Güzel ve heyecanlı bir bölümle geldiğimi düşünüyorum. Bazı sahneleri yazarken yine zorlandım mesela.
Daha fazla bekletmeden sizleri bölümle baş başa bırakıyor ve keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada beklediğimi unutmayın 🕯
• • •
Bölüm Şarkıları: Güliz Ayla / Bahsetmem Lazım
"Tamam.
Yaşamak pek iç açıcı değil.
Ama sen varsın."
Bütün Şiirleri - Nazım Hikmet Ran
⚫️
Susmak zordu. Ama susturulmak...
İşte o zaman içinizde kalan umudun kırıntıları bile, günden güne tükeniyordu bir şekilde.
Hayat, planlarınızı veyahut hayallerinizi umursamıyordu.
Her gün biraz daha sabrediyor, yolun sonunda olduğuna inandığınız mutluluk için nefes almaya devam ediyordunuz.
Bir kaç ay öncesine kadar umutlarım tamamıyla tükenmişti benim.
Umutlanacağım bir şeylerin de karşıma çıkacağı inancı kalmamıştı içimde.
Peki ya şimdi?
Umutlarım yeniden kalbime köklerini salmıştı sanki. Çabalamam gereken en önemli şey kendimdim ve ben bugün burada, en çokta Yavuz'un sayesinde kendime söz hakkı verecektim. Bana kendi varlığımı hatırlatmıştı yeniden... hemde yıllar sonra.
"Siz beni tanıyor muydunuz?"
Sesimi duyan mahalleli halkının gözleri beni bulurken, ağırca attığım bir kaç adımla onlara yaklaştım.
"Bu dört duvarın içinde, benim neler çektiğimi biliyor muydunuz?"
Elimle kapının önünü işaret ettim.
"Siz sıcacık evlerinizde otururken, benim burada, titreye titreye ağladığımdan haberiniz oldu mu hiç?!"
Sessiz fısıldaşmalar kesilirken, ağlamak isteyen tarafımı göz ardı ederek sözlerime devam etmiştim.
"Her gün eziyet gördüğüm şu evde, hor görüldüm ben! Hemde bunu istemiyor olmama rağmen..."
Yaşını başını alan kadınlara attığım kısa bakışlardan sonra, dudaklarıma hüzünlü bir gülümseme oturmuştu.
"Siz o, 8 yaşındaki çocuğu oradan çekip almak istemediniz, sustunuz, görmediniz! Şimdi konuşmaya hakkınız yok! Özellikle de haberim olmayan bir konu hakkında!"
Gözlerim en önde duran Nurbanu'ya kaymıştı şimdide.
"Her şeye şahit oldun. Buna rağmen vicdanın sızlamadı senin. Şimdi burada üzülmüş gibi yapma!"
Yutkunarak, kendisinde olan gözlere umursamazca baktı.
"Saçma sapan konuşma. Yok benim bir şeyden haberim falan."
Kafamı yazık dercesine sallarken, karşımdaki kadınlara baktım teker teker, son kez.
"Ben size, nefretinizi hakedecek bir şey yapmadım. Böyle konuşamazsınız..."
Çantamı sıkı sıkıya tutarken, gözlerimin önüne yüzü düşen adama teşekkür etmeyi de aklımın bir köşesine not etmiştim.
"Madem hanımağa oldum, ona göre davranın bundan sonra. İyi günler."
Hepsine arkamı dönerken, içime dolan rahatlıkla attığım emin adımlarla yürümeye başlamıştım. Saçlarım ağır ağır dalgalanıyordu ve suratıma yayılan gülümsemenin en büyük sebebi Yavuz'du.
Elim istemsizce çantamın içindeki telefonuma uzanırken, parmaklarım hızlıca ekranın üzerinde gezinmiş, sesini duymak istediğim kişiyi bulmuştu.
Daha bir kez çalmıştı ki hemen aramamı yanıtladı.
"Güzelim?"
Kulaklarıma ulaşan sesi, içimi kıpır kıpır yaparken, yanımdan geçen insanların ağız dolusu gülümsüyor oluşumu garipsemelerini pekte umursamıyordum.
"Yavuz."
İsmi dudaklarımın arasından ağırca döküldü ve o derin bir soluk aldı.
"Bir şey mi oldu fıstığım, iyi misin?"
Attığım adımlar duraksarken, gözlerimi hızlıca etrafta gezdirdim.
"Evet bir şey oldu... ben sana teşekkür etmek için aradım."
Arka planda duyduğum bir kaç ses geride kalırken, onun daha sessiz bir yere geçtiğini anlamıştım.
"Ne oldu?"
Telaşlanmıştı.
"Eve geldiğinde anlatsam?"
Önümden geçen bir kaç kadın başlarıyla bana selam verirken, bende gülümseyerek onlara karşılık verdim.
"Tamam güzelliğim öyle olsun. İyisin sen değil mi?"
Sanki o görebilecekmiş gibi kafamı ağırca salladım.
"Hıhı, çok iyiyim."
Emindim ki kendisine teşekkür etme sebebimi fazlasıyla merak ediyordu.
"Neyse tutmayayım ben seni, kolay gelsin sana."
Sözlerimin hemen ardından boğuk sesiyle adımı zikretti ve tüm bedenim onun sesiyle titredi.
"Ah Evin ahh."
"Kapatayım mı?"
Onunla konuşurken küçük bir çocuk gibi ne yapmam gerektiğini asla bilemiyordum. Dengemi alt üst ediyordu resmen.
"Kapatma dersem kapatmayacak mısın güzelim?"
İçimi gıdıklayan sözcükleriyle yanaklarımın kızardığını hissederken, az önce durdurduğum adımlarımı da yeniden atmaya başlamıştım.
"Kapatıyorum o zaman."
Gülümsediğini işittim.
"Kapat yavrum kapat."
Ekrana dokunurken, aramayı da sonlandırmıştım. Karnımın ortasında uçuşan kelebeklerle beraber, az önce merakla geldiğim yolu şimdi kendimden emin adımlarla geçerek geri dönüyordum.
Üzülmüş müydüm?
Kesinlikle hayır. Çünkü üzülmemi hakedecek bir insan değildi onlar. Ama yine de bu hallerine mutlu olacak kadar vicdansız da değildim.
Şu an ki mutluluğumun tek sebebi, bir şeyleri dışarıya vurarak, inanların yüzüne haykırmış olmamdı. Ve bunu da bana yaptırmaya başaran kişinin, Yavuz'un olmasıydı.
~
"Eee bebek falan yok mu?"
Zümrüt Hanımın halasının kızı olduğunu öğrendiğim, onun yaşlarında olan alımlı kadınla gözlerimi diğerlerinden çekerek kendisine çevirmiştim.
Yaşına rağmen oldukça güzel bir yüze sahipti. Kafamı olumsuzca sallarken, odadaki bir kaç kişiyi şaşırtmayı göze alarak yeniden konuşmayı tercih etmişti bu kadın.
"Aman gençsiniz daha, gezin tozun, bolca birbirinizle vakit geçirin de sonra yaparsınız çocuğu. Biz zamanında evlenir evlenmez yaptık da ne oldu sanki?"
Zümrüt Hanım da kuzenine bakıp gülümserken, eleştirileceğimi düşünerek bedenimi sarmalayan telaş bir anda etkisini kaybetmişti.
"Sakin ol yengem, Bejna teyze korkacağın birisi değil. Tam tersine deli dolu bir şeydir."
Yanımdaki Mihrimah'ın sözleriyle içim rahatlarken, diğerlerinin ona attığı garip bakışları da yakalamıştım.
Saatler birbirini kovalarken, giderken ki halime nazaran daha keyifli oluşum Mihrimah'ın da gözünden kaçmamıştı.
"Bir şey olmadı değil mi orada yenge?"
Kafamı olumsuzca sallarken, merdivenleri de yan yana çıkmaya başlamıştık.
"Hayır, sadece söylemem gerektiğini düşündüğüm gerçekleri söyledim ve geldim."
Gözleri kısılırken, kocaman bir kahkaha attı.
"İyi yapmışsın, az bile onlara."
Bana arkasını dönüp el sallarken, çoktan odasına girdi ve suratıma yayılan gülümseme ile bende önünde durduğum odanın kapısını açarak içeriye girdim.
Araladığım kapıyı örtüp arkamı döndüğüm esnada, çoğu zaman olduğu gibi balkonun önünde heybetli bedeniyle dikilen adamı görmüştüm.
Kalbim tekledi.
O konuşmadan da bedenimi etkisi altına alabiliyordu artık ve bu hislerin büyüklüğünü kestiremediğim her an daha da korkutucu oluyordu sanki.
Duygularımı kontrol edemiyordum.
Benim geldiğimi çoktan anladığının bilincine varırken, cebine soktuğu elleriyle ağırca bana döndü. Gözleri hızlıca üzerimde dolaşırken, en son durağı gözlerim olmuştu. Bir süre neden tepkisizce durduğumu anlamak istiyormuş gibi suratıma bakarken, en sonunda kırptığı gözüyle ne oldu dercesine kafasını sallamıştı.
Önünde durduğum kapının yanından ayrılarak, yatağın üzerine oturarak, yönümü hala balkon kapısının önünde duran bedenine çevirdim.
"Sana bir şey söylemem gerekiyor."
Gözleri kısılırken, kapının yan tarafındaki koltuğa oturmuştu o da.
"Telefonda detaylı anlatmak istemedim açıkçası."
Sırtını oturduğu yere iyice yaslarken, sağ bacağını yayvan bir şekilde sol dizinin üzerine koymuş, koltuğun kolluk kısmına da sol elini yerleştirmişti.
"Dinliyorum fıstığım."
"Mahalleye gittim."
Bir tepki vermesini beklemiştim fakat o beklediğimin aksine sakindi.
"Olabilir."
Dudaklarından sadece bir kelime dökülürken, şaşkınca konuşmaya devam ettim.
"Amcamlar evden atılmış."
Yine tepkisiz kaldığını görürken, suratıma yayılan garip ifadeyi farkederek hiçte inandırıcı olmayacak bir şekilde mırıldanmıştı.
"Öyle mi olmuş?"
Ses tonu fazlaca garibime kaçarken, bu haline gülesim gelmişti. En başından beri bu işte parmağının olduğunu biliyordum, lafı dolandırması kesinlikle beklediğim bir şey değildi.
"Yavuz."
Dedim, u'ları uzatırken.
"Bilmiyormuş gibi yapma, başka bir şey demeye çalışıyorum şurada."
Koltuğun kenarındaki eli, kaşının kenarını kaşırken suçüstü yakalanmış gibi gözlerini kaçırdı.
"Ne diye öyle bakıyorsun o zaman kızım? Tepki göstereceksin sandım."
Ciddi bir şey konuşmayı düşünürken, şu anda konunun buraya gelmiş olması beni güldürmüştü. Kafamı sağa sola sallarken, onun kahveleri gülüşüme kaydı.
"Teşekkür ederim."
Dudaklarımdaki gülümseme ufak bir tebessüme dönüşürken, kucağımda duran ellerime düşürmüştüm bakışlarımı.
"Ben yıllar sonra ilk defa kendi sesimi duydum, kendimi dinledim."
Adem elması ağırca hareket ederken, yüzüme gözlerine yerleşen parıltılarla gururlu bir bakış atmıştı.
Acıma ortak olmuştu, ve şimdide mutluluğuma kucak açıyordu.
"Teşekkür edeceğin bir durum yok ortada Evin."
Bir insan konuştuğu için mutlu olur muydu bilmiyordum ama ben olmuştum.
İnsanların ne düşündüğünü umursamadan haykırmış olmaktan gurur duyuyordum.
Ve en çokta içine mahkum edildiğim sessizliği kırdığım için... mutluydum.
"Biliyordun."
Dedim, gözlerine bakarak. Kafasını salladı ağırca, inkar etmedi.
"Biliyordum, ama senden duymak daha güzel hissettirdi."
Düşünmeden yaptığım şeylere bir yenisi daha eklenmişti o an.
Oturduğum yatağın üzerinden kalkarak, yanına adımladım.
Farkına vararak, dizinin üzerinde duran bacağını indirdi, kendisine ulaşabilmem için bacaklarını iki yana açtı.
İri bedeni oturmasına rağmen, heybetinden bir şey kaybetmemişken, tam göğsüme denk gelen yüzüne kısa bir bakış atıp, heyecandan titreyen ellerimi boynuna sarmıştım.
Avuç içlerinin baskısını da saniyeler içinde belimde hissettim.
O ateşti.
Dokunduğu her yeri yakıyordu.
Ve ben ilk defa yanıyor olmaktan korkmuyordum.
Dakikalarca sarıldık ve ben dakikalarca burnumun yaslı olduğu boynundan yayılan o efsunlu kokuyu soludum.
Kontrolümü kaybetmekten korkarken bile, yine ben kendimi ona teslim etmiştim.
Farkında değildim...
~
Yağmur damlaları yeryüzüne her an biraz daha hızlı düşerken, orman yolunun tamamıyla sisle kaplanmış olması altımızdaki aracın durmasını sağlamıştı.
Gözlerim yanımdaki adamı bulurken, benim aksime havanın bu halinden hiç memnun olmamış gibi duruyordu. Kemerin kilidini açtım.
"Yağmuru sevmiyor musun?"
Sorumla beraber gözleri beni bulurken, belli belirsiz kafasını sallamıştı. Onun aksine ben çok severdim. Yani yıllar önce...
Şimdi seviyor muydum ama bilmiyordum.
Dakikalarca yağmurun altında koşturduğum zamanlar güzel birer anı olarak zihnime düşüyordu, seviyordum diyordum. Ama ardından yağmur tanelerini bedenimin her bir zerresinde hissederken, oturduğum beton zeminin üzerinde üşüyüp ağladığım kabuslara gidiyordum... hiç sevmemiştim aslında.
Bakışlarım birazcıkta olsa şiddetini azaltan yağmur damlalarını bulurken, bir saniye bile düşünmeden yanımda duran kapıyı açarak bedenimi arabadan dışarıya atmıştım.
O kadar hızlı bir şekilde yapmıştım ki bunu, yanımda oturan adam bir tepki dahi verememişti.
Adımlarım aracın ön kısmını bulurken, ellerimi iki yana açmış bir şekilde havaya kaldırdığım başımla gülümsüyordum.
Yağmuru güzel hatırlamak, sevdiğimi hissetmek istiyordum.
Yere düşen damlaların sesine, açıp kapanan aracın kapısının sesi karışırken, yanıma geleceğini adımlarından anladığım için gözlerimi açmamıştım. Küçük bir çocuk gibi kendi etrafımda dönmeye başladım, her bir damlayı vücudumda hissetmeye çalıştım.
Döndüm, döndüm, döndüm ve bedenim onun sert göğsüyle buluştu.
Sırtımı kaslı bedenine yasladı, ellerini karnımın üzerine sardı.
"Sevmediğin halde ıslandın."
Fısıltılı sesim onun duyacağı tondaydı. Erkeksi gülüşünü işittim, tüm bedenim titredi.
"Sevmedim demedim hiç."
Yağmurdan bahsetmemişti sanki. Ya da ben öyle anlamıştım.
Havada duran ellerimi, karnımın üzerinde duran ellerine yasladım.
"Ama sevdiğini de söylemedin."
Dudaklarımın arasından dökülen kelimelere engel olamazken, sırtımda hissettiğim bedeni beni biraz daha kendisine yaklaştırdı. Nefesim kesildi sandım.
"Bazen göstermek gerekir."
Aldığım derin nefesi ağırca bırakırken, kapalı duran gözlerimi araladım.
Saç diplerime kadar ıslanmıştım, yağmur damlaları üzerimdeki elbisede bir nokta dahi kuru yer bırakmamıştı.
Başımın üzerinde hissettiğim dudaklarıyla, kafamı omzumun üzerinde arkaya çevirdim. Koyu hareleri anında gözlerime kilitlendi.
Bedenimdeki elleri vücudumun alev alev yanmasını sağlarken, yüzüme yaklaşan yüzüyle nefesimde kesilmişti sanki.
Havaya kalkan eli çenemi kavradı ve oradan da boynuma ulaşarak, parmaklarıyla kafamı hafifçe eğmemi sağladı.
Karnımın üzerinde hala varlığını koruyan elini iki elimle sıkı sıkıya tutarken, dolgun dudaklarını soluklanmama fırsat dahi tanımadan dudaklarımın üzerine bastırmıştı.
Bir öpücük tüm her şeyimi tarumar edebilir miydi?
Etmişti.
Susuz kalmışım gibi dudaklarıma can vermişti.
Tensel bir dokunuştan daha çok, kalbimde varlığını hissettirmişti.
Hareket eden dudaklarıyla nefeslerim sıkılaşırken, karnımın üzerindeki elinden tutunarak, hızlıca bedenimi kendisine çevirdim.
Ellerimi ıslanan yüzüne yasladım, onun eli sıkıca belimi kavradı.
Islak kumaşın üzerinde hissettiğim parmakları, tenimi yakıyordu.
Yeteri kadar yakınımda değilmiş gibi ellerim daha çok ona tutunurken, beni çoktan kucağına almıştı.
Arkamızda duran aracın üzerine oturduğumu hissederken, ellerimi ıslak beyaz gömleğinin yapıştığı bedeninden esmer boynuna yaslayarak, omuzlarına kaydırdım.
Gömleğin ıslak ve soğuk kumaşının tersine, teni sıcaktı... sıcacıktı.
Dudağımda hissettiğim acıyla mırıldanırken, elbisemin eteklerini sıyırarak, elini bacaklarıma çıkarmıştı. Her an dokunuşu biraz daha artarken, olduğumuz yeri ve olduğumuz konumu tamamıyla kavrayamıyordum.
Sanki tehlikeli bir ortamda onunla yakınlaşmak, daha da cazip geliyordu.
Yetmeyen nefesimle kendimi geri çekerken, bıraktığı ısırıkla kafasını boynuma yaslamıştı.
Dudakları yakıcı öpücüklerini oraya da ardı ardına bırakırken, karşımdaki bedenini arsızca izlediğim için kızan tarafıma kulak asmıyordum.
Beyaz gömlek, neredeyse şeffaf bir kumaş gibi bedeninin tüm kıvrımlarını ortaya sermişti. Koyu saç tutamları suyun etkisiyle dağılmış ve bir kaçı da ahenkle alnına dökülmüştü.
Kaldırdığı yüzüne dönerken bakışlarım, koyulaşan gözlerindeki şehvet ele avuca gelecek haldeydi.
Boynunu sarmalayan damarın üzerindeki elimi hareket ettirerek, alnındaki saçlarını geriye yatırdım.
Göğsüm aldığım sık soluklardan dolayı hiddetle inip kalkıyordu.
Elbisemin altında duran elini hareket ettirmesiyle, bacağımın iç kısmında onu parmaklarının dokunuşunu hissetmeye başladım.
Boynundaki parmaklarım istemsizce kasıldı.
"Bir bakışınla ne hale geliyoruz görüyorsun değil mi?"
Gözlerim cümlesi bitene kadar dudaklarında dolaşmıştı.
Arsızlaşıyorsun hala!
Eli boynunda duran elime uzanırken, gözlerim elinin sırt kısmındaki şişkin damarlara takılmıştı.
Meraklı bir çocuk gibi, ona dokunmak isteyen benliğimi kontrol altında tutmaya çalışıyordum.
"Seni hissetmek istiyorum."
Kulaklarımı dolduran sesiyle gözlerim hızlıca gözlerini buldu.
Buna hazır mıydım?
Ya da daha fazlasını istiyor muydum?
~
Sırılsıklam olan kıyafetler ile eve geldikten sonra aldığım sıcak bir duşun ardından bastıran yorgunlukla bir süre uyumuştum. Gözlerimi açtığımda saat 11:30'ken odada hala tek olduğumu da farketmiştim.
Uyumadan önce Miraç abinin gelip, Yavuz'u çalışma odasında beklediğini duymuştum.
Esneyerek yattığım yataktan doğrulurken, dağılan saçımı yeniden güzelce bağladım. Yağmurun altında uzun süre kalmış olmamızdan olsa gerek, üzerimde hafif bir kırgınlık vardı.
Lavaboya girip ihtiyaçlarımı halledip, yüzüme soğuk su çarparak kısa sürede çıkmıştım. Konakta sessizlik hakimken, karnımın acıktığını hissederek adımlarımı doğrudan mutfağa yöneltmiştim.
Gözlerim ocağın üzerindeki ağzı kapalı tencerelerin hepsini kısaca incelerken, köşede duran cam kase dikkatimi çekmişti.
"Karnını doyurasın güzelce."
Bir anda duyduğum ses, yerimde sıçramamı sağlarken hızlıca arkamı dönmüş, Zümrüt Hanımla karşı karşıya gelmiştim. Anladığım kadarıyla o içli köfteler yine onun özel tarifiydi.
Kafamı sallayıp aldığım tabağa bir kaç tane koyarken ben, o da dolaptan çıkardığı cezvenin içine bir kaç ot atmaya başlamıştı.
"Yedikten sonra, bu çayı da içesin. Sırılsıklam olmuştunuz, hasta olursun."
Otoriter hali dudaklarımın kıvrılmasını sağlarken, bu hallerine alıştığımı da fark ediyordum.
"Tamam içerim, teşekkürler."
Saçlarının üzerindeki şalını düzelterek, masaya oturmam için ufak bir işaret verdi. Gözleri birazını doldurduğum tabağıma kayarken, yarı yolda elimden almış ve benim aksime diğer tenceredeki çeşitlerden de bolca koymuştu.
"Bitsinler."
Sanki ben küçük bir çocuktum ve o da zorla bir şeyler yemem konusunda başımda nöbet tutuyordu. Bu durum içimi sıcacık yaptı sebepsizce. Anne şefkatini öylesine çok özlemiştim ki...
Yemeğin yanına içmem için bir bardak su da verdikten sonra, ocağın başındaki çayı takip etmeye başlamıştı.
Dudaklarıma yerleşen gülümsemeyle beraber tabağımdaki yerken, sırf gönlü olsun diye doymama rağmen hepsini bitirmeye çalışmıştım.
Şişen karnımla beraber istemsizce derin nefesler alırken, cezvedeki çayın ateşini kapatarak çıkardığı iki kupaya dökmüştü.
"Yavuz'da gelir şimdi, ikinizde için hepsini. Yoksa yarın ağrıdan yerinizden kalkamazsınız."
Önüme koyduğu bardağın üzerindeki dumana bakarken, hafifçe kokladım ve ardından da üfleyerek ufak bir yudum aldım. O sırada vereceğim tepkiyi dikkatle izliyordu Zümrüt Hanım.
"Eline sağlık Zümrüt an..."
Dört harf, iki hece...
Ama dudaklarımın arasından çıkamadı.
Beklentiyle yüzüme bakan kadın için kendimi zorladım, fakat sanki o kelimeyi söylersem tüm büyü bozulacaktı.
Yeşillerim gözlerini bulurken, dudaklarımı da zorlukla kapatmıştım. Hafifçe titredi dudakları, elini omzuma koydu.
"Afiyet olsun."
Çabamı görmüştü, ve zorlandığımı görerekte beklemeden karşılık vermişti.
Elim omzundaki elinin üzerine giderken, mutfağa giren adım sesleriyle ikimizin de gözleri kapıyı bulmuştu.
Gelen kişi Yavuz'du.
Üzerinde banyodan sonra giyindiği siyah tişörtle, pantolonu vardı. Koyu tutamları da her zaman olduğu gibi asice dağılmış, bir kaçı da alnının üzerine dökülmüştü.
"Meşhur Zümrüt Sultan çayı yapılmış?"
Şüpheli sesiyle Zümrüt Hanım tezgahın üzerine bıraktığı diğer bardağı işaret etmişti ona.
"Bir damla bile kalmasın içinde."
Yavuz'un suratı memnuniyetsizce buruşurken, bu çayı sevmediğini anlamıştım.
"Çayı bile sevmiyorken, nasıl içeyim şu haltı anne?"
Her an terliğini eline alıp Yavuz'u avlunun içinde kovalayacakmış gibi bakıyordu Zümrüt Hanım. Komiğime giden durumla beraber gülümserken, avucumun içinde hissettiğim bardağın sıcaklığıyla bir yudum daha aldım. Aslında hoş bir tadı vardı.
"Hele onu yağmurun altında ıslanmadan önce düşünecektin! Seni anlarım da, şu kızın da aklını çelmişsin, için sıcak sıcak yoksa yarın görürsünüz."
Kim kimin aklını çelmişti işte orası tartışılırdı. Gülümsemem büyürken, karşımdaki sırıtan Yavuz'a dönmüştü bakışlarım.
"Karım sevmiş çayını, benimkini de içer işte."
Karım...
Tek kelimesiyle tüm bedenim titremişti sanki. Gözlerim hızlıca yüzünü bulurken, üzerimde bıraktığı etkinden memnun kaldığını açık açık belli etti.
"De hayde bitirin de yatın."
Yavuz'un yanından geçip giderken bitirmesine dair bir kaç şey daha söylemişti. Mutfakta baş başa kalmış olmamızla beraber yanımdaki boşluğa oturmuştu Yavuz.
"Keyfin yerinde bakıyorum da fıstığım."
Sıcak nefesi yüzüme çarparken, derince yutkunmuştum.
"Çayı içmelisin."
Gözleri işaret ettiğim bardağı bulurken, oyunbozan bir çocuk gibi cıkladı.
"Anneni duydun, hasta olma işte."
İttirdiğim kupaya kısa bir bakış atarken, gözlerindeki parıltıları anlamaya çalışıyordum aynı zamanda.
Fazla yakınımda olduğu için bakışlarının etkisini tüm bedenimde hissediyordum sanki.
"Yine aynı bakıyorsun."
Gözlerimi yüzünden kaçırırken, bardağın içindeki çaydan bir yudum almıştım.
Gülümsedi. Erkeksi kahkahası mutfağın dört duvarının arasında ahenkli bir şekilde yankılandı.
Kusursuz gibiydi sanki.
Dinlemekten sıkılmazdım.
Kalbimin atışının değiştiğini hissederken, parmak uçlarını elime uzatarak kupayı alıp masanın ortasına doğru itelemişti.
Yeşillerim ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken, bana fırsat dahi vermeden aynı eli çenemi kavrayarak yüzümü kendisine yaklaştırmıştı.
Dudaklarının sıcak baskısını, kendi dudaklarımda hissederken, saniyeler içinde tüm bedenimi hakimiyeti altına almıştı.
İçtiğim çaydan daha sıcaktı dudakları.
Ve böyle hareket ettiği her an zihnimi tarumar ediyor, kalbimin dört odacığını daha da zorluyordu.
Varlığı zihnime öylesine çok sızmıştı ki... kendi sesimi duyamıyordum.
Belime kayan eliyle beni oldukça hızlı bir şekilde yerimden kaldırırken, kucağına almıştı. Dudaklarımdan kopmayan dudaklarının büyüsüne kapılırken, tenimi batan sakallarının üzerine ellerimi yasladım.
Parmak uçlarımı usul usul teninde gezdirirken, çoktan mutfaktan çıkmış, merdivenleri tırmanmaya başlamıştı.
Şu anda birisinin bizi görecek olma ihtimali beni korkuturken, baskısından kurtulup bunu dile dahi getiremiyordum. Oldukça kısa bir süre içinde odamıza gelmişken, kapattığı kapının kilidini bir kezde çevirmişti.
Alt dudağıma bıraktığı bir ısırıkla, ıslak öpücükleri çeneme kaydı. Ellerim sıkıca omzuna tutunurken, belimdeki eli sıkılaşmış beklemediğim bir anda bedenimi kapattığı kapıya yaslamıştı.
Dokunuşları yüzümün her yerine izini bırakırken, en son boynuma yönelmişti. Şah damarımın üzerini uzun uzun öptü. Ve saniyeler önce dudaklarının arasındaki dudağımı, hunharca öpmemiş gibi, yeniden daha büyük istekle öperken, kapıdan ayırdığı sırtımla yatağa doğru yürümeye başladı.
Pek hafif olmayan bir şekilde bedenim yatakla buluşurken, iri bedeninin de üzerimdeki yerini alması uzun sürmemişti. Kaçmamdan korkuyormuş gibi, bir eli sıkıca bel boşluğumu kavrarken, diğer eliyle de yataktan destek alıyordu. Ve sağ bacağını da tam iki bacağımın arasına yaslamıştı.
Ellerim ensesine ulaşırken, bıraktığı ısırıkla beraber ağzımdan kaçan sesli haykırış, yine onun soluklarına karışmıştı sanki.
Ben ne yapıyordum?
Hiddetle inip kalkan göğsüm, onun sert göğsüne çarparken, belimde olduğunu hissettiğim eli, tehlikeli bir yavaşlıkla aşağıya inmeye başlamıştı.
Tükenen nefesimle beraber dudakları yavaşça dudaklarımın üzerinden uzaklaşırken, hala sıcak dokunuşlarını en ince ayrıntılarına kadar hissediyordum.
"Uzun süre sabrettim..."
Boynuma bıraktığı ıslak öpücüğün ardından çıkan fısıltılı sesiyle, dişleri tenimi sanki bana ceza vermek istiyormuşçasına arasında sıkıştırmış, ardından da sıcak diliyle üzerini yalayıp, yarım bıraktığı sözlerini tamamlamıştı.
"Emin ol buna değecek."
Gerilen elbisemin yakası aşağıya kayıp etimi sıkarken, göğüslerim de olduğunun dışında biraz daha dolgun gözükmeye başlamıştı. Kahve hareleri boynumdan kayıp ağırca orayla buluşurken, sakallarının batacağı kadar sert ve sıcak öpücükler bırakmıştı tenime.
Sağ eli elbisemin açılan eteğinden içeriye girip, bacağımdan baldırıma çıkarken, kasıklarımda hissettiğim sızlamayla, kendimi farkında olmadan tam dibimde hissettiğim bedenine bastırdım.
Suratım utançla yandı.
"Kapatma gözlerini güzelim, bak bana."
Dudaklarımın arasından belli belirsiz bir mırıltı çıkarken, aldığım sert soluklarla bedenim de havalanıyordu.
Parmak uçları beni çıldırtmak istercesine yavaş yavaş yukarıya tırmanırken, kasıklarımın hizasında durdu ve koyulaşan gözleri, aniden açtığım yeşillerime tutundu.
Bir kaç nefeslik uzağımda duran dudaklarına kasılan bedenimle bir anda uzanırken, dişlerini yeniden dudaklarımda hissetmiştim. Ve sıcak dili, ısırdığı her bir yerin üzerinde usulca dolaşıyordu.
Sanki bekledikçe daha da işler dayanılmaz hale geliyordu. Belimden tutup bedenimi hafifçe yerinden kaldırırken, kalçalarımın üzerine sıyrılan elbiseyi atik bir hareketle bedenimden sıyırıp atmıştı.
Gözleri üzerimdeki siyah çamaşır takımında bir süre gezinirken, en az elbise kadar sütyeni de hızlıca çıkarmayı becermişti.
İrileşen gözlerim, utançla kapanırken, soğuk çarşafın üzerindeki bedenim onun sıcaklığı ile adeta yanıp kavruluyordu.
Dudaklarını beni ne hale getireceğini düşünmeden, tam kalbimin üzerine kapattığında, ikinci defa inlemiştim. Ağzımdan aldığım büyük nefesler, sanki soluk borumda tıkanıp kalıyor, ciğerlerime yetmiyordu.
"O kadar narinsin ki... canını acıtmaktan korkuyorum."
Parmak uçlarım, kollarına uyguladığı baskıyı biraz arttırırken, dudaklarını yeniden dudaklarımın üzerine yasladı.
Yarı çıplak karşısında duruyordum resmen...
"Ya... yapamam. Durmalıyız..."
Korkuyla harmanlanan sesim titrerken, hissettiğim sıcaklığına rağmen bedenim kasılmıştı.
Saniyeler içinde işler nasıl bu raddeye gelmişti bilmiyordum. Ve bu bugün ikinci defa işlerin farkına varamadan hızlanışıydı.
Titreyen sesimle gözleri gözlerimi buldu ve, beklediğimin aksine sıcak dudaklarını göz kapaklarıma bastırarak rahatlamamı sağladı.
"İstemediğin hiç bir şey olmayacak güzelim... merak etme."
Dudakları ardından da alnıma bir buse bırakırken, üzerimdeki bedenini yatağın yan tarafına atarak, utançtan her yeri kızardığına inandığım bedenimi göğsüne çekmişti.
"Özür dilerim."
Sesim hala titremeye devam ederken, elimin altındaki kalp atışlarını hissediyordum. Çok hızlıydı.
"Şişşşt..."
Saç diplerimde dudaklarını hissettim. Az önce her ne kadar şehvetliyse dokunuşları, şimdi de bir o kadar masumdu.
"Özür dileyeceğin bir şey yok ortada. Zamanla alışacaksın her şeye."
Hafifçe yerinden doğrulmasıyla bakışlarım çıplak bedenime kayarken, yataktan kalkmak istemiştim ama beni durduran şey koluma sardığı eli olmuştu. Daha fazla utancımı hissettirmemek için gözlerini yüzümden çekmezken, ensesinden kavradığı siyah tişörtünü tek hamlede bedeninden sıyırıp, üzerime geçirmişti.
Sonrasında da tişörtün içinde kalan saçlarımı nazikçe çıkartıp sırtıma doğru itelerken, yeniden göğsüne çektiği bedenimle yatağa uzanmıştı.
Tek elim karnımın üzerindeki yorgandayken, diğer elimi göğsüne yaslamıştım yeniden.
"Hadi kapat gözlerini."
Fısıltılı sesiyle beraber gözlerimi kapatırken, sıcak bedeniyle çoktan uyku mahmurluğu etrafımı sarmıştı.
"Babamdan sonra hiç kimsenin göğsünde uyuyamadım ben."
Onun sesi gibi benimde sesim bir fısıltıdan ibaretti. Ama duyduğunu biliyordum.
"O günde... bana sarılmaya çalıştı."
"Anne... baba..."
Hissettiğim acıyla beraber kapanan gözlerimi aralamaya çalışıyordum. Arabanın içi, sanki bembeyaz dumanlarla kaplanmıştı.
"E... ev... evin... kı... kızım."
Babamın koltuktan geriye uzattığı eli görüş açıma girerken, kafamı kaldıramıyordum.
"Korkuyorum... çok korkuyorum."
Annem ses vermiyordu.
"Korkma prensesim... sen çok güçlüsün... sakın... sakın korkma."
Dakikalar sürmüştü konuşması...
Beklemiştim. Kafamı sallamaya çalıştım.
Korkmayacaktım... ama çok korkuyordum.
"Düz yolda gidiyorduk... nasıl oldu hala bilmiyorum."
Gözümden akan bir damla yaş onun sıcak göğsüyle buluşurken, belime doladığı kokuyla iyice kendisine çekmişti bedenimi.
Sanki benim akıttığım her damla, onu yakıyordu.
"Sonrasına dair ne hatırlıyorsun?"
Dudaklarımı bilmiyorum dercesine kıvırırken, gerçekten de zihnimin bu konuda boş olduğunun farkına varmıştım.
"Amcam evlerine götürmüştü beni, sürekli baş sağlığına geliyorlardı... ve yıllar sonra mezarlığa ziyarete gidişim."
Derin bir soluk alırken, parmak uçları saçlarımın arasına karışmaya başlamıştı.
Bölük pörçük anılar uçuşuyordu zihnimde sadece. Hatırlamak bana acıdan başka bir şey vermiyordu.
Gözlerimi sıkıca kapatarak kollarımı beline sardım.
"İyi geceler..."
Mırıltılı sesimle saçlarımın arasına bir öpücük daha bırakmıştı.
Onunla aramızda oluştuğunu hissettiğim bir bağ vardı. Ve bu bağa güvenmek istiyordum.
Dokunuşları, sözleri... öylesine şeyler olamayacak kadar özel hissettiriyordu.
Kısa sürede sıcaklığıyla kapanan gözlerim uykuya teslim olmuştu. Ve ben tüm gece boyunca rüyalarımda, bana uzattığı elini görmüştüm.
~
Mihrimah'tan:
Sırtımı yatak başlığına biraz daha yaslarken, telefonun ekranındaki parmağımı buruşturduğum suratımla kaydırıyordum.
10 güne yakındır yüzünü göremediğim adam, sosyal medyada fazlasıyla aktif olacak ki, resim paylaşmıştı.
Hemde kendisini daha yeni stalklamışken.
Takipte edebilirsin, stalk yapmak yerine.
O kadar da uzun boylu değildi. Büyüttüğüm görselden yüzünü incelerken, alttaki beğeni butonuna yanlışlıkla dokunduğumu saniyeler sonrasında fark edebilmiştim. Çünkü o sıralarda hala onu incelemekle meşguldüm.
"S**tir."
Zorlukla geri çektiğim beğeniyle, şaşkınca soluklandım.
"Aptal kafam! Salak mısın nesin, insan nasıl yanlışlıkla beğenir ki!!"
Avuç içimi alnıma çarparken, sıklaşan nefesimle kafamı yastığa yasladım. Damarlarımda akan adrenalin, tüm bedenimi etkisi altına almıştı resmen.
1 yeni mesaj isteği.
Mirzakduman sizi takip etmek istiyor.
İki bildirim ardı ardına ekranıma düşmüştü.
Heyecanla titreyen ellerim hemen mesaj isteğinin üzerine dokunurken, mesajı yazarken suratında ukala bir gülüşün olduğundan dahi emindim.
Mirzakduman: Bu saatte hesabımda geziniyorsun demek :)
12.30...
Salaktım gerçekten.
Hayır tabiki de, öyle önerilenlerde çıkınca girip bakayım dedim. Özellikle hesabını aramadım Mirza abi.
Birazcıkta o kudurabilirdi.
Mirzakduman: Biliyor musun keyfim yerinde ve senin inadıma söylediğin kelimelerle bozulmasına izin vermeyeceğim.
Abi ayağına yatarken her şey gayet iyiydi nede olsa... kendisi kaşınmıştı.
Daim olsun keyfin Mirza abiciğimm 🤝🏼
Ekrandaki yazıyor yazısı sürekli gidip gelirken, küfür etmemek için direndiğini tahmin edebiliyordum.
Mirzakduman: Dikkat ette abin ağlatmasın seni.
Gözlerim mesajı kesintisiz olarak bilmem kaçıncı kez okurken, sözlerinin altında yatan imayı anlamaya çalışıyordum.
Aklıma gelen ihtimaller hiç iç açıcı değildi, en azından şu anki konumumuza baktığımızda.
Mirzakduman: Hayırdır, sesin soluğun kesildi Mihri.
İnadıma yazdığı şeylerin üzerine, konuşabileceğime inanmış mıydı gerçekten de... tüm bedenim heyecanla kasım kasım kasılıyordu ve karnımın içini büyük bir kelebek ordusu istila ediyordu.
Ağlatmak isterken, ağlarsan :)
Sakindim.
Ona, onun gibi karşılık verecek, ardından da hiç bir şey yokmuş gibi kenara çekilecektim.
Tabi yaş aldıkça mesajları okumak ve yazmak vakit alıyor olsa gerek. İstersen yazana kadar ses at, kolaylık olur sana da 🙃
Ekranda olan gözlerim bir süre mesajların üzerinde dolaşırken, sesli mesajının bildirimini almıştım.
Ses isterken bile, birazcık ondan faydalanmıştım galiba. Suratımdaki meraklı ifadeyle hemen ses kaydını açarken, günlerdir duymadığım sesi usulca kulaklarımı doldurdu.
"Gece gece işleri sarpa sarmadan uyu Mihri, iyi geceler."
Alt dudağımı dişlerimin arasına alırken, yüzüme yayılan şapşal gülümsemeyle beraber ekrandaki parmaklarımı hareket ettirmiştim.
Sana da iyi geceler.
Az önce onaylamadığım isteğini kabul ederken, bende hesabını takibe almıştım. Bildirim paneline düşen kırmızı işaretin ardından, hesabımdaki tüm resimleri teker teker beğenmişti.
Ne yapmaya çalıştığını daha anlayamamıştım ama içimdeki duyguların her an biraz daha arttığını göz önünde bulundurduğumuzda hiç mantıklı değildi yaptıkları.
İmkansız olabilirdik.
Ve bunu benden daha çok o biliyordu...
~
Evin'den:
4 ay olmuştu bir Karadağ'lı olalı.
Zaman böylesine hızlı geçerken, günden güne aileye daha da alışıyordum. Ve en çokta Yavuz'a...
Her gece aynı yastığa baş koyup, sabah kollarının arasında güne uyanmak başlarda bana her ne kadar yabancı gelse de, şimdilerde benim için çok büyük bir mutluluk haline gelmişti.
Biten tabağımla, bardağın içindeki ayranı kafama diktim. Yine zorlanarakta olsa, önümdeki dolu tabağı bitirmeye çalışmıştım.
"Abi, senin böyle bir köşede sessizce oturmana alışık değiliz biz."
Mihrimah'ın sesiyle beraber hepimizin gözü Boran'ı bulurken, Boran hiç oralı olmamıştı.
Bir kaç gündür garip bir şekilde çok konuşmuyor, çekildiği köşede oturup kendi halinde düşünüyordu. Konuşmak istediğimiz anlarda da iyi olduğunu söyleyerek konuyu hızlıca dağıtmayı tercih ediyordu.
"Yakında çıkar kokusu, merak etmeyin."
Miraç abi, yanındaki kardeşinin ensesine hafif bir tokat atmıştı.
"Merak ederim ama ben... Boran abim... en sevdiğim abim... canı..."
Boran onun bu haline yarım ağız gülümserken, az önce abisinin onunla uğraşması gibi o da, kız kardeşinin saçlarını karıştırarak bu görevi üstlenmişti.
"Sizin işiniz gücünüz yok mu hiç, zaten eninde sonunda anlatacağım size. Sadece bir şeylerin netleşmesini bekliyorum."
Seçtiği sözleri söylerken bile dikkatli davranmıştı. Meraklanıyor olmamız hoşuna gitmiş gibiydi.
Onda olan bakışlarımı çeken şey, annesinin kucağındaki yeni yeni ek gıdaya başlayan, ve ağzına aldığı ufak çorba yudumunu püskürterek, kahkaha atan Aras olmuştu.
Zamanla değişen bir diğer şeyde onun minik bedeni olmuştu. Günden güne birazcık daha tombullaşıyordu.
"Ne yedin de attın dışarıya acaba?"
Berivan, küçük mendille dışarıya akıttığı çorbayı silerken aynı zamanda da onunla konuşuyordu.
"Büyüdükçe daha da fena oluyor aşkitom."
Berivan'ın yanında oturan Mihrimah, bir hala edasıyla yanaklarını sıkıştırdığı Aras'ı sulu sulu öperken, herkes gülüşüyordu. Aras ise, o durumundan oldukça memnun duruyordu.
"Halasının şekerparesi, tarla faresi, küçük civcivi, çirkin ördek yavr..."
"Düzgün sevsene şu çocuğu be kızım."
Suratını buruşturarak kardeşine kısa bir bakış atmıştı Miraç abi, fakat onun sözleri Mihrimah'ı durdurmaya yetmemişti. Berivan'ın kendisine uzattığı Aras'ı kucağına alarak daha da sesli severken aynı zamanda da mıncırmaya başlamıştı.
"Seni kıskanıyorlar koca koca adamlar küçük beyim."
Başlarda gülümseyen Aras halasının bıkmadan sevmeye devam etmesi üzerine bir yerden sonra homurdanmaya da başlamıştı. Öyle ki çıkardığı çığlıklar, ince sesi yüzünden kulak tırmalayacak cinstendi.
"Babası kılıklı çocuk. Al biraz da amcanın kucağında çığlık at."
Oturduğu yerden kalkarak, yanımda oturan Yavuz'un kucağına bırakmıştı bebeği. Sonrasında da gerisin geriye yerine oturmuştu.
Yavuz'un kucağına yerleşen Aras'ın gözleri beni bulurken, masanın kenarına uzattığı elini elimin arasına aldım.
"Çocuğun içini dışına çıkardın Mihrimah, tabi çığlık atar."
Yavuz'un sözleri beni daha da gülümsetirken, ellerinin arasındaki Aras'ın ona yaptığı şebeklikleri izliyordum.
Gerçekten izlenilecek kadar güzeldiler...
"Aras..."
Kısık sesimle tabaklara kayan gözleri gözlerimi bulurken, o küçücük olmasına rağmen insanları nasılda mutlu ediyordu. Duygularım sanki bu bebeğe bakınca, daha da açığa çıkıyor, birbirine giriyordu.
Benim korkularım yüzünden, Yavuz'un elinden belki de en çok istediği şeyi alacaktım?
Bunu yapmayı göze alacak kadar kalpsiz miydim peki?
Küçük parmakları, elimin üzerini sıkı sıkıya tutarken, biraz yakınımda duran alnına dudaklarımı bastırdım. Ve kendimi geriye çekemeden, benim kadar hafif bir dokunuşu, eğildiğim için Yavuz alnıma bırakmıştı.
Kaldırdığım gözlerim yüzünü bulurken, kahve hareleri fazla derin duygularla bakıyordu.
Karnım kasıldı... sadece tek bir bakışıyla.
"Evin yengeme bakarken gözlerinden kalp çıkıyor bu çocuğun."
Yavuz'un bakışları duyduğu sözlerle beraber benden kopup Aras'ı bulurken, şimdi ona hayranlıkla bakan kişi bendim.
Küçücük bir çocukla yaşadığı kıskançlık krizleri, hayatımda gördüğüm en komik ve sevimli şeylerden birisiydi resmen. Ve ben bu adamın bu hallerinin karşısında sakin kalmakta fazlasıyla zorlanıyordum.
~
2 gün sonra:
Aynadaki yansımama kısa bir bakış atarak, ıslak bedenimi giyindiğim bornozla kapatmıştım.
Yavuz'la aramızda yaşanan ani temaslar, günden güne biraz daha artıyordu. Ve artık işler daha da ciddi bir yere doğru ilerlemişti. Yanaklarım aklıma Yavuz'un gelmesiyle bile kızarırken, banyo kapısını açarak odaya girdim.
Yatağın üzerinde yatan bedeni elindeki telefonla uğraşıyordu ve kapının sesiyle gözlerini ekrandan kaldırmıştı.
Bakışlarımız kesişti, attığım adımlar garip bir şekilde duraksadı.
Her an durmak onun için zorlaşırken, içimdeki garip hislerle bile isteye bu şekilde karşısına çıkmıştım resmen.
Yatağın üzerinde yatan bedenini kaldırırken, çıplak ayaklarının zeminde bıraktığı sert seslerle, tam önümde durana kadar yürüdü.
Üst bedeni az önce duştan çıktığından olsa gerek, çıplaktı. Ve altında da siyah düz bir pijama vardı.
Parmak uçları nemli saçlarımın arasına karışırken, burnunu yaslayarak bir kaç derin soluk aldı. Her yakınıma girişinde yapıyordu bunu.
"Mis gibi..."
Havlunun ipini sıkı sıkıya tutan ellerimi, parmak uçları sarmalarken, saniyeler içinde kuşağın üzerinden belime kayan ellerini hissetmiştim.
Ya o bulduğu her fırsatı değerlendirecek kadar zekiydi, ya da ben onun karşısına bu şekilde çıktığım için çok aptaldım.
Karnım, yüzüme çarpan ferah nefesiyle sık sık kasılıyordu. Ve koyulaşan hareleri bana hiç iyi şeyler düşündürtmüyordu.
Günlerdir aklımda birbirini kovalayan düşünceler dolaşıp duruyordu.
Çok düşünmüştüm.
Özellikle de bir karar vermem gerektiğinin farkındaydım. Ebeveyn olmayı istemiyor olsam da, bu edindiğim bilgilere göre bana yakınlaşmasına engel değildi. Önlemimi aldığım takdirde her şeye izin verebilirdim.
Aylardır düşünüyordum ve bu süreçte farkettiğim en büyük şeylerden birisi de, en az onun kadar benim de duvarlarımı yıkmak istiyor oluşumdu.
Aldığım soluğu dışarıya bırakırken, kenarda duran ellerimi göğsüne yaslamıştım. Dokunuşumla beraber parmaklarımın altındaki bedeni kasıldı. Ciğerlerine çektiği derin nefesle göğsü havalandı.
Isırdığım dudağım sızlarken, kalbim hiddetle göğsüme çarpıyordu.
Fısıldadım.
Sesimin ona ulaşacağını biliyordum.
"İstiyorum..."
Yukarıya kalkan bakışlarım gözlerini bulurken, saniyeler içinde yaşanacak her şeyi göze aldığımı da belli etmiştim.
"Daha fazlasını istiyorum. Hazırım."
Bundan önce yaşadığımız her şeyden daha çok büyük bir heyecanın içine sürükleneceğimi asla düşünemezdim.
Hissettiğim dokunuşları hem sert, hemde sabırsızdı.
Yere basmakta zorlanan ayaklarımda derman kalmazken, kendimi kucağında bulmuştum.
Yatağa ilerlediğimizden eminken, her şey hem hızlı hemde bir o kadar yavaştı.
Üzerimden çekip aldığı havlu saniyeler içinde parkeyle buluşurken, sırtımda soğuk çarşafın varlığını hissetmiştim.
Rüyamda gördüğüm sahneden daha çok heyecan vericiydi.
Bedenimin üzerinde dolaşan arsız bakışları, tarifi imkansız duyguları her bir hücremde hissetmemi sağlarken, dudaklarıyla dudaklarımı istila etmeye başlamıştı.
"Çok güzelsin, bakmaya doyamayacağım kadar..."
Birisi tarafından beğenilmek miydi, yoksa özellikle onun tarafından beğenilmiş olmak mıydı yüreğimi böylesine hoplatan şey bilmiyordum.
Yüzüme bıraktığı öpücüklerin en sonuncusu gözlerim olurken, bel boşluğumda duran parmakları da ufak ufak hareket ediyordu.
"Aç gözlerini..."
Boğuk sesini duymamla anında kapattığım gözlerimi açmıştım.
Bedenime de aynı şekilde öpücüklerini bırakırken, gözlerini bir an bile gözlerimin içinden kaçırmamıştı.
Bilincimi ve irademi çoktan kaybetmiştim.
Odanın içindeki soluk seslerinin ardından yükselen iniltilerim, dakikalarca sürmüştü.
Bedenime sızan varlığı ile buluşurken, ağzımdan kaçan çığlıklarım onun dudaklarıyla kucaklanmıştı. Boşta duran eli de yüzüme yapışan saçlarımı geriye itip, yanağımı okşuyordu.
"Özür dilerim yavrum..."
Fazlasıyla yanan canımla, sözlerini dinlemeye çalıştım. Fakat bedenim ilk defa yaşadığı bu şey karşısında ne hissedeceğinden emin değildi.
Sağ gözümden akan yaş, onun parmaklarının arasına karışırken, kaşları çatıldı. Saatlerce hoyratça bedenimin her bir zerresini öpüp, ısırmıştı. Fakat şimdi canımın acıdığını düşünerek, gözlerindeki şehvet emareleri anında silinmişti.
"Canın yanıyor."
Saatlerce onun kollarının arasında kaldım, ve tüm kalbimde varlığını hissetmeye çalıştım.
Kabulleniyordum.
Kalbimin her an hızlanmasını sağlayan bu hislerin aşk olduğuna inanmıştım...
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨
• Bölüm sonunda bombayı patlattım ve kaçıyorum 💅🏼
• Son bir kaç bölümdür, olayları sıraya sokmakta zorlanıyorum 🥹🥹 bundan dolayı da yazma sürem uzuyor. Ek olarak uygulamada sorun yaşadım...
• Yeni bölümde bu durumu aşabilirim İnşallah <3
• Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
16/09/2022
simaara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.22k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |