ile Mümtaz Ağa inmişti aşağıya. Karı koca olarak oldukça klas gözüküyorlardı. Koyu kırmızı elbisenin üzerine siyah tül bir şal örtmüştü Zümrüt Hanım, ve her zaman sürmeli olan zümrütleri teker teker üzerimizde gezinmeyi ihmal etmemişti.

 

Gördükleri onu memnun etmişti, gülümsedi.

 

"De hayde çıkalım."

 

Kapıdan ilk Mümtaz Ağa çıkarken bizde arkalarından çıkmıştık. En önde duran Yavuz'un aracına binerken, bir kaç korumanın olduğu peşimize takılan arabalarla yola koyulmuştuk.

 

Konvoydan kısa bir süre önce de yolda Miraç abilerin arabası peşimize takılmıştı. Araçlardan çalan yüksek sesli şarkılar ve korna sesleriyle oluşuyordu konvoy.

 

Farkettiğim tek şey ise bizim düğündeki konvoyun sadece küçük bir kısmı kadar olduğuydu.

 

Açık camlardan dolayı sesler daha iyi anlaşırken, 20 dakikaya yakın süren konvoy düğün mekanına gelmemizle son bulmuştu. Geniş masalarla dizayn edilen bahçeye girmemizle beraber hemen önümüze karşılamaya bir kaç kişi gelmişti.

 

Herkesin gözü bizdeydi, elimin altında duran kolu istemsizce sıkarken, elimin üzerine Yavuz'un eli kapandı.

 

"Sakin ol yavrum."

 

"Mümtaz Ağam, Yavuz Ağam hoş geldiniz."

 

Mümtaz Ağa yanına gelen adamla uzaklaşırken, Zümrüt hanımda aynı şekilde kadınlara doğru yürümüştü.

 

"Hoş bulduk. Hayırlı olsun."

 

Yavuz'la el sıkışan tanımadığım adam gözlerime bakmadan kısa bir selam verdikten sonra baş köşede duran masayı göstermişti. Kadın erkek karışık oturuyordu.

 

Yavuz'la beraber masaya kadar yürümeye başladık. Kendisinden önce oturabilmem için hafifçe sandalyemi çekmiş, ardından da kendisi oturmuştu.

 

Gözlerim kısaca etrafı süzdü.

 

"Bak bak, bir de sırıta sırıta yürüyor. Yüzsüz!"

 

Diğer tarafımda oturan Mihrimah'ın sesiyle beraber gözlerim baktığı yeri bulurken, mor elbise giyinen Lerzan'ı görmüştüm.

 

"Babası içeride, o burada gülüp boy gösterisi yapıyor."

 

Onun da gözleri bizi bulurken, hissettiğim özgüvenle gözlerimi kaçırmamıştım. Onun yersiz tavırlarına karşılık yapabileceğim en doğru şey bu olabilirdi.

 

Havaya kalkan kaşımla beraber onun bana attığı bakışları umursamadığımı belirttim.

 

İlerleyen saatle beraber mekanın pisti yavaş yavaş oynamaya kalkan insanları karşılarken, tanıdık bir kaç yüzü de görmüştüm.

 

Bir süre boyunca öylece masada oturmuş, gelinle damatı izlemiştik. Fakat ikinci defa çalmaya başlayan dans müziği ile birlikte bizim masamızda da hareketlenmeler olmuştu. Küçük oğlu Aras'ı Zümrüt hanıma veren Berivan'la Miraç abi dans edenlerin arasına karışırken, yanımda oturan adamın de eli usulca belime dolanarak kendisiyle beraber kalkmamı sağlamıştı.

 

Gülerek adımlarına eşlik ettim. Pistin ortasına geldiğimizde iki elimde omzunu bulurken, onun da elleri sıkı sıkıya bel boşluğuma sarılmıştı.

 

Sıcak kahveleri içime akarken, çalan şarkıdan ziyade ben kendisini dinliyordum.

 

Ona karşı bu zamana kadar belirli bir itirafta bulunmamıştım fakat hareketlerimin bir çoğu itiraf niteliği taşıyordu.

 

Boynunda olan parmaklarımı saç tutamlarında gezdirmeye başladım, çok uzun zamandır dokunmak istediğim tutamları şimdi ellerimin arasındaydı.

 

Bakışları benim anlayacağım kadar yumuşadı, koyu hareleri yalnızca yeşillerime tutundu.

 

O nasıl etrafımızda olan şeyleri umursamıyorsa bende bu sefer umursamayacaktım. Özellikle de buraya çıkar çıkmaz üzerimize kilitlenen bazı bakışlardan sonra, kesinlikle yapmalıydım.

 

Ayakkabının avantajını kullanarak ellerimden güç alıp, kafamı yukarıya kaldırdım. Sakallarının süslediği yüzüne sıcak nefesim çarparken rujlu olduğunu önemsemediğim dudaklarımla çenesine uzun bir öpücük kondurdum.

 

Ben, kalabalığın ortasında herkes görürken Yavuz'u öpmüş müydüm?!

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Bölüm sonu düşüncelerinizi şuraya yazabilirsiniz 💞

 

• Tüm karakterleri elimden geldiğince eklemeye çalıştım bu bölümde. Umarım hoşunuza gitmiştir.

 

• Eğer bir aksilik olmazsa bir kaç güne Zehir'e de bölüm atmayı planlıyorum. İkisinin aynı anda götürmek zor lakin içimdeki heyecan yüzünden sabırsızlaşabiliyorum şdösğsöisk

 

• Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

 

21/08/2022

simaara

Bölüm : 24.11.2024 21:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...