26. Bölüm

26. Bölüm “ALBÜM”

sim
simaara

Uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıyor ve keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada beklediğimi unutmayın 🕯

 

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkıları: Erol Evgin / İşte Öyle Birşey

 

 

 

 

"Bir gülüşüne ,dört mevsim sığmış

Dışarı da şimdi zemheri kışmış

Kimin umurunda"

 

 

Hasretinden Prangalar Eskittim - Ahmed Arif

 

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

 

 

İnsanlar nelerle mutlu olurdu bilmiyordum ama her gün güneşin doğduğunu görmek, bence gerçek bir mutluluk sebebi olmalıydı.

 

Her şey gelip giderken, sanki o bizi bırakmayacak tek şeymiş gibi, her yeni günün sabahında, usulca içimizde doğuyordu.

 

Yeşillerimi kapatan göz kapaklarım, perdeden içeriye sızan ışıkla ince ince sızlarken, kıvrıldığını hissettiğim dudaklarımla, açtım.

 

Neredeyse gecenin sabaha karışacağı vakitte uyuyabilmiştim.

 

4 aydır bekleyen Yavuz, tüm gece boyunca bıkmadan, acele etmeden, ağır ağır yaşatmıştı bize bu anları.

 

Bedenimde hissettiğim biraz yorgunluk, birazcıkta gecenin etkilerini üzerimde taşırken, zorlukla yattığım yerden doğruldum.

 

Gözlerim odanın içinde dolaşırken, komodinin üzerindeki kahvaltı tepsisi beni karşılamıştı.

 

Hafifçe kayarak tepsiye uzanıp kucağıma aldım. O sırada gözlerimde duvardaki saati bulmuştu.

 

Tahmin ettiğim gibi neredeyse öğlen olmuştu, muhtemelen kendiside işe gitmişti.

 

Bakışlarım yeniden tepsiye kayarken, köşesinde duran küçük not kağıdı dikkatimi çekti. Elime alarak, rulo halindeki kağıdı açtım. Hemen altında da, iki tane hap duruyordu.

 

Anlaşmada sorun çıktığı için çıkmak zorunda kaldım fıstığım. Bunu okuduğuna göre uyanmışsın demektir. Tepsinin üzerindeki her şeyi bitirecek, ardından da sana bıraktığım ağrı kesiciyi, ağrın olduğu takdirde içeceksin.

 

İki tane hap vardı, bir tanesinin paketinden ağrı kesici olduğunu anlamıştım. Gözlerimi kutudan çekerken, yazının devamını okumaya başladım.

 

... bir şeylere kendini hala hazır hissetmediğini biliyorum. Dün gecenin etkilerini kaldırmak için, içebilirsin. Şimdi daha fazla oyalanma ve karnını doyur.

 

Göğsümde hissettiğim ağrıyla beraber gözlerimi sıkıca kapattım. Her an birisinin beni düşünüyor olmasına alışkın değildim ki ben.

 

İlacı açıp parmaklarımın arasına alırken, bir süre daha kafamın içindeki bu ikilemle, büyük bir sorumluluğun altına giremeyeceğimi biliyordum. Bir şeylerin yoluna girmesi için çabalayacaktım, ama zamana ihtiyacım vardı.

 

İlaç kutularını yanımdaki komodinin çekmesine bırakırken, tepsinin içindeki şeylerden yemeye başladım. Gitmesine rağmen, yediğimden emin olmak ister gibi not bırakıp, tepsi hazırlatmıştı.

 

Suratıma yayılan gülümsemeyle beraber, her şeyi bitirene kadar yedim. Akşamüstü bizim olduğunu söylediği eve, evimize gidecektik.

 

Yağmurun altında ıslandığımız gün gittiğimiz alışveriş merkezinde, her bir oda için eşya seçmiştik. O anlar fazlasıyla güzel ve eğlenceli geçmişti. Onunla sadece ikimizin olacağı bir evin içini dizayn etmek, hayallere bile sığamayacak kadar güzeldi belki de.

 

Biten tepsiyi kenara bırakırken, yatağı toplayıp üzerimi değiştirerek odadan ayrılmıştım.

 

"Geliyorum ben şimdi, evden çıkacağım."

 

Avlunun ortasındaki hazırlanmış Mihrimah merdivendeki varlığımı hissedip bana dönerken, kulağına kaldırdığı telefonu da kapatarak çantasına koymuştu.

 

"Günaydın yengeciğim."

 

Suratındaki gülümseme beni kuşkulandırırken, aklında gezinen düşünceleri de merak etmeye başlamıştım. Bu saatte elimde tepsiyle odadan çıkıyor olmam, akıllara iyi şeyler getirmiyordu muhtemelen.

 

"Günaydın."

 

Dedim, yanmaya başlayan yüzümle. Ellerini giyindiği kırmızı eteğin kenarlarına götürürken bir tur etrafında dönmüştü.

 

"Arkadaşımla buluşacağım ama birazcık abartı mı olmuş sence?"

 

Kısa kollu siyah bluzunun altındaki etek, dizlerinin üzerinde bitiyordu. Saçları her zamanki gibi açıktı, ve ayakkabı tercihi de siyah bacaklarının alt kısmında çapraz olarak bağladığı topuklu sandaletinden yana kullanmıştı.

 

"Bence gayet şıksın, abartı gibi durmuyor."

 

Rahatlamış gibi bir soluk verirken, siyah çantasını koluna astı.

 

"Bir an tereddüt ettim, çok sağ ol."

 

Gülümseyerek rica ettim.

 

"O zaman ben çıkayım."

 

Arkadaşıyla buluşmak için ya fazla heyecanlıydı, ya da sakladığı bir şey vardı.

 

"Arkadaşınla buluşacağın için çok heyecanlısın sanırım?"

 

Sorumla beraber gözleri kapıdan beni bulurken, sorumu beklemediğini de bakışlarıyla ele vermişti.

 

"Ben buna cevap vermesem..."

 

Gülümsedim.

 

"Gelince anlatırsan olabilir."

 

Kafasını sallayarak, hafif hafif yanaklarına vurdu.

 

"Nasıl anladın ki sen, yüzüm falan mı kızardı ne oldu?"

 

Elimdeki tepsiyle beraber mutfak kısmına dönerken, şaşkın tepkilerine karşılık olarak omuz sallamıştım.

 

Tamda tahmin ettiğim gibiydi.

 

Ama bu olayın içine dahil olan adamı, Karadağ'lı erkekleri pek sıcak karşılar mıydı bilmiyordum...

 

 

 

~

 

 

 

"Burada 5 yaşındaydı Yavuz, baksana nasıl da kızarmış koşmaktan."

 

Zümrüt Hanımın daha öncesinde denk gelmediğim kahkahası, salonun duvarlarına çarparken, fotoğrafın üzerindeki parmaklarını Yavuz'un suratında hareket ettirmişti ağırca.

 

"Kurê nerazî."

-yaramaz çocuk-

 

Sözleri beni de gülümsetirken, bir diğer resmi göstermişti.

 

"Mihrimah burada 20 günlük daha, sürekli uyuyor diye Boran değiştirin bunu demişti. O yüzden ağlıyor, Miraç'ta en olgunları ya, sarılmış susturmaya çalışıyor..."

 

En köşedeki Yavuz'u işaret ediyordu şimdi de parmağı.

 

"Heja dâye kahve içmesine kızmış, suratı o yüzden asık."

 

13 yaşındayken bile, kahveye düşkündü demek ki. Bu hali gözüme oldukça sevimli gelirken, bakışlarım diğer resme kaydı. Mümtaz Ağa, yanındaki karısının omzuna koyduğu eliyle bir şeyler anlatıyordu. Ve şimdiki hallerine nazaran oldukça genç zamanlarına aitti bu fotoğraf. Belki çekildiklerinin bile farkında değillerdi.

 

"Kameralar yeni çıkmış, bizimkiler tutturdu baba al diye. Burada da bizi bahçede yakalamış çekmişler..."

 

Gözlerim yüzünü bulurken, zümrütlerinin dolduğunu görmüştüm.

 

"Miraç'ım büyüyüp evlendi, baba oldu. Yavuz'um da yuvasını kurdu, Boran'ımın da yakındır. Mihrimah ise... küçük cadım, o da bir gün bu yuvadan uçacak. Zaman çok hızlı geçmiş."

 

Kafamı sallarken, benim de gözlerim dolmuştu. Haklıydı. Zaman çok hızlı geçmişti. Annemle babamın peşimden koştuğu zamanlar, öylesine hızlı geçip gitmişti ki, bazenleri gerçekliklerinden bile emin olamıyordum.

 

"Fotoğraflar çok değerli bana göre..."

 

Gözleri beni buldu, konuşmamı bekliyordu.

 

"Geride kalan her bir anın, yaşandığını kanıtlayıp, ufacıkta olsa o anları anımsatıyor."

 

Burukça gülümserken, bakışlarım ellerime kaydı.

 

"Unutmak istemediğim çoğu anı, zihnimden silinmiş gibi hissediyorum bazenleri. Ama bana tüm bu anların gerçekliğini hatırlatmaya, tek bir kare yetiyor."

 

Albümlerin üzerinde duran eli hareketlenirken, tebessüm etti.

 

"Getir, bakalım senin anılarına da."

 

Kafamı sallayarak kalktığım koltuktan, hızlı adımlarla uzaklaşıp odaya çıkmıştım.

 

Zarar gelmesini istemediğim için küçük bir kutunun içinde sakladığım tek bir resim karesi karşıma çıkarken, görüş açıma giren yüzleri gülümsememi sağlamıştı.

 

Göğsüme bastırdığım resimle yeniden salona gelirken, Zümrüt Hanımın uzattığı eline bırakmıştım resmi.

 

Uzun uzun baktı, gözleri bir süre annemle babamda, bir sürede bende dolanmıştı.

 

"Kaç yaşındaydın burada?"

 

"6 sanırım."

 

Diyerek cevap vermiştim. O günü az buçuk hatırlıyordum ve onunla da paylaşmak istediğim için kapattığım dudaklarımı yeniden aralamıştım.

 

"Babamın bir arkadaşına aitti makine, bize gelmişti. Bende çok merak edince, benim için istersem fotoğraf çekebileceğini söylemişti."

 

Gözlerim fotoğrafı bulurken, küçük ellerimi yanımda oturan ikilinin sıkıca boynuna sardığım anı anımsamıştım.

 

"Kocaman gülümseyerek, sarıl demişti bana... elimde kalan tek şey bu."

 

Yanağımın üzerine kayan bir damla yaşla beraber, titreyen dudaklarımı kapattım. Onları güzel hatırlıyor olsam da özlüyordum...

 

Zümrüt Hanım kucağımda duran elimi, eliyle kapatırken, dikkatimi kendisine vermiştim.

 

"Sevdiğimiz insanlar istemesekte, bir şekilde hayatımızdan çıkıyor. Ama asıl önemli olan şey, onları güzel hatırlamak..."

 

Yaşlı gözlerim yüzünü buldu. Gülümsedi.

 

"Bak ne güzel yetiştirmişler seni. Kendi kendini büyütmüş, kol kanat germişsin. Allah razı olsun ikisinden de."

 

Sözleri benim için çok büyük anlamlar ifade ediyordu. Onun da hüzün çöken bakışlarını, açtığı kolları takip etmişti.

 

Kafam göğsüne yaslanırken, yıllar sonra saçlarımda bir annenin elleri gezinmeye başlamıştı. Dudaklarımın arasından kopup gelen hıçkırık, odada yankılanırken, ellerimi bende ona sarmıştım.

 

"Çok özlüyorum..."

 

Derin bir soluk aldı.

 

"Bir gün özlem gidereceğiz."

 

Kollarının arasında dakikalarca ağlamıştım. Küçük bir çocuk gibi, hissettiğim sıcak duygulardan kopmayı hiç istemiyordum.

 

Göğsüme oturan acıyla beraber kendimi geri çekerken, onunda kızaran gözleri görüş açıma girmişti. Ve o gözlerde gördüğüm acı, benim hissettiğim acıyla aynıydı. Ruhum, iki elin arasında hiç acımadan sıkılarak, avuçlandı sanki.

 

Titreyen ellerimi, şimdi ben eline uzatmıştım.

 

"Peki ya siz?"

 

Gözlerimden kopan gözleri karşımızdaki duvarı bulurken, dudaklarına hüzünlü bir gülümseme oturmuştu.

 

"Annemin kızıydım ben bir tek..."

 

Parmağındaki yüzüklerden bir tanesine kaydı gözü, ondan geriye kalan tek şey buymuş gibi uzun uzun baktı.

 

"Gözlerini kapattı ve ben o evden yaka paça atıldım."

 

Gözlerinden akmak isteyen her bir damlayla savaşıyor gibi, dimdik duruyordu.

 

"Tek kaldım, ya da tek kaldığımı sandım... tek değilmişim."

 

Tek değildi.

 

Kocaman ve sevgiyle bir araya getirdiği bir ailesi vardı. Gülümsemeye çalışırken, yeniden gözleri beni bulmuştu.

 

"Sende tek değilsin, biz varız. Annen gibi hissettiremem sana belki ama en az annen kadar arkanda durup, severim seni de kızım."

 

Hayatın nasıl bir şey olduğunu günden güne daha iyi anlıyordum ben.

 

Upuzun, çetrefilli bir yoldan ibaretti.

 

Her saniyemiz bile değerliydi.

 

Sizin son olduğunu düşündüğünüz her an, yeni bir başlangıcın kapısını aralıyordu.

 

Aldığı insanların yerini, doldurmayı isteyen kişileri de hayatınıza dahil ediyordu.

 

Yalnız olduğunuzu hissettiğiniz her an, yanıbaşınızda size bir omuz sunuyordu.

 

İçime ağır gelmesinden korkarken, aslında tam tersine bana farklı bir huzuru tattırmıştı, dilimden dökülen kelimeler.

 

"Zümrüt anne... iyi ki yollarımız kesişti."

 

Sol elimde hissettiğim elle, sağ elimde de annemin tutuşunu hissettim.

 

Bana sanki gözüm arkada değil demiş gibiydi.

 

Yarım bıraktığı yeri, bir başkasının tamamlamasına izin vermemi istemişti.

 

Yıllardır dilime ağır gelen kelime, ruhuma sızan hissiyatıyla, hafifledi.

 

Annem beni asla yalnız bırakmamıştı.... Bırakamazdı.

 

Kıyamazdı ki.

 

 

~

 

 

Kapının önündeki adamlar kendi halinde bir şey konuşup gülüşürken, Yavuz'un da dikkatinin onlarda olduğunu görmüştüm.

 

"İyi akşamlar yenge."

 

Geldiğimi farkeden ilk kişi Akif olmuştu.

 

"İyi akşamlar."

 

Diyerek tamamen konaktan çıktım. Hava kararmaya başlamıştı yavaş yavaş.

 

"Burası sizde."

 

Aldıkları komutla hepsi onay verirken, gözleri bana dönen adamla yanımızdaki aracına binmiştim. Bir kaç saniye içinde o da kendi yerine oturarak, motoru çalıştırmıştı.

 

"Güzelim?"

 

Emniyet kemerini takarak, kafamı ona çevirdim. Yorucu bir gün geçirdiği, ifadesinden fazlasıyla belli oluyordu. Ve yaşadığımız anlardan sonra onunla yüz yüze gelmek bile çok garipken, konuşamamıştım.

 

Dizimin üzerinde duran elimi, elinin arasına aldı, ve sıcak dudaklarını uzun sayılacak bir süre tenime bastırdı.

 

"Kızardın yine."

 

Keyifliydi sesi.

 

"Hayır, kızarmadım."

 

Koltukta hafifçe yan dönerek yüzünü daha iyi bir açıyla göreceğim şekilde konumlandırdım kendimi.

 

"Sabah duymadım gittiğini."

 

Yolda olan kahveleri kısa bir anlığına yüzümü bulurken, dudakları da aralandı.

 

"Uyandırmak istemedim seni..."

 

Bakışları yeniden yolu bulurken, gülüşünü de işitmiştim.

 

"Sabaha kadar uyuyamadın zaten, dinlenmen gerekiyordu."

 

Elimin üzerindeki parmakları hareketlenirken, gözlerimin önüne düşen anlarla beraber karnım kasılmıştı.

 

Yeniden eski şekilde önüme dönerken, elimi dizine bıraktı ve radyoya uzanarak bir kaç yere dokundu.

 

Ve arabanın içini, beni her duyduğumda farklı hislerin içine sürekleyen o şarkı doldurdu.

 

Görünce aşık oldum gözlerine, tutuldum

 

Dudaklarım kontrolümün dışında kıvrılırken, dizindeki elimi yeniden elinin arasına aldı.

 

Alem ne derse desin kız ben sana vuruldum

 

Bir gördüm aşık oldum gözlerine tutuldum

 

Alem ne derse desin le ben sana vuruldum

 

Bir şarkı ile başlamıştı duygularım belki de... yine bir şarkı ile bazı şeyler daha da anlam kazanıyordu.

 

"Mardinli güzel yarim..."

 

Ve sonra onun, efsunlu sesi karıştı şarkıya. Varla yok arasında duyduğum tını, içime işledi.

 

"...inan sana hayranım. Uğruna feda olsun varım yoğum bu canım..."

 

Durmadı, durmadığı gibi gözlerini de kısa bir anlığına gözlerime çevirmişti.

 

Sesinin tonunun güzel olduğunu biliyordum fakat şarkı söyleyecek kadar iyi seviyede olduğunu, tam da o an anlamıştım. İki göğsümün ortasındaki hareketlenen kelebeklerle, damarlarımda akan kanın hızıyla bile oynamıştı sanki.

 

Duruşundaki ağırlığı tamda yerinde duruyor, yüzünde tek mimik dahi oynamıyordu.

 

Bir insan her anında aynı hisleri yaşattırabilir miydi?

 

Artık bu soruya bir cevabım vardı benim.

 

Ben Yavuz gülerken de, konuşurken de, susarken de, aynı hislerin içinde buluyordum kendimi.

 

Dudaklarının arasındaki kısık sesli mırıltısına devam ederken, çoktan evimize gelmiştik.

 

Eşyalar gelmeden önce bir temizlik ekibi tutmuş, eşyaları da yerleştirmeleri için adamları ayarlamıştı.

 

Önünde durduğumuz kapıyla cebinden çıkardığı anahtarı elime uzattı ardından da elimin etrafına kendi elini sardı. Kaldırdığım kafamla yüzüne baktığımda, ikimizin de gözünde de aynı ifade vardı.

 

Kapının deliğine soktuğumuz anahtarı bir defa çevirirken, kapı geriye doğru açılmıştı.

 

Aynı anda içeriye sağ ayağımızla girerken, kıpırdamayan dudaklarımın arasından dua ediyordum.

 

Burası bizim yuvamız olacaktı...

 

Geçen seferkine göre evin içi şimdi düzenliydi.

 

Yavuz'la beraber seçtiğimiz her bir mobilya olması gereken yere yerleştirilmiş, tüm köşelere minik aksesuarlar konulmuştu.

 

"Çok güzel olmuş..."

 

Etrafımda dönerken gözlerim hala etrafta dolaşıyordu.

 

Biraz uzağımda duran bedeni bana yaklaşırken, saniyeler içinde arkamdaki yerini alarak ellerini karnımda birleştirip, başını kafama yaslamıştı.

 

Gözlerim kenardaki yüksek konsolun üzerindeki boş çerçevelere kayarken, bende ellerimi ellerinin üzerine bıraktım.

 

"Hepsi, birbirinden güzel anılarla dolacak."

 

Dudaklarım kıvrıldı. Haklıydı. Bir sürü anımız olacaktı.

 

"Dolacak değil mi?"

 

Sıcak dudakları saçlarımın üzerine dokundu.

 

"Dolacak güzelim."

 

Söylediği sözlerin altının dolu olduğunu biliyordum. İçime tohumlarını atan umudun, bir gün kocaman çınara dönüştüğünde, biz yine yan yana kalalım istiyordum.

 

Benim ihtiyacım olan şey, tüm şartlar altında ona kendimi teslim edecek kadar güvenmek isteyişimdi.

 

Ayakta duran bedenlerimizi yönlendirmesiyle beraber üçlü koltuğun önüne getirmiş ve oturmamızı sağlamıştı. Onun sırtı koltuğa yaslanırken, benim de sırtım yan durduğum için onun göğsüne yaslanıyordu.

 

Kafamı omzuna doğru bırakıp, gözlerimi kapattım.

 

Yuva demek dört duvardan mı ibaretti sadece, yoksa bana bu hissi yaşattıran, sırtımı yasladığım beden miydi?

 

"Konaktan ayrıldığımızda... zor olmayacak mı?"

 

Demek istediğim şeyi anlamıştı ve ona göre cevap verdi.

 

"Biz gideriz, onlar gelirler. Niye zor olsun?"

 

Bilmiyorum dercesine omzumu sallarken, tam olarak bir cevapta bulamamıştım. Belki de kalbime dokunduğunu hissettiğim insanlardan ayrılacakmışız gibi gelmesi, beni bu düşüncenin içine itmişti.

 

"Başlarda zorlansan da zamanla bunun daha iyi bir karar olduğu düşüncesini benimseyeceksin, merak etme."

 

Karnımın üzerine sardığı parmaklarını, elbisesinin kumaşına rağmen tenimde yeteri kadar hissederken, zihnime dün geceki dokunuşları düşüyordu.

 

"Ağrın var mı?"

 

İçinde bulunduğumuz bu garip sessizlik, onun fısıltılı sesinin etkisini daha çok arttırmıştı sanki. Boynuma çarpan ılık nefesi tüm düşüncelerimi alt üst edecek güce sahipti.

 

Sabah içtiğim ilaçtan sonra bir süre daha devam eden hafif ağrım, şimdi tamamıyla ortadan kalkmıştı, ufak sızlamalar dışında.

 

"Hayır, iyiyim."

 

Ortamın etkisiyle sesimde garip bir tonlamaya bürünmüştü.

 

Kendi elleriyle bıraktığı ilacın konusunu daha tam olarak açmamışken, bende açmayı istememiştim açıkçası. Çünkü durumumu izah edecek olan doğru kelimeleri bulabilir miydim emin değildim.

 

Zamanın bizim için en güzel şey olduğunu biliyordum sadece.

 

 

 

~

 

 

Yazardan:

 

 

 

 

Hayatın kendisine sunduğu yolların arasından, onu seçmişti genç adam, her şeyi göze alarak.

 

Yolun sonunun nereye varacağını düşünmeden, tek bir sözle tüm düzeni bozmuştu.

 

Sahip olduğu konum sayesinde kimse fikrini sorgulamazken, konuklar kadar karşısındaki kadının da üzerinde büyük bir etki bıraktığının farkındaydı o gece.

 

Haksız da sayılmazlardı aslında. Hangi insan, iki defa gördüğü birisini, üçüncü seferde isterdi ki?

 

Söz konusu Yavuz ve fikirleri olunca, işler pekte bu mantıkta yürümüyordu maalesef.

 

Kabullenmesi gereken bir kaç gerçek olmuştu ve o bu gerçekleri en başında kabullenmeyi tercih etmişti. Çünkü bir yola çıkmışlardı ve sonuna kadar da gideceklerini biliyordu.

 

Her geçen gün bir başka şey öğreniyordu karşısındaki kadına dair. Ve bu öğrendiği şeylerin büyük bir çoğunluğu, onun yüreğinde büyük bir sızlamaya sebebiyet veriyordu.

 

Bir erkek nasıl cinsiyetinin arkasına sığınıp ayakta durabiliyorsa, kadınların çok daha fazlasına hakkı olduğunu düşünüyordu.

 

Kendisini nasıl kendi kararını rahatça verebiliyorsa, bir kadın da bunu yapabilirdi.

 

Karşısındaki yaralı karısının ellerinin arasından bu hakkı acımadan çekilip alınmıştı. Gözlerine yerleştirdikleri hüzün öylesine büyüktü ki, bazı anlarda yeşilleri uzaklara dalıp kendi sessizliğinde kayboluyordu.

 

Başındaki ağrı git gide daha da çekilmez bir hal alırken, gömleğinin yakasını nefes almak için iyice açmıştı.

 

Dün akşam saatlerce, kendi evlerinde oturmuş, baş başa sohbet etmişlerdi. Konağa döndüklerinde ise karısı yorgunlukla uyuyakalmıştı.

 

Günler önce duyduğu bir sözle, içindeki şüpheye güvenerek ciddi bir karar vermişti.

 

Ve yıllar önce kapatılan o dosyayı, bugün bizzat kendi elleriyle yeniden açtırıyordu.

 

Basit bir ölüm müydü, yoksa cinayet mi... işte duymaktan korktuğu tüm gerçekler belki de burada saklıydı.

 

Odasındaki iki avukat saatlerce başlarını dahi kaldırmadan buldukları arşiv kayıtlarını inceliyorlardı.

 

"Yavuz Bey, sanırım kayda değer bir detay buldum."

 

Masanın üzerinde rastgele gezinen gözleri, duyduğu sesle beraber karşısındaki avukatı bulurken, hızlıca yerinden kalkarak toplantı masasına adımlamıştı.

 

Kendisine çevrilen ekrana baktığında, avukatta konuşmaya başlamıştı.

 

"Kazaya dair arşive atılan dosyada, çevrede kamera kaydına ya da görgü tanığına rastlanmadığı belirtilmiş. Zaten olay mahkemeye de taşınmadan, sözde karakolda halledilmiş."

 

Yavuz'un koyu hareleri düşünceli bir hale bürünürken avukat devam etmişti.

 

"Birileri ciddi manada emniyeti susturmuş olmalı, aksi halde oldukça işlek bir caddede yaşanan ve hız yapmamış olan bir aracın kaza yapma ihtimali düşük."

 

Diğer avukatta o sırada ekrandaki gözlerini kaldırmıştı.

 

"Kazaya sebep olan aracın sahibini buldum."

 

Bir kaza değildi.

 

Bu alenen bir cinayetti.

 

Ve bu cinayetin ardında, geriye yarım bırakılan bir kız kalmıştı.

 

 

 

 

~

 

 

 

Evin'den:

 

 

 

 

 

Yavuz'la evimize gittiğimiz günün üzerinden tamı tamına 3 gün geçmişti. Ve bu süreç boyunca, işleri dolayısıyla, kendisini belirli saatlerin dışında göremiyordum.

 

Yine o anlardan bir tanesini yaşarken çıktığım terasta, sedirlerin üzerinde düşünceli bir şekilde oturan Boran'la karşılaşmıştım. Çok sesli girmiş olacağım ki, dalgın halinden sıyrılarak kafasını bana çevirmişti.

 

"Yenge?"

 

Gülümsedim.

 

"Rahatsız etmiyorum değil mi?"

 

O da gülümseyerek kafasını hayır manasında sallamıştı. Kafamı yanına adımlamadan önce içeriye doğru uzatarak, evdeki kızlardan iki kahve istemiştim.

 

"Şirkette değil miydin sen?"

 

Sorumla kısa bir anlığına duraksamıştı.

 

"Aslında şirkette olmam gerekiyordu..."

 

Aldığı derin bir soluğu dışarıya bırakırken, duruşunu düzelterek ciddi bir halde bana dönmüştü.

 

"Yenge, akıl almam lazım. Yardım edebilecek misin?"

 

Kafamı sallarken, onun üzerindeki bu tavrın, gerçekten de önemli bir konu olduğunu anlamıştım.

 

"Birisi var..."

 

Bu bariz bir şekilde belliydi zaten. Ama onu bu kadar düşünmeye iten konu tam olarak neydi merak ediyordum.

 

"Yıllardır sıradan birisiymiş gibiydi benim için."

 

"Nasıl yani?"

 

Sıkıntılı soluklarının arasında gözleri manzarayı buldu.

 

"Hiç o gözle bakmadım, ya da bakmak istemedim bilmiyorum."

 

Kafamı salladım devam etmesi için.

 

"Geçen gün eve dönmeden önce şirkette denk geldim."

 

Cümlesi bitince de ekledi.

 

"Berivan'ın buraya geldiği gündü."

 

Kesik parçalar bir bir yerine otururken, Boran'ın suratına şimdi daha rahat bir ifade yayılmıştı.

 

"Çok uzun zaman oldu yakından görmeyeli onu halbuki, ama karşımda gördüğüm an ne yapmam gerektiğini bilemedim."

 

Kızlardan bir tanesi terasa gelip kahvelerimizi bırakıp ayrılırken, Boran'da sözlerini devam ettirdi.

 

"Ona daha öncesinde böyle bakmadığım için kendime kızdım, şaka gibi."

 

Gülümsedi. Fakat gülümsemesi buruk bir tebessümden öteye gidememişti.

 

"Geç kaldım her şeye...."

 

"Konuşsana onunla, neden geç kalasın ki?"

 

"Tüm gerçekte bu ya, nişanlanmış. Evlenecek. Nasıl konuşayım?"

 

Duyduğum sözlerle beraber şaşırırken, ondaki bu hüzünlü halin de sebebini öğrenmiş olmuştum.

 

"Ne zaman öğrendin?"

 

Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, cevap verdi.

 

"Bir kaç gün oldu."

 

"Ama ondan önceki günlerde bu kadar üzgün durmuyordun?"

 

Kafasını salladı.

 

"Onunla konuştuğum anlarda, bana bu detaydan bahsetmemişti hiç çünkü."

 

İhanete uğramışçasına buğulu çıkmıştı sesi.

 

"Yüzüğü yok muydu?"

 

Hayır dercesine kafasını salladı.

 

"Biraz garip değil mi?"

 

Kelimelerin anlamına sığınamamış gibi, ufak bir baş hareketi ile onay verirken, uzağa bakan gözleri birer yangın yerine benziyordu.

 

Ve sözlerine de bakılırsa, nişanlı olan genç bir kadın, genelde yüzüksüz gezmezdi.

 

"Sana kim söyledi bunu?"

 

Bakışları yeniden beni bulurken, hatırladığı bir şey hoşuna gitmemiş gibi de suratını buruşturdu.

 

"O gün onunla konuşmak için yanına gitmiştim, yeni başlamış bizim şirkette çalışmaya. Odasına girdiğimde gördüm, bir adamla sarılıyordu. Yine kendisi değil, o adam söyledi bunu."

 

Bir süre durdum. Çünkü söylediği şeylerin üzerine ne denilebilir, bilmiyordum. Öyle ki, sevgiyi hissettiğin bir anda yaşanılan hüzün, ciddi manada kırıyordu.

 

"Bak belki mantıklı düşünmüyorum ama, bu nişan olayı kızın onayı çerçevesinde mi gerçekleşmiş?"

 

Bakışlarına sorumla beraber düşen merak, yeşillerime ulaşırken, bilmediğini belirtti.

 

Daha da açıklayıcı olması için, konuşmamı devam ettirdim.

 

"Boran, kadın olmak sanıldığından daha da zor. Bir yerde çalışıyor olması onun özgür olduğunu göstermez, belki bu işe onayı yok. Belki zorla bu yola sokuldu... bilemeyiz. Bunun cevabını sana bir tek o verebilir. Ve bana inan, bir kere söyleyip pişman olmayı, yıllarca söylemeyip onun pişmanlığını yaşamaya yeğlersin."

 

Bakışlarına ufak ufak oturan parıltılar, suratına tebessüm olmuştu. Sanki duymayı beklediği sözler bunlardı ve o, harekete geçmek için birisi tarafından gerçekleri duymaya ihtiyaç duyuyordu.

 

"Hiç... hiç bu açıdan düşünmedim ben. Belki de gerçekten istemiyordur, değil mi?"

 

Kafamı salladım. Kendim bizzat şahit olmuştum, yıllarca aldığım soluklara bile karar vermişlerdi. Ve bu durumun ağırlığının altında ezildiğini hissetmek çok üzücüydü.

 

"Bunları bana söylememiş olsaydın, asla adım atmazdım. Ona sormazdım. O gün, o odadan çıkıp giderken, arkamdan ne düşündüğünü önemsemedim. Karşı karşıya geldiğimizde eskisi gibi umursamadım..."

 

Heyecanlı, ufak bir çocuk gibiydi.

 

"Çok teşekkür ederim yenge."

 

Sözleri bana samimiyetini fazlasıyla belli ederken, gülümsedim. Onların bana kattığı şeylerin yanında, benim ona yaptığım ufak yardımın lafı bile olmazdı. Ki bu yardımdan bile sayılmazdı.

 

"Biz bir aileydik, teşekkürlük bir şey yapmadım. Vakit kaybetmeden, ciddiysen eğer o kıza elini uzat."

 

Biten kahvesinin ardından gülerek yanımdan ayrılmış beni yalnız bırakmıştı. Onun gitmesinin bir kaç dakika ardından da, masanın üzerinde duran telefonumun ekranı gelen bildirimle aydınlanmıştı.

 

Bir mesaj gelmişti ve bu mesajın sahibi belliydi. Dudaklarım elimde olmadan kıvrılırken, merakla bildirimin üzerine basarak mesajını açtım.

 

Ne yapıyorsun fıstığım?

 

Onsuz yine kahve içtiğim bir ana denk gelmişti. Ve sanki özellikle de kahve içtiğimi bu anlarda hissediyordu.

 

Kahve içiyordum terasta. Sen?

 

Gözlerim merakla yazıyor ibresini takip ederken, mesajı çok geçmeden bana ulaşmıştı.

 

Bensiz kahve içmelere iyi alıştın bakıyorum da.

 

Mesajında bile kıskançlık sezmiştim. Bazı anlarda, tamamıyla küçük bir çocuğa dönüşüyor, bu kıskançlığın dozunu tutturamıyordu. Gülümsedim.

 

Günlerdir işlerin yoğun, seninle pek denk gelemiyoruz.

 

Gönderdikten sonra acaba atmasa mıydım diye düşünürken, anında görmüştü ve silmem için geçti.

 

Bu bir davet mi yoksa :)

 

Şu geçtiğimiz anlarda öğrenmiş olduğum bir diğer gerçekte, Yavuz'un ciddi manada her fırsatı değerlendirerek yaptığı imaları olmuştu.

 

En olmadık zamanlarda söylediği şeyler yüzünden kısa süreliğine, düşünme yetimi kaybetmemi sağlıyordu.

 

Utançla gözlerimi ekrandan kaldırırken, mesajıyla bile etkisi aynıydı.

 

Resmini at bana, seni görmek istiyorum.

 

Dilimi kuruduğunu hissettiğim dudaklarımın üzerinde dolaştırırken, resim çekmeme fırsat dahi tanımadan önce mesajı sonrasında da araması ekrana düşmüştü.

 

Ya da resmi s**tir et. Seni daha net göreceğim.

 

Anlık araması yüzünden nereye basacağımı bile unuturken, aldığım solukların arasında aramayı yanıtlayıp, ekranı tam karşımda duracak şekilde tuttum.

 

Ekrana düşen profili, kalbimin hızını usul usul arttırıp, etkisini sinsi bir yılan misali vücuduma bırakırken, beyaz gömleğinin açık yakasından gözüken esmer tenine kaydı kamera. Oturduğu yerden kalkmış, yürümeye başlamıştı ve o sırada kamerayı daha aşağıdan tutuyordu.

 

Masasının önünde duran koltuğa oturduktan sonra ekranı aynı benim gibi kaldırdı, ve kahveleriyle hızlı bir şekilde ekranı izledi.

 

Dudaklarına oturan, varla yok arasında olan gülümseme, gerçekten güzeldi.

 

Onun konuşmadan öylece bakıyor olması, olan heyecanımı daha da üst seviyeye taşırken, ben konuşma kararı almıştım.

 

"İşler yoluna girdi mi?"

 

Kaşları hafifçe yukarıya kalkarken, koltuğa yasladığı eliyle yüzünü sıvazlamıştı. O esnada dudakları da az önceye nazaran daha gözle görülür bir şekilde kıvrılmıştı.

 

"Yolunda yavrum, çok güzel yolunda."

 

Ses tonu farklı bir tınıya bürünürken, sözlerinin altında yatan imanın, görünen de çok daha fazla olduğunu hissetmiştim.

 

Kahveleri fazla dikkatli bir şekilde bakışlarına devam ederken, konuştum.

 

"Toplantın falan yok mu senin, böyle rahat rahat konuşuyorsun?"

 

Cıkladı. Sanki saçma çabam onu eğlendiriyor gibiydi.

 

"Patronum kızım ben, kime ne konuşmalarımdan. Hem..."

 

Ekrandaki bakışları biraz daha yaklaşırken, sözlerini de daha kısık bir şekilde devam ettirdi.

 

"...karım değil misin? Kime ne bizim özelimizden?"

 

Dudaklarımı duyduklarımla beraber birbirine bastırırken, benim konuşmama fırsat vermeden balkona giren beden, saniyeler içinde yanıma ulaşmıştı.

 

"Benim güzel çiftim, siz birbirinizi özlediniz de böyle görüntülü konuşmalara mı başladınız?"

 

Mihrimah'ın sözleri varolan utancımı birazcık daha ortaya çıkarırken, Yavuz'un bu durumdan etkilenmiyor olduğunu biliyordum. Çünkü Mihrimah'ın benimle uğraştığı her saniye, o benim kızararak yanmaya başlayan suratıma bakıp keyifle gülümsemeyi tercih ediyordu. Ve yardımını da, son saniyelerde gösteriyordu.

 

"Abiciğim, bak yengem seni çok özlüyor. Kaç gündür geç geliyorsun, kadın senin yüzünü göremiyor! Böyle de olm..."

 

"Mihrimah..."

 

Kısık sesli ikazım ona yetmezken, o hala ekranda duran Yavuz'la konuşmaya devam ediyordu. Aslına bakılırsa haksız da sayılmazdı.

 

Günden güne, varlığını daha da anımsıyordum.

 

Onunla içinde bulunduğumuz günlük olaylar bile, keyif aldığım bir rutin haline dönüşüyordu. Ama şu bir kaç gündür kendisini hem kahvaltıda, hemde nadiren de olsa akşam yemeklerinde göremiyordum. Hal böyle de olunca içten içe beni ona iten duygulara boyun eğiyordum.

 

"Bak bak, kadın resmen iki saniyede uzaklara bakarak daldı gitti..."

 

Omzuma dokunan parmaklarla beraber kendime gelirken, bakışlarım anında ekranda gülümseyen adama kaymıştı.

 

Oturduğu yerden kalkıp, sandalyesinde asılı duran ceketini eline aldı.

 

"Bir şey istiyor musunuz?"

 

Anladığım kadarıyla geliyordu. Mihrimah gülüp hayır derken, bende hızlıca hayır manasından kafamı sallamıştım. Şayet o yoğun bakışlarının altında konuşmak hiçte kolay değildi.

 

Benim odaya geçmemin üzerinden yarım saat geçmemişti ki, odanın kapısı onun tarafından açıldı.

 

Gözlerim anında yüzünü bulurken, ciddi manada yorgun olduğu surat ifadesine de yansımıştı. Bir şeylerle bu ara fazla uğraşıyor gibiydi.

 

"Yavuz?"

 

İsmi dudaklarımın arasından dökülürken, oturduğum koltuktan kalktım. Bazı şeyleri aşmıştık, daha doğrusu aşmıştım. Ona karşı sınırlarım eskisi kadar dar değildi. Ve yaşadığımız çoğu şeyden sonra, ona sarılmamı söyleyen tarafımı reddedemiyordum.

 

İtiraf etmeliydim ki, bunu istiyordum da.

 

"Fıstığım?"

 

Onun da adımları yanıma ulaşırken, eğilişini fırsat bilerek bende kollarımı boynuna sardım.

 

Elleri belimdeki yerini alırken, kafasını yasladığı boynuma çarpan ılık nefesi, tenimi okşuyordu.

 

Dudaklarını bastırdı boynuma ve uzun bir soluk aldı.

 

"Ohh..."

 

Ses tonu içimi gıdıklarken, benim de suratıma huzurlu bir tebessüm dağılmıştı.

 

Belimde duran elinin teki baldırıma kayarken, her zaman olduğu gibi yine zorlanmadan bedenimi kucağına almıştı. Yüzlerimiz şimdi karşı karşıya duruyordu.

 

"Yorgun değil misin sen?"

 

Sorumla beraber, gözleri bir anlığına dudaklarıma kayarken, parmaklarının altında duran tenimi yeteri kadar hissedemiyormuş gibi, hafifçe sıkmıştı.

 

"Dinleniyorum işte."

 

Dolgun dudakları çeneme uzandı ve sakalları yüzümü tatlı bir sızlama ile çevrelerken, uzunca öptü.

 

Kaşınan yüzümle beraber gülümserken, tamda o anda ben gülerken dudaklarını dudaklarımın üzerine bastırdı.

 

Hareket etmeden öylece duruyor, şaşkınlıktan açılan gözlerime daha yakından bakıyordu.

 

Bendeki etkisinin artık fazlasıyla farkındaydı ve tüm davranışları da buna göre oluşuyordu sanki. Açık olan gözlerim kapanırken, omuzunda duran ellerimi ensesine kaydırdım. Utanacağımı biliyordum ama kendimi durdurmaya niyetim yoktu.

 

İsteğimi anlamış gibi, adımları yatağa ulaşırken, kucağındaki benimle yatağa oturmuştu.

 

Belimde duran elinin teki enseme kayarken, aramızda mesafe varmış gibi daha da yaklaşmamızı sağladı.

 

Onun her dokunuşu ve her öpüşüyle yerle yeksan olan benliğim, yine beni yalnız başıma bırakmıştı.

 

Sırtım usulca yatakla buluşurken, hala ellerimi ondan ayıramamıştım.

 

Kesinlikle arsızsın Evin!

 

İçimdeki ses haklıydı. Ben bu adamın yanındayken, tamamıyla dizginlerimi kaçırıyordum.

 

Avuç içi yanağıma yaslanırken, burnunu boynuma sürterek soluklanmaya başladı.

 

"Kızarmasın o yanakların hemen..."

 

Fısıltılı sesine bakılırsa gülümsüyordu. Sözleriyle bedenimin daha da yandığını hissettim. Dalga geçiyordu resmen.

 

Konuşamadım. O da bunu fırsat bilerek, dişlerini burnuma geçirdi.

 

"Yavuz, yapmasana şöyle yaa.."

 

Gülümsedi genişçe. Yapma demiş olmam bile yapması için bir sebepti sanırım. Ve itiraf etmem gerekirse, ben halimden memnundum.

 

Sabırsızca dudaklarını yeniden dudaklarıma bastırırken, şimdi az önceki dokunuşuna göre daha hoyratçaydı.

 

Sıcak dilini, her bir zerremde gezinirken, dudağımda hissettiğim sızıyla homurdanarak, daha da omuzlarına sarıldım.

 

İşlerin nereye gideceğini, bedenimde süzülen parmaklarından da yeteri kadar anlayabiliyordum.

 

Tamamıyla ortadan kalkan ağrımı da düşünürsek eğer, bende istiyor gibiydim. En azından itiraz etmeyi düşünmüyordum.

 

Hayır diyen kıza ne oldu acaba?

 

İç sesim kesinlikle gözardı etmek istediğim gerçekleri yüzümü vuruyordu ama böyle anlarda ne yazık ki ben, kendisini dinleyebilecek iradeye sahip olamıyordum.

 

Elim beyaz gömleğinin açık yakasından içeriye sızarken, parmaklarımın altındaki teni kasıldı. Ben nasıl tepkiler veriyorsam, o da aynı şekilde etkileniyordu.

 

Üzerindeki gömleğinin altta kalan düğmelerini de açtıktan sonra, omuzlarından geriye kaydırarak, çıkarmasına yardımcı oldum.

 

Benim üzerimde ise, sarı düğmeli bir elbise vardı. En ufak bir harekete dahi açılan düğmelerin, üstte kalanları çoktan açılmışken, altta olanları uğraşmak istemiyorcasına iki kenarından tutarak çekmiş, ve düğmelerin odanın zeminine teker teker dağılmasını sağlamıştı.

 

"Hihh..."

 

Gözlerim duyduğum düğme sesleriyle açılırken, dudaklarımın arasından bir şaşkınlık nidası dökülmüştü.

 

Ciddi manada sabredemiyordu!

 

"Ben sana yenisini alırım yavrum, bırak şimdi elbiseyi..."

 

Dudakları boynumdan kayıp, aşağıya ulaşırken, tenimi de dişlerinin arasına aldı.

 

Gözlerim hamlesiyle beraber kapanırken, dudaklarımın arasından kısık sesli bir inleme dökülmüştü.

 

"Her defasında yırtıp, yenisini mi alacaksın?"

 

Sakalları geçtiği her yeri gıdıklarken, iri avucu bacağımı tuttu.

 

"Gerekirse evet."

 

Gözlerim hissettiğim duygularla kapanırken, karnımın içinde büyük bir volkan patlamaya hazırlanıyor gibiydi.

 

Her bir zerremi sarmıştı bedeni.

 

Koyu hareleri daha da yoğun bir hal alırken alnındaki ince damar şişmiş, gözlerini gözlerime sabitlemişti.

 

Kıyafetlerini çıkardı ve sıcaklığıyla dört bir yandan yeniden sarmaladı bedenimi.

 

Onunla ikinci kez aynı hisleri yaşadım, ve bu sefer birinciye nazaran daha sert olan davranışları tüm olayın boyutunu değiştirmişti.

 

 

 

~

 

 

Mihrimah'tan:

 

 

 

 

 

Kalbim hala aynı hızla atıyordu.

 

Geçen günkü mesajlaşma olayından sonra onun isteği üzerine arkadaşça birer kahve içmeye gittiğimiz gün gelmişti aklıma.

 

Sırf başkaları tarafından görülüp yanlış anlaşılmasın diye, beni şehrin çıkışına yakın olan, kapattığı bir mekana götürmüştü.

 

Bedenimi yatağın üzerine bırakırken, zihnim o anları bana hatırlatmak istercesine bir bir gözümün önüne geldi.

 

"Okul nasıl gidiyor?"

 

Konu açmaya çalışıyordu. Gülümseyerek kafamı salladım.

 

"Sence?"

 

Cevabını gayet iyi biliyordu. O cesur olmayabilirdi ama ben gayet cesurdum.

 

"Arkadaşça kahve içmek için fazla özenmemiş misin Mirza abi?"

 

Gözlerim mekanda bir tur dolaştı. Otantik ve hoş bir havası vardı.

 

"Abini s***yim, sana abi demeni söyleyen aklımı da s***yim!"

 

Bir şeyleri kabul etmiyordu sözde ama her an ettiği sözlerin altında yatan anlamları da çok iyi biliyordu.

 

Bu sözleri söylerken suratına yayılan bıkkın ifade bile gerçekten çok komikti.

 

Onu görmezden gelmiş gibi önüme gelen şeylerden atıştırmaya başlamıştım.

 

O günde evden çıkarken yengem beni görmüştü ve dünde gerçek anlamda kız dedikodusu yaparak ona tüm detayları anlatmıştım.

 

Planım kesinlikle onu süründürmekti.

 

Yatağın üzerindeki telefonumu düşen mesajına yanıt vermek için elime alırken, suratıma bir gülümseye yayılmıştı.

 

Sanırım 1 saat olmuştu.

 

Bugün sesin çıkmadı?

 

Sosyal medyada aktif olmama alıştığı için vurgu yapıyor gibiydi.

 

Bugün bir şeyler paylaşmak içimden gelmemiş olabilir.

 

Bir kaç dakika geçmemişti ki gördü mesajımı. Konuşmak isteyen gerçekten de konu açıyor gibiydi. Gülümsedim.

 

Bir sebebi?

 

Ekranın üzerine bakarken, bu sohbetin devam edeceğini biliyordum.

 

 

~

 

 

 

"Aşk böceğim gelmiş."

 

Yeğenim Aras'ı abimin kucağından alırken, koltuk altlarından tutarak hafifçe havaya kaldırmıştım. Son zamanlarda daha da büyümüş olmasından kaynaklı sanırım, oyun manyağı haline gelmişti.

 

Akşam yemeğinden sonra babaannemle beraber, akşam çayına oturmaya gelmişlerdi. Sık sık gelip gittiğimiz için bu duruma alışkındık.

 

Karşımızdaki koltukta oturan Evin yengeme şımarıp gülen Aras'ın yanaklarını sıkı sıkı öperken, dudaklarımı aralamıştım. Ailemizin böylesine mutlu ve kalabalık olduğu anları çok seviyordum.

 

"Bu küçük farenin gözleri hep yengeme kayıyor, Yavuz Ağa dikkat et."

 

Abimin gözleri Aras'ı bulurken, salondaki herkesin güldüğünü işittim. Abimin küçücük çocuktan dahi yengemi kıskanıyor olması beni çok güldüyordu. Ve Aras'ta sanki onun inadına daha çok yengeme sırnaşıyordu.

 

Ayağa kalkarak Aras'ı tam ikisinin ortasına doğru bırakırken, yengem gülerek kucağına almıştı.

 

Geri yerime oturduğumda da Berivan yengemin omzuna kafamı yaslamıştım.

 

Bir gün bu manzaraya benim yanımda, belki başkaları da dahil olabilirdi...

 

 

 

~

 

 

 

Yazardan:

 

 

 

 

 

Elde edemediği her bir şeyin kinini taşıyordu gönlünde genç kadın. Zamanında bile isteye yaptığı hata, şimdilerde attığı her adımına engel oluyordu. Nefret ediyordu.

 

"Lerzan, saçma sapan şeyler yapma!"

 

Duyduğu sesle koyu hareleri karşısındaki adamı bulurken, dudaklarındaki gülümsemeyi de silmemişti.

 

Yavuz'la nişanlıyken, Ferzan gözünde çok daha başkaydı. Belki de yasak olmasıydı, dikkatini çeken şey. Yakalandıkları ilk andan itibaren düşünceleri tamamıyla değişmişti. Kendisini istemeyen Yavuz'un, yaptığı bu hatasından sonra yüzüne dahi bakmayacağını biliyordu çünkü.

 

"Kaybedecek bir şeyim kalmadı benim Ferzan, anlıyor musun beni?!"

 

Sarıya dönük olan açık kahve saç tutamlarını geriye ittiren adam, karşılarındaki uçurumdan Mardin'i izliyordu.

 

Bir kadın yüzünden ipler tamamıyla kopmuştu farkındaydı. Hatası da vardı, inkar etmiyordu. Ama her şeyin üzerinden oldukça uzun bir zaman geçmişken, bu hikayenin en masum kişisinin, Evin'in zarar görmesine göz yummayı istemezdi.

 

"Sen bir şeyleri kabullenmiş olabilirsin ama ben kabullenmedim."

 

Hatırlamayı istemediği gerçekleri inatla yüzüne vurduğunu biliyordu bu kadının. Yavuz'un isteme akşamı yaptığı şeyi elbette kabullenmemişti ama bir şeyler yapmakta istemiyordu.

 

"Seninle sakin sakin konuşmaya çalışıyorum deli etme beni!"

 

Öfkeli sesiyle bağırdı. Lerzan ise karşısındaki adamı alaylı bir bakışla inceledi.

 

Yılan kadar zehirli bir dile sahipti. Ve nereden vuracağını elbette iyi biliyordu.

 

"Yavuz'dan korkuyorsun sen."

 

Kadının sözüyle beraber Ferzan'ın gözleri tehlikeli bir şekilde yüzünü buldu.

 

Gerçekleri bir başkası tarafından duymak olmayan cesaretini körükledi ve beraber hiç olmayacak bir adım attılar.

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

 

28/09/2022

simaara

Bölüm : 30.11.2024 13:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...