24. Bölüm

24. Bölüm “Y A N K I”

sim
simaara

10 K olmuşuz, geçmişiz bilee 🫂

 

Öncelikle kitaba göstermiş olduğunuz ilgi ve güzel dilekleriniz için hepinize çok teşekkür ediyorum 🤍

 

Şimdi daha fazla bekletmeden sizleri bölümle baş başa bırakıyor ve keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada beklediğimi unutmayın 🕯

 

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkıları: Kenan Doğulu / Aklım Karıştı

 

 

 

"Aman Yarabbi! Sevmek bu muydu? İnsanı sanki bir mengene içinde sıkıp da birisinin ayakları altına ezik, bitik, can çekişerek atmak isteyene bu öldürücü şey, sevmek bu muydu?"

 

 

Mai ve Siyah - Halit Ziya Uşaklıgil

 

 

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

 

 

Yıllar geçmişti, fakat ben kendime dair hiç bir şey bilmiyordum.

 

Kendime yabancıydım, tanıma fırsatım hiç olmamıştı.

 

O'na kadar...

 

Kalbimin sesini yıllar sonra ilk defa onun sayesinde duymuştum ben.

 

Korkmuştum, hala da korkuyordum. Fakat bu korkum ona karşı değildi. İçimdeki yoğun duyguları kontrol edemeyecek olmaktı gözümü korkutan başlıca sebep.

 

Biz iki yabancıydık ve yollarımız kesişmişti.

 

O duymasa da tüm kalbimle mırıldandım.

 

"İyi ki kesişti."

 

Korktuğum duygularım yüzünden az önce kalabalığın ortasında öptüğüm Yavuz'un yüzü garip bir hale bürünmüştü.

 

Şaşkındı.

 

Gülmek isteyen tarafımı da zapteden şey, öptükten sonra ortaya çıkan utanç duygum olmuştu. Ve ben gerçekten çok utanıyordum.

 

Bakışlarım önümde duran boynuna kayarken, sertçe yutkunmuş ve ondan dolayı ağırca hareket eden adem elmasıyla göz göze gelmemi sağlamıştı.

 

Daha öncesinde böylesine arsız bir tarafım olduğunu bilmiyordum, ve bir an önce kendimi toparlamazsam eğer boynundaki o çıkıntıya da dudaklarımı bastıracak olmaktan korkuyordum.

 

"S**eyim... kızım n'apıyorsun?"

 

Belimde duran elleri tenime olan baskısını arttırırken, yeşil gözlerimi utançla sıkı sıkıya kapatmıştım. Yüzüm yanıyordu.

 

"Bir dokunuşunla beni nasıl bir yangının içine attığını bilsen, yanıma bile yaklaşmazsın."

 

Boğuk sesi, tüm bedenimi titretirken gözlerimi aralayarak suratına bakmaya çalıştım. Emindim ki Lerzan çoktan gözlerini üzerimizden çekmişti, fakat şimdi bize bakan bir sürü kişi vardı.

 

"Bir anda şey oldu..."

 

Doğru kelimeleri bulamazken, o gözlerimin içine bakarak dudağını yalamıştı.

 

"Odamızda da bir anda şey olur mu?"

 

Kirpiklerim açıp kapattığım gözlerimle titrerken, boynunda birleştirdiğim ellerimi omzuna kaydırdım. Adamı yoldan çıkarmıştım resmen, hemde bile bile!

 

"Olmaz."

 

Kahveleri mekanın içinde dolaşırken, dudakları ufak bir açıyla kıvrıldı. Yeniden göz göze geldiğimizde ise gerçekten utandığımı anlamış olacak ki şarkı sonlanana kadar bir şey söylememeyi tercih etti.

 

Şarkının sonlanmasıyla beraber de belime koyduğu eliyle bizi masaya yönlendirdi. Az önce kalktığımız yere yeniden otururken masanın üzerindeki su şişelerinden bir tanesini alarak bir kaç yudum içtim. Yanımda oturan Mihrimah ise bu sırada attığı imalı bakışlarının arasında bana gülümsüyordu.

 

"Mihrimah, acaba şöyle bakmasan mı?"

 

Parmağına doladığı saçının ucuyla oynarken, küçük bir çocuk gibi omuz sallamıştı. Kesinlikle diline düşmüştüm.

 

"Lerzan'ın bozulan suratına mı, yoksa abimin pistin ortasında yaşadığı şoka mı gülsem karar veremiyorum."

 

Bana bunu yaptıran şey basit bir kıskançlık mıydı yani?

 

Sanmıyordum. Basit olsaydı, Yavuz kadar bende dağılmazdım orada biliyordum. Garip bir histi... Hem onu, hem de kendimi resmen ateşin içine atmıştım.

 

"Neyse tamam tamam gülmüyorum, kıpkırmızı oldun yine."

 

Elimi hafifçe yüzüme doğru sallarken, yanımda oturan Yavuz kolunu sandalyemin sırt kısmına yaslayarak, omzuma kayan saçlarımı arkaya ittirmeye başlamıştı. Bunu yaparken, parmak uçları yüzüme tüy kadar hafif dokunuşlar bırakıyor, gözleri ise dikkatli bir şekilde parmaklarının temas ettiği tutamları izliyordu.

 

Dakikalar birbirini kovalarken mekanın içindeki şarkı da yeniden değişti.

 

"Kalkın bakalım hanımlar, birazcıkta biz oynayalım."

 

Oturduğu yerden kalkarak gözlerini bize çevirmişti Mihrimah. İtiraz etme şansınız yok der gibiydi bakışları. Berivan onu anlayıp, Aras'ı Miraç abinin kucağına bıraktıktan sonra yerinden kalkmayı başarırken, ben sebepsizce Yavuz'un kıskacından ayrılmak istememiştim.

 

Bunu farkeden Mihrimah kolumdan tutup beni de ayağa kaldırırken, Yavuz'un bakışları bizi bulmuştu. Elinden oyuncağı alınan küçük bir çocuk gibi huysuz bakışlar atıyordu.

 

Mihrimah'ın yönlendirmesiyle üç kadın ağırca piste doğru yürümeye başlarken, arkamızdan Yavuz dahil olmak üzere bir çok kişinin baktığından emindim.

 

Ortaya geçmemizle beraber halayın başına Mihrimah'ın geçeceğini düşünürken, o elinde tuttuğu kırmızı mendili beklemediğim bir anda parmaklarımın arasına bırakmıştı. Ve oynamak için kalkan herkes birimizin başa geçip, oyunu başlatmasını bekliyordu.

 

"Şöyle başa geçte, herkes hanımağalarını oynarken görsün."

 

Mihrimah'ın sözlerinden sonra şaşkın ve telaşlı halim Berivan'ın da dikkatini çekmiş, omzuma koyduğu eliyle sakinleşmem için sessizce fısıldamasını sağlamıştı. Duygularımı istemsizce dışarıya yansıtıyordum sanırım.

 

"Sakin ol ve kendini oyuna bırak."

 

Sağ elimdeki mendili düzeltirken, Mihrimah'ın çektiği zılgıtla şarkı başa sardı. Ve biz sırayla yan yana dizilerek, şarkının ritmine göre oyuna ayak uydurmaya başladık. Bedenimde hissettiğim stres yavaş yavaş etkisini azaltırken, attığım adımlardan da daha emin olduğumu hissediyordum.

 

Bu zamana kadar kimsenin gözü önünde oynayan birisi olmamıştım ama son zamanlarda sürekli bir oyunun içinde kendimi buluyordum. Ve itiraf etmem gerekirse, stresimi aştıktan sonra bu durum hoşuma gidiyordu.

 

Kocaman pistin ortasındaki halayın arasına erkekler de karışmaya başlarken, Berivan'ın yanına Miraç abi, Mihrimah'ın yanına da Boran girmişti.

 

Evin içinde her ne kadar haylaz olsada böyle ortamlarda takındığı sert tavır, onu aynı abilerine benzetiyordu.

 

Gözlerim başladığımız yere arkamızı dönmemizle beraber, az önce oturduğumuz masaya kaymıştı usulca.

 

Yeşillerim onun kahveleri ile kesiştiğinde, avuç içlerimin terlediğini hissettim. Yine yoğundu bakışları, ve yeniden dengemi alt üst ediyordu.

 

"Nasıl da içi gidiyor."

 

Bakışlarım anlık oynamasına rağmen omzuyla omzumu dürten kızı bulurken, gözlerimi sözlerinin ardından bir kez daha Yavuz'a çevirmiştim.

 

Bir sürü kişi vardı mekanda fakat hiç kimse sanki onun kadar dikkat çekip, buraya hükmetmiyordu. İri bedeni yerinde dik bir şekilde otururken, keyifle bir an bile ayırmadığı gözleriyle beni izlemeye devam ediyordu.

 

Bir kaç tur daha dönmemizin ardından şarkı sonlanmış, bizde masamıza geçmiştik. Ondan sonrasında da takı merasimi falan derken 2 saatin sonunda mekandan ayrılmak üzere ayağa kalkmıştık.

 

Bizim gibi çoğu insan şimdi gitmeyi planlıyordu. Biraz önümde yürüyen Zümrüt hanımı takip ederken, koluna girdiğim Mihrimah'ı da aynı zamanda dinliyordum. Erkekler de diğer tarafta damatın yanındaydılar.

 

"Allah utandırmasın."

 

Gelin Zümrüt Hanımın elini öpüp alnına koyarken, onun yanında duran kalabalık kadın grubunun gözlerinin de bizde olduğunu farketmiştim.

 

"Arsız gibi duruyor biraz, kalabalık demeden koskocaman ağayı öpmesinden belli oluyor zaten."

 

Duyduğum sözlerle beraber gözlerim hızlıca kadınları bulurken, fısıltılı seslerini duyamayacağımızı düşünmüş olmalıydılar.

 

Benim duran adımlarımdan sonra önümdeki kadında duraksamıştı. Ağırca kalabalık gruba çevirdiği gözleri her birine keskin bakışlar atarken, etrafımızdaki bir kaç kişi de bizi izliyordu.

 

"Ağa demesini biliyorsunuz ama karısına, bir hanımağaya karşı nasıl konuşulması gerektiğini bilmiyorsunuz!"

 

Zümrüt Hanımın sakin sözleri hepimizin üzerinde küfür etkisi bırakmıştı adeta. Sesi yükselmiyordu ama her bir kelimesi dudaklarının arasından sertçe çıkıyordu.

 

Beni savunuyordu.

 

Bir zamanlar korktuğum kadın, şimdi bir anne edasıyla karşısına dikildiği kadınlara karşılık benim yanımda duruyordu.

 

"Hem Allah katında, hem de resmiyette evliler. Haddinizi bilin, yoksa ben bildiririm."

 

Kadın mahçup bir şekilde konuşmak için ağzını açmışken, Zümrüt Hanımın sus dercesine hafifçe kaldırdığı eliyle hamlesinden vazgeçmek zorunda kalmıştı.

 

"Özür dileyin!"

 

"Özür dileriz hanımağam."

 

Hepsi bir ağızdan özür dilerken, gözlerim minnetle Zümrüt Hanımın zümrütlerini bulmuştu. Bu gece beni yeteri kadar şaşırtmamış gibi daha da şaşırtmayı göze alarak dudaklarını bir kez daha aralamıştı.

 

"Kızlarım hakkında bir daha ileri geri konuştuğunuzu görmeyeyim."

 

Kendinden emin adımlarıyla yürümesine devam ederken, arkasından da yan yana ben, Mihrimah ve Berivan yürümeye başlamıştık.

 

"Zümrüt sultan yaa, yerim seni kadın."

 

Arabaların yanına gelmemizle beraber Mihrimah annesinin beline sarılarak, yanaklarından öpmüştü. Bu hali beni gülümsetirken, konuşma gereği duyarak karşısına geçtim.

 

"Zümrüt Hanım..."

 

Kızında olan gözleri beni bulurken, kaşları ağırca çatılmıştı.

 

Sebebini biliyordum. Hala ona hanım diyor oluşumdan rahatsızlık duyuyordu, fakat bunu bana karşı yansıtmamaya da dikkat ediyordu çoğu zaman.

 

Anne şefkatini bir kaç defa yeniden hissetmemi sağlamıştı, ama hala dilime söylemek çok ağır geliyordu. Zorlukla yutkunarak, suratımdaki ifadeyi düzelterek dudaklarımı araladım.

 

"Ben çok teşekkür ederim."

 

Hayatıma böylesine iyi insanlar girdiği için gerçekten çok şanslıydım. Yaşadığımı hissetmemi sağlıyorlardı sanki, birileri tarafından savunulmak, düşünülmek çok özeldi.

 

Kafasını sallayarak kısaca önemli değil gibisinden tebessüm etmişti. O sırada erkeklerde yanımıza gelmiş, herkesin arabalara yerleşmesiyle beraber yeniden yola koyulmuştuk.

 

 

 

~

 

 

 

4 gün sonra:

 

 

 

 

 

 

Oturduğum koltukta hafifçe kıpırdanırken, karşımdaki adamın kısılan gözleri bir kez daha üzerimde dolaşmıştı. Geçen sefer olduğu gibi yine özel uçağındaydık ve bindiğimiz andan itibaren Yavuz'un anbean biraz daha yoğunlaşan bakışlarının altında artık ezildiğimi hissediyordum.

 

İstanbul'a varmamıza daha 1 saat vardı. Yavuz'un isteği üzerine 5 günlüğüne balayı tatili için gidiyorduk. Çevreden birazcık uzaklaşmamızın iyi geleceğini düşünüyordu.

 

"Şöyle bakma lütfen."

 

Derken, homurdanarak ellerimi yüzüme bastırdım. O ise munzur gülümsemesi eşliğinde parmaklarının arasında duran bardaktaki kehribar sıvıdan bir yudum almıştı.

 

"Canım bakmak istiyor."

 

Kalp atışlarım her an biraz daha hızlanırken, koltuğun üzerine kaldırdığım bacaklarımı indirdim. Siyah taytla bol bir tişört giyinmeyi tercih etmiştim evden çıkmadan önce.

 

Boşta duran elini dizine vurdu iki kez.

 

"Yanıma gel."

 

Gözlerim irice açılırken, ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Sarhoş olamayacak kadar az içmişti halbuki.

 

"Bizim dışımızda görevliler de var."

 

Derken, kızardığını hissettiğim yüzümü biraz uzağımızda oturan hosteslere çevirmiştim. Kendi hallerinde duruyorlardı.

 

Yavuz bardağının dibinde kalan sıvıyı ufak yudumlarla içmek yerine bir anda kafasına dikerken, oturduğu yerden kalkarak benim koltuğumun önüne gelmişti.

 

Eli bileğimi kavrayıp bedenimi yukarıya çekti, beni böylesine kolay yerimden kaldırmasına şaşıramamıştım bile. Alnım göğsüne çarparken o önünde duran bedenimi bel boşluğuma koyduğu eliyle tutup, çoktan karşımızda duran kısıma doğru yürümeye başlamıştı.

 

Havada olduğumuzu fazlasıyla uçağın içinde hissederken, sırtımda hissettiğim bedeniyle resmen başım dönüyordu.

 

"Yavuz..."

 

Bir kaç adım daha atmamızla birlikte arkamızda kalan kapıyı hızlıca kapatmış, sırtımı da nasıl olduğunu anlamadığım bir hızla kapıya yaslamıştı. Adrenalinle sıklaşan nefesim yüzünden göğsüm hiddetle inip kalkarken, iri bedeniyle bana kaçacak yer bırakmamıştı.

 

"Söyle güzelim."

 

Yanağıma sürttüğü burnu çeneme doğru kayarken, benim de içimde bir şeylerin ona doğru akıp gittiğini hissediyordum.

 

Boşta duran ellerimi koluna koyarken, en az bende onun kadar beni öpmesini istemiştim.

 

Sen iyice kendini aştın Evin!

 

Ama kocamdı.

 

Boynuma ulaşan burnu derin bir soluk alırken, ellerimi yüzüne koyarak bana bakmasını sağladım. Titreyen parmak uçlarım, onun yüzünde usul usul dolaşırken, gözlerine uzunca bakmayı tercih etmiştim.

 

Çok güzel bakıyordu...

 

Parmak uçlarıma çıkarak kendimi yukarıya kaldırmamla beraber ne istediğimi oldukça iyi bir şekilde anlamıştı. Dudağı hafifçe kıvrıldı ve kendisine ulaşmam için belimde duran elini aşağıya indirerek bedenimi kalçamdan tutup havaya kaldırdı. Bacaklarımı düşmemek için beline dolarken, ensenine kaydırdığım elimle biraz uzağımda duran dudaklarına bir bakış daha attım.

 

Ben adım atmadan, bir şey yapmayacak gibi duruyordu.

 

Dudaklarımı önce gözünün kenarındaki o ize bastırdım, bu onu yara izinden ikinci kez öpüşümdü. Küçükken haylaz bir çocuk olduğunu bilmek beni sebepsizce eğlendiriyordu. Kıvrılan dudaklarımı oradan çekerek, bu seferde çenesine değdirdim. Dudaklarıma hafifçe batan sakalları beni rahatsız etmekten ziyade garip bir şekilde hoşuma gidiyordu.

 

Belimde duran eli biraz daha beni bedenine bastırırken, kalçamda duran elinin de tutuşunun sıkılaştığını hissetmiştim.

 

Dudaklarım bu sefer sanki öpmezsem bana darılacakmış gibi geldiği için yanaklarını bulurken, kahve gözlerindeki sabırsız parıltılar gülümsememi sağlamıştı.

 

Ensesinde duran ellerim saçlarının arasına kaydı, burnumu burnuna sürttüm yaramazlık yapmak isteyen bir çocuğun yavaşlığıyla.

 

Kendine gelmelisin Evin!

 

İçimdeki sese resmen kulaklarımı tıkamıştım. Çünkü şu anda duyduğum tek şey kalbimin atışının sesiydi. Nabzım resmen iki dudağımın arasındaydı, göğüs kafesim ona duyduğu ihtiyaçla kavruluyordu.

 

Gözlerimi ona inat kapatırken, sabırsızlandığını bilerek beklemeye başlamıştım.

 

Belimde duran eli ani bir hamle ile saçlarımla beraber kafamı tutarken, sertçe dudaklarını dudaklarımın üzerine örtmüştü.

 

Tahmin ettiğim gibi sabrının son kırıntıları saniyeler içinde yok olmuştu.

 

Dokunuşuyla beraber boğazından kopup gelen bir haykırış aramıza sızarken, ellerim biraz daha sıkılaşmıştı. Ve parmaklarımın arasında kalan saçlarını da hamlemle beraber çekiştirmiştim.

 

Nefesim tükenirken bile o dudaklarımdan kopmamıştı.

 

Dakikalarca dudakları, dudaklarımın arasında hüküm sürdü.

 

Elleri bedenimin üzerinde dolaştı.

 

"Sonum olacaksın... yemin ederim ki yeşillerin beni bitirecek."

 

İçmesine rağmen ses tonu bile titremeyen adamın fısıltısı, benden ayrılırken efsunlu bir hale bürünmüştü. Yanağıma düşen saçımı kulağımın arkasına iliştirken, utanç duygusu kendisini bana yeni yeni hatırlatmaya başlıyordu.

 

Sonunda utandın Evin!

 

Hala sıkı sıkıya ensesinde durduğunu farkettiğim ellerimi açarken, alnında atan damarla göz göze gelmiştim. Bir nabız gibi atıyordu ve boynundaki damarların da ondan pek farkı yoktu.

 

Kafamı yüzüne bakamayarak omzuna yasladığımda aldığı derin solukla göğsü havalanmış, sırtımda duran eli de yavaş yavaş hareket etmeye başlamıştı. Aynı efsunlu sesiyle verdiği nefeslerin arasında, gülümsedi.

 

Bir süre daha aynı şekilde durduktan sonra ineceğimi belirterek yerimde kıpırdanmaya başlamıştım. Belimde duran elini gevşeterek yere basmamı sağladı, fakat dakikalardır kucağında olduğum için şaşan dengem ayakta durmamı engellemişti.

 

Saçlarımı geriye itelerken, oda git gide biraz daha sıcaklıyordu sanki.

 

"Susadım ben."

 

İşaret parmağı kaşının kenarını kaşırken, eğdiği kafasıyla gülümsemişti. Dalga geçiyordu. Haksız da sayılmazdı aslında.

 

"Gel bakalım su verelim sana yavrum."

 

Az önce kapattığı kapıyı açarak ikimizi de küçük bölmeden çıkarttı. Bir an daha büyük şeylerin yaşanacağını düşünmüştüm o küçücük yerde, ve o anları düşünmek bile sebepsizce kalbimi tekletiyordu.

 

Yeniden yerimize oturmamızla beraber, havaya kaldırdığı eliyle hostese ufak bir işaret verdi. Benim aksime kendisi dağılmamıştı ve dışarıya verdiği tepkiler çok profesyoneldi.

 

"Su ve kahve."

 

Hostes hızlıca yanımızdan ayrılırken, kahve gözlerini yeniden üzerime dikmişti. Ve bu bakışlar yaşanan şeylerden sonra şimdi daha fazla diken üzerinde oturmamı sağlıyordu.

 

"Lütfen bakma şöyle."

 

Dedim. Beni soktuğu durum hoşuna gidiyordu. Bir süre daha öylece durdu. Hostesin yanımıza gelip bardakları bırakmasıyla, su bardağını hızlıca kafama dikmiştim. Yanıyordum resmen...

 

Üzerinde dumanı tüten fincandan bir yudum kahve alarak, gözlerini kapatıp açtı. Kahve içerken çok önemli bir şey yapıyormuş gibi ciddileşiyordu. Bardağı yeniden önümüzdeki masaya koyarken, az önce onun bana yaptığı gibi bu seferde ben gözlerimi ona dikmiştim.

 

Küçük fincan resmen iri bedeninin yanında bir nokta gibi kalıyordu ve dolgun dudaklarının arasına aldığı fincandan içtiği yudumlar, boynundaki hareketliliğe sebebiyet veriyordu.

 

Mutlu olduğumu tüm hücrelerime kadar hissederken, gözlerimi huzurla kapattım.

 

Son sandığım şey aslında benim başlangıcım olmuştu. Ve ben ilk defa bir başlangıç için heyecanlanıyordum.

 

Ben yıllar sonra ilk defa birilerine karşı saf duygular hissediyordum.

 

Ve sanırım ben...

 

Ona karşı içimde daha yoğun bir sevgi beslemeye başlıyordum.

 

Veyahut;

 

Aşık oluyordum...

 

 

 

~

 

 

 

"Yavuz, yeter çatlayacağım şimdi!"

 

Konuşmak için araladığım ağzım onun bana zorla bir kaç lokma daha yedirmesine sebebiyet vermişti. Resmen doyduğum gerçeğine inanmıyordu.

 

Masaya gelen garson biten bir iki tabağı alırken, yeni meze tabağını da boşalan yere koymuştu.

 

"Yok öyle doydum falan, o tabak bitecek, ye."

 

Çattığım kaşlarımın arasında bardağımdaki koladan bir yudum aldım. Uçaktan indikten sonra bir kaç koruma bavulları kalacağımız yere götürmüştü.

 

"Nehir teyzeler bizi bekliyormuş akşama. Vural haber verdi, ister misin gitmeyi?"

 

Tabağı usul usul önümden itelerken, zorlukla geriye yaslandım. Karnım şişmişti.

 

"Olur, gidelim."

 

Benim tabağa attığım bakışları yakalayarak gülümsedi. Küçük bir çocuğun yaramazlığını yakalamış gibiydi surat ifadesi.

 

Bu durumda o çocukta ben oluyordum!

 

 

 

~

 

 

 

Elimdeki çantaya telefonumu da koyarken, aynadaki yansımama baktım. Zümrüt yeşili kalem pantolonla, siyah bir bluz giyinmiştim. Saçlarım ise kendi halinde omzuma dökülüyordu.

 

Antalya'daki otel odasını aratmayacak kadar lüks bir yerdeydik yine.

 

"Hazır mısın güzelim?"

 

Gözlerim Yavuz'u bulurken, aynı dikkatle onu da süzmüştüm. Bedenine oturan siyah gömleği, sanki onunla bir bütün gibiydi.

 

"Evet, hazırım."

 

Onun da gözleri kısaca üzerimdekilere bakarken, yanıma gelerek elini belime yerleştirdi.

 

"Çıkalım o zaman."

 

Kafamı sallayarak gözlerine baktım. Kokusu yaklaşmasıyla beraber çoktan bedenimi istila etmişti. Memnundum.

 

Beni yönlendirmesine izin vererek yürümeye başladım. Bizim kapıya çıkmamızla beraber arabayı hazırlayan korumalardan bir tanesi kapımızı açmıştı. Diğeri de Yavuz'a iş hakkında kısaca bilgi vereceğini söyleyerek bakmasını rica etmişti. Onların konuşmasını beklerken, çantamda duran telefonumu çıkartarak sabahtan beri bakmaya fırsat bulamadığım gruba girdim.

 

Atılan mesajları hızlıca okuduktan sonra da, en son Mihrimah'ın yazmış olduğu mesajı yanıtladım.

 

Siz: Şimdi Vural'lara gidiyoruz. Yola daha çıkmadık, Yavuz adamlarıyla konuşuyor.

 

Mesajımla hemen aktif olmuş, kısa sürede cevap vermişti.

 

Mihrimah: Yaa Nehir teyzeye selam söyle çok. Özledim onunla vakit geçirmeyi, keşke bende orada olabilseydim 🥲

 

Boran: Nehir teyze ve Mahir amcayı severim. Selamlarımızı ilet yengem.

 

Berivan: Bir iki kere görmüştüm, sevimli insanlar.

 

Siz: Yavuz geldi, yola çıkacağız şimdi. İyi akşamlarr.

 

Yanımdaki yerini alan Yavuz'la beraber, telefonumu yeniden çantama koydum.

 

"Bizimkiler mi?"

 

"Evet, ne yaptığımızı soruyorlar."

 

Bir süre gittiğimiz yol önünde durduğumuz pastane ile sonlanmıştı.

 

Yavuz'un araçtan inmesiyle bende inerek, peşine takıldım. Butik bir pastaneydi ve raflarında gördüğüm pastalar görünüşüyle bile iştah açan türdendi.

 

"Hangisinden alalım fıstığım?"

 

En üst raftaki meyveli pastada gözlerim biraz fazla oyalanınca parmağımla işaret ettim.

 

"Şu olabilir."

 

Kafasını sallayan Yavuz'un komutuyla adam pastayı paketlemek için raftan çıkarmıştı. Ardından diğer tarafta duran kurabiyelerden de hazırlamalarını rica etmişti.

 

Ben pastanenin içini incelerken Yavuz ödeme kısmını halletmiş, hazırlanan paketleri almıştı. Peşine takılarak yeniden araca bindim. Paketleri arka koltuğa koyduktan sonra kendisi de yerine oturmuştu.

 

"Al bakalım."

 

Kucağıma bıraktığı şekere dönen şaşkın bakışlarım yavaş yavaş keyifli bir hale bürünmüştü. Hiç beklemediğim anda yaptığı ufak jestlerden bir tanesiydi bu da, ve bu ufak jestlere ben fazlasıyla alışıyordum. Gözlerimi yüzüne çevirdim.

 

"Teşekkür ederim."

 

Gülümseyerek yeniden yola döndüğümde parmaklarımın arasında duran şekerin mutluluğunu yaşıyordum.

 

Sıradan ya da basit bir şeydi belki de... ama benim için barındırdığı anlam çok farklıydı.

 

O verdiği sözün arkasında durduğunu gösteriyordu bana.

 

O hem beni, hem de içimdeki o küçük kızı mutlu etmeye çalışıyordu.

 

Başarıyordu da.

 

Bir mahalle arasına girmemizle, araba yavaşlamaya başlamıştı. Hava daha kararmadığı için dışarıyı net görebiliyordum.

 

Köşedeki direğin üzerindeki yazı dikkatimi çekti.

 

NAZENİN MAHALLESİ

 

Dışarıda oyun oynayan çocuklar, kapılarının önünde oturup çekirdek çitleyen kadınlar ve onlara camlardan eşlik edenler vardı.

 

Gerçekten hoş bir yerdi. Yavuz arabayı ilerideki büyük aracın arkasına park ederken, plakasından dolayı Vural'a ait olduğunu anlamıştım.

 

Kemeri çıkartarak arabadan indim. Yavuz'da arka koltuktaki paketleri almıştı.

 

Üzerimize dönen bakışların altında Yavuz'un yönlendirmesi ile önümüzde duran evin bahçesine girdik.

 

Kapının kenarındaki zile basmamızla da birlikte saniyeler içinde kapı yüzündeki kocaman gülümsemesi ile bir kadın tarafından açılmıştı.

 

"Oooo kimler gelmiş böyle."

 

Yavuz'un gülümsemesiyle karşımdaki kişinin Vural'ın annesi olduğunu anlamıştım.

 

"Hoş geldiniz yavrularım."

 

"Hoş bulduk Nehir teyze."

 

Gülümseyerek bende karşılık verdim.

 

"Hoş bulduk."

 

Kenara kayarak geçmemiz için kapıyı biraz daha açmıştı. Kenarda duran terlikleri verdikten sonra karşımda durarak baştan aşağıya hızlıca baktı.

 

"Gelemedik düğüne ama dedikleri kadar varmış hele..."

 

Gözleri şimdide Yavuz'un üzerindeydi.

 

"Ev zilam karê xwe dizane."

(Bu adam işini biliyor.)

 

Yanaklarım bir anda kızarırken, Kürtçeyi bildiğim gerçeğini de anlamıştı. Kıkır kıkır gülerek sıkıca sarıldı. Açıkçası bu kadar sıcak bir tanışma gerçekleştireceğimizi tahmin etmiyordum.

 

"Nehir ben, Vural'ın annesi."

 

Elimi tutan elinin üzerine diğer elimi de koyarak hızlıca yanıtladım.

 

"Evin, memnun oldum."

 

"Hoş geldiniz kardeşim."

 

Karşımızdaki merdivenden aşağıya inen kişi Vural'dı. Nehir teyze Yavuz'la da kucaklaştıktan sonra kenara koyduğumuz paketlerle mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere girmişti.

 

O sırada yanımıza yaklaşan Vural'da Yavuz'la sarılmış, bana da elini uzatmıştı. Sağ tarafımızda kalan salona girince tekli koltukta oturan adam karşılamıştı bizi.

 

"Yavuz Ağam?"

 

Adamın neşeli sesi beni güldürürken, Yavuz elini öperek sarılmıştı.

 

"Senin yanında ne ağası Mahir amcam?"

 

Yaşlı adam da onun takılmaları ile gülümserken gözleri kenarda duran beni bulmuştu.

 

"Gel bakalım kızım."

 

Elini öpüp başıma koyarak, kısaca bende sarıldım.

 

"Mahir ben, bu iki haytanın korkulu rüyası."

 

Açıkçası sevimli yüzü hiçte öyle korkuluymuş gibi durmuyordu.

 

"Evin bende, memnun oldum."

 

Boş olan koltuğa Yavuz'la yan yana otururken gözlerim de hızlıca evde dolaşmaya başlamıştı.

 

Evin içi fazlasıyla yuva hissiyatı veriyordu, çok güzeldi. Duvarlarda takılı olan çerçevelerin çoğunda olan çocukluk resimlerinin Vural'a ait olduğunu düşünüyordum.

 

"Hoş geldiniz."

 

Duyduğum sesle gözlerim kapıdan içeriye giren kızı bulmuştu. Suratındaki gülümseme ile bize bakıyordu.

 

"Hoş bulduk."

 

Aynı anda söylemiştik Yavuz'la. Pembe bir elbise giyinmişti üzerine, ve kahve saçlarını yukarıdan sıkı bir at kuyruğu yapmıştı.

 

"Bu da bizim güzeller güzeli kızımız Nevra."

 

Mahir amcanın sözleri genç kızın yüzünü kızartmaya yeterken, ben Vural'la hiç benzemediklerini farketmiştim.

 

"Kaç kardeşler?"

 

Yavuz'a dönerek sorduğum kısık sesli soruyla, dudağı hafifçe kıvrıldı. Ve sorumu yanıtlamak için biraz daha bana yaklaştı.

 

"Vural tek çocuk, bu kız Nehir sultanla Mahir amcanın gelin adayı olmalı."

 

Gözlerim yeniden kızı bulurken, Vural'la gerçekten de yakışacaklarını düşünüyordum. Salondaki diğer ikili koltuğa Vural'ın uzağına oturmasıyla gözleri kısa bir anlığına da yanındaki adama kaymıştı. Anladığım kadarıyla aralarında bir şeyler vardı. Çünkü Vural'ın da gözleri ara ara Nevra'yı buluyordu.

 

"Ne güzel yuva kurmuşsunuz, bizim oğlanın bu gidişle ancak turşusunu kuracağız biz."

 

Mahir amcanın yakarışıyla, Vural'ın bakışları babasını bulmuştu. Fazla konuşmuyordu ama somurtkan da değildi.

 

"Evlenmek isteyen kim Mahir Bey?"

 

"Sen evlenmeyince torun sevemiyoruz ki biz annem."

 

İçeriye girişiyle konuya dahil olan kişi Nehir teyzeydi. Mahir amcanın yanındaki diğer tekli koltuğa oturdu.

 

"Şöyle huyu huyuna, suyu suyuna, boyu boyuna denk gelmese de olur, güzeller güzeli birisi ile yuvanı kursan ya."

 

Gözleri her bir kelimesinde Nevra'ya kaymıştı. Ve genç kızın yüzü git gide daha da kızarıyordu.

 

"Nehir sultan haklı kardeşim."

 

Vural'ın gözleri hızlıca Yavuz'u buldu, huysuz bir çocuk gibi bakıyordu.

 

"Yok öyle haklı falan. Benim tek aşkım mesleğim, nokta."

 

Nehir teyze ona ayıplayan bakışlar atarken, gözlerini bize çevirmişti. Evliliğin nasıl gittiğine dair bir sürü soru sorarken, erkekler de kendi aralarında konuşmaya başlamıştı. Yemek için en son mutfağa geçmemizle Nevra'yla da resmî olarak tanışmış olmuştum.

 

Her ne kadar yeni tanışmış olsakta hareketleri samimi gelmişti.

 

"Senin adına sevindim, evlilik çok büyük bir sorumluluk."

 

Nasıl tanıştığımıza dair sorduğu soruya üstü kapalı bir şekilde cevap vermiştim. Ve sözlerimin bu hali bile onu şaşırtmaya yetmişti. Haksız da sayılmazdı aslında. En büyük şansım belki de böylesine riskli bir olayda karşımdaki kişinin Yavuz olması olmuştu.

 

"Bir kaç ay oldu evleneli. Yavaş yavaş ev halkına, yeni hayatıma ve Yavuz'a alışıyorum."

 

Servis tabaklarını dolaptan çıkartarak gülümsedi.

 

"Benim annemle babamda zorla evlendirilmiş... sevgisiz, saygı duyulmayan bir ailede büyüdüm. Ve bu gerçekten yıpratıcı. Umarım her zaman mutlu olursunuz."

 

Kısa süre benden uzaklaşan gözleri yeniden beni bulurken, çok konuştuğunu düşünerek suratına mahçup bir ifade yayılmıştı.

 

"Şey kusura bakma, ben böyle kaptırdım biraz. Yani tutamam pek dilimi, öyle çıkar gider ağzımdan bir anda."

 

Kafamı sallarken, önüme uzattığı tabakları elime almıştım.

 

"Olur mu hiç kusur falan. Sorun yok."

 

Ellerimizdeki tabaklarla salona girerek, masanın üzerine dizmeye başlamıştık. Nehir teyze herne kadar kalkmak istese de izin vermemiştik.

 

Diğer kalan şeyleri de hızlıca taşıdıktan sonra, herkes masanın etrafına dizilmeye başlamıştı. Vakit ilerledikçe edilen sohbette biraz daha derinleşiyordu.

 

"Mihrimah ne yapıyor?"

 

Nehir teyzenin sorusuyla beraber, Yavuz'un tek kaşı havalandı.

 

"En son nasıl gördüysen hala aynı, küçük bir çocuk."

 

Gülümseyerek, kolunu dürttüm. Abilik görevine burada bile devam ediyordu.

 

"Bu arada selamı var size hepsinin."

 

Araya girerek eklemiştim.

 

"Mihrimah kim?"

 

Nevra'nın meraklı bakışları beni bulurken, hemen yanıtlamıştım sorusunu.

 

"Yavuz'un kardeşi."

 

Kafasını salladı hızlıca. Buraya geldiğimiz andan beri dikkat ettiğim bir diğer detayda Nevra'yla Vural'ın tek kelime etmiyor oluşuydu.

 

"Nevra'm bir tanısan çok seversin. Aynı senin gibi cıvıl cıvıl bir kız."

 

Nehir teyzeye kocaman gülümseyerek, umarım diye mırıldanmıştı. Mahir amca Yavuz ve Vural'ın gençlik anılarını anlatırken yemek faslı da sonlanmıştı. Masanın üzerindeki her şeyi mutfağa taşıdıktan sonra Nevra ile birlikte ortalığı toplamak ve çay koymak üzere mutfağa geçmiştik.

 

"Bu arada yanlış anlamazsan eğer bir şey sormak istiyorum."

 

Kahve gözleri beni bulurken, konuşmamı beklediğini belirten bir bakış atmıştı.

 

"Vural ile aranızda bir sorun mu var?"

 

Gözleri kısaca kapıyı bulurken, konuşup konuşmamak arasında kalmış gibi duruyordu.

 

"Sana güvenebilirim değil mi?"

 

Sözleriyle gözlerim kısılırken bende kapıya kısa bir bakış atmıştım refleksle.

 

"Evet."

 

Elinin köpüğünü suyun altında arındırdıktan sonra kenara bıraktığı havluyla kurulamış, ardından da bana dönmüştü.

 

"10 gün falan olacak..."

 

Diyerek söze başladı. Vural'ın buraya geldiği zamanı söylüyor olmalıydı.

 

"Ben onu hep resimlerden ve ailesinin anılarından tanıdım. Yüz yüze geldiğimiz ilk an çok garip hissettim.... Bu hisler neyin nesi bilmiyorum ama daha önce böyle hissetmediğimden eminim."

 

Derin bir nefes alarak aldığı nefesi oflayarak şişen yanaklarının arasından bıraktı.

 

"Sinir oluyorum bu umursamaz tavırlarına ama hoşuma da gidiyor sanki. Bilmiyorum, her şey çok garip. Ve ben bu garipliği yaşamak istemiyorum."

 

Bir kez daha kapıyı kontrol etmişti.

 

"Neden, bir sebebi var mı?"

 

Sorumla beraber biraz bekledi. Gözleri ellerinde dolaştı, bir derdi vardı belliydi.

 

"Beni babam sevmedi Evin, elin adamı mı sevecek... bunu kendime yapamam."

 

Gözlerine yerleşen hüzünle nefes alamadığımı hissettim. Ben babamın sevgisini çok güzel hissetmiştim. Ve buna rağmen onları kaybedince sanki çocukluğumdan vazgeçmiştim.

 

Ama o... gerçekten ağırdı.

 

Düşününce bile kendimi kötü hissediyordum, ama o tüm akşam boyunca o kadar çok gülmüştü ki, sanki tüm hüzünlerini gülüşlerinin arkasına saklamıştı.

 

"Alışkınım başa sarmaya... hep sardım. Düştüm, kalkamadım. Daha da dibe battım. Kimse farkına varamadı. Herkes toz pembe bir hayat yaşadığımı düşünüyor. Yargılanmak, yarı yolda bırakılmak istemiyorum."

 

Titreyen ellerine elimi uzatarak, bana bakmasını sağladım. Gözlerine oturan hüznünün canını yaktığını biliyordum.

 

"Belki korktuğun gibi olmaz... bunu demek haddime değil belki ama senin düşmemen için ya elini uzatırsa? Her şey bitti sanıyordum ama karşıma en olmadık anda Yavuz çıktı. Hayatım kısacık bir sürenin içinde değişti resmen... çok tereddüt ettim, kendimi çok geri çektim. Ona şans vermek istemedim..."

 

Sözlerimi duymaya ihtiyacı varmış gibi devam etmem için kafasını salladı. Gülümsedim burukça.

 

"Bana unuttuğum, yaşamadığım anları yeniden yaşatmaya başladı... hayat sona geldiğini sararken başlıyor Nevra. Kendine bu şansı ver, aksi halde pişmanlığı içinde olacak."

 

Beklemediğim bir anda bana sıkıca sarıldı.

 

"Teşekkür ederim, dinlediğin ve yardımcı olmaya çalıştığın için."

 

Elinde kalan bir kaç tabağı da hızlıca sudan geçirip makineye dizmiş, ardından da normal konulardan konuşmaya devam ederken, demlediği çay için bardak hazırlamaya başlamıştı.

 

Aldığımız kurabiye ve pastanın yanı sıra Nehir teyzenin yapmış olduğu tatlı ve çörekler de servis tabaklarındaki yerini alırken, çaylarla beraber yeniden salona geçmiştik.

 

"Yarın kim götürecek seni şimdi Nevra?"

 

Mahir amcanın sorusuyla doldurduğu bardakları dağıtmaya başlamıştı Nevra.

 

"Tek giderim muhtemelen Mahir amca. Biliyorsun bizimkiler bilmiyor."

 

Son sözleri dudaklarının arasından biraz buruk çıkarken, Nehir teyze de üzgünce iç çekmişti.

 

"Ben geleyim seninle, Vural'ım da izinli zaten bizi götürür olmaz mı?"

 

Nevra'nın bakışları Vural'ı bulurken, kafasını olumsuzca sallamıştı. Vural ise daha tek kelime etmemişti.

 

"Gerek yok Nehir sultan. Ben hallederim, hem ilk defa gitmiyorum ya."

 

"Nehir teyzen haklı, ben geleyim olmadı?"

 

Mahir amcanın da içi rahat değildi anladığım kadarıyla. Gözlerim hepsinin üzerinde teker teker dolaşırken, Nevra detayları anlatmak istemiyor gibiydi.

 

"Bak yavrum içim hiç rahat değil böyle, hem Vural gelirse ters bir olayda müdahale ederdi."

 

Nehir teyzenin olayı biraz daha açmasıyla Vural'ın olaya olan yaklaşımı biraz daha değişmişti. Bardağını önündeki sehpaya bırakırken, gözleri ağırca Nevra'yı bulmuştu.

 

"Olay ne?"

 

Nevra kendisine yönelen sorudan kaçmak ister gibi Mahir amca ve Nehir teyzeye döndü. Ama onlarda bu durumu Vural'la paylaşmanın daha doğru olduğunu düşünüyor olacaklar ki tek kelime etmemeyi tercih etmişlerdi.

 

"Ayrıldığım iş yerine gideceğim, eşyalarımı almam lazım."

 

Sorunun nerede olduğunu anlamamış olacak ki biraz daha açması için devam et gibisinden kafasını salladı. O sırada hemen dibimde oturan bedenin sırtıma doğru uzattığı eli, saçlarımın ucuyla oynamaya başlamıştı.

 

Gözlerim sert çehresini bulurken, dudaklarını umursamadan saçlarımın arasına bastırdı.

 

Parmak uçları saçlarımın arasından omzuma temas ederken, dikkatimi toplamak fazla zordu. Dokunuşları hem aklımı hem de irademi fazlasıyla zorluyordu.

 

"İstifa etme sebebi patronuydu."

 

Diyerek dememesi gereken bir detayı daha ortaya atmıştı sanırım Nehir teyze.

 

"Adam akıllı anlatacak mısınız şunu."

 

Vural'ın sert sesiyle odanın içindeki atmosfer bir anda dağılırken, benim de dikkatim tamamıyla Nevra'ya yoğunlaşmıştı.

 

"Patronumla sorun yaşadım bu kadar."

 

Önündeki bardağı alarak bir yudum almıştı. Gerçekten de önemsiz bir şeymiş gibi davranmaya çalışıyordu.

 

"Şikayetçi oldun mu?"

 

"Hayır."

 

Aralarında geçen konuşma o kadar hızlıydı ki yetişemiyorduk.

 

"Daha detaylı konuşacağız bunu seninle Nevra."

 

Sert bakışlarını bir süre daha genç kızın üzerinde dolaştırdıktan sonra, önüne dönmüştü Vural.

 

Ardından da bu konu hiç açılmamış gibi kapanmış, sohbet kaldığı yerden devam etmişti.

 

 

 

~

 

 

 

Kendimi yatağın üzerine atarken, gözlerimi telefonla konuşan Yavuz'a çevirmiştim.

 

Buradaki ikinci günümüzdü. Dün gece oldukça geç bir saatte otele dönmüş, yorgun bir şekilde uyuyakalmıştık. Bu sabahta erkenden kalkıp kahvaltı yapmış ve odanın içindeki havuzda vakit geçirmek üzere hazırlanmıştık.

 

Yapacakları bir anlaşma hakkında ortaya çıkan pürüz yüzünden Yavuz'da sabahtan beri oldukça gergindi.

 

Gözlerim istemsizce sırt kaslarında dolaşırken, o her şeyden habersiz bir şekilde önünde durduğu balkon demirine yaslanmıştı.

 

Çıplak kumral bedeni güneş ışıklarıyla daha da parlarken, kahve tutamlarını havaya kaldırdığı eliyle geriye itelemişti. Bu esnada şişen kol kaslarından bihaber gibi duruyordu.

 

Adamı dikizliyorsun Evin...

 

Gerçekten de öyle yapıyordum. Utançla ellerimi yüzüme bastırırken, yattığım yerden de doğrulmuştum.

 

Bir süre daha süren görüşmesi en sonunda söylediği şeyleri yapmalarını emretmesi ile sonlanmıştı. Gözleri bir süre telefonun ekranından bir şeye bakarken, adımları odaya dönmüştü. Siyah şortu diz kapaklarının 2 karış kadar yukarısında bitiyordu.

 

Kısacası bedeninin büyük bir kısmı açıktaydı. Zihnimi de bu denli karıştıran detay muhtemelen buydu.

 

Yanımdaki komodine telefonunu bırakarak, ellerini şortunun cebine soktu.

 

"Hazır değil misin sen daha yavrum?"

 

Yatağın üzerinden kalkarak ellerimle üzerimde duran elbisenin eteklerini tuttum. Dizlerimde biten bu elbisenin altına giyindiğim mayoyu gelmeden önce Mihrimah'la gittiğimiz alışverişte almıştık. Daha önce bu kadar açık bir şey giyinmediğim için oldukça tereddüt ediyordum fakat bir yerden de kendimi aşmam gerekiyordu belki.

 

Siyah elbiseyi başımdan yukarıda çıkartırken, şimdi karşısında tamamıyla mayoyla kalmıştım.

 

Gözlerimde duran hareleri ağırca bedenime kayarken, aldığım nefesler soluk borumda tıkanıp kalıyor gibiydi.

 

Boynumda oyalanan bakışları ağırca göğüslerime kayarken, bir süre de orada oyalanmıştı.

 

Heyecanın sarmaladığı bedenim titrerken, belimden de kayarak kalçalarıma ve bacaklarıma bakmıştı uzun uzun. Bilerek yapıyordu sanki.

 

Biraz uzağımızda kalan aynadaki yansımam benim de gözüme ilişirken, aslında giyindiğim mayonun fazla da bakılacak bir tarafının olmadığından emin olmuştum. Üst kısmında ufak bir dekoltesi varken, ince askılı düz bir modeldi.

 

Anlaşılacağız üzere böylesine dikkatli bakmasını gerektirecek kadar açık bile değildi.

 

"Şey... havuz."

 

Heyecandan doğru kelimeleri bulup söyleyemezken, benim konuşmamla kendine gelmiş gibi gözlerini yeniden yüzüme çıkartmıştı. Eli kaşının kenarını kaşımak istercesine havalanırken, havuza kısa bir bakış attı.

 

"Havuz... evet."

 

Bileğimde duran tokayla saçımı gelişigüzel ensemde toplarken, onu takip ederek bende balkona çıktım. Kendimi şemsiyenin altındaki şezlonga bırakarak biraz uzanmaya karar vermiştim.

 

"Yanarsın öyle, krem sürelim gel."

 

Yavuz'un sesiyle gözlerim yanımdaki şezlongdan kalkan bedenini bulmuştu. Yattığım yerden kalkmamla arkamdaki boşluğa oturdu. Saçlarım toplu olduğu için omuzlarım ve sırtım da fazlasıyla görüş açısındaydı. Özellikle de izlerim.

 

Kendimi bir anlığına garip hissederken, hızlıca sırtıma kremi sürmesini istemiştim. Ama istediğim gibi olmamıştı. O kremi sürmeden önce bir süre beklemişti, biliyordum ki o esnada gözleri uzun uzun yara izlerinde dolaşmıştı. Ardından da gözlerini parmak uçları takip etmişti.

 

Yakıcı dokunuşları her bir yarayı iyileştirmek ister gibi tenimin üzerinde dolaşırken, kısa süre içinde de dudaklarını bastırmıştı.

 

Bana yine aynı şeyleri hissettiren dokunuşları kalbimi tekletirken, omzumdaki elleri de kollarımın üzerinden kayarak belime ulaşmıştı. Yaralarımın tüm ilacı onun iki dudağıydı sanki. Tenimde bıraktığı her bir mühür, yaralardan geriye kalan acı sızlamayı alıp götürüyor gibiydi.

 

"Aynı acıyı yaşatacağım onlara..."

 

Biliyordum.

 

En çok onun sözlerinin altının boş olmadığını, sözlerinin arkasında her an duracağını biliyordum ben.

 

"Artık acımıyor."

 

Zordu, ama yine de söylemiştim bunu. Acım sanki onun her bir dokunuşuyla, kendisinden geriye kalan kötü anılarını silip süpürüyordu. Ya da ben öyle olmasını umuyordum bilmiyordum.

 

Başımı geriye eğerek onun omzuna yaslanmamı sağladım.

 

Kafam omzundaki yerini alırken, belimde duran elini kaydırarak karnımın üzerine bastırmış, sırtımı da göğsüne yaslamıştı. Başını boyun girintime sokarak, dudaklarını tam nabzımın üzerine dokundurdu.

 

Dudakları her o noktaya dokunduğunda sanki bedenim büyükçe titriyordu.

 

"İzin vermem, artık kimse acıtamaz."

 

Dizlerimi karnıma doğru çekerek iyice arkamdaki bedenine yaslandım. İki yana açtığı bacaklarının arasında, göğsüne sinmiştim yine. Tek eli karnımın üzerinde dururken, diğer eli enseme dökülen saçlarımı seviyordu.

 

"Acıtmasın... gücüm kalmadı."

 

Göğsü inip kalktı, bedenimi sarmalayan parmak uçları biraz sıkılaştı.

 

Ona karşı artık daha açıktım. Gardım düşmüştü.

 

Savaşmam gereken şey o, ya da ona karşı içimde oluşan duygular değildi bunda emindim. Kollarının arasında biraz daha rahat edebileceğim pozisyona geçerken, gözlerimi kapatıp kokusunu solumaya başlamıştım.

 

 

 

~

 

 

 

Mihrimah'tan:

 

 

 

 

 

"Ay Havin, dur artık. Gülmekten çatlayacağım şimdi."

 

Gözümden akan yaşları silerken, aynı zamanda da yüzümü ellerimle yelliyordum. Hava sıcaktı, saatlerdir güldüğümüz için daha da yanıyordum.

 

"Aman be haklıyım işte, neden susayım."

 

Yanımdaki küçük yastığı elime alarak, ona fırlattım.

 

"Onu anladık zaten, bayılacağım gülmekten sus."

 

Daha fazla dayanamayarak o da benim gibi gülmeye başlamıştı. Dakikalar boyunca süren kahkahamız artık ciddi manada gözlerimizden akan yaşlarla sonlanmıştı. Birbirimize bakarak güldüğümüz her an, uzadıkça uzuyordu sanki.

 

"Hanımlar keyfiniz bol olsun."

 

Salona oldukça havalı bir şekilde giren Boran abimden başkası değildi. Açık saçlarımı bileğimdeki tokayla sıkıca bağlarken, onun bu tavrına aynı zamanda gülümsüyordum.

 

"Amin abiciğim amin, sen işte değil miydin yaa?"

 

Sorumla bana dönen gözleri, sus der gibiydi. Ama benim susmaya niyetim var mıydı? Kesinlikle hayır.

 

"Değildim güzelim değildim."

 

Bizim çaprazımızda duran tekli koltuğa otururken, gözleri de kaçamak bakışlarla Havin'e buluyordu.

 

"Hoş geldin Havin."

 

Gülmenin etkisiyle sersemleyen arkadaşım, çenesi yeteri kadar ağrımamış gibi gülümseyerek abime kısa bir bakış atmıştı. Havin'in hayatına elbette bir kaç kişi girmişti, ama iyi niyetini hepsi de suistimal etmişti. Benim aksime hakkını savunup, hesap soramazdı, bu yüzden hayatına girecek olan kişi abim bile olsa dikkatli olacaktım.

 

Havin'i bile isteye üzmeyeceğinden adım kadar emindim ama belki aralarındaki bu küçük şey sadece basit bir hoşlantıdan ibaretti.

 

Herne kadar bu konuyu açıp abimi sıkıştırsam da onun da üzülmesini istemezdim.

 

"Hoş buldum, Boran abi. Nasılsın?"

 

Boran abimin yüzünden pek fazla mimik oynamamıştı abi dediğini duyunca. Belki de gereksiz bir şekilde evham yapmış, olmayan şeylerin olduğunu düşünmüştüm.

 

"İyiyim Havin, iş falan aynı şeyler bizde. Asıl sizde haberler nasıl?"

 

Kıstığı gözleri şüpheyle ikimizin arasında hareket ederken, sorguya alındığımızın farkındaydım.

 

"Aaaa ne olacak biz de abi?"

 

Bana inanmadığını fazlasıysa belli ediyordu.

 

"Neler yoktur sizde ama neyse, bu sefer zorlamıyorum."

 

Biz Havin'le yeniden bir sohbetin içine karışırken, köşede duran abim kendi halinde susuyordu. Bir şeyler olmuştu sanki.

 

Meraklı tarafımı ikinci plana atarak, daha sonrasında bunu kendisine sormak için aklımın bir köşesine not etmiştim.

 

 

 

~

 

 

 

"Abi, al bakalım."

 

Elimdeki kahve fincanının tekini Boran abimin önüne bırakırken, diğerini de kendime alarak karşısındaki sandalyeye oturmuştum.

 

"Sağ ol küçük cadı."

 

Akşam serinliği kendisini belli ederken, biz bu mükemmel havanın tadını terasta çıkarmaya karar vermiştik.

 

"Bugün biraz sessizsin sanki?"

 

Sorumla manzarada olan gözleri beni bulurken, şaşırdığını görebiliyordum.

 

"Değilim, yorgunum sadece."

 

Bazen benim kardeşi olduğumu unutarak, inkar ediyordu. Ama böyle anlarda devreye giren kardeşlik bağlarını en dibine kadar hissettirdiğimi görünce de tüm detayları benimle paylaşıyordu.

 

"Abi."

 

Son harfini uzatarak, oyunbozan bir çocuk gibi kafamı sallıyordum.

 

"Yorucu bir gün geçirdim sadece Mihrimah. Yok bir şey."

 

Olay sandığımın aksine ciddi gibi duruyordu.

 

"Bizim yanımıza gelmenle bir alakası yok değil mi bunun?"

 

Havin'den bahsettiğimi anlamıştı. Kafasını salladı hayır manasında. Daha fazla üstelemeden, bardağımdaki kahveyi yudumlamaya başladım.

 

 

 

~

 

 

 

Evin'den:

 

 

 

 

 

"Kasma kendini fıstığım."

 

Kafamı onaylarcasına sallarken, kenarda taşın üzerinde duran ellerimi onun uzattığı ellerinin arasına bırakmıştım.

 

Havuz fazla derin değildi, fakat boyumdan dolayı ayaklarımın zemine basması demek, kesinlikle su yutmam demekti.

 

"Ben kenarda oturmaya devam edeyim bence."

 

Suyun yüzündeki bedenimi biraz daha kendisine çekerken, elini belime atarak aramızdaki mesafeyi azaltmıştı.

 

Ellerim omzunu bulurken, beline sardığım bacaklarımla bedenimi iyice yukarıya çektim.

 

"Yok öyle kenarda oturmak falan."

 

"Soğukmuş."

 

Ürperen bedenimle birazcık daha onun sıcaklığını hissetmek istercesine ellerimi omzuna sarmıştım. Ama bu hamlem onun açısından ne kadar mantıklıydı, orası tartışılırdı.

 

Kalçamın üzerinde duran ellerinin bir tanesini bacağıma kaldırırken, dudaklarını da omzuma bastırmıştı.

 

Dakikalarca suya alışmamı bekledi ve bende dakikalarca bundan yararlanarak, kollarının arasında kaldım.

 

Önümüzdeki bir kaç saati havuzun içinde geçirirken, akşam yemeği için otelden ayrılarak sahil kenarında bir restorana gitmiştik.

 

Geriye kalan 2 günümüz de aynı şekilde geçerken, İstanbul'un bir çok tarihi yerini gezip bol bol fotoğraf çekilmiştik. Söylendiği kadar büyük ve büyüleyici bir şehirdi burası. Bir de yanınızda değer verdiğiniz birisi olunca, her anınız daha da güzelleşiyordu.

 

 

 

~

 

 

 

1 hafta sonra:

 

 

 

 

Evdeki misafir telaşının hazırlıkları sonlanırken, kendimizi güzelce duş aldıktan sonra Mihrimah'la avludaki sedirin üzerine atmıştık.

 

"Ordu mu geliyor ne yapıyor bu eve anlamıyorum ki ben!"

 

Haksız sayılmazdı sözlerinde. Bir sürü yöresel yemek hazırlamış, üstüne de 3 tepsi baklava açmıştık. Kısacası yorgunduk.

 

"Bu arada yenge soracağım soracağım unutuyorum... yengenlerden haberin var mı?"

 

Sözleriyle bakışlarım onu bulurken, kaşlarımda istemsizce çatılmıştı.

 

"Hayır, bir şey mi oldu?"

 

Huzursuzca yerinde kıpırdanırken, çok beklemeden anlatmaya başlamıştı.

 

"Evden atılmışlar, çarşıda geçen bir kaç kişi konuşuyordu, oğulları borç almış falan dediler."

 

Alim borç alacak kadar cesur değildi, amcamdan korkardı. Ve yengem, o da amcamın dengesiz hallerinin hedefi olmamak için oğlunun karşısına dikilebilirdi.

 

"Senden bir şey isteyebilir miyim?"

 

Sorumla beraber bakışları bana kayan kız, hızlıca kafasını sallarken, belki de yapmamam gerekmesine rağmen yine de tüm cesaretimi toplayarak karar vermiştim.

 

Geçmişimden kaçmak çözüm değildi, ve bu zamana kadar da bir işe yaramamıştı.

 

"Mahalleye gitmem lazım benim, misafirler gelmeden işimi halledip dönmüş olurum. Beni idare edebilir misin?"

 

Tereddütte kaldığını belli eden bakışları bir süre yüzümde dolaşırken, kararımda emin olduğumu farkederek onaylamıştı.

 

"Tamam, ama dikkatli olacaksın yenge. Bak bir sorun çıkmasın."

 

"Merak etme."

 

Oturduğum yerden kalkarak hızlı adımlarla odaya çıkmış, çantamı ve telefonumu aldıktan sonra aynı şekilde konaktan ayrılmıştım.

 

Kapının önündeki korumaları es geçerek, sokakların arasına karıştığımda özgür olduğumu tüm iliklerime kadar hissedebiliyordum.

 

Dakikalarca yürüdüğüm yol, mahalleye girmemle son bulurken, göğsümdeki acı kendisini bana hatırlatmıştı.

 

Sanki evin orada olduğunu bilmek bile, acımı biraz daha kanatıyordu.

 

Karşı evin önünde oturan Nurbanu'nun gözleri benimle kesişirken, öfkeli bakışları düşmanıymışım gibi yeşillerimi bulmuştu.

 

Tüm mahalleye hakim olan ses sanki benim fark edilmemle sonlanmıştı.

 

"Vay, vay, vay... Evin Hanım sonunda buraların yolunu hatırlamış."

 

Kinayeli sesi beni fazlasıyla rahatsız ederken, attığım her adımda gözlerim mahallede dolaşıyordu. Her bir köşesinde gözyaşlarım saklıydı.

 

Camda ve kapıda duranların kendi aralarında başlayan fısıldaşmalarının konusunun kendim olduğunu bilirken, Nurbanu'yu görmezden gelerek, hayatımı kabusa çeviren eve yönelmiştim.

 

"İnsanları evinden ettikten sonra bir de yüzsüz gibi bakmaya gelmiş...."

 

Çaprazımızda bulunan evin balkonundaki kadının sesini kısık olmasına rağmen duyabilmiştim. Gözlerim irice açıldı ve yüzünü buldu.

 

Kendisini duymuş olmamı umursamadan, attığı memnuniyetsiz bakışların arasında gözlerini kaçırdı.

 

"Narin'in dediği kadar nankörmüş!"

 

Kapıda oturan bir başka kadın söylemişti bunu da.

 

Kalbimin atışı git gide hızlanırken, duyduğum sözleri sindirmeye çalışıyordum.

 

"Sessiz sakin bir şey sanıyorduk ama önce aşirete gelin gitti, sonrada milleti evinden etti!"

 

Zihnime düşen gerçekler kanımı dondururken, titreyen gözlerim karşımda oturan mahallenin yaşlı kadınlarından birisini bulmuştu.

 

İçimdeki yangını görmeden, zehir zemberek sözler ediyordu hepsi.

 

Beni tanımadan, yargılıyorlardı...

 

Sıkışan göğsüme elimi yaslarken gözlerimi de sıkı sıkı kapatmıştım. Ben bu sözleri hak etmiyordum.

 

"Sen herkesin karşısında dimdik duracaksın prensesim. Durmak zorundasın."

 

Babamın sesi düşmüştü ilk önce zihnime. Usul usul sızmıştı tüm benliğime. Sanki kapattığım gözlerim açıp, karşımdaki insanlara bakmamı istiyordu.

 

Yutkundum. Gözlerimi araladım.

 

"Bağır, çağır, kır, dök... ama susma. Çünkü bu en büyük ceza. Susma... hep konuş. Çünkü konuşmak en çok sana yakışıyor."

 

Ardından da Yavuz'un sözlerini anımsadım.

 

Dört tarafı kapalı bir kutunun içinde yaşamıştım yıllardır, ve beni bu kutunun içinden çekip alan kişi Yavuz'du.

 

Kendime güvenmem konusunda beni her daim cesaretlendiriyordu.

 

Gözlerimi karşımdaki insanların üzerinde gezdirirken, göğsümün üzerinde duran elimi de aşağıya indirdim.

 

Şimdi susma zamanı değildi.

 

Evin Şahmaran Karadağ olarak artık benim konuşmam gereken yerdeydik.

 

Söz bendeydi...

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Bölüm sonu düşüncelerinizi şuraya yazabilirsiniz 💞

 

• Yazarken çok zorlandım bu bölümde, bazı şeyler içime sinmedi 🥹 umarım hoşunuza girmişte sizin 💞

 

• Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

 

03/09/2022

simaara

Bölüm : 25.11.2024 18:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...